Anasayfa » Oğuzhan Asiltürk’ü Anlamayan Ahmaktır! KAÇAK OYNAMAK DEĞİL, AÇIK KONUŞMAK ZAMANIDIR

Oğuzhan Asiltürk’ü Anlamayan Ahmaktır! KAÇAK OYNAMAK DEĞİL, AÇIK KONUŞMAK ZAMANIDIR

Yazar: yonetici
0 Yorum 90 Görüntüleyen

Oğuzhan Asiltürk’ü Anlamayan Ahmaktır! KAÇAK OYNAMAK DEĞİL, AÇIK KONUŞMAK ZAMANIDIR

Mustafa Kamalak’ın Talihsiz Tavrı

20 Mart 2012 tarihinde ÇAY TV. Bakış Açısı programına katılan Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak’ın, “üstadım” diye iltifatlar yağdırdığı Abdurrahman Dilipak gibi şarlatanların; “cihat paralarıyla alınan malları zimmetlerine geçirmekle suçlanan, Erbakan’ın çocuklarıyla ilgili, kasıtlı ve saptırıcı soruları karşısında, Oğuzhan Asiltürk’ü aklayıcı, hatta haklı çıkarıcı tutarsız tavırları….. Ve rahmetli Hocamızı töhmet altında bırakacak kaçamak yanıtları,” tam anlamıyla mide bulandırmakta ve kendisine umut bağlayan gönüldaşlarımızı hayal kırıklığına uğratmaktaydı.

Hayret ki hayret, bir etiket uğruna bunca hakaret ve hıyanete nasıl sessiz ve tepkisiz kalınırdı?! Eh, ne diyelim, Oğuzhan gibi lidere işte böyle bir gölge yakışırdı.

Milli Gazete Kulis Ankara’da Mustafa Yılmaz yazmıştı:

Musa Saffet Bayramaşık’ın asıl adı Mois’miş!

Musa Saffet Bayramaşık adına ilk kez Süleyman Arif Emre beyin hatıralarında rastladım. Milli Nizam Partisi kurulduktan bir süre sonra; ısrarla Erbakan Hoca ile görüşmek ister. Sonunda kendisine randevu verilir. Görüşmede Bayramaşık; Musevi asıllı olduğunu ve “Amerika’daki Musevi Cemaati” adına geldiğini söyler. Talebi nettir: “Amerikan Musevileri, Milli Nizam Partisi’nin İsrail karşıtı söylemlerden vazgeçmesini istemektedir.” (Bize aynı dönemde, Ankara’daki parti seminerlerinde anlatıldığına göre; Saffet Bayramaşık’ın istediği bir değil üç tanedir. Birincisi söylenmiş, ikincisi: “Parti programından, Masonlar üye olamaz” kaydının silinmesi, üçüncüsü ise: “Görünüşte mücahit muttaki bilinen, ama gerçekte Yahudi ve Ermeni dönmesi olan bazı kişilerin Erbakan’ın yakın çevresine yerleştirilmesine müsaade edilmesidir. M.Ç.)

Sonra mı? Ardından, Milli Nizam Partisi, Türk siyasetinin en kısa ömürlü partilerinden biri olarak tarihe geçer. Çünkü bu görüşmenin üzerinden daha bir ay geçmeden parti Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılır.

Aynı isme daha sonra Nihal Atsız’ın mektuplarında denk geldim. Atsız, bir dostuna yazdığı mektupta şunu soruyor: “Karayım Türkü olduğunu iddia eden, Musevilikten dönüp şimdi Müslüman olan ve Musa Saffet Bayramaşık adını alan şahsı tanıyor musun? Bana geldi. Fakat herkes ona şüpheli şahıstır diyor.”

Bitmedi; geçenlerde, ilahiyat haber diye bir sitede ilginç bir röportaj gördüm. Röportajda İlahiyatçı Mahir Durmaz ilginç bir hatırasını anlatıyor. Ben özetliyorum:

“1975 yılında müftü iken Şişli’de büyük bir evde toplantıya çağrılmış. Toplantıda; “Musevi Hahambaşı David, Rum Patrikhanesi’nden Athena Goras’ın yeğeni ve bazı devlet ricali varmış. Evdeki toplantıda, ‘Üç semavi dinin ortak yönleri ile ilgili uzun konuşmalar’ yapılmış. Peki, bu ilginç toplantının ev sahibi kimmiş? “Musa Saffet Bayramaşık!”

Şimdi durup dururken bunu niye mi yazdık?

Röportaja göre Musa Bayramaşık’ın gerçek adı Mois’miş! Ne kadar ilginç… Munis Tekinalp’in gerçek adı da Mois’di. Hani şu; Tekin Alp adıyla Türk Ruhu kitabını yazan adam! Türkiye’de Munis oluyordu, Amerika’da Mois? Bu durumda insan sormadan edemiyordu: Acaba yakın tarihimizde adını Musa ya da Munis olarak bildiğimiz daha kaç tane Mois vardı ve hala hangi makam ve pozisyondalardı?”[1]

Mustafa Yılmaz’ın sorularına iki soru da biz katalım:

1-  Milli Görüş kurmayları arasında da bu tiplerden bulunmakta mıydı? Veya Milli Görüş gibi Siyonizmin en tehlikeli saydığı bir oluşum başıboş bırakılır mıydı?

2-  Bütün partilerin toptan yasaklandığı 12 Eylül darbesine kadar, Erbakan’ın büyük değişiminin temellerini attığı Milli Selamet Partisi niye hemen kapatılmamıştı?

“Kadro Hareketi’nin bereketi” yazısı kafaları karıştırıyordu!

Rusya’da Putin-Medvedev ikilisi muazzam işler başardı. Bilindiği gibi SSCB’nin dağılmasından sonra Rusya Federasyonu’nu uzun zaman Boris Yeltsin yönetti. Batı yanlısı ve Liberal politikalarıyla tanıdığımız Yeltsin döneminde önce eskiye göre iyileşme görülmüş, ilerleyen süreçte ise işler bozulmuş, devlet bitme noktasına gelmişti. Bisküviyi, deterjanı, pantolonu dahi dışarıdan alıyorlardı. Devasa sanayi tesisleri özelleştirme adı altında yok pahasına satılıyor, elde edilen parayla da devletin çarkı döndürülmeye çalışılıyordu. Ne zaman ki Putin Devlet Başkanı, Medvedev Başbakan oldu; işler gözle görülür oranda düzelmeye başladı. Ülkede müthiş bir kalkınma hamlesi göze çarpıyordu. Kısa zamanda Rusya kendisini toparladı. Önceki dönemde özelleştirilen stratejik öneme sahip tesisler bir, bir geri alınmaya başladı. Rusya Küresel bir aktör olarak sahnedeki konumunu yeniden kazandı.

Sadece Rusya’da değil; Sudan’da da benzer şeyler yaşandı. Hasan Turabi-Ömer Beşir birlikteliği de bir zamanlar inanılmaz başarılara imza atmıştı. Dünyada açlık sorunu olan ülkeler listesinde bulunan, Nil’in suladığı bereketli tarım arazilerinde ekmeklik buğday dahi üretemeyen, yeraltı kaynaklarını işletemeyen Sudan, bu ikilinin iş başına gelmesiyle hızlı bir kalkınma sürecine girdi. Önce Batılı Emperyalistleri ülkeden kovdular. Yerli işbirlikçiler yönetimden uzaklaştırıldı, Milli kadrolar iş başına getirildi. Malezya-Çin konsorsiyumuna Petrol arama izni verildi ve başarılı sonuçlar elde edildi. Ülke ekonomisi kısa zamanda % 50’nin üzerinde petrole dayalı hale geldi. Geçmişte açlık sorununu çözemeyen Sudan kadro hareketinin bereketiyle yerli otomobilini üreten, yerli uçağını uçurmaya hazırlanan konuma yükseldi. Ne zaman ki, Ömer Beşir tek adamlığa özendi, eski hocasını dışladı; önce, Sudan emperyalistlere yumuşak lokma haline geldi, sonra ikiye bölündü. Şimdi de “Arap Baharı”ndan korkan Beşir bir daha aday olmayacağını açıklamak zorunda kaldı. Yaşanan ayrılık neticesinde muazzam şahlanış hüsranla sonuçlandı.

Türkiye siyasetinde de benzer örnekler mevcuttur. Hatırlanacağı gibi Erdal İnönü’nün Genel Başkanlık yaptığı SHP’nin Genel Sekreteri Deniz Baykal idi. Fotoğraf şuydu: Biri, İsmet İnönü’nün oğlu olması dışında başka hiçbir özelliği olmayan Erdal İnönü… Diğeri de; kurt politikacı ve aşırı hırslı Deniz Baykal. O günkü şartlarda ikisi bir birini tamamlıyordu. (Bu benzetme ile, Fatih Erbakan’la Oğuzhan Asiltürk’e mi dikkat çekiliyordu? M.Ç.) Mesela mitinglere birlikte çıkarlar, önemli ziyaretlere beraber giderlerdi. Bu şekilde yönetilen SHP tarihinin en yüksek oyunu almış, 1989 yerel seçimlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere Türkiye genelinde ezici bir çoğunlukla belediye başkanlıklarını bu partinin adayları kazanmıştı.

“Bir elin nesi var, iki elin sesi var” özdeyişini herkes çok iyi bilir. Unutmamak lazım ki; tarafı olduğumuz birini alkışlamak için bile iki ele ihtiyaç var. “Bilindiği gibi her kriz bir fırsat sunar.” Mazinin Saadetli günlerini yaşamak isteği ve düşüncesi münferiden konuşulduğunda herkesin arzusu ve beklentisi olduğu görülür. Ama nedense bu konuda atılması gereken adımlar bir türlü atılmaz. “Halil İbrahim bereketi” diye bilinen meşhur hikâyede olduğu gibi bireysel adımlar da muazzam kitleleri hareketlendirmeye yetebilir. Yeter ki biz doğru istikamete yönelelim; Allah tamamına erdirir. 27 Şubat vesilesiyle bu adımlar atılabilir. Asıl vefa da bu olsa gerek. Kadro hareketi bereket getirir.”[2]

Sn. Sadrettin Karaduman, son yazılarında hep böyle yuvarlak muğlak (kapalı ve muammalı) ifadeler kullanıyor, nedense meramını ve masajını net olarak ortaya koymaktan sakınıyordu. Bu tavrı ile sanki, “şimdilik zemin hazırladığı gizli ve kirli bazı planları var” gibi davranmak Ona yakışmıyordu.

Yukarıdaki yazısını ve özellikle son kısmını okuyunca aklımıza şu sorular takılıyordu:

a.a)“Bir elin nesi var, iki elin sesi var”atasözünü, Fatih Erbakan’la Oğuzhan Asiltürk arasındaki rekabet ve husumeti yatıştırıp barıştırmak için mi hatırlatıyordu?

b)  Yoksa; kulislere yansıdığı ve gazete köşelerine yazıldığı gibi:

* Yeni bir grup kuracak kadar küskün ve dışlanmış milletvekili AKP’den ayrılacak

* Bunlar Numan Kurtulmuş’un HAS Partisine katılacak

* Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan karşıtları da, bir şekilde HAS Partiye aktarılacak

* Milli Görüş’ün asıl partisi diye bu oluşum, yıpranan ve yırtılacak olan AKP’nin yerine kullanılacak

Böylece 21 Şubat Salı günü, Konya Erbakan’ı anma programında konuşurken bir onurlu ve şuurlu gencin kalkıp:

“Hem Rahmetli Hocamıza “Cihat parasını zimmetine geçirdi” diyerek iftira etmekten, hem de gelip O’nun aziz hatırasını istismar etmekten utanmıyor musun?

Sorusu üzerine, bütün salonun karşısında:

“Ne söylemişsem doğrudur, sözlerimin arkasındayım” diyerek iftirasını açıkça ilan eden ve yazıklar olsun ki, oradaki sözde binlerce Milli Görüşçüden hiçbir tepki görmeyen Oğuzhan Asiltürk de, asıl amacına erişmiş ve Milli Görüşü bitirmiş olacak” denilen yeni harekette bileşilmesi gerektiğini mi ima ediyordu?

c)  Sn. Karaduman kimlerden ve hangi yönde adımlar atmasını bekliyordu?

d) Ya da “Mazinin Saadetli günlerini yeniden yaşamak” üzere AKP’den kopacak Milletvekillerinin Saadete katılmasını mı istiyordu? Sahi, samimiyetle merak ediyoruz, Sadrettin Karaduman kardeşimiz ne demeye getiriyordu?

e) Sn. Karaduman:

“Sudan’da Ömer Beşir, tek adamlığa kalkıştı ve ülkenin bölünmesine yol açtı” sözleriyle, Sn. Recep T. Erdoğan’ı uyarıp, “Sn. Abdullah Gül’ü dışlamaya kalkışmayın. Uyum içinde BOP’a hizmet etmeye bakın” mesajı mı veriyordu?

f) Sadrettin Bey kardeşimiz, bu tılsımlı örnek ve öğütleri; hangi şifreli kitaplardan okuyor ve hangi esrarengiz şahıslardan dinliyordu?

Bütün bu ikaz ve ihtarlarımızın kutsal davamızın ve milli çıkarlarımızın hatırına yapıldığını da herkesin bilmesi gerekiyordu.

İşte 21 Şubat Konya Programıyla ilgili 23.02.2012 tarihinde temin ettiğimiz canlı yayın görüntüleri ve Asiltürk’ün iftiralarla dolu o TV konuşması:

Bir katılımcı soruyor: 11 Eylül 2011 Pazar günü SP Bursa İl Teşkilatında düzenlediğiniz toplantıda “Erbakan Bey, zeki bir kişiydi, borçlarının evlatlarına kalacağını bildiği için davaya ait bütün taşınmazları oğlunun ve damadının üzerine kaydetti” diyorsunuz. Burada ise Erbakan’ın üstün meziyetlerinden bahsediyorsunuz. Bu yaptığınız ikiyüzlülük değil mi ve sahtekârlık olmuyor mu?

Oğuzhan Asiltürk’ün cevabı: “O söylediğimde gerçekti, bu söylediğim de gerçektir…”

Farklı bir katılımcı sesleniyor: “O söylediğinin neresi gerçek! Cihat malını zimmetine mi geçirdi Hoca?”

Oğuzhan Asiltürk: Evet! (hemen lafını değiştirip bağırarak)… Hayır! Hoca değil… Ama, Hoca’nın çocukları zimmetine geçirdi!

Daha sonra canlı yayın kesilerek reklâm giriliyor ve bu soruları soran gençler apar topar oradakiler tarafından zorla salondan çıkartılıyordu.

Ve tabi Oğuzhan Asiltürk, bu sözleriyle ve binlerce Milli Görüşçü önünde:

“Erbakan Hoca’nın cihat paralarıyla mal mülk alıp kendi üstüne tapuladığını, ölünce de hepsinin miras olarak çocuklarına kaldığını, şimdi Fatih ve Elif Erbakan’ın da bunların üzerine yattığını” açıkça ilan ve iftira ediyordu… Yani “Hoca bunları kendi üstüne tapu etmeseydi, çocukları da zimmetine geçiremeyecekti” demeye getiriyordu.

Şimdi şunları sormak gerekiyordu: 

1- Oğuzhan’ın iddiasına göre, Erbakan Hoca cihat paralarını mala çevirip kendi üstüne yapmasaydı, bugün çocuklarına miras kalmayacaktı. Çocuklarının ise, babalarından kalan mirasın nasıl kazanıldığını bilmeleri ve hele Rahmetli babalarından şüphe etmeleri imkânsızdı.

O halde “bu mallara el konulmasın ve cihat paraları zayi olmasın diye bunları güvenilir bir heyet yerine kendi üzerine alması” bile Erbakan için oldukça yanlış ve yakışıksız bir davranış sayılmaz mıydı?

2- Hoca, hâşâ bu denli duyarsız ve tutarsız bir insan mıydı?

3- “Nasıl olsa çocuklarım, davanın hakkını gasp etmezler” diye düşünmüşse ve iddialara göre şimdi çocukları da bunları vermediğine göre, Rahmetli Hocamız, öz evlatlarının bile karakterini tanımayacak ve beytülmal konusunda bu denli tedbirsiz davranacak kadar saf mıydı?

4- Tamamen iftira olarak hazırlandığı ve çocukları üzerinden Hoca’nın suizan altında bırakılıp camiamızın kafasının karıştırıldığı çok açık olan bu iddialar doğru ise, Oğuzhan Asiltürk sağda solda fesat çıkarıp kin kusacağına, elinde de belgeleri ve şahitleri varsa, dava parasını kurtarmak için hukuki yollara niye başvurmazdı?

5- Haydi O yalan uydurup iftira atıyordu, peki çocukları niye bu haksız ve ahlaksız isnatları susturacak girişimleri bir türlü başlatmazdı? 

6- Ve Türkiye’deki marazlı ve Masonik medya, Milli Görüş’e sızdırdıkları has adamı olan Oğuzhan’ın yıpranmaması için mi, bu gelişmeleri uzun zaman duymazdan gelip gündeme taşımamışlar, ardından da, şeytani bir kinle Erbakan Hocayı suçlamak için kullanmışlardı? Kendisi evli olduğu halde ve yine resmen evli olan ve kocasından ayrı yaşayan sekreterini alıp evine götüren dönemin Adalet Bakanı arkadaşının bu uçkur kazasını da, malum medya niye haber bile yapmamıştı!? Çünkü bunları yazmak, elbette Erbakan’ı zora sokardı, ama Milli Görüş’teki kendi ajanları da deşifre olacaktı!

7- Şimdi iman, iz’an ve insaf ehli söylesin:

Oğuzhan Asiltürk, özel ve yabancılara kapalı bir mekanda istişare mi yapmaktaydı, yoksa herkese açık bir ortamda ve milyonların izlediği tv ekranlarında, Erbakan Hoca’ya ve çocuklarına iftira mı atmaktaydı?

Milli Çözüm sayesinde boyası dökülüp foyası açığa çıkan Oğuzhan Asiltürk : “Biz bunları istişare maksatlı konuştuk” yalanı ve kıvırtmasıyla hangi safdirikleri kandıracak ve hangi gayretsizlere “mazeret” olacaktı? Bu tıynetsiz tiplerden lider değil, hak davaya asker bile çıkmazdı.

Kuran’a göre iftiranın ve ona karşı susanların cezası

Nur Suresi:

11 – Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla ve iftirayla gelenler, içinizden sizinle birlikte davranan bir ekiptir; siz onu (iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın, aksine o sizin için bir hayırdır. (çünkü bu tavırları, münafıkların tanınmasına ve ayrışmasına vesile olacaktır.) Onlardan her bir kişiye kazandığı günahtan (bir ceza) vardır. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenene ise daha büyük bir azab vardır.

 12 –Onu işittiğiniz zaman, erkek mü’minler ile kadın mü’minlerin kendi nefisleri adına hayırlı bir zanda bulunup: “Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır” demeleri gerekmez miydi?

 13 – (Bu asılsız ve kasıtlı iddiaları ortaya atanlar, bunları ispatlamak üzere) Ona karşı dört şahitle gelmeleri gerekmez miydi? Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar Allah katında alçak yalancıların ta kendileridir.

 14 – Eğer Allah’ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz ve tepkisiz kalmaktan) dolayı size büyük bir azab dokunuverirdi.

 15 – O durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söyleyip tekrarladınız ve bunu kolay (ve basit bir şey) sandınız; oysa o Allah katında çok büyük bir (vebal) dir.

 16 – Onu işittiğiniz zaman: “Bu konuda söz söylemek (ve münafık iftiracıları haklı görmek) bize yakışmaz. (Allah’ım) Sen yücesin; bu, büyük bir iftiradır” demeniz gerekmez miydi?

 17 – Eğer iman edenlerden iseniz, bunun gibisine (Peygamberin namusuna ve hak dava elçilerinin onuruna yönelik iddialar karşısında tepkisizliğe) bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir.

 18 – Allah size ayetleri açıklıyor; (ve uyarıyor) Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.

 21 – Ey iman edenler, şeytanın adımlarına tabi olup (münafıkları takip etmeyin) Kim şeytanın adımlarına uyarsa, (bilsin ki) gerçekten o (şeytan) çirkin utanmazlıkları ve münkeratı (haksız ve ahlaksız iddiaları) emretmektedir. Eğer Allah’ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden hiç birinizin (ve özellikle iftiralara gereken tepkiyi göstermeyenlerin) ebedi olarak temize çıkması mümkün değildi. Ancak Allah, dilediğini (iyi niyetini ve meşru mazeretini bilip merhamet ettiklerini) temize çıkarır. Allah, işitendir, bilendir. 

                  SUSANLAR KUSANDAN ALÇAK!

 Bir mü’mine, iftiraya 

 

 Susanlar, kusandan alçak!

Her hileye, entrikaya

Susanlar, kusandan alçak!

 

 

 Tek Allah’a biat eden

Malla canla, cihat eden

Kutlu Zat’a, isnat eden

Susanlar, kusandan alçak!

 

 

“Hırsız” diyen, Hocasına

Lanet karı, kocasına

Kül atılmış, goncasına

Susanlar, kusandan alçak!

 

 

Vicdan sönmüş, yok gayreti

Ne tepkisi, ne hayreti

“Dilsiz Şeytan”, çok iğreti

Susanlar, kusandan alçak!

 

 

Hoca gibi şahsiyeti

Tan edenin, pis niyeti

Yok bunların, haysiyeti

Susanlar, kusandan alçak!

 

 

Unutma, fani cihandır

Hakkı tutan, şeref Han’dır

Elbet hayat, imtihandır

Susanlar, kusandan alçak!

 

 

İslam, Allah yapısıdır

Saadet, Hak kapısıdır

Münafıklar, kir pasıdır

Susanlar, kusandan alçak!

 

 

Milli Görüş, Hak’ka ricat

Dik durmayan, bulmaz necat

Ey vefakâr, ehli cihat

Susanlar, kusandan alçak!

 

 

Kalbi kara, AK sanıyor

Adı HAS ya, pak sanıyor

Cahil onu, HAK sanıyor

Susanlar, kusandan alçak!

 

 

Haydi diril, doğrul artık

Dost uğrunda, yoğrul artık

Hainlerden, kurtul artık

Susanlar, kusandan alçak!

Tam böyle bir sırada Recai Kutan Bey’in kalkıp (26 Şubat 2012 tarihli) Yeni Şafak Gazetesine:

“AKP’nin Milli Görüşten ayrılmasına biraz sitem edildi ama, sonradan anlaşıldı ki o kararları haklıydı. Kaldı ki biraz daha sabretseydi, zaten parti Tayyip Erdoğan’a kalacaktı. AKP’nin şimdiki yöntemleri de çok başarılıydı. AKP sayesinde tabular ortadan kalktı, pek çok sorun müzakere edilmeye başlandı.”

Şeklinde beyanlarda bulunması, Erbakan Hoca’nın hangi kadrolar ve kafalarla bunca hizmeti nasıl başardığının yeni bir kanıtıydı.

Sn. Recai Kutan bu itiraflarıyla.

·         Önce, rahmetli Hoca’nın AKP’ye ilgili tespitlerini bütünüyle haksız ve yakışıksız bulduğunu, dolaylı biçimde ortaya koymakta…

·         Sonra, AKP’nin Dinen, vicdanen, aklen ve ahlaken yanlış ve zararlı olan bunca tahribatını doğru bulmaktaydı.

·         Madem öyle ise, adama sormazlar mı, hala Saadet partisinde, bunlar ne aramaktaydı, niye durmaktaydı?

    Daha sonra Sn. Recai Kutan ESAM web sitesinden, Yeni Şafaktaki röportajında söylediklerine değil, manşetten veriş şekline itiraz edip tekzip yayınlamıştı. Ama 27.02.2012 tarihli STAR Gazetesindeki röportajında:

Türkiye sizce iyi yolda mı, Hükümet başarılı mı? Sorusuna:

 Türkiye’nin genel gidişini iyi istikamette olduğuna dair benim kanaatim vardır. Bakanlar kurulunda iyi niyetle gayret gösterenlerin bir kısmı da bizim eski arkadaşlarımızdır. Benim için mühim olan bunların başarılı olmalarıdır. Ülkenin buna ihtiyacı var. Elbette başarılı oldukları çok mesele var. Erbakan Hoca da, tabii haklarını helal etti bu kardeşlerimize, ben şahidim” şeklinde AKP’ye iltifatlar yağdırmıştı…

 Üstelik Sn. Kutan: “bundan bir süre önce yine enteresan bir rüya gördüm. Erbakan Hoca çocuklarıyla ilgili konuştu. Tabii çocukları özellikle Fatih bize emanet. O vesileyle  “çocukların durumuyla ilgilensen” diyordu” demesine ve Hoca’ya söz vermesine rağmen; Oğuzhan Asiltürk’ün hem Hocamızı töhmet altında bırakan, hem de çocuklarını cihat malını gasp etmekle suçlayan tavırlarına niye karşı çıkmamaktaydı? Bu muhteremler ne zaman konuşup gerçekleri açıklayacaktı?

Bütün bu gerçeklere ve gelişmelere rağmen, hala AKP’ye ve HAS Partiye payanda olmak… Veya “Ben sadece malıyla ve canıyla cihat eden bir Müslüman olarak anılmak isterim” diye vasiyet eden, hayatını ve rahatını inancına ve insanlığa vakfeden Erbakan Hocamız için: “Canının rahatı için, cihat paralarını mala çevirip üzerine geçirdi ve çocuklarına miras bırakıp gitti” diyecek kadar alçalan Oğuzhan Asiltürk zihniyetine “biat ve itaat” edebiyatı yapmak, bizzat Siyonist odaklara ve NATO’ya taşeronluk yapmaktan farksızdı.

Siyonizmin jandarması ve Son Haçlı İttifakı: NATO

Obama’nın Başkanlık görevine geldiği ilk günden beri: “ABD artık 11 Eylül sonrası izlemiş olduğu kaba kuvvete dayanan dış siyasetini bırakacak, onun yerine diyalogu önceleyen daha yumuşak bir siyaset uygulayacak” beklentisi vardı.

Yahudi güdümlü Washington’un buradaki amacı ise bütün faaliyetlerine uluslararası toplumu katmış gibi göstererek, hem daha az masrafla dünyayı yönetmek, hem de anti-Amerikancılığın arttığı 11 Eylül sonrası dönemde dış politikasına uluslararası bir meşruiyet kazandırmaktı. Tabii güvenlik konusunun merkezde yer aldığı uluslararası sistemde, yeniden şekillenen güvenlik paradigmalarının uygulanması konusunda en büyük iş şüphesiz NATO’ya kalmıştı. Batı’yı komünizm tehlikesinden koruyan NATO, şimdi de yeni düşman olarak seçilen İslam dünyasına karşı Batı’yı savunmak zorundaydı.

Buradaki en büyük soru işaretini ise Türkiye’nin NATO’nun yeni güvenlik misyonuna uyum sağlayıp sağlamayacağı konusu oluşturmaktaydı. Artık NATO ile olan 60 yıllık münasebetimizi değerlendirme ve sorgulama zamanıydı. Bütün ön yargıları bir kenara bırakarak sormak zorundayız. 60 yıllık üyeliğimiz boyunca NATO, bize ne kazandırmış, hangi sorunlara yol açmıştır?,

Örneğin Güney Kıbrıs NATO üyesi değil, Kıbrıs meselesinde bizim yanımızda yer almış mıdır? Ermenistan meselesi yıllardır uluslararası arenada bizi zor durumda bırakmaktadır. NATO bir kere olsun Türkiye’ye sahip çıkmış mıdır? Hepsini geçtim 30 senedir Türkiye’nin kanayan yarası olan terör meselesinde elini taşın altına bir kez koymaya kalkışmış mıdır? Cevap: Tabi ki de hayır.

İşin garip tarafı bütün bu kötü geçmişe rağmen; Türkiye, Batı’nın kendisini sıkıştırmasına izin vermekte ve Batı müttefiki olmayı İslam dünyasına tercih etmektedir. Bu durum aynen hem Türk hem de Batı medyasına yansımış durumdadır. Çoğu düşünür Türkiye’nin Batı’ya bir alternatif bulamadığını ve Batı’ya rağmen diğer bölgelerde inisiyatif alamayacağını söylemeye başladı. Birkaç gün önce Türkiye’ye gelen NATO Genel Sekreteri Rasmussen’in ziyareti sırasında iki tarafın vermiş olduğu mesajlar da bu görüşleri destekler niteliktedir.

Rasmussen’in söyledikleri arasında ise bize en dikkat çekici gelen, “Arap Baharı devam ettikçe Türkiye’nin rolü ve liderliğinin önem kazanacağının altını çizmesidir. Batı bu coğrafyadaki sınırları değiştirmeye çalıştıkça şüphesiz model bir ülkeye ve tampon bölgeye ihtiyaç duyacaktır. Biz Türkiye’nin Esad yönetimine karşı Humus’a kadar bir tampon bölge oluşturma fikrini eleştirirken, görüyoruz ki Batı, İslam dünyasına karşı Türkiye’yi tampon ülke haline getirme kararı almış bile. Biz Kürecik’teki üssün varlığını eleştirirken, Rasmussen İzmir üssünün NATO’nun Kara Kuvvetleri Komutanlığı olacağını söylemektedir.[3]

Afganistan’daki ABD komutanının itirafıyla “NATO üssünde bulunan Kur’an-ı Kerimler ve İslami içerikli eserler, uygun olmayan yöntemlerle yakılıp imha edilmişti.”

Acaba NATO, aynı uygun olmayan yöntemlerle Müslüman ülkeleri ve sonunda Türkiye’yi de imha etmeye yönelmeyecek miydi?

 

 


 

[1] 22 Şubat 2012 / Milli Gazete

[2] Sadrettin Karaduman / 21 Şubat 2012 / Milli Gazete

[3] Yusuf Ünlü / Milli Gazete

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/nisan-2012/oguzhan-asilturku-anlama

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi