Anasayfa » 28 ŞUBAT’IN SİYONİST BARONLARI VE İŞBİRLİKÇİ FİGÜRANLARI KİMLERDİ?

28 ŞUBAT’IN SİYONİST BARONLARI VE İŞBİRLİKÇİ FİGÜRANLARI KİMLERDİ?

Yazar: yonetici
0 Yorum 165 Görüntüleyen

 

28
ŞUBAT’IN SİYONİST BARONLARI VE İŞBİRLİKÇİ FİGÜRANLARI KİMLERDİ?

28 Şubat sürecinde Generallerin darbe yapmaması adına olan bitene ses çıkarmayarak, kendisini feda ettiğini iddia eden Süleyman Demirel’in sözleri, 28 Şubat’ın 20. yılında yeniden gündeme taşınmıştı. Post modern darbe olarak nitelenen 28 Şubat’ın önemli figüranlarından biri olan 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in askerlere müsamaha göstermesi eleştiri konusu yapılmıştı. Star Gazetesi yazarı ve koyu Erdoğan ve AKP yandaşı Lütfü Oflaz, Demirel’le yaptığı şaşırtıcı 28 Şubat sohbetinin ayrıntılarını, “Siyaseten İntihar Eden Cumhurbaşkanı!” başlığıyla köşesine taşımıştı. Kendi aklınca hem Süleyman Demirel’i, hem de Tayyip Bey’i aklamaya çalışmıştı.

“Adnan Menderes’in temsilcisi olan bir insan, 28 Şubat’ta Kemalist Generallerle nasıl işbirliği yapardı? Başbakan Necmettin Erbakan’ın iktidardan uzaklaştırılmasına nasıl katkı sunardı? Oysa Generallere direnmesi lazımdı!” İşte Lütfü Oflaz’ın bu sorularını Demirel şöyle yanıtlamıştı:

“Rahmetli Adnan Menderes’ten beri bizim siyasi çizgimize oy vermiş dindarları niye karşıma alayım? Siyaseten niye intihar edeyim? Ben akılsız mıyım? O dönemde Generallerin gözü öylesine dönmüştü ki, Erbakan’ı korumaya kalksam Cumhurbaşkanı olarak asıl darbeyi bana yapacaklardı. 12 Eylül’de olduğu gibi ortada demokrasi de Meclis de kalmayacaktı!” Evet, tam da Masonca ve münafıkça bir yanıttı… Hatta gerçek ayarının itirafıydı… Ve Demirel şöyle sızlanmıştı:

“Nasıl direneyim? Genelkurmay Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde ‘Gerekirse silah kullanırız’ tehdidine başlamıştı. Bir Kuvvet Komutanı, Başbakan’ın huzurunda “Bana rakı getirin ulan’ diye bağırmıştı. Genelkurmay koridorlarında Başbakan’a omuz atılmaktaydı. Bir General medyanın önünde Başbakan’a ‘Pezevenk’ diye çıkışmıştı… Böylesine gözü dönmüşlüğe ben nasıl direnip karşı çıkacaktım? Muhalefet ve hatta Refah-Yol Hükümeti’nin bazı Bakanları bile Generallerle işbirliği yaparken, Ben nasıl Erbakan’ı savunacaktım? Kaldı ki ben iki kere askeri darbeyle Başbakanlıktan uzaklaştırılmış bir insandım. Bunları yaşamış biri olarak Ordudaki gözü dönmüşlüğün neyle sonuçlanacağını anlardım. O nedenle bu gözü dönmüşlüğü idare etme yoluna kaydım… Erbakan, Refah-Yol Hükümeti’nin Başbakanlığını Tansu’ya (Çiller) devretmek için bana gelip istifasını sunmak istediğinde, kendisine bundan vazgeçmesini hatırlattım… Generallerin bu istifayı fırsat bileceğini, bana başbakanlık görevini Tansu’ya verdirtmeyeceklerini, böylelikle de Refah-Yol Hükümeti’nin sona ereceğini anlattım. Ama o ‘Benim Tansu Hanım’a sözüm var; Başbakanlığı Ona devredeceğim’ diye ısrarlı davrandı.” ifadeleri ne müthiş itiraflardı. Süleyman Demirel’i, bu kendi ifşaatlarından daha güzel kim anlatırdı? Korkaklığın ve kaypaklığın akıllılık sanıldığı bir ortamda, aslında bu sözler daha fazla yoruma ve yorulmaya ihtiyaç bırakmamıştı.

Süleyman Demirel’in: “Erbakan’ı koruyamamanın bana getireceği siyasi faturanın şuurundayım. Dindarların bunun bedelini bana ödeteceklerinin farkındaydım. Ancak demokrasinin yaşaması için kendimi feda ettim.” mazeretlerine keramet uydurmaya kalkışan yandaş yazarların: “Süleyman Demirel, bunları kendini savunmak, günah çıkartmak için mi söyledi? Yoksa 28 Şubat döneminde böyle davranarak, 12 Eylül türü bir askeri darbe olmasını mı engelledi? Bunu bilemem. Onun bana bu konuda söylediklerini nakletmekten öteye geçemem. Yorum sizin. Karar tarihin.” sözleri Demirel’den aşağı kalmadıklarını yansıtmaktaydı.

Oysa 28 Şubat’ın dışarıda ABD derin devleti Yahudi Lobilerinin Hahamlar Meclisi sayılan 300’ler konseyinin kararı, içeride ise Süleyman Demirel, Mesut Yılmaz gibi siyasi, TÜSİAD gibi iktisadi ayakları, Fetullah Gülen gibi münafıkları, Masonik ve kiralık medya yazar ve yorumcuları, satılık sendika ağaları ve askeri cunta elemanlarıyla gerçekleştirildiği tarihi ve talihsiz bir kırılma noktasıdır. Asıl amaç Morrison Süleyman Demirel’i aklamak, haklı çıkarmak ve dolaylı olarak Erbakan’ı cesaretsiz ve beceriksiz göstermeye çalışmaktı. Ve tabi bu vesileyle Tayyip Erdoğan’ın da ne denli kararlı ve başarılı bir kahraman olduğu palavrasını hatırlatmaktı. Oysa Süleyman Demirel 28 Şubat sırasında işbirlikçi siyasi ayağı, Erdoğanlar ise sonrasındaki pazarlıklarıydı.

İşte 28 Şubat’ın şartları ve şarlatanları!

28 Şubat 1997’deki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında, TSK’nın cuntacı kanadı ABD Yahudi Lobilerinin talimatlarını, Refah-Yol Hükümeti’nin önüne, uygulanmasını istedikleri maddeler olarak koymuşlardı. Dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan önüne konulan bu dayatmaları hem haksızlık ve yanlışlığını 4 saat anlatıp ispatlamış, hem de asla kabule yanaşmamış ve imzalamamıştı. Sadece bu maddelerin görüşülmek ve uygulanması uygun değildir kararı verilmek üzere, Bakanlar Kurulu’na sevk edildiği Başbakanlık üst yazısını imzalayıp yollamıştı. Ve bunların hiçbir maddesi işlerlik kazanmamış ve uygulanmamıştı. Üstelik Erbakan Hoca bu 28 Şubat’tan aylar sonra ve Süleyman Demirel’in demokrasiye ve milli iradeye hile ve hıyanet tavrıyla Başbakanlıktan ayrılmıştı. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hem koalisyon protokolü maddesi hem teamül gereği Tansu Çiller’e vermesi gereken Başbakanlığı tutup Mesut Yılmaz’a vermesi ve DYP kanadına yönelik artan baskılar neticesi Erbakan Hükümeti 18 Haziran 1997’de istifa etmek zorunda kalmıştı. İşte tarihe “post modern darbe” olarak geçen 28 Şubat ve sonrasında yaşananlar şunlardı:

Yıl 1995. 24 Aralık genel seçimleri yapılmıştı.

25 Aralık: Kesin olmayan ilk sonuçlar açıklandığında Refah Partisi sandıktan birinci parti olarak çıkmıştı. İstanbullu işadamlarının gönlünde ANAYOL formülü yatmaktaydı. TÜSİAD, gazete ilanlarıyla bu formüle destek vermeye başladı. O sırada Güneydoğu’daki görevini tamamlayan Kayseri 1. Komando Tugayı’nı ziyaret eden Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı burada yaptığı açıklamada, Silahlı Kuvvetlerin, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin teminatı olduğunu belirterek, “Her türlü bağnazlık ve gericiliğin karşısındayız” gibi alakasız tavırlar takınmıştı.

Yıl 1996; 19 Şubat: ANAP lideri Mesut Yılmaz, ilk başta RP ile koalisyon yapmaya yanaşmıştı.

20 Şubat’ta, Genelkurmay eski Başkanı DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş, “Mesut Yılmaz, RP’yi iktidara taşımanın bedelini çok ağır öder” uyarısını yapmış ve haddini aşmıştı.

24 Şubat: Yılmaz, Erbakan’la koalisyon kurmaktan vazgeçince, 12 Mart’ta: ANAYOL Hükümeti Meclis’ten güvenoyu almıştı.

13 Mart: Başbakan Mesut Yılmaz ve DYP lideri Tansu Çiller, “ANAYOL’u Ordu istedi” iddiasını yine yalanlamışlardı. Doğruydu, çünkü Ordu paravandı, ANAYOL’u asıl isteyenler Yahudi odaklar ve TÜSİAD gibi faizci para baronlarıydı.

2 Nisan’da: Çiller dosyaları açılmış, TEDAŞ dosyası TBMM’ye taşınmıştı. Ardından da 10 Nisan’da TEDAŞ’tan sonra Tofaş dosyası da ortaya çıkarılmıştı. Azınlık ANAYOL Hükümeti, RP’nin Tansu Çiller hakkında Meclis’e getirdiği dosyalarla bunalıma girip sıkışmıştı.

24 Nisan: ANAYOL’da deprem başlamıştı. DYP lideri Çiller ve Enerji eski Bakanı Şinasi Altıner hakkında RP ve DSP’nin verdiği Meclis soruşturma önergeleri TBMM’de kabul edilince ANAYOL sarsılmıştı. Sırada Tofaş vardı. ANAP’ın 72 fire vermesi, ANAYOL koalisyonunun geleceğini tehlikeye atmıştı.

11 Mayıs: Çiller’in örtülü ödenekten 500 milyar harcadığı ortaya çıkmıştı. 27 Mayıs: Refah Partisi, Yılmaz hükümetini devirmek için gensoru hazırlamıştı. 4 Haziran: Genelkurmay ikinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir’in, İsrail ile ilişkilere yapılan eleştirilere cevap mahiyetinde “Türk Silahlı Kuvvetleri, dış askeri ilişkilerini devletin temel siyasi politikasına göre yürütmektedir” açıklaması ayarını ortaya koymaktaydı.

7 Haziran 1996: RP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, Cumhurbaşkanı Demirel’in hükümet kurma görevini kendisine verdiğini açıklamıştı.

15 Haziran: DYP Kilis Milletvekili Doğan Güreş“RP ile olacak koalisyonu geldiğim ocağa açıklayamam. Üst tarafı tutsam bile, alt tarafı tutamam. Bu camia beni dışlar.” derken TSK’dan öte Mason Localarını mı kastetmiş olmaktaydı?

27 Haziran: Çiller ve Erbakan, RP-DYP koalisyonu konusunda kesin olarak anlaşmaya varmışlardı. Ve 28 Haziran 1996’da Prof. Dr. Necmettin Erbakan Başbakan olarak koltuğa oturmuş, tarihi ve talihli icraatlarına başlamışlardı.

24 Temmuz: Yüksek Askeri Şura toplantısında “600 civarında dindar subayın Ordu’dan atılacağı” tartışmaları başlatılmıştı. Oysa bunların çoğu FETÖ’cü subaylardı. Ve o gün Biz bunları yazmıştık.

10 Ağustos: Başbakan Necmettin Erbakan İran, Pakistan, Singapur, Malezya ve Endonezya’ya yapacağı 10 günlük geziye çıkmış ve tarihi D-8’lerin temelleri atılmaya başlanmıştı. 11 Ağustos: İran ile ilk etapta doğalgaz, petrol ve enerji işbirliği konularında anlaşmaya varılmıştı.

28 Ağustos: Daha önce hazırlanıp imzalanan Türkiye-İsrail Savunma Sanayi İşbirliği Anlaşması askıya alınmış, sadece bazı tankların ve F-16 savaş uçaklarının mecburi modernizasyonunun (Amerika’da iki misli pahalıya patladığı için) İsrail’de yapılmasına izin çıkmıştı.

1 Eylül: Sabah Gazetesi’nin sürmanşetinde yer alan haberde İsmail Hakkı Karadayı, İran devriminden sonra Türkiye’ye kaçan bir İranlı kuvvet komutanının devrimle ilgili anılarını anlatarak, komutanın, “İran’da generaller, Humeyni hareketinin irticanın ta kendisi olduğunu fark ettiklerinde, iş işten geçmişti” şeklinde konuşmalar yapmıştı. Başbakan Erbakan, Afrika gezisine çıkma hazırlıklarını sürdürürken, ordu, medya ve bürokrasideki RP’ye yönelik Masonik baskılar gittikçe artmaktaydı. RP iktidarına karşı mücadele veren güçler darbe dâhil her türlü seçeneği çekinmeden gündeme getirmeye başlamışlardı.

2 Ekim: Başbakan Erbakan Mısır, Libya ve Nijerya ziyaretlerine çıkmıştı.

6 Ekim: Erbakan’ı ülkesinde konuk eden Libya lideri Kaddafi, CIA güdümlü Dışişleri elemanlarının kasıtlı yanıltmaları ve kışkırtmaları sonucu Türkiye’ye haksız ithamlara kalkışmış ve Erbakan’dan diplomatik bir dille gerekli yanıtları almışlardı.

24 Ekim: D-8’ler olarak adlandırılan ve Türkiye, İran, Pakistan, Malezya, Endonezya, Mısır, Nijerya ve Bangladeş’ten oluşan grubun temeli atılmıştı.

3 Kasım: Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında, İstanbul Emniyet Müdürü eski Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, katliam sanığı ülkücü Abdullah Çatlı ve Gonca Us kurtulamamışlardı. Bucak Aşireti Reisi DYP Milletvekili Sedat Bucak ise kazadan ağır yaralı olarak çıkmıştı. 8 Kasım: İçişleri Bakanı Mehmet Ağar görevinden istifa etmek zorunda kalmıştı.

10 Kasım: Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe’nin bir toplantıda “içim kan ağlayarak (10 Kasım) törenlerine katıldım” şeklindeki ucuz kahramanlık edebiyatı, sıkıntıya yol açmıştı.

4 Aralık: Mehmet Ağar’ın Abdullah Çatlı’ya silah verilmesi için hazırlanan belgeye imza attığı ortaya çıkmıştı.

6 Aralık: Ankara DGM, RP lideri Erbakan’ın Hacc konuşması ve Hasan Hüseyin Ceylan’ın patavatsız palavraları nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’na suç duyurusunda bulunmuşlardı.

24 AralıkGenelkurmay Başkanı İ. Hakkı Karadayı: “Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyenler var!” gibi talihsiz ve terbiyesiz beyanlara başlamıştı. Erbakan Kahraman Ordumuzun onurunu ve huzurunu korumaya çalışırken, bunlar Atatürk’ün kapattığı MASONLUĞUN talimatlarını uygulamaktaydı. 28 Aralık: Aczimendi başı Müslüm Gündüz ile Fadime Şahin bir evde yakalanmış, bu olay, basında günlerce gündemde tutulup Refah-Yol aleyhine kullanılmıştı.

Yıl 1997; 5 Ocak: Türk-İş öncülüğünde Hükümet’e uyarı mitingi yapılmıştı

9 Ocak: Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi Yönetmeliği, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürütülmeye başlanmıştı. 10 Ocak: Resmi dairelerdeki mesai saatlerinde, Ramazan nedeniyle mahalline göre düzenlemeler yapılmıştı. Çalışanların iftar saatine yetişebilmeleri için bazı illerde öğle tatili kısa tutulurken, bazılarında öğle tatili uygulanmamıştı. 11 Ocak: Genelkurmay, Sultanbeyli’de Belediye Başkanı’na rağmen 10 Kasım’da Atatürk heykeli diktiren 2. Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgenaral Doğu Silahçıoğlu’na sert tepki gösteren Necati Çelik hakkında suç duyurusu yapmışlardı.

Başbakan Necmettin Erbakan tarikat ve cemaat liderlerini iftar yemeğine çağırmıştı.

17 Ocak: Cumhurbaşkanı S. Demirel, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına Yargıtay Birinci Ceza Dairesi üyesi Vural Savaş’ı atamıştı. 21 Ocak: Atatürkçü Düşünce Derneği, Başbakan hakkında, konutta verdiği yemek daveti nedeniyle suç duyurusunda bulunmuşlardı. 23 Ocak: Bartın Adliyesi Yazı İşleri Müdürü Abdurrahman Güzelgün, memurların mesai saatlerinin Ramazan’a göre düzenlenmesini öngören Bakanlar Kurulu kararlarının iptali istemiyle Danıştay’a dava açmıştı.

26 Ocak: Komutanlar, Gölcük’te 72 saat süren olağanüstü şurada toplanmışlardı. Komutanların değerlendirmeleri şunlardı: 1- Org. Koman’ın sürekli Susurluk Komisyonu’na çağrılması “şova” yöneliktir. 2- Bir Generalin, bir semte Atatürk heykeli dikilmesindeki tutumu için söylenenler üzüntü vericidir. 3- Ramazan nedeniyle mesainin iftar saatine ayarlanması doğru değildir. 4- TSK iç ve dış tehdide karşı ülkeyi korumakla görevlidir. Ordu’yu iç politikaya çekme gayretleri üzüntü vericidir. Evet, sadece bu 4. madde gerçeği yansıtmaktaydı. Ama maalesef cunta ise işte tam da bunu yapmaktaydı.

28 Ocak: Danıştay, Ramazan düzenlemesiyle ilgili “yürütmenin durdurulması” kararını almıştı. Yani Yargı halkın ve yasaların değil, dayatmaların ve peşin saplantıların hizmetkârı olduğunu ispatlamıştı.

30 OcakSincan’ın RP’li Belediye Başkanı ve Şevket Kazan’ın özel adamı Bekir Yıldız, Kudüs’ü anma toplantısı düzenleyip, gereksiz şovlarla kışkırtıcılık yapmıştı. O süreçte Şevki Yılmaz gibi şarlatanlar da ortalığı kışkırtacak beyanlarda bulunmaktaydı.

31 Ocak: Başbakan Necmettin Erbakan’ın, gizli bir emirle MGK Genel Sekreteri’ne bir yıllığına Ülkede birlik ve dirliği koruma ve milli savunmayı güçlü kılma konusunda bazı görevler ve yetkiler aktardığı medyaya sızdırılmıştı.

1 Şubat: Başbakan Erbakan, kamuoyundan gelen tepkiler ve DYP’deki bazı bakanların “imza koymayız” direnişlerine rağmen üniversitelerde başörtüsünü serbest bırakan kararnameyiBakanlar Kurulu’nda imzaya açmıştı. 3 Şubat: Sincan’daki Kudüs gecesine DGM inceleme başlatmıştı. 5 Şubat: Sincan halkı o sabah tank sesleriyle uyanmıştı.

7 Şubat: İstanbul’daki üniversitelerin öğretim üyeleri; başörtüsüne serbestlik tanıyan iktidarın üniversitelerden elini çekmesini söyleyip Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyenlerle mücadele edecekleri kılıfıyla Siyonist patronların ve işbirlikçi piyonların sözcülüğüne soyunmuşlardı.

8 Şubat: ANAP lideri Mesut Yılmaz, Türkiye’de büyük bir tehlikenin söz konusu olduğunu iddia ederek, “RP’nin tabanı militanlaşıyor, hatta silahlanıyor” kışkırtmasına kalkışmıştı. Aynı Mesut Yılmaz şimdi, TSK’ya karşı halka pompalı silah dağıtılmasına sessiz kalan AKP iktidarını ve Sn. Erdoğan’ı savunmak için ta Amerika’ya koşmaktaydı. 10 Şubat: Adalet Bakanı Şevket Kazan‘ın “sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemi için “Elektrikleri söndürüp mum söndü oynuyorlar” gibi kasıtlı ve kışkırtıcı sözleri Alevilerin büyük tepkisine yol açmış ve marazlı medya bunu Erbakan’ın aleyhine kullanmışlardı.

14 Şubat: DGM, Sincan davasında Bekir Yıldız ve Nurettin Şirin’le birlikte 9 kişiye daha tutuklama kararı almıştı. Yoğun baskılar altında bunalan Başbakan Yardımcısı Çiller, DYP’li bakanların üniversitelerde türban serbestisi kararnamesini imzalamayacaklarını açıklamıştı.

15 Şubat: Müslüman bir ülkede, İslam’ın bütün kuralları anlamına gelen Şeriat’a karşı sözde çağdaş kadınlar yürüyüşü yapılmıştı.

21 Şubat: İsrail ağzıyla: “İran terörist devlet muamelesi görmeli” diyen Org. Çevik Bir, Sincan’dan geçen tanklarla ilgili olarak da; “Demokrasiye balans ayarı yaptık” küstahlığından sakınmamıştı.

Ve ABD, İran’la yapılan enerji işbirliği anlaşmasının iptalini isteyip darbenin asıl nedenini açığa vurmuşlardı.

24 Şubat: S. Demirel: “Kim ki, dini siyaset malzemesi yapıp, istismar edip, rejimin karakterini değiştirmeye kalkarsa, karşısında Cumhuriyet Savcısı’nı bulacaktır. Cumhuriyet’in temel niteliklerini değiştirmek için yola çıkacak hiçbir heyetin ömrü uzun olmayacaktır. Savcılar, hâkimler görevlerini yapmaktadırlar, yapacaklardır. Medya görevini yapmaktadır ve yapacaktır. Cumhuriyetin kazanımlarını koruyacak kadar Türk vatandaşı vardır.” beyanatıyla dış odakların ve Masonik kanadın avukatlığını yapmışlardı.

25 Şubat: Oramiral Güven Erkaya Refah Partisini kastederek: “Aşırı dinci akımlar bugün, PKK tehdidinden daha büyük bir tehlike haline geldi” küstahlığına kalkışmıştı.

26 Şubat: Türk-İş, DİSK ve TESK’ten rejime yönelik tehditlere karşı güç birliği kararı alınmıştı ve İstanbul çağdaş kadın kuruluşları birliği, laiklik için eylem başlatmışlardı.

28 Şubat 1997: MGKCumhurbaşkanı Demirel başkanlığında toplanmıştı. Türkiye’de 1997’den sonraki dönemde meydana gelen siyasal ve sosyal gelişmeleri belirleyen bu tarihi toplantı, dokuz saati aşmıştı. MGK’da Atatürk ilke ve inkılâplarının ödünsüz uygulanması, temel eğitimin sekiz yıla çıkarılması, İmam Hatip okullarının meslek okullarına dönüştürülüp kapatılması, sözde irticai faaliyetlere karıştıkları için TSK’daki görevlerine son verilen askerlerin belediyelerde çalıştırılmaması dayatmalarını Erbakan tam dört saat yanıtlayıp karşı çıkmış, ama bildirinin sonunda “tavsiye edilir” kelimelerinin yerine “yaptırım” kelimesinin kullanılması “muhtıra” şeklinde yorumlanmıştı. Bu tarihten sonra yaşanılan gelişmeler, bu değerlendirmenin bir anlamda doğruluğunu ortaya koymaktaydı.

2 Mart: Erbakan Hoca hükümete bildirilmek üzere MGK’da alınan yirmi maddelik kararlar listesinde bazı ifadelerin haksız ve yanlış olduğunu öne sürerek kararları imzalamamıştı.

Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak, “Ordu ile uyum içindeyiz” diyen Erbakan’a “Ordu, Atatürk’e inananlarla uyum içindedir” karşılığını verip, Kemalizm’in Siyonizm’in ve Masonik merkezlerin kılıfı yapıldığını ispatlamıştı.

3 Mart: Başbakan Erbakan, “Demokratik sisteme destek için” parti liderlerini ziyarete başlamış, ancak maalesef umduğunu bulamamıştı. Erbakan “Hükümet, TBMM’de kurulur. MGK’da kurulmaz” diyerek dış mihrakların ve işbirlikçi takımının ayarını ve amacını ortaya koymuşlardı.

4 Mart: Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu Başkanı Derviş Günday, Türk-İş Genel Başkanı Bayram Meral ve DİSK Genel Başkanı Rıdvan Budak MGK kararlarına tam destek verdiklerini açıklayıp kimlerin kulları olduklarını açığa vurmuşlardı.

5 Mart: Erbakan, bütün baskılarına rağmen MGK kararlarını imzalamamış, sadece bunların görüşülmek üzere Bakanlar kuruluna sevk yazısını hazırlamıştı.

7 Mart: Cumhurbaşkanı Demirel, “MGK kararlarının uygulanmaması halinde devletin tıkanacağını, uygulamayanların (yani Erbakan’ın) sorumlu olacağını” söyleyecek kadar bayağılaşmıştı.

9 Mart: MGK kararlarının uygulanmasıyla ilgili ilk çatlak, 8 yıllık kesintisiz eğitimde çıkmış, MGK, 8 yıllık temel eğitimin kesintisiz olmasını isterken; RP, İmam Hatip’lerin orta kısımlarının zorunlu eğitim kapsamında kalmasını sağlayacak 5+3 modelinde ısrarlı olduklarını açıklamıştı. 14 Mart: 28 Şubat kararları Meclis’te tartışılmıştı.

23 Mart: Erbakan 8 yıllık eğitimin uygulanamayacağı konusunda MGK’yı ikna için bir rapor hazırlamış, ortağı DYP’den de destek almıştı.

25 Mart: MGK kararlarıyla ilgili olarak ilk kez konuşan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı, RP’nin ısrarlarına karşı çıkıp MGK’nın anayasal bir kuruluş olduğunu hatırlatmış ve “Burada alınan kararlar, herkesin riayet etmesi gereken kararlardır” beyanında bulunmuşlardı.

26 Mart: Sağlık Bakanı Yıldırım Aktuna tüm illere türban yasağı genelgesini yollayıp, Mason Localarının talimatını uygulamıştı. 27 Mart: DYP’de hükümetten çekilelim sesleri yükselmeye başlamıştı.

30 Mart: Ankara Müzik Festivali’nin açılışında gerçekleştirilen konserde şimdi AKP’lilerin saygıyla andığı Morrison Süleyman Demirel’in “İşte çağdaş Türkiye!” dediği an, izleyiciler ayağa kalkarak “Laik Türkiye!” sloganları atmıştı.

31 Mart: Milli Eğitim Bakanı DYP’li Mehmet Sağlam, 8 yıllık kesintisiz eğitim başlarken, İmam Hatip’ler dâhil bütün orta okulların kapatılacağını açıklamıştı. 12 Nisan: THK Başkanı Atilla Taçoy, kurban derisi toplama yetkisinin MGK tavsiyesince kendilerine ait olduğunu vurgulamıştı. Ve 13 Nisan: Tüm Valiler Laiklik Zirvesi için Ankara’ya çağrılmıştı.

20 Nisan: ANAP lideri Mesut Yılmaz, “Size müjdem, bayramdan hemen sonra bu Hükümet yolcudur. Falcılık falan yapmıyorum, bilerek söylüyorum” ifşaatında bulunup Yahudi Lobilerinin ve Masonik Merkezlerin planını ortaya koymuşlardı.

24 Nisan: Hiç utanmadan, haddi ve görevi olmadan: RP’yi eleştiren, Erbakan Hoca’ya hakarete yeltenen Tuğgeneral Osman Özbek’e DYP’li Milli Savunma Bakanı Turan Tayan ise “Paşa’ya dokunamazlar” diyerek sahiplenmeye kalkışmıştı. Erbakan’ın yakın çevresi sayılan Milletvekili, Bakan ve Belediye Başkanlarından, bu Osman Özbek küstahına tutarlı ve tumturaklı bir yanıt çıkmaması ise tek kelime ile mide bulandırıcıydı.

26 Nisan: Genelkurmay Başkanlığı, Atatürk ve laiklik karşıtı gelişmelerin yoğunlaşması üzerine Kara Kuvvetleri Komutanlığı fabrikalarında biri asker diğeri sivil giyimli Atatürk büstü yaptırarak askeri kuruluş ve okullara gönderme kararı almıştı.

27 Nisan: MGK’da uyarılan Refah-Yol’a bir ay süre tanınmıştı. 30 Nisan: Türk Silahlı Kuvvetleri, yeni savunma konseptini açıkladı: “İç tehdit, dış tehdidin önüne geçti. İrticanın yok edilmesi hayati öneme haizdir” safsataları sıralanmıştı. Genelkurmay, medya mensuplarına 3.5 saat brifing verip Milli iradeye ve demokrasiye tahammülsüzlüklerini açığa vurmuşlardı. 8 Yıllık kesintisiz eğitime RP kanadı direnirken DYP yöneticileri ve Çiller, 8 yıllık kesintisiz eğitimin uygulanması gerektiğini kamuoyuna açıklamıştı. Tartışmalar sürerken Erbakan bazı milletvekilleriyle birlikte 25. kez Hacca uğurlanmıştı. 4 Mayıs: Merzifon Jet Üssü’nde düzenlenen törende Başbakan Erbakan gelince sonradan CIA elemanı ve FETÖ uşağı oldukları anlaşılacak bazı subaylar ayağa kalkmayarak, edep ve erdem yoksunu olduklarını ispatlamışlardı.

5 Mayıs: Org. Çevik Bir İsrail’e gidip Siyonist patronlarına rapor ulaştırmıştı.

10 Mayıs: DYP lideri Çiller, partisinin Sultanahmet Meydanı’nda düzenlediği mitingde Sabah grubunun 200.4 milyon Dolar, Doğan grubunun ise 424.8 milyon Dolar devlet desteği aldığını açıklamıştı.

11 Mayıs: Sultanahmet’te yüz binlerin katılımıyla 8 yıllık kesintisiz eğitime karşı tarihi bir miting yapıldı.

14 Mayıs: Genelkurmay Başkanı Org. Karadayı, Türkiye’de “Or” rütbesi bulunan 15 generali 26 Mayıs’ta toplantıya çağırdı. Olağanüstü Yüksek Askeri Şura niteliğindeki toplantıya Erbakan ve Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan da davet olunmuşlardı.

15 Mayıs: Aynı gün “Sarık operasyonu” da başlatılmıştı.

19 Mayıs: Zülfü Livaneli’nin Ankara Hipodromdaki konserinde: “Kemalistler burada, Erbakan nerede!” diye kıçını yırtanlar, AKP’yi iktidara hazırladıklarının farkında bile olmayacak kadar ahmaklar takımıydı.

Ve nihayet 22 Mayıs: Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, “Türkiye’yi iç savaşa sürüklüyor” gerekçesiyle RP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne başvuru yapmıştı.

30 Mayıs: RP’li Şevki Yılmaz’ın 7 yıl öncesinde yaptığı bir konuşma, daha sonraki ucuz kahramanlık cazgırlıklarıyla harmanlanıp televizyon kanallarında gösterilmeye başlanmıştı. 4 Haziran: Yıldırım Aktuna: “Laikler birleşsin” çığırtkanlığına başvurmuşlardı. 5 Haziran: TSK’daki bütün General ve Amiraller, RP Rize Milletvekili Şevki Yılmaz hakkında suç duyurusunda bulunmuşlardı.

6 Haziran: Genelkurmay’dan irticacı kuruluşlar diye adlandırılan Milli oluşumlara ve Siyonist sömürü çarkına çomak sokanlara karşı ambargo kararı alınmıştı. 11 Haziran: Genelkurmay’dan hâkim ve savcılara brifing verilmiş ve sözde bağımsız yargı uyarılmıştı. 12 Haziran: Genelkurmay bu sefer medyaya irtica brifingi sunmuşlardı 13 Haziran: Genelkurmay, yargı mensuplarını ikinci kez brifinge çağırmışlardı.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nicholas Burnk“ABD, Türkiye’de sivil yönetimi desteklemektedir” diyerek, askeri darbeyle değil, post modern yöntemlerle Erbakan’ın devre dışı bırakılması gerektiğini hatırlatmışlardı.

16 Haziran: Kombassan’ın 15 trilyonuna tedbir koymuşlardı. 17 Haziran: Komutanlar sürpriz bir zirve yapmışlardı. Los Angeles Times’de çıkan “ABD Türk Ordusu’nu ‘Darbe yok!’ diye uyardı” başlıklı haber Türkiye’nin olası bir darbeden son anda kurtulduğunu ortaya koymaktaydı.

Ve 18 Haziran 1997: Erbakan, ülkeyi kışkırtılan bu kaostan ve Ordu-Millet kapışmasından korumak üzere ve örnek bir feragat ve ferasetle Başbakanlıktan istifa edip ayrılmıştı.

20 Haziran: Süleyman Demirel 55. Hükümeti kurma görevini Tansu Çiller’e vermesi gerekirken, tutup ANAP Başkanı Mesut Yılmaz’a sunmuşlardı!

24 Haziran: DSP Milletvekili Tahsin Baycık; 2-3 milyon Dolar olan transfer tekliflerinin 5 milyona dayandığı itirafında bulunmuşlardı. Yani DYP’li Milletvekillerinin birçoğu böyle ayartılmıştı.

3 Temmuz: Emniyet görevlisi Hanefi Avcı: “Eğer ihtilal hazırlığı varsa, bunu izlemek polisin görevidir. Bu yasal olarak hakkımızdır” çıkışıyla ucuz kahramanlık yapmıştı. Oysa Erbakan’a yönelik bunca saldırı ve sıkıntı yaşanırken tısı çıkmamıştı!

11 Temmuz: Batı Çalışma Grubu, subayların eş ve çocuklarını, istihbarat toplama görevi ile sorumlu kılmıştı. 29 Temmuz: Ankara’da 8 yıllık kesintisiz eğitim protestosu yapılmıştı. 1 Ağustos: Türkiye’nin her yanında kesintisiz eğitim protestoları başlamıştı. 2 Ağustos: Y. Günaydın Gazetesi, birinci sayfadan yaptığı “İrticaya Karşı Zırhlı Kolordu” başlıklı haberde, Genelkurmay Başkanlığı’nın hazırladığı yeni bir talimatnamede irticai ayaklanmalara anında müdahale edecek zırhlı kolorduların yurdun her yanında konuşlandırılacağı hatırlatılmıştı. 3 Ağustos: Emniyetteki irticai kadrolaşma(!) yakın takibe alınmıştı. BÇG’nin gizli emri 55. Mesut Yılmaz Hükümeti tarafından uygulamaya konacaktı. Kamu kurum ve kuruluşlarında çalışan muhafazakâr insanlar fişlenmeye başlanmıştı. 9 Ağustos: Yurt çapında 8 yıl kesintisiz eğitime karşı gösteriler yaygınlaşmıştı.

11 Ağustos: Emekli DKK Oramirali Güven Erkaya: “Eğer birileri Türkiye’yi İran yapmak istiyorsa, Laik demokratik rejimin yerine, din devletini getirmeye niyetleniyorsa… Düşündük ki o kafadakileri önce ‘söylemle’ caydıralım olmazsa başka tedbirler alalım” açıklamasıyla ayarını ortaya koymuşlardı.

17 Ağustos: 8 yıllık kesintisiz eğitim yasası Meclis’ten geçip resmiyet kazanmıştı.

25 Ağustos: Eyüp Sultan Camii’nde kesintisiz eğitimi protesto etmek amacıyla toplanılan sabah namazları başlamıştı. 30 Ağustos: Jandarma Gen. Kom. görevini devreden Teoman Koman: “Esas önemli tehlike, PKK’dan bile daha tehlikeli olan irticadır.” diyerek İslam düşmanlığını kusmuşlardı.

31 Ağustos: Fetullah Gülen: “Oyları %15’in bile altına düşen RP’yi kapatmak yerine, dava sürerken seçime gitmek daha makul olur” diyerek Yahudi lobilerinin tercümanlığını yapmıştı. 10 Eylül: BÇG: “Sabah namazları çıkışında yapılan gösteriler devam ederse ve irtica tehlikesi sürerse Atatürk ne yaptıysa onu yaparız” tehdidini savurmuşlardı.

12 Eylül: Onbaşı Kadir Sarmusak, BÇG’ye ait gizli belgeleri sızdırdığı gerekçesiyle yargılandığı davada, “Bülent Orakoğlu, Hanefi Avcı ve kendisini yargılayan askeri savcı dâhil 3800 telefonun dinlendiğini” aktararak, “Askerler herkesi dinledi. 55. Hükümet’in kuruluşunu anlatırsam çok kişi zorda kalır.” itirafında bulunmuşlardı. 7 Ekim: İstanbul Üniversitesi’nde başörtülü öğrencilerin kayıtları yapılmamıştı.

10 Ekim: Meral Akşener: “Genelkurmay, kanunlara aykırı olarak bir casusluk masası kurmuştur. Genelkurmay 65 milyon insanı fişliyor. Valiyi, kaymakamı, öğretmeni, doktoru fişliyor. Asıl insanları bölen bunlardır.” diyerek, Siyonist Lobilerin ve Masonik Merkezlerin bütün suçlarının sorumluluğunu TSK’nın sırtına yükleyip, perde arkası patronları gizlemeye çalışmaktaydı.

16 Ekim: “Kudüs Gecesi” davasından yargılanan Sincan eski Belediye Başkanı Bekir Yıldız 3 yıl 9 ay, Nurettin Şirin 17.5 yıl hapis cezasına çarptırılmış ve Erbakan’ın yanına özel yerleştirilen kripto Şevket Kazan, hemen bu şarlatanın, hem de resmi arabayla ziyaretine koşmuşlardı. Sanki Refah’ın kapatılmasına mazeret, AKP’nin kurulmasına meşruiyet kazandırma çabasındaydı. Çünkü böyle kritik bir ortamda Bekir Yıldız şarlatanını ziyaretinin başka bir anlamı olamazdı. 19 Kasım: RP’nin kapatılması davasına başlanmıştı. 29 Kasım: Sivas davası sonuçlanmış: 33 idam çıkmıştı. 5 Aralık: MGK’da “Türkçe ibadet” konusu ele alınacağı konuşulmaktaydı.

25 Aralık: MGK’nın İslamcı sermayeyi önleme kararı üzerine hükümet harekete geçmeye başlamıştı. 26 Aralık: aynı MGK, her nedense 9 aydır Susurluk Araştırma Komisyonu’na bilgi vermeye yanaşmamıştı!?

Ve yıl: 1998; 4 Ocak: Ders kitaplarında Darwin’in evrim safsatasını yaygınlaştırmak için çalışmalar başlatılmıştı.

16 Ocak: Türkiye’nin birinci partisi RP, “Laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu” iddiasıyla kapatılmıştı.

2 Şubat: Diyanet’in 5. sınıftan sonra Kur’an kurslarına gidilebileceğini öngören yönetmeliği, Danıştay tarafından 8 yıllık kesintisiz eğitime uygun olmadığı gerekçesiyle bozulup askıya alınmıştı.

6 Mart: Tansu Çiller, 28 Şubat sürecinde aktif rol üstlenen bir bürokrat tarafından tehdit edildiğini açıklamıştı. Kendisine: “Siyaseti hemen bırak ve hatta Türkiye’yi terk et, yoksa hiç de iyi şeyler olmayacak” mesajı yollanmıştı. 24 Mart: Mesut Yılmaz Hükümeti, “irtica ile mücadele” yasa tasarısını Meclis’e yollamıştı. Hürriyet Gazetesi bu haber için “İrticaya karşı topyekün savaş” başlığını kullanmıştı.

25 Mart: “5’li çete” olarak adlandırılan TOBB, TİSK, DİSK, Türk-İş ve TESK, azınlık hükümetine tam destek verdiklerini açıklamıştı. 27 Mart: İçişleri Bakanlığı 80 ilin valisine bölücü ve irticai faaliyetlerle mücadele için yeni ve sert talimatlar yollamıştı. 2 Nisan: İçişleri Bakanı Başeskioğlu, 300 Belediye Başkanı hakkında soruşturma başlatmıştı.

18 Nisan: Genelkurmay 2. Başkanı Org. Çevik Bir’e bağlı olarak çalışan Psikolojik Harekât Dairesi’nde yapılan bir toplantıda, “İrticanın birinci tehdit olmasıyla birlikte dairenin, plan ve uygulamalarını bu yöne kaydırdığı” vurgulanmıştı.

Derken 21 Nisan: İstanbul Büyük Şehir Belediyesi Başkanı Recep T. Erdoğan, Diyarbakır DGM tarafından şiir okuduğu için 10 ay hapis cezasına çarptırılmıştı.

Böylece Sn. Erdoğan’ı gündeme taşıyıp parlatma ve AKP’yi kurup iktidara taşıma projesi fiilen uygulanmaya başlanmıştı.

24 Mayıs: İslamcı Vakıf yöneticilerinin evlerine seri baskınlar yoğunlaşmıştı. Akabe Vakfı yöneticileri gece yarısı ev baskınları ile Emniyet’e götürülerek sorgulanmıştı. Bütün bunlar, dindarları Erdoğan’ın çevresinde toplama operasyonlarıydı.

31 Mayıs: ABD’deki Yahudi Lobisi’nin etkili kurumu JİNSA, Erbakan hükümetini kendilerinin düşürdüğünü itiraf etmekten sakınmamıştı.

9 Haziran: İÜ Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu’nda sınava giren başörtülü öğrenciler, çevik kuvvet ekiplerince zorla dışarı çıkarılmıştı. 10 Haziran: İÜ Fen Fakültesi’nden 11 başörtülü öğrenci mezuniyetlerine bir hafta kala okuldan atılmıştı. 11 Haziran: İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin değişik alanlarında eğitim gören öğrenciler sınavlara alınmamıştı. 12 Haziran: Anadolu ve fen liseleri sınavlarına başörtülü öğrenciler sokulmamıştı. 17 Haziran: Uludağ Üniversitesi’nde dönem birincisi başörtülü Hatice Topçu yerine birinci ilan edilen Nihat Karabek ödülünü almamıştı. 22 Haziran: Başörtüsü mağdurları tarafından İstanbul’dan Ankara’ya “özgürlük yürüyüşü” yapılmıştı.

24 Haziran: 100 bin öğretmen açığı olan MEB, 3 bin 500 öğretmeni başörtülü oldukları için görevden atmıştı. YAŞ’zede Astsubay Bilgehan Özcan’ın hanımı: “Eşime, başımı açmam için uyarı yapılmıştı. Eğlencelere katılmam için zorlanmıştı” itirafında bulunmuşlardır. 27 Haziran: Diyanet, camilerde okuttuğu hutbe ile TSK aleyhindeki propagandalara dikkat çekip “TSK, Peygamber ocağıdır” vurgusu yapılmıştı.

9 Temmuz: MASK yine değişti: Milli Askeri Stratejik Konsept’in yeni hedefi: “İslami sermaye” olduğu anlaşılmıştı. 2 Ağustos: Cami yapımını kısıtlayan yasağı yürürlüğe sokmuşlardı. 4 Ağustos: Ankara 1 no’lu DGM, “Bir Halk Düşmanı” adlı oyunun yazarı ve oyuncusu Mehmet Vahi Yazar’ı 24 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı.

Bütün bu adımların ve baskıların dindar halkı üzüp-ürkütüp din istismarcısı AKP’ye taraftar olmalarını sağlamak amaçlı yapıldığı çok sonralar anlaşılacaktı!

6 Ağustos: Genelkurmay Başkanlığı’na Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu, Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na Orgeneral Rasim Betir ve 1. Ordu Komutanlığı’na Orgeneral Çevik Bir atanmıştı!

9 Ağustos: İÜ Rektörü Alemdaroğlu, üniversitelerde kılık kıyafet yasağını serbest bırakan 2547 sayılı kanunun ek 17. maddesini üniversitenin mevzuat kitabından çıkarttırmıştı. 25 Ağustos: Süleyman Demirel: “Bu seçim (18 Haziran) mesaj isteyen seçim olmaktadır.” Seçmenin yönlendirilmesi lazımdır” diyerek AKP’nin propagandasını yapmışlardı. 11 Eylül: MEB önünde, binlerce başkentli, İHL öğrencilerinin üniversiteye girişlerinin engellenmesini, başörtüsü yasağının devam etmesini ve öğretmen sürgünlerini protesto edip Erdoğan lehine sloganlar atmışlardı. 24 Eylül: Recep T. Erdoğan hakkında verilen hapis cezasının onanması üzerine, on binlerce İstanbullu, Erdoğan’a verilen cezayı protesto etmek amacıyla İstanbul Büyükşehir Belediyesi önünde toplanmıştı.

11 Ekim: Yurdun dört bir yanında başörtüsü yasağına karşı “Özgürlük İçin El Ele” eylemi başlatmıştı. Yüz binlerce insanın el ele verdiği eyleme, birçok yerde polis müdahalesi olmuş ve 600’den fazla kişi gözaltına alınmıştı. 26 Kasım: Başörtüsü yasağı, İÜ İlahiyat Fakültesi’ne de sıçramıştı. 6 Aralık: 3 yılda 626 TSK mensubu Ordu’dan atılmıştı. Büyük çoğunluğunun gerekçesi “irtica”ydı.

Ve yıl 1999; 9 Ocak: Harp Akademileri Komutanlığınca hazırlanan kitapta “İrticaya karşı yeni bir Kurtuluş Savaşı” başlatılması gerektiği vurgulanmış ve bu nedenle dışarı sızdırılmıştı!

15 Ocak: Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde Ekonomik Çalışma Grubu yapılandırılmıştı. 11 Şubat: İrticai faaliyetleri izlemek için Emniyet Müdürlerinden 20’şer kişilik izleme birimleri hazırlanmıştı.

6 Mart: Ankara Sosyal Araştırmalar Merkezi’nin araştırması sonuçları yayınlanmıştı: Bütün siyasi partilerin tabanının yüzde 70’i İmam Hatiplerdeki başörtüsü yasağını yanlış bulmaktaydı. Halkın yüzde 19.9’u yolsuzluğu tehlike olarak görürken; İrticayı tehlike görenlerin oranı sadece yüzde 6.5 civarındaydı. 23 Mart: Ankara DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel: Siyasi Partiler Yasası’na aykırı hareket ettiği gerekçesiyle Refah’tan sonra kurulan FP hakkında yasal işlem yapılması için Yargıtay Başsavcılığı’na başvurmuşlardı. 24 Mart: Genelkurmay Başkanı, Kuvvet Komutanları ve 20 emekli Orgeneral, Gazi Orduevi’nde 3.5 saat süren sürpriz bir yemekte buluşmuşlardı. Kuvvet komutanları, 312. maddenin kaldırılmasının parti kapatmayı zorlaştıracağını açıklayan Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş’ı haklı bulmuşlardı.

3 Nisan: DGM Savcısı, Nuh Mete Yüksel, kapatılan RP’nin eski yöneticileri N. Erbakan, O. Asiltürk, Ş. Kazan, Z. Ergezen ve Ö.V. Hatipoğlu hakkında idam istemiyle fezleke hazırlatmıştı. 6 Nisan: FP Genel Başkanı: “İmam hatiplerde okuyan 500 bin öğrenci yerine 150 bin öğrenci kaldı. İmam hatiplerin önünü kestiler” açıklamasını yapmıştı.

18 Nisan: Türkiye’de erken genel ve yerel seçimler yapılmıştı.

20 Nisan: 18 Nisan seçimlerinin sonuçları açıklanmıştı: ANAP %13.4 (85 milletvekili), MHP% 18 (128 milletvekili), DYP %12.2 (89 milletvekili), FP %15.4 (109 milletvekili), DSP %21.7 (136 milletvekili), Bağımsız 3 milletvekilleri çıkarmıştı. 3 Mayıs: Merve Kavakçı’nın Meclis’te başörtülü olarak yemin etmesine engel olmuşlardı. 5 Mayıs: Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel: “Kavakçı için, ajan-provokatör sözünü ben kullandım” buyurmuşlardı.

8 Mayıs: FP’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne dava açan Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, iddianamede: “FP Genel Başkanı, yöneticileri, Belediye Başkanları ve Milletvekilleri kan içen vampirler gibi dinsel inançları sömürüyorlar. Bu habis Ur’un temizlenmesi lazımdır” gibi asılsız, alakasız ve ahlaksız isnatlarda bulunmuşlardı. 10 Mayıs: İstanbul Valisi Erol Çakır, Emniyet Müdürü Hasan Özdemir ve 1. Ordu Komutanı Org. Çevik Bir, medya patronu Aydın Doğan’ın Çamlıca’daki villasında dört saat toplantı yapmışlardı.

15 Mayıs: Org. Kıvrıkoğlu, türbanla ilgili: “Yüksek mahkemeler noktayı koydu. Kararlar herkesi bağlar. Meclis, devlet, hükümet ve kamuda başörtüsüyle görev yapılamaz” şeklinde görüş açıklamıştı. 31 Mayıs: Malatya’da başörtüsü davasında başörtülüler hakkında idam cezası istenecek kadar barbarlaşılmıştı.

23 Haziran: F. Gülen: “Ordusuna, milletine laf ettirmeyen cephedeyim. Atatürk’ü hedef alan sözlerim sürçü lisan” diyerek münafıklığını ispatlamışlardı. 24 Haziran: Apo: “Demokratik Cumhuriyet’e hizmet erdemdir. Beni asmayın, hizmet edeyim” diye yalvarmıştı.

21 Temmuz: İstanbul Şile’deki evlerinde komşu çocuklarına Kur’an öğreten Emine, Selim, ve Nuray Bayraklı gözaltına alınmıştı. 23 Temmuz: Malatya’da başörtü yasağını protesto eden 76 kişi Malatya 1 nolu DGM’de yargılanmıştı.

Kur’an-ı Kerim’in 12 yaşından önce öğrenilmesi DSP, ANAP ve MHP oylarıyla yasaklanmıştı.

26 Temmuz: Açık Öğretim Fakültesi sınavına giren başörtülü öğrencilerin kâğıtlarına sıfır notu yazılmıştı. 29 Temmuz: Danıştay, sarı basın kartlarında “türbanlı fotoğraf kullanılamayacağına” dair görüş aktarmışlardı. 2 Ağustos: Kemal Gürüz: “Türban yasağına uymayan gider” uyarısında bulunmuşlardı. Ve bütün bunları AKP’ye taraftar toplamak ve alt yapı hazırlamak olduğunu anlamayan ahmaklar laiklik marşlarıyla coşup durmaktaydı!

17 Ağustos: Marmara Bölgesi 7.4 şiddetindeki depremle sarsılmıştı. İzmit, Adapazarı, Yalova ve İstanbul’da binlerce ölü ve yaralı vardı.

25 Ağustos: İstanbul Valiliği, deprem mağdurlarına yardım eden Mazlum-Der ve İHH gibi sivil kuruluşların hesaplarına el koyduğunu açıklamıştı. 4 Eylül: Org. Kıvrıkoğlu: “28 Şubat, bin yıl sürecek” mesajını yayınlamıştı.

7 Eylül: Yargıtay Başkanı Sami Selçuk: “Bu anayasa meşru değil. 1982 Anayasası tehditle kurşun yerine oyla kabul ettirildi. Yüzde 93 çoğunluk, halkın onuruna saldırıyla elde edildi.” diyerek AKP’nin kuruluşunun fikri alt yapısına hizmet ve hazırlık sunmuşlardı.

10 Eylül: Milli Eğitim Bakanlığı özel okullarda da kız ve erkek öğrencilerin karma eğitim yapmasını kararlaştırdı ve türban yasağını hatırlattı. 23 Eylül: Marmara Üniversitesi, kayıt yaptırmak için gelen başörtülü öğrencileri içeri bile sokmamıştı. 28 Eylül: Tuğgeneral Yalçın Işımer, GATA’nın açılışında öğrencilerine ilk dersi şöyle anlattı: “Arap kafalı adamları, Atatürk’e dil uzatanları belleyeceğiz. Türkçe ninnilerle büyüdük, dualarımız da Türkçe olacak” diye horozlanmıştı. Işımer, Hz. Peygamber ve ashabına da “bedevi” diyerek hakaret etmekten sakınmamıştı.

11 Ekim: Yeni Asya Gazetesi sahibi Mehmet Kutlular, Said Nursi için okunan mevlitte konuştu: “28 Şubat sürecinin planları, Gölcük’teki Deniz Kuvvetleri’nde yapıldı. Depremin üssü de orasıdır.” gibi ilgisiz ve seviyesiz açıklamalar yaparak TSK’yı karalamaya asıl 28 Şubatın patronları olan Amerika’yı aklamaya çalışmıştı.

17 Ekim: Uludağ Üniversitesi Rektörü Ayhan Kızıl, Bursa 2. idare Mahkemesi kararına rağmen başörtülülerin okula alınamayacağını açıklamıştı. 19 Ekim: DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel, Milletvekili Merve Kavakçı’nın evine önce polis yollamış. Sonra kapısını kırmaya gidecek kadar hırçınlaşmıştı. Aynı gün; Pakistan’da darbe yapan Genelkurmay Başkanı Org. Pervez Müşerref, “Atatürk’ü örnek aldığını ve Türkiye’dekine benzer bir Milli Güvenlik Kurulu oluşturacağını” açıklamıştı.

İHL öğrencilerinin türbanla derslere girmesi yönünde karar veren Bursa 2. İdare Mahkemesi Başkanı Sabri Ünal, görevinden alınarak Aydın Bölge İdare Mahkemesi’ne sade üye olarak atanmıştı. 23 Ekim: Ahmet Taner Kışlalı’nın cenazesine Ankara’daki bütün subay ve astsubaylar üniformalarıyla katılmış ve Kocatepe Camii önünde bir grup “Kahrolsun Şeriat!” diye bağırmıştı. 29 Ekim: MGK’nın önceki günkü toplantısında asker kanadı, RTÜK’ü de gündeme taşımıştı. Bölücü ve irticai televizyon ve radyo yayınlarının arttığına dikkat çeken askerler, denetim için RTÜK yasasında gerekli değişikliğin yapılmasını ve yaptırımların artmasını buyurmuşlardı.

10 Aralık: Danıştay oy birliğiyle aldığı kararda: “Laik eğitime, yükseköğretim düzenine aykırı eylemler, demokratik olamaz. Rektör üniversitede huzur bozan eylemleri, laiklik ilkesini de gözeterek önleyebilir” yorumunda bulunmuşlardı. 12 Aralık: İnsan Hak ve Özgürlükleri Platformu, “inanca, düşünceye ve emeğe saygı” için el ele zinciri oluşturmuş, Türkiye çapında oluşturulan zincire, yasağa rağmen on binler katılmıştı.

Yıl 2010; 7 Ocak: IMF Türkiye’ye yerleşme kararı almıştı ve bu maksatla özel bir şube açacaktı. Artık ekonomimizi IMF denetlemiş olacaktı!

13 Ocak: TÜSİAD Raporu’nda İHL’lere kız öğrencilerin alınmaması ve nüfus cüzdanlarından din hanesinin kaldırılması teklifi yer almıştı. 17 Ocak: Hizbullah operasyonu: Hizbullah’ın lideri Velioğlu, Beykoz’daki çatışmada ölü olarak yakalanmıştı. MİT, Apo operasyonu için Cavit Çağlar’ın özel uçağını 200 bin Dolara kiralamıştı.

10 Şubat: Cübbeli Ahmet Hoca’ya ait Çavuşbaşı’ndaki Fetih Külliyesi’ne devlet el koymuşlardı. 12 Şubat: Eskişehir Özel Tip Cezaevi’ne nakledilen İBDA-C’lilerin saç ve sakalları zorla tıraş ettirilip hakarete uğramışlardı. 16 Şubat: Hürriyet Gazetesi: “İslamcı aydın ve yazarlar, Hizbullah vahşetinin ardından Siyasal İslam’dan çark ederek, ‘Din ideoloji değildir’ demeye başladılar.” diye dalga geçmeye başlamıştı. 27 Şubat: Başsavcı Vural Savaş: “Parti kapattıran Anayasa hükmü değiştirilirse laik cumhuriyet savunmasız kalır.” diye uyarmıştı.

Ve tabi bütün bunlar, sonuçta AKP’nin tek başına iktidar olmasına yaramıştı. Bunların tesadüfen ve sonunu düşünmeden yapıldığını sanmak ve savunmak, en azından saflıktı.

 

KAYNAK:

https://www.millicozum.com/mc/agustos-2018/28-subatin-siyonist-baronlari-ve-isbirlikci-figuranlari-kimlerdi

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi