Anasayfa » MİT’TE BİT YENİĞİ; MOSSAD CEMAAT İLİŞKİSİ VE HAS PARTİ

MİT’TE BİT YENİĞİ; MOSSAD CEMAAT İLİŞKİSİ VE HAS PARTİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 109 Görüntüleyen

MİT’TE BİT YENİĞİ;
MOSSAD CEMAAT İLİŞKİSİ VE HAS PARTİ

Taraf Gazetesi yazarı
Mehmet Baransu, 28 Şubat öncesinde TSK’da olduğu gibi MİT bünyesinde de malum
mezhepçi bir ekibin hızla kadrolaştığını ve üst makamlara taşındığını… Bunlara
MOSSAD tarafından özellikle sahip çıkıldığını… Bugün de kendi makamlarını ve ağırlıklarını
korumak için Hakan Fidan’ın etrafında kümelenip onun adamı gibi davrandıklarını
yazmıştı. Eğer öyle ise, MİT hala gönüllü MOSSAD ve CIA ajanlarını bağrında
barındırmaktaydı. Yoksa, bu MOSSAD bağlantılı “mezhepsel şebekeyi” korumak
üzere mi, özel kanunlar çıkarılmıştı?

İsrail’de yayımlanan
Haaretz gazetesinin haberine göre, Suriye’de 40 MİT’çi tutuklanmıştı!

İsrail’de yayımlanan
Haaretz gazetesinde Suriye’de 40 MİT’çinin tutuklandığı yazılmıştı.

“Türkiye, 40 Türk
istihbarat subayının Suriye ordusunca yakalanması, Suriye ile bir diplomatik
krize yol açmıştı. Türkiye, özgür kalmalarını sağlamak amacıyla Suriye ile
yoğun müzakerelere başlamıştı. Suriye, tahliyelerin, halen Türkiye’de bulunan
kaçak Suriyeli subaylarının iadesi karşılığı tutukladığı MİT ajanlarını
bırakacağını açıklamıştı. Suriye aynı zamanda müzakereleri, Türkiye’nin
toprakları üzerinden silah transferlerini ve isyancıların oluşturduğu Özgür
Suriye Ordusu’nun askerlerinin geçişinin bloke edilmesine de bağlamıştı.
Ayrıca, Türk subaylarının tahliyesine ilişkin müzakerelerin sponsorluğunun İran
tarafından yapılmasını da şart koşmaktaydı.”

Haaretz haberinin son
bölümünde; Suriye’nin, yakaladığını öne sürdüğü Türk istihbaratçılarının
“itirafları”nı da yayınladığı vurgulanmıştı. Suriye’nin bu çerçevede
“(İsrail istihbarat örgütü) MOSSAD tarafından eğitilen Türk
istihbaratçılarının MOSSAD’ın Özgür Suriye Ordusunu da eğittiğini
açıkladıkları” yönündeki iddiası da ortalığı karıştırmıştı.[1]

Bu habere göre, MİT
Suriye’de iç savaşı körükleyip, bir dış müdahaleye gerekçe hazırlamaktaydı.

Tam böyle kritik bir
süreçte Çin’in müstakbel lideri Xi Jinping, Türkiye’ye tarihi bir ziyaret
yapmıştı. Çin Devlet Başkan yardımcısının gündeminin birinci maddesi
Türkiye’nin Suriye müdahalesinden sakındırmaktı.

Bu kritik ziyaret
öncesinde Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun yakın çevresine Suriye konusunda
yaptığı değerlendirmelerde: İsyanı desteklemek yoluyla Esad devrilmezse,
Türkiye’nin askeri müdahalesinin kaçınılmaz olduğunu söylediği” medyaya
yansımış ve 40 MİT elemanının yakalanmasını normal karşılamıştı.[2]

Öncelikle
hatırlatayım: Araştırma şirketi ANAR demek, Beşir Atalay demektir. Beşir Atalay
demek, Abdullah Gül demektir.

ANAR’ın Genel Müdürü
Dr. İbrahim Uslu’nun Akşam gazetesine verdiği “2014 kavgası” başlıklı demeç
oldukça enteresandı:
 “Türk siyaseti 2014’te
yeniden dizayn edilecek. Cumhurbaşkanı, Başbakan değişecek. Tüzük gereği üçüncü
dönemi bitirenler artık seçilemeyecek. AKP yönetimi neredeyse topyekûn
yenilenecek. Belediye seçimlerinden hemen sonra genel seçime gidilecek. Kabine
yeniden şekillenecek. Süreçte söz sahibi olmak isteyen birilerinin bu
saldırıları (MİT krizi ortamını) yaptığını düşünüyorum. 2014 yaklaştıkça aynı
tarz saldırıların artmasından endişe ediyorum. AKP’yi ve devlet aygıtını
zayıflatmak, yanlış kararlar aldırmak istiyorlar. Çok hırpalayıcı bir süreç
olacak.”

Bence de çok
hırpalayıcı bir süreç olacak. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül işaret fişeklerini peş
peşe patlatıyor. Tayyip Erdoğan da hasta yatağından seyrediyor. Kulislere göre:
 “AKP içinde 20’den fazla milletvekili bir süre önce, Ankara Mithatpaşa
Caddesi’nde bulunan TBMM Mustafa Necati Kültür Evi’nde bir toplantı yaptı.
Toplantıya bazı AKP’li eski milletvekilleri de katıldı. Toplantıda, ağırlıklı
olarak milletvekilleri, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendilerine yönelik
ilgisizliğini ele aldı. Milletvekilleri “Başbakan bizi hiç dinlemiyor.
Önerilerimizi, taleplerimizi göz ardı ediyor, bizleri dikkate almıyor” diye
dert yandı. AKP’li milletvekilleri toplantıda partiden ayrılıp ayrılmamayı da
tartıştı. Vekiller ayrılma durumunda seçenekleri masaya yatırdı ve CHP ve MHP
dışında bir partiye katılma konusunda ağırlıklı mutabakata vardı. AKP’li
mebuslar, “sayılarının 20’den fazla olması nedeniyle katılacakları partinin
TBMM’de grup oluşturma avantajı yakalayacağını, bu nedenle belirlenecek partiye
elleri güçlü gideceğini” hatırlattı.

HAS Parti “figüranlık
fırsatı” arayışındaydı!

Numan Kurtulmuş’un
Akşam gazetesine ANAR’cı İbrahim Uslu’dan üç gün önce, “Başbakan hedefte, sert
olmazsa gider” başlıklı demeci de kafa karıştırıcıydı. Numan Kurtulmuş’un:

“Başbakan sert gidiyor
ama bu davranışında haklı. Aksi halde kendisi gider bunu biliyor. Çünkü
doğrudan hedef kendisi. Sistemi değiştirme konusunda iktidar partisinin
bahanesi yok. Temel eleştirimiz burada. Milletin diliyle konuşarak iktidara
geliyor ama bir süre sonra devletin diliyle konuşmaya başlıyorlar.”
 çıkışları anlamlıydı. Yoksa AKP’den kopanlar HAS Partiye mi katılacaktı?

Numan Kurtulmuş’un
medya atağı dikkat çekiyordu. Kurtulmuş, son günlerde yakın çevresi ile okyanus
ötesine gidip bazı temasların(!) ne kadar faydalı olup olmayacağını
araştırıyordu!?

Numan Kurtulmuş’u
Saadet Partisi’nden uzaklaştıran Oğuzhan Asiltürk’ün Ergenekon tutuklamalarıyla
ilgili çıkışlarını bir de bu açıdan değerlendirmek gerekiyordu.[3]
 (Ve tabi Numancıların Fatih Erbakan’ı
yanlarına çekme çabalarını ve Oğuzhan Asiltürk’ün kasıtlı olarak Fatih’i
dışlamalarını da birlikte düşünmek lazım geliyordu) Bu arada gündemde kalmak ve
medyatik olmak hatırına HAS Partililerin 1 Mayısta: “Abdestli Kapitalizm” gibi
sloganik saplantılarla ortaya çıkan, “İslam’ı, Komünizmin alt yapısı” gibi
sunmaya çalışan ve bu temelsiz tavırlarıyla; “ılımlı İslam” safsatasıyla
kapitalizme uşaklaşan Cemaat ve İktidarı, sözde uyarıyor görüntüsüyle, onlara
dolaylı mazeret ve meşruiyet ayarlayan ekibe katılmaları da, düştükleri
derekeyi yansıtıyordu. Zaten Milli Gazeteden ve Saadet Partisinden ayarlatılıp
HAS Partiye katılan şair İbrahim Tenekeci, bir TV programında, “HAS Partinin
ihya değil imha hareketi olduğunu” açıklayıp, bu ekipten ayrıldığını
söylüyordu. Kurucu üyesi olduğu HAS Partiden ayrılan İbrahim Tenekeci, Numan
Kurtulmuş’un Milli Görüş’ün kökünü kurutmak niyetiyle yola çıktığını, geç
anladığını vurguluyor ve Milli Çözüm’ün haklılığını ortaya koyuyordu. HAS Parti
Ardahan İl Başkanı Berkant Ezer de, aynı gerekçelerle istifa edip yuvasına
dönüyordu.

Kâşif Kozinoğlu
ölmeden önce koğuş arkadaşına anlatmıştı:

Hasan Ataman Yıldırım,
duruşmada şu önemli bilgiyi aktarmıştı: Kozinoğlu bana Afganistan’dayken bir
CIA ajanın kendisine
 “Türkiye’ye gitme seni
tutuklayacaklar”
 diye uyarmıştı.

Silivri Cezaevi’nin
küçük salonunda görülen 2. Ergenekon davasının 156. duruşmasında talepler
alınmıştı. Odatv davasından tutuklu bulunduğu Silivri Cezaevi’nde şüpheli bir
şekilde hayatını kaybeden MİT Orta Asya Başmüşaviri Kâşif Kozinoğlu’nun koğuş
arkadaşı Hasan Ataman Yıldırım çarpıcı açıklamalar yapmıştı:

Kozinoğlu MİT’e 2 yazı
göndermiş ama yanıt verilmemişti

Yıldırım, ayrıca
Kozinoğlu’nun MİT mensubu olduğundan mahkemede konuşma izni için 2 kere MİT’e
yazı yazdığını anlatmıştı. MİT mensupları, MİT kanununa göre teşkilatla ilgili
bir açıklama yapacağı zaman izin alması lazımdı. “Kozinoğlu’nun tutuklanma
gerekçeleri arasında ‘kaçma şüphesi’ vardı. Kozinoğlu, ‘Ne kaçması ben
Afganistan’dan geldim’ diyordu. ‘Konuşsam devlet sırrı açıklamaktan suç olur,
konuşmasam ben suçlu olurum’ diye kıvranıyordu. Sonunda MİT’e avukatıyla
‘Konuşayım mı konuşmayayım mı’ diye yazı yazdı. Avukat, Kozinoğlu’nun mektubunu
MİT’e göndermiş ama cevap alamamıştı. Kozinoğlu, MİT’e bir yazı daha gönderdi,
ama cevabı gelmeden kaybettik.”

Şimdi sormak lazımdı:

1-         Kozinoğlu’nun tutuklanacağını CIA ajanı bilip uyardığına göre, yoksa
Ergenekon senaryolarının tamamı bir CIA tezgâhı mıydı?

2-         Ergenekon operasyonlarını, iddia edildiği gibi Emniyetteki Fetullahçı ekip
yaptığına ve gerekli bilgi ve belgeleri onların ayarlayıp savcılara
sunduklarına göre, özellikle komutanların ve kurmay subayların tutuklanmaları
üzerinde de bir şüphe bulutu oluşturmaktaydı!?

3-        Şimdi bu operasyonları yapan şube müdürleri ve polis şefleri görevlerinden
alınıp başka yerlere tayin edildiğine göre, bunların topladığı deliller ne
derece güvenilir sayılacaktı?

İsrail-Cemaat
İşbirliği mi?

MİT Müsteşarı Hakan
Fidan’ın KCK şüphelisi olarak ifadeye çağrılması AKP ile çatışan Gülen
Cemaati’nin İsrail ile işbirliği yaptığı kuşkusunu yoğunlaştırmıştı.

MİT Müsteşarı Hakan
Fidan’ın PKK temsilcileriyle görüştüğü ve bu görüşmelerin 2,5 yılda beş kez
tekrarlandığına ilişkin bilgi 15 Eylül 2011’de basına sızdırılmıştı. Oslo
süreci adı verilen bu görüşmelerin basına sızdırılması ve Uludere’deki
“istihbarat tuzağı” ile iki defa “suikasta” uğrayan MİT Müsteşarı Hakan Fidan,
bu kez de KCK şüphelisi olarak ifadeye çağrılmıştı. Hedefte Fidan’ın olması AKP
ile çatışan Gülen Cemaati’nin İsrail’le işbirliği yaptığı şüphelerini gündeme
taşımıştı.

Oslo sürecinde,
Brüksel’de yapılan görüşme kayıtlarının 15 Eylül 2011’de PKK’ya yakın bir haber
ajansının sitesine sızdırılması İsrail’in planıydı. Uludere’de ise insansız
hava araçlarından gelen görüntülerin değerlendirilmesinde yaşanan yanılgı da
dikkatleri ABD ve İsrail’e yoğunlaştırmıştı.

Bunlar MİT’in
görevleri mi?

·        MİT heyeti, istihbarat toplama ve bilgi edinme görevinin dışında örgütün
Öcalan tarafından yönetilmesine aracılık etti.

·        Silahlı faaliyet yürütmesi en baştan beri öngörülen KCK yapılanması, MİT
heyetinin gözetiminde gerçekleştirildi.

·        MİT gerek doğrudan temaslarında gerekse örgüt içindeki ajanları
aracılığıyla elde ettiği saldırı ve eylem talimatlarının engellenmesine yönelik
harekete geçmedi.

·        İstihbarat toplama vazifesi aşılarak devletin bütünlüğü ve anayasal düzene
karşı anlaşma noktasına gidildi.

·        Örgütün silahlı eylemleri ve yapılanmasını önlemedi.

·        Öcalan’la örgütün üst yönetimi arasındaki mektuplaşma trafiğini üstlendi.

·        MİT örgüte verdiği taahhütler kapsamında güvenlik güçlerinin operasyonlarını
engellemek için çalışma yürüttü ve örgüte bilgi verdi.

Zaman Gazetesinden
MİT’e ağır suçlamalar yöneltilmişti

·        Öcalan ile terör örgütü arasında iletişimi yönetti

·        Güvenlik birimlerinin operasyonlarını engelledi

·        KCK yapılanmasının tamamlanmasına izin verdi

·        KCK’nın silahlı faaliyetlerini görmezden geldi

·        PKK’nın taraf statüsünde kabul edilmesini temin etti

·        İstihbarat görevi aşıldı, Öcalan’la anlaşmaya gidildi

MİT ile KCK/PKK terör
örgütü arasında ‘organik’ ilişki olduğu yönündeki iddialar gündemi sarsmıştı.
İddiaya göre, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın KCK soruşturması kapsamında
13 Ocak’ta BDP Diyarbakır İl Başkanlığı’nda yapılan aramada ele geçirdiği
belgeler, Hakan Fidan ve selefi Emre Taner’le yardımcısı Afet Güneş’in ifadeye
çağrılmasında gerekçe sayılmıştı. Aramalarda MİT-PKK bağlantısını tamamlayıcı
yeni deliller bulunduğu konuşulmaktaydı. İşte o iddialardan bazıları:

MİT elemanları
kuryelik yaptı:

Yeni delillere göre,
PKK’nın İmralı’daki lideri Öcalan’ın, terör örgütünün Avrupa ve kırsal
kadrolarıyla iletişimini MİT heyetinin kuryelik yaparak sağladığı öne
sürülüyordu. Ocak ayında Diyarbakır’da ele geçirilen el yazısı mektupların
PKK/KCK’ya ulaştırılmasında MİT rol alıyordu.

MİT, özerklik ilanını
devletten saklamıştı:

MİT’in Öcalan’dan
KCK’ya ulaştırdığı mektupta “alternatif devlet kurmaktan” söz ediliyordu. Bu
mektup üzerine 14 Temmuz 2011’de DTK’nın demokratik özerklik ilan ettiği
anlaşılıyordu. MİT heyeti bu mektuptan, hatta demokratik özerklikten haberdar
olmasına rağmen bunu ilgili kurumlara iletmemekle suçlanıyordu.

PKK’ya yönelik
operasyonlara engel çıkarmıştı:

İddiaya göre MİT,
örgüte verdiği taahhüt gereği güvenlik birimlerinin operasyonlarını engellemek
için çalışma yürütüyordu. Üstelik bu çalışmalarla ilgili örgüte geri bildirimde
de bulunuyor, askeri operasyonların durmasını sağlıyordu.

KCK’nın taraf olarak
kabul edilmesini sağladı:

MİT, yabancı devlet
ajanları ile yaptığı görüşmelerde PKK/KCK’nın taraf statüsünde kabul edilmesine
zemin hazırlıyordu. Bunun için MİT, ‘Oslo görüşmeleri’ adı altında PKK/KCK’nın
kırmızı bültenle aranan Zübeyr Aydar, Mustafa Karasu ve Sabri Ok gibi
yöneticileriyle görüşmeye devam ediyordu.

KCK’nın tamamlanmasına
göz yummuşlardı:

MİT heyetinin örgüt
ile yaptığı görüşmelerde, KCK yapılanmasının tamamlanması için devlet
birimlerinin oyalanması konusunda taahhütte bulunduğu anlaşılıyordu. Öcalan,
bir taraftan heyetle görüşüp öte taraftan avukatlar aracılığıyla eylem talimatları
veriyordu.

Özerk Kürdistan
mutabakatı:

İstihbarat toplama
vazifesi aşılarak devletin bütünlüğü ve anayasal düzene karşı anlaşma noktasına
geliniyordu. Yeni anayasada özerk Kürdistan’a imkân tanınması, Öcalan’ın önce
ev hapsine, ardından özgürlüğüne kavuşması konusunda mutabakata varılıyordu.

Tatlıses’i vuran silah
MİT’ten çıkmıştı:

Ünlü sanatçı İbrahim
Tatlıses’e düzenlenen suikast için İstanbul’a gönderilen 2 Kalaşnikof tüfeğin
MİT’in haber elemanı tarafından suikastı düzenleyen Abdullah Uçmak’a
İstanbul’da teslim edildiği iddia ediliyordu. MİT haber elemanının, saldırı ile
ilgili kuruma hiçbir uyarıda bulunmadığı öne sürülüyordu.

MİT haber elemanları
50 olaya karışmıştı:

Son 3 yılda MİT’in
haber elemanlarının İstanbul’da yaklaşık 50 olaya karıştığı tespit ediliyordu.
MİT haber elemanlarının karıştığı olayların büyük çoğunluğunun PKK-KCK
eylemleri olduğu polis tarafından da biliniyordu.

Hâkime kurşun
sıkmışlardı

Mart 2011’de
Başakşehir’deki adliye lojmanlarına gelen bir araçtan uzun namlulu silahla ateş
açılıyordu. Kurşunlardan bazıları mahkemeye giden hâkimin aracına isabet
ediyordu. Yakalanan saldırganların arasında bir MİT haber elemanı bulunduğu
ortaya çıkıyor ve kayıtlara geçiyordu.[4]

Özel kanun çıkmasaydı,
İşte savcıların MİT’çilere soracağı Oslo Protokolünün maddeleri:

MİT Müsteşarı Hakan
Fidan ve 4 MİT’çinin ifadeye çağrılmasının nedeni olarak “Oslo Mutabakatı”
gösterilmişti. BDP Diyarbakır İl Başkanlığında ele geçirilen belgelerde 9
maddelik mutabakat hususları zikredilmişti.

O dönem Başbakanlık
Müsteşar Yardımcısı olan Hakan Fidan ile MİT Müsteşar Yardımcısı Afet Güneş’in
Oslo’da terör örgütünün elebaşlarıyla vardığı mutabakat metni, 13 Ocak günü
düzenlenen KCK operasyonunda BDP Diyarbakır İl Başkanlığında ele geçirilmişti.

İşte gündeme bomba
gibi düşen ve Fidan’ı “şüpheli” duruma düşüren o belge:

“Türkiye ve PKK
temsilcileri arasında yapılan görüşmelerde mutabakata varılan hususlar:

a) Yaşanan çatışmalı
sürecin Türkiye’de şiddet, can ve mal kaybına neden olduğu gerçeğinden ve
kalıcı barış, güvenlik, uzlaşı ihtiyacından hareketle; taraflar Oslo
toplantıları sürecinin devamı konusunda anlaşmışlardır.

b) Taraflar,
demokrasi, insan hakları ve evrensel hukuk ilkeleri temelinde Kürt sorununun
çözümünde diyalog ve müzakere yolunun esas alınması konusunda görüş birliğine
ulaşmıştır ve bir an evvel müzakerelere başlamanın gerekliliğine inanmaktadır.
Oslo sürecinin başlangıcından bugüne dek yürütülen çalışmalar ve atılan olumlu
adımlar, Kürt sorununun siyaset zemininde ve kamuoyu nezdinde tartışılabilir
hale gelmesine ciddi katkı sağlamıştır.”

Mutabakat Maddeleri:

1- Taraflar, süregelen
Oslo ve İmralı süreci bağlamında Kürt sorununun çözümü konusundaki
kararlılıklarını koruduklarını bir kez daha belirtmişlerdir.

2- Taraflar, bu güne
kadar Oslo ve İmralı süreçlerinde vurgulanan Kürt sorununun kalıcı çözümüne
yönelik temasların sürdürülmesi ve yürütülecek çalışmaların Anayasal ve yasal
çerçevede sonuçlandırılmasının esas alınmasının gerekliliği konusunda varılan
mutabakatları teyit etmektedir.

3- Taraflar, 10 Mayıs
2011’de İmralı’da yapılan görüşmede Sayın Öcalan tarafından sunulan,
“Türkiye’de Temel Toplumsal Sorunların Demokratik Çözüm İlkeleri Taslağı,
Türkiye’de Devlet ve Toplum İlişkilerinde Adil Barış İlkeleri Taslağı ve Kürt
Sorununun Demokratik Çözüm ve Adil Barışı İçin Eylem Planı Öneri Taslağı” adı
altındaki taslaklar konusunda, en geç Haziran’ın ilk haftasına kadar görüş ve
önerilerini bildirecektir. Kürt tarafı, sözü edilen taslakları memnuniyetle
karşılayıp, prensip ve ilkesel olarak kabul edip uygun görmektedir.

4- Taraflar, aynı süre
içinde yukarıda adı geçen taslaklarda zikredilen “Anayasa Konseyi, Barış
Konseyi, Hakikat ve Adalet komisyonu” için isim düzeyinde çalışma yapacak ve
netleştirdikleri isim önerilerini iletecektir.

5- Türk tarafı,
seçimlerden sonra en kısa zamanda Örgütü temsilen iki kişinin Sayın Öcalan’ı
ziyaret etmesi; yukarıda adı geçen konsey ve komisyonlar kurulduktan sonra,
birer alt komisyonlarının da Sayın Öcalan’la ilişkilendirilmesi garantisi
vermektedir.

6- Kürt halkının
siyasi ve legal temsilcileri; basın yayın organları ve çalışanlarına yönelik
uygulanan baskı, tutuklama ve çalışmalarını engelleme vb. yönelimlere son
verilmesi ve KCK adı altında gerçekleşen siyasi operasyonlarda tutuklananların
serbest bırakılması, bu sürecin yumuşatılması ve çözüm yönünde ilerlemesi için
önemli bir adım bilmektedir. Bu çerçevede Türk tarafı ilk adım olarak Nevroz ve
sonrasında tutuklanan Kürt siyasetçileri bırakmayı taahhüt etmektedir.

7- Taraflar,
seçimlerin güvenli bir ortamda geçmesi ve ortamın normalleşmesi için, en üst
düzeyde, kamuoyuna açık çağrı yapılacağına söz vermiştir.

8- Kürt sorununun
nihai çözümünün, ancak çatışmasızlık zemininde gerçekleşebileceğinden
hareketle; tüm askeri, siyasi ve diplomatik operasyonların ve eylemlerin
durdurulması ve uygun tedbirlerin karşılıklı geliştirilmesi temeldir. Bu
çerçevede taraflar, 15 Haziran 2011’e kadar her türlü operasyon ve askeri
eylemlerini durduracaklarını belirtmiştir.

9- Taraflar,
müzakereleri derinleştirmek ve gündemdeki konuları tartışmak üzere
hazırlıklarını yaparak 2011-Haziran ayının ikinci yarısında bir araya gelmeye
karar vermiştir.

Üç paragraflık giriş
ve 9 maddeden oluşan iş bu mutabakat metni, taraflar arasında arabuluculuk
yapan HD (Hakem Devlet) temsilcileri tarafından, taraflar adına imza altına
alınmış ve aslı HD merkezinde arşive alınmıştır.[5]

MİT Müsteşarı Fidan,
PKK heyetine böyle demişti: “Beni Başbakan görevlendirdi!”

13 Eylül 2011 günü
internete düşen ses kayıtlarıyla, Hükümet-PKK görüşmelerinin şekli ve
içeriğiyle ilgili çok önemli gerçekler ortalığa saçılıyordu. Üçüncü bir taraf
ülkenin koordinatörlüğünde AKP Hükümeti ve PKK heyeti Norveç’in Oslo kentinde
bir araya geliyordu. Görüşmede AKP Hükümeti’ni o dönem Başbakanlık Müsteşar
Yardımcısı olan şimdiki MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve MİT Müsteşar Yardımcısı
Afet Güneş temsil ediyordu. MİT Müsteşarı’nın görüşmeye Tayyip Erdoğan adına
katıldığı, Fidan’ın
 “Başbakan’ın özel
temsilcisiyim… Bu noktada Başbakan beni görevlendirdi”
 sözleriyle anlaşılıyordu. Karşılarında ise Mustafa Karasu, Sabri Ok ve
Zübeyir Aydar’dan oluşan PKK heyeti yer alıyordu.

‘Sayın Öcalan’la 2
saatten fazla görüştük’

Görüşmenin başında MİT
Müsteşarı Hakan Fidan şöyle konuşuyordu:

“(…) İsmim Hakan
Fidan. Müsteşar Yardımcısıyım, ama Sayın Başbakanımızın özel temsilcisiyim.
(…) Olayın teknik görünen bir çalışmadan öte daha siyasi içerikli, daha
farklı bir boyuta taşınması ihtiyacı hâsıl olunca, Sayın Başbakanımız bu konuda
beni görevlendirdi. (…) Sayın Başbakan bu noktada ciddi olduğunu, samimi
olduğunu, siyasi risk de yüklenmeye hazır olduğunu birkaç defa söyledi. Bu
çerçevede biz arkadaşlarımızla beraber çalışmaya başladık. Orada Sayın
Öcalan’la iki saatten fazla bir görüşmemiz oldu, kendi odasında. Hükümetin çok
ciddi niyeti var. Bu iyi niyeti Türkiye’deki reel şartların izin verdiği ölçüde
hayata geçirmeye, realize etmeye çalışıyor. Bu noktada Sayın Başbakan beni görevlendirdi.”

Şikâyet ettiğiniz
bürokrat, polis ve asker var mı?

PKK temsilcilerinin
KCK’ya yönelik gözaltı ve tutuklamalarından şikâyetçi olmaları üzerine Fidan,
 “Ben bunları gittiğim zaman İçişleri Bakanı ile uzun uzun konuşacağım” diyor ve şöyle devam ediyordu: “…Geliştirilen bir
özgürlük alanı açıldı. Bu özgürlük alanı içerisinde örgütün alt birimleri, eski
alışkanlıklarından hareketle ‘Daha fazla mevzi kazanalım, daha fazla
örgütlenelim’ mantığı içerisinde. Bir noktaya kadar hani tolere edebiliyorsunuz;
çünkü dediğim gibi alandaki valiler, emniyet müdürleri bu noktada gerçekten çok
değerli insanlar. Yani şu anda sizi bilmiyorum, spesifik olarak isim vererek
şikayet edebileceğiniz; ‘Şu adam düşmandır, bu adam şeydir’…”

Öcalan’ın serbest
bırakılması

MİT Müsteşar
Yardımcısı Güneş ise,
 “Öcalan’ın serbest
bırakılması”
nın dahi gündemde olduğunu belirtiyordu:“Yani neresinden bakarsak
bakalım, çünkü çözümün parametreleri içinde işte basit birtakım taleplerden,
Anayasa değişikliğinden Öcalan’ın serbest bırakılmasına kadar çok geniş bir
skala var. Bunların 3 ayda, 5 ayda, 1 senede tamamlanabilmesi söz konusu
değil.”

Görüşmeler MGK
kararıyla yapılmamıştı

2937 sayılı MİT
yasasının 4. maddesi ‘Milli İstihbarat Teşkilatı’nın Görevlerini düzenliyordu.
Bu maddede “MİT istihbarat dışı faaliyette kullanılamaz” şeklinde bir
düzenleme yer alıyordu. PKK ile görüşme bir istihbarat faaliyeti içine
girmiyordu. Kanun açıkça “MİT’e istihbarat görevi dışında görev
verilemez” ve “bu teşkilat devletin güvenliği ile ilgili istihbarat
hizmetlerinden başka hizmet istikametlerinde yöneltilemez” hükmünü
getiriyordu. Bunun tek istisnası var o da 4/f maddesi;
 “MGK’da belirlenecek diğer görevleri yapmak.” oluyordu. Ancak MGK’da da MİT’e böyle bir görev verilmediği bizzat
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in MİT-PKK görüşmeleriyle ilgili
sözlerinden anlaşılıyordu. Orgeneral Özel, Milliyet’ten Fikret Bila’ya konuyla
ilgili
 “TSK’nın böyle
bir süreçle yakından uzaktan ilgisi yoktur, olamaz”
 şeklinde konuşmuştu.

700 polis şark
tayinine mi gönderildi, yoksa sürgün mü edilmişlerdi?

KCK operasyonlarını
yürüten Terörle Mücadele, Organize Şube ve İstihbarat Şubesi’nde görevli 700
polise şark tayini çıktığı yazılmış, İçişleri Bakanı ise iddiayı yalanlamıştı.
İstanbul Emniyet Müdürü Çapkın ise “Sıradan rutin bir iş” olduğunu
vurgulamıştı.

İstanbul Emniyet
Müdürlüğü’nde, 8 Şubat’ta Terörle Mücadele ve Organize Suçlar Şube
Müdürleri’yle İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı’nın görevden alınması, 15
Şubat’ta ise emniyet amiri ve komiser düzeyinde 10 memurun başka yerlerde
görevlendirilmesinin ardından 3. bir tayin dalgası daha yaşanmış; KCK
operasyonlarını yürüten Terörle Mücadele, Organize Şube ve İstihbarat Şubesi’nde
görevli polis memurları, pazar sabahı uyandıklarında cep telefonlarında “şark
tayini” mesajı ile karşılaşmıştı.

Bu atamanın, Terörle
Mücadele Şube Müdürlüğü’nde 350, İstihbarat Şube Müdürlüğü’nde 200, Organize
Şube Müdürlüğü’nde ise 150 polis memurunu kapsadığı ortaya çıkmıştı.
Tayinlerin, Emniyet Genel Müdürlüğü’nün talebi doğrultusunda gerçekleştirildiği
açıklanmıştı.

Terörle Mücadele Şube
Müdürü Yurt Atayün görevdeyken Balyoz Darbe Planı iddialarına ilişkin geniş
çaplı operasyon yapılmıştı. Soruşturma kapsamında eski Hava Kuvvetleri Komutanı
emekli Orgeneral İbrahim Fırtına, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek,
eski 1. Ordu Komutanı emekli Orgeneral Ergin Saygın ve eski 1. Ordu Komutanı
emekli Orgeneral Çetin Doğan’ın da aralarında bulunduğu 17 emekli general, 4
muvazzaf amiral, 27 subay ve 1 astsubay gözaltına alınmıştı. Muvazzaflar Merkez
Komutanlığı’nda, emekliler ise Terörle Mücadele Şubesi’nde sorgulanmıştı.

Ergenekon soruşturması
kapsamında ise 10’uncu dalgadan sonra yapılan tüm operasyonlara bizzat imza
atmışlardı. Prof. Dr. Yalçın Küçük, eski YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz,
eski Genelkurmay Adli Müşaviri emekli Tümgeneral Erdal Şenel ve eski MGK Genel
Sekreteri Emekli Orgeneral Tuncer Kılınç’ın da bulunduğu 30’un üzerinde kişi
soruşturma kapsamında tutuklanmıştı. Eski Özel Harekâtçı İbrahim Şahin ile
bağlantılı oldukları iddiasıyla 2 şube müdürünün de aralarında bulunduğu 20’den
fazla Özel Harekâtçı polisle bazı askerler de gözaltına alındı. Aralarında 2’si
aktif görevde, 3’ü eski 5 rektör ve çok sayıda profesörün olduğu 43 kişi
yakalanmıştı.

Devrimci, Karargâh
Terör Örgütü’ne yönelik operasyonlar da iki müdür döneminde yapılmıştı.
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı talimatı ile “Devrimci Karargâh Örgütü’’
soruşturması kapsamında hakkında yakalama kararı çıkarılan Hanefi Avcı,
İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ekipleri tarafından Ankara’da
gözaltına alınmıştı.
 Şimdi bütün bu operasyonları yapan
polislerin ve amirlerinin sürgün gibi doğuya yollanması elbette kafaları
karıştırmıştı.

Savcılık dosyasında
bulunduğu öne sürülen iddialar ilginçti: KCK’yı MİT yönetiyor!

Hakan Fidan, Emre
Taner ve Afet Güneş’i ifadeye çağıran Özel Yetkili Savcılık’ın dosyasında MİT’e
ağır suçlamaların yer aldığı iddia edilmişti.

İddiaya göre; PKK/KCK
soruşturması kapsamında 13 kişinin tutuklandığı 13 Ocak 2012’de gerçekleştirilen
operasyonda BDP Diyarbakır İl Başkanlığı’nda yapılan aramalarda; MİT heyeti ile
kırmızı bültenle aranan terör örgütü yöneticileri arasında gerçekleşen ve Oslo
görüşmelerini tamamlayıcı nitelikte olduğu öne sürülen toplantılara ait 12 adet
ses kaydı, Öcalan’ın KCK Yürütme Konseyi Başkanlığı’na yazdığı 6’sı el yazısı
olmak üzere 19 doküman ele geçirilmişti. Bu belgelere göre, MİT heyetinin
istihbarat toplama ve bilgi edinme görevinin dışında örgütün yönetilmesine
imkân ve fırsat verdiği bildirilmişti. “Silahlı faaliyet yürütmesi” öngörülen
KCK yapılanmasının MİT heyetinin gözetiminde tamamlandığı ileri sürülmekteydi.

Başbakan’ın yakın
çevresinden Fidan değerlendirmesi: Cemaat, Erdoğan’ı ifadeye çağırdı!

MİT Müsteşarı Hakan
Fidan’ın ifadeye çağrılmasıyla ilgili olarak, “Cemaat, Erdoğan’ı ifadeye
çağırdı” denilmesi dikkat çekiciydi. Hakan Fidan olayı ile ilgili Başbakan
Erdoğan’ın yakın çevrelerinde yapılan değerlendirmeler şöyleydi:

“Erdoğan’la Cemaat
arasında en önemli kırılma 2009 yılında gerçekleşti. Erdoğan, Cemaat’in devlet
içinde, özellikle de Emniyet ve yargı içindeki kadrolarının Cemaat
hiyerarşisine göre hareket etmesinden ve kendisini oldubitti ile karşı karşıya
getirmesinden tedirgindi. 2009’da Cemaat’in kontrol altına alınmasını gündeme getirdi.
Hatta o günlerde ‘benim omzuma çıkıp ateş ediyorlar’ diyerek tepkisini
gösterdi. Cemaat bunu kabul etmedi. Referandum ve seçimler yaklaşınca Cemaat’in
kontrol altına alınması ertelendi.”

“Hakan Fidan’ın
Cemaat’le ilişkisi vardı. Amerika’da eğitim almıştı. Ama Fidan, Başbakan
Erdoğan’a tam bağlıydı. Cemaat’in MİT’teki taleplerini karşılamadı. Bunun
üzerine Fidan’a yönelik eleştiriler arttı. Cemaat içinde ‘dönek’ muamelesine
uğradı.”

Dinlemelerde Cemaat
tekeli

“Erdoğan 2011
seçimlerinden sonra yasadışı dinlemelerdeki Cemaat tekelini kırmak için bütün
dinleme ve izlemelerin fiili kontrolünü MİT’e bıraktı. Başbakan’ı buna yönelten
ana etken, Cemaat’in kendisi ve yakın çevresi ile ilgili dinleme yapması ve
arşiv tutulduğu konusunda yapılan ihbarlardı. Cemaat, zaman zaman Başbakan’a ve
yakın çevresine şantaj imasında bulunmaktaydı. Cemaat’in elindeki bazı yasadışı
dinleme araçları geri alındı. Bu işler için MİT devreye sokulunca, Fidan’a
karşı tavır sertleşmeye başladı. Başbakan’a yakın olan Fidan’ın savcılığa
çağrılmasından Çankaya haberdardı. Abdullah Gül’ün gelişmelerde hem bilgisi,
hem etkisi vardı.”

Bu iddialarda doğruluk
payı olsa da, gerçeği tam yansıtmıyordu. Çünkü cemaat de, hükümet de aynı
lobilerin güdümünde bulunuyordu. Bunların kapışması, basit menfaat kavgalarını
ve iktidar hırslarını gösteriyordu. Yoksa aynı elin parmaklarının birbirini
kaşımasını, kapışma diye gösterenler toplumu aldatıyordu.

BDP’nin, Recep Bey’e
desteği: “Bu ekibe sahip çıkılması lazım”

DTK Eşbaşkanı ve Van
Milletvekili Aysel Tuğluk, Oslo’da devlet adına KCK yöneticileri ile görüşen
MİT yetkililerinin şüpheli sıfatıyla ifadeye çağrılmasını,
 “Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözüm arayışlarının önünü
kapatmaya dönük bir operasyon”
 şeklinde
değerlendirdi. MİT yetkililerinin ifadeye çağrılmasının son derece önemli
olduğunu kaydeden Tuğluk şunları söyledi:
 “Bu ekip
İmralı’da üç yıldır diyalog sürecini yürüten bir ekip. Ve bu görüşmelerin
sonucunda da ortaya çıkan bir süreç var. Bunların ifadeye çağrılması demek,
hesap vermeye çağırmak anlamına geliyor. Dolayısıyla şöyle bir durum söz
konusu; ‘bir daha bunu yapamazsınız, yaptıklarınızın da hesabını vereceksiniz’
anlamına geliyor.”

Şu hale bakın..

·        İktidar ve Muhalefet ABD Yahudi Lobilerinden
icazetliydi!

·        MİT, MOSSAD’la ilişkiliydi!

·        Cemaat CIA yönlendirmeliydi!

·        Üst düzey polis müdürleri, ABD Büyükelçisine
brifing-tekmil vermekteydi!

·        Bazı askerler Gladyo ve Mason Locası hizmetlisiydi!

·        Ekonomi IMF’nin ve Siyonist sermayenin, iç politika
AB’nin, dış politika İsrail’in güdümündeydi!

·        Ve zaten Başbakan, yabancı ve yıkıcı gizli bir proje
olan BOP’un görevlisiydi!

Peki, Allah aşkına bu
ülkeyi kimler yönetmekteydi? Herhalde demokrasi dedikleri böyle bir şeydi!? Bu
kadar gerekli ve değerli olmasa, gâvurlar ilaç diye bize tavsiye ederler miydi?

 

 

 

 


 

[1] Kaynak: http://www.internethaber.com/mit,-besar-esad,-suriye,-haaretz-402332h.htm#ixzz1n1QLHLo6

[2] Bak: Ahmet Takan – Yeniçağ – 21 Şubat 2012

 

[3] (A.g.y.)

[4] İstanbul Zaman   –   10.02.2012

[5] Habertürk / 10 Şubat 2012

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/haziran-2012/mitte-bit-yenigi-mossa

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi