MİLLİ GÖRÜŞÇÜLERİN SON İMTİHANI VE DERİN GÜÇLERİN
OĞUZHANI!
Vecdi Gönül, Oğuzhan Asiltürk ve FETÖ Cemaati
Mehmet Vecdi Gönül Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi'ni 1960'ta tamamladı. Çeşitli yerlerde kaymakamlık yaptı. 1970'te
İçişleri Bakanlığı bünyesine katıldı. Özlük işlerinde görev aldı. Sonra
Kaliforniya'da Mülki İdare Amirliği konusunda master yaptı. 1972'de Mülkiye
Müfettişliği görevine atandı. 1975 yılında Kocaeli Valiliği'ne tayini çıktı.
1977'de ise Emniyet Genel Müdürü yapıldı. (Arkasında Oğuzhan Asiltürk vardı)
Bir yıl sonra Merkez Valiliğine alındı, ancak bir yıl sonra da Ankara Valisi
olarak yine işinin başındaydı. Ertesi yıl tekrar Merkez Valisi yapıldı.
Ardından YÖK üyeliğine atandı. Buradan da İzmir Valisi olacaktı. Yıl 1984'ü
gösteriyordu! Sanıyorum 4 yıl kadar İzmir'de görev yaptı! Buradan ayrıldığında
İçişleri Bakanlığı Müsteşarı'ydı… YÖK dışında Sayıştay'da görev aldı. Siyaset
meraklısıydı. Kocaeli'nden Meclis'e taşındı. Sonra aynı yerden tekrar vekil
seçildi, yine Meclis'teydi. Sonra Antalya'dan geldi! Belki en uzun süre Milli
Savunma Bakanlığı yapan isimdi… Çok sevilen ve sayılan birisiydi. Hem
Mülkiye'de hem de görev yaptığı yerlerde herkes övgüyle söz ederdi.
İzmir Valisi olarak görev yaptığı yıllarda, Pensilvanya burada kök
salıyordu (Vecdi Gönül FETÖ'ye sahip çıkıyordu). Darbe sonrası ve öncesi bir el
onu koruyordu. İstanbul'a gelmeden önce güç topladıkları yer İzmir oluyordu.
Kimse onlarla ilgili bir engelleme yapmıyordu. İbrani kökenli aileler,
masonluğu kente getiren kişilere destek olurken kimse “Bunlar ne
yapıyordu?” diye sormuyordu! Örneğin: İzmir Muhterem (Mason) Locası'nın
ilk Üstad Muhteremi, sonra sekreteri olan Hamdi Nüzhet
Çancar ve (Sabataist) çevresi, Feto Cemaatinin Himmet paralarını yöneten
insanların başında geliyordu. (İsrailli istihbaratçı) Davit Pardo gibi isimler
de işin içinde bulunuyordu. İlaç dağıtım şirketi olan eczacı aileler, paraları
bir yerden bir yere götürüyordu! Yönetim bunlardaydı. İbrani kökenli aileler,
Pensilvanya'yı Sabetay Sevi'ye benzettikleri için sevgi duyuyor ve sahip
çıkıyordu.
Sabatay Sevi de vaazlarında ağlıyor, düşüp bayılıyor,
transa giriyordu!? Evet, İzmir'i anlamadan bu yapıyı çözmek çok zordu. Devletin
içinden gelen desteği bilmeden temizlik operasyonlarını sağlıklı yürütmek
imkânı yoktu. Vecdi Gönül İzmir'de görev yaparken, bunlarla bir teması olmuş
muydu? Gönüllü mü yapıyordu yoksa kol kanat açmak zorunda mı kalıyordu? Ya da
hareketin büyümesi için bilerek yol mu veriyordu? Cevap Vecdi Bey'de…
İçişleri Bakanlığı'nda görev yaptığı yıllarda kadrolaşma yolunda adımlar
atılıyor muydu? Belli isimlerin önü açılıyor muydu? Birileri,
“görmezden” geliniyor muydu?
Vecdi Bey konuşsa, bence çok şey daha sağlıklı bir bünyeye kavuşurdu. Belki
konuştu biz bilmiyoruz, ama Abdullah Bey'in Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklamadan
önce Cemaat, Vecdi Bey'i istiyordu. “Asker Böyle İstiyor!” diye de ters köşe
yapılıyordu! Ufuk Güldemir'in televizyonunda Cemaatçi olduğu bilinen isim Perde
Arkası bilgi vermek için bağlanıyor ve “AKP'nin
Cumhurbaşkanı adayı Vecdi Gönül'dür!” diyordu. Ve unutmayalım
ki, Vecdi Bey İzmir'e Vali olarak giderken de, Genelkurmay Başkanı Necdet Üruğ
Paşa'dan izin alıyordu. Evet, başka bir görev almaktansa, İzmir'e gitmesini
isteyen Üruğ Paşa oluyordu! (Cemaatin) Emniyet'teki örgütlenmesinin kökü de
İzmir'e dayanıyordu! Et-Balık Kurumu'nda görev yapan Emniyet İmamı İzmirli
polis müdürleriyle yürüyordu. İsimlere girmek istemiyorum, bilen biliyordu.
İşte bu Vecdi Bey'e yol verenlerden birisi de Oğuzhan Asiltürk Beyefendi idi,
Valilik galiba (O'nun sayesinde) böyle geliyordu. Korkut Özal Bey de, çok
destek oluyordu!
O dönem İzmir'de görev alan ve önü açılan Emniyetteki isimlere iyi bakmak
gerekiyordu. Bilerek ya da bilmeyerek o yıllarda İzmir'de bir maya atılıyor
(FETÖ şebekesi devlete yerleşiyordu). O dönem orada görev yapanlar gözden
kaçırmış olabilir; ama o yıllarda orada ne olduysa bu Yapı giderek büyüyordu!
Gözden uzak tutulmaması gereken nokta buydu! Hem bunca yıl Milli Savunma
Bakanlığı neden hep Vecdi Bey'e nasip oluyordu?”[1] Aynı zamanda Türksat
Yönetim Kurulu Başkanlığı'nı yürütüyordu.
Bu çarpıcı ve ufuk açıcı gerçekleri bizler yazmış olsak, bazıları
önyargılı ve kasıtlı bir yaklaşım zannına kapılırdı. Ama1974lerden beri İzmir
merkezli ve sabataist destekli FETO Cemaat yapılanmasının temellerinin; Vecdi
Gönül'ün Valilik yıllarında atıldığını, Vecdi Gönül'ün ise Oğuzhan Asiltürk ve
Korkut Özal tarafından atandığını ve kollandığını, Sn. Erdoğan'ın hararetli
yandaşlarından bilgiç, kulağı delik, derin ve gizli bilgi ve belgeler
kendisine eriştirilen bir yazarın gündeme taşıması oldukça
anlamlıydı. Demek ki Oğuzhan Asiltürk ve Korkut Özal gibileri, sadece Milli
Görüşte değil, tüm Devlet kademelerinde, dindarlık görüntüsüyle, sabataist
teşkilatlanmanın ve paralel yapılanmanın yerleştirilmesi gayesi ile
görevlendirilmiş insanlardı. Ve zaten Recep T. Erdoğan ve Yenilikçi ekibinin
kışkırtılarak Milli Görüş'ten kopmalarını kolaylaştıran da Oğuzhan'dı; Ama bu
görevini ters tepkiyle,yani Erbakan Hoca'ya bağlılık görüntüsüyle yapmışlardı.
Şimdi SPnin yeni bir kongreye hazırlandığı günlerde, bu gerçekleri bir
daha hatırlatmamız ve Milli Görüşçü kadroları uyarmamız lazımdı. Zira Oğuzhan
Asiltürk gibileri, takdirin cilvesi ve büyük davaların dengeleri gözetme
mecburiyeti gereği, Milli Görüşçülerin imtihanıydı.
1- İnancımızın temel kuralları, davamızın hatırı ve Aziz Hocamızın manevi
mirası ve en başta Allah rızası için, Oğuzhan Asiltürk'ün bu açık
tahribatlarına karşı çıkacak olgunluk ve sorumluluktaki yürekli insanlarımız
ortaya çıksındı.
2- Bütün uyarılar yapıldıktan ve gerekli girişimler-tedbirler alındıktan
sonra da, her şeye rağmen Milli Görüşün tek adresi ve temsilcisi olan Saadet
Partisi'ne sahip çıkmak, bu Hak davada sadık ve sağlam kalmak lazımdı. İşte
İmtihanı kazanmanın sırrı bu iki maddede saklıydı.
Yeni Kongre hazırlığı ve Milli manevi sorumluluklarımız!
Ekim 2016da yapılacağı açıklanan SP Büyük Kongresi hazırlıklarını Milli
Gazeteye değerlendiren Oğuzhan Asiltürk, 5 dakikalık konuşmasında 5 kere Mevcut görüntüyü
değiştirmekten ve yeni bir görüntü ile toplumun karşısına çıkma gereğinden dem vurmuşlardı.
Bu sözleriyle Sn. Mustafa Kamalak'ın uygun ve dolgun bir
görüntü veremediğini, SPnin bu yüzden gerilediğini, imaya çalışmıştı. Oysa,
bu tespit ve teşhiste kısmen doğruluk payı bulunsa da, SP vitrinindeki ve Milli
Görüş Merkezi'ndeki asıl görüntü kirliliğini oluşturan; topluma umut ve heyecan
aşılamak bir tarafa, onları daha da kızdırıp kaçıracak kasıtlı ve kışkırtıcı
tavırlar ortaya koyan bizzat Oğuzhan Asiltürk ve adamlarıydı. Davul Mustafa
Kamalak'ın boynunda ama tokmaklar Oğuzhan'ın ve adamlarının elinde
bulunmaktaydı. Bu şartlarda ve standartlarda seçilecek yeni Genel Başkan
da vitrin mankeni ve Oğuzhan'ın sekreteri olmaktan öte hiçbir
anlam taşımayacaktı.
Şu hale bakın; teşkilatlardaki sadakat ve kanaat ehli bütün il ve ilçe
başkanlarını ve Genel Merkez elemanlarını, Milli Çözüme ilgi
duymaktadır, Erbakan Vakfı'na yakın durmaktadır, Oğuzhan Beye biata
yanaşmamaktadır gibi bahanelerle Parti'den uzaklaştıracaksınız
Yeni Genel Başkan adayını ve MKYK kurmaylarını tavsiye ve tespit istişaresini
tek bir merkezde ve kendi kontrolünüzde yapıp, muhalif hiçbir teklife fırsat
tanımayacaksınız
Daha önceden Kukla Genel Başkan olarak birilerini
kararlaştırdığınız halde, usulen ve samimiyetsizce, katılımcılara 5 aday
yazdıracaksınız
Sonra da Geniş tabanlı ve serbest tartışmalı bir
istişare sonucu filan kuklayı aday yaptık!diye riyakarlık
yapacaksınız!? Ya hu, önce kalkıp Ben zaten biat almış ve bütün yetkileri
elinde toplamış bir makamdayım. Gerçekte ayrı bir Genel Başkana İhtiyaç olmasa
da, resmen ve siyaseten böyle göstermelik ve vitrinlik bir mankene ve günah
keçisine gerek duyulmaktadır. Yapılan kongre ve seçim tiyatroları bu
maksatladır! itirafında bulunacak kadar metin ve mümin bir tavır
elbette takınamayacaksınız…
Ve ey Milli Görüşün hem imani onurlu hem de tarihi sorumlu kahramanları!
Siz bu günden itibaren; a) Kur'an ve Sünnet çizgisinde sadık ve
donanımlı, b) Erbakan Hocamızın Adil Düzen projelerine ve Cihad prensiplerine
vakıf ve bağlı, c) Milli Görüşe çöreklenmiş parazit yapı”ya karşı da tutarlı ve
oturaklı şahsiyetleri öne çıkarıp, aday yapılmaları için çalışınız
Netice
Allah'a aittir, boş kuruntulara kulak asmayınız.. Ha, Böyle bir ZAT hiç yok
ki!? diyorsanız -ki o takdirde yanılmaktasınız- öyle ise zaten peşinen
bitip tükendiğinizi açığa vurmaktasınız!
AKPnin dış politikadaki korkunç yanlışlıkları, ekonomik ve ahlaki
tahribatları, FETÖcü bahanesiyle yaptığı haksızlıkları, TSK'ya yönelik çok
ciddi ve endişe verici tahribatları karşısında maalesef muhalefetin de
tutarsız, duyarsız ve yetersiz tavırları, toplumu yeni ve ümit verici
arayışlara zorladığı böyle bir ortamda, Oğuzhan Asiltürkün kasıtlı bir riyakarlıkla
ve bir tarikat şeyhi havasıyla giriştiği dindarlık edebiyatıyla hiçbir yere
varılamayacağını artık anlamış olmalısınız!.. Saadet Partisi'ni ve Milli Görüş
– Adil Düzen projelerini, yeniden huzur ve kurtuluş reçetesi, refah ve
selametin tek adresi olduğunu halka anlatacak, inandıracak, camiamıza tekrar
azim ve heyecan kazandıracak kadroları işbaşına taşıyınız ve artık
sorumluluklarınızı kuşanınız!..
Hala Oğuzhan Asiltürkü Anlamamak Saflıktır!
Kaçak oynamak değil, açık konuşmak zamanıdır
Hatırlayınız, 20 Mart 2012 tarihinde ÇAY TV. Bakış Açısı programına katılan
Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalakın, üstadım diye iltifatlar
yağdırdığı Abdurrahman Dilipak gibi şarlatanların; cihat paralarıyla
alınan malları zimmetlerine geçirmekle suçlanan, Erbakanın çocuklarıyla
ilgili, kasıtlı ve saptırıcı soruları karşısında, Oğuzhan Asiltürkü aklayıcı,
hatta haklı çıkarıcı tutarsız tavırları
.. Ve rahmetli Hocamızı töhmet altında
bırakacak kaçamak yanıtları, tam anlamıyla mide bulandırmakta ve
kendisine umut bağlayan gönüldaşlarımızı hayal kırıklığına uğratmaktaydı.
Hayret ki hayret, bir etiket uğruna bunca hakaret ve hıyanete nasıl sessiz ve
tepkisiz kalınırdı?! Eh, ne diyelim, Oğuzhan gibi lidere işte böyle bir gölge
yakışırdı.
Milli Gazete Kulis Ankarada Mustafa Yılmaz yazmıştı: Musa Saffet
Bayramaşıkın asıl adı Mois'miş!
Musa Saffet Bayramaşık adına ilk kez
Süleyman Arif Emre Bey'in hatıralarında rastladım. Milli Nizam Partisi
kurulduktan bir süre sonra; ısrarla Erbakan Hoca ile görüşmek ister. Sonunda
kendisine randevu verilir. Görüşmede Bayramaşık; Musevi asıllı olduğunu ve
“Amerika'daki Musevi Cemaati” adına geldiğini söyler. Talebi
nettir: “Amerikan Musevileri, Milli Nizam Partisi'nin İsrail
karşıtı söylemlerden vazgeçmesini istemektedir.”(Bize aynı dönemde,
Ankaradaki parti seminerlerinde anlatıldığına göre; Saffet Bayramaşıkın
istediği bir değil üç tanedir. Birincisi söylenmiş, ikincisi: Parti
programından, Masonlar üye olamaz kaydının silinmesi, üçüncüsü
ise: Görünüşte mücahit muttaki bilinen, ama gerçekte Yahudi ve Ermeni
dönmesi olan bazı kişilerin Erbakanın yakın çevresine yerleştirilmesine
müsaade edilmesidir. (A.A.) Sonra mı? Ardından, Milli Nizam
Partisi, Türk siyasetinin en kısa ömürlü partilerinden biri olarak tarihe
geçer. Çünkü bu görüşmenin üzerinden daha bir ay geçmeden parti Anayasa
Mahkemesi tarafından kapatılır. Aynı isme daha sonra Nihal Atsız'ın
mektuplarında denk geldim. Atsız, bir dostuna yazdığı mektupta şunu soruyor:“Karayım
Türkü olduğunu iddia eden, Musevilikten dönüp şimdi Müslüman olan ve Musa
Saffet Bayramaşık adını alan şahsı tanıyor musun? Bana geldi. Fakat herkes ona
şüpheli şahıstır diyor.”
Bitmedi; geçenlerde,ilahiyat haberdiye bir
sitede ilginç bir röportaj gördüm. Röportajda İlahiyatçı Mahir Durmaz ilginç bir
hatırasını anlatıyor. Ben özetliyorum: “1975 yılında müftü iken
Şişli'de büyük bir evde toplantıya çağrılmış. Toplantıda; “Musevi
Hahambaşı David, Rum Patrikhanesi'nden Athena Goras'ın yeğeni ve bazı devlet
ricali varmış. Evdeki toplantıda, 'Üç semavi dinin ortak yönleri ile ilgili
uzun konuşmalar' yapılmış. Peki, bu ilginç toplantının ev sahibi kimmiş?
“Musa Saffet Bayramaşık!”
Şimdi durup dururken bunu niye mi yazdık?
Röportaja göre Musa Bayramaşık'ın gerçek
adı Mois'miş! Ne kadar ilginç… Munis Tekinalp'in gerçek adı da Mois'di. Hani
şu; Tekin Alp adıyla Türk Ruhu kitabını yazan adam! Türkiye'de Munis oluyordu,
Amerika'da Mois? Bu durumda insan sormadan edemiyordu: Acaba yakın tarihimizde
adını Musa ya da Munis olarak bildiğimiz daha kaç tane Mois vardı ve hala hangi
makam ve pozisyondalardı?[2]
Mustafa Yılmazın sorularına iki soru da
biz katalım:
1- Milli Görüş kurmayları arasında
da bu tiplerden bulunmakta mıydı? Veya Milli Görüş gibi Siyonizm'in en
tehlikeli saydığı bir oluşum başıboş bırakılır mıydı?
2- Bütün partilerin toptan
yasaklandığı 12 Eylül darbesine kadar, Erbakanın büyük değişiminin temellerini
attığı Milli Selamet Partisi niye hemen kapatılmamıştı?
Kadro Hareketi'nin bereketi yazısı
kafaları karıştırmıştı!
“Hatırlanacağı gibi Erdal İnönü'nün
Genel Başkanlık yaptığı SHP'nin Genel Sekreteri Deniz Baykal idi.
Fotoğrafşuydu:Biri, İsmet İnönü'nün oğlu olması dışında başka hiçbir
özelliği olmayan Erdal İnönü… Diğeri de; kurt politikacı ve aşırı hırslı
Deniz Baykal. O günkü şartlarda ikisi bir birini tamamlıyordu. (Bu benzetme
ile, Fatih Erbakanla Oğuzhan Asiltürke mi dikkat çekiliyordu? (A.A.) Mesela mitinglere birlikte çıkarlar, önemli ziyaretlere beraber
giderlerdi. Bu şekilde yönetilen SHP tarihinin en yüksek oyunu almış, 1989 yerel
seçimlerinde İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere Türkiye genelinde
ezici bir çoğunlukla belediye başkanlıklarını bu partinin adayları kazanmıştı.
“Bir elin nesi var, iki elin sesi
var” özdeyişini herkes çok iyi bilir. Unutmamak lazım ki; tarafı olduğumuz
birini alkışlamak için bile iki ele ihtiyaç var. “Bilindiği gibi her kriz
bir fırsat sunar.” Mazinin Saadetli günlerini yaşamak isteği ve düşüncesi
münferiden konuşulduğunda herkesin arzusu ve beklentisi olduğu görülür. Ama
nedense bu konuda atılması gereken adımlar bir türlü atılmaz. “Halil
İbrahim bereketi” diye bilinen meşhur hikâyede olduğu gibi bireysel
adımlar da muazzam kitleleri hareketlendirmeye yetebilir. Yeter ki biz doğru
istikamete yönelelim; Allah tamamına erdirir. 27 Şubat vesilesiyle bu adımlar
atılabilir. Asıl vefa da bu olsa gerek. Kadro hareketi bereket getirir.[3]
O zaman da yazmıştık: Sn. Sadrettin
Karaduman, o süreçteki yazılarında hep böyle yuvarlak muğlâk (kapalı ve
muammalı) ifadeler kullanıyor, nedense meramını ve mesajını net olarak ortaya
koymaktan sakınıyordu. Bu tavrı ile sanki, şimdilik zemin hazırladığı, birtakım
gizli ve kirli bazı planları var gibi davranmak Ona yakışmıyordu.
Yukarıdaki yazısını ve özellikle son
kısmını okuyunca aklımıza şu sorular takılıyordu:
a) Bir elin nesi var, iki elin
sesi var atasözünü, Fatih Erbakanla Oğuzhan Asiltürk arasındaki
rekabet ve husumeti yatıştırıp barıştırmak için mi hatırlatıyordu?
b) Yoksa; kulislere yansıdığı ve gazete
köşelerine yazıldığı gibi:
Yeni bir grup kuracak kadar küskün ve
dışlanmış milletvekili AKPden ayrılacakmış…
Bunlar Numan Kurtulmuşun HAS Partisine
katılacakmış…
Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan
karşıtları da, bir şekilde HAS Partiye aktarılacakmış…
Milli Görüşün asıl partisi diye bu
oluşum, yıpranan ve yırtılacak olan AKPnin yerine kullanılacakmış…
Arzularına zemin mi hazırlanıyordu? Oysa, çok şükür ki Numan Kurtulmuş kendi
karakterine uygun olanı yapıyor ve daha önce nice ithamlarla sataştığı AKP ye
katılıp kapılanıyordu.
Böylece 21 Şubat Salı günü, Konya
Erbakanı anma programında konuşurken bir onurlu ve şuurlu gencin kalkıp: Hem
Rahmetli Hocamıza Cihat parasını zimmetine geçirdi diyerek iftira etmekten, hem de gelip
Onun aziz hatırasını istismar etmekten utanmıyor musun? sorusu üzerine, bütün
salonun karşısında: Ne söylemişsem doğrudur, sözlerimin arkasındayım diyerek iftirasını açıkça ilan eden ve yazıklar olsun ki, oradaki
sözde binlerce Milli Görüşçüden hiçbir tepki görmeyen Oğuzhan Asiltürk de, asıl
amacına erişmiş ve Milli Görüşü bitirmiş olacak denilen yeni harekette
bileşilmesi gerektiğini mi ima ediyordu?
c) Sn. Karaduman kimlerden ve hangi yönde
adımlar atmasını bekliyordu?
d) Ya da Mazinin Saadetli günlerini yeniden
yaşamaküzere
AKPden kopacak Milletvekillerinin Saadet'e katılmasını mı istiyordu? Sahi,
samimiyetle merak ediyoruz, Sadrettin Karaduman kardeşimiz ne demeye
getiriyordu?
e) Sn. Karaduman:
Sudanda Ömer Beşir, tek adamlığa
kalkıştı ve ülkenin bölünmesine yol açtısözleriyle, herhalde Sn. Recep T.
Erdoğanı uyarıp, Sn. Abdullah Gülü dışlamaya kalkışmayın. Uyum içinde BOPa
hizmet etmeye bakın mesajı vermek istemiyordu!
f) Sadrettin Bey kardeşimiz, bu tılsımlı
örnek ve öğütleri; hangi şifreli kitaplardan okuyor ve hangi esrarengiz
şahıslardan dinliyordu? Ve tabi bütün bu ikaz ve ihtarlarımızın kutsal
davamızın ve milli çıkarlarımızın hatırına yapıldığını da herkesin bilmesi
gerekiyordu.
İşte 21 Şubat Konya Programıyla ilgili
23.02.2012 tarihinde temin ettiğimiz canlı yayın görüntüleri ve Asiltürkün
iftiralarla dolu o TV konuşması:
Bir katılımcı soruyor: 11 Eylül 2011 Pazar günü SP Bursa İl
Teşkilatında düzenlediğiniz toplantıda Erbakan Bey, zeki bir kişiydi,
borçlarının evlatlarına kalacağını bildiği için davaya ait bütün taşınmazları
oğlunun ve damadının üzerine kaydetti diyorsunuz. Burada ise Erbakanın üstün
meziyetlerinden bahsediyorsunuz. Bu yaptığınız ikiyüzlülük değil mi ve
sahtekârlık olmuyor mu?
Oğuzhan Asiltürkün cevabı:O söylediğimde gerçekti, bu söylediğim de
gerçektir
Farklı bir katılımcı sesleniyor: O söylediğinin neresi gerçek! Cihat malını zimmetine mi geçirdi
Hoca?
Oğuzhan Asiltürk: Evet! (hemen lafını değiştirip
bağırarak)
Hayır! Hoca değil
Ama, Hocanın çocukları
zimmetine geçirdi!
Daha sonra canlı yayın kesilerek reklâm
giriliyor ve bu soruları soran gençler apar topar oradakiler tarafından zorla
salondan çıkartılıyordu. Ve tabi Oğuzhan Asiltürk, bu sözleriyle ve binlerce
Milli Görüşçü önünde:
Erbakan Hocanın cihat paralarıyla mal
mülk alıp kendi üstüne tapuladığını, ölünce de hepsinin miras olarak
çocuklarına kaldığını, şimdi Fatih ve Elif Erbakanın da bunların üzerine
yattığınıaçıkça
ilan ve iftira ediyordu
Yani Hoca bunları kendi üstüne tapu
etmeseydi, çocukları da zimmetine geçiremeyecekti demeye getiriyordu.
Şimdi şunları sormak gerekiyordu:
1- Oğuzhanın iddiasına göre, Erbakan Hoca
cihat paralarını mala çevirip kendi üstüne yapmasaydı, bugün çocuklarına miras
kalmayacaktı. Çocuklarının ise, babalarından kalan mirasın nasıl kazanıldığını
bilmeleri ve hele Rahmetli babalarından şüphe etmeleri imkânsızdı. O
halde bu mallara el konulmasın ve cihat paraları zayi olmasın diye
bunları güvenilir bir heyet yerine kendi üzerine almasıbile Erbakan için
oldukça yanlış ve yakışıksız bir davranış sayılmaz mıydı?
2- Hoca, hâşâ bu denli duyarsız ve
tutarsız bir insan mıydı?
3- Nasıl olsa çocuklarım, davanın
hakkını gasp etmezler diye düşünmüşse ve iddialara göre şimdi
çocukları da bunları vermediğine göre, Rahmetli Hocamız, öz evlatlarının bile
karakterini tanımayacak ve beytülmal konusunda bu denli tedbirsiz davranacak
kadar saf mıydı?
4- Tamamen iftira olarak hazırlandığı ve
çocukları üzerinden Hocanın suizan altında bırakılıp camiamızın kafasının
karıştırıldığı çok açık olan bu iddialar doğru ise, Oğuzhan Asiltürk sağda
solda fesat çıkarıp kin kusacağına, elinde de belgeleri ve şahitleri varsa,
dava parasını kurtarmak için hukuki yollara niye başvurmazdı?
5- Haydi O yalan uydurup iftira atıyordu,
peki çocukları niye bu haksız ve ahlaksız isnatları susturacak girişimleri bir
türlü başlatmazdı? Üstelik Erbakan Vakfı'nın Kurmay takımının önemli kısmı,
aynı zamanda Genel Merkezin ve Oğuzhan Asiltürk'ün de has adamlarıydı! Bu nasıl
bir tezgâhtı, kim kimi kullanmaktaydı? Bu Parti-Vakıf çatışmasının Allah rızası
ve dava hatırı için olmadığı açıktı; Aziz Hocamızın ilmi projelerine ve siyasi
hedeflerine hizmet amacı taşımadığı da ortaya çıkmıştı. Demek ki bütün kavga
maddi mirasından pay kapma yani ganimete konma hesabıydı. Yazık bir sürü saf
insanımız, hiç yoktan davadan uzaklaşıp başıboş kaldığından AKPye kaymaktaydı!
6- Ve Türkiyedeki marazlı ve Masonik
medya, Milli Görüşe sızdırdıkları has adamı olan Oğuzhanın yıpranmaması için
mi, bu gelişmeleri uzun zaman duymazdan gelip gündeme taşımamışlar, ardından
da, şeytani bir kinle Erbakan Hocayı suçlamak için kullanmışlardı? Kendisi evli
olduğu halde ve yine resmen evli olan ve kocasından ayrı yaşayan sekreterini
alıp evine götüren dönemin Adalet Bakanı arkadaşının bu uçkur kazasını da,
malum medya niye haber bile yapmamıştı!? Çünkü bunları yazmak, elbette
Erbakanı zora sokardı, ama Milli Görüşteki kendi ajanları da deşifre
olacaktı!
7- Şimdi iman, izan ve insaf ehli
lütfen söylesindi:Oğuzhan Asiltürk, özel ve yabancılara kapalı bir mekânda
istişare mi yapmaktaydı, yoksa herkese açık bir ortamda ve milyonların izlediği
TV ekranlarında, Erbakan Hoca ve çocukları aleyhinde suizan oluşturup dolaylı
iftira mı atmaktaydı?
Milli Çözüm sayesinde boyası dökülüp
foyası açığa çıkan Oğuzhan Asiltürk: Biz bunları istişare maksatlı
konuştuk yalanı ve kıvırtmasıyla hangi safdirikleri kandıracak ve hangi
gayretsizlere mazeret olacaktı? Bu tıynetsiz tiplerden lider değil, hak
davaya asker bile çıkmazdı. Üstelik bu bay Oğuzhan, neden bu asılsız
ithamlardan ve kasıtlı isnatlardan sonra, çağırıldığı savcılığa gidip, “Bu
ifadeler, yanlış duyumlardan kaynaklanan hatalı iddialardır, ben
yanılmışım..!” diyerek kustuklarını yalamıştı!?
Kurana göre iftiranın ve ona karşı
susanların cezası
Nur Suresi:
11- (Hz. Peygamberin eşine) Doğrusu, uydurulmuş bir yalanla ve
ağır (zina) iftirayla gelenler, sizin içinizden sizinle birlikte davranan bir
ekiptir; siz onu (iftira olayını) kendiniz için (kötü) bir şer saymayın,
aksine o sizin için bir hayırdır. (Çünkü bu tavırları, münafıkların
tanınmasına ve ayrışmasına vesile olacaktır.) Onlardan her bir
kişi kazandığı günahın cezasını çekecektir. Onlardan (iftiranın) büyüğünü yüklenen
ise daha büyük bir azabı hak etmiştir.
12- Onu (masum kadın ve erkeğe iftira suçunu) işittiğiniz zaman, erkek
mü'minler ile kadın mü'minlerin kendi nefisleri (vicdanları)adına hayırlı bir zanda
bulunup: Bu, açıkça uydurulmuş iftira ve yalandır demeleri gerekmez miydi?
13- (Bu asılsız ve kasıtlı iddiaları ortaya atanlar, bunları ispatlamak üzere) Ona karşı dört
şahit getirmeleri lazım gelirdi. Şahitleri getirmediklerine göre, artık onlar
Allah katında alçak yalancıların ta kendileridir.
14- Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti
olmasaydı, içine daldığınız dedikodudan (ve bu iftiralara sessiz
ve tepkisiz kalmaktan) dolayı size büyük bir azap dokunuverirdi.
15- Çünkü o durumda siz onu (iftirayı) dillerinizle
aktardınız ve hakkında bilginiz olmayan şeyi ağızlarınızla söyleyip yaydınız ve
bunu kolay sandınız; oysa o Allah katında çok büyük (bir vebaldir).
16- (Oysa) Onu işittiğiniz zaman: Bu konuda söz söylemek (ve münafık iftiracıları
haklı görmek) bize yakışmaz. (Allah'ım) Sen Yücesin; bu,
büyük bir iftiradır demeniz gerekmez miydi?
17- Eğer iman edenlerden iseniz, bunun gibisine (Peygamberin namusuna,
Hakk dava elçilerinin ve masum kişilerin onuruna yönelik iddialar karşısında
tepkisizliğe) bir daha dönmemeniz için Allah size öğüt vermektedir.
18- Allah size ayetleri açıklıyor (ve uyarıyor); Allah Bilendir,
Hüküm ve Hikmet sahibidir.
19- Çirkin utanmazlıkların (fuhşun, pornonun, ahlak bozucu yazı ve
yorumun) müminler arasında yaygınlaşmasından hoşlananlara, dünyada ve ahirette
acıklı bir azap vardır. Allah her şeyi bilir, siz ise bilmezsiniz.
20- Eğer size Allah'ın lütfu ve merhameti olmasaydı ve gerçekten Allah Rauf (şefkatli) ve Rahim olmasaydı (bu gibi
iftiralara inanıp yaydığınızdan dolayı büyük bir azaba uğratılıp helak
edilirdiniz!)
21- Ey iman edenler, (hiçbir konuda) şeytanın adımlarına tabi
olup (münafıkları takip etmeyin). Kim şeytanın adımlarına uyarsa,(bilsin ki) gerçekten o (Şeytan edep ve erdeme
aykırı) çirkin utanmazlıkları ve münkeratı (haksız ve ahlaksız
iddiaları)emretmektedir. Eğer Allah'ın üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, sizden
hiç birinizin (ve özellikle iftiralara gereken tepkiyi
göstermeyenlerin) ebedi olarak temize çıkması mümkün değildi. Ancak Allah,
dilediğini (iyi niyetini ve meşru mazeretini bilip merhamet ettiklerini) temize çıkarır.
Allah, İşitendir, Bilendir.
Tam böyle bir sırada Recai Kutan Beyin
kalkıp (26 Şubat 2012 tarihli) Yeni Şafak Gazetesine:
AKPnin Milli Görüşten ayrılmasına biraz
sitem edildi, ama sonradan anlaşıldı ki o kararları haklıydı. Kaldı ki biraz
daha sabretseydi, zaten parti Tayyip Erdoğana kalacaktı. AKPnin şimdiki
yöntemleri de çok başarılıydı. AKP sayesinde tabular ortadan kalktı, pek çok
sorun müzakere edilmeye başlandı şeklinde beyanlarda bulunması, Erbakan
Hocanın hangi kadrolar ve kafalarla bunca hizmeti nasıl başardığının yeni bir
kanıtıydı. Sn. Recai Kutan bu itiraflarıyla:
Önce, Rahmetli Hocanın AKPye ilgili
tespitlerini bütünüyle haksız ve yakışıksız bulduğunu, dolaylı biçimde ortaya
koymaktaydı.
Sonra, AKPnin Dinen, vicdanen, aklen ve
ahlaken yanlış ve zararlı olan bunca tahribatını olumlu ve doğru bulmaktaydı.
Madem öyle ise, adama sormazlar mı, hala
Saadet Partisi'nde, bunlar ne aramaktaydı, niye durmaktaydı?
Daha sonra Sn. Recai Kutan ESAM web
sitesinden, Yeni Şafaktaki röportajında söylediklerine değil, manşetten veriş
şekline itiraz edip tekzip yayınlamıştı. Ama 27.02.2012 tarihli Star
Gazetesindeki röportajında:“Türkiye sizce iyi yolda mı, Hükümet
başarılı mı?”Sorusuna:
Türkiyenin genel gidişini
iyi istikamette olduğuna dair benim kanaatim vardır. Bakanlar kurulunda iyi
niyetle gayret gösterenlerin bir kısmı da bizim eski arkadaşlarımızdır. Benim
için mühim olan bunların başarılı olmalarıdır. Ülkenin buna ihtiyacı var.
Elbette başarılı oldukları çok mesele var. Erbakan Hoca da, tabii haklarını helal
etti bu kardeşlerimize, ben şahidim şeklinde AKPye iltifatlar
yağdırmıştı
Üstelik Sn. Kutan: bundan bir süre önce yine enteresan bir
rüya gördüm. Erbakan Hoca çocuklarıyla ilgili konuştu. Tabii çocukları
özellikle Fatih bize emanet. O vesileyle çocukların durumuyla ilgilensen
diyordu demesine ve Hocaya söz
vermesine rağmen; Oğuzhan Asiltürkün hem Hocamızı töhmet altında bırakan, hem
de çocuklarını cihat malını gasp etmekle suçlayan tavırlarına niye karşı
çıkmamaktaydı? Bu muhteremler ne zaman konuşup gerçekleri açıklayacaktı?
Bütün bu gerçeklere ve gelişmelere rağmen,
hala AKPye ve HAS Partiye payanda olmak
Veya Ben sadece malıyla ve canıyla cihat eden bir Müslüman olarak
anılmak isterimdiye vasiyet eden, hayatını ve
rahatını inancına ve insanlığa vakfeden Erbakan Hocamız için: Canının rahatı için, cihat paralarını mala çevirip üzerine
geçirdi ve çocuklarına miras bırakıp gitti anlamına gelecek
sözler söyleyecek kadar alçalan Oğuzhan Asiltürk
zihniyetine biat ve itaat edebiyatıyla arka çıkmak, Allah aşkına,
bizzat Siyonist odaklara ve NATOya taşeronluk yapanların tavrından çok mu
farklıydı?
Bu yazıyla ilgili bir okurumuzun önemli ve
isabetli yorumu:
Milli Çözümün sağlam tespitleri; Yazar
Hasan Bağgülü, Şubat 29, 2012
Bu yazının yayınlanmasından bir hafta
sonra Fatih Erbakan, Fatih Altaylının Teke Tek programına çıkıp:
Şu anda o partinin (HAS PARTİNİN)
içerisinde de, ona oy veren kesimde de pek çok insan, gerçekten de umduğunu
bulamamışlardır. Erbakan Hocanın özellikle vefatından sonra, yeniden Erbakan
Hocaya olan sevgileri, bağlılıkları depreşen pek çok kimse bize de ulaşarak,
bizim partimizdeki büyüklerimize de ulaşarak, aslında yeniden bir araya gelmek
istediklerini ifade ediyorlar. Biraz önce değindiğim gibi; diğer partilerden
de, AKPnin içerisinden de, bütün Milli Görüş kökenli partilerden de hepsini
bir araya toplayarak; Erbakan Hoca ve Milli Görüş ortak paydası altında
buluşarak yeni ve güçlü bir hareket olarak ortaya çıkılması çok faydalı
olacaktır diye düşünüyoruz gibi laflar ediyordu. Bunun üzerine
herkesin aklına şu sorular takılıyordu:
A- Fatih Erbakan, Rahmetli Babasına bin
türlü hakaretle hıyanet edip ayrılan HAS Partililerle ve yine AKPli döneklerle
birleşip SPden koparak yeni bir oluşum peşinde miydi?
B- Olaylar Ahmet Akgül Hocamızın, aylar
öncesinden uyardığı ve yukarıdaki yazıda da anlatıldığı gibi geliştiğine göre,
Milli Çözümün bu feraset ve önsezisine saygı duymak ve şapka çıkarmak gerekmez
miydi?
C- Hem şahsına, hem davasına, hem de
babasına; Cihat
parasını zimmetine geçirmek gibi iftiralar atan Oğuzhan Asiltürke
karşı net bir tavır alamayanlar, hatta hala gidip birlikte el kaldırmaktan
sakınmayanlar, acaba HAS Partiye ve AKPye giden kaşarlanmış kaypaklar
arasında, hangi hayırlı ve başarılı hizmetleri yürütebileceklerdi?
D- Daha sonra Bursada bir
gazetecinin: Saadet Partisi YİK Başkanı Oğuzhan Asiltürkün
İstanbulda (ve Konyada), Necmettin Erbakanı anma gecesindeki konuşması
sırasında salonu boşalttılar, bunun sebebi parti tabanının size olan teveccühü
mü, yoksa Oğuzhan Asiltrükün, ailenizin hakkında yaptığı iddialar mı? sorusuna:
Babamın arkadaşıdır, aykırı bir şey
söylememiz çok doğru olmayacaktır. Kendileri 40 sene boyunca birlikte
çalışmışlardır. Dolayısıyla onlar bizim büyüklerimiz konumundadır. Yaşlıların
bilgileri ve tecrübesi, gençlerin de dinamikliği ile biz yolumuza devam
edeceğiz. Babamın bir sözü vardı, Ah, yaşlılar yapabilse, gençler de
bilebilse? diyenlere sormak gerekirdi:
Peki daha önce, milleti defalarca evine
toplayıp Bunlar haindir, müfteridir. Davamızın, camiamızın ve teşkilatımızın
bir saat bile olsa bunların eline terk edilmesi asla doğru değildir derken,
aklınız ve vicdanınız neredeydi? O gün mü, nefsi ve fevri hareket etmiştiniz,
yoksa şimdi mi yan çizmekteydiniz?
A. Bu çirkin iddialarla ilgili, avukatları
eliyle sözde tekzip yayınlayanların; asıl iftiraları atan Oğuzhan Asiltürke
tek kelime değinmeyip, hatta bir nevi sahiplenip, sadece bu konuyu gündeme
taşıyanları suçlu ve sorumlu gösterme çabaları, nasıl bir vicdan göstergesiydi
ve nasıl bir psikolojiydi? Oysa nifak ve iftira ekibi, Milli Çözüm Dergisinin
duyarlı ve cesur tavrı üzerine, tükürdüklerini yalamaya ve geri adım atmaya
mecbur edilmişti. Hala Milli Çözüm sitesindeki, Oğuzhanın Konya hakaretleri,
nasıl silinip temizlenecekti?
Oğuzhan Asiltürk'ün “Zeynep Erbakan
Hanımefendiyi, SP Hanım Komisyonları Başkanı yapıp, diğer kardeşlerine karşı
kışkırttığını ve Erbakan ailesini birbiriyle boğuşturmaya çalıştığını yazan
Milli Çözüm uyarılarını dikkate almayanların, bugün mahkeme kapılarında
“Miras Kavgası” peşine düşmesi, hem kendileri hem de camiamız için en
azından “mahcubiyet verici” değil miydi? Hala Oğuzhan'ın ve takımının
hıyanetlerini fark edemeyen ve cesaretli bir tavır sergilemeyen kimselerden, dava
için ne beklenirdi?
Lider Zatlara İftiranın amacı ve
sonuçları:
İfk: o konuda masum ve günahsız birisine çamur
atmak; ağır bir suçu ve sorumluluğu başkasının sırtına bırakmak, kötülemek
istediği kişiler hakkında, asılsız ve alakasız iddialar uydurmak ve yaymaktır.
İftira ise: aynı anlamda, yalan ve yakışıksız
ithamlarla, hasımlarını ve haset ettiği insanları karalamaktır.
Bühtana gelince: kendi işlediği cinayet ve
rezaletleri, başka insanların üzerine yıkmaktır.
Kim bir hata (veya kasıtla) bir günah
işler de bunu bir suçsuza yüklerse, gerçekten o, bir bühtanı apaçık bir günahı
sırtına almıştır.(Nisa: 112) Ancak ne var ki, hemen bütün peygamberler
ve hak dava önderleri, böylesi asılsız isnat ve ithamlara maruz kalmış ve
çirkin iftiralara uğramışlardır, bu bir imtihandır.
Ya hakkında kafasına doldurulan yalanlar
ve önyargılarla, veya solcu ulusalcıların ve sağcı ırkçıların İslam
düşmanlığından kaynaklanan saptırma ve sataşmalarıyla Bediüzzamana da hücum
edilmektedir. Kuran ayetlerinin, herkesi bağlayan genel hükümleri ve temel
prensipleri yanında, her olay, oluşum ve şahsa yönelik özel işaretleri ve gizli
beşaretleri (müjde ve alametleri) olabileceği tüm müfessirlerce kabul
edilmiştir. Ne var ki, açık haberler ve genel hükümler; bütün Müslümanları
bağlayan, iman ve amel edilmesi mecbur tutulan esaslar olmasına rağmen, özel
müjdeler ve işari manalar, sadece öyle düşünenleri teselli ve tatmin eden
şeylerdir. Ve herkes inanmaya mecbur edilemeyecektir.
Evet, Bediüzzaman Hz.leri çok önemli bir
İslam Âlimidir, ancak elbette, kendisinin de defalarca itiraf ettiği gibi,
özellikle siyasi tercih ve teşebbüslerinde, bazı tevil ve tefsirlerinde hatalı
olabilir. Bu tür hatalar ilmi ve vicdani içtihatlar cinsinden ise bir sevap,
nefsi ve dünyevi amaçlar içinse bir günah içerir. Bediüzzamanın, Cumhuriyet devrimleri
sırasında, Türk Milletini dinden uzaklaştırmak, manevi ve ahlaki
değerlerini yozlaştırmak isteyen çoğu Sabataist bir gizli zındıka komitesinin
ve Masonik şebekenin tahribatını dizginlemek, ama dış güçlerin desteklediği bu
güçleri de idare edip dengeleri gözetmek isteyen Mustafa Kemali, bu hıyanet
ekibinin başı zannedip tepki göstermesi de bu cinstendir.
Aynı şekilde, sözde bazı dindar çevreler
ise, yine Atatürke “Deccal-yalancı ve İslamdan uzaklaştırıcı
dinsiz hain”diyerek, güya O'nun tahribatını ancak kendilerinin
tamir edeceğini söylemekte ve Atatürk üzerinden bir din istismarı
sürdürmektedir. Dikkat edilirse hem ulusalcı DİNSİZler, hem de istismarcı
DİNCİler, Mustafa Kemali dinsiz göstermektedir. Bu bir tesadüf değildir.
Çünkü Dincilerin de, Dinsizlerin de, yuları Siyonist merkezlerin elindedir ve
Atatürkü böyle göstermek onların işine gelmektedir. Ve zaten bir zamanlar
Lozan delegesi, Milletvekili ve bakan yapılırken Mustafa Kemale övgüler dizen
Rıza Nur gibi mason kahpelerin, daha sonra Hayat Hatıratım diye uydurduğu
kitaplarda Atatürke izan ve vicdan dışı, haksız ve ahlaksız isnatlarda
bulunması da yine masonların tertip ve teşvikidir.
Türkiyemiz ve Milletimiz, belki de
tarihinin en tehlikeli dönemlerinden birine gelip dayanmıştır; parçalanıp
dağılma tuzağıyla karşı karşıyadır. Şanlı Kurtuluş Savaşı sonrası yapılan Lozan
antlaşmasıyla ertelenen SEVRin gereği için hazırlıklar son aşamadadır. Ve yeni
Anayasa, maalesef ÖZERK KÜRDİSTANı engelleyen maddeleri kaldıracaktır. Daha da
beteri, medya hipnozuyla toplum uyutulmuş ve milli duyarlılıkları kurutulmuş
durumdadır. Sünnetullah denilen doğal ve sosyal yasalar gereği, gaflet ve
dalalete düşen toplumları: Ya büyük Liderler, Ya da büyük felaketler uyarıp
kurtarmaktadır.
[1] Takvim, 17 Eylül
2016, Ergün Diler, İzmir Şifresi
[2] 22 Şubat 2012,
Milli Gazete
[3] Sadrettin
Karaduman, 21 Şubat 2012, Milli Gazete