Anasayfa » KİRALIK AKP KALEMŞÖRLERİ VE OĞUZHAN ASİLTÜRK – ŞEVKET KAZAN EKİBİ

KİRALIK AKP KALEMŞÖRLERİ VE OĞUZHAN ASİLTÜRK – ŞEVKET KAZAN EKİBİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 117 Görüntüleyen

Yeni Şafak Gazetesinden
Salih Tuna, Ulusal Kanal’a çıkıp:

“Ergenekon tertibi, Türk
ordusuyla İran’ı savaştırmak üzere, TSK içindeki ABD karşıtlarını tasfiye etmek
maksadıyla yürütülen, Amerikan destekli bir projedir.”

Anlamındaki tespitlerine
içerlediği SP lideri geçinen (Mustafa Kamalak sadece vitrindeki resmi Genel
Başkan rolündedir) OĞUZHAN ASİLTÜRK’e verip veriştirdikten ve bu bahane ile
isim vermeden Rahmetli Erbakan Hoca’nın askerlerce yapılan onca hakaret
karşısındaki tepkisizlik ve tedbirsizliğini hatırlatıverdikten… Ve tabii
yürütülen Ergenekon operasyonları ve paşalardan hesap sormaları yüzünden Sn.
Recep T. Erdoğan’ın da yüksek cesaret ve dirayetine imaen övgüler dizdikten
sonra, (ki bu AKP yalakaları bir yandan Ergenekon tezgahının bağımsız YARGI’nın
görev ve yetkisi olduğunu söylerken, öte taraftan sürekli Erdoğan’ın marifeti
olduğunu belirtmektedir.) bizce oldukça önemli ve gizemli şöyle bir tespitle
yazısını bitirmişti:

“Pardon, Hazret (Oğuzhan
Asiltürk) belki de, hiçbir zaman (Masonik laikçilerin ve askerlerin hedef
aldığı) Mürteci (yani samimi bir Milli Görüş gayretlisi) olmadı; (sadece) biz
böyle sanmıştık.”
[1]

Eğer bu tahmin ve
tahlil, Salih Tuna’nın kendisine aitse, müthiş bir zekâ göstergesiydi; yok bir
yerlerden kapma ve kopya ise, önemli bir İTİRAF yerindeydi.

Evet, Oğuzhan Asiltürk
ABD Yahudi Lobilerinin
 “Ya bunları, bizim bir
emniyet supabımız ve kontrol sigortamız olarak yanına alır ve üst makamlara
koyarsın, veya partin kapatılarak siyaset yapma imkanından mahrum bırakılırsın”
 dayatmaları kabul edilmeyince Milli Nizam’ın kapatılması sonrası, Erbakan
tarafından Milli Görüş’e alınmış, sonraları
 “tövbe edip sadık dava adamı olmuş rolüyle” sürekli Hocanın yakınında kalmış isimlerden birisiydi.

Erbakan Hoca, bu tavizi
vermek ve bu tiplerin Milli Görüşteki gizli tahribatına müsaade etmek
karşılığı, Türkiye’mizdeki ve İslam Âlemindeki büyük devrim nitelikli hizmet ve
faaliyetlerine fırsat yakalamak ve tarihi atılımlarına alt yapı hazırlamak
hedefine ulaştığı için, elbette kârlı ve başarılı olduğu, işte eserleriyle
sabittir. Ve zaten hiçbir kalıcı ve kapsayıcı devrim ve değişimin, karşılıklı
stratejik tavizler verilmeden ve satranç gibi bazı taşlar yem olarak feda
edilmeden, başarıya ulaşması mümkün değildir.

Evet, Oğuzhan
Asiltürk’ün Ergenekon’la ilgili tespitlerinde doğruluk payı vardı. Ancak bu
doğruları yanlış amaçlar için kullanmakta ve malum odaklara;

“Milli Türkiye,
Ergenekon tertibiyle planlanan tezgâhın farkındadır ve herhalde gerekli tedbirlerini
almıştır. Şimdilik, sizin hesaplarınız istikametinde davranmalarına
aldanmayınız ve ona göre hazırlık yapınız”
anlamında uyarı
mesajları yollamaktaydı.

Çünkü, Oğuzhan Asiltürk
gibileri, nasıl malum merkezlerin Milli Görüş’e soktukları “Gelenekçi Ağabeyleri”
ise, bunun gibi Sn. Recep T. Erdoğan ve avenesi de yine aynı mahfillerin
“Yenilikçi Ekibiydi”

Yıllarca yalakalık
yaptığı halde İktidar yanlısı Star Gazetesinden kovulunca aklı başına gelen
Mehmet Altan’ın Vatan’dan Ruşen Çakır’a:

“Cami-Kışla savaşı ve
AKP’nin Kemalizm’in rövanşını alma yarışı sonrasında kanlı bir gelecekten
korkuyorum” (05.02.2012 – Vatan)

İtirafları da, Oğuzhan
Asiltürk ve Şevket Kazan ekibiyle aynı Sabataist tiniyet ve zihniyetin, aynı
Siyonist merkezlere uyarı mesajı niteliğindeydi.

Şartlandırılıp
kiralanmış hafızanızı, biran olsun vicdanınızın kontrolüne alıp hatırlayınız:

·        Yargıtay 8. Dairesinin onayladığı, TCK’nın 312-2
maddesindeki “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçunu işlediği bahanesiyle
verilen 10 aylık mahkûmiyet nedeniyle 2002 seçimlerine giremeyen Erdoğan’ın
Başbakanlık yolunu açmak üzere, Siirt Pervari ilçesinde
 “iki köy sandık kurulunun usulüne uygun oluşturulmadığı ve bir sandığın da
mührünün kırıldığı”
 gibi komik gerekçelerle
02 Aralık 2002’de Yüksek Seçim Kurulu kararıyla Siirt seçimlerini iptal
ettiren…

·        09 Mart 2003 ara seçimleriyle, Recep Bey’i TBMM’ne
gönderen…

·        Bu seçimlerden iki hafta önce (22 Şubat 2003
tarihinde) CHP lideri Deniz Baykal’la, Recep T. Erdoğan’ı Beylerbeyinde bir
araya getiren…

·        Ve daha önceki gizli uzlaşma sonucu TBMM Genel
Kurulunca 13.12.2002 tarihli oturumunda 4774 sayılı anayasa değişikliği ile ve
“kişiye özel” bir düzenlemeyle Sn. Recep T. Erdoğan’ın seçilme engelini
gideren…

·        Bu değişiklik maddesinin Mecliste oylanmasında CHP’li
bütün Milletvekillerine, AKP ve Erdoğan lehine oy verdiren…

·        Ve böylece daha önce:

“Türkiye’nin dinsiz bir hale geldiğine
inanıyorum. Hayatımı, Mustafa Kemal düzeniyle savaşmaya ve ülkemde Şeriat
devletini kurmaya adıyorum” 
şeklinde yeminler eden (Bak:http://www.zekirdek.com/forum/126928-tayyip-in-yemini.html) bir kişiyi
ehilleştirip AB heveslisi ve Demokrasi havarisi haline getiren…

·        Ve bu çok yararlı ve itaatkâr hizmetleri karşılığı
boynuna “Cesaret Madalyası” asıveren…

·        Ve tabii, bütün bu sürecin işletilmesi için, 28 Şubat
kışkırtmasıyla Erbakan’ın Refah-Yol iktidarını deviren

O malum ve mel’un
odakların figüranlığını kahramanlık gibi göstermek, sizin gibilerin en büyük
şerefi ve en kutsal görevidir!…

“Radikal İslamcı
Müslümanları kullanıp ABD’ye karşı kışkırtma, ardından ABD’yi Müslüman ülkelere
saldırtma hesabıyla ikiz kulelere yönelik 11 Eylül tezgâhını kurgulayanlar,
küreselleşme yaldızlı yalanla, tüm insanlığı Siyonist sermayeye köleleştirme
planlarını İslam dünyasında:
 “katı şeriatçılarla ılımlı İslamcıları” kapıştırmasıyla yürütmektedir.

Taliban ve Bin Ladin
gibi sözde “Katı Şeriatçı”ları da, Fetullah Gülen gibi “Ilımlı İslamcı”ları da
aynı Siyonist-ırkçı emperyalist merkezlerin destekleyip yönlendirdiğini,
böylece Müslüman toplumları, “ölümü gösterip sıtmaya razı” ettiklerini artık
cümle âlem bilmektedir.

Evet, Rahmetli
Erbakan’ın benzetmesiyle;

“Üst çenesi Komünizm,
alt çenesi Kapitalizm gövdesi ise Siyonizm olan bu Timsahın; Amerika ve Avrupa
arka ayakları, katı şeriatçılar ve ılımlı İslamcılar ön ayakları, Masonik
kuruluşlar da bu canavarın kuyruğu gibidir.

İşte bu Siyonizm
canavarı, bir ülkede veya bölgede, kuvvetli ve suni bir konjonktür rüzgârı
oluşturduğunda:

·        Radikal şeriatçı ve maymun kafalı ahmaklar, bu
rüzgârın etkisini kırmak için önüne duvar örmeye yeltenirdi…

·        Ulusalcı ve din düşmanı kesimler ise, 28 Şubat misali
suni rüzgârları “Laiklerin gericilere zaferi” diye sahiplenirdi…

·        Ilımlı İslamcılar ve değişip dönekleşen takımlar ise,
güya gözü açıklık edip bu fırsatı ganimete çevirmek üzere, estirilen rüzgârın
önüne enerji üretecek yel değirmenleri kurmayı becerirler ve kendilerini çok
akıllı zannederlerdi. Oysa hem o enerjiden Siyonist güçler istifade edecekti,
hem de “yeterince yararlanıp yıpratılınca ve son kullanma tarihi dolunca”
kendileri de başka bir rüzgârla silinip süpürüleceklerdi…

Ama hepsi de, aynı
fabrikanın, farklı ve aykırı yönde dönen ve ilk bakışta dişe diş çekişiyor
zannedilen çarkları misali, aslında aynı hedefe hizmet etmektelerdi.

Bu şeytani tezgâhın
farkına varan ve hiçbir şekilde figüranı olmayan ve suni rüzgârlar estiren
canavarı durdurma ve etkisiz kılma yöntemlerine başvuran ve önemli ölçüde
başaran tek şahsiyet ise Rahmetli Erbakan Hocamızdı ve onun projeleri ve
prensipleri artık zafere yaklaşmak üzereydi…

Oğuzhan Asiltürk ve
Şevket Kazan Ergenekon ve Balyozcuları vatansever ilan etmişti!

Oğuzhan Asiltürk,
“hükümete karşı darbe yapmakla suçlanarak tutuklanan subayların vatansever ve
milliyetçi olduklarını, ABD’nin önümüzdeki günlerde İran’ı işgale
hazırlandığını, Ergenekon operasyonlarıyla Türk Silahlı Kuvvetleri içinde
vatansever askerlere komplo kurarak bu işgale karşı çıkacak subayların
tutuklandığını” söylemişti.

Eski içişleri ve Sanayi
Bakanı Asiltürk 12 Eylül’ün arka planının konuşulduğu bir TV programında
yaptığı ilginç çıkışla Ergenekon operasyonlarının bir ABD komplosu olduğunu
ileri sürmüşlerdi. Asiltürk programında son sözleri olarak “Ergenekon, altını
çizerek söylüyorum Türk Ordusunda TSK içinde Amerikan karşıtlarının
tasfiyesidir. Nokta ve bir de ünlem koyuyorum, başka bir şey değildir” demişti.

Kanal A televizyonunun
konuyla ilgili görüşlerine başvurduğu Milli Görüş’ün bir başka önemli ismi
Şevket Kazan da, Asiltürk’le aynı görüşleri savunarak, Ergenekon’a destek
vermişti.

Şevket Kazan:

“Türkiye’de darbeler ABD
desteği ile oluyor, ABD destek vermezse darbe olmuyor, muhtıralar da böyle
oluyor. Şimdi artık Amerika Orduya ihtiyaç duymuyor, Amerikan ile Ordunun arası
12 Mart tezkeresi ile açılmış bulunuyor. 1 Mart’ta Amerika’nın karadan Irak’a
müdahalesine Hükümet söz vermişti, arkadan konu parlamentoya gelince, destek
çekildi ve böylece tezkere reddedildi. Hâlbuki Hükümet kesin kez adapte
olmuştu, söz vermişti. Tezkereyi geçirecek ve Amerikan askerleri Kuzey Irak’a
Türkiye üzerinden girecekti.

Bunun geçmemiş olması,
Amerika’nın Orduya olan güvenini azalttı, çünkü Ordu buna izin verilmemesini
istiyordu. İşte o zamana kadar Amerika Türk Ordusunu kullanıyordu. Dolayısıyla,
Bugün Ergenekon dediğimiz gelişmelerle, artık Amerika’nın başka bir kozu ele
geçirdiği anlaşılıyordu.

Spiker: Burada bir
çelişki yok mu? 28 Şubat, 27 Nisan gibi demokratik olmayan olayların asker
tarafından yapıldığı söyleniyor. Bir taraftan da Ergenekon gibi bu isimlerin
yargılandığı davalar var, bu yaklaşımınız önceki iddialarınızla uyuşmuyor?

Şevket Kazan: Bir
çelişki yok… Amerika o zaman Orduyu destekleyip kullanarak kartlarını
oynuyordu. Şimdi ise BOP çerçevesinde iktidardaki parti ile işini gayet iyi
yürütüyor… O nedenle çelişki yok, çelişki Amerika’nın destek saflarını değiştirmesinde
düğümleniyor.

Şimdi bu zevata ve hala
bunları tanımayan zerzevata soralım:

1-    Eğer “Ergenekon, ABD’nin bir at değiştirme süreci ve Irak’la ilgili
tezkereyi Meclisten geçirtmeyen TSK’yı hizaya sokma projesi” ise bu gerçekleri
dile getirdiği, AKP ve Fetullah Gülen tehlikesine dikkat çektiği için
tutuklanan ve hiçbir suç delili bulunmadığı için üç gün içinde serbest
bırakılan AHMET AKGÜL ve Milli Çözüm ekibiyle ilgili “Onlar Egenekoncu gruptur,
Milli Görüş’ten kovulmuştur” gibi iftiralarla neden suçlayıp saldırdınız?

2-    O zaman, oynanan dış tertipli tezgâhı bilmiyordunuz da, şimdi yeni mi
farkına vardınız?

3-    Yoksa, malum ve mel’un odaklara: “Milli Türkiye sinsi ve
Siyonist planlarınızın farkındadır. Ona göre tedbir alınız”
mesajları mı yollamaktasınız?

4-    Milli Gazete sizinle tam aksi istikamette ve AKP ağzı ile, Paşalara ve
TSK’ya yönelik operasyonları “cesaretli girişimler ve demokratik gelişmeler”
olarak değerlendirip arka çıkmaktadır. Ey Oğuzhan Asiltürk ve Şevket Kazan!
Acaba Milli Gazete’nin kontrolünü mü elden kaçırdınız, yoksa ikili mi
oynamaktasınız?

5-   Söylediklerinizde samimi iseniz, çok geç ve geçersiz de olsa, şimdi Ahmet
Hoca’dan ve aleyhine kışkırttığınız camiamızdan, elbette özür dilemek
zorundasınız! Haydi, var mısınız, samimiyetinizi ispatlar mısınız?

Ahmet Hakan’ın değişim
serüveni!..

1967 yılında doğmuş…

İmam Hatip Lisesi’nde okumuş…

Çocukluğunda Ağrı, Amasya, Çanakkale,
Balıkesir gibi illerde bulunmuş…

Liseli yıllarında İslamcı Mavera dergisine
abone olmuş…

Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde
bir süre kalmış, daha sonra, İstanbul’a gelip, bir süre de burada mekik
dokumuş…

Üniversitedeyken yazdığı öykülerden
birkaçı Yedi İklim dergisinde okurlarıyla buluşmuş…

1993-1994 yıllarında muhabir olarak TGRT’ye
katılıp, ‘Yankı’ isimli haber programı yapan bir ekip oluşturmuş…

Kanal 7 kurulurken kanalın Genel Müdürü
Mustafa Çelik’le temas kurup kadroya dâhil olmuş…

Kanal7’de bir süre muhabir olarak
çalıştıktan sonra 1995-2003 arasında Kanal 7 Televizyonu Haber Müdürlüğü ve ana
haber spikerliği koltuğuna oturmuş…

Kanal 7’de İskele Sancak programını yapıp,
bazı bölümlerini kitaplaştırıp okurlarına sunmuş…

28 Şubat antidemokratik sürece karşı
esaslı çıkışı ve dik duruşu ile göz doldurmuş…

Kanal 7’de çalışırken ilk köşe yazısı
tecrübesini Zahit Akman’la birlikte Yeni Şafak gazetesinde yaşamış, ama
başarısız olmuş…

Ardından birden dönüşüp evcilleşerek Sabah
Gazetesi’nde köşe yazmaya koyulmuş…

Şu anda Hürriyet’te yazıyor, ayrıca, CNN
Türk kanalında Tarafsız Bölge programını yönetiyor ve sunuyor, ama nedense
giderek suyu da ısınıyormuş!?

Sevgili Ahmet Hakan; uzun süreden beri
Mümtazer Türköne’yi çeşitli ithamlarla eleştiriyordu. Ama, bir zamanlar
Mümtazer Türköne ile kader birliği yapmış, aynı çatı altında uzun yıllar
çalışmış Şükrü Karaca’nın yakın bir geçmişte CHP Genel Başkanı Kemal
Kılıçdaroğlu’nun siyasi Danışmanı olduğunu nedense es geçiyordu.

Kılıçdaroğlu’nun son dönemdeki siyasi
çıkışlarında önemli bir pay sahibi olan Şükrü Karaca 28 Şubat sürecinde ve
hemen sonrasında Tansu Çiller’in danışmanlığını da yapıyordu.

İşte Mümtazer Türköne’yi
yerden yere vuran Ahmet Hakan merkez sağdan merkez sola ray kıran yakın
arkadaşı Şükrü Karaca hakkında nedense hiç kalem oynatmıyordu?..[2]

 

Peki, “farklı kulvarda
ve aykırı kutuplarda kalem oynatıyor” zannedilen ve ara sırada biri birine
girişen bu Ahmet Hakan’la Salih Tuna gibi yazarlar-yorumcular, niye acaba
emperyalistlerin:

“Arap Baharının hamisi,
Ortadoğu’nun model ülkesi ve Sünni Müslümanların lideri gibi pohpohlamalarla,
AKP Türkiye’sini İran’la savaştırma ve iki güçlü engeli bir taşla savuşturma”
hazırlıklarına ve Recep T. Erdoğan’ın BOP Eşbaşkanı sıfatıyla bu tezgâha
taşeronluk çabalarına bir kelime olsun değinmezlerdi!?

Sn. Recep T. Erdoğan’ı
Eşbaşkanlığı görevine atadıkları BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ kapsamında, 27 İslam
ülkesini dönüştürme ve ırkçı-emperyalizmin dünya hâkimiyeti hedefine uygun
yeniden dizayn etme amacıyla yaşanan ARAP BAHARI sonrası, İsrail’i tanımayan ve
barışa (teslimiyete) yanaşmayan HAMAS gibi örgütleri bile, işbirlikçi Mahmut
Abbas’la uzlaşmaya, yoksa bölgeden uzaklaştırmaya karar veren ABD ve Siyonist
Lobilerin korkusundan, sözde Mısır’da seçim zaferi kazanan İhvanı Müslim’in
dahi, Suriye’den kaçmaya mecbur bırakılan Hamas Lideri Halit Meşal’i ülkelerine
davet edememişlerdi. AKP iktidarı, Hamas’ı ABD güdümüne sokmak üzere bir büro
açmalarına sadece ümit vermiş ve Halit Meşal fiilen ABD üssü olan ve MOSSAD
karargâhı bulunan Katar’a yerleşmeye mahkûm edilmişti.

·        Başbakan’ın çok samimi dostu Sabataist Mehmet Ali
Birand:

“Hamas’ın Türkiye’de
büro açmasına izin vermek, İslam dünyasında bize biraz prestij kazandırsa da;
İsrail ve ABD ile onarılmaz sorunlara ve gereksiz sıkıntılara sebebiyet
verecektir. Ortadoğu son derece tehlikeli bir bataklık gibidir. Hele Filistin
sorunu çözülmesi çok güç bir meseledir. Türkiye’nin uzak durması gerekir. Böyle
bir batağa girmek akıl kârı değildir”
 diyerek Sn. Recep T.
Erdoğan’ı ikaz etmişti.[3]

İsrail istihbarat sitesi
DEBKA;

“NATO’nun Malatya’da
kurduğu füze radar sisteminin, elde ettiği bütün bilgi ve görüntüleri, anında
İsrail’e bildirecek şekilde kurulduğunu”
 haber vermekteydi.

Ve yine İran Dini lideri
Hamaney’in askeri danışmanı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi:
 “Katar yönetiminin, ABD’nin teşvikiyle, Suriye’yi sıkıştırmak ve ABD
müdahalesine yardımcı olmak karşılığı, AKP hükümetine milyarlarca dolar vaad
ettiğini”
 bildirmişti.[4]

Özetle, Türkiye’nin ilk
dünya güzeli seçilen (daha doğrusu ilan edilen) böylece Müslüman hanımlarımızın
ve kızlarımızın asrileşmek için soyunup saçılmasına öncü gösterilen Sabataist
(Yahudi asıllı) Keriman Halis’in, hanımı tarafından akrabası olan ve şimdi
AKP’yi yüceltmek için nice akrobasi taklaları atan Reha Muhtar gibilerin
övgüleri bile, hepinizin ayarının ve amacının açık bir göstergesiydi.

HAS Partinin ucuz
kahramanlık hikâyesi:

Ankara İl Başkanı
Abdülhamit Gül imzasıyla 01 Ocak 2012 de suç duyurusu yapıp 28 Şubat
sorumluları olarak Sabah, Hürriyet ve Milliyet yazarlarından yedi üst düzey
gazeteciyi “darbe suçuna ortaklıktan” şikâyetçi olan HAS PARTİ, yapılan Masonik
baskılar sonucu 15 gün sonra çark edip, sözde Genel Başkan Yardımcısı Şeref
Malkoç imzasıyla ikinci bir suç dilekçesi ile önceki altı gazeteciden
vazgeçerek sadece Reha Muhtar’ı ve de “suça yardımcılıktan” dava etmişlerdi.
Reha Muhtar bu durumu Numan Kurtulmuş’a hatırlatınca, bu sefer Şeref Malkoç
arayıp özür dilemişti. İşte AKP yedeği olarak şişirilen, ucuz kahramanlık
taslaklarının ve Mili Görüş kaçkınlarının, “28 Şubatçılardan hesap sorma
balonları” da böylece sönüvermişti.

Reha Muhtar’ın Dilinden
Fetullah Gülen gerçeği!

“Bence Fethullah Hoca
olayının hayati derecede önemli anahtar rolünü Bülent Ecevit oynadı…

Ecevit, bazı sivil ve
askeri bürokrasinin düşüncelerinin aksine, Gülen cemaatinin okullarının çağdaş
bir eğitim yuvası olduğunu ve Gülen hareketinin Türkiye için öne sürülen
tehlikeyi oluşturmadığını söylüyordu…

Ecevit Türkiye’de
laikliği ve Cumhuriyet’çiliği tartışılmayacak bir liderdi…

Üstelik Başbakanlık
yapmış, devletin en gizli bilgilerine sahip olan bir devlet adamıydı…

Ecevit’in o günlerdeki
tavrı, Cumhuriyetçi, laik birçok insan için gizli bir referans oldu Fethullah Hoca,
okulları ve cemaatiyle ilgili… Ecevit söylüyorsa ‘bir bildiği vardır’
düşüncesi hâkim oldu… Kimse Ecevit’in laikliğini ve Cumhuriyet’çiliğini
sorgulamazdı çünkü…”

Fethullah Hoca’nın
Amerika’ya Gidişinde Bülent Ecevit’in Gayreti…

Ecevit’in o dönemde
Fethullah Hoca’yla ilişkisinin, Amerika’ya gitmesinde ne derece hayati bir rol
oynadığını Faruk Mercan’ın Fethullah Gülen’in hayatını anlattığı kitabından
detayıyla öğreniyorum…

“Fethullah Gülen için 22
Şubat 1999 tarihi için randevu ayarlandı… Ancak ABD’den arayan Profesör
Tarhan ‘Burada havalar çok soğuk… Randevuyu biraz erteleyelim…’ diye
uyardı…

Mart ayına gelindiğinde
ilginç bir şey oldu… Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi savcısı Nuh Mete
Yüksel’in, Gülen hakkında soruşturma açtığına dair bazı haberler İstanbul’a
ulaşmaya başladı…

Gülen bu şartlarda
ABD’ye gitmeyi doğru bulmuyordu…

“Eğer savcı böyle bir
soruşturma açmışsa, ABD’ye gitmesi ifade vermekten kaçınmak”
 anlamında algılanabileceğini düşünüyordu.

Gülen’e telefon açan
Bülent Ecevit;
 “Sağlığınız çok önemli… Sizinle ilgili
böyle bir soruşturma olsa haberimiz olurdu… Lütfen tedavinizi aksatmayın ve
Amerika’ya gidin…”
 diyordu… İşte Gülen’in Amerika’ya
gitmesinde en etkili nedenlerden biri Ecevit’in telefonuydu…”

Fethullah Gülen 2007
yılında Amerika’da kaldığı evdeki bir öğlen yemeğinde Bülent Ecevit’i şöyle
anmıştı:

“Ecevit hayatı boyunca
oruç tutmadı… Namaz kılmadı, ama inancı sağlamdı… Sosyal demokrat bir
zeminde doğdu ve İsmet İnönü’ye ortanın solu dedirten insandı. Bizim
Okullarımıza çok sahip çıktı…

O, işin büyüklüğünü (ve
arka yönünü) sezmişti… Önüne (aleyhimize) bir dosya getirildiğinde elinin
tersiyle itti…

Eğer ahirette Allah bana
şefaat etme imkânı verirse, bunu ilk önce Ecevit için kullanırım…”
.[5]

Şimdi ulusalcı takınan
Morrison Süleyman Demirel ve Alparslan Türkeş’le çok samimi ve hürmetli
ilişkileri bilinen…

“Hayatı boyunca hiç
namaz kılmamış, oruç tutmamış” olan ve İslam’a duyduğu derin nefretle “Bu Milli
Görüş’çülerin partilerini kapatmak yetmez, köklerini kurutmak lazım” diye kin
kusan, Bilderbergci Mason Bülent Ecevit’le bu denli sıcak ilişkiler geliştiren
ve “ahirette kendisine şefaat edeceğini” söyleyen…

12 Eylül darbesini
dualarla, dalkavuklukla karşılayan, 28 Şubat’a alkış tutup Erbakan’ı suçlayan…
Ama hiç yüzü kızarmadan şimdi de “darbe karşıtı rol yapan” şu Fetullah Gülen’in
gerçek ayarını ve amacını hala anlamayanlara, sadece acımak gerekirdi…

AKP yalakalarından ve
Recep T. Erdoğan hayranlarından BALÇİCEK İLTER PAMİR:
 “Din dersleri kaldırılsın, yerine cinsellik dersi okutulsun” diyerek, hükümete akıl ve destek vermekteydi.

Evet evet; ey sadece
mazlumlara diş geçiren DIŞ GÜÇLER ve “işbitirici” rolü oynayan İŞBİRLİKÇİLER!
Biraz daha bekleyin, bakalım Allah neler gösterecekti?

Biz Milli Çözüm ekibi
olarak artık çok dar bir bakış açısıyla parti çerçeveli düşünmüyoruz. Hatta
gelişmeleri ülke ve bölge merkezli de düşünmüyoruz. Kur’an’ın ve Resulüllah’ın
müjdeleri ve Rahmetli Erbakan Hocamızın öğretileriyle:
 “Ya bütün dünyayı değiştirecek ve Adil Düzeni yürütecek bir HAK-BATIL
hesaplaşmasının yaşanması ve kazanılması gerektiğine, ya da yüzde doksan oyla
iktidara gelinse dahi bir köy de bile hükmünüzün geçmeyeceğine
” inanıyor; olayları ve
olacakları bu istikamette değerlendiriyoruz.

Bu nedenle yaklaşan ve
kaçınılmaz olan tarihi kapışmada; ülkemize ve İslam âlemine yönelik
Siyonist-emperyalist tecavüz ve tertipleri savuşturup savaşacak olan kahraman
askerimizin moralini güçlendirmeye, toplumda Milli bilinç ve direncin
yükselmesine gayret ediyoruz. İşte bunun için de BİRLİK VE DİRLİĞİMİZİN MAYASI
ve yeni bir dirilişin manevi mekanizması olan YÜCE DİNİMİZE sahip çıkıyor, hem
DİN DÜŞMANLIĞINA, hem de DİN İSTİSMARINA karşı halkımızı uyarıyoruz.

Bunun yanında:
Atatürk’ün kapattığı Masonların, O’nun yasakladığı azınlıkların ve sicili
bozukların, vefatından sonra Orduya sızmaları üzerine giderek palazlanan millet
ve İslamiyet düşmanı bazı soysuzların;

Kemalizm kılıflı Masonik
Laiklik saltanatlarını korumak için, kendi komutanlarının karılarına ve
kızlarına bile iğrenç tezgâhlar ve genç subayları kendilerine bağımlı kul köle
olsun diye şehvet tuzakları kurmaları… Darbe senaryoları hazırlayıp kendi halkını
birbirine kırdırmayı bile planlamaları… Hatta komünist BAAS rejimleri tipi bir
mezhebi azınlık cuntası oluşturmayı tasarlamaları ile, hem TSK’ya hem
halkımızın huzuruna en büyük zararı verdiklerini ve böylece toplumu Din
istismarcılarının ve kapitalist kâhyaların tuzağına ittiklerini biliyor ve
devlet bünyemizdeki bu çıbanların deşileceğini umuyoruz.

 

 

 


 

[1] Yeni Şafak / 31 01
2012

[2] Milli Gazete / 01
Şubat 2012 / Adnan Öksüz

[3] 01 Şubat 2012 /
Kolay.net

[4] Yeni Şafak / İbrahim
Karagül / 01 Şubat 2012

[5] Reha Muhtar / Vatan / 03
02 2012

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/mart-2012/kiralik-akp-kalemsorleri-

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi