Anasayfa » Rahmetli Erbakan’a Sataşan HAYDAR BAŞ, KİMLERİN MAŞASIYDI?

Rahmetli Erbakan’a Sataşan HAYDAR BAŞ, KİMLERİN MAŞASIYDI?

Yazar: yonetici
0 Yorum 101 Görüntüleyen

 

Rahmetli Erbakan’a Sataşan HAYDAR BAŞ, KİMLERİN MAŞASIYDI?

 

Prof.luk yaftasının sahte olarak alınıp kullanıldığı, bizzat mahkeme talebiyle YÖK tarafından: “Profesörlüğüne dair herhangi bir kayda rastlanmamış, bu yönde resmi ve geçerli bir belge bulunmamıştır” şeklinde yalancılığı ve sahtekârlığı tespit edilen HAYDAR BAŞ, bu sefer haddini aşıp Rahmetli Erbakan Hoca hakkında, hiçbir hürmet ve hassasiyet ölçülerine sığmayan ve kesinlikle gerçekleri yansıtmayan iddialar ve hayali kurgular hazırlamış ve herhalde kendi aşağılık kompleksini ve psikolojik sefaletini bastırmaya çalışmıştı.

Haydar Baş’ın youtube’da 11 Şubat 2015’de yayınlanan diyalog programı videosunda Erbakan hocamızla ilgili kustukları şunlardı:

“Erbakan’a sen kimsin!” dedim

“Sayın Hocayla bir sohbet edelim, konuşalım, bu yapılan işlere mani olalım diye randevu aldık. Dedim ki biz sizinle beraber olduk sizi tanıdık. Artık seninle olmamız imkânsızdır. Neyse bize bir randevu verdi ve gittik. Rahmetli Baku Hoca, Ali Hoca, Celal Hoca… Girdik Selamın Aleyküm, Aleyküm Selam. O neyse ben bir sandalyeye oturdum bana dedi ki “dün senin yerinde işte filan yerin bilmem ne başkanı oturdu, Ona ben dedim ki “cihat etmek istiyorsan sen, işte filan (Saadet) partinin tekerlerini takacaksın!” oradan girdi; yani bir partinin tekerini takmak, arabasının tekerini takmak “cihat” dedi bana. Bir şey demedim. Daha başka şeyler konuştu konuştu, yarım saat bekletti kırk beş dakika konuştu. (alaycı bir şekilde gülerek) Dedim “ya Hocam senin konuşman bitti mi?”, “evet” dedi. Dedim “Allah aşkına sen kimsin?” dedim ya “söyle dedim” “sen nesin?”. Ya ne imamı dedim. İmamda olan ilk vasıf adalettir ve sende olmayan da maalesef budur dedim “Ben seni kabul etmiyorum, reddediyorum. Ne fıkıh bilirsin, ne akait bilirsin, ne hadis bilirsin, ne tefsir bilirsin, ne Kur’an bilirsin Sen, Fatiha oku desem sana yedi yerde yanlışın çıkar” dedim. Ama öyle bir hiddetlenmişim ki, “lütfen bizi rahat bırak, nereye gidiyorsak yok önümüzü kesiyorsunuz” dedi. Yahu sen kimsin ki senin önünü keseceğim. Uzatmayalım bu şekilde bir çatışmamız oldu ve çıktık tabi. Allah’tan Hacca gidiyoruz benim bindiğim uçağa binmez mi? (alaycı bir şekilde gülerek). Bana darılmış bana bakmıyor. Öteki arkadaşa soruyor. (Ahmet’te Haydar Baş) Hocam bilir diyor. Yani bunlar onu orada temiz bir ıslattılar. Ama öyle bir ruhum ona cephe açtı ki Yarabbi dedim bu adam samimi değil. Ben her şeyimle (Kâbe’ye) buraya girdim, bunun yaptığı işe bak. Gittim Beytullahta Allah’tan bunun her şeyini istedim. Vallahilazim karanlıktadır o adam. Şimdi bu adamlar aynı zihniyet devam ediyor. Sen kimsin ya? Nesin sen? Ateş olsan bulunduğun yeri yakarsın başka bir şey yapamazsın. Ama öyle bir kitleyi kendi kafalarına dönüştürdüler ki, ne akaitten haberleri var, ne fıkıhtan haberleri var, ne İslam tarihinden haberleri var. “Camiide cemaat Allahu Ekber diyormuş ama namazın dışında en büyük Amerika’dır diyorsa ameli boşa çıkıyormuş!” Ya böyle büyük hata ve batıl iddia olabilir mi? Böyle müthiş ve mantıksız bir kitle oluşturdular.”

Önce sıradan bir İmam-Hatip talebesinin bile farkına vardığı bir “imani ve Kur’ani gerçeği” hatırlatalım: İslam şuur ve sorumluluk dinidir. Beş vakit namazda en az kırk defa “Allahu ekber=En büyük Allah’tır” diyen bir Mü’min okuduğu Fatiha’da da, Allah’tan gayrı hiçbir güç odağından asla korkmadığını ve makam-menfaat ummadığını tekrar etmiş ve manevi biatını tazelemiş olmaktadır. Şimdi Erbakancıların: “namazda Allahu ekber deyip, dışarıda Amerika ve Avrupa’yı en büyük tanımak imana ve insanlık onuruna aykırıdır”uyarılarının neresi yanlıştır ve Haydar Baş’a niye batmaktadır?

En başta kendi yakınları ve yalakaları olmak üzere bütün halkımızı sahte Prof.luğu gibi açıkça aldatmaktan utanmayan bu Baş(ıboş) Haydar’a öncelikle sormak lazımdı.

1-Bu iddia ettiğiniz buluşma hangi tarihte ve nerede gerçekleşmişti? Çünkü Hocamızın konutunda gece gündüz sürekli yanında bulunan görevlilerce ve devamlı kameraya kaydolan görüntülerde bu doğrulanmamıştı. Yani bunlar sizin uydurma hayal kurgularınızı ve kuruntularınızı yansıtmaktaydı. Hangi tarihte hangi uçakta birlikte olduğunuz da muallaktaydı. Çünkü Hoca’nın yanında en az 3-5 kişi olması lazımdı, bunları hatırlamamak imkânsızdı.

2- Haydi bu edep ve erdem dışı tavırları Hoca’ya takınmaktan sakınmadınız, yani,“yükseklere tükürünce balgamınızın dönüp kendi yüzünüze düşeceğini” hesaba katmadınız!.. Peki, böyle ise bu buluşmayı ve konuşmalarınızı Erbakan Hoca’nın sağlığında ve size yanıt verecek durumda iken niçin sakladınız da, onun vefatından sonra ve kendini savunamaz konumda iken açıkladınız? Siz nasıl bir vicdan ve karakter taşımaktasınız?

Karakter Hamlığı! Haydar Baş, tarikat şeyhi mi, parti şefi mi olmaktaydı?

Hacı Hayri Efendinin en yakın ve en sadık talebelerinden bir Hoca Efendi nakletmişti:

Aslen Malatyalı Kocavaaz oğullarından olup Elazığlı Hacı Ömer Hüdai Hazretlerinin halifelerinden Hacı Muhammed Babanın müridi Hacı Hayri Baba Hazretleri ömrünün son yıllarını İstanbul Suadiye Kaptan Arif sokakta geçirmiştir. Selahattin Taşçı Hoca Efendi sık sık ziyaretine gider, sohbetini dinler, özel muhabbet ve iltifatına mazhar olan birisidir. Hayri Baba Hazretlerinin vefatından sonra, Küçükçekmece’deki Kanarya kabristanındaki aile mezarlığına defnedilmesini vasiyet ettiğini, hem eşi Şaziye Hanım, hem talebesi Selahattin Hoca defalarca kendisinden dinlemişlerdir. Sağlığında ne Haydar Baş’a, ne de bir başkasına hilafet ve icazet verdiğine kimse şahitlik etmemiştir. Zaten Haydar Baş’ın elinde böyle bir icazet belgesi de mevcut değildir. Ancak vefatını haber alan Haydar Baş’çılar, Hayri Baba’nın mübarek na’şını Trabzon’a kaçırarak, manen kendilerine böyle bir emir ve icazet verildiğini iddia ve istismar etmişlerdir ve çeşitli yalanlar ve uydurma masallarla kendi reklamlarını yaptıra gelmişlerdir. O dönemde Hayri Babanın talebeleri ve sevenleri arasından itibar ve itimat edilen Selahattin Hoca Efendiyi de kendi saflarına katmak ve sahtekârlıklarına ortak yapmak istemelerine rağmen, reddedilmişlerdir. Güya Hayri Baba’nın manevi mirasına sahip çıkan ve sahte bir manevi sömürü saltanatı kuran Haydar Baş’çılar Hayri Baba’nın sokaklarda soğan patates satarak geçinmeye çalışan ve sefaletle boğuşan ailesine sahiplik etmemişlerdir. Üstelik Haydar Baş denen adam, kendi müridinin nikâhlı karısını evine kapatıp 3. eşi yapmış, o da uzun zaman boşamayıp beklemiş, bu gayri meşru birliktelikten doğan çocuğuna da Haydar Baş Şeyhinin adını koymaktan çekinmemiştir.

Not: Bütün bu çirkin gelişmelerin canlı şahitleri, adresleriyle birlikte tarafımızdan bilinmektedir. Ve istedikleri anda Mesaj ve Meltem TV’de bu iddialarını ispatlamak üzere haber beklemektedir.

1- Şimdi insafla düşünelim. Böyle bir istismara, suistimale ve sahtekârlığa, hangi din müsaade edecektir?

2- Ya bu gerçekleri bile bile gizleyenler, görmezden gelenler ve bu melanetlere bin türlü hikmet ve mazeret kılıfı geçirenlere ne demelidir? Bu Haydar Baş’çıların Erbakan gıcıklığının sebebi nedir? İsrail’in gözüne girmek ve masonik merkezleri sevindirmek için mi bu kahpe ve kalitesiz tavırlar sergilenmektedir?

3- En yakın müridinin nikâhlı hanımına göz koyacak ve onu zorla evine kapatarak 3 ve 4’ncü karısı yapacak tıynetteki bir kişiye, Allah aşkına namusunuz ve onurunuz nasıl güvenilmektedir?

4- Sadece maddi menfaat ve şöhret uğruna mı bu rezalet ve melanetlere, sahte keramet ve mazeretler diziverilmektedir.

İşte bu nedenle Milli Çözüme açtığınız beş mahkeme aleyhinize neticelenmiştir ve artık Haydar Baş’ı değil TV ekranlarına, hatta sokaklara bile çıkamayacak hale getirecek belge ve bilgilerin piyasaya sürülmesi zamanı gelmiştir. Evet, en doğrusunu Allah söylemiştir:

“Gerçek şu ki: Allah yanında yerde debelenen(insan dahil dolaşıp gezinen)lerin en şerlisi ve değersizi; (bir türlü) akıl erdirmez olan (ve uyarılara kulak tıkayan) sağırlar (ve gerçekleri konuşmaktan korkan) dilsizlerdir”[1]

İmanın meyvesi ibadet, ibadetlerin meyvesi ise istikamettir. İslam’ın amacı karakterli ve kaliteli insan yetiştirmektir. Zira “Bir insanın şerefi dinidir. Asaleti ahlak ve karakteridir. Kıymeti ise aklı (nı kullanması) nispetindedir.”[2] İyi veya kötü bir takım arzu ve düşünceler o yöndeki amaçları doğurur. Bu amaçlar ise haliyle bazı davranışlara dönüşür. Bu davranışlar ise zamanla insanda çeşitli alışkanlık ve bağımlılıkları oluşturur. Bu tür alışkanlık ve bağımlılıklarımız ise ahlak ve karakterimizi belirler.

Her şeyin bir fiyatı vardır. Nimet-Külfet dengesi esastır. Rahmet sarayına ancak zahmet yolundan varılacaktır. Öyleyse yüksek bir şeref ve haysiyet sahibi olmanın da elbette bir faturası olacaktır. Sayılmak ve saygı duyulmak için; ciddiyet, cesaret metanet, istikamet, adalet ve iyi niyet sahibi olmak lazımdır. Bunun için mertlik ve cömertlik şarttır. İnsanın kıymeti, himmeti kadardır. Yoksa yağcılık ve riyakârlık yaparak ona buna hava atarak ve reklâmını yaptırarak elde edilen şöhret ve hürmet sahte ve geçici olacaktır.

Karakterli insan, aynı zamanda kendisine inanan, güvenen ve vicdanıyla barışık yaşayabilen insandır. Zora ve zahmete talip olmayan, ucuz ve kolay işler peşinde koşan kimselerde yüksek karakter oluşmaz. Büyük adamlar mutlaka “zorluk ustasına” çıraklık yapmışlardır. Büyük hedeflere büyük hilelerle değil, ancak büyük çilelerle ulaşılacaktır. Asla unutulmasın ki her başarının bir bedeli vardır. Ve başarıların büyüklüğü de ona ödenen bedel oranındadır.

Aciz insanlar, ucuz insanlardır. Kolaycılık kalitesizliği, kalitesizlik ise karaktersizliği doğuracaktır. Karaktersizlik ise en acı ve alçaltıcı bir köleliktir. Basit menfaatlerin kölesi, bayağı duyguların kölesi… Korkaklığın ve kötü alışkanlıkların kölesi… Evet herhangi bir konuda başkalarının kendisini kurtarmasını ve el atmasını bekleyen insan onların kölesi değil midir? Ve hele kendi beyni, kendi bileği ve kendi yüreği ile yürümek ve yükselmek yerine, kendisini piyon olarak kullanmak isteyenlerin reklâm edip gündeme getirmesi ve başkalarının emeğini ve başarısını kendisine mal etmesi sonucu şımarmak ve nankörlüğe kalkışmak ve hıyanete varan bir vefasızlık ortaya koymak da, “haysiyet hamlığının ve karakter kısırlığının” çağdaş ve çirkin örnekleridir. İğne ile kuyu kazar gibi yarım asrı aşan bir mücadele sonucu nice granit zulüm dağlarını delerek ve nice küfür karanlıklarını geçerek davamızı ve cemaatımızı biiznillah bu mutlu günlere taşıyan ve asıl bundan sonra yüksek bilgi, birikim ve becerisine ihtiyaç duyulan Erbakan Hocamızın arkasından Onun Aziz hatırasına çamur atmak tek kelime ile karakter çirkefliğidir.

Haydar Baş’ın “Milli Ekonomi” safsatası ve cahilliklerinin sırıtması!

Beş on tane ayet ve hadis meali ezberlemek ve birkaç kelimenin manasını öğrenmek dışında, Kur’an ve sünnetten hüküm çıkaracak şekilde Arapça bilmeyen, Arapça yazılmış bir kitabı anlayıp tercüme dahi edemeyen, bir toplantıda Arapça kısa bir sunum bile yapmaya gücü yetmeyen Haydar baş, acaba “Milli Ekonomi modeli” hazırlarken:

 Hangi prensipleri, hangi ayet ve hadislerden istinbat edip kıyasla bu neticeye ulaştığını,

Hangi konu ve kuralları, Mesalihi Mürselle ile hazırladığını,

Hangi durumda istihsan’a başvurduklarını, (İstihsan: Sarih ayetlere, sahih hadislere, aklı selime, müspet ilme ve toplumun huzur ve emniyetine uygun bulunup güzel ve gerekli sayılan karar ve kanaatler.)

Hangi konularda örf’ü esas alarak içtihatta bulunduklarını, ortaya koyabilirse, ancak o takdirde bu projesinin İlmi ve İslami olduğu savunulabilirdi. Oysa bunların hiçbirisini yapmaya ve yazmaya ilmi ve ehliyeti müsait değildi. Ve tabi Milli Ekonomi Modeli de baştan sona safsatadan ibaretti.

Hiçbir yabancı dil bilmeyen, her hangi bir dilde kendi yazdığı bir makalesi bile gösterilemeyen, para ile Azerbaycan Üniversitelerinden ayarladığı sahte Prof.luk etiketi ile cehaletini örtmeye ve kendini bilgin ve yetkin göstermeye, böylece aşağılık kompleksini yenmeye ve din sömürüsü ile kendisine bağladığı müritlerine sözünü dinletmeye yönelen Haydar Baş’ın, “cahil cesur olur” cinsinden Adil Düzen’e sataşan ve hiç vicdanı titremeden bir sürü iftira atan yalakalarına sesleniyoruz:

Şeyhiniz Haydar Baş’ı da, en güvendiğiniz Hocalarınızı da getirin, kendi televizyonunuza bizi de davet edin. Biz Adil Düzen’in hangi nass’lara ve ilmi esaslara göre hazırlandığını tek tek delilleriyle ve çağdaş ihtiyaçları karşılayıcı örnekleriyle, ayrıca komünist ve kapitalist sistemlerden tamamen farklı özellikleriyle anlatıverelim. Bunları başaramazsak, 75 milyona karşı bizi rezil eder ve din tahribatına engel olma şerefine erişirsiniz. Bunun gibi, bizler de Haydar Baş’a Milli Ekonomi Modeliyle ilgili, çok değil sadece üç soru yönelteceğiz ve bu safsataları nerelerden devşirdiğini göstereceğiz… Kur’ani hüküm ve hikmetlerin, İslami ve insani gereksinimlerin ortaya çıkmasını samimiyetle isteyen mü’minler iseniz ve kendinize güvenirseniz, haydi bu teklifimizi gerçekleştirin, dinimize ve milletimize çok hayırlı bir hizmet verin. Veya İslami cesaretiniz ve ilmi dirayetiniz buna yetmiyorsa, İstanbul’da her masrafı bize ait bir panel düzenleyelim, biz sizleri ve Haydar Baş şeyhinizi davet edelim; toplum huzurunda Adil Düzen’le Milli Ekonomi Modeli’ni tartışıp gerçeklerin ortaya çıkmasına gayret edelim.

Daha önce Beşşar Esad’ı Hz. Hüseyin’e, karşıtlarını ise Yezid’e benzeten ve Meltem Tv’de hızını alamayıp Esad’ı eleştirenlere: “Şerefsiz köpek, Allah belanı versin!” gibi kendi tiyniyetine yakışan galiz küfürlerle beddua eden Haydar Baş; Adalet, huzur ve hürriyete ancak İslamiyet’i terk etmekle ulaşılacağına inanan Darwinist ulusalcılara yaranmaya mı çalışıyordu? Oysa BOP çerçevesinde Suriye’yi karıştıran ve iç savaş başlatan Siyonist güçlere ve AKP gibi işbirlikçilerine tavır alırken, Beşşar Esad’ın zulüm ve tahribatını aklamakta hiçbir iz’an ve vicdanla bağdaşmıyordu. Aydınlık yazarı ve Sabataist (Yahudi asıllı) Rafet Balli, Suriye, Irak, Lübnan ve Mısır gibi ülkeleri kastederek “sonuç yerine: hangi din ya da mezhep bayrağı bu ülkeleri birleştirebilir?” (23 09 2013) diye soruyor ve Milli birlik ve dirliğe ulaşmak için dini değerleri ve İslami öğeleri bırakmak gerektiğini ima ediyordu.

Hemen söyleyelim; bugün aziz milletimizi kaynaştıran ve Türkiye Cumhuriyetimizi ayakta tutan İslamiyet’tir. Siz gıcık alsanız, zalim Mao ve Lenin’in onda biri kadar saygı duyup sahip çıkmasanız da, asırlar boyu Selçuklu ve Osmanlıya yüksek medeniyetler kurduran ve zaferden zafere koşturan İslamiyet’tir. Anadolu’yu bize vatan yapan, Çanakkale’yi geçilmez kılan ve şanlı kurtuluş savaşını yapıp Cumhuriyeti kurduran ve de bugüne kadar Komünist ve kapitalist gâvurların tasallutundan koruyan yine İslamiyet’tir. Dış güçler ve dinsiz çevreler bu gerçeği çok iyi bildiklerinden dolayıdır ki bazen yasaklayarak, bazen ılımlaştırarak, bazen katılaştırarak, gerekli İslam’ı körletme ve kirletme peşindedir. Darwinist Laiklik ve masonik Kemalistlik perdesi altında İslam düşmanlığı yürüten çoğu soysuzlar, aslında Siyonizm’in (siyasi Yahudilik hedefinin) dinci hizmetçileridir. Bunlar AKP ve cemaat içinde de, PKK ve El-Kaide’nin perde gerisinde de kendi ağabeyleri bulunduğunu çok iyi bilmektedir.

Milli Görüş’ü ve Adil Düzen’i tenkit kılıflı taklitçilikle hiçbir yere varılamayacağının izahı ve ispatıdır:

“İnternete girerek kısmen yayınlanmış Millî Kalkınma Modelini ele aldım ve paragraf paragraf değerlendirme yazdım. Düzeltildikten sonra, seminerlerin dışında “Haydar Baş” adı altında www.akevler.org da yayınladım” diyen çağımızın en önemli bilim adamlarından Sn. Süleyman KaragülleHaydar Baş’ın Milli Ekonomi Modeliyle ilgili şu ilmi tenkit ve tespitlerde bulunmaktadır:

1) Millî Ekonomik Modelin Haydar Baş’ın hazırladığı sık sık vurgulanmaktadır, ama maalesef Modelin tarihçesi yapılmamaktadır. İslami dayanakları ve ilmi kaynakları ortaya konmamıştır. Oysa gerçek Adil Düzen modeli Hazreti Nuh Peygamber ile başlamış, Kur’an ile ekmel seviyeye ulaşmıştır. Bizim yapmakla mükellef olduğumuz, o ilâhî modellerle çağımızın problemlerini çözmeye çalışmaktır. “Adil Düzen”i değerlendirmeden ve onu yok sayarak yazılan bu kitabın yeni olduğunu iddia etmek hatalıdır ve yalandır. Oysa yapılması gereken “Adil Düzen”in ele alınması, varsa yanlışlarının ortaya konması ve eksikliklerinin tamamlanmasıydı. Haydar Baş’ın yaptığı bu davranış İslâmî olmayan bir yaklaşımdır.

2) İsevilik, Musevilik vardır ama Muhammedilik yoktur. Kişilerin tanrılaştırılması ateist ve Siyonist sermayenin hileli oyunudur. Aslında Başkanlar teori üretmezler, hazırlanan teorileri değerlendirirler ve uygulamada tercihlerini yaparlar. Çünkü Başkanın empozesi olunca onun üzerinde tartışılamaz. Bunun partiye ve tarikata zarar vereceği düşünülür. Oysa başkan tarafsız kalır ve gerekli şeyleri ilgili kişilere söyletirse, hem başkanlık etkisini yitirmez, hem de model gelişir. Kritik edilmeyen model gelişmez. Milli Ekonomi Modeli kitabının ilmi bir tenkidi maalesef yapılmamıştır. Sadece övgü ve reklam yapılmaktadır.

3) Tertiplenen toplantılarda model anlatılıp kritik edileceğine, Haydar Baş’ın methiyesi yapılmış ve hep olumlu şeyler söylenmiştir. Bu inandırıcı değildir. Kapalı devre oluşturmaktadır. Parti ve tarikatını “kendi yazar, kendi okur” hâle getirmektedir. Bu tavırla İslam ve insanlık âlemine örnek ve önder olmak imkânsızdır.

4) Modelde bazı tahlillere girişilmiş, bazı teklifler getirilmiş, ama mekanizmalara yer verilmemiş, yani çözüm modelleri üretilmemiştir. Örneğin: “Para devlet için istendiği kadar basılabilir” gösterilmiştir. Oysa karşılıksız para değersiz kâğıt hükmündedir, faizi ve enflasyonu tetikleyen bir sömürü cinsidir. “Para karşılıksız faizsiz halka kredi olarak verilecektir” denilmektedir. Bu nasıl yapılacak ve kim takdir edecektir? Anlatılmamıştır. Bu modelle rüşveti yaygınlaştırmaktan başka bir şey yapılmayacak. Sonunda ödenmemiş kredi ile devlet iflasa sürüklenecektir.

Milli Görüş programları sayesinde itimat ve itibar kazanan AKP’liler sonunda anayasa ekseriyeti ile iktidara taşınmıştır. Ama yanlış ve haksız icraatlarıyla maalesef halkın “Adil Düzen”i yanlış tanımalarına sebep olmuşlardır. Kendi ümitsizliklerini halka aşılamışlar, AB’ye teslim olma dışında bir çare kalmadığına inandırmışlar; yani, Allah’ın kurallarını ve Kur’an nizamını unutmuşlardır.

Haydar Baş ve kadroları da acaba karanlık odaklar tarafından kuşatılmış, kendileri dışında kimseleri görmez ve duymaz mı olmuşlardır? Sonuç: Milli Ekonomik Modelin İslam’la, Kur’an’la ve adı dışında Milli ihtiyaç ve amaçlarımızla hiçbir alakası bulunmamaktadır.”[3]

Şimdi Sn. Haydar Baş’çılar!  

İslam edeptir, edep ise haddini bilmektir. AKP’nin duyarsız ve tutarsız icraatlarını haklı olarak gündeme getiren ve eleştiren her programınızın, her köşe yazınızın sonunda “İşte bunların ayrıldıkları Milli Görüş de böyleydi… Bu yanlışlıkları Hocaları da tekrar ederdi…”gibi sanki asıl hedef, AKP bahanesiyle Milli Görüşü ve muhterem liderini karalama gayretleriniz ısrarla sürüp gitmektedir. Bu tavrınız:

a) Zahirde milli Görüşü tahkir ve tenkit gibi görünse de,

b) Gerçekte, Milli Görüşü taklit ve Onun boşluğunu doldurma hevesi ve taktiği olduğu sezilmektedir. Ama bu çok komik ve sırıtan bir taklit ve kopyacılıktır.

Madem, Milli Görüş öyle yanlış ve yararsız politikalara sahipti de, Sn. Haydar Baş neden yıllarca o partinin il başkanlığını üstlenmişti? O halde ya haksız ve hayırsız bildiği bir partiden makam ve menfaat koparmak peşindeydi… Veya bu hareketin asıl niyetini ve mahiyetini fark edemeyecek kadar basiret fukarası bir kimseydi… Kaldı ki AB hakkında bildikleri ve söyledikleri ta o yıllarda Erbakan Hoca’dan dinledikleri ve öğrendikleridir.

Milli Ekonomi diye konferans ve kitaplarında ortaya koyduğu şeylerin çoğu safsata ve saptırmacadır!

Bunlar Erbakan Hoca’nın ve Milli Görüşçü uzmanların Adil Düzen projelerinin, bazı ana başlıkları, o da anlamadan ve kavramadan alınıp, yuvarlak vaatlerle süslenmiş, ilmi bir temeli ve değeri olmayan derleme sözlerdir. Bu kitabı reklâm için, parayla konuşturuldukları belli olan Azeri ve Rus Profların(!)pohpohlu övgüleri de sadece sizi gülünç duruma düşürmektedir. İlmi bir araştırma yapabilmek için mutlaka gerekli olan bir tek yabancı dil dahi bilmeden, Bakü’de bakkal dükkanlarında pazarlanan sahte Prof. etiketlerine ve suni şöhretlere tenezzül buyuran, yani kendi kendisini bile aldatan tipler, bu millete nasıl kurtuluş rehberliği edecektir?!..

Haydar Baş’ın bu Profluğunun parayla alınmış sahte bir etiket değil, ilmi ve resmi bir kariyer ehliyeti özelliği taşıdığını,

.Yabancı bir dil bildiğini, o dilde konuşup yazdığını,

Milli ekonomi modelindeki bilgi ve belgeler gerçekten aklı yattığını ve bunların hangi temellere dayandığını ve nasıl uygulanacağını,

Bu tür Milli ve yerli projelere fırsat tanımayan Siyonist ve emperyalist güçleri nasıl devre dışı bırakacağını, kendisinin bizzat ispatlayacağı, bir TV. Programına çağrılmamızı ve bu iddialarımızla iftira ettiğimizi ortaya koymanızı bekliyoruz… Buna cesaretiniz ve ilmi dirayetiniz yetmiyorsa en azından AKP ile Milli Görüşü aynı göstermek şarlatanlığınızdan vazgeçmenizi umuyoruz. Ülkemiz üzerindeki Siyonist ve emperyalist oyunları, gündeme taşıdığınız kirli ve gizli senaryoları, AKP ve benzeri işbirlikçi piyonları ortaya çıkardığınız ve Milletimizi uyardığınız program ve yazılarınızı beğeniyoruz ve destekliyoruz… Birçoğunu yararlanarak izliyoruz… Ama her programın sonunda getirip:

.Türkiye’de şeytani güçlere ve masonik çevrelere karşı siyasi mücadeleyi başlatmış,

Sürekli bu zalim ve hain güçlerin hışmına uğramış, bu yüzden üç ihtilal yapılmış, beş partisi kapatılmış ve en sonunda siyaseten yasaklanmış,

Birkaç asırdır yeryüzüne hâkim Siyonist kuşatmayı yararak, ilk Milli, müstakil ve evrensel oluşum olan D-8’leri başarmış,

ANAP gibi, AKP gibi kendisine hıyanet edenler hep iktidara taşınmış olan Kutlu ve onurlu bir şahsiyeti, şuurlu ve mazlum bir hareketi, hiç hakkınız ve haddiniz olmadan dile dolamanızı doğrusu içimize sindiremiyoruz.

Şiir:

Hiçbir taklit aslının, yerini tutmaz

Biraz aklı olan bu, hileyi yutmaz

En büyük balonun, bir iğnelik canı var

Asaletli kişi asla, aslın unutmaz!…

Evet, bütün bunları görünce, Hint Filozofu Beydaba’nın: “Kudurmuş çakal sürülerinin etrafını sardığı Kaplan’a özenip onun yerine göz diken; hatta onu kötülemeye ve küçük düşürmeye yeltenen Tavşan’ın hikâyesini” hatırlatıyoruz.

Şiir:

Zavallı imrenmiş, sürü başı tor boğaya

Fazla şişme çatlarsın, demişler kurbağaya

Takılan buğday sapıyla, biraz üfürülünce

Balon gibi patlayıp, pişman olmuş doğduğuna…

Haydar Baş’çılara sadece kendilerinin anlayacağı şifreli bir üslupla soralım:

1- Dolar ile diplomanın benzerliği ve ilişkisi nedir?

2- İcazetsiz şeyhlikle, parti şefliğinin ortak çizgisi ve çelişkisi nedir?.. Bu sorular sizin ayarınızı ve perde arkanızı açığa çıkaracağı için tırsıp saklandınız ve susup kaldınız!

Oysa bir liderin ve partisinin önce hangi cephede olduğunun tespiti gerekir. Acaba Milli ve Rahmani safta mı, yoksa kirli ve şeytani güçlerin tarafında mı? Sorusunun cevabı verilmelidir. Eğer rahmani cephede ise; Zahiren bazı yanlış görülen söz ve tavırlarına hüsnü zan edilir ve bir özel hizmet ve strateji amaçladığına hamledilir. Yok, eğer, Şeytani cephede ise, zahiren İslami ve insani bir hizmet gibi görünen işlerinde bile, elbette bir art niyet aramak lazım gelir.

Şimdi Erbakan’ın; çocukluk yıllarından, okul hayatından, Odalar Birliği Başkanlığından, AP’ye sokulmamasından ve siyasete atılışından bugüne, hangi şer odaklarının ve şeytani mihrakların saldırısına maruz kaldığını, niçin beş partisinin kapatıldığını, neden siyasi yasaklara ve bu cezalara çarptırıldığını… Ve yine eline imkân ve fırsat geçince, nasıl ağır sanayi hamlelerini, Kıbrıs Barış Hareketini, tarihi D-8’ler girişimini, havuz sistemiyle rantiyenin hortumlarının kesilmesini başardığını… Ve dahi, bir AKP milletvekilinin ABD ziyareti dönüşü bir Yahudi lobisi yetkilisinden naklen: “Erbakan’ı siyaseten öldürdük ve gömdük, ama yetmez, üzerine beton dökmemiz gerekir!” diyecek kadar, malum ve mel’un güçleri bu denli ürkütmesinin sebeplerini ve amaçlarını düşünürseniz, Erbakan’ın ve Milli Görüşün hangi safta olduğunu her halde fark edersiniz…

Haydar Baş’çıların Bahtsızlığı…

Çok değerli ve Milli düşünceli aydınlarımızdan; Eski Sanayi Genel Müdürü ve İP MKY Üyesi Sn. Bülent Esinoğlu, hem Diyarbakır dönüşü yolculuk sırasında hem de lütfedip gönderdiği faksta şu gerçekleri anlatmıştır:

“Sn. Necmettin Erbakan’ın ünlü Libya ziyareti heyetinde ben de vardım. Devlet görevlisi olarak tüm toplantılara katıldım. Toplantılara ara verilip orada bulunan gazeteciler Erbakan’dan veya hükümet yetkililerinden demeçler alıyorlardı. Demeçlerin tam aksini ifade eden manşetleri ertesi gün gazetelerde gördüğümde şaşkına dönüyordum. Trablus’un Güneyinde büyük bir mekanik imalat kompleksini gezmiştik. Mesleğimin mühendis olması ve imalat alanında tecrübeli olmam dolayısı ile bu fabrikaların her türlü silahı üretecek kabiliyette olduğunu fark ettim. Yani burası mükemmel bir silah fabrikası idi. Ancak fabrikada çalışan hiç kimse yoktu. Neden çalışmadığını birlikte dolaştığımız Libya’lı yetkiliye sorduğumda, teknik elemanlarının olmadığını eğer biz (Türkiye) yardım edersek bunun mümkün olacağını belirtti. Esas dilinin altındaki baklayı sonradan çıkarttı.“Ama korkarım Amerika size müsaade etmez” dedi. Libyalının bu sözüne itiraz ettim. “Amerika ne karışır” dedim. Libyalı yetkili: “Siz Amerikan sömürgesi değil misiniz?” Bu söz benim ciğerime oturmuştu. Daha sonra Tahran ve diğer Arap ülkelerine gittiğimde buna benzer ifadeler ile karşılaştım. Osmanlı’dan koparılan topraklarda yaşayanların bizi Amerikan sömürgesi olarak görmesindeki gerçek payını ve sorumlularını artık sorgulamamız gerekir.

Biz Libya’daki o muazzam fabrikayı gördükten sonra Erbakan Hoca’nın bunca istismar ve iftirayı göze alarak Libya gezisine niye önem verdiğini sezmeye başlamıştım. O gün orada bulunan (casus) gazetecilerin hangi ilişkiyi engellemeye çalıştıklarını şimdi daha iyi anlıyorum.”

Siyonizm’e, yani ırkçı Yahudi şovenizmine ve faşist batı emperyalizmine karşı Sünni ve Şii Müslümanların birleşip:

1-İslam Birleşmiş Milletleri Teşkilatı,

2- İslam Ortak Pazarı,

3- Müşterek İslam Dinarı,

4- İslam Ortak Savunma Paktı,

5- İslam Kültür ve Eğitim Ortaklığı,

gibi, tüm dünyaya ve bütün insanlığa huzur, hürriyet ve refah sağlayacak ve barışı koruyacak kuruluşların;

a)Önce teorik (fikri) projelerini,

b) Ardından, Milli Görüş hükümetleriyle pratik (fiili) girişimlerini ilk önce Erbakan ortaya atmış ve başlatmıştır.

c) .Çok genç ve dinç nüfus potansiyelimiz, .Yeraltı ve yerüstü zenginliklerimiz, .Dört iklim, geniş arazimiz, Ve denizlerimiz, Dünyadaki stratejik yerimiz, .Büyük tarihi mirasımız ve kültürel birikimimiz gibi tabii ve talihli imkân ve fırsatlarımızı değerlendirerek, kendi yerli ve Milli kalkınmamızı gerçekleştireceğimizi anlatmış ve toplumun uyanmasını sağlamıştır.

A- Teslis (üç ilah) sapkınlığıyla Allah ve yaratılış inancı yanlış ve batıl,

B- Her çocuğun suçlu ve günahkâr doğduğunu kabul ederek insana bakışı yanlış ve batıl,

C- “Alemin sahibi biziz, istediğimiz gibi dünyayı kullanıp katlederiz, havayı, okyanusları, ırmakları keyfimizce kirletir ve tüketiriz” düşüncesiyle doğaya yaklaşmaları haksız ve batıl olan Yahudi faşizminin ve Hıristiyan şövenizminin şekillendirdiği bozuk ve barbar batı emperyalizmine karşı:

1- Cenabı Allah’ın birlik ve vahdetini,

2- İnsanın yaratılışındaki şeref ve faziletini,

3- Dünyanın tabiatının korunması gereken bir emanet olduğu hakikatini esas alan İslam dini ve ulvi prensipleri doğrultusunda farklı din ve kavimden bütün insanlara şefkat, merhamet ve adaleti amaçlayan Milli Görüş Medeniyetinin temellerini atmıştır. İyi de bütün bunlar neye mi yaramıştır? İşte bu sorunun cevabı, çok yakında anlaşılacaktır. Ve kutlu bir devrimle Türkiye merkezli yeni bir dünya kurulacaktır.

Size tavsiyemiz şunlardır:

Ilımlı İslam safsataları, Dinlerarası Diyalog tuzaklarıyla; İslamiyet’i yozlaştırma ve Siyonizm’e yamama girişimlerine… AB hayaline Türkiye’mizi yıkma ve geleceğimizi karartma hıyanetlerine karşı verdiğiniz ve bizlerin de içtenlikle desteklediğimiz gayretlerinizi devam ettiriniz!… Ancak sakın şımarıklık ve taşkınlık havasına girmeyiniz! Bir tarikat partisi ve tekke cemaati tavrını artık terk ediniz… Ülkemizin Kuvayı Milliye diriliş ve derlenişine en muhtaç olduğu bir dönemde, böylesine basit ve fasit bir parti ve tarikat taassubuyla hareket etmeyiniz!..

Milli Görüşten ayrılıp dergi çıkarmaya, tarikatınıza mürit toplamaya ve derken şirketlerinize ortak ayarlamaya çalıştığınız günlerde şimdi genel başkan yardımcınız Sn. Ali NAR Bey’in Elazığ’a teşriflerinde:

“Biz her türlü siyasetten ve partiden uzak duruyoruz. Particilik ve siyasetle hiçbir hayırlı hizmet yapılacağına inanmıyoruz… Biz ilmi ve ahlaki gayretlerle netice alınacağını düşünüyoruz… Bu nedenle asla siyasete bulaşmayacağız, bulaşmıyoruz” derken, daha sonra birden parti kurup, Erbakan’ın yılardır savunduğu ve insanlığın kurtuluş programı olarak ortaya sunduğu gerçekleri yarım yamalak taklit ederek bu yola girdiğinize bile seviniriz!.. Ama dikkat ediniz… “Koyun sarhoş olunca kendini kaplan sanmış… Kurdun inini sorup, şafak vakti saldırmış” durumuna düşmeyiniz!.. Ve ham hayallere heveslenmeyiniz!..

Yazılacak ve yüzünüzü kızartacak daha çok şey var ama; diyalogcuları, masoncukları ve mooncuları sevindirmemek ve hainlerin eline koz vermemek için şimdilik bu kadarla yetindiğimizi ve hatta birkaç sahifeyi de yazdığımız halde vazgeçtiğimizi biliniz ve artık seviyenizi çiğnemeyiniz!

Haydar baş’cıların boşboğazlığı

Yeni Mesaj yazarlarından ve Haydar Baş yalakalarından Selim Kotil ile Harun Kayacı kendi TV. Programlarında, AKP bahanesiyle Rahmetli Erbakan’ı ve Adil Düzen programını eleştirirken“cahil cesur olur” cinsinden saçmalamış ve “Amerika’nın global şirketlerinin ve Batının taleplerini, yeşil bir bohçaya sarıp Adil Düzen diye bu milletin önüne koydular. “Selem Senedi” diye, kapitalizmin en vahşi uygulamasını İslami proje diye yutturmaya çalıştılar”şeklinde sataşmışlar ve koyu cehaletlerini ortaya koymuşlardı.

Oysa değil Fıkhi kaynaklarımızı, sade bir ilmihal kitabı dahi karıştırmış olsalardı,[4] “Selem”yoluyla alışverişin tüm mezhepler ve Müçtehitlerce caiz olduğunu anlayacaklardı. Tabi bu kadar cehalet, ancak sahte bir üstadın çıraklarına yakışırdı. Bütün fıkıh kaynaklarımıza göre Selem:Para peşin, mal veresiye yapılan ticarete denir. Bilhassa çiftçi ve sanayicilerin başvurduğu bir satış şekli olan selemin caiz olması için bazı şartların bulunması gerekir. Paraya muhtaç olan kimse, malını henüz üretmeden önce satmak ister. İslâm dini, alıcıların satıcının darlığından istifade ederek, malı ucuza kapatmasını önlemek, üreticinin ise malını değerlendirmesine fırsat vermek için bazı şartlarla bu tip satışları caiz görmüşlerdir. Peygamberimiz, Medine’ye geldiğinde, Medinelilerin mahsullerini bir-iki sene önceden Yahudilere sattıklarını ve sömürü aracı olarak kullandıklarını görünce, bunun üzerine şunları söylemiştir: “Kim hurmasını önceden satacaksa; belirli ölçüde, belirli tartıda ve belirli bir vakte kadar olmak şartıyla satsın.”[5] Bu ölçüleri koyan Peygamberimiz, faiz cinsinden bir sömürü aracı olan bu ticaret şeklini bereketli bir alışverişe çevirmiştir. Bu bir ilahi ilham eseridir, yoksa akıl ve araştırma ile bu neticeye erişilmesi mümkün değildir.

Selem; henüz var olmayan, yani üretilip ortaya konulmadan önce bir malın satışı olduğundan, ilk bakışta caiz olmaması gerekirken, ihtiyaç ve zaruret sebebiyle, peygamberimizce izin verilmiştir ve faizsiz sermaye edinmeyi ve ucuz üretimi gerçekleştirdiği için bir mucizedir. Bunda her iki tarafın da kârı vardır; müşteri biraz daha ucuza mal alır, satıcı da peşin para ile ihtiyacını giderir. Meselâ bir sanayici nakit sıkıntısına düşerse, belirli bir süre sonra teslim edilmek şartıyla, üreteceği -vasıfları belli olan- malları satar; alacağı para ile üretimini gerçekleştirir. Böylece sanayicinin tezgâhı çalışır, üretim devam eder, alıcı da normal zamana nispetle biraz daha ucuz mal edinip ihtiyacını giderir. Bu imkân üreticiyi, tefecilerin eline düşmekten de koruyan bir Peygamber müsaadesidir. Çünkü üretimin devamı için paraya kaçınılmaz bir ihtiyaç hissedilir. İslâm Hukuku’nda meşru olan dört çeşit alışverişten biri de selemdir. Tekrar hatırlatalım, Selem kısaca, para peşin, mal veresiye olmak üzere yapılan alışveriştir. Selem’e, aynı mana ve vezne sahip olan “selef” de denir. İkisi de teslim ve takdim etmek manasına gelir. Selem denilmesi, alış-veriş meclisinde ücretin peşin olarak teslim edilmesine binaendir. Selef denilmesi ise ücretin mala takdim edilmesi nedeniyledir.

Selem akdi, ilk bakışta yok olan bir şeyin satışı olması cihetiyle kıyasa muhalif zannedilse de, Efendimiz tarafından ihtiyaca binaen meşru kılınmış ve müsaade edilmiştir. Meşruiyeti, kitap, sünnet ve icma ile sabittir. Kitaptan delil, Bakara suresinin, mudayene ayeti de denilen 282. ayetidir ki, ibni Abbas (RA) buna “Selem ayeti” demektedir. Sünnetten delil ise, şu hadis-i şeriftir: “İbn Abbas (r.a)’dan şöyle rivayet edilmiştir. Resulullâh (sav) Medine’ye teşrif buyurduğunda insanlar selem suretiyle bir iki sene vadeli alır-satarlardı. Bunun üzerine Resul-i Ekrem “Kim hurma (gibi bir şey almak)da selem tarikiyle alış-veriş ederse, miktarı (Ölçek veya kilogramı) ma’lum olarak -yine İbni Abbas’tan bir rivayette -muayyen bir vade ile alıp-satsın” buyurduğu[6]yukarıda zikredilmiştir. İcma’a gelince, bütün mezhepler selem tarikiyle yapılan alış-verişi kabul etmişler ve caiz görmüşlerdir.

“a Haber” AYARSIZLARINA UYARI!

27 Mart 2015 ATV’nin “a Haber”de CHP Gn. Başkanı Sn. Kılıçdaroğlu’nun: “İktidara geldiklerinde, bütün emeklilere, iki bayramda birer maaş ikramiye” öngören NOTER tasdikli garanti belgesini gerçek dışı bulup güya dalga geçilerek, bu bahane ile geçmiş Başbakanların altı boş vaatlerini örneklerle sıralarken, haksız ve alakasız biçimde Erbakan’a çatmanız tam bir şarlatanlıktı. Erbakan’ın “Beş bin tank üretme temennisinin” de hayali ve seçmeni aldatmaya yönelik olduğunu söyleyip gerçekler saptırılmıştı. Önce, daha evvel bazılarının uydurduğu gibi Rahmetli Erbakan “100 bin tank” değil, “100 bin motor üreteceğini” belirtmiş ve bizzat kendisinin açtığı Konya TÜMOSAN 20 sene önce 100 bin motor hedefini aşmıştı. Bülent Ecevit de aynen sizin gibi bu konuyu çarptırıp: “Erbakan 100 bin tank yapma gibi hayallerin adamıdır!” tarzında ve kendi aklınca Hoca’ya sataşmış ve hala video kayıtları elimizde bulunduğu üzere, Mecliste bizzat Erbakan’dan onurlu ve susturucu yanıtını almıştı. Kaldı ki Erbakan dünya çapında bir makine profesörüydü ve LEOPARD tanklarının işe yaramaz ateşleme sistemini yeniden icat eden insandı. Ey ATV’nin ve “a haber”in kiralık yalaka takımı! Önce bir konuyla ilgili gerekli ve gerçekçi bilginiz yoksa, veya beyniniz olayın esprisini kavramaya yetmiyorsa, kalkıp sahte bilgiçlik havasıyla yorum getirmeye ve dalga geçmeye yeltenmeye sunuculuk değil soytarılık dendiğini unutmayın!. Biir… İkincisi, Erbakan Hoca’yı da, diğer palavracı ve mason güdümlü politikacılardan birisi gibi gösterme ve böylece Siyonist İsrail’in ve ABD Lobilerinin gözüne girme gayretinizle… Veya “BOP Eş Başkanlığı, yani gavur kahyalığı, PKK yavşaklığı, Haçlı AB uşaklığı ve Erbakan’ın yaptığı fabrikaları, stratejik sanayi kuruluşlarımızı, ülkemizin bütün kazanımlarını; hem de yok pahasına, yandaş ortaklı yabancılara satıp savma alçaklığı” ile malum ve malül iktidarlarınıza ve patronlarınıza “seviye kazandırma” gayenizle; tutup Erbakan’a çamur atmaya, hatta haddinizi aşıp alay konusu yapmaya kalkışmanızı isteyenlerin, kuyruk acıları kıpraşmış ve bir yerleri kaşınmış olması doğaldı… Ama sizlerin de bu figüranlık ve soytarılığın ayıbını ve alçaltıcı sonuçlarını düşünmeniz lazımdı!


[1] Enfal: 22

[2] Hadis, Hakim Beyhaki

[3] http://www.akevler.org/#Seminerler/1/1/2005/214/0  / Kur’an Seminerleri – 335 / 19 12 2005

[4] Diyanet Vakfı İlmihali C.2 Sh: 365

[5] Müslim, Müsâkât 25

[6] Müslim –Müsakat 25

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/haziran-2015/rahmetli-erbakana-sata

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi