Anasayfa » KEŞKE!

KEŞKE!

Yazar: yonetici
0 Yorum 202 Görüntüleyen

Çevremizdeki, ülkemizdeki ve bölgemizdeki olaylara ve sebep olanlara bakıyor da hayıflanıyorum; keşke o safiyet günlerim devam edip dursaydı da; insanları iç dünyalarıyla ve gerçek ayarlarıyla olduğu gibi tanımasaydım da, safiyet ve samimiyetimi koruyarak huzur bulsaydım. Her şeyi dış yüzünden seyredip, görüntüsüyle yetinebilseydim de, keşke; olanla, olması gerekeni aynı sanıp, aldansaydım!..

Bir zatın:

“Ya hamiyetsiz (yani gayretsiz ve merhametsiz) olaydım, ya da param olsa idi” dediğine eş, ya anlamaz olaydım her işin iç yüzünü, ya da her şeyin hikmet ve hakikatına ulaşsaydım… Heyhat!…

Yine bir merhumun temennisince; Koca karı imanındaki safiyetle kalsaydım da, güzel görünümlü yüzlerin perdelediği çirkef kuyusu kalplere nüfuz etmesem; herkes gibi ben de; sahte tavırları gerçek zannederek, bununla teselli bulup lezzet alsam ve mutluluk duysaydım!..

Evet sadece, sokaklarda organ teşhiri yapan kadın ve erkekler bana bed görünüp gözüme takılsaydı!.. Sadece kazınık suratlı, fötr şapkalı ve smokin kravatlı mason tipinin soysuzlaştığı kanaatiyle kalsaydım!..  Uzun tırnaklı, kot kıvırmalı, göbeği hızmalı boyalı bayanların yozlaşmışlığı yetseydi canımı sıkmaya… Namazın erdirici ve kurtarıcı, orucun eğitici ve kutsayıcı, zekatın düzenleyici ve kucaklayıcı, haccın nefsaniyetten uzaklaştırıcı ve alemi kuşatıcı hikmetini bir türlü kavramaz ve gereğini yapmazların yavan ve yakışıksız haline hayıflansam… Onlara, sabrın; cennetin anahtarı olduğunu anlatmaya sabrım olsa, nasıl anlatacağımı araştırıp uğraşsaydım. Ve önüne geçip, sormaya vaktim ve şevkim olsaydı, sabrın sırrına ve zaferin anahtarı olduğuna inanmayanlara;

  • Sen evinde mes'ut musun? -Evet
  • Evin sana cennet mi? -Elbet
  • Bu cenneti neye borçlusun?

Hanımının ve çocuklarının aksiliklerine katlanmana, onların da senin bazı tersliklerine dayanmasına değil mi? İşte bu davranışınız “sabır”dır. Yani eşinin ve senin dayanma gücünüz ve tahammülünüz bir nevi sabır, o da senin dünya cennetinin ve aile saadetinin anahtarıdır, öyle mi? Ahiret cenneti de, işte bunun gibi, sıkıntı ve sarsıntılara dayanmanın, ilahi emir ve yasaklara katlanmanın, yani imtihanı kazanmanın arkasından gelir ve sabrın zaferidir. Daha buna benzer neler ve neler anlatsaydım, bilgiden, görgüden ve hikmet gözünden yoksun insanlara. Ve hep bir şeyler başardığımı ve bir işe yaradığımı sanarak, sevinip dursaydım!..

Ah keşke, zaman zaman müslümanlığını tam sandığım insanları yakından tanıyıp da, ümitsizlik ve hayal kırıklığının çukuruna düşüp şaşırmasaydım!.. “Büyük adam” saydığım kişilerin, takma boylu cüceler olduğunu ayan beyan görme gücünden mahrum olup, hayranlığımdan ve hayal dünyamdan uyanmasaydım!.. Çünkü insanı insana bağlayan hayranlık, insanı Rabbine bağlayan ise hayrettir sanırım… Hayran olmayan, bencileyin (yani bana göre) rehbersiz kalır… Hayreti ve teslimiyeti olmayan ise, ucbunun (yani nefsini beğenmenin) kulu olup sahipsiz bırakılır… Keşke, ihlas ehli bildiklerimi öyle bilegelsem, feragat (yani hakkını bağışlama ve fedakarlık) ehli gördüklerimi öyle göregelsem, ferasetli saydıklarımı hala öyle bulagelsem… Şecaatlı ve sebatlı (yani kahraman, kararlı ve dayanıklı) sandıklarımı hala öyle tanıyabilsem!.. İhlas sıfatı altındaki riyanın dişleri sırıtmasa; fedakarlığın arkasındaki bencillik ve yumurta verip tavuk bekleyicilik kırıtmasa; feraset ve gözü açıklık yaftalı ahmaklık renk atmasa; cesaret rozetinin altındaki ödlek yüreklerin, “höt!” demeden üç adım geriye sıçraması göze batmasaydı!.. Ve böylece, çevremde hala onurlu ve şuurlu insanların çok bulunduğu zannını taşısaydım da, yalnızlığımızı ve zavallılığımızı anlamasaydım!..

Biraz daha derinden, gizli ve ezici sırları ortaya döken söz vasıtasıyla: mabetleri dolduran yığınları hala Müslim sanıp arkalansam; mektebimden çıkanları okuryazar mü'min sanıp halkalansam da; Deniz dibinden inci çıkarma şevkiyle çalkalansaydım!..

“Dava!” diye nutuk atarak, hak etmediği makam ve menfaatlere bedava konmak isteyen… Ganimet devşirmek için sürekli “hizmet!” lafını gevelemekten vazgeçmeyen… İki öğün nafile namaz kılmak, üç gün fazla oruç tutmak ve sarık cübbe kuşanmakla edindiği ruhsuz taklitçiliği “takva” diye gösteren… “Diyalog ve değişim” palavrasıyla nefislerine ve beşeriyetin nefs-i emaresi olan siyonizme köleliğe fetva veren… “Rıza-i Bari” gibi cihan çapındaki iddiayı, dilinden düşürmeyen… Ama mukaddeslerini kendi işkembesi ve tenasül aleti namına ucuz harcamaktan da çekinmeyenleri, sahte örtülerinin ve sinsi maskelerinin içinde tanımasaydım!.. Keşke bütün bu mübarek sloganlardan tüttürdükleri necaset kokularını hiç duymasaydım, hoş sözlerin içindeki “boş öz”lerin farkına varmasaydım da, yaldızlı lafların heyecanına kapılıp koştursaydım!.. Ne olurdu, bunca zihin yorarak “Hak” ölçüsüne ermekle tatmin olsaydım da, olanları ve yapılanları bu mihenkte (yani gerçeğin şaşmaz terazisinde) tartmaya kalkıp, şaşkınlıktan cereyana çarpılmış gibi yerlere yıkılmasaydım!.. Hiç değilse, camiye girmeye razı olmuşlardaki tuzsuzluğu ve tatsızlığı “itaat ve irtibat halinde bir cemaatsız” iddiasındaki tutarsızlığı ve duyarsızlığı… Ferdan ferda yaşayan hodbinleri (yani sadece kendisini düşünen bencilleri), derviş kılığındaki bedbinleri (yani bereketsiz ve beceriksiz kimseleri), gerçek halleriyle yakalamasam da, “dünyada neler de varmış!? diye hayranlık duyup manevi bir hazla hızlana dursaydım. Ve keşke, yobazlardaki yabaniliğin, devrimbazlardaki dinsizliğin, fikren ve fiilen zaten gavurlaşmış insanları hala Hıristiyan yapacağız diye çırpınan papazlardaki densizliğin farkına varmasaydım!

Kürsülerde bön bön bağırmayı tebliğ sanan, sözde ilim meclislerinde “sünnete uymaktan” dem vurup insanları bozuk sisteme yamayan çingene bozmalarını… Cami cemaatine “arkadaşlar!” diye hitap edecek kadar eblehleşen ve kürsüye vurup hakarete yeltenecek kadar edepsizleşen marifet ve hitabet yobazlarını… Ya da zillet içindeki cemaate “aziz mü'minler!” diye söze giren düzen madrabazlarını… Ve hele; sistemin kıskacında çırpınırken, kendisini mecbur hissederek, düzenbazlara hülus çıkarmaya (yani yağcılık yapmaya) yeltenen aciz ve zavallı maaş mahkumlarını ve ilahi mesaj mahrumlarını tanımasam da… Buraya kadar ciğerine kalem dürtüp ufunetini (yani kokuşmuş içini) deştiğim müslim görüntüleriyle birlik, ben de camiye koşarken, büyük sevap kazanacağımı sanadurup cemaatten kopmasam; o kutsal mekanların, nasıl esirlerin teselli ve teslim mahalline dönüştüğünü kavramasam; ve onlarla aynı safta durmaktan sıkılmasaydım!?.. Bir baldırbacak gazetesinin, beleşten gösterip, dağıttığı Kuran mealini almak için, kuyrukta bekleyen nadanlar (yani şaşkınlar) topluluğuna bile pes dedirtecek kadar alçalmış ve İslam'ı geçim vasıtası yapmış “din öğreticileri”ni, ve hatta yarım yamalak ezberledikleri bir ayet hadis mealiyle ve çevresine topladığı üç beş saf dille “kurtarıcı geçinen züppeleri”, hak cephede vuruşan gaziler sanma ahmaklığıyla, bunların arkalarına takılanların, tamtakır kafalı olduklarını anlayıp hayıflanmasaydım!…

Dünyası için davasını ve dinini gömlek değiştirir gibi kolayca atan… Siyaset ve riyaset sevdası için milli ve manevi değerlerini satan döneklerle… “İslamcı yazar” yaftasıyla, sırtlanlarla birlik olup arslan avına çıkan bazı ineklerle… Bal arısı gibi, hep güzellikleri arayıp çiçeklere konmak yerine, bozuk fıtratı gereği, sürekli kusur arayıp pisliklere konan ve tenkit perdesi altında tahribe çalışan kara sineklerle… Kartallar için uçuş dersi ve ehliyet belgesi düzenlemeye kalkışan acemi ördeklerle… Şeytanlık ve kıskançlık damarıyla “ekreb”lerini (yani kendisine en yakın kimseleri) bile kalleşçe ısırıp zehirleyen akreplerle… Ve en muhteşem hareketin en mahrem noktalarına yerleşen münafıkları, hala mücahit ve muhterem zanneden keleklerle, keşke hiç karşılaşmasaydım!…

Aydın geçinen karanlık ve kiralık kafalıların, kendilerini saygın zanneden şu çağdaş paganların, inancımızın emri ve insanlığımızın gereği olarak takılan başörtüsüne karşı:

“Türbanlı öğrenciye ders vermekten sıkılıyorum.”

“Başörtülü kızlara, hak ettikleri notu vermeyip sınıfta bırakmayı öneriyorum.”

“İmam Hatip mezunlarının bilimsel düşünebileceğine inanmıyorum.”

“Başörtüsü serbest bırakılırsa, Üniversite kapısına kilit vurmayı düşünüyorum.”

“İslam dininde kaza uygulaması var. Türbanlıların okulda başlarını açmalarını, sonra kaza yapmalarını tavsiye ediyorum.”

“Başörtüsünde inat edenleri, İran'a ve Arabistan'a gitmeye çağırıyorum.”

“İstiklal Marşındaki Ezan, Kur'an İman, İslam kelimelerinden gıcık alıyorum” diyecek kadar bu aziz millete yabancılaşan ve yobazlaşan… Ve tapındıkları Batıdan bin beter barbarlaşan tiyniyetsiz tiplere katlanmak zorunda kalmasaydım!..

Keşke, kökü dışarıda hıyanet odakları oldukları için Atatürk tarafından kapatılan mel'un mason localarının, Lions ve Rotary gibi alt ocaklarının üyesi ve küresel odakların kölesi oldukları halde, Kemalist geçinmekten utanmayan arsızların; milliyetçilik kisvesiyle Milletin manevi değerleriyle savaşan ayarsızların zırvalarını duymak yerine, dağdaki çobanların doğal yırlamalarını dinleyip huzur bulsaydım!..

Ve bunlar öyle, onlar da böyle, yani herkes göründüğü haliyle olsaydı keşke!.. Küfrü, ilim diye satan, “zamane fetvacısı, prof yaftacısı, yarım doçentlik hastası” saman çuvallarıyla uğraşmak zilleti yerine, keşke kaya gibi katı, fakat kişilikli ve kabiliyetli kafirler, meseleli ve seviyeli müşrikler, iddialı ve ciddiyetli komünistler, mert ve cesaretli katillerle boğuşmak fırsatına kavuşturulsam ve şanla şerefle ölüp bu dünyadan ayrılsaydım!..

O, ne mübarek ölüm olacaktı!.. Çünkü ebedi dirilik ve efendilik yolunu açacaktı!.. Bu sahtelerle ve canlı cenazelerle yaşamak, ne çirkin bir çaresizlik aşılamaktaydı!.. Ve ne çetin bir gariblik hissi yaşatmaktaydı!..

Ya Rabbi!.. Haşa, haddime mi düşmüş, sana isyan ve itiraz kastımdan değil… Ama bunca ihsan ve ikramına karşı yapılan nankörlük ve namertliklere… Küfür ve kötülüklere dayanamadığımdan ve battığım günahlardan ve bulaştığhlaki hastalıklardan utandığımdan dolayı, bazan içimden geçiriyorum:

Ah, keşke doğmasaydım!… Madem doğdum, hiç değilse doğru ve dolgun bir insan seviyesini, onurlu ve sorumlu bir Müslüman şerefini kazansaydım!.. Firavunlara, Nemrutlara ve Şeddatlara kılıç sallayamadım, en azından Şaronlara, Masonlara ve baronlara karşı, şu kalemimi yeterince ve gereğince kullansaydım!..

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi