Şuursuz ve onursuz davrananlara zafer verilir mi?
“En yetkili konumdaki bir kişi, BDP toplantısında eşkıyabaşı Apo aleyhine bir kelime konuşamazdı, konuşanı barındırmazlardı.
Bir MHP toplantısında, genel başkan bile olsa, rahmetli Türkeş aleyhine kimse atıp tutamazdı ve bu tavrı karşılıksız kalmazdı.
Ama şimdi Milli Görüş’ün sahte lideri geçinen Oğuzhan Asiltürk, Bursa’da, hatta Partinin Genel İdare kurulunda, Erbakan Hoca’ya “Dava için toplanan paraları şahsi hesabına geçirip çocuklarına miras bıraktı” diye iftira atıp dolaşmakta, ama hiçbir ciddi ve cesaretli tepki almamaktaydı! Lütfen söyleyin, yıllarca kerametlerini anlattıkları Hocamıza şimdi iftira atanlar mı daha aşağılıktı, yoksa bunlara dilsiz şeytan gibi susanlar ve hala “itaat” edebiyatı yapanlar mı?
Peki, Hoca’nın evlatları ne zaman net bir tavır ortaya koyup, sadıkları ferahlandıracaktı?
Ey Milli Çözüm ekibi ve Ahmet Akgül Beyefendi! Bu Oğuzhan ve Şevket Kazan taifesine aldanıp, yıllarca aleyhinize konuştuğum için hakkınızı helal edin. Tek şuurlu, onurlu ve cesur çıkışı siz yapıyorsunuz” diyen okuyucumuz Adil Kayagöz haksız mıydı?
“Milli Görüş”ten “Milletin Görüşüne” evirilmenin hikmeti ve hedefi ne?
Sn. Recai Kutan Bey’in Başkanı bulunduğu ESAM (Ekonomik ve Sosyal Araştırmalar Merkezi)nin düzenlediği “Milli Anayasa Şurası”, maalesef bizleri hayal kırıklığına uğratmış ve “dağ fare doğurdu” cinsinden sonuçlar ortaya çıkmıştı. Böylece, başta hükümete, muhalefete ve Meclis dışı partilere olmak üzere, bütün toplum kesimlerine “Adil Düzen Anayasasını” ve tabi “Yeniden Büyük Türkiye” davasını ve “Yeni Bir dünya” nizamının temel esaslarını anlatma ve insanlara umut ve heyecan aşılama fırsatı da kaçırılmıştı.
Üzülerek, hatta duyduğumuz mahcubiyetin altında ezilerek belirtelim ki, bu Anayasa Şurası sanki “AKP’ye yaranma, yakınlaşma ve yandaş kazandırma” toplantısıydı. Erbakan Hoca’yı ve Milli Görüş davasını devre dışı bırakarak, hile ve hıyanetle bizden koparılarak iktidara taşınan bu AKP’nin sözde “yeni ve demokratik anayasa” diye milli birlik ve dirliğimizi bozmaya, ülkemizi AB’nin resmen bir eyaleti yapmaya ve özerk Kürdistan’a zemin oluşturmaya yönelik bir “hukuki altyapı hazırlama” görevini yürüttüğünü bu muhterem zevatın hiçbiri anlamamış mıydı?
AKP’li Meclis Başkanı Cemil Çiçek’i ve yine AKP’li Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i bu kadar memnun ve mesrur edecek teklif ve temennilerin ESAM’dan ve SP Genel Başkanı Mustafa Kamalak’tan gelmesi nasıl ve ne ile izah olunacaktı?
AKP’nin yan kuruluşu gibi çalıştığı artık inkâr edilmeyen BBP ile Ecevit’in DSP’sine kadar, herkesin ve her partinin AKP ağzıyla konuştuğu; Haçlı AB yetkililerinin ve ABD Yahudi Lobilerinin hararetle tavsiye edip desteklediği “Demokratik değişimler” konusunda buluştuğu bir anayasa, acaba ülkemize ve milletimize hangi hayırlı imkânları sağlayacaktı?
Böylesine içi boş vaatler ve hoş temenniler yerine, Milli Görüş’ün alâmetifarikası olan Adil Düzen Anayasası niçin davetlilere sunulmamış ve toplum nezdinde tartışmaya açılmamıştı?
Yok, eğer: “Adil Düzen Anayasasını” hazırlayıp sunacak, ilmi ve hukuki gerekçeleriyle bunları her ortamda ve her türlü itiraza karşı savunacak birikim ve deneyime sahip elemanlarımız bulunmuyor…” deniyorsa, bu konuda uzmanlaşmış ve ömrünü harcamış şahsiyet ve ekipler niye çağrılmamıştı?
Yoksa, örneğin Akevler ve Milli Çözüm ekibi, bunların nazarında AKP’lilerden, BBP’lilerden ve DSP’lilerden daha mı uzak görülüyor ki, böylesine mesafeli durulmaktaydı.
Ne kadar acıdır ve vicdan yakıcıdır ki, ESAM’ın ve SP Genel Başkanının, yeni anayasa konusundaki, teklif ve tavsiyeleri, yaldızlı sloganlardan ve yuvarlak arzulardan öte hiçbir ilmi özellik taşımamaktadır ve toplumun ihtiyacına tercümanlıktan uzaktır. Öyle ki bu kuru tespit ve temenniler hususunda SP, maalesef CHP’den, MHP’den hatta BDP’den daha cesur, daha tutarlı hiçbir öneri ortaya koyamamıştır.
Bu durumda hiç kimse: “Efendim çok ciddi ve gerçekçi programlarımız var, ama fitne çıkmasın diye açığa vurmadık” veya “Bizim milli ve ilmi anayasa taslağımız vardı, ama ciddiye alınmayacağı ve hesaba katılmayacağı için gündeme taşımadık” gibi uyduruk bir mazerete sığınamazdı. Çünkü en azından Hakkın hatırını ve halkın duasını kazandırmak yanında bizi tarihi mesuliyetten ve vicdani mahkûmiyetten kurtaracak bir tebliğ fırsatı, bu denli ucuz harcanmamalıydı.
Şayet “her şeyin en iyisini ve bu şartlarda gerekenleri zaten AKP yapıyor, bize de Ona destek olmak yakışıyor” şeklinde düşünülüyorsa, o takdirde, hala ayrı parti olarak kalmanın, bu kadar insan, eleman, imkân ve zaman israfına yol açmanın ne anlamı vardı? Eğer bazı şahsi ve dünyevi hesap ve hevesler güdülmüyorsa, gidip AKP’ye katılmak daha net ve mert bir tavır olmaz mıydı?
Bu arada: “Milli Görüş” yerine “Milletin Görüşü” gibi kof sloganlar üretilmesi de bu AKP’ye yanaşma ve yaranma hazırlığının bir parçası mıydı? Önce ilgili ve yetkili zevata sormak lazımdı: Böylesine gereksiz ve geçersiz bir değişikliğe niye ihtiyaç duymuşlardı? “Milli Görüş” kavramı ve sloganından niye rahatsız olunmaktaydı? Üstelik “Milli Görüş’le, “Milletin Görüşü”, çok yakın hatta aynı sanılsa bile, aslında çok farklı, hatta aykırı kavramlardı.
Milli Görüş: Bu Milleti aziz ve asil kılan, inancımızdan ve vicdanımızdan kaynaklanan düşünce ve değerlerin adıdır; Erbakan ise bu kutlu davanın onurlu tercümanıdır.
“Milletin Görüşü” de, eğer mevcut çoğunluğun ortak tercihi ve tensibi (münasip görmesi) esas alınıyorsa, işte bu AKP zihniyeti olmaktadır, çünkü milletin yüzde elli birinin oyunu almıştır. Yani “Milli Görüş” insan merkezli ve İslam endeksli yeni bir dünya kurmayı amaçlarken, “Milletin Görüşü” AB’ye kuyruk olmayı ve ABD’ye sığınmayı kurtuluş sanmaktadır.
Ama henüz fırsat vardır; Milli Görüş’ün farkını ve Adil düzen anayasa taslağını topluma tanıtacak adımlar mutlaka atılmalıdır. Öyle ya, biz faziletli farkımızı ve kurtuluş programlarımızı ortaya koymaz da, AKP’nin yedek lastiği rolüne soyunursak, insafla söyleyin, bu millet niye bize güvenip umut bağlasındı?!
İşte ne hale geldiğimizin fotoğrafıdır: Bu ilmi tespitlerde bulunanlar, bu samimi tenkitleri yapanlar, parti ve teşkilat toplantılarında konuşturulmazdı, Milli Gazete’de yazdırılmazdı, TV 5’te tartışılmazdı.
Ve Hz. Peygamber Efendimizin diliyle tespit olunan ilahi kanun gayet açıktı:
“Nasıl olursanız (niyet, gayret ve istikametinizle hangi yönetim ve sistemlere layık ve müstahak bulunursanız) işte ancak öyle idarecilere kavuşacaksınız.”
Bu hüküm; bütün kavimler, kesimler, partiler için geçerli olan, âdeti ilahi ve adaleti Rabbani cinsinden bir “sünnetüllah”tı.
Bütün bu tespit ve tenkitlerimizden, sakın umutsuzluğa kapıldığımız ve çevremize karamsarlık aşıladığımız sanılmasındı. Tam aksine, böylesi tıkanıklık durumları, yepyeni oluşum ve dönüşümlerin de başlangıcıydı.
Evet, Erbakan’ın; inancımızdan kaynaklanan tarihi projelerinin ve evrensel prensiplerinin bir bir gerçekleşeceği ve O’nun sadık talebeleri ve bilge takipçileri eliyle bunların hayata geçirileceği bir iman inkılâbı oldukça yakındı ve kaçınılmazdı. Aklı yatmayanlara ve imanı yetmeyenlere hatırlatalım: Bunlar bizim kuru temenni ve tesellimiz değil; Cenabı Allah’ın vaadi, Hz. Peygamber Aleyhisselamın müjdesi ve milyarlarca mazlumun ihtiyacı ve duasıydı!..
Ulusalcıların ve sağcıların “SİYONİZMİ” gizleme çabaları!
Siyonist Yahudi merkezlerin (Deccalizmin) en sinsi ve şeytani yöntemlerinden birisi de; hem Müslümanlara hem de Hıristiyanlara düşman oldukları ve bunları birbirine karşı kışkırtıp kullandıkları halde:
a. a) Müslümanlara: “Sizin ezeli ve en tehlikeli düşmanınız Haçlı dünyasıdır. Ülkenize ve devletinize yönelik her türlü tertip ve tecavüzün arkasında Hıristiyanlar ve içinizdeki gayrimüslim azınlıklar vardır.”
b. b) Hıristiyanlara ise: “Sizin ve bizim için (Batı Medeniyeti olarak Yahudi ve Hıristiyanları özdeşleştirirler) en güncel ve potansiyel tehdit, Müslümanlardır. İslamiyet terörün birinci kaynağıdır” diyerek, kendilerini gizlemeyi başarmalarıdır. Oysa her türlü fitne ve fesadın arkasında Siyonist Yahudi odakların bulunduğu, hem tarihi gelişmelerle, hem bugünkü fiili gerçeklerle hem de Kur’an ayetleriyle sabit bir hakikattir.
Buna rağmen gerek ULUSALCI solcuların, gerekse ÜLKÜCÜ sağcı yazarların, ülkemize yönelik hıyanetlerin ve işbirlikçi hainlerin arkasında hep “HAÇLI EMPERYALİSTLERİ” gündeme getirip, aslında onları da kışkırtıp kullanan “SİYONİST YAHUDİLERİ” gizlemeye çalışır tavırları, eğer bilgi eksikliğinden kaynaklanmıyorsa, mutlaka kasıtlı bir KARARTMA’dır ve doğruları eksik anlatmak suretiyle toplumu aldatma ve oyalamadır.
Bir Yusuf Halaçoğlu’nun kitaplarına, yazılarına ve konferanslarına lütfen bakın… Sanki PKK’yı Ermenilerin kurup yönettiği kanaati oluşturulmaya çalışılmaktadır. Evet, Ermenilerin ve Kürt geçinen Ermeni dönmelerinin intikam duygusu ve hıyanet arzusuyla PKK’ya sızdıkları ve kullandıkları açıktır. Ama, PKK’yı sadece çapulcu Ermeni militanların ve aç-perişan Ermenistan’ın bize karşı kullandığını düşünmek, bunların arkasındaki ABD ve AB’yi yöneten SİYONİST YAHUDİ ODAKLARINI ve İSRAİL’İN ARZ-I MEV’UD PLANLARINI görmemek, kasıtlı bir saptırma değilse, en azından saflıktır. Ve hayret PKK ve BDP içindeki Ermeni dönmeleri araştırılıp çıkarılır, ama örneğin MHP ve SP içindeki Ermeni dönmeleri ve hele bunların PAKRADUN Yahudileri niye acaba hiç dile alınmamaktadır?
Ve yine Yeni Çağ Gazetesi’ndeki milli cesaret ve haysiyet ehli yazarlarımızdan Arslan Bulut, BOP’u kimlerin hazırladığını, Sn. Recep Erdoğan’ın niye iktidara taşındığını ve hangi merkezlerden “AKIL ALINDIĞINI” ortaya koyan şu güzel yazısında, bu gizli patronların ve kirli planların tamamının Siyonist Yahudi şebekesinin elemanları olduğunu da özellikle vurgulasa, konu daha net olarak anlaşılmaz mıydı?
BOP’un anlamı ve amacı:
“ABD’nin Büyük Orta Doğu Projesi çerçevesinde ilk resmi adım, 2004 yılında, Joe Lieberman ve Chuck Hagel’in konu ile ilgili bir tasarıyı kongreye sunmasıydı. Lieberman ve Hagel, ABD kongresinde, BOP kapsamındaki 17 ülkenin ABD’deki büyükelçileriyle bir toplantı yaptı. Türkiye ve İsrail de, BOP’ta adı geçen ülkeler arasındaydı! Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Faruk Loğoğlu da kongredeki bu toplantıya çağrıldı.
“Yeni Marshall Planı” olarak tanıtılan Lieberman-Hagel tasarısında, “Büyük Orta Doğu ve Orta Asya Kalkınma Bankası’nın” kurulması ve bu bankanın, özel sektör gelişmeleri, bölgesel ticaret ve yatırımları desteklemesi maddesi yer alıyordu. Tasarıda ayrıca, Büyük Orta Doğu ve Orta Asya Kalkınma Vakfı oluşturularak, ekonomik ve siyasi yardım programlarının idare edilmesi, özel sektörün, küçük ve orta ölçekli girişimlere varıncaya kadar koordine edilmesi bulunuyordu.
Tasarı, oluşturulacak özel bir “Demokrasi Fonu” aracılığıyla sivil toplumların, hukuk kurallarının ve iyi yönetimlerin desteklenmesini de öngörüyordu. Tabii buradaki “iyi yönetim”, Amerikan taraftarlığı anlamına geliyordu.
Senatör Chuck Hagel, 23 Ocak 2004’te Brüksel’de yaptığı, “Amerika, NATO ve Büyük Orta Doğu” başlıklı konuşmada, “21. yüzyılda NATO’nun Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında stratejik yoğunluğu, Türkiye, Afganistan, Irak, Akdeniz, İsrail ve Filistin üzerinde olacaktır. Akdeniz, 21. yüzyılın en stratejik bölgesi olarak öne çıkacaktır” diyordu.
Aytunç Altındal’a göre Büyük Orta Doğu Projesi ile İstanbul’un tarafsız bir komisyon tarafından yönetilmesi öngörülüyordu. İstanbul, kurulması tasarlanan Birleşik Orta Doğu Devleti’nin başkenti olacak, Türklüğün izleri silinecek, Sur içi, Vatikan tarzı bir yapıya kavuşacaktı. Bu tartışmalardan sonra İstanbul, bombalarla sarsılmıştı.”[1]
Şimdi, ey Sn. SP yetkilileri ve muhterem ESAM görevlileri!
Artık kesinlikle ortaya çıkmıştır ki, Türkiye’miz dâhil, 27 İslam ülkesini demokratik değişimler(!)le dönüştürüp güdükleştirmeyi amaçlayan BOP, Siyonizm’in (Deccalizmin) bir planıdır.
AKP ise BOP’un hizmetkârıdır, Sn. Recep T. Erdoğan ise, hangi merkezlerce tayin edildiği bilinmeyen BOP eşbaşkanı, yani kâhyasıdır.
Bu günlerde cesaretli(!) adımları atılan ve demokrasi jelatinli reklamı yapılan Yeni Anayasa, Türkiye’yi BOP’a hazırlık aşamasıdır.
İşte böyle bir şeytani senaryoya alet olmak, sadece AKP’ye değil, bizzat Siyonizm’e katkıda bulunmaktır ki, bunun kasten veya iyi niyetle yapılmış olmasının, sonuçta hiçbir farkı kalmamaktadır ve böyle bir sorumluluğun altından hiç kimse ve hiçbir mazeretle kalkamayacaktır.
Manevi ve milli mesuliyet gereği yapılan bu tespit ve temennilerimizdeki bazı sözlerin sert kabuğuna takılmayıp “doğruluk payına” bakılacağı ve vicdani bir duyarlılıkla dile getirilen uyarıların dikkate alınacağı umuduyla ve saygılarımızla.
Konu: SAADET Partisi AKP’yi Dengeleyip Dizginlemek İçin Kullanılabilir!
Wikileaks belgelerinden anlaşıldığına göre:
Dönemin ABD Büyükelçisi Jeffery, kendi üst makamlarına şu bilgileri gönderiyordu:
Kongreden hemen önceki bir toplantıda, parti emektarlarından Oya Akgönenç bize, “Kurtulmuş’un adaylığının, SP’nin Türkiye’de gelişen şartlara uyum sağlamak için değişmesi gerektiğini anlamasından kaynaklandığını, ancak bunun Saadet’in eski nesillerini ve prensiplerini terk etmek olmadığını” söyledi. Bize, “eski” lerden olan bir komitenin kesintisiz devamını sağlayacağına ve yeni parti yönetimine danışmanlık yapacağına söz verdi.
…
28 Şubat toplantısında, partinin Adana il başkanı Sıtkı Cengil bize SP’nin platformunu özetledi.
…
Halen sıra dışı kalmış olan, ortanın sağı Demokrat Parti’den (DP) Kürt asıllı milletvekili Salim Ensarioğlu, 9 Mart görüşmemizde, Şanlıurfa, Batman, Bingöl ve Iğdır’ı, SP’nin seçimleri kazanabileceği veya iyi sonuçlar alabileceği iller olarak gösterdi[2]
Jeffery
Amerika Büyük Elçiliği
Ankara 2009-03-17 05:3
GİZLİ
Bunlar doğruysa;
Soru: 1- Sn. Oya Akgönenç, hangi sıfatla gidip ABD Büyükelçisine, SP içindeki gelişmeleri rapor ediyordu?
Soru: 2- Değişimci dediği ve ABD’ye tavsiye ettiği Numan Kurtulmuş’la münasebetleri hala sürüyor muydu?
Soru: 3- Sn. Oya Akgönenç’in, ABD’ye “garanti ekibi” olarak teminat gösterdiği SP içindeki, Siyonist mahfillerin “ESKİ VE KIDEMLİ” gizli dostları kimlerden oluşuyordu?
Soru: 4- Bu görüşmeler niçin Erbakan’dan habersiz yapılıyordu?
Soru: 5- ABD Büyükelçiliği Adana E. İl Başkanı Sıtkı Cengil’e kadar ilişki kuruyor ve kontrol ediyorsa ve bütün bunlar, hala SP camiasını uyandırmaya yetmiyorsa, demek ki Rahmetli Erbakan Hocamızın hedefleri istikametinde ve Milli Görüş prensiplerinde artık yeni kadrolar ve çıkışlar gerekiyordu.
31 Ekim 2011 tarihli Aydınlık, Tükiyedeki önemli siyaset adamlarının ve bürokratların Amerikan Büyükelçiliğine raporlar sunup talimat aldıklarını yazarken, her nedense, bir gün sonraki sayısında (1 Kasım 2011.Sh.16), ABD Büyükelçiliğine SP ile ilgili gizli rapor sunan Oya Akgönenç’i “Erbakan’ın siyasete taşıdığı, ulusalcı bir değer” diye övüyor ve Tanju Cılızoğlu’nun yaptığı tam sayfa röpörtajını yayınlıyordu.
Ulusal Kanal’da bir ramazan ayında Cuma akşamları toplamı 4 sefer sohbete çıkan ve burada İslam hakikatını ve Milli Görüş davasını net bir şekilde anlatan Ahmet Akgül Hocamız’a, hemen “Ergenekoncu” damgasını basan ve dışlamaya çalışan Oğuzhan Asiltürk ve diğer yetkililer, Oya Akgönenç’in bu Aydınlık röportajlarına ve ABD Büyükelçilik casusluğuna niye hiç ses çıkarmıyordu? Ve tekrar soralım bu Aydınlık, Oya Akgönenç’in Wikileaks belgelerinde yer aldığı gibi, ABD Büyükelçiliğine rapor sunduğunu niye gündeme taşımıyordu? Evet evet, küfür ve nifak tek merkezden yönetiliyordu!..
Sadrettin Karaduman’ın dediği gibi:
“Başsızlık çok kötü bir şey… Kafası koparılmış tavuk gibi; çırpınıp durur insan… Hedef belli değil, her yer zifiri karanlık. Herkesin itibar ettiği, yol gösteren, son sözü söyleyen ve söyledikleri emir telakki edilen kimse yok ortada…
Bir yanda Siyonist güdümlü Haçlı sürüleri… Bu defa taktik değiştirmiş; yarım asra yakın iş tuttukları, onların eliyle milletlere zulüm yaptıkları yöneticileri yerinden kaldıran, kafasını koparıp atan, onların yerine yenilerini koyan, vefa bilmez, eli kanlı Batılı katiller…
Öbür yanda “yaşasın diktatörler devriliyor” diye onlara alkış tutan, sevinç çığlığı atan, ama bir sonraki hamleyi göremeyen yığınlar…
Geçtiğimiz yüz yılın başında Batılıların pis oyunu nasıl sahneye koyduklarını hatırlayalım: Sultan Abdulhamid 1909 yılında 31 Martçılar eliyle yönetimden uzaklaştırıldı ve kenara konuldu. İslam coğrafyası başsız kaldı. Çakal sürüleri hep birlikte ulumaya başladılar ve çullandılar üzerimize. Gözümüzü açtığımızda eli kolu bağlı, bedeninde her türlü operasyon yapılmış, yaşam destek ünitesine mahkûm bırakılmış, başı gövdesinden alınmış bir ceset gibiydik. Bu durum 60 yıl sürdü ve ufak tefek çırpınışlarla böyle devam etti. 1969 yılında Milli Görüş Harekâtıyla baş gövdeyle buluştu. Tedrici olarak işleri yoluna koymaya başladı. Bu defa da Başbakan Erbakan, 1997 yılında 28 Şubatçılar eliyle yönetimden uzaklaştırıldı ve kenara konuldu. “Yanlışın en tehlikelisi doğruya en yakın olanıdır” özdeyişine uygun, AKP iktidara oturtuldu.
Dedik ya bu “bu böyle gitmemeli” diye. O halde çözüm önerilerimizi sıralayalım:
· Bundan böyle alternatif yol bulacağız diye sonu “Roma’ya çıkan!” yollara sapmayalım.
· Bizi biz yapan değerlere yeniden ama bu defa kopmayacak şekilde sımsıkı sarılalım, dağılmayalım ve geleceğimizi bu değerler üzerinde yeniden kurmaya bakalım.
· Türkiye’de ve Dünyada her partinin gıpta ettiği ve adeta şapka çıkardığı teşkilat modelimizi güncelleyelim; teşkilat içi ve teşkilat dışı sözü olan herkesin katkılarıyla yeni bir dönem başlatalım.
· Sistem karşıtı ortak söylemler geliştirip toplumsal muhalefetin merkezi olalım; sistemin rahatsız ettiği, ezdiği milyonları yanımıza alarak meclise girelim, halkın ve hakkın iktidarı için kolları sıvayalım.
· “Refah Partisi’ni ikiye bölmek yetmez üçe bölmek lazım” sözünü tersine çevirelim ve cazibe merkezi olmak için ne lazımsa araştıralım, bulalım ve uygulayalım.
Şimdi toparlanma ve üzerimizde oynanan oyunları bozma zamanı. D-8’ler çekirdeği etrafında kenetlenme, D-60’ların plan-programını yapma zamanı. Şimdi iş yapmanın tam zamanı…
Görülecektir ki işler sanıldığı kadar zor değil. Yeter ki sağlam bir niyet edelim, besmeleyi çekelim ve yola koyulalım.”
Bunun için de, önce şüpheli ve şaibeli kişilerden, ABD Büyükelçisi Jeffery’nin tespitiyle, Saadet Partisi içindeki “eski komiteci ekiplerden” ve Siyonistlerle gizli ve kirli ilişkiler yürütenlerden kurtulalım. Haydi, ey Milli Görüşçüler silkinip ayağa kalkalım!
[1] 23 Ekim 2011 / Türkiye’de üst akıl kim?
Çeviri: Erkan GÜÇİZ / Kaynak: http://wikileaks.org/cable/2009/03/09ANKARA390.html
http://www.millicozum.com/mc/aralik-2011/saadet-partisi-nereye-v