MİT TIRLARI VE FITTIRANLARI (Ya da) Demokrasi Uğruna FEDA OLSUN YURDUMUZ!
Abdurrahman Dilipak: Kim nerede olursa olsun, ya iyilerden en iyiye, ya da mümkün olan en iyiye, en az kötüye oy vermelidir. Eğer ortada oynanan bir seçim oyunu varsa ve ona karşı çıkmak istiyorsanız, eğer o tercih, çoğunluk şeklinde kendini gösterebilecekse neden olmasın En iyi ve ideal olanı seçme imkanım yoksa, o zaman daha kötü birinin seçilmesini önleme noktasında bir tercihte bulunurdum. Seçimde, oy kullanabileceğiniz siyasi veriler belli.. 20 parti var. Barajı aşacak partiler belli.. Aslında siz oyunuzu A partisine verirken, bundan kazanacak olan parti, B partisi olabilir.. Burada bilardo oyununa benzer bir durum söz konusu. Vurduğunuz toptan çok, onun vurduğu topu görmek gerek[1] diyerek açıkça AKPye oy verilmesi gerektiğini vurguluyordu. Yani kendi itirafıyla (dış güçlerin ve Siyonist merkezlerin) bir projesi olan AKP için bezeneklik yapıyordu. Her ortamda ve her fırsatta istismar ettiği Kuranın, Resulüllahın ve İslam ulemasının oy vermek konusundaki kurallarını ve müminlerin sorumluluklarını nedense hiç hatırlamıyordu.
Cumhurbaşkanı, cumhurun (halkın) oylarıyla ve anayasal görev ve yetkilerini kullanmak koşuluyla seçilip o makama taşınır. Ama 11 yıl koyu bir Erdoğan yalakalığı yapan, şimdi cemaat yazarı olarak muhalefet bayrağı açan şahsın dediği gibi; Sn. Cumhurbaşkanına tanınanyetkiler arasında kimseyi küçük görme, kimseyi hizaya çekme, hiç kimseye sen kim oluyorsun? deme ve hakaret etme hakkı bulunmamaktadır. Yani Cumhurbaşkanı olsa da yine haddini, yani anayasayla sınırlanan hududunu bilip, ona göre davranacak, hukuki ve ahlaki sorumluluklarını kuşanacaktır. Türk milletinin birliğini ve Türk devletini temsil makamında (m.104); toplumu inançlarına göre farklılaştırmak, birini dindar diğerini ateist olarak ayırıp kayırmak, insanların mezheplerini ima ederek kutsal kitaplara bağlılığını sorgulamak, ülkede fitne ve fesat çıkarmaktır. Anayasanın 10. maddesinde emredildiği üzere şahsında temsil ettiğin devlet adına kimseyi siyasî düşüncesi, felsefî inancı, din ve mezhebine göre ayırıma tabi tutmak açık bir kışkırtıcılık ve karıştırıcılıktır. Dinî kuralları, kurumları ve kutsalları kafana göre yorumlayıp yeni din anlayışları oluşturamazsın. Dinî alanda en küçük bir yorumda, farklı yorumlar arasında tercihte bulunamazsın. Herhangi bir konuda şerî hüküm, yani fetva uyduramazsın. Diyanet İşleri Başkanlığını, Papalık gibi bir dinî liderlik makamı sayamazsın. Geçmişte Şeyhülislâmlık makamı da böyle anlaşılmamış ve çalışmamıştı. Kaldı ki sen padişah veya halife değilsin, olamazsın. Papa ile Diyanet İşleri Başkanı arasında mukayeseler yaparak Müslümanların zihnini bulandıramazsın…[2]
Fetullahçı Mümtaz’er Türköne gibileri, acaba: dünyanın fiziki olarak şekillenmesi; BOP çerçevesinde haritaların yeniden çizilmesi, kısaca İsrailin topraklarını genişletmesi için altyapının tamamlanmasına AKPnin taşeronluk yaptığını İsrailin yayılmacılığına karşı durabilecek, direnç gösterebilecek tüm İslam ülkeleri yöneticilerinin teker teker ortadan kaldırıldığını AKPnin de maalesef bu noktada bu değişikliklerin meydana gelmesinde en büyük rolü oynadığını niye konuşmaz ve kınamazdı?
Türkiyenin İslam âlemiyle Erbakanın tarihi projeleriyle ilgili olumlu tek bir adım atmadığını İranla da aramızın kasıtlı bozulmaya çalışıldığını, Iraktaki zulme destek çıkıldığını, Suriyedeki bu kargaşanın temelinde AKPnin tavırlarının yattığını, Mısırdaki zulmü kışkırttığını, Libyanın cehenneme çevrilmesine önayak olduklarını, şimdi de Yemende meydana gelen hadiselerde yine maalesef emperyalist güçlerle aynı cephede yer aldığını niye sorgulamazlardı?
Eski AKP milletvekili Mehmet Dülger, Demokrat Partili Bahadır Dülgerin oğluydu. Zaman Gazetesine verdiği beyanatta, 27 Mayısı, AKPnin, siyasi hesaplarından dolayı sahiplenmesinden rahatsız olduğunu söylüyordu. Bin bir şaibeyle kirlenen insanların, tutup da Adnan Menderese sığınmalarını çok yanlış buluyordu.
Mehmet Dülgere göre: Aydın Menderese Demokrat Partinin başına geçmeden önce Senin babanın ne kadar toprağı vardı denildiğinde, 40 bin dönüm cevabını veriyordu. Yassıadaya gittiğinde ise ne kadardı diye sorulduğunda ise, 3 bin diyordu. Yani Adnan Bey, böylece kendi malını satmış; siyasetin gerektirdiği harcamalarda kullanmış oluyordu. Bunun neresi Tayyip Erdoğana benziyordu? derken bir gerçeği ya bilmiyordu, ya kasten saklıyordu. Çünkü Adnan Menderes, Atatürkün planladığı toprak reformunu kısmen uygulamak isteyen İsmet İnönü CHPsinden, zaten bu arazilerin ellerinden alınması kuşkusuyla ayrılıyordu. Ancak Sn. Mehmet Dülger tarihi bir itirafta buluyor ve şunları söylüyordu: Olsa olsa Demokrat Parti iktidarının son yıllarındaki bazı yanlış uygulamalar ve baskıcı davranışlar bugünkü (AKPyi) andırabilirdi. Demokrat Parti, Tahkikat Komisyonunu kurmamalıydı. Muhalif düşünceye daha müsamahakâr davranmalıydı.Acaba bu tespit ve tavsiyelerle, AKPnin de DPnin akıbetine doğru sürüklendiğini mi söylemeye çalışıyordu?
Ülkemizdeki yargı kurumu suçu ve suçluları değil, bunları açığa çıkaran gazetecileri yargılıyor. Bu durum, mevcut mekanizmanın bir yargı kurumu olmaktan çıkıp, ağır suçları örten, suçluları koruyan hukuk dışı bir yapıya dönüştüğünü gösteriyor. Böylesi bir yapının yaptığı işlemler, hukukla ve yasayla açıklanamaz. O halde artık yürütme gücünün tasarruflarının hukuki denetiminden, yasadışına çıkanların soruşturulmasından söz etmenin bir anlamı da kalmıyor Ülke ve yargısı bakımından zavallı ve sefil bir durumla karşı karşıyayız. Yasadışı iş ve işlemlerin meşru gösterilmeye çalışıldığı ara dönem de geride kaldı, çünkü artık mızrak çuvala sığmıyor. Devlet yetkileri kötüye kullanılarak işlenen suçların açık ve somut kanıtlarını herkes görüyor Artık açık açık ben yaptım oldu dönemi yaşanıyor Siyasi iktidarın herhangi bir tasarrufuna karşı çıkan herkesin casus ya da düşman diye yaftalanarak hapse gönderilmesi mevsimine geçmiş bulunuyoruz… Durum, harfiyen budur ve iktidar sahiplerinin Yeni Türkiye adıyla topluma benimsetmek istedikleri duruma bir başka isim bulmak gerekirse Alaturka faşizme geçiş dönemidir en uygunu görünüyor diyenler doğru söylüyordu; Ancak bu AKPyi Milli Görüşten koparıp pohpohlayıp iktidara taşıyanların ve Erbakana yönelik 28 Şubatı hararetle alkışlayanların da bizzat kendileri oldukları ne çabuk unutuluyordu.
Cumhuriyet Gazetesinin paralel örgütle bağlantısı daha doğrusu örgütün Cumhuriyet üzerindeki sahipliği iyice ortaya saçılmıştı. Örgütün TSK kanadı üzerinden Suriye’ye yardım götüren MİT TIR’larına çektiği operasyonun görüntülerini yayımlayan gazetenin doğrudan Pensilvanya’dan emir aldığından zerre şüphem kalmamıştı. (Paralel Yapının) Sırf kendilerine rahatsızlık veriyor diye kumpaslarla hücrelere tıktığı TSK mensuplarının ve solcu takımının elinden düşürmediği Cumhuriyet üzerinden onları da kafa kola alma çabası için böyle bir yolun tercih edilmiş olması zekice bir davranıştı. Gelelim şimdi örgütle gazetenin (Fetullahçı Cemaatle Cumhuriyet Gazetesinin) ilişkisinde kimin anahtar olabileceği sorusunun cevabını aramaya. İddia edilen o isimler ama benim emin olduğum tek bir isim var; O da Can Dündar’dır. Meğer Dündar’ın bir müneccimlik yanı da varmış. Öyle ki 17 Aralık darbesinden kısa bir süre önce (Türkiyede) neler olacağının, siyasetin nasıl ve kimlerin rüzgârının etkisiyle yeni şekil alacağının işaretlerini sıralamıştı[3] diyen Sabah Yazarı ve iktidar yalakası bayanlara sormak lazımdı: daha düne kadar 11 yıl boyunca Cemaatle Hükümet ortaklığının bereketlerini yazıp alkışlayan ve Fetullah Hocanın yüksek keramet ve faziletlerini anlatan sizler değil miydiniz?
Hüseyin Gülerce’den Gülen-Erdoğan uzlaşmasının engellendiği iddiası!
Beyaz TV ekranlarında yayınlanan Türker Akıncı’nın sunduğu Ortak Akıl programında gündemi değerlendiren Gazeteci-Yazar Hüseyin Gülerce çok çarpıcı açıklamalar yapmıştı. Eski Zaman Yazarı Hüseyin Gülerce, “Cemaatten üç kişi Sayın Erdoğan ile sulh için görüşmeye kalkıştı, bunu öğrenen Fetullah Gülen bu görüşmeyi yaptırmadı ve o üç kişi hizmetten atıldı” iddiasını ortaya atmıştı.
Benim dışımda hizmetin çok önemli iki ismi sulh için Recep Tayyip Erdoğan ile görüşmeye çalıştı diyen Gülerce, Bu arkadaşlardan biri Sayın Erdoğan’ın evinde uzun bir görüşme yaptı. Hava çok güzel yumuşatıldı. Fakat bu arkadaş bu görüşmeyi Fetullah Gülen’den saklamıştı. Onun telefon dinlemelerinden bu görüşmenin farkına varılmıştı. ‘Sonra yanına ikinci arkadaşı alıp Sayın Erdoğan ile randevulaştı. Onunla görüşmeye katılacaktı, o arada Pensilvanya’dan talimat alındı Yanlarına bir arkadaş daha sokulacaktı, o da Zaman’da bir yıl kadar genel müdürlük yapmıştı. Bu üç kişinin Erdoğan ile görüşmeye gideceği telefon görüşmelerinden öğrenildiği için Pensilvanya’dan gelen talimatla, üçü de hizmetten atıldı.
Şimdi Pensilvanyanın talimatını, aslında CIAnın talimatı olarak okumak lazımdı. Yoksa Fetullah Hocaya kalsa Erdoğanla barışmaya dünden razıydı ve bunu birkaç defa açığa vurmuşlardı. Ancak Amerika (ve Siyonist odaklar) her iki tarafı da çarpıştırıp bunları kendi avucunda tutmak ve daha rahat ve rantabl kullanmak hesabındaydı.
Başbakan Ahmet Davutoğlu Ankara mitinginde ‘Devlet sırrını ifşa edenlerle iş birliği yapılmaz, bu bir casusluktur, ihanettir. Bu yardımlar, çekinmeden söylüyorum, Suriye Bayırbucak Türkmenlerine gidiyordu’ açıklamasını yapıyordu. Bu açıklamayla aslında suçu kabullendiğini, ancak hükümetin hedef şaşırttığını aklı ve vicdanı olan herkes anlıyordu. Çünkü bir devletin kolluk güçlerini birbiriyle çatışma noktasına getiren o gizli dümeni çevirenler suçluydu. Birbirine “paralel” iki devlet oluşturup birinin güçlerini diğerininkine silah çeker hale getirenler sorumluydu. Komşudaki kanlı dalaşa taraf olup silah gönderenler ve bu ülkeyi ve halkını, savaşın hedefi haline getirenler Meclis’e, halkına, medyaya, dünyaya yalan söyleyenler asıl sorundu!. diyenler yeni mi uyanıyordu? Yaşar Nuri Öztürk gibi, tam bir Siyonist ağzıyla ve kin kusan gayzıyla hala Dincilik saltanatı, mercümek talanları diyerek Erbakana sataşma şeytanlığını kusanlar bu Erdoğan ve AKP iktidarını, Milli Görüşten koparıp parlatanların kendi Siyonist patronları olduğunu bilmiyor muydu? Aynı şaşkın ve sapkın adam, 14 Haziran 2015 akşamı Ulusal Kanalda:
Türkiyede halkın %99 buçuğunun güya Müslüman olduğu söylenir. Yahu, ne 99u, hatta bunların, buçuğu bile Müslüman değildir! Ben bunların bulunduğu mabette Kuranın emrettiği secdeyi yaparsam şerefsizim. Hükmi domuzlarla (Hükmen domuz sayılan %99 Müslüman halkla) aynı safta secdeye gitmekten iğrenirim Şeklinde, haddini bin kere aşan ve iç dünyasını yansıtan hakaret ve hezeyanlar savuruyordu. Acaba Yaşar Nuri, hamdolsun %99u Müslüman olan halkımızın şahs-ı manevi aynasında Domuz diye yoksa kendi fotoğrafını mı görüp saldırıyordu? Ve korkaklıklarından Din düşmanlıklarını gizlemeye çalışan bu kanal da, böylesi tipleri konuşturup kusturarak gerçek ayarlarını ve amaçlarını ortaya koyuyordu.
Kırşehirde Başıbozuk Çeteleri Eğit-Donat (Ortadoğuyu kana bulat) hazırlığı başlamıştı.
Sözde Suriyeli muhaliflerin eğitimini amaçlayan Eğit-Donat projesi Kırşehirde sessiz sedasız başlamıştı. Proje kapsamında Türkiyede yaklaşık 2 bin muhalif eğitilecek ve donatılacaktı. Böylece AKP iktidarı Müslümanı Müslümana kırdırtacak ABD tezgâhına taşeronluk yapmaktaydı. Türkiye ile ABD arasında, mutabakat muhtırasıyla imzalanan Eğit-Donat projesi resmen başlatılmıştı. İki ülke arasında, eğitilecek muhaliflerin seçimi ve öncelikli olarak kime karşı savaşacakları konusunda yaşanan kriz, Suriyeli Türkmen formülü ile şimdilik aşılmıştı. Suriyedeki Beşar Esad karşıtı silahlı grupların eğitilip donatılarak IŞİDe karşı savaşmasını öngören Eğit-Donat, elemanlarının muhaliflerin haklarında hazırlanmış olan istihbarat raporları doğrultusunda Türkiye-Suriye sınırında mülakat yöntemiyle seçilmesi karara bağlanmıştı. Eğitilip donatılacak Suriyeliler öncelikli olarak İskenderunda kurulan bir kampta toplanmıştı. Ardından da Kırşehir Hirfanlıdaki Jandarma Eğitim Birliğine taşınmıştı. Muhaliflere verilecek silahlar da İncirlik üzerinden Türkiyeye yollanmıştı. Türkiyede 2015 yılı içerisinde yaklaşık 2 bin muhalifin eğitilmesi planlanmıştı.
İsrailin Nusra ve ÖSOyla ilişkisi AKP Türkiyesi üzerinden yürütülüyordu! Suud ile AKPye 3. ortak İsrail oluyordu!
İsrailli Gazeteci Arad Nir, ülkesinin Suriyede savaşan terör gruplarıyla Türkiye üzerinden ilişki kurduğunu açıklıyordu. İsrailin Esada karşı savaşan güçlere engel çıkarmama yönünde onlarla bir anlaşması olduğunu yazan Nir, Bu süreçte Türkiye ve İsrail arasındaki iletişim kanallarının aktif olduğunu söylüyordu. İsrailin en büyük haber kuruluşu Kanal 2nin Dış Haberler Müdürü ve Uluslararası İlişkiler Yorumcusu İsrailli Gazeteci Arad Nir, 18 Mayısta Al Monitorda yayımlanan yazısında İsrailli bir güvenlik yetkilisinin Türkiye-İsrail ilişkileriyle ilgili anlatımlarını gündeme taşıyordu.
Seyfullah Sami Filizin çevirisiyle Yakındoğuhaber sitesinde yayımlanan yazıda, İsrailli güvenlik yetkilisi, İsrailin Suriyede savaşan terör gruplarıyla Türkiye üzerinden ilişki kurduğunu açıklıyordu. Nir yazısında şu ifadelere yer veriyordu: İsrailli güvenlik görevlisi bize: Nusra Cephesi ve Özgür Suriye Ordusu tarafından İsraile karşı hiçbir saldırı girişiminin olmadığını; buna karşın İsrailin de Esada karşı savaşlarında onlara bir engel çıkarmadığını aralarında bu yönde bir anlaşma olduğunu aktardı. Güvenlik görevlisi, İsrail ordusu ile Golan Tepelerinde Esada karşı savaşan güçler arasında anlaşma yapacak seviyede bir iletişimin nasıl kurulduğuna dair detay bir açıklamada bulunmaktan kaçınsa da bu süreçte Türkiye ve İsrail arasındaki iletişim kanallarının aktif rol oynadığı iddiasını doğruladı.
Nir, AKP-Suudi yakınlaşmasıyla oluşan cephenin Suriyede Beşar Esad yönetimine karşı atağa geçtiğini ve bu cepheyle İsrailin Beşar Esadın devrilmesi konusunda ortak tutum içinde olduğunu hatırlatmıştı. Aynı zamanda İsrailin Beşar Esad yönetimine karşı savaşan ÖSO ve Nusra gibi gruplarla Türkiye üzerinden kurulan ilişkilerin aktif rol oynadığını vurgulamıştı. İsrail ve Türkiyenin stratejik çıkarları her zamankinden çok daha fazla ortaklık ve paralellik teşkil ediyor diye yazan Nir, İsrail ile Türkiyenin ABD-İran nükleer anlaşması konusunda da kendi cephelerinden benzer kaygılar içinde olduğunu hatırlatmıştı. Nir, buna kanıt olarak Bülent Arınçın İsrail Kanal 2ye verdiği röportajda, Türkiyenin İrandan beklentisinin İranın sahip olduğu nükleer kapasiteyi askeri amaçlarla kullanmayacağına dair garanti sunması yönündeki sözlerini anımsatmıştı.
IŞİDin önü bilerek açılmış, ABD ve AKP ortak tavır almıştı!
ABD askeri istihbaratının, 2012 yılında IŞİDe yönelik bir rapor hazırladığı ortaya çıkmıştı. Raporda, örgütün kısa süre içinde büyüyerek halifelik ilan edeceği öngörüsü de yer almıştı. Rapor, Türkiye ile de paylaşılırken Obama yönetiminin, IŞİDin önünü bilerek açtığını ortaya koymaktaydı. Söz konusu rapor, Ankara ile Washington arasında terörle mücadele işbirliği kapsamında yapılan istihbarat değerlendirme toplantısında da gündeme taşınmıştı. ABD yönetiminin, 2012 yılından IŞİDin Musulu ele geçirdiği 2014 yılı Haziran ayına kadar önemli bir tavır sergilemediği anlaşılmıştı. ABDnin Musula sadece 95 kilometre uzaklıktaki Erbilde Başkonsolosluğunun bulunuyor olmasına karşın, IŞİD tehdidine yönelik bu durumu uluslararası kamuoyunun dikkatine taşımamış olması hayret uyandırmıştı. Washington yönetimi IŞİDi görmezden gelme eğiliminde olduğu için, AKPnin tutumu Obamanın yaklaşımı ile uyuşmaktaydı. Böylece IŞİDin bir yıl içinde hızla büyümesinin önü açılmıştı. Öte yandan, bir başka rapor, ABD istihbaratının Bingaziden Suriyeye giden silahlardan tamamen haberdar olduğunu kanıtlamaktaydı. 5 Ekim 2012 tarihli raporda, silah yüklü gemilerin Bingaziden Banyas ve Burc İslam limanlarına götürüldüğü belirtilirken gemilerdeki yükün ayrıntılı bir dokümantasyonu da raporda yer almıştı.
AKPnin Yenikapıdaki Fetih mitinginde özel kiralanıp ayarlandığı sırıtan bir vatandaş Davutoğluna başkanlığın Hz. Muhammed tarafından verildiğiniiddia edecek kadar şapşallaşmış ve şuursuz kalabalıklarca alkışlanmıştı.
AKP İstanbul Yenikapıdaki mitingde mikrofonu kapan (daha doğrusu hazırlanan senaryoda figüranlık yapan) bir şahıs ettiği dua esnasında sarf ettiği itiraf kılıflı iftiralar tartışmaya yol açmıştı. Güya Kâbede ders yaparken Ahmet Davutoğlunun ve Recep Tayyip Erdoğanın, manen kendisine göründüğünü ileri süren kişi, söylediklerine âmin diyen kalabalığa, Davutoğluna başbakanlığın Hz. Muhammed tarafından verildiği safsatasını aktarıp tam bir sahtekârlık yapmıştı. AKPye oy vermeyenlerin, CHP ve HDP seçmenlerinin imanından şüphe ettiklerini vurgulayarak AKPye oy vermeyenlerin ahiretteki hesabı çok ağır olacaktır diyen şahıs, Saadet ve MHPye ise doğru yolu bulmaları çağrısı yapmıştı. Şimdi bu şarlatanlara ve onu alkışlayanlara sormak lazımdı:
Hâşâ, Hz. Peygamber Aleyhisselam, iman kardeşliğinden ve İslam ülkeleri birliğinden vazgeçip Haçlı Avrupa Birliği safına mı geçmişti ki, Ahmet Davutoğlunu Başbakan, Recep Erdoğanı Cumhurbaşkanı atamıştı? Hz. Peygamber Efendimizin, zina serbestliğini ve eşcinsellik rezilliğini suç olmaktan çıkaran AKPyi desteklediğini söylemek ne çirkin bir iftiraydı. Bakara-makara diyerek Kuranla küstahça dalga geçen E. AB Bakanı Egemen Bağış şimdi Cumhurbaşkanlığı danışmanı yapan Sn. Recep T. Erdoğanı aklamaya bu tür safsatalar yeterli olacak mıydı?
Acaba, TIRlardaki cephane nereden geliyordu ve kime gidiyordu?
MİT TIRlarındaki silahlar nereye gidiyordu? Önce TIRlarla Türkmenlere insani yardım gönderildiği iddia ediliyor, ama Suriye Türkmen Meclisi başkan yardımcısı bunu yalanlıyordu. Daha sonra Ahmet Şıkın eriştiği bir dava dosyasında, aralarında konuşan Bayır Bucak Tugay Komutanı ile bazı Türkmen dernek yetkililerinin, TIRların kendilerine gelmediğini söylediği ortaya çıkıyordu. Dosyadaki Türkmenler, TIRların Ansar el İslam örgütüne gittiğini söylüyordu. Cumhuriyette yayımlanan haberde Adanada durdurulan TIRların içinde bolca askeri malzeme olduğu görüntüleriyle ortaya konmuştu. Habere göre, bazı sandıkların üzerinde Tripoli yaniTrablus yazıyor ve cephaneler Rus malı oluyordu. Bu durumda MİT TIRlarındaki silahların nereye gittiği kadar nereden geldikleri sorusu da önem kazanıyordu. Sandıkların üzerinde Tripoli yazdığına ve malzemeler Rus malı olduğuna göre, akla haliyle Libya geliyordu. Kaddafi rejimi çökeli beri Libyanın Batı güdümlü, ama İslamcı görünümlü terörist yapılar için bir cephane ve insan kaynağı olduğu biliniyordu.
2012 Eylülünde The Timesda, bir Libya gemisinin 400 ton ağırlığında, içinde omuzdan atılan Rus SA-7 füzelerinin de bulunduğu cephaneyi bir Türk limanına getirdiğini iddia eden bir haber çıkıyordu. Kasım 2011de The Telegraphta çıkan bir başka haber ise Abdülhakim Belhadjın İstanbul ve Suriye sınırında Özgür Suriye Ordusu yetkilileriyle cephane tedarik etmek üzere görüştüğü ileri sürülüyordu. Abdülhakim Belhadj, Talibana katılmış, El Kaideyle bağlantılı bir CIA elemanıydı ve Arap Baharına öncülük yapmıştı. O geminin geldiği ve Türkiyede temaslarda bulunduğu sırada Trablus Askeri Konseyinin başkanıydı. 2012de Bussinesinsider sitesinde yer alan bir analizde Abdülhakim Belhadj ile temas kurmak üzere ABD büyükelçisi Chris Stevensın görevlendirildiği yazıyordu. Chris Stevens daha sonra 2012nin Eylül ayında Bingazide öldürülüyordu. Foxnewsa konuşan bir kaynak, Stevensın Bingaziye gitme sebebinin cephanenin yanlış ellere geçmesinin engellenmesi olduğunu açıklıyor; Bussinesinsiderda yer alan bir haber ise Stevensın son görüşmesinin bir Türk diplomatla olduğunu aktarıyordu.[4]
Velhasıl, iktidarın elebaşları dâhil, hiç kimse kimin safında yer aldığını ve kimin adına savaştığını bile bilmiyordu; küresel şebekenin figüran şebekleri gibi davranmaktan kurtulamıyordu.
Hatırlayınız, Sn. Cumhurbaşkanı Erdoğan, 12 Mayısta Almanya gezisinden dönerken uçakta gazetecilere Hiç kimse kalkıp MİT, El Kaideye silah gönderdi diye iftira atarak, istihbarat teşkilatımızı zan altında bırakamaz. Eğer haysiyetleri varsa, ispatla mükelleftirlerbuyurmuşlardı ve Türkmenlere insani yardım yollandığını savunmuşlardı.[5] Buna rağmen MİTin silah yolladığı görüntülerle kanıtlanınca neden, dava açılması için talimatı vermeye kalkışmıştı?
Bu haberin çıktığı 29 Mayıs günü, Başbakan Ahmet Davutoğlu, Kayseride Fransız Haber Ajansına Yardım, Özgür Suriye Ordusu ve Suriye halkı içindi[6] açıklamasını yapmıştı. Ama ertesi gün Ankaradaki mitingde, O yardımlar Suriye Bayırbucak Türkmenlerine gidiyordu diye düzeltmeye kalkışmıştı.[7] Peki arada ne oldu da Başbakan fikir değiştirmek zorunda kalmıştı?
Davutoğlunun genel başkan yardımcısı ve AKP Siirt Milletvekili Yasin Aktay, 18 Mayıs günü Siirtte O silahlar Özgür Suriye Ordusuna gidiyordu[8] itirafında bulunmuşlardı. Peki yalan mı konuşmuşlardı?
Silahlar Türkmenlere gidiyordu ise neden Tırlar Türkmenlere yakın bir sınır kapısı yerine o dönem Nusra Cephesinin kontrolündeki Reyhanlı kapısından çıkış yapmıştı?
Devlet yetkililerinin kendi halkına, Meclise, devlet kurumlarına ve bütün dünyaya yalan söylemesinin altında hangi korku ve kuşkular yatmaktaydı?
Bu Tırlar ve silahlar kime giderse gitsin, yapılan işlem ulusal ve uluslararası hukuka göre bir suçsa, bu suçu işleyenler mi, deşifre edenler mi sorgulanmalıydı?
O görüntüler doğru olmadığı için mi sansüre uğramıştı, yoksa doğru olduğu için mi (toplumdan saklanıp) yasaklanmıştı? soruları haksız mıydı ve neden hala yanıtlanmamıştı?
CIAnın teşvikiyle; Erdoğanın Cumhurbaşkanı olmasını ama Başbakanın ve MİT Başkanının kendi adamlarından birinin yapılmasını teklif edecek kadar şımaran Fetullah Hocanın ayarını..
Geçen sene Selahattin Demirtaşı Washingtona davet ettirip ardından Kanadaya geçirterek meşhur Siyonist stratejist GRAHAM FULLER ile görüştürüp talimat aldıran Cemaatin aracılık uşaklığını.
Pensilvanyaya sokulan ve yabancı istihbaratla çalışan bir TÜRK ajanın Fetullah Hoca dâhil buradakilerin tamamı Beyinleri yıkanıp kafaları kiralanmış kukla-robot gibi kullanılan zırdeli takımıdır itiraf ve ifşaatını bilip yazanlar[9] niye acaba 11 yıl boyunca avutulup aldatılan Sn. Recep T. Erdoğanı hiç uyarmamışlardı?
Yıllarca Erdoğan ve AKP iktidarına övgüler yağdıran, ama bugün kalkıp Türkiyenin tek problemi Recep Tayyip Erdoğandır. Ondan kurtulmanın yegâne şansı ise Selahatttin Demirtaştır diyen Mason Cemal Paşanın torunları mı, CIA güdümlü Cemaatin kiralık yazarlarıydı, yoksa Cemaat mi bunların fitne ve fesatçılık aracıydı?
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan’ın örgütün artık korucuları hedef almayacağını açıklaması seçim vaadi olarak değerlendiriliyordu.
Hürriyet gazetesi yazarı ve bir zamanlar koyu Erdoğan yalakası Akif Beki, 2015 genel seçimlerine sayılı günler kala PKK’nın koruculara karşı silah kullanmayacağını açıklamasını seçim vaadi olarak yorumlamıştı. Sterk TVye konuşan Murat Karayılan’ın korucularla ilgili açıklaması yankı uyandırıyor, PKK’nın HDP’ye oy toplamak için bu çıkışı yaptığı konuşuluyordu.
67 bin korucu bulunuyordu
PKK ile mücadelede güvenlik güçlerinin yanında yer alan ve çoğunlukla bulundukları köyleri korumakla görevli olan yaklaşık 67 bin geçici ve gönüllü köy korucusu bulunuyordu. Köy Korucuları ve Şehit Aileleri Konfederasyonu Başkanı Ziya Sözen, 30 yılı aşkın süredir devam eden çatışmalarda şimdiye kadar 1660 köy korucusunun şehit olduğunu söylüyordu. Aileleri ve akrabalarıyla birlikte korucular hatırı sayılır bir orana ulaşıyordu.
PKK eşkıyası Karayılan: Biz artık korucuları hedef almıyoruz Bu durumu değiştiriyoruz. Korucu, düşmanın silahını kaldırdığı için eleştirilmelidir. Ancak korucuyu fiziki olarak tasfiye etmek doğru değildir. Koruculara karşı silah kullanmayacağız diyerek, aslında korucular bizdendir, gözetilmelidir; ama asker ve polis öldürülmelidir mesajını veriyordu.
HÜDA-PAR Amerikayı suçlarken ağzından baklayı çıkarıyordu!
Şırnak’ın Kozluca köyünde HDP’liler ile HÜDA-PAR’lılar arasında çıkan kavga sonucu maalesef iki kişi ölüyordu. HDP’liler tarafından ateş açıldığı ve iki kişinin yaşamına kıyıldığı olayla ilgili açıklama yapan HÜDA-PAR Genel Başkanı Hüseyin Yılmaz, en ufak olayla eli silaha gidenlerden topluma bir fayda gelmeyeceğini belirterek ABD Adana Başkonsolosu’nun Diyarbakır’a geldiğini ve bu adam ne zaman bölgeye gelse Kürt kanının döküldüğünü söylüyordu. Partisinin Diyarbakır’daki İl Başkanlığında basın açıklaması yapan HÜDA-PAR lideri Yılmaz, “HDP/PKK cenahının 6-8 Ekim’de düzenlediği saldırılarda 9 üyelerinin öldürüldüğünü” hatırlatarak şöyle konuşuyordu:
Tarihsel süreç içerisinde insan ve toplum yaşamında belli bazı kırılma noktaları vardır. O kırılma noktalarına dikkat etmek lazımdır. Sabırları zorlamamak lazımdır. Bizim bu kaçıncı Son olsun’ deyişimiz. Onların da bu kaçıncı bir daha olmayacak deyişleri. En küçük bir olayda eli silaha uzanan (PKKlı) insanlardan bu topluma bir hayır gelmez. Kürtlerin barış ve huzuru için bu anlayış bir fayda sağlamayacaktır sözleriyle aslında HÜDA-PARın da PKKnın da yularının Amerikanın elinde olduğunu dolaylı itiraf ediyordu.
Milliyetçi Hareket Partisinin merhum Genel Başkanı Alparslan Türkeşin oğlu, AKP İstanbul Milletvekili Ahmet Kutalmış Türkeşin, AKPden istifa etmesi, büyük bir depremin öncü sarsıntısı olarak değerlendiriliyordu!
Ahmet Kutalmış Türkeş istifasını açıklarken Seçim beyannamesinde, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin Anayasasından Türk adının çıkarılacağı, ‘Başkanlık Sistemi’ adı altında 92 yıllık devletimizin bölünerek, federasyon ve özerk alanlara dönüştürüleceği tuzağını fark ettiğim için ayrılıyorum diyordu.
Abdullah Gül Fetih Kutlamalarına niye katılmıyordu?
Bir soru üzerine İstanbulda yapılacak fetih kutlamalarına katılmaması konusunu değerlendiren Gülün: “Cumhurbaşkanlığımdan ayrıldığımdan sonra vakıflar ile çalışmalarımı paylaşacağım. Aktif siyasette yer almayacağım için mitinge katılamayacağım. Bunu başka yere çekmenin anlamı yok. Tecrübelerimi, bilgilerimi yeri geldiğinde arkadaşlarımla paylaşıyorum” demesi de AKPde beklenen sarsıntıların ön hazırlığı olarak yorumlanıyordu.
Bütün bu yüksek olasılıkları gören ve panikleyen iktidar medyası, toplu halde, ölümü gösterip sıtmaya razı eder gibi, koalisyon tehlikesi ile korkutup Erdoğana boyun eğme seçeneğini dayatmaya çalışıyordu. Halkın nezdinde hangisinin daha tehlikeli görüldüğü konusunda çok fena yanılıyor, toplum da yanıltılmaya ve yamultulmaya uğraşılıyordu.
Türkiye nereye kaydırılıyordu?
İktidar bu derin korku ve kuşkularla en yüksek yargı kurumlarını ele geçirmeye ve pervasız bir din istismarıyla halkı yanına çekmeye yelteniyordu. Böylece AKP iktidarının devamı çok daha karanlık ve karmaşık tehlikeli bir geleceğe gebe bulunuyordu.
AYM dini nikâh kıyan din görevlisine öngörülen hapis cezasını kaldırıyor, böylece resmi nikâh yerine dini nikâh iyice yaygın ve geçerli hale getiriliyor ve Türkiye çok yönlü bir kaosa doğru sürükleniyordu.
[1] Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit, 30.05.2015
[2] 29.05.2015, Zaman
[3] http://www.sabah.com.tr/yazarlar/yukselir/2015/05/31/pensilvanyanin-altin-cocugu-can-dundar
[4] Bak: Özgür Mumcu, Cumhuriyet
[5] Bak: http://www.yenisafak.com. tr/gundem/o-gorusmedenimvardi- 2140531
[6] Bak: http://www.hurriyet.com.tr/ gundem/29154186.asp
[7] Bak: http://www.milliyet.com. tr/davutoglu-o-yardimlarbayirbucak/ siyaset/detay/ 2066874/default.htm
[8] Bak: http://www.hurriyet.com.tr/ gundem/29036154.asp
[9] 02 Haziran 2015, Ergün Diler
http://www.millicozum.com/mc/temmuz-2015/mit-tirlari-ve-fittiran