Anasayfa » PKK’YI AZDIRAN DA, AKP İKTİDARINI HAZIRLAYAN DA; 28 ŞUBATTIR!

PKK’YI AZDIRAN DA, AKP İKTİDARINI HAZIRLAYAN DA; 28 ŞUBATTIR!

Yazar: yonetici
0 Yorum 156 Görüntüleyen

PKK’YI AZDIRAN DA, AKP
İKTİDARINI HAZIRLAYAN DA; 28 ŞUBATTIR!

Biri Ulusalcı, biri
İslamcı: Yahudi damatlıyla, Yahudi madalyalı!

Başbakanlığı
döneminde; tüm insan haklarına, temel hukuk ve ahlak kurallarına aykırı olarak
ve emperyalist Amerika ve Avrupa’nın desteğini arkasına alarak, yıllardır
mazlum ve savunmasız Filistin halkına kan kusturan ve PKK canavarlarını azdırıp
Türkiye’ye karşı koz olarak kullanan sapık ve saldırgan İsrail terörünü kast
ederek:

“Bunların pilotlarını
ülkemizde eğitip, Müslüman ve masum kardeşlerimizin acımasızca bombalanmasına
izin vermemeliyiz!”

diyen Rahmetli ERBAKAN
HOCA’yı “İsrail düşmanı” diye suçlayıp Siyonist zalimlere
sahip çıkan. AKP iktidarını ve Yahudi Lobilerinden madalyalı Recep T. Erdoğan’ı “Milli
Görüş’ün ekibi ve Erbakan’ın takipçileri”
 gibi gösterip saçmalayan… Ve
üstelik kin kokan bir üslupla ırkçılık yaparak Arap karşıtlığı üzerinden dine
saldıran[1] Çetin Doğan gibi 28 Şubatçılar, hem PKK
terörünün yeniden azdırılması hem de bugün sözde karşı çıktıkları AKP’nin
iktidara taşınması için ortam hazırlamışlardır.

Zaten bu gerçeklerin
farkına vardığı ve belgeleriyle ispatladığı için Prof. Erol Manisalı’ya diğer
Ulusalcılar şiddetle karşı çıkmakta ve tavır almaktadır.

Güneydoğu Bölgemiz
maalesef devlet eliyle terör faaliyetlerine uygun konuma taşınmıştır. Bilerek
ve isteyerek atılan hatalı adımlar süreci hızlandırmıştır. Sürece en çok
katkıda bulunan 28 Şubatçıların “irtica PKK’dan daha tehlikelidir” sözü bir
nevi terörü meşrulaştırmıştır. Zaten tehdit algısını da değiştirip, irtica
birinci tehlike olarak sunulmaya başlanmıştı. Onlar bu hatalı ve sakat
anlayışlarını devlet politikası olarak uyguladılar. Tek tip vatandaş görme arzu
edildi; halkın dini hassasiyeti yadırgandı.

·        Dini bütün insanlar kılık kıyafetinden dolayı rahatsız
edilip horlandı.

·        Kur’an kursları sudan bahanelerle kapatıldı.

·        12 yaşından küçük çocuklara Kur’an öğretilmesi
yasaklandı.

·        İHL’lerin 8 yıllık eğitim bahanesiyle orta kısımları
kapatıldı, katsayı uygulamasıyla da üniversiteye girişleri kısıtlandı.

·        Mektep-medreseler
kapatıldı.      

·        Ev sohbetine, zikir halkalarına baskınlar yapıldı.

Rahatsız edilen,
işleri ellerinden alınan, faaliyetleri yasaklanan şeyh efendiler, hocalar,
kanaat önderleri yerini, yurdunu terk edip bölgeden ayrıldılar.

Bu garip uygulamalar
yüzünden yüz binler eğitimsiz kaldı, bazıları dağın yolunu tuttular.

28 Şubatçılar ABD
Yahudi odaklarının talimatıyla “laiklik” uğruna ve “demokrasiye balans ayarı”
adına yaptıklarını anlattılar.

Erbakan’a yarar
gördükleri her şeyi yasakladılar. Bölgenin sosyal ve siyasi dokusunu bozdular.
“Ulusalcı güçlerin” uygulamaları “küresel güçlerin” iştahını kabartıyor ve
işlerini kolaylaştırıyordu. Bölgenin manevi dinamikleri yerini yurdunu terk
edip gidince onlar oluşan boşluğu kolayca doldurdular. 28 Şubatçılar hata
üstüne hata yaptılar. İktidardaki Refah Partisine kapatma davası açıldı ve
hukuksuz bir şekilde kapatıldı. Daha sonra hızını alamayıp Fazilet Partisi’ni
de kapattılar. Böylece Güneydoğu Anadolu illerinde HADEP’e (yani BDP ve PKK’ya)
devlet eliyle genişçe bir siyasi alan açtılar.

Bizim bu tespitlerimiz
daha iyi anlaşılsın diye RP’nin kapatılmadan önceki seçimlerde bölge illerinde
almış olduğu seçim neticelerini hatırlatalım:

– 1987 genel
seçimlerinde RP Diyarbakır da % 27 oy alarak birinci parti konumuna ulaşmıştı.

– 1994 yerel
seçimlerinde Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanlığının yanı sıra merkezde
Sur, Yenişehir ve Bağlar ilçe belediye başkanlıklarını da RP’li adaylar
kazandılar. Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu illerinin tamamına yakınında
RP’li adaylar seçimi kazanmışlardı.

İşte asıl rahatsızlık
veren de buydu. 28 Şubat hangi niyetle yapılırsa yapılsın sonuç ortadaydı. Eğer
bölgede siyasetin bunların kontrolüne geçeceği öngörülemedi ise buna “gaflet”
ve “dalalet” bu neticeyi görerek; bile, bile yapıldıysa “ihanet” demek
lazımdır.[2]

Eski Finlandiya
Cumhurbaşkanı Martti Ahtısaari ‘özerklik’ dayatması için Türkiye’ye yollandı

Eski Finlandiya
Cumhurbaşkanı Martti Ahtısaari’nin Türkiye ziyaretinin nedeni anlaşıldı. Daha
önce gittiği her ülkenin bölünmesinde kritik rol oynayan Ahtısaari’nin, AKP’nin
PKK ile anlaştığı ve TBMM’den geçirmek için uğraştığı Anayasa’ya “özerkliğin”
girmesi için çaba gösterdiği ortaya çıktı. “Bağımsız Türkiye Komisyonu Başkanı”
sıfatıyla Türkiye’ye gelen Martti Ahtısaari Ankara’da bir dizi temaslara
katıldı. Ahtısaari, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, BDP Genel Başkanı Selahattin
Demirtaş, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu ve AB Bakanı Egemen Bağış ile buluşmuşlardı. Ahtısaari’nin bunların
dışında kimlerle görüştüğü açıklanmadı. Dışişleri’nden bazı yetkililer,
Ahtısaari’nin başka görüşmeleri de olduğunu ancak kendilerinin bu konuda bilgi
vermeye yetkili olmadıklarını ifade ettikleri basına sızmıştı.

Ahtısaari özerklik
ajanıydı!?

Ahtısaari, daha önce
de Türkiye’ye gelmiş ve Diyarbakır’da BDP yetkilileriyle temaslarda bulunup
Başbakan Erdoğan’la da buluşmuşlardı. Finlandiya eski Cumhurbaşkanı
Ahtısaari’nin son Türkiye ziyaretinde yaptığı görüşmelerde ana gündem maddesi
“Anayasa ve özerklik” dayatmasıydı. Ahtısaari’nin “Nasıl bir Anayasa
istiyorsunuz?”, “Kürt meselesini nasıl çözeceksiniz?” türü sorular sorması
dikkatlerden kaçmamıştı. Siyasi gözlemciler Ahtısaari’nin temaslarını “siyasi
partileri özerkliğin Anayasa’da yer almasına hazırlamak ve bu konuda Batı’nın
desteğini aktarmak” şeklinde yorumlanmıştı.

Bu arada, BDP Genel
Başkanı Selahattin Demirtaş, Ahtısaari’ye Kürt sorununun çözümü için bir rapor
sunmuşlardı. Raporda, “BDP ile Anayasa ve reformlar konusunda müzakereler
yürütülmesi, Öcalan ve PKK’nın muhatap alınması, akil insanlar komisyonu
kurulması…” gibi maddeler yer almaktaydı.

CHP Genel Başkanı
Kemal Kılıçdaroğlu, Açık Toplum Vakfı Başkanı Martti Ahtısaari ve beraberindeki
heyeti, CHP Genel Merkezi’nden kabul etmiş, görüşmeye, CHP’nin diplomat kökenli
İstanbul Milletvekili Osman Korutürk de katılmıştı. Ahtısaari ve beraberindeki
heyetin CHP lideri Kılıçdaroğlu’na bazı sorular yönelttikleri ve fazla yorum
yapmadan sorulara verilen yanıtları not ettikleri anlaşılmıştı.

Gittiği bütün ülkeler
parçalanmıştı.

Ahtısaari’nin bugüne
kadar arabulucu sıfatıyla görev yaptığı tüm ülkelerde iç karışıklık ve ayrışma
yaşanmıştı.

İşte “Bağımsız Türkiye
Komisyonu Başkanı” sıfatıyla Türkiye’ye gelen Martti Ahtısaari’nin marifetleri:

·        Birçok krizde resmi arabulucu olarak görev aldı.

·        Görevlendirildiği her ülkeye çantasında bölünme reçetelerini taşıdı.

·        1980’lerin sonunda görevlendirildiği Güney Afrika’ya gittiğinde, o dönemde
Namibya’da Güney Afrika’ya karşı silahlı mücadele veren SWAPO örgütüyle masaya
oturdu. Görüşmelerden sonra Namibya, Güney Afrika’dan koparılıp bağımsız bir
devlet yapıldı.

·        Yugoslavya’nın parçalanması sürecinde etkili rol oynadı.

·        Sırbistan Cumhurbaşkanı ile bir görüşme sırasında “Batı’nın taleplerini
reddedersek ne olur?” sorusunu “Belgrad bu masa gibi dümdüz olur. ABD’nin
bombaları başkentinizde taş taş üstünde bırakmaz” şeklinde yanıtladı.

·        Endonezya Hükümeti ile Açe bölgesindeki ayrılıkçı “Gerakan Aceh Merdeka”
örgütü arasında barış görüşmelerini yürüttü ve Açe’nin özerkliğini sağladı.

·        2005’te BM’nin Kosova’nın nihai statüsünü belirleyecek görüşmelerini
yürütüp, “Kosova’da barış ve istikrar ancak bölgenin bağımsızlığına kavuşmasıyla
mümkün olabilir” raporunu hazırladı.

·        Kuzey İrlanda sorununda da arabuluculuk yaptı.

Ahtısaari’nin gelip
gidişinin hemen ardından “Bölünme Anayasası” için “ilk vuruş” yapıldı!

TBMM Başkanı Çiçek
“uzlaşma Komisyonu ile yeni anayasa için ilk toplantıyı yapmak üzere ilk vuruşu
yapacağız. Komisyon terör baskısı altında toplanacak” demesi anlamlıydı.

TBMM Başkanı Cemil
Çiçek, anayasa uzlaşma komisyonunun çalışmalara başlayacağını belirterek, “İlk
vuruş bu hafta” ifadesini kullanmıştı. Meclis Başkanı Çiçek, Avrupa
Parlamentosu Liberal Grup Başkanı, Belçika eski Başbakanı Guy Verhofstadt ve
beraberindeki heyeti kabulde yaptığı konuşmada, Türkiye’nin, AB’ye tam üyelik
noktasında bugüne kadar birçok yasal ve yapısal reformu yaptığını, ancak bazı
eksikliklerin de bulunduğunu hatırlattı.

Bunların başında
yürürlükteki anayasadan kaynaklı sıkıntıların geldiğini kaydederek: “Yeni
dönemde ümit ediyoruz ki yeni bir anayasayı gerçekleştirerek, en temel
eksikliği gidermiş oluruz. Sizin de ziyaretiniz tam böyle bir zamana denk
geldi” açıklaması kafa karıştırıcıydı. Anlaşılan yeni anayasa AB’nin
dayatmaları ve PKK’nın arzuları istikametinde hazırlanacaktı.

BDP-AKP ön şartsız
uzlaştı

AKP Genel Başkan
Yardımcısı Ömer Çelik, BDP ile Uzlaşma Komisyonu’nun ön şartsız toplanması konusunda
tam mutabakata vardıklarını açıklamıştı. BDP Genel Başkan Yardımcısı Meral
Beştaş da komisyonun toplanması konusunda bir ön şartlarının bulunmadığını
vurgulamıştı.

Başbakan Yardımcısı
Beşir Atalay, Adalet Bakanı Sadullah Ergin, AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer
Çelik, Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu ve Adalet Komisyonu Başkanı Ahmet
İyimaya’dan oluşan AKP heyetini, genel merkeze gelişlerinde, BDP Batman
Milletvekili Ayla Akat Ata ve Genel Başkan Yardımcısı Hamit Geylani
karşılamıştı. Görüşmeye, Ata ve Geylani’nin yanı sıra Genel Başkan Yardımcısı
Meral Danış Beştaş ve parti meclisi üyeleri Büşra Ersanlı ile Ayşegül
Devecioğlu da katılmıştı.

1 saat 20 dakika süren
görüşme sonrası AKP heyeti adına açıklamayı Ömer Çelik yapmıştı: “Türkiye yeni
bir anayasa yapmasının arifesindedir. 1924’den beri ilk sivil anayasasını
yapacaktır. İçerde pek çok konuyu konuştuk. Yeni anayasa ile ilgili olarak
uzlaşma komisyonunun tam şartsız olarak toplanması konusunda mutabık olduk.
Herhangi bir ön şart söz konusu değildir.”

BDP Genel Başkan
Yardımcısı Meral Danış Beştaş ise Uzlaşma Komisyonu için üyelerin isimlerini
Meclis Başkanlığı’na bildireceklerini söyleyip, Anayasanın içeriğine ilişkin
şart konulmasının sürece zarar vereceğine inandıklarını” anlatmıştı.

Bu yeni “Türkiye’yi
parçalama anayasası” konusuna elbette İsrail ilgisiz kalamazdı. Hatırlanırsa
Ahmet Türk’ün “Kürdistan Meclisi” dediği BDP grubu Haziran 2011’de
Diyarbakır’da toplanmış, “Türkiye’nin Güneyinde kurulacak Özerk Kürdistan’la,
Kuzey Irak Kürdistanı’nı bütünleştirme amaçlarına altyapı oluşturacak” yeni bir
Anayasa hazırlığına katılacaklarını Selahattin Demirtaş açıklamıştı. İlginçtir
aynı tarihte Suriye gazeteleri “İsrailli diplomat casusların Barzani’ye ve
Kandil’e yollandıkları ve Türkiye’deki “Kürdistan Meclisine ve yeni Anayasa
hazırlama sürecine katkı sağlamaları için baskı yaptıkları” yolunda haberler
çıkmıştı.

KCK Ayrı Devlet
Yapılanmasıydı!

“KCK doğru
görülmelidir. KCK’nın hedefi, kendilerine oy versin vermesin, Doğu ve Güneydoğu
Anadolu’da 23 vilayeti kapsayan ayrı bir devlet kurmaktır. ABD, Irak’tan
çekilirken, dağdaki yapılanma üç yıldan beri şehirlere indiriliyor. Paralel bir
devleti, gözümüzün içine baka baka kurmak istiyorlar. Çünkü demokrasi içinde,
sivil anayasa teminatına ve eşit yurttaşlığa bağlı, AB üyelik perspektifinde
demokratik bir çözüm istemiyorlar. İstedikleri, topraktır. O toprak üzerinde
bayrağı, Öcalan önderliğindeki politbüronun seçtiklerinden oluşan parlamentosu,
KCK emrinde yargısı olan bir diktatörlük kurmak için yanıp tutuşuyorlar… Ben
demiyorum, kendileri diyor. KCK’nın sözleşmesinden aynen alıyorum:

“Bayrak: Yeşil
zemin üzerinde, içinde kırmızı yıldızın yer aldığı yirmi bir ışınlı sarı
güneşten oluşur.

“Ekonomi: Her
kasaba, köy, belde belediye ana merkeze vergi ödemek zorundadır. Yeraltı
kaynakları, KCK’nın malıdır ve kullanım hakkı üzerinde yaşayan halkındır.

“Birey: Kürdistan’da
doğup yaşayan veya KCK sistemine bağlı olan herkes yurttaştır. Tüm KCK
yurttaşlarının meşru savunma savaşı hali durumunda yurdun savunulmasına aktif
katılma yükümlülüğü vardır.

“Yargı: Yüksek
Adalet Divanı, İdari Mahkemeler ve Halk Mahkemeleri olmak üzere üç tür yargı
sistemi oluşur.

“Parti: Siyasi
partinin varlığını, yerel yönetim yapılanmasını ve siyasetçiyi KCK yönetimi
belirler…”

Evet, KCK, PKK, BDP
çizgisi, Kürt vatandaşlarımızı, onlara rağmen diktatörlükle yönetmek için 23
ilimizi içine alan toprak istiyor. Dağ kadrolarını “öz savunma gücü”
adı altında, vatandaşın tepesine silahlı milisler olarak dikmek hesabındalar.
Bunu demokrasi içinde yapamayacaklarını görüyorlar. Artan şiddetin,
saldırıların, katliamların sebebi budur. “Arap baharı” gibi bir
“Kürt baharı” peşindeler. Demokratik bir yarışa girmeye hiç niyetleri
yok. Kürt vatandaşlarımızı, bu diktatörlüğe ikna edemedikleri için onları da
korkutuyor, sindiriyorlar… Kürtleri de öldürüyorlar. Kadınları canlı bomba
yapıp, kadın-çocuk demeden katlediyorlar. Silahlı başkaldırıdan başka yol
görmüyorlar. Kürt meselesini siyasetle çözeceklerin önünü kesiyorlar…”[3]

Diyen Fetullah
Gülen’ci (aslı İngiliz Yahudileri destekli eski “Yeniden Milli Mücadeleci”)
Hüseyin Gülerce, acaba AKP’nin açılım projelerinin ve yeni anayasa
girişimlerinin de, sonunda KCK’nın “ayrı devlet” hedefine yarayacağını
anlayamayacak kadar saf mıydı, yoksa laf salatasıyla konuyu mu saptırmaktaydı?

Erbakan’ı devre dışı
bırakan 28 Şubat’ın gayrimeşru meyvesi olan AKP’nin, 4 yıl önce terörü
bitirecek Suriye çözümüne “Hayır” dediği unutulmamalıydı!

Suriye’nin üçlü
operasyon önerisini Tayip-Gül niye ciddiye almamıştı?

Beşar Esad, 2007’deki
ziyaretinde PKK’ya karşı Suriye-İran ve Türkiye ortak operasyonu önerdiği, ama
Tayip-Gül ikilisinin öneriyi kabul etmediği ortaya çıkmıştı.

Hatırlanırsa 16 Ekim
2007 Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ve eşi Esma Esad, Abdullah Gül’ün resmi
davetlisi olarak Ankara’ya gelmişti. Görüşme, bir süredir Suriye ile devam eden
olumlu ilişkilerin zirvesi niteliğindeydi. Esad 3 günlük ziyareti sırasında o
günlerde artan terör olaylarıyla ilgili Türkiye’ye çok çarpıcı bir öneri
iletmişti. “Suriye, İran ve Türkiye, PKK’ya karşı ortak operasyon yapalım!”

Ancak AKP yönetimi bu
öneriyi elinin tersiyle itmişti. Bu önerinin gündeme gelmesinden 2 gün sonra,
21 Ekim gece yarısı, PKK’nın son yıllardaki en büyük karakol baskını eyleminde
12 askerimiz şehit edilmişti. Türk Silahlı Kuvvetlerime karşı psikolojik savaş
ve tertiplerde çokça kullanılacak olan bu olay, Hakkâri Yüksekova’ya bağlı
Dağlıca Köyü’nde ki karakol baskınıydı.

Suriye Devlet Başkanı
Esad’ın, Erdoğan ve Güle kapalı kapılar arkasında getirdiği bu önerinin
ayrıntıları şöyleydi:

1. Türkiye, İran ve
Suriye önce üçlü bir askeri tatbikat yapsın.

2. Bu 3 ülke, Irak’ın
toprak bütünlüğü konusunda ortak açıklamada bulunsun ve bölgesel güvenlik
konusunda ortak davranacağını açıklasın. Aynı zamanda herkes kendi ülkesi
içindeki diğer ülkeye karşı faaliyet yürüten organizasyonları yasaklasın,
teröristleri ilgili ülkeye teslim etmek üzere yakalasın.

3. Son aşama olarak
PKK’ya karşı ortak askeri operasyon hazırlansın.

PKK terörünü nihai
olarak bitirebilecek olan bu öneri konusunda Erdoğan ve Gül olumlu yanıttan
kaçındı. Önerinin uygulaması önce zamana yayıldı, daha sonra Esad’ın önerisinin
tam tersi doğrultuda Suriye yönetimine karşı faaliyet gösteren gruplar, başta
İsrail tarafından el altından palazlandırılmaya başlandı. Esad yönetimiyse bu görüşmeden
sonra birkaç parti halinde PKK yöneticilerini Türkiye’ye teslim etti, Haziran
2010’da Suriye’deki PKK’ya karşı bir operasyon başlattı. Esad yönetimi
Suriye’deki olayların başladığı Mayıs 2011’de bile Türkiye’ye PKK’lıları teslim
etmekten sakınmadı.

Öcalan 2000’de: “Ne
ABD ne AB çözüm içeride” diyerek milli bir tavır sergiliyormuş, ama sonradan
bundan caydırılıyormuş!?

“PKK’nın Serxwebun
dergisinde Haziran 2000 tarihli 222. sayıda yayımlanan Öcalan’ın
açıklamalarından aynen aktarıyoruz:

‘ABD’ye bel bağlamak
doğru değil’

“HADEP’i dışarıya
bağlamak da yanlış bir tutum olur. Çözümü içeride aramak gerekir. ABD
temsilcileri ile fazla ilişki kurulması yanlıştır. ‘İlişki olmasın’ demiyorum
ama ABD’ye bel bağlamak doğru değildir. Örneğin Diyarbakır ile Teksas şehri
kardeş ilan ediliyor. Bu doğru değil. Sorun içeride çözülmelidir. Sorunu
Türkiye’nin iç meselesi haline getirip kardeşlik ve demokrasi içinde çözmek
gerekir. (…) Türk-Kürt meselesinde bu, Türkiye meselesi haline
getirilmelidir.”

“Mahkemedeki savunmama
bu kadar kapsamlı yaklaşmamın nedeni, uluslararası komplonun aynı zamanda
Türkiye’ye de karşı geliştirilmesidir. Uğur Mumcu ve Ahmet Taner Kışlalıya
sahip çıkılamıyor.”

‘Avrupa’nın Kürt kozu
olmayalım’

“Avrupa da Kürt kozunu
elinden bırakmak istemiyor Talabani gibiler de bu biçimde kullanılıyor. Biz
ölsek de cezaevinde veya darağacında da olsak, ‘Türkiye’de onurluca ölürüz’
diyoruz. Ali Sapan ve öteki arkadaşların gelişi, bu nedenle onurludur. Onlar
Avrupa’da kral gibi yaşıyorlar. Oysa orada gençleri mahvediyorlar. Orada bizden
birçok kişi kendisini yaktı. Avrupa Selim’i Lübnan’dan niye aldı? Elbette
kullanmak için, çözüm için değil. (…)”

“İngiltere, Kani
Yılmaz’ı zorla tutmak istedi. Bana yönelik hesapları vardı. Avrupa bize
engeldir. Asıl çözüm içeride gelişecektir. Tutuklanmalar, kayıplar önemli
değildir; kardeşçe birlik atağı önemlidir.”

‘Türkiye-Suriye
birlikteliği ve Esat rejiminin demokratik özü’

“Barış ve demokrasi
için Hafız Esad’ın mirası iyi korunmalı ve kullanılmalıdır. Bundan sonra bu
temelde gelişebilir. Biz de bunda olumlu rol oynayabiliriz. Türkiye-Suriye
çekişmesine gerek yoktur. Cumhurbaşkanı Sezerin Suriye’ye gitmesi ve konuşması
iyi oldu. Türkiye-Suriye birlikteliği Ortadoğu’ya hizmet eder. (…)”

“Hafız Esad’ın
Ortadoğu’da barış ve demokratik bir mirası olduğunu düşünüyorum. Yalnız
diktatörlük olarak değerlendirmek eksikliktir, yanlıştır. Halklara yakınlığı,
demokrasi özü vardır. (…)”

‘Sonuna kadar
Türkiye’nin vatan-ulus birliği’

“Kürdistan kavramını
aydınlar ve bilim adamları gibi demografik, tarihi ve kültürel anlamda
kullanıyoruz.”

“Zorla da olsa
ayrılmayız. Türkiye’nin her tarafı bizimdir. Ancak Kürtlerin diline ve
kültürlerine sahip çıkılmalıdır. Benim dilimi yasaklayamazsın. ‘Sonuna kadar
vatan-ulus birliği’ diyoruz. Kürtlerin Çanakkale’de payı var. Cumhuriyetin
kuruluşunda hepimiz savaştık, payımızı istiyoruz. Genel Kurmay da söyledi;
demokrasi gelişirse her şey gelişir; (…)”

“Zorla mı bölücülük
yaptıracaksınız? Bölücülüğü başkalarına yaptırıyorlar. Bu oyuna artık
düşmeyeceğiz. Buna fırsat vermeyeceğiz. Biz birlik istiyoruz. Süreç bu temelde
işliyor.”

Ulus-vatan birliğinden
ulus-vatan bölücülüğüne

Abdullah Öcalan’ın
yakalandıktan sonra 1999–2004 yıllarındaki görüş ve çözümleri ile sonrası,
birbirine taban tabana karşıttır. O dönemde Öcalan, federasyona ve özerkliğe
karşı çıkıyor ve tekil (üniter) devleti savunuyordu. Atatürk Cumhuriyetinin
Şeyh Sait isyanını bastırmasını haklı buluyordu.

2003 yılı Mart ayında
ABD’nin Irak’ı işgalinden sonra, Öcalan ABD-İsrail-AKP projesine bağlanmıştır.

28 Şubat sürecinde
Türkiye’de Ordu güçlüdür; Öcalan da Ordunun yanında ve Kemalistlerle birlikte
yürüme yanlısıdır.

ABD ve İsrail hem Ön
Asya’da hem de Türkiye’de silah zoruyla ağırlığını koyunca, Öcalan da
emperyalist ve gerici güçlerin çözümlerinde rol üstlenmiştir.”[4]

Diyen Doğu Perinçek,
gerçekten saflık mı sergiliyordu, yoksa olayları saptırmaya mı çalışıyordu?
Oysa Amerika Apo’yu, PKK’yı siyasallaştırıp BDP’yi meşrulaştırmak karşılığı
Türkiye’ye teslim ediyordu.

Türkiye’deki Ulusalcı
solcuların da, liberalist sağcıların da, ılımlı İslamcılarında, ABD Yahudi
Lobilerince yönlendirildiğini bilmiyor muydu, saklıyor muydu?

Ünal Ateş’in güzel
tespitiyle:

PKK meselesinin devlet
kısmında çok ciddi sorunların oluşturulduğu unutulmamalıydı. Feodal bir yapıyla
birlikte anılan Güneydoğu bölgesinde son çeyrek asırda en büyük ağanın, PKK
olması planlanmıştı. 28 Şubat’ın marazlı mantığı ve devletin dışlayıcı
politikaları ‘eli kanlı bir örgüt’ü bölge insanıyla baş başa bırakmıştı.
Sonraki yıllarda köy boşaltmalarla, ev yakmalarla, kamuflajlı özel çalışmalarla
bölge insanını yerinden eden bir taktik uygulandı. Köyler apar topar
boşaltılmış, Diyarbakır’ın varoşları işsiz ve geleceğini oluşturamayan
insanlarla doldurulmuştu.

Bölgeye hâkim olan
duygu öfke olurken, Batı’da da şiddetin dili kutsanıyor, karşılıklı ‘cehennem
azabı’ adeta normalleştiriliyordu. Uzaktan bakıldığında terörle mücadele adına
hukuksuz cinayetler işleniyor, bölgeye korku salınıyor, uyuşturucu trafiğinde
ortak çıkarlar oluşturuluyor, her şey kamuoyuna ‘terörle mücadelede kararlı
adımlar’ olarak yansıtılıyordu. Bölgenin iş adamlarının isim listeleri
MGK’larda belirleniyor, Başbakanlar eliyle suikastlara zemin hazırlanıyor, kimi
isimler pazarlıklarla kendilerini ipten aldırıyordu. Kirli tezgâhları fark eden
bürokratların ‘temizlenmesi’ ise bir cinayet şebekesine bırakılıyordu.

Erbakan 28 Şubat’la
tasfiye edilip yerine AKP-ABD tahterevallisi oluşturuluyordu

Türk siyasetinde bu
çürümüşlüğe ve çözümsüzlüğe dur diyenler de çıkıyor, Refah-Yol döneminde Merhum
Necmettin Erbakan bu kirli oyunu deşifre edecek adımlar atıyordu. Çekiş Güç
adına bölgede uygulanan ABD ve İsrail’in gizli planlarını Erbakan boşa
çıkarıyordu. Daha sonra herkesin bildiği gibi: “bu adımlar devletin içindeki
kliklerce hoş karşılanmıyor, Erbakan’ın siyasi hayatının bitirilmesine karar
veriliyordu. Çükü “Kürt sorunu’ özel alanda oluşturulmuş, çözümü istenmeyen bir
kördüğüm olsun isteniyordu.

Ve bu gelişmelerin en
hayret ve mahcubiyet verici olanı; ABD, AB ve İsrail dayatmalı “İleri
Demokrasi” yaftalı, işte bu BOP Anayasası hazırlıklarına, Saadet Partisinin tam
destek sağlamasıydı. Kelimenin tam anlamıyla, herhalde rahmetli Erbakan’ın
kemikleri sızlamaktaydı!

 

 

 

 

 


 

[1] Bak: www.aydinlikgazete.com/…../ dispolitikadatukenis

[2] Sadrettin
Karaduman / Milli Gazete

[3] 09.11.2011
/Zaman

[4] 4 Temmuz 2011
/ Aydınlık

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/subat-2012/pkkyi-azdiran-da-akp-ikt

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi