Anasayfa » KATAR DALAŞI VE DOLAR SAVAŞI

KATAR DALAŞI VE DOLAR SAVAŞI

Yazar: yonetici
0 Yorum 128 Görüntüleyen


    KATAR DALAŞI VE
DOLAR SAVAŞI

 

Basra Körfezi'nde Katar ile Suudi Arabistan'ın başını çektiği altı ülke
arasında haftalardır tırmanan gerginlikle ilgili son derece sert bir karar alınmıştı.
Katar bölgede tecrit edilip, abluka altına alınmıştı. Suudi Arabistan, Mısır,
Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Yemen ve Libya'nın aldığı Katar'la
diplomatik ilişkileri kesme kararı uyarıcı, edilgen bir tavır değil tam tersine
baskılayıcı, saldırgan ve çabuk sonuç almaya dönük bir adımdı. Körfez beşlisi
kendi elçilerini geri çekmekle kalmayarak, Katarlı diplomatlara ülkelerini 48
saat içinde terk etmeleri için süre tanımıştı. Katar Yemen'de Husilere karşı
savaşan Uluslararası Koalisyon'dan atılmıştı. Söz konusu ülkeler hava
sahalarını, kara sularını ve limanlarını da Katar'a kapatmıştı. Suudi
Arabistan'dan Basra Körfezi'ne uzanan bir yarımada olan Katar böylece kelimenin
tam anlamıyla kuşatılmıştı. Anakarayla olan bütün sınır yolları da kapatılarak
dış dünya ile bağlantısı neredeyse koparılmıştı.

Bu hamle ABD'de Donald Trump'ın işbaşına gelmesiyle birlikte yürürlüğe
sokulan
İran'ın kuşatılması politikasının bir devamıydı. Trump
geçen ayki Suudi Arabistan ziyareti sırasında bu politikayı iyice sağlama almış
ve Suudi Arabistan'ı İran kuşatmasının merkezi konumuna taşımıştı. Riyad ile
yapılan yüz milyarlarca dolarlık silah anlaşması bunun bir yansımasıydı. Oysa
Katar yönetimi ise İran ile daha dengeli ilişkiler kurmaktan yanaydı. Umman ile
birlikte Körfez İşbirliği Konseyi'nde İran'a karşı zayıf halkayı
oluşturmaktaydı. Katar Emiri'nin daha sonra yalanlanan 
“İran'ın İslam
dünyası içinde saygın bir güç olduğu” 
sözleri ve ABD'ye karşı
İran'ı destekler tavrı Katar'ı Suudi Arabistan'ın hedefi yapmıştı.

İran ile birlikte dünyanın en büyük doğal gaz kaynaklarına sahip olan, 15
milyar kanıtlanmış petrol rezervi bulunan 
Katar; jeopolitik konumu
dolayısıyla da İran ile birlikte hareket ettiğinde Körfez dengelerini
etkileyebilecek bir potansiyele sahip konumdaydı. Bu nedenle Suudi Arabistan
Katar'ı, İran karşıtı koalisyonun bir parçası olmaya, bunu başaramazsa izole
edilerek etkisini kırmaya çalışmaktaydı. Ayrıca Katar öteden beri Müslüman
Kardeşler örgütüne hem siyasi hem de finansal destek sağlamaktaydı. Katar merkezli
büyük Arap yayın kuruluşları bu örgütlerin yanında yer almakta ve bu Arap
dünyasını etkilemeyi başarmaktaydı. Başta Suudi Arabistan olmak üzere diğer
körfez krallıkları Mısır'dakine benzer bir isyan dalgasını rejim güvenliği
açısından hayati bir tehlike saymaktaydı. Bu nedenle Katar'ın El Cezire gibi
yayınlara son vermesini, bu tür örgütlere verdiği desteği kesmesini
istiyorlardı.

Katar ablukasının arkasında ABD derin devletinin (Siyonist merkezlerin),
Ortadoğu’da Şii-Sünni savaşını başlatma stratejisi yatmaktaydı. Suudiler
Katar’a müdahale ederse, İran buna sessiz kalmayacaktı. Böylece asıl kavgayı
başlatan taraf İran sayılacak ve İslam coğrafyası (Ortadoğu) daha bir
karıştırılacaktı. 
Bu durumda İran’ın soğukkanlı davranması,
kışkırtmalara kapılmaması hayati önem taşımaktaydı. Türkiye’nin ise arabulucu
rolünü oynaması ve yıllardır ihmal ettiği Erbakan’ın D-8 oluşumunu yeniden
canlandırması lazımdı. AKP iktidarı, Amerika’nın Katar’ı sıkıştırıp İhva’nın ve
Hamas’ın belini kırma hesaplarına asla alet olmamalıydı. Çünkü eğer
“arabuluculuk”, Siyonist odakların bu şeytani amaçlarına hizmetkarlığa kılıf
yapılırsa, bu vebalin altında bulunanların 77 sülalesi kalkamazdı!..

Körfez İlişkileri Enstitüsü Kurucusu ve Direktörü Profesör Ali el Ahmed,
Suudi Arabistan'ın, diplomatik ilişkilerini kestiği Katar'a yönelik ‘tam
ölçekli bir istilaya'
 hazırlık içinde olduğunu vurgulamıştı.

Sputnik'e konuşan Ali El Ahmed, Suudi Arabistan'ın son kararının, Katar'ı
istila ederek zenginliğini ele geçirme hedefinin 
bir başlangıcı
olabileceğini hatırlatmıştı. Ali el Ahmed,
“Katar sınırı
yakınında Suudi ordusunun hareketlendiğine dair bilgiler aldım. Suudiler,
hazırlanıyorlar”
 açıklamasını yapmıştı. Suudilerin
iki amacı olduğunu dile getiren Ahmed, “Birincisi, Katar'ı köle benzeri
itaatkâr bir ilişki içine sokmak. İkincisi, Suudiler Katar'ın devasa nakit
rezervini izliyor. Onu istiyorlar” ifadelerini kullanmıştı. Ahmed,
Trump'ın Suudi Arabistan'dan yeni finansal taleplerde bulunduğunu, bu sebeple
de paraya ihtiyaçları olduğunu aktarmıştı. Ve hatırlayınız, Siyonist odaklar ve
Amerika Saddam’ı da, parasına konmak umuduyla kışkırtıp Kuveyt’e
saldırtmışlardı?

ABD’nin tutumu Katar krizinin gidişatını tayin etmede önemli rol oynamıştı.
Belli ki Suudi Kralı Selman, Trump’tan cesaret almıştı. Trump, İran’ı kuşatmaya
odaklı bölgesel politikalarını Suudi Arabistan ve BAE ile yürütürken Katar’ı
bir adım geriye atmıştı. Suudi Arabistan ve dostları Katar’a karşı görülmemiş
bir ‘çökertme harekâtı’ başlatmıştı. Bir haftadır medya dalaşıyla süren krizin
sonunda Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Mısır,
Yemen’de Riyad güdümlü Hadi yönetimi, ‘bölünmüş’ Libya’nın bir kanadı ve
Maldivler Katar’la diplomatik ilişkileri kesme kararı almıştı. Katar’a hava ve
deniz sahaları kapatılmış, tüm uçuşlar askıya alınmıştı. Katar, Yemen’i yakıp
yıkan operasyondan da çıkartılmıştı. BAE ayrıca Katar vatandaşlarına ülkeyi
terk etmeleri için 14 gün süre tanımıştı. Onlarca yıldır dünyanın dört bir
yanında Vehhabi ideolojisiyle aşırılıkçılığı yayıp ABD projesi El Kaide gibi
örgütlerin doğuşuna fikir ve para babalığı yapan Suudi Arabistan, Katar’ı
terörle suçlamaktaydı.

Mısır ise Katar’ı El Kaide ve IŞİD fikrini yaymak, Sina Yarımadası’ndaki
terör örgütlerine destek çıkmak, Mısır ve diğer Arap ülkelerinin iç işlerine
karışmak ve İhvan liderlerini barındırmakla suçlamaktaydı. Oysa şimdi Husilere
destek vermekle suçlanan Katar hâlbuki Yemen’i yerle bir eden savaşta
Suudilerle omuz omuzaydı. Bahreyn’de terörü desteklemekle suçlanan Katar, bu ülkede
barışçıl gösterileri bastıran müdahaleye 500 polisle katılmıştı. Suriye’de her
nevi cihadi-selefi örgütü palazlandıran kötülükte de hepsi birlikte
davranmıştı. Halbuki asıl mesele İran’dı. İki ülkenin İran’a karşı koyma
konusundaki stratejileri her zaman farklıydı. Katar ile İran Suriye’deki
vekâlet savaşında karşı cephelerde yer alsa da, El Cezire Arapça’nın yayınları
Şii düşmanlığını yaysa da, Doha yönetimi İran ve Şii düşmanlığında Suudilerin
safına katılmamıştı. Bunun birincil nedeni İran’la doğalgaz havzasını
paylaşıyor olmasıydı. İkinci nedeni dış politikada kendi çizgisini oluşturma
çabasıydı.

1996’da Hammad el Sani babasını devirip Katar Emiri olduktan sonra İslam
dünyasındaki Suudi ağının alternatifine oynayarak kendine nüfuz alanı açmaya
başlamıştı. Bunun için El Cezire kanalını kurup İhvan çizgisindeki örgütlere
desteği artırmıştı. “Yeni Katar”, Filistin’de Suud destekli El Fetih’e karşı
Hamas’ı tutarken, Mısır’da Suud’dan beslenen Selefi hareketler ve Mübarek
rejimine karşı İhvan’la ittifak kurmuşlardı. Suudiler, Lübnan’da Hariri ailesi
üzerinden siyasi nüfuzunu sürdürürken Katar da mezhebi açıdan çapraz bir
ilişkiyle Hizbullah’a elini uzatmıştı. Hizbullah’la Müstakbel arasında 2008’de
yaşanan krizi Doha Anlaşması’yla çözerek arabuluculuk yeteneğini öne
çıkarmıştı. Katar, İran’la Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) arasındaki
gerilimlerden uzak duran Umman’la yakınlık sağlamıştı.

Ve tabi, ABD’nin de Hizbullah, İhvan ve Hamas’la konuşabilen bir kanala
ihtiyacı vardı. Katar böylesine bir işlevde taşeron olarak kullanılmıştı. En
büyük Amerikan üssüne ev sahipliği yapan Katar’ın bu ilişkileri Washington’a
rağmen yürüttüğünü söylemek imkânsızdı.

Katar 1991’den itibaren 1 milyar dolar harcayıp ABD’ye Ortadoğu’daki en
büyük üssünü inşa ederken Tahran’a da, 
“bu üssün İran’a karşı
kullanılmayacağı” 
taahhüdünde bulunmuşlardı. Buna karşı Suudiler,
1979’dan beri İran’ın belini kırmak için, eline geçen her fırsatı
değerlendirmek amacındaydı. Saddam’ın İran’a karşı başlattığı savaşın
finansörlüğünü yapan Suudiler, 2000’lerin başından itibaren Tahran’ın nükleer
programı karşısında çare olarak Amerikan-İsrail ortak müdahalesini görmeye
başlamıştı. ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu’ya yaptığı her müdahalenin İran’ı içine
alacak şekilde genişletilmesi için fırsat kollamaktaydı. 1991 Birinci Körfez
Savaşı, 2001’de Afganistan’a müdahale, 2003’te Irak’ın işgali ve 2011’de
Suriye’ye vekâlet düzeni içinde müdahalede namlunun İran’a dönmesi için çok
çalışılmıştı. Ama Suudilerin bastırmasına rağmen Amerikalılar doğrudan İran’ı
vurmaya bir türlü yanaşmamıştı. Ne var ki paragöz Donald Trump bunları hayli
umutlandırmıştı. ‘İranfobik’ Trump’ın ağzına 380 milyar dolarlık bal çalan
Suudi Kralı Selman artık karşılığını ummaktaydı. Trump’ın 20-22 Mayıs’ta ilk
yurt dışı gezisini yaptığı Riyad’da imzalanan silah anlaşmasına ilaveten İslami
Askeri Koalisyonu ilan edilmiş durumdaydı. Hayali 40 bin kişilik askeriyle
sözde İslam NATO’su hazırdı. Şii İran’a karşı ‘Sünni orduları’ sürekli
kışkırtılmakta, arkalarını sıvazlayan ABD ve İsrail’in taşeronluğunu
yaptıklarının farkına bile varılmamaktaydı” tespit ve tahlilleri haklıydı.

5 Arap ülkesinin Katar ile tüm siyasi ilişkilerini kesmesi, Körfez
bölgesinde son yıllarda görülen en büyük diplomatik krize yol açmış, olay savaş
ve saldırı noktasına dayanmıştı. Peki, Katar krizi neden çıkmıştı? Katar'a
ambargo kararı alan ülkeler özellikle de Suudi Arabistan bir süredir Katar'ın
bazı terör gruplarına maddi destek sağladığı ve İran'la işbirliği yaptığı
iddialarını gündeme taşımışlardı. Körfez ülkelerinin iddiasına göre Katar
İran'la işbirliği yapmaktaydı. Aynı zamanda Körfez ülkelerinin terör grubu
olarak tanımladığı Müslüman Kardeşler ve DAEŞ'e maddi destek sağladıkları da
iddialar arasındaydı. Katar hükümeti ise 'teröre destek verdiği' iddialarını
uzun süredir yalanlayıp bu iddiaların hiçbir kanıta dayanmayan mesnetsiz
suçlamalar olduğunu savunmaktaydı.

Katar krizini başlatan siber saldırı: Suudi Arabistan'ın başını çektiği
iddialar Katar Ulusal Haber Ajansı'nın sosyal medya hesaplarına yapılan bir
siber saldırı sonrası kriz tırmanmıştı. Katar Resmi Haber Ajansı QNA sitesinde
23 Mayıs gecesi Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani'ye atfedilen
“ABD'ye karşı ve İran'ı destekleyici” açıklamalar yayınlamıştı.
Açıklamalar kısa bir süre içinde medyada geniş bir şekilde yer almıştı.

Katar krizinin arka planında ise Trump'ın kışkırtmaları vardı. Çünkü her
şey Donald Trump'ın Suudi Arabistan ziyareti ile başlamıştı. Trump'ın kılıç
dansı yaptığı o ziyarette Suudlardan terör konusunda somut icraatlar
beklediğini aktarmıştı. Trump'ın ziyaretinden kısa süre sonra Katar krizinin
patlak vermesi de asıl aktörün ABD olduğunu ortaya koymaktaydı. Çünkü:

a) Suudi Arabistan’a satılan peşin 106 milyar, toplam 320 milyar dolarlık
silahların kullanılması ve yeni silah pazarlarının açılması lazımdı.

b) İslam ülkelerinin birbiriyle savaşıp güç kaybına uğraması ve İsrail’in
Ortadoğu’da rakipsiz kalması sağlanmalıydı.

c) Bu çatışmada Türkiye’nin de Suudi Arabistan ve Amerikan cephesinde yer
alıp yıpratılması amaçlanmıştı.

İsrail Savunma Bakanı Liberman’ın: “Katar ve bazı Arap
ülkeleri arasındaki kriz, Arap ülkeleriyle iş birliği yapmak için İsrail'e
büyük fırsat sunuyor”
 sözleri aslında bu krizin Siyonist
amaçlarını ortaya koymaktaydı.

İsrail basınında yer alan haberlere göre, parlamentoda konuşan Liberman,
Katar ve bazı Arap ülkeleri arasındaki kriz İsrail için “büyük bir
fırsat” demişti. Liberman, 
“Radikal İslami terör korkusuyla
Katar'la ilişkilerini kesen ülkeler, İsrail'e, Arap ülkeleriyle radikal İslami
teröre karşı iş birliği yapmak için büyük fırsat sunuyor. Arap ülkeleri bile bu
bölgedeki riskin İsrail değil, terörizm olduğunu anladı. Bu durum iş birliği
için fırsat.”
 ifadelerini kullanmıştı. İsrail'in, Katar'la
ilişkilerini kesen Arap ülkeleriyle iş birliğine açık olduğunu dile getiren
Liberman, 
“Şimdi top onların (Arap ülkelerinin) sahasında.” diyerek kışkırtmaktaydı.
Filistin (İslami Direniş Hareketi) HAMAS'ın en büyük destekçileri arasında yer
alan Katar, hareketin liderlerini de ülkede ağırlamaktaydı.

Türkiye’den tarihi bir adım: Katar'a 5 bin Türk askeri gönderilmesine
ilişkin anlaşma 07.06.2017 Çarşamba günü Meclis’te oylanmış ve onaylanmıştı.

Hükümet, gündemin alt sıralarında bulunan, Katar'da TSK unsurlarının
konuşlandırılması ve jandarma eğitimi konusundaki iki anlaşmanın, TBMM Genel
Kurulu gündeminde öne çekilerek hemen ele alınması önerisini sunmuşlardı.
Hâlihazırda Katar'da inşa edilen üs’te 200 Türk askeri danışman vardı. Üs 5000
kişilik personelin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde tasarlanmıştı. Anlaşmanın
Meclis'ten geçmesinin ardından Katar'daki Türk askerinin sayısının bu rakama
ulaşması planlanmıştı. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan daha önce Katar'a
uygulanan yaptırımları doğru bulmadığını, Türkiye’nin Katar ile ilişkilerini
geliştirerek sürdüreceğini açıklamıştı.

Kuşatılan Katar’a Türkiye gıda yardımı yapacaktı!

Sekiz ülkenin diplomatik ilişkilerini kestiği Katar'dan gıda temini ile
ilgili önemli bir açıklama yapılmıştı. Reuters'a konuşan Katarlı bir yetkili,
Türkiye ve İran'la gıda tedariki konusunda görüşmelerin yürütüldüğünü
söylerken, gıda tedarikinin Katar Havayolları'na ait kargo uçaklarıyla
sağlanması planlanmıştı. Reuters'in Katar hükümet yetkilisine dayandırdığı
habere göre Katar Havayolları'nın kargosu ile gıda tedariki sağlanması için
Türkiye ve İran ile görüşmeler anlaşma ile sonuçlanacaktı:

Ama bir kuşkumuz vardı;

Anlaşılan asıl hedef İhvan’dı. Bu kavga Müslüman Kardeşler teşkilatını
terör örgütü sayıp saymama kavgasıydı. Yoksa Suudilerin de, Mısır’la Emirlikler’in
de derdi İhvan’ı devre dışı bırakmak ve boğmaktı da Katar’a gözdağı mı vermeye
çalışılmaktaydı? Yani İhvan’sız bir Ortadoğu projesi hazırlanmaktaydı. Asıl
kuşkumuz şudur: Acaba Katar’ı ve tüm İslam coğrafyasını İhvan’dan arındırmak
için mi düğmeye basılmıştı? Riyad’da, Başkan Trump’la Kral Selman’ın huzurunda
oynanan ‘kılıç dansı’ bunun kılıfı mıydı? IŞİD’le eşzamanlı olarak silahsız,
şiddetsiz, ılımlı İslami hareket olan İhvan da boğulmaya ve devre dışı
bırakılmaya mı çalışılmaktaydı?

Hamas, sezdiği bu sonu önlemek için, Erdoğan’ın ‘ezber bozucu’ dediği
manevralar yapmıştı. Mayıs ayı başında yeni siyaset belgesini açıklamış,
kendini İhvan’ın Filistin kanadı olarak tanımlamıştı. İhvan’dan bağımsız bir
örgüt olduğunu açıklamış ve organik bağlarını koparmıştı. Bir hafta sonra da
siyasi liderini değiştirip Doha’daki Halid Meşal, görevini Gazze’deki İsmail
Haniye’ye devrettiğini duyurmuşlardı. Bütün bu gecikmiş ‘mesafe koyma’lar
görüntüyü kurtarmış ama Katar’ı da Hamas’ı da Siyonist merkezlerin gazabından
kurtaramamıştı. 
Yani Erdoğan’ın Katar’a askeri ve insani destek
çıkışları, “İhvan’sız ve Hamas’sız bir Ortadoğu hesaplarına” dolaylı
katkı sağlama amaçlı mıydı?

ABD Başkanı Trump, Katar krizini çözmek için gösterilecek çabalara dahil
olacağını açıklaması ve görüşmek üzere Katar Emiri ile Beyaz Saray’a çağırması
bu kuşkularımızı artırmıştı.

ABD Başkanı Donald Trump, Katar krizinin çözümü için Katar Emiri Şeyh Tamin
bin Hamad Al Thani’yi Beyaz Saray'a, yani ayağına çağıracak kadar
küstahlaşmıştı. Katar krizi konusunda ABD yönetiminden çelişkili açıklamalar
gelmeyi sürdürürken, ABD Başkanı Donald Trump, 
“terör örgütleri
ile bağlantılı olduğu”
 ve “ABD’nin İran’a
karşı takındığı tavrı sorguladığı” 
gerekçesiyle eleştirdiği
Katar Emiri Taim Bin Hamad Al Tani ile Beyaz Saray’da görüşebileceğini
açıklamıştı. Ama emir bu teklife yanaşmamıştı.

“Cumhurbaşkanı Erdoğan“Burada farklı bir oyun oynanıyor ama
arkasında kimler var, onu henüz tespit edebilmiş değiliz” 
diyerek
şaşkınlığını açığa vurmuşlardı
. Çünkü Türkiye bu komplonun
neresinde bulunmaktaydı ve ne zaman hedef tahtasına konulacaktı?
 Soruları
henüz yanıtını aramaktaydı. “Bunun bir adım sonrası Türkiye mi
olacaktı?”
 kuşkuları kafaları karıştırmaktaydı. Zira Körfez
bölgesinde en güçlü müttefikimiz Katar’dı. Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın
gönlünde ayrı bir yeri vardı. 15 Temmuz gecesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ilk
arayan isimlerden biri Katar Emiri olmuşlardı. WikiLeaks belgelerini
açıklayarak Arap baharını tetikleyenler, Katar’a ait olduğu iddia edilen
yazışmaları patlatarak bu kez Ortadoğu’daki yeni sürecin düğmesine
basmışlardı.” diyen yandaşları korku sarmıştı.

“Hatırlayınız ABD, Suud’u “terörü desteklemekle” suçlamış ve 1 trilyona
yakın parasına el koymuşlardı. Trump seçim öncesi ABD’nin borçlarını Araplara
ödeteceğini açıklamıştı. Suudiler bu olaydan sonra maaşlarını ödeyemez duruma
düşüp borç almaya başlamışlardı. Yetmemiş Trump geldi bir de 300 milyar dolar
borçlandırmış, yani silah satmıştı. Yani Suudiler cellatları ile anlaşmıştı.
Bugün yarın Suudiler ile İranlılar arasında füze savaşı başlarsa kimse
şaşırmasındı. Birileri bizim kanlarımız ve gözyaşlarımız üzerine kendilerine
iktidar ve servet üretmeye çalışmaktaydı. Trump’ın Riyad’daki küre seansı ve
kılınç dansının ardından olanlar bununla kalmayacaktı. BOP sonrası yeni bir
süreç başlatılmıştı. Bu işin arkasında FETÖ bileşenlerinin de hesabı vardı.
Bana kalırsa şu bizim düşen/düşürülen helikopter olayı, Ankara’nın Rakka’ya
operasyon kararı, PYD’ye silah sevkiyatı, Kayıp Amerikan silahları, PYD’nin
Rakka’ya sokulması, DAEŞ, PYD ve Esed arasında Halep konusunda anlaşma
yapılarak DAEŞ’in kontrollü şekilde geri çekilmesinin sağlanması, hepsi bir
planın parçalarıydı…” 
diyen Dilipak’a sormak lazımdı: Yahu bu
BOP’un uzun yıllar eşbaşkanlığını yapan hangi kahramandı?

Felaketin ulaşacağı boyutların farkına varan ve telaşa kapılan
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir
telefon görüşmesi yapmıştı. Kremlin'den yapılan açıklamaya göre, Erdoğan ve
Putin görüşmesinde iki ülke arasındaki ilişkiler ve Katar krizi ele alınmıştı.

Kremlin basın dairesinin konuya ilişkin yayınladığı açıklamada, görüşmede
ikili işbirliği konuları ele alınırken, ticari ve ekonomik ilişkilerin
canlandırılması ve Türk Akımı projesinin hayata geçirilmesi için yürütülen
çalışmaların değerlendirildiği aktarılmıştı. Açıklamada ayrıca iki liderin
Suriye'de gerilimi azaltma bölgelerinin oluşturulmasına yönelik ortak
çabalarına devam etme konusunda anlaştıkları belirtilirken Liderlerin, Basra
Körfezi bölgesinde barış ve istikrarın korunması adına uzlaşıcı kararların
alınması amacıyla ilgili tüm taraflara diyaloga geçme çağrısı yaptığı
Ortadoğu'daki şiddetli krizin, terör tehdidiyle mücadele konusunda uluslararası
toplumun uyum içinde ve sıkı bir koordinasyon ile hareket etmesini
gerektirdiğinin vurgulandığı hatırlatılmıştı.

Bu arada ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Albay Jeff Davis, Rakka
operasyonuyla ilgili gazetecilerin sorularını cevaplarken, PYD/PKK unsurlarına
destek verdiklerini tekrar vurgulamıştı.

ABD Savunma Bakanlığı (Pentagon) Sözcüsü Albay Jeff Davis, Rakka
operasyonunda PYD/PKK'nın ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik
Güçlerine taktik ve silah desteğinin yanı sıra hava desteği ve füzelerle destek
verdiklerini gururla açıklamış ve Türkiye’nin tepkisini dikkate bile almamıştı.

ABD PKK-PYD’ye destek için hâlâ İncirlik Üssü'nü kullanmaktaydı!

Türkiye’nin Rakka operasyonu kapsamında PKK terör örgütünün Suriye kolu
olan PYD/YPG’ye silah verilmesi konusundaki hassasiyetleri karşısında dalga
geçer gibi “duyarlı” olduklarını hatırlatmıştı. Rakka operasyonu kapsamında
İncirlik Üssü'nün kullanılıp kullanılmadığına yönelik bir soruya, 
“İncirlik Üssü'nü tabi
ki kullanıyoruz.”
cevabını veren Davis, İncirlik’i ne tür operasyonlar
için kullandıklarıyla ilgili detaylara girmekten sakınmıştı. Davis,
“Rakkalıları, yapabiliyorlarsa, şehri terk etmeleri konusunda teşvik ediyoruz.
Tabii bu oldukça zordur. DEAŞ halkı orada tutmak istiyor. DEAŞ’ın şehirden
kaçmak isteyenleri toplu infaza tabi tuttuğuna yönelik haberler geliyor.”
itirafında bulunmuşlardı.

Yetmez Donald Trump'ın FBI'ın başına atadığı yeni Başkan Yahudi asıllı
Christopher A. Wray'ın Fetullahçıların Bank Asya'sını dünyaya açan hukuk
firmasının ortağı olduğu ortaya çıkmıştı.

ABD Başkanı Donald Trump, Rusya soruşturması nedeniyle kovduğu FBI Başkanı
Comey'in yerine atama yapmıştı. Trump'ın twitter hesabından FBI'ın başına
atandığını duyurduğu Christopher A. Wray'ın ise Türkiye ile çok ilginç bir
bağlantısı vardı. Trump'ın FBI için aday gösterdiği Wray’ın ortağı olduğu 
King and Spalding adlı hukuk firması, 2013
yılında Bank Asya’yı “İslami bankacılık” adı altında dünyaya açan şirket olduğu
anlaşılmıştı. ABD’de 2000’li yılların başında Adalet Bakanı Yardımcısı olarak
görev yapan Wray, özellikle dolandırıcılık konularında uzman bir hukukçu olarak
tanınmıştı. Wray, 2005 yılından itibaren hükümet görevinden ayrılarak, 
King and Spalding firmasına ortak
yapılmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP Genel Merkezi'ndeki iftar yemeğinde gündeme
ilişkin açıklamalar yaparken hem Katar krizi konusunu hem de terör örgütü
PYD'ye desteğini sürdüren ABD konusunu ele almış, cılız ve ciddiye alınmayan
itirazlarını sıralamıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, krize rağmen Türkiye'nin Katar ile olan ilişkilerini
sürdüreceğini söyleyip Katar'a yönelik 7 ülkenin başlattığı yaptırımların doğru
olmadığını hatırlatmıştı. Erdoğan, ABD'nin Suriye'de terör örgütleriyle
birlikte Rakka'da düzenlediği operasyonu ise hata olarak yorumlamıştı. Oysa; “Cerablus'tan
DEAŞ'ı çıkardık, Rai'den çıkardık, Dabık'tan çıkardık, El Bab'tan çıkardık.
'Gelin bu işi beraber yürütelim' dememize rağmen, bu işi bizim terör örgütü
olarak ilan ettiğimiz PYD ve onun silahlı kanadı YPG ile yürütme kararı almışlardır.
Bize düşen hayırlı olsun demektir. Ama bizim topraklarımıza yönelik en ufak bir
taciz olacak olursa biz de gereğini yaparız. Sizi rejim çağırmış olabilir, bizi
de halk çağırmaktadır. Biz insani yardımlarımızı sürdürmeye kararlıyız”
 
gibi tavizci ve
teslimiyetçi yaklaşımların ciddiye alınmayacağı açıktır.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Katar krizine ilişkin konuşurken, “AKP'yi
Müslüman Kardeşler'e verdiği desteği çekmeye çağırması”
 ise tam bir
şaşkınlık ve şarlatanlıktı.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Katar krizinin gerekçeleri arasında
gösterilen Mısır'daki Müslüman Kardeşler'i terör örgütü saymıştı. Hükümeti,
İhvan'ı (Müslüman Kardeşler) destekleyecek siyasetten uzak durmaya çağıran
Kılıçdaroğlu, “Siz gitmişsiniz Müslüman dünyanın terör örgütü
olarak gördüğü ihvanın simgesini (Rabia selamını) AKP’nin işareti olarak
kullanıyorsunuz. Hani bunun yerlisi, hani bunun millisi. Bir terör örgütünün
dört parmağını kendinize simge yaptınız.”
 diyerek duyarsız
ve tutarsız bir tavır takınmıştı.

Bütün bunlardan sonra Suudi Arabistan’ın Katar’a bir hamle yapması
beklentiler arasındaydı. Suudi Arabistan, Mısır, Bahreyn ve Birleşik Arap
Emirlikleri, Katar ile bütün ilişkiyi kestiğini açıklamış ve çok ani bir
kararla Katar’ın kara, deniz, hava sınırlarını kapatmışlardı. Suudi-Mısır
ekseni denebilecek bu koalisyona ilerleyen saatlerde Yemen, Libya’nın bir
parçası ve (uçak ve gemilerin Hint okyanusu çıkışını zorlaştıracak) Maldiv
adaları da katılmıştı. Suudi Arabistan ve Mısır, Katar’ın adeta nefesini kesmek
amacındaydı. Nitekim uçuş rotası olarak elinde yalnızca İran, Irak, Türkiye ve
Rusya hava sahası kalan Katar hava yolları uçuşlarının büyük kısmını durdurmak
zorunda kalmıştı. Trump iş başına geldikten sonra yaptığı bir açıklamada IŞİD’i
yok ettikten sonra sıranın El Kaide ve Müslüman Kardeşlere geleceğini
vurgulamıştı. Müslüman Kardeşler gibi ABD tarafından da terör örgütü sayılmayan
bir hareketin ABD başkanı tarafından terör örgütleriyle birlikte anılması
çelişkili yankılara yol açmıştı. Örneğin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, İhvan’ı
bir terör örgütü olarak değil, ideolojik bir örgüt olarak gördüğünü, terör
örgütü ilan etmenin yanlış olacağını
 hatırlatmıştı. Suudi
Arabistan ve Mısır ise Trump’ın bu açıklamasından cesaret bularak aslında
buzdolabına kaldırılmış bir konuyu yeniden ısıtıp gündeme taşımışlardı.

Ancak zamanlama açısından önemli bir nokta daha vardı: O da ABD Merkezi
Komutanlığın (CENTCOM) Katar’daki karargâhından IŞİD’e karşı yürüttüğü Rakka
harekâtının, Suudi Arabistan’ın bu hamlesinden iki gün önce, 3 Haziran’da
başlamış olmasıydı. Yani Katar’ı IŞİD’e karşı koalisyondan çıkarmak, Suudi
Arabistan’ın kendi öncülüğündeki Yemen koalisyonundan çıkardığını açıklaması
kadar kolay olmayacaktı. (Rakka harekâtı konusunda şimdiye dek yapılmış tek resmi
açıklamanın, Başbakan Binali Yıldırım’ın “Amerikalılar bize haber verdi”
açıklaması olması da dikkat çekici bir durumdu ve ne ABD, ne Rusya, ne Arap, ne
Kürt kaynaklardan bu harekâta dair bir açıklama nedense yapılmamıştı!?)

Katar ile 6 Arap ülkesi arasındaki krizde yeni gelişmeler yaşanmaktaydı.
Katar'dan uzlaşma mesajları gelirken krizin perde arkasından fidye meselesi
çıkmıştı. Financial Times gazetesi Katar'ın kaçırılan kraliyet üyeleri için
fidye verdiğini ortaya atmıştı.

Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) dahil bazı Arap
ülkelerinin ilişkilerini kestiği Katar, uzlaşma mesajları vermeye başlamıştı.
Reuters ajansının haberine göre Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin
Abdurrahman es-Sani, Körfez'deki komşularına misillemede bulunmayacağını
açıklamıştı.

Öte yandan krizin perde arkasından, kaçırılan Katar kraliyet
üyeleri ve fidye meselesi 
çıkmıştı.

Katar Dışişleri Bakanı Es-Sani, 'farklılıkların diyalog yoluyla çözülmesi
gerektiğini' hatırlatırken, Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) üyesi Kuveyt de
itidal mesajı yayınlamıştı. Katar krizinin perde arkasına ilişkin İngiliz
Financial Times gazetesi de bir iddia ortaya atmıştı. Gazete, Körfez
ülkelerinin Katar'la tüm ilişkileri kesmesine neden olan olayın Nisan ayında
Doha yönetimi tarafından El Kaide bağlantılı Tahrir el Şam örgütü ile İran
destekli Şii milislere yapılan toplam 1 milyar dolarlık fidye ödemesi olduğunu
yazmıştı.

Erdoğan’la Katar Emiri’nin özel dostlukları!

Başbakanlığı döneminde Sn. Erdoğan, çalışma ziyaretinde bulunmak üzere
gittiği Katar'ın başkenti Doha’da, Emir Şeyh Hamed bin Halife Al Tani ile
buluşmuşlardı. Katar Emiri'nin sarayındaki görüşmeye dönemin Dışişleri Bakanı
Ahmet Davutoğlu ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız da katılmışlardı.
Edinilen ilk bilgilere göre görüşmelerde Türkiye-Katar ilişkileri ele alınmış,
ekonomi, ticaret, enerji ve kültür alanlarında iş birliğinin artırılmasında
mutabakata varmışlardı. Suriye'de son durum, Filistin-İsrail sorunu ve Mali’de
yaşananlar da liderlerin gündemine alınmıştı.

Suriye'de aynı saftalardı!

Türkiye ve Katar, Suriye’deki krizin çözümü için de aynı safta yer
almışlardı. İki ülke de, Suriye’de Esad’ın içinde yer almayacağı bir siyasi
çözüme gidilmesinden yanaydı. Doha yönetimi, Erdoğan’ın ziyaretinden iki gün
önce Suriye için insani yardım kampanyası başlatmıştı. Öte yandan, Başbakan
Erdoğan Doha'da, Yunanistan Başbakanı Antonis Samaras’la da bir toplantı
yapmışlardı. İki lider arasındaki görüşmede, güya Batı Trakya’daki Türk azınlığın
durumu ele alınmıştı. Erdoğan, Samaras’ın, Yunanistan Parlamentosu'nun Atina’ya
cami inşa edilmesini onayladığı haberini verdiğini söylese de, Kıbrıs konusunda
tavizlere hazır olduğunun aktarıldığı kulislere yansımıştı. Erdoğan ayrıca
Türkiye ve Yunanistan arasındaki 2. Yüksek Düzeyli İşbirliği Konsey
toplantısının 5 Mart’ta Ankara’da yapılacağını açıklamıştı.[1]

Erdoğan, Katar Emiri’ni havaalanında karşılamıştı.

Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Trabzon'a gelen Katar Emiri Şeyh Temim Bin
Hamad Al Sani ile bölgede kış turizmi yapılabilecek alanları ve Katar’a
kiralanacak yaylaları helikopterle havadan dolaşmışlardı. Sn. Recep T. Erdoğan
akşamdan geldiği Trabzon'da geceyi Ramada Otel'de geçirmiş, Türkiye- Katar
Yüksek Stratejik Komite toplantısı için Trabzon'a gelecek Katar Emiri Halife
Bin Hamed Al Sani'yi havaalanında karşılamıştı.

Katar Emiri 4 milyona satın aldığı taya “Erdoğan” adını koyacak
kadar samimi dostlardı. Sputnik'te yer alan habere göre, dünyaca ünlü atçılık
yatırımlarıyla da tanınan Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamad El Tani, 2015
Tattersalls Tay Satışları'nda 750 bin guineas'a (yaklaşık 4 milyon TL) satın
aldığı taya “Erdoğan” adını koymuşlardı.

Katar Emiri’nin yükseliş macerası

2003 yılında babası Şeyh Hamad Bin Halife Al Tani, ülkenin gençlerini
güçlendirmeye ve değişim ihtiyacına vurgu yaparak “Milletimizin
tarihinde yeni bir sayfa açmanın ve yenilikçi fikirleri ile yeni neslin
sorumluluk üstlenmesinin zamanı geldi. İktidarı Şeyh Tamim Bin Hamad Al Tani’ye
devrediyorum. Bu görev için güvenilir olduğuna eminim” 
sözleriyle
Katar yönetimini oğlu Şeyh Hamad Bin Halife Al Tani’ye devretmesiyle Körfez
ülkelerindeki 'ölene kadar tahtta kalma' geleneğini bozmuşlardı.

İngiltere’de batılı eğitim almış olan Şeyh Tamim tahta geçince babası gibi
Batı ile iyi ilişkileri geliştireceğini ve babası döneminde kurulan ittifakları
sürdüreceğini açıklamıştı. Babasının iktidarında bazı siyaset bilimcilere göre
Katar “yeniden doğmuş” ve doğalgaz gelirleri çölde kurulan ülkenin yeniden
inşasına harcanarak, ülke hem bölgede hem de dünyada etkin bir oyuncu halini
almıştı. Şeyh Tamim’in görevini kansız ve sessiz sedasız teslim alması ülkenin
istikrar arayışı olarak yorumlanmıştı. Aynı zamanda bazı analistlere göre genç
Emir, babasından daha ılımlı bir anlayıştaydı. Uluslararası Olimpiyat Komitesi
üyesi de olan 
Tamim, 2006’da Mısır'da yayımlanan El Ahram
gazetesi tarafından “Arap dünyasındaki en iyi spor kişiliği” seçildiği
açıklanmıştı. Şeyh Tamim yönetime geçtikten sonra Katar’ın 2022’de Dünya
Kupası'na, 2014’te Uluslararası Yüzme Şampiyonası’na ev sahipliği yapması için
çaba harcamıştı.

Ülkenin dış yatırımlarının kontrolünü elinde bulunduran Katar Yatırım
Otoritesi’nin (QIA) başında olan Şeyh Tamim Bin Hamad Al Tani, Lübnan’dan
Yemen’e, Darfur’dan Filistin sorununa pek çok çatışmada arabuluculuk yapmıştı.
Şeyh Tamim aynı zamanda Kâbil ile ilişkilerin iyileştirilmesi için Taliban’ın
Katar’da bir siyasi büro açmasına izin çıkarmıştı. Katar Emiri Şeyh Tamim Bin
Hamad Es Sami, son dönemde katıldığı uluslararası forumlarda, savaşa değil,
barışçıl yöntemlere dayalı “önleyici diplomasi” ve diyalog kültürü
çağrısında bulunarak, aşamalı bir reform sürecini hayata geçirmeye çalışan
hükümetlere yönelik desteğini vurgulamıştı.

Şeyh Tamim Bin Hamad Es Sami göreve geldikten sonra, Katar’ın diplomasisi
özellikle Mısır, Irak ve Suriye’de yaşanan son gelişmelerle önemli ölçüde
değişikliğe uğramış ve ABD’nin yanında yer almıştı. Ancak ABD işbirlikçi
kuklalarına “nikahlı karısı muamelesi” değil “kapatması” muamelesi yapar ve
kolaylıkla gözden çıkarıp harcardı.

Katar İslami Mezhepler Zirvesi’ne ev sahipliği yapmıştı

2007 Ocak ayında Katar'ın başkenti Doha'da İslâmî mezhepler
arasında yakınlaşma ve diyalog amacıyla
 geniş çaplı bir uluslararası
ilmî toplantı yapılmıştı. 44 ülkeden 216 ilim adamının katıldığı ve “İlmi
Vahdette Yakınlaşmanın Rolü” başlığıyla düzenlenen toplantıyı, Katar
Üniversitesi Şeriat Fakültesi, Ezher Üniversitesi ve Tahran'daki İslâmî
Mezhepleri Yakınlaştırma Uluslararası Komitesi hazırlamıştı. Amerikan
emperyalizminin mezhep fitnesini daha da alevlendirmek için yeni oyunlara
başvurduğu bu dönemde böyle bir toplantı düzenlenmesi birçok yönden önemli bir
adımdı ve umutlandırıcıydı. Toplantıda en çok Sünnî kesimden 
Prof. Yusuf
el-Karadavi'nin, 
Şiî kesimden de İslâmî Mezhepleri Yakınlaştırma
Uluslararası Komitesi'nin başkanı Âyetullah Muhammed Ali et-Teshirî'nin
konuşmaları tartışılmıştı. Üstad Karadavî açılış oturumunda yaptığı
konuşmasında “mezhepler arasında yakınlaştırma ve diyalogun gerekli olduğunu,
ancak bunun için açık sözlü olmak gerektiğini vurgulamıştı. Karadavi bu açıdan
Şiî yayılmacılığı çabalarına ve Sahabeyi kötüleyen yaklaşımlarına tepkisini
dile getirerek, Şiî dinî önderlerden bu konuda açık tavırlı olmalarını
hatırlatmıştı. Ayetullah Teshirî de yaptığı konuşmada Sünnîlerin Şiîlere
yönelik tekfire ve Safevî nitelemesine son vermeleri gerektiğini vurgulamıştı.
Bazı Katar gazeteleri bu konuşmaları “atışma, karşılıklı birbirini
kötüleme” anlamına gelen Sicâl başlığıyla aktarmış, ancak Ayetullah
Teshirî buna tepki göstererek: “Benimle kardeşim Allâme Yusuf
el-Karadavi arasında kesinlikle sicâl vuku bulmamıştır” 
ifadesini
kullanmıştı.[2]

Katar’ın tarihi ve coğrafi yapısı

Katar; Basra körfezinde, kuzeye doğru boynuz gibi uzanan; batısı, kuzeyi ve
doğusu Basra körfezi ile çevrili bulunan bir yarımadadır. Güneyden ise Suudi
Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ile sınırlıdır. Yüzölçümü 11.427 kmdir.
Yarımadanın ilk sakinlerini, usta birer gemici olan Kananitler oluşturmuşlardır.
628 yılında İslamiyet’i kabul eden Kananitler, denizcilikten sağladıkları
gelirlerle zengin ve lüks bir hayat kurmuşlardır. Bu sebeple, Emeviler ile
araları açılmış ve bağımsız bir yönetime kavuşmuşlardır. Ülkeye adını veren
Katari İbn el Fucaa, bir hariciydi. Onun yerine geçen Ali bin Muhammed,
sistemli bir ordu kurarak, hâkimiyet alanını Bahreyn ve Katar yarımadasının
dışına kadar taşımıştı. Abbasi döneminde (869), Katar toprakları yeniden geri
alındı.

Abbasi yönetimi altındayken, Ebu Said el-Cannabi bölge toprakları üzerinde; karı,
davar ve mal ortaklığını 
savunan ve komünizmin ilk örneğini oluşturan
Mazdek felsefesinden etkilenmiş olan ve Şiiliğin İsmailiye kolunun bir şubesi
sayılan 
Karmati mezhebine sahip çıkmış ve bu mezhebi daha sonra Ebu Tahir
Süleyman bütün körfez bölgesine ve Güney Arabistan'a kadar geniş bölgeye yaymış
ve bölgede zulüm ve baskı düzeni kurmuşlardı. 1076 yıllarında, Körfez bölgesi
ve Güney Arabistan halkı ayaklanarak, zulüm ve baskıdan kurtulmayı başardı.
Bundan sonra Karmatiler kendi bölgelerine, yani Katar ve çevresine çekilip
kalmıştı.

16. yüzyılda, Arap yarımadası ile birlikte Katar, Osmanlı hâkimiyetine
alındı. Arabistan'da Vahhabi mezhebinin ortaya çıkışı ve hızla yayılışı ile
birlikte Katar Vahhabilerin eline geçti. Ancak Katar şeyhleri, İngilizlerle
işbirliği yaparak, 1916 Antlaşmasıyla, savunma ve dışişleri bakımından
İngiltere'nin egemenliğine sığındı. 1939 yılında ülke toprakları üzerinde
zengin petrol rezervleri bulundu ve 1949 yılında ticari olarak petrol ihraç
edilmeye başlandı. Petrolün bulunuşuyla birlikte, ekonomik yönden İngiliz
nüfuzu iyice arttı. 1970'te İngiltere'nin Körfez'den çekilmesiyle birlikte, 1
Eylül 1971'de Ülke, bağımsızlığına kavuştu ve Arap Birliği ile Birleşmiş
Milletler'e üye yapıldı. Katar, İslâm hukukuna dayalı meşruti monarşi ile
yönetilmektedir. Bakanlar kurulu üyelerinin çoğunluğunu Et-Thani ailesinin
fertleri oluşturur. Bakanlar kuruluna, “Eş-Şura” adı verilen ve
toprak sahiplerini, çiftçileri ve iş adamlarını temsil eden 30 üyeli bir
Danışma Meclisi yardım eder.

 


[1] Kaynak: Al Jazeera
ve ajanslar

[2] 24 Ocak 2007,
Vakit gazetesi

 

















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi