Anasayfa » Suriye’de, Türkiye’ye Karşı ABD-RUSYA İTTİFAKI VE YENİ HAÇLI HESAPLARI ___!!!

Suriye’de, Türkiye’ye Karşı ABD-RUSYA İTTİFAKI VE YENİ HAÇLI HESAPLARI ___!!!

Yazar: yonetici
0 Yorum 50 Görüntüleyen

Suriye’de, Türkiye’ye Karşı

ABD-RUSYA İTTİFAKI VE YENİ HAÇLI HESAPLARI

        

Suriye sınırımız boyunca ABD ve İsrail'in, iş makineleri, demir ve çimento yardımı dâhil, her türlü desteği ile PKK-YPG militanlarına yaptırılan, toplam uzunlukları yüzlerce kilometreyi bulan sığınak ve kanalların, sadece bölgedeki teröristlerin korunmasını sağlayan siperler ve tüneller olduğunu sanmak yanlıştır. Bunca masraflı yığınaklar, kanal ve sığınaklar, Türkiye'ye yönelik yeni Haçlı saldırısı hazırlığının bir parçasıydı. Bölgedeki PKK/YPG ve DEAŞ militanlarının çekilmesi de bir kaçırma değil, planlı ve hesaplı bir “kaydırma” operasyonlarıydı. Yani teröristler daha tehlikeli oluşum ve saldırılar için kuzeye kaydırılmışlardı. Bu nedenle TSK'nın Barış Harekâtı hayati bir önem taşımaktaydı, ama yarım bırakılması kafalarımızı karıştırmıştı. Bazılarına göre “tarihi başarı…” bize göre ise, maalesef “Bir geri adım atılması” olan bu anlaşmanın hangi mecburiyet ve mahkûmiyetler karşısında yapıldığı ortaya çıktığında herhalde yer yerinden oynayacaktı. Lütfen hatırlayalım; bu anlaşma güya Amerika’yla yapılmıştı. Hâlbuki metinde “ateş kesmek” ve “ara vermek” ifadeleri yer almıştı. Oysa bu Harekât sırasında karşımızda ABD askerleri değil PKK/PYD teröristleri vardı. Ama masada karşımızda ise ABD temsilcileri oturmuşlardı. Bu durumda, resmen ve alenen, ABD teröristlerin temsilcisi olmamış mıydı? Erdoğan iktidarı da, dolaylı biçimde terör şebekesiyle anlaşma imzalamış mı olmaktaydı? 2019 yılı 17 Ekim’inde imzalanan anlaşma gereği ara verilen Barış Pınarı Harekâtı gerçekten amacına ulaşmış mıydı?

ABD’nin Türkiye’ye uygulayacağı yaptırımların bazılarını açıklamasının hemen ardından Sn. Erdoğan’la barış anlaşması imzalayan Trump’ın Başkan Yardımcısı Mike Pence, Beyaz Saray’da gazetecilere konuyla ilgili bilgiler aktarmıştı. Bu açıklama sırasında çok ilginç bir detay ortaya çıkmıştı. Bu, ABD’nin yıllardır her türlü desteği verdiği terör örgütü ile ABD Başkanı’nın görüştürüldüğü itirafıydı.

Barış Pınarı Harekâtı ile köşeye sıkışan terör örgütü PKK/YPG’nin elebaşlarından ‘Şahin Cilo’ kod adlı terörist Ferhat Abdi Şahin’in ABD Başkanı Donald Trump ile bizzat görüştüğü anlaşılmıştı. Açıklama, Beyaz Saray’ın bahçesinde ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence tarafından yapılmıştı. Kırmızı Bültenle aranan terörist, daha önce de BM’de gizli görüşme yaparak hukuk dışı bir anlaşmada “taraf” olarak kabul edilmesi ile gündeme taşınmıştı. Bu terörist, 28 yıldır PKK’nın eylemlerine katılmıştı ve 63 askerin şehit edildiği saldırıların 1 nolu faili olarak aranmaktaydı. Sivilleri katleden, yerlerinden süren, DEAŞ’lı teröristlerle sözde mücadele ederken yakaladıkları teröristleri daha sonra serbest bırakan ve hatta kaçmalarına olanak sağlayan PKK/YPG’li teröristler, ABD tarafından bir devlet temsilcisi gibi muhatap alınmaktaydı. CNN International’ın savunma muhabiri Ryan Browne’nin paylaşıma göre ABD Başkan Yardımcısı Pence, Beyaz Saray’ın bahçesinde yaptığı bu açıklamalar sırasında, Trump’ın YPG/SDG’nin başındaki Mazlum Kobani ile konuştuğunu doğrulamıştı. Teröristbaşı Abdullah Öcalan’ın “manevi evladım” dediği terörist Mazlum Kobani, Türkiye’nin üst düzey arama listesi olan kırmızı listede yer alan bir eşkıyaydı. ABD’nin her fırsatta desteklediği ve sık sık görüştüğü ‘Şahin Cilo’ kod adlı bu terörist, eski ABD Başkanı Barack Obama’nın DEAŞ’la Mücadele Özel Temsilcisi olarak atadığı ve Trump döneminde de bir süre görevine devam edip 31 Aralık 2018’de istifa eden Brett Mc Gurk ile de buluşmuşlardı.

ABD'li strateji uzmanı Michael Doran bile; ABD'nin PKK ile ilişkilerini eleştirerek “PKK ve PYD bir terör örgütüdür ve ABD Dışişleri Bakanlığı'nın terör örgütleri listesindedir. Bunlar Türkiye'yi Kürtler ve Türkler arasında bölmek istemektedir. Biz PKK ile müttefiklik ilişkisi kurarak Türkiye'yle çatışma sürecine girmiş olduk.” diyerek karşı çıkmıştı.

“Şunu kabul etmek gerekir ki biz kuzeydoğu Suriye'de bu felaket durumun oluşmasına neden olduk çünkü PKK'yla ittifak ilişkisine girdik. YPG yani sahadaki Kürt güçleri aslında PKK’dır. PKK bir terör örgütüdür ve ABD Dışişleri Bakanlığı'nın terör örgütleri listesindedir. Bunlar Türkiye'yi Kürtler ve Türkler arasında bölmek istemektedir. Biz PKK ile müttefiklik ilişkisi kurarak Türkiye'yle çatışma sürecine girmiş olduk. Türkler bize yıllarca PKK'nın kuzeydoğu Suriye'de özerk bir Kürt devletinin kurmasına imkân tanıyacak bir güç şemsiyesi sağlamamızdan rahatsızlık duyduklarını söylediler. Biz ise onlara sürekli olarak susun ve oturun dedik. Aralarına Arap, Ezidileri ve diğerlerini soktuk ama o örgütün güç merkezi her zaman PKK oldu. Şunu kabul etmemiz gerekir ki biz kendimize ve müttefiklerimize yalan söyledik.”[1]

Barış Pınarı Harekâtı haklıydı, lazımdı; ama maalesef yarım bırakılmıştı!

Barış Pınarı Harekâtı, Barack Obama döneminde Amerikan politikası haline getirilen, Trump döneminde de devam ettirilen “PKK devleti” projesine stratejik bir darbe indirmeyi amaçlamıştı. Bu harekât, Fırat Kalkanı ve Zeytindalı harekâtını tamamlayıcı ve sonuca ulaştırıcı bir nitelik taşımaktaydı. ABD öncülüğündeki Batılı koalisyon güçlerinin Suriye’yi karıştırarak, demografisini değiştirerek, güney sınırlarımızda “terör koridoru” oluşturmak suretiyle Türkiye’nin üniter yapısını ve milli egemenliğini tehdit eden şeytani planları, Barış Pınarı Harekâtı’yla işlevsiz kılınacaktı.

ABD Başkanı Trump, “Obama-Hillary ikilisinin terör örgütü PKK’yla ittifak kurduklarını ve Türkiye sınırlarına terör unsurlarını konuşlandırdıklarını” açıklayarak Barış Pınarı Harekâtının meşruluğunu onaylamak durumunda kalmıştı. İçeride ve dışarıda bu harekâta yönelik çıkışlar, asılsız suçlamalar, kara çalmalar kimseyi şaşırtmamalıydı ve bu haklılığımızın bir ispatıydı. Zira Türkiye, Siyonist merkezlerin son beş yıldır fiili olarak üzerinde çalıştığı “terör koridoru” projesini Barış Pınarı Harekâtı’yla boşa çıkarma kararındaydı. Türkiye’nin operasyon kararını açıklamasının ardından Amerika’da yer yerinden oynamasının, Lindsey Graham gibi senatörlerin ve İsrail lobisinin çılgına dönerek Türkiye’yi tehdit etmeye başlamaları bunun kanıtıydı.

Pentagon'dan Türkiye'ye 'Durun' çağrısı yapılmıştı!

AFP'nin haberine göre Pentagon; önce ve aceleyle Türkiye'ye Suriye'deki harekâtını durdurma çağrısı yapmıştı. Suriye'nin kuzeyindeki YPG varlığını temizlemek için Barış Pınarı Harekâtı’nı başlatan Türk ordusu Suriye'de ilerlemeye devam ederken yüzlerce teröristi safdışı bırakmıştı. Türk askerinin operasyonları devam ederken PKK/YPG'nin en büyük destekçisi ABD yeni bir açıklama yapmıştı. Amerikan yönetimi, bugüne kadar “Büyük savaşçılar” diye övdükleri YPG'lilerden 800'ünün etkisiz hale getirildiğini görünce paniğe kapılmışlardı. AFP'nin haberine göre Pentagon; işte bu nedenle Türkiye'ye Suriye'deki harekâtını durdurma çağrısı yapmıştı.

Oysa daha önce Beyaz Saray açıklamasından; Türkiye’ye destek olunmasa da, engel de olunmayacağı sonucu çıkarılmıştı. ABD Merkezi Komutanlık (CENTCOM) IŞİD’e karşı lejyoner güç olarak kullandığı PYD’nin milis gücü YPG’ye son beş yıldır düzenli ordu eğitimi sağlamasına, zırhlı araçlar, tanksavarlar ve yerden havaya füzelerle donatmasına rağmen, Türk Ordusu karşısında çil yavrusu gibi dağılmaları karşısında şaşkınlığa uğramışlardı. Nitekim “ABD sözünde durmadı, çekiliyor” diyen YPG direneceğini açıklamış, ama Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu harekâta uzun süredir hazırlanması, yeni silahlar dâhil önemli yığınak yapılması ve hem ordu hem kamuoyunun psikolojik olarak bu harekâta destek çıkması karşısında paniğe kapılmışlardı.

Bu aşamada Türkiye’nin Vladimir Putin ve Hasan Ruhani ile görüşmesi, MSB Hulusi Akar’ın da kendi muhataplarıyla yoğun diplomasi yürütmesi de anlamlıydı. Muhataplarına; “destek olmuyorsanız, bari köstek olmayın” merkezli diplomasinin yararlı olduğu ortaya çıkmıştı. Bu bağlamda Akar-Esper görüşmesi ardından Ankara ve Washington’dan yapılan açıklamalar arasındaki farklar da dikkatlerden kaçmamıştı. MSB açıklamasında PKK/PYD ile mücadele, Pentagon açıklamasında ise IŞİD’le mücadele öne çıkarılmıştı.

ABD ile varılan 120 saatlik mutabakatın bitmesine saatler kala, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, Türkiye'ye küstah bir tehditte bulunarak “Başkan Trump, ihtiyaç halinde Türkiye'ye askeri harekât yapılması için hazırlıklı” açıklamasını yapmıştı. Üstelik Suriye mutabakatı için Türkiye'ye gelen ABD heyetinde yer alan ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo CNBC'de yer alan skandal demecinde; Trump'ın, gerekli görülmesi durumunda Türkiye'ye karşı bir askeri harekât gerçekleştirebileceği tehdidini hatırlatmıştı. “Barışı savaşa tercih ederiz, ama kinetik ya da askeri tutum almak gerekirse, Başkan Trump'ın bu gereği yerine getirmeye hazır olduğunu bilmelisiniz” ifadelerini kullanmıştı. Gazeteci Wilfred Frost'a konuşan Pompeo ayrıca ekonomik yaptırımların yanı sıra diplomatik yaptırımların da kullanılabileceğini vurgulamıştı. Röportajda Pompeo, “Türkiye ile anlaşmanın çok hayat kurtardığına tamamen inandığını söyleyerek” bu sayede PKK-PYD ve IŞİD’li teröristlerin kurtarıldığını ima etmekten de sakınmamıştı!?

ABD ve Rusya Fırat’ın doğusunda ortaklaşa plan kurmaktaydı!

“Geçen aylarda güya yakalama kararı bulunan Rusya’nın üç istihbarat servisi ajanı gizlice Washington’a gelip Suriye için hazırlanan gizli planı Trump yönetimine aktarmışlardı. O gün bir süreç başlatılmış ve Suriye’de ABD-Rusya Türkiye’ye karşı ortak çalışmaya başlamıştı. Şimdi artık o plan adım adım uygulanmaktaydı, hatta son aşamasına dayanmıştı. Zaten Suriye’nin geleceği konusunda ABD ile Rusya 2018 içinde bir ön anlaşmaya varmışlardı. İki ülke de bu geleceğe Türkiye’nin onayı ve desteği olmadığı takdirde uygulanması ihtimalinin bulunmadığını bildiklerinden ön anlaşmalarının en kritik planı Suriye Kürtleri üzerine yapılmıştı. Rusların Kuzey Irak Modeli, Amerikalıların Kamışlı Modeli diye adlandırdıkları Kürt oluşumu modeli bu süreç içinde hazırlanmıştı. Kürtleri içeren doğrudan federatif bir yapı yerine, Kuzey Suriye’de sınırımızdan uzakta sınırları belli olan ve sınırlarında Suriye bayrağının dalgalanacağı, sınır korumasının da Suriye ordusu tarafından yapılacağı bir alanda YPG/PYD kontrolünde Kürt oluşumuna kültürel ve kısıtlı idari özerklik sağlanacaktı. Rusya ile ABD arasındaki gizli diplomaside Türkiye’nin başta buna karşı çıkacağı ama sonra Kuzey Irak’ta olduğu gibi bununla çalışmaya başlayacağı varsayılmıştı. Irak Kürt Otonom Bölgesi nasıl Türkiye’nin etkisi altına girdiyse Kuzey Suriye’de de bunun aynen uygulanacağı hesaplanmıştı.” saptamaları ve yorumları üzerinde durmak lazımdı.

Bu bağlamda; “Putin satranç, Trump poker oynuyor, Erdoğan ise tombala çekiyor!?” yorumları önemli bir gerçeği mizah yollu ortaya koymaktaydı. Evet, Putin uzun vadeli stratejik hesaplar yapmakta, Ortadoğu’da hâkimiyet kurma planları uygulamaktaydı. Trump ise azgın kovboy mantığıyla kumar oynamakta ve sürekli rest çekip zorbalıkla sonuç almaya çalışmaktaydı. Erdoğan ise, elini daldırdığı tombala torbasından şansına çıkanla avunup durmaktaydı. Üstelik emperyalist odaklar tombala torbasının içine sadece “3” (üçe) kadar rakam koymuşlardı. Kahraman Ordumuz “12”den vurdukları halde, elimizde “3”ten fazlası kalmamaktaydı! Yoğun medya yoluyla ve propaganda palavralarıyla milletimiz avutulmakta, ama ülkemizin altı oyulmaktaydı.

Örneğin Erdoğan’la Putin arasındaki 22 Ekim 2019 Soçi Mutabakatından, Türkiye’ye bakışı ve daha önceki çıkışları belli olan NATO Genel Sekreteri Siyonist Stoltenberg’in bu denli memnun kalması ve “önemli bir çözüm aşaması” olarak yorumlaması nasıl okunmalıydı?

Yeni Soçi anlaşmasıyla Suriye petrol ve doğalgaz kaynaklarının %75’ini kontrolüne alan PKK/PYD ve DEAŞ militanlarıyla, Esad Yönetiminin anlaşmasının da önü açılmıştı. Hayret, Türkiye Rusya mutabakatından Trump o kadar memnun kalmıştı ki, Türkiye’ye yönelik yaptırım kararlarını bile hemen kaldırmışlardı!? Bu konuda tek tesellimiz; “Vardır inşaallah Devletin de bir hesabı ve planı!” olmaktaydı.

İran'dan talihsiz Türkiye açıklaması

İran Dışişleri Bakanlığı sözcüsü Abbas Mousavi, Türkiye'nin Suriye içinde askeri mevziler kurmasına karşı çıkmış ve Tahran'ın önemli bölgesel müttefiki Suriye'nin bütünlüğüne saygı duyulması gerektiğini hatırlatmıştı.

Mousavi devlet televizyonunda canlı olarak yayınlanan haftalık basın toplantısında, “Ankara'nın Suriye'de askeri mevziler kurmasına karşıyız… Sorunların diplomatik yollarla çözülmesinden yanayız… Suriye’nin bütünlüğüne saygı gösterilmesini ummaktayız…” Oysa, yıllardır Suriye üzerinden Türkiye’ye yönelik yıkıcı saldırılar karşısında her nedense İran’ın hiç sesi çıkmamıştı! Türkiye'nin 9 Ekim'de Suriye'nin kuzeyinde ve Fırat Nehri'nin doğusunda başladığı Barış Pınarı Harekâtı, Tel Abyad ve Resulayn kentleri ve çevrelerindeki bölgelerde yoğunlaşmıştı. Harekâtın 8. gününde, Ankara'da görüşen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığındaki Türk heyeti ile ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence'in başkanlığındaki ABD heyeti, anlaşmaya varmıştı. Ama anlaşma maddeleri, kafaları karıştırmış, TSK’nın kalıcı ve kapsayıcı sonuçlar alacakken harekâta son verilmesi kafaları karıştırmıştı.

Güvenlik Uzmanı Abdullah Ağar’ın haklı uyarıları!

“Bizim harekâttaki niyet ve maksadımız; öncelikli olarak 32 km’lik derinlikte ve Fırat’tan Irak sınırına kadar olan alanda yaklaşık 15 bin km2’lik bir alanda PKK/YPG’li teröristlerin uzaklaştırılması değil, etkisiz kılınmasıydı. Bu harekât, PKK/YPG’nin nihai olarak marjinalleştirilmesi veya tamamen ortadan kaldırılması ile ilgili bir sürecin birinci safhasıydı. Amerika Birleşik Devletleri bu anlaşmayı imzalayarak, bir şekilde Türkiye ile anlaşarak PKK/YPG’yi koruma altına almıştır. Yani bundan sonraki süreçte PKK-YPG Türkiye’nin herhangi bir etkisine maruz kalmadan 20 Mil’in altında maalesef rahatça yaşayacaktır. ABD çok önemli bir hamle daha yaptı, PKK/YPG’nin hem ideolojik hem de demografik iddia ürettiği alanları harekâtın içerisinde çok kasıtlı ve bilinçli bir hamleyle Rusya’ya ve Rejime devrederek oralarda da fiili bir durum ortaya çıkardı. Bu arada Amerika; PKK/YPG’nin varlık ve iddia ürettiği alanların Rejim ve Rusya üzerinden yaşamasını sağlayarak bir başka denklemin altına imza attı. Yani ABD şunu yaptı; hem NATO müttefiki olan bir ülkeyi kendi partnerini kendi elinde tuttu, Rusya’ya kaptırmadı, hem de diğer tarafıyla Ortadoğu’da kullanmış olduğu aparat örgütü-terör örgütünü Türkiye’den kurtararak varlığını devam ettirmesini sağladı. Barış Pınarı Harekâtı PKK/YPG’yi kökten bitirme hesaplıydı. Çünkü PKK/YPG “ben artık konvansiyonel güce dönüştüm, karasal bir alana kavuştum ve sana karşı iddia üretiyorum ve seni (Türkiye’yi) Suriye’nin kuzeyine sokmayacağım” demeye başlamıştı. Şimdi biz böyle diyen ve iddia üreten bir örgüte yönelik bütün engellemelere karşı bir harekât düzenledik ve bununla beraber bu iddiasını elinden almaya başladık. Ama şimdi ABD gelip dayatarak, bu anlaşmayı imzalatarak, bu güvenli bölgeyi, yani Rusların eğemen olacağı, bizim orada gayri meşru sayılacağımız bir alanda bizi Ruslarla ve Rejimle baş başa bırakarak, bunun hemen altındaki alanlarda PKK/YPG’yi Türkiye’nin etkisinden kurtarmıştır.

ABD bu anlaşma metnini imzalamamış olsaydı, ya Türkiye gibi küresel anlamdaki son derece önemli bir partneri tamamıyla kaybetmiş olacaktı veya bu riskle karşı karşıya kalmamak adına, PKK/YPG’yi bırakmak zorunda kalacaktı. ABD’nin en büyük korkusu, Türkiye’nin ABD’ye rağmen burada bir harekât düzenlemesiyle ilgili kuşkularıydı. Evet, belki ABD Türkiye’yi vurabilirdi. Ama iki NATO ülkesi kendi içerisinde çarpışmış olduğu için, NATO’nun kuruluş felsefesiyle ilgili çok önemli bir çatırtı ortaya çıkardı ve NATO dağılırdı. NATO’nun güneydoğu kanadı zaten çökmeye başlamıştı ve Türkiye üzerinden üretmiş olduğu kazanımları hem NATO; hem de NATO ülkeleri kaybetmiş olacaktı.[2]

 Türkiye’ye karşı; PYD/PKK’nın Şam Mutabakatı, aslında ABD-Rusya ittifakı mıydı?

Barış Pınarı Askeri Harekâtı başlamadan yalnızca 15-20 gün önce ülkemizde tartışılan en önemli konu; Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna operasyon yapıp yapamayacağıydı. Astana Süreci aktörleri Rusya ve İran bu operasyona destek olacaklar mıydı? Türkiye bu operasyonu ABD’ye rağmen tek başına yaparsa ABD – Türkiye savaşı çıkacak mıydı? soruları tartışılmaktaydı. Başkan Erdoğan uzun bir zamandan bu yana Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna operasyon yapacakları açıklamasını dosta düşmana duyurmuşlardı. Bu askeri harekâtın ülkenin bekası için elzem olduğu, Türkiye’nin kolonyalist ve hegemonik küresel güçlerce terör koridoru ile kuşatılmasına izin vermeyeceği yönündeki ikazları sonucu Barış Pınarı Askeri Harekâtı başlatılmıştı. Neredeyse 1 hafta içinde 120 km uzunluğunda 32 Km derinliğinde Tel Abyad ve Resulayn TSK ve ÖSO tarafından ele geçirilmiş 700’ün üzerinde PYD/PKK’lı terörist etkisiz kılınmıştı. Türk askerinin neredeyse yıldırım hızıyla terör örgütü PYD’yi kısa bir sürede perişan edip dağıtması, teröristlerin Pentagon tarafından kendilerine verilen yeni nesil silah ve mühimmatı terk ederek kaçmaları PKK/PYD terör örgütünü destekleyen ABD’yi kuşkulandırmış, Türkiye’nin kısa bir sürede Fırat’ın doğusunu tamamen ele geçireceğinden korkan ABD bu kez Başkan Yardımcısı Mike Pence’yi bir heyetle Türkiye’ye yollamıştı. Pence ve Türk yetkililerle yapılan görüşmelerde, ABD ile Türkiye arasında 120 saat süre için operasyonlara ara verilmesi kararı alınmış, bu durum 13 maddelik bir mutabakata yazılmıştı. ABD bu sure içinde YPG/PKK terör örgütü mensuplarını Türkiye’nin belirlediği Güvenlik Bölgesi sınırları dışına çıkaracak Pentagon’un terör örgütüne verdiği silahların tümü geri alınacaktı. Ancak ABD ile yapılan mutabakatta Pence; “güvenlik bölgesinin sadece 120 km uzunluğunda 30 km derinliğinde Tel Abyad ve Resulayn arasındaki bölge olacağını PYD’nin yalnızca bu bölgeden çıkacağını” hatırlatması kafa karıştırıcıydı. Bazı uzmanlara göre ise bu tür askeri harekâtlarda ilk ateşkes veya operasyonlara ara verilmesi sonrasında ikinci veya üçüncü askeri harekâtlar sonrasında tam bir netice almak mümkün olmaktaydı. Türkiye bu kez ABD veya Rusya’ya rağmen gerektiğinde Fırat’ın doğusuna yapılacak ikinci ayak operasyonlarda çok kararlıydı. Zira terör örgütü PYD/PKK’nın sözde üst düzey yöneticileri ve Pence’nin yaptığı açıklamalarda Türkiye’nin açıkça belirttiği güvenli bölgeyi sınırlama çabaları ve yine Rusya’nın Soçi öncesi yaptığı YPG’yi koruma ve kollamaya yönelik bazı olumsuz açıklamaları Türkiye’nin kendi çıkarlarını koruma konusunda kararlı ve hazırlıklı olması gerektiğini hatırlatmaktaydı.

“13 Ekim’de muhtemelen Rusya ve ABD’nin bilgisi dâhilinde PYD/PKK ile Suriye rejimi arasında yapılan bir anlaşma ile Rejim güçleri Türkiye’nin güvenli bölge olarak deklare ettiği bazı bölgelere girmeye başlamıştı. PYD/PKK terör örgütünün Şam Mutabakatı Rejimin Derik’ten Menbiç’e kadar bütün Türkiye-Suriye sınırlarını kontrol etmesini şarta bağlamıştı. Bu çerçevede Suriye rejim güçleri de Menbic ve Kobani’nin yanı sıra Türkiye’nin ilan ettiği 32 km derinliğindeki Güvenli Bölgenin sınırını oluşturan M-4 karayolunun üzerindeki Tel Temir ile altındaki Ayn İsa ve Tabka’ya intikal etmiş durumdaydı. ABD askerleri de eş zamanlı olarak bu bölgelerdeki üslerini bırakıp çıkmışlardı. ABD ile Rusya’nın yakın işbirliği içinde hareket ederek Kuzey Suriye’deki bazı bölgelerde hâkim durumu değiştirdiğini, Newsweek’e konuşan ABD Savunma Bakanlığı’ndan (Pentagon) üst düzey bir yetkili de doğrulamıştı. Newsweek haberine göre “ABD ordusu Menbic’ten çekilirken, Rus ordusunun Esad güçleriyle birlikte bölgede konuşlanmasına yardımcı olmuşlardı.”[3]

Şu sorular hâlâ neden yanıtsızdı?

1- Erdoğan 20 Ekim’de Güvenli Bölgeyi Cerablus’tan Irak sınırına dek 440 kilometre olarak açıklamıştı. ABD’nin YPG/PKK’dan arındırmayı taahhüt ettiği 32 kilometre derinlikteki alanın uzunluğu, 9 Ekim’de başlayıp 17 Ekim’de “ara verilen” Barış Pınarı Harekâtı’nın kapsadığı Tel Abyad ile Resulayn arasındaki 120 kilometre mi, 440 km mi olacaktı? ABD 120’ye 32 km alanı temizlediğinde anlaşma koşulları sağlanmış olacak, harekât duracak mıydı?

2- ABD 120 km uzunluğunda ve 32 km derinliğindeki bu bölgedeki YPG/PKK güçlerini 22 Ekim gece yarısına dek dışarı çıkaracak mıydı? PKK, Amerikan ordusunun dediğini yapacak mıydı? YPG/PKK’lıların -eğer vereceklerse- ağır silahları, kime nasıl teslim edeceği ve bunu kimin denetleyeceği netlik kazanmış mıydı?

3- Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Rusya ile konuşulacağını” söylediği alan, Barış Pınarı harekât alanının dışında, batısında Kobani (Ayn el-Arap) ile doğusundaki Kamışlı’nın da bulunduğu sınır bölgelerini mi kapsamaktaydı?

4- İki NATO müttefiki Türkiye ile ABD arasında anlaşmaya varılmasında, NATO’nun hasmı Rusya da kilit rol oynamış mıydı?

5- Türkiye ve ABD’nin anlaşmaya varmasında Rusya’nın katkısı dışında hangi etkenlerin payı vardı? Bir gün önce, 16 Ekim’de Halkbank davasının (Hazine müdahalesini zorlaştıracak şekilde) yeniden açılması, Kongre’ye önerilen yeni yaptırımların Erdoğan ve ailesinin mal ve diğer varlıklarının tespitini istemiş olmaları, Suriye harekâtına malzeme ve destek veren bütün şirketleri ve bankaları kapsama almak girişiminde bir payı var mıydı? Bu konuların aynı 16 Ekim günü, 17 Ekim görüşmelerine hazırlık yapan Türk ve Amerikan teknik heyetleri arasında tartışmaya neden olması anlaşmaya varılmasını kolaylaştırmış mıydı?

6- Erdoğan 16 Ekim’de Pence ile görüşmeyeceğini, herkesin muhatabıyla görüşeceğini söylerken, 17 Ekim’de Pence ile 1 saat 20 dakika baş başa görüşmeyi neden kabul etmek durumunda kalmıştı? Heyetler arası görüşme yapılırken neden Pence ile eşit statüde masa başını paylaşırken (Türk basınının alınmadığı çekimde) fotoğraf veriyorlardı?

7- Erdoğan, 17 Ekim’de Pence ve heyetiyle ile görüşmeye başlamadan önce Beştepe’de Dışişleri ve Güvenlik Başdanışmanı İbrahim Kalın’ın görüştüğü, Putin’in Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev’in 19 Ekim’de Beşar Esad’la görüşmek üzere Şam’a gitmiş olmasının, Çavuşoğlu’nun ima ettiği, Güvenli Bölge uzunluğunu 120’den 440 km’ye çıkarma süreciyle bir ilgisi var mıydı?

8- Erdoğan 19 Ekim’de Kayseri’de gerekirse diğer bölgelere de askerî harekât düzenleneceğini açıklamıştı. Suriye ordusu 16 Ekim’de Kobani’ye girdiğine ve Kamışlı kısmen Şam hükümetinin kontrolünde olduğuna göre, Esad hükümetiyle doğrudan işbirliği gerektiren 1998 Adana Mutabakatı olmaksızın bu harekâta kalkışmak mümkün ve münasip olacak mıydı?

9- Rus yetkililerin 16 Ekim’de Türkiye ve Suriye dışişleri ve savunma bakanlıkları ve istihbarat servislerini “gerçek zamanlı” olarak görüştürdüklerini ve Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un da aynı gün çözümün Adana mutabakatı olduğunu söylediğine göre, Putin 22 Ekim’de Erdoğan’a Esad’la şahsen barışmasa da iş birliği yapması gerektiğini hatırlatmış mıydı?

10- YPG/PKK, Türkiye’yle anlaşmaya varan ABD’nin isteğine uyarak harekât bölgesini terk etse dahi nereye taşınacaklardı? ABD askerileri ile birlikte Irak’a mı yollanacak, ABD’de aldığı maaş ve diğer yardımları Suriye kanalıyla fiilen Rusya’dan almaya başlayıp üniforma değiştirerek Suriye ordusunun bir parçası mı olacaklardı, yoksa beş yıldır ABD’den üst düzey askeri eğitim alan militanlarını yine doğrudan Türkiye’deki eylemlere mi başlayacaklardı? Bu konular Rusya ile de konuşulacak mıydı?

11- Sözler tutulup anlaşmaya uyulsa ve en azından 120’ye 32 km boyutlarındaki alanda Güvenli Bölge kurulsa dahi, Türkiye’deki Suriyeli göçmenlerin dönmesini sağlamak mümkün olacak mıydı? Erdoğan tarafından Meclis’te -440 km olursa- iki milyon civarı denilen, ancak yetkililerin 300 ila 500 bin arası için hazırlık yaptığı göçmenler için şehirler kurulmasının uluslararası hukukta yeri var mıydı ve mali kaynak nereden bulunacaktı?

“Ve bir fotoğraf sorusu” oldukça anlamlıydı!

“Bu anlaşmaya varılmasını sağlayan ön müzakerelerde iki ismin öne çıktığı anlaşılmıştı. Erdoğan’ın Dış Politika ve Güvenlik Baş Danışmanı (ki eskinin MGK Genel Sekreteri rolünde düşünebiliriz) İbrahim Kalın ile ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi (ve eski Ankara Büyükelçisi) Jim Jeffrey. Jeffrey heyetler arası görüşmelerde yerini almıştı. Eminim Kalın da oradaydı, ama masanın etrafında yer almamıştı. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O’Brian’ın karşısında Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, ABD’nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield’in karşısında da IMF toplantılarına gitmemesi tartışma konusu edilen Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak oturmuşlardı.”[4] Yoksa bu fotoğraf, ABD ile uzlaşma ve uyuşma amaçlı, iyi niyet mesajları mıydı?

ABD ile varılan ateşkes anlaşmasında Türkiye’nin 30 km derinlikte ve 450 km sınır hattı boyunca güvenli bölge oluşturma girişiminin hedeflendiği şekliyle tamamlanamadığı ortaya çıkmıştı. Ancak en azından 120 km’lik bir hattın kontrol altına alınması ve bu bölgeden YPG’lilerin çıkarılmasına dair karar bile önemli bir aşamaydı. Savunma Bakanlığımızca yapılan açıklamada çekilecekleri söylenen YPG’lilerin saldırı ve tacizlerine devam ettiklerinin belirtilmesi dikkatle takip edilmesi gereken bir noktaydı. Suriye meselesinin çözümü adına iki hukuki zemin vardı. Bunların birincisi Adana Mutabakatı, diğeri ise Astana Süreci olmaktaydı. Bu anlaşmayla beraber, yapılan bazı açıklamalarda Cenevre’ye atıf yapılması, ABD’nin bu süreçleri baltalama girişimi olarak tasarladığının bir delili sayılmalıydı. Diğer taraftan bu anlaşma ile ABD-YPG ilişkisi Türkiye tarafından resmen tanınmış mıdır, eğer öyleyse bundan sonraki zamanlarda Suriye’nin toprak bütünlüğü vurgusuna bu durum nasıl bir etki yapacaktır? sorusu cevap bekleyen en önemli konulardı. Ayrıca anlaşmada BM Güvenlik Konseyi’nin 2015’te aldığı 2254 sayılı karara atıf yapılması bir tuzak mıydı? Çünkü bu kararda “ateşkes ile birlikte siyasi çözüme ulaşılma” ifadesi vardı. Ateşkesten kasıt bu anlaşma mıydı? Eğer öyleyse bu durum YPG’yi meşru bir ordu statüsüne taşımak anlamını taşımaz mıydı? Her ne kadar bu maddede ABD, “Suriye’nin siyasi birliğini ve toprak bütünlüğünü taahhüt eder” denilse de Amerika korumasında güneye ineceği söylenen YPG’nin hedefleri ortadayken, bu taahhüde inanmak ne kadar mümkün olacaktı?”

ABD teröre hazırlık eğitimine yeniden başlamıştı!

Sınırımızda terör devleti kurmaya çalışan ABD, her açıdan desteklediği terör örgütü PKK/YPG’ye hazırlık eğitimine başlamıştı. İşgalci ABD kuvvetlerinin, YPG’nin Türkiye operasyonuna karşı inşa ettiği devasa tünel ağında örgüte, operasyona hazırlık ve “derinlikli savunma” taktikleri konusunda eğitim verdiği ortaya çıkmıştı. Ama şükür ki Kahraman Ordumuz Barış Pınarı Harekâtı’yla bu hazırlıkları kısmen boşa çıkarmıştı. Ama maalesef yarım kalmıştı.

“Barış Pınarı Harekâtı; ‘Adana Mutabakatı’na değil, ‘Meşru Müdafaa’ hakkımıza dayandırılmalı!”[5] diyenlerin kuşkuları?

“Türk Silahlı Kuvvetleri’nin başlattığı operasyonun uluslararası meşruiyeti hangi zemine oturtulmalıydı? Ya da Suriye sahasında yakalanan YPG/SDG/PKK’lılar için hangi hukuk sistemi uygulanacaktı?” soruları önemli ve anlamlıydı. Çünkü Barış Pınarı Operasyonu’nun zemini ağırlıklı olarak Adana Mutabakatı’na ve devamı niteliğindeki anlaşmaya dayandırılmaktaydı. 1998 mutabakatını hem de buna dayalı imzalanan 2011 Terörle Mücadele Anlaşmasını detayıyla okuyanlar anlayacaktır ki; ikisi de sağlam dayanak oluşturmamaktaydı. Böyle olduğu içindir ki twitter hesabı üzerinden Sözcü İbrahim Kalın ve İletişim Başkanı Fahrettin Altun, bu operasyonun ana hedefini DAEŞ zeminine oturtmak mecburiyetinde kalmışlardı. Fahrettin Altun, Washington Post’a yazdığı makalede “Türkiye’nin DAEŞ terörü ile mücadele etmek için Suriye’ye güç gönderen ilk ülke olduğunu anımsatması” bu amaçlıydı. “Hukuki konularda farklı bakanlar olmakla birlikte Türkiye’nin operasyon konusunda DAEŞ zemininde yürümesi gerekiyor. Çünkü Türkiye, operasyonunu terörle mücadele kapsamında gerçekleştiriyor.” diyenler nelerden ve hangi neticelerden kuşkulanmaktaydı? “Bazıları Adana Mutabakatı kapsamında imzalanan anlaşmanın da Türkiye’ye böyle bir operasyon hakkı tanıdığını savunsalar da bu pek yeterli ve tutarlı olmayacaktır” diyenlerin başka bildikleri mi vardı?

Rahip Brunson’un rüyası mıydı, Siyonist odakların planı mıydı?

Türkiye’yi tehdit ederek; (daha önce) “Yapmıştım, yine yaparım” diyen ABD Başkanı Donald Trump hangi yaptırımları hatırlatmaya çalışmıştı? Eğer ABD, Kongre’den çıkardığı ve Trump’ın da imzaladığı mali yaptırımları hayata geçirirse, bunlar hangi sonuçları doğuracaktı? Bu karar tasarısı kapsamında, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın 13 Kasım günü Beyaz Saray’da Trump’la buluşma randevusu bile yaptırımlar yüzünden askıya alınır mıydı? Hatırlayınız Trump’ın “Geçmişte de yapmıştım” dediği ilan edilmemiş yaptırımlar döneminde TL karşısında doların değeri birdenbire fırlamıştı. Peki, bunlar ne zaman yaşanmıştı? Zamanını açıklayan, “Rahip Brunson’u cezaevinde tutuyorlardı, onun serbest bırakılmasını sağlamak için yapmıştım” bilgisini hatırlatan da yine Trump’ın kendisi olmaktaydı. O günlerde, “Doları ısıtan ve TL’nin değerini kaybedip paramızın pula dönmesini sağlayan bir parmak var” çıkışları yapılmakta ve ‘dış güçler’ suçlanmaktaydı. Neredeyse iki yıl aradan sonra o tespitin doğru olduğu Trump’ın kendi ağzından çıkan itirafı ile ortaya çıkmıştı. Trump, “Kendilerine aktardığım kırmızıçizgiyi çiğnerlerse şimdi de Türk ekonomisini yok ederim” demekten de sakınmamıştı.

“Umarım, adamların bu gözü dönmüşlüğünü hesaba katmışızdır; ‘Biz de ABD’ye karşı yaptırım uygulayacağız’ açıklamasının akla getirdiği türden tedbirler dışında da hazırlıklarımız vardır…”[6] diyen bir yazar, Erdoğan’a: “Haddini bil, ABD ile uğraşılmaz!” demeye mi çalışmaktaydı?

Papaz Brunson’un hangi rüyası çıkmıştı?

Trump’ın Suriye’ye ‘Barış Pınarı Operasyonu’ başladığı sırada tehdit olarak ismini sıkça kullandığı rahip Andrew Brunson da boş durmamış, o da kendisine mikrofon uzatan televizyon kanallarına “Ben bugünlerde gerçekleşen gelişmeyi cezaevinde yatarken rüyamda görmüştüm” açıklamasını yapmıştı. Bu Evengelist-Siyonist Papaz rüyayı 2016 yılının Aralık ayında gördüğünü açıklamıştı. Kendisi: “Gece rüyamda Türkiye, İran ve Rusya’nın karanlık bir ittifakta buluştuklarını görmüştüm” diye aktarmıştı. Güya sırılsıklam terlemiş ve nefes alamaz hale gelmiş vaziyette uyanmıştı. İlk görüşmelerinde eşi Norine’e “Rüyam gerçekleşmeden önce beni buradan (Türkiye’deki hapishaneden) kurtarmalısın” diye yalvarmıştı. Bu rüyasını anlattığı kişiler rüyasının gerçek olabileceğine inanmamışlarmış!… Türkiye ile İran’ın ve Türkiye ile Rusya’nın pek çok konuda birbirlerine ters konuşlandığını, politikaları arasında çelişkiler bulunduğunu vurgulamışlarmış… Rüyayı aktardığı kişilerden iki Amerikalı diplomat da, “Türkiye’nin çıkarı Batı ittifakı içerisinde bulunmasında, bu olamaz” görüşünü paylaşmışmış… Papaz Brunson şimdi “Rüyam gerçek çıktı” diye hava atıp, kerametini kutlamaktaymış…

Oysa “Türkiye’yi Rusya ve İran’la ittifaklara zorlayıp; NATO’dan uzaklaşıyor ve DEAŞ’ı destekliyor bahanesiyle ülkemize yeni bir HAÇLI saldırısı başlatmayı ve sonunda Armageddon Savaşı’nı kazanıp Büyük İsrail’i kurma planlarını” Papaz Brunson’un rüyaları gibi piyasaya sürüp kamuoyu oluşturmak da, Siyonist merkezlerin bir planıydı… Ama yegâne kuvvet ve kudret sahibi Allah, bütün bu şeytani hesapları bozacaktı.

 

 


[1] 19 Eki 2019, The Anatolia Post

[2] 17 Ekim 2019, Habertürk, Nedir Ne Değildir?

[3] https://www.yenisafak.com/yazarlar/bulentorakoglu/pyd-pkknin-sam-mutabakati-

[4] https://yetkinreport.com/2019/10/21/guvenli-bolge-uzerine-13-guvensiz-soru/

[5] https://www.haberturk.com/yazarlar/muharrem-sarikaya/2530449-

[6] https://fehmikoru.com/trump-brunson-dedi-rahip-brunson-da-olacaklari-ruyamda-gormustum-


















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi