Kaşıkçı ve Brunson Senaryoları
ve
KAHRAMAN FİGÜRANLARI
Cemal Kaşıkçı cinayetinde MOSSAD parmağı.
2 Ekim Salı gününden bu yana Suudi Arabistan Konsolosluğuna girdikten sonra çıkışı görülmeyen Cemal Kaşıkçı'nın öldürüldüğü ihtimali öne çıkmıştı. Öldürülme iddialarında MOSSAD'ın da adı geçmeye başlamıştı. Suudi Arabistanlı muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı, 2 Ekim tarihinde girdiği 4. Levent'teki Suudi Arabistan Konsolosluğundan bir daha çıkmamıştı. Kendisinden 7 gün haber alınamayınca, Suudi gazeteci hakkındaki öldürülme iddiaları giderek kuvvet kazanmıştı. Kaşıkçı vakasının arkasındaki sır perdesi aralanmaya çalışılırken, öldürülme iddialarına İsrail'in de ismi karışmıştı. İsrailli gazeteci Yossi Melman, Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi olayında MOSSAD'ın parmağının olabileceğini hatırlatmıştı. Suudilerle İsrail'in güçlü ilişkilerine işaret eden Melman, MOSSAD'ın 1965'te Faslı Muhalif Bin Berket'in öldürülmesine de yardım ettiğini vurgulamıştı. Kaşıkçı olayına ilişkin MOSSAD iddiasını ortaya atan İsrailli gazeteci bir süre sonra bu tweeti silerken, bu hamlesinin MOSSAD tarafından yapılan bir baskıyla gerçekleştirildiği anlaşılmaktaydı. Suudi Arabistanlı gazetecinin öldürülmesi olayına ilişkin ortaya atılan bu iddia, hiç de uzak bir ihtimal sayılmazdı. Çünkü Riyad yönetimi geçtiğimiz aylarda İsrail ile yakın diplomatik temaslarda bulunmuş, birbirlerine güzellemeler yaparak iş birliği dileklerini aktarmışlardı.
Zaten daha sonra İsrailli bir güvenlik yetkilisi, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı olayıyla ilgili “Tel Aviv rejiminin, Türkiye'den çıkan haberlere değil, Suudi Arabistan'ın açıklamalarına güvendiğini” söyleyerek bir nevi suç ortaklıklarını açığa vurmuşlardı.
İsrail'den, Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosluğu'na girdikten sonra kaybolan Washington Post Gazetesi yazarı Cemal Kaşıkçı ile ilgili ilk kez bir değerlendirme yapılmıştı. Suudi Arabistan'ın Londra merkezli yayın yapan İlaf Gazetesine bilgi veren ve adının açıklanmasını istemeyen İsrailli bir güvenlik yetkilisi, Suudi gazeteci Kaşıkçı olayıyla ilgili “Tel Aviv rejiminin, Türkiye'den çıkan haberlere değil, Suudi Arabistan'ın açıklamalarına güvendiğini” aktarmıştı. İsrail'in, Kaşıkçı olayını yakından takip ettiğini belirten yetkili, “Türkiye'den yayınlanan haberlerin kanıtlara dayanmadığını” ileri sürmüş ve dolaylı olarak Tel Aviv'in, Riyad yönetiminin yanında yer aldığını açığa vurmuşlardı.[1]
Cemal Kaşıkçı bir dönem, Suudi Arabistan İstihbarat Başkanının resmi danışmanlığını yapmıştı. Filistin Davasına, İhvanı Müslimin Teşkilatına sahip çıkan yazıları vardı. Suuddaki Saray Darbesi sonrası ABDye kaçmıştı. Trump aleyhine yazılar hazırlamış ve Suud yönetimini de Trumptan uzak durması konusunda uyarmıştı. Acaba Trumpla Kral Selmanın ortak bir operasyonuna mı uğramıştı? Ve Erdoğanın alakasız ve aşırı tepkisinin altında ne yatmaktaydı?
Kaşıkçı ABDde yaşamaktaydı, orada konsolosluğa başvurduğunda, İstanbula git diyorlardı.Nitekim Suudi konsolos, medyaya dolapları gösterirken, gözlerinde okunan kaygı, endişe, orada yaşanan karanlık olayın da kanıtıydı. Müslüman Kardeşler sempatizanı Kaşıkçıdan, Suud yönetimi hoşlanmamaktaydı. Filistin ve Katar yanlısı Türkiye ile de yıldızı barışmayan Suudiler, ülkemizin ne kadar tekinsiz olduğunu, Kaşıkçı olayı ile teyit etmeye mi çalışmışlardı? Rahip Brunson davasını unutturacak ya da gölgede bırakacak kadar korkunç Kaşıkçı katliamı ne amaçlıydı?
Kaşıkçı hadisesinin ardında MOSSAD mı vardı?
Adalet ve Kalkınma Örgütünün Orta Doğu ve Kuzey Afrika Çalışmaları resmi sözcüsü Zidan El-Kenai, Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesinin ardında, Siyonist İsrail'in istihbarat teşkilatı MOSSAD'ın olduğunu açıklamıştı. Suudi Arabistan İstanbul Konsolosluğuna girdikten sonra kaybolan gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesinin ardında, Riyad-Tel Aviv iş birliğinin olduğunu söyleyen ,Zidan El-Kenai, bu hadisenin tamamen Suudi Arabistan-İsrail ortaklığıyla yapıldığını yazmıştı. Zaten İsrailli gazeteci Yossi Melman, Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın öldürülmesi olayında MOSSAD'ın parmağının olabileceğini yazmıştı. Suudi Arabistan-İsrailin güçlü ilişkilerine işaret eden Melman, MOSSAD'ın 1965te Faslı Muhalif Mehdi Bin Bereketin öldürülmesine de yardım ettiğini hatırlatmıştı.
Bu arada Kaşıkçı, olaydan 3 gün önce verdiği röportajda, ülkesinde tutuklananların muhalif bile olmadığını yani yeni Suud yönetiminin insan avına başladığını vurgulamıştı. BBCde yer alan haberde, Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı'nın, kaybolduğu 2 Ekim tarihinden 3 gün önce İngiltere'nin başkenti Londra'da bir konferansa katıldığı anlaşılmıştı. Kaşıkçı, konferans sonrası BBC'ye verdiği röportajda da, “Suudi Arabistan'da büyük bir değişim yaşanıyor. Bu daha önce hiç görmediğimiz bir şey. Eleştiri yapan gazeteciler tutuklanıyor. Tutuklananlar muhalif bile değil. Bu olaylar insanları korkutuyor.” görüşünü aktarmıştı.
Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın amcası uluslararası silah kaçakçısıydı. Kuzeni de bir suikast kurbanıydı!
İstanbul'da Suudi Arabistan Başkonsolosluğuna girdikten sonra kendisinden haber alınamayan gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın amcası Adnan Kaşıkçı uluslararası silah kaçakçısıydı. Öte yandan Kaşıkçı'nın kuzeni El Fayed de, Lady Diana ile beraber bir suikasta uğramıştı. Nitekim, kendisini tanıyanlar ve çevresindekiler sürekli olarak Cemal Kaşıkçı'nın kaçırılma korkusuyla yaşadığını aktarmışlardı. Bundan dolayı kaldığı otel odasına yabancıları kabul etmediğini ve yalnız başına seyahat etmekten kaçındığını söylüyorlardı. Bu tanıklardan birisi de Al Misruyyun Gazetesinin sahibi ve Mısırlı muhalif Cemal Sultandı. Sultan da ikili elektronik temasları sonucu Kaşıkçı'nın tedirgin olduğunu ve kaçırılmaktan korktuğunu söyleyenler arasında yer almıştı.
BBC'nin diplomatik kaynaklardan elde ettiği bilgilere göre, gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın İstanbul'daki Suudi Başkonsolosluğunda kaybolması üzerine, İngiltere ve ABD, Suudi Arabistan'da düzenlenecek uluslararası yatırım konferansını boykot etmeye hazırlanıyorlardı. Riyad'da 23-25 Ekim'de düzenlenen yatırım konferansı Çöl'deki Davos olarak tanımlanmıştı. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Salman, ev sahipliği yaptığı bu konferansla, kendi öncülüğünde başlattığı reform sürecinin ve ülkesinin petrole bağımlılığının zayıflatılmasını amaçlayan 2030 Vizyonu'nu tanıtmayı amaçlamıştı. Kaşıkçı'nın akıbetine ilişkin kaygılar nedeniyle bir grup sponsor şirket ve medya kuruluşu da konferanstan çekilme kararı almıştı. BBC Türkçede yer alan habere göre; BBC muhabiri James Landale'ye konuşan diplomatik kaynaklar, ABD Hazine Bakanı Steve Munchin ve İngiltere Uluslararası Ticaret Bakanı Liam Fox'un etkinliğe katılmayacağını açıklamıştı.
Gazeteci Cemal Kaşıkçının öldürüldüğüne yönelik iddialar ağırlık kazanırken, ABD ve Suudi Arabistan'ın hamleleri kafaları karıştırmıştı. Suudi Arabistan Konsolosluğu İstanbul polisinin detaylı olay yeri incelemesine önce yanaşmamıştı. Oysa Türkiye soruşturmaya yardımcı olacaksa yapacağı iş ABD üzerinden bizzat Suudi Arabistan Kralının imzasıyla bir izin çıkarmasıydı. Her ne hikmetse Türkiye dışında kimse bu topa koşan da çıkmamıştı. ABD Başkanı Trump, mikrofonların karşısına geçip Suudi Arabistan bizden 110 milyar dolarlık askeri malzeme alıyor. Bu da iş sahası yaratıyor. Gazeteci öldürdü diye onları cezalandırmayız.açıklamasını yapmıştı. Amerikanın bu dosyanın kapatılması karşılığında Suudi Krala ne kadar fatura keseceği ise gizli tutulmaktaydı. Ama öyle anlaşılıyor ki, Cemal Kaşıkçı dosyası Amerikan-Suudi iş birliğiyle kitabına uydurulup kapatılacaktı.
Kaşıkçılar aslen Türk (Kayseri) kökenli bir Suudi ailesi olmaktaydı. Kaşıkçı deyince ilk akla gelen isim Adnan Kaşıkçıydı. Cemal Kaşıkçının amcası Adnan Kaşıkçı 1935 yılında Mekkede varlıklı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, Mısırda iyi bir eğitim almıştı. 17 yaşında ABDye gitmiş, orada ekonomi okumaya başlamıştı. 20 yaşında, ülkesinin ordusuna Amerikan kamyonları sağlayan bir sözleşmeye imza atmıştı. Bu onun iş dünyasında yeni kişilerle tanışmasına zemin hazırlamıştı. Ardından Amerikan otomobil sanayinin Suudi Arabistan ve Mısır gibi Arap ülkelerinde temsilcisi yapılmış, ardından savunma sanayine el atmıştı. Hareketli hayatı ile jet sosyetede de adından söz ettiren iş adamı Adnan Kaşıkçı, yaşadığı Londrada 6 Haziran 2017de 81 yaşında bu dünyadan ayrılmıştı.
Kaşıkçı ailesinin, yaşananlardan Suud hükümetini suçlama konusunda isteksiz davrandıkları, aile fertleri ve onların servetleri konusunda risk oluşturmasından korktukları anlaşılmaktaydı. Bu olayla ilgili ABD, İngiltere, İsrail, BAE ve Mısırın adı geçmeye başlamıştı. Yaşanan olayda asıl hedefin Türkiye olduğunu söyleyenler de vardı. Cinayet iddiası ile ilgili olduğu düşünülen iki özel jet geliyor ve daha sonra bunlar BAE ve Mısıra gidiyordu. Kaşıkçı ABDden geliyor, ABDdeki Suud Elçiliği Kaşıkçıyı Türkiyeye yönlendiriyor. Kaşıkçı ilk müracaatında iyi karşılanıyor ve İngilterede iken aranıyordu. Geldikten sonra da konsolosluğa giriyor ve kendisinden bir daha haber alınamıyordu!? Kaşıkçının Suudi rejimine muhalif olduğu biliniyordu. Ama Siyonist sermaye güdümlü Washington Postta yazıyordu. ABD bir yandan Suud yönetimiyle iyi ilişkiler içinde iken, aynı zamanda bir muhalife de ABDnin en tanınmış gazetesinde yazma fırsatı veriyordu. ABD istihbaratı aslında Kaşıkçıyı izliyor ve dinliyordu. Suudiler bir şekilde Kaşıkçıyı Suudi Arabistana göndermek/götürmek istiyordu.
Dünya, olayın Türkiye tarafından aydınlatılmasını isterken, ABD Başkanı Donald Trump,Türkiye isterse bu meseleyi birlikte çözebiliriz diyerek kafaları karıştırıyordu. Bununla da kalmıyor, Şayet ortada bir cinayet var ise, Amerika olarak Suudi Arabistana silah satışı dışında ciddi yaptırım uygularız şeklinde ilginç bir açıklama yapıyordu. Bu açıklamaların hemen akabinde ise, Amerikan medyası, Suudi Arabistan cinayeti kabul edecek manşetleri atmaya başlıyor ve haberde, şu ilginç ayrıntılar yer alıyordu:
Suudi Arabistan, Büyükelçiliğe gelen Kaşıkçının sorgulandığını ve sorgu sırasında öldürüldüğünü kabul ederek, suçu bazı personelinin üzerine atacak. deniyordu. Bu durum elbette birtakım şüpheler uyandırıyordu. Acaba bu suikast fikri Amerikadan çıkıyor, MOSSAD bağlantılı Suud istihbaratına mı yaptırılıyordu? Böyle bir yöntem sayesinde, kelimenin tam anlamıyla Türkiyenin kucağına oturan Suudi Arabistan yönetimini bizim elimizden kurtarıp, yapacakları yeni yaptırım tehditleri ile kendilerine mahkûm hale getirmek isteyen ABD mi bunları tezgâhlıyordu? diye soranlara hak vermek gerekiyordu.
Trump her mitinginde, Hey Kral Selman, para gönder. Çünkü seni biz koruyoruzdediğine göre, yeni bir koruma bahanesi üzerinden istediklerini yaptırmaları daha kolay olacağı düşünülüyordu. Aslında Amerikanın Suudi Arabistana yaptırım uygulayacağı falan yoktu. Asıl hedeflerinin bu vesileyle Suudi Arabistan ile Türkiyeyi yakınlaştırma olduğu seziliyordu. Zaten Kral Selmanın Cumhurbaşkanı Erdoğanı arayıp çok sıcak mesajlar vermesi de bunu çağrıştırıyordu. O zaman yapmamız gereken en önemli şey, Amerikanın bu işten nemalanmasına mani olmaktı diyen yandaş, mevcut iktidarın bunu yapamayacağını bilmiyor muydu?
Tam da bu sırada, ABD Ulusal Güvenlik Konseyi, ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo'nun, Kral Selman ile kayıp gazeteci Cemal Kaşıkçının durumunu görüşmek için gittiği Suudi Arabistan'dan sonra Türkiye'ye geleceğini duyurmuş ve gelip havaalanında Sn. Erdoğanla görüşmüştü. Sözcü, “Suudi Arabistan hükümetinin şeffaf ve tam desteğiyle Türk yetkililer, kapsamlı bir soruşturma yürütebilir ve sonrasında elde edilen sonuçları resmi olarak açıklayabilir” diyordu. Anlaşılan ABD (derin devleti Siyonist merkezlerin) şeytani senaryosunda bizimkilere yine figüranlık yaptırılıyordu.
Wall Street Journal Gazetesi, gazeteci Cemal Kaşıkçı'nın Suudi Arabistan'ın İstanbul Başkonsolosu Muhammed el-Uteybi'nin gözleri önünde öldürüldüğünü yazmıştı. Haberde, “Kaşıkçı'nın cesedini parçalarken çevredekilerden müzik dinlemelerini istediği” aktarılmıştı.
ABD'de yayın yapan Wall Street Journal Gazetesi, adını açıklamadığı Türk yetkililere dayandırdığı haberde: Suudi suikast timi Kaşıkçı'yı, el-Uteybi'nin önünde önce dövdü, sonra ilaçla uyuttu, ardından öldürülen Kaşıkçı'nın cesedi parçalandıifadelerini kullanmıştı. Haberde, Türk yetkililerin Kaşıkçı'nın nasıl öldürüldüğüyle ilgili olarak, bir ses kaydını da içeren kanıtları, ABD ve Suudi Arabistan'la da paylaştığı, iki ülkenin de verilen bilgilere itiraz etmedikleri vurgulanmıştı.[2]
İşte böyle bir süreçte Suudi Veliaht Prens Selman'dan gelen Rusya ve Çin Kehaneti, ABD borazanlığını yansıtıyordu.
Rusya ve Çin de dâhil olmak üzere birçok petrol üreticisinin gelecekte dünya petrol pazarından yok olacağını belirten Suudi Arabistan Veliaht Prensi Selman, “Suudi Arabistan ise gelecekte daha çok petrol satacak” açıklamasını yapıyordu. Ekonomisi hâlâ tümüyle petrole dayanan ve gelir kaynaklarını çeşitlendirme çabasına giren Suudi Arabistan'ın Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, Bloomberg'e verdiği röportajda “Petrol talebi 2030 yılına kadar yılda yüzde 1'den yüzde 1.5'a kadar, hatta daha da fazla artabilir. Ama bazıları petrole olan talebin 2030'dan sonra azalacağına inanıyor. Ama bizim hesaplamamıza göre, birçok petrol üreticisi ortadan kalkacak. Biz örneğin, Çin'in petrol üreticisi olarak 5 yıla kadar tamamen ortadan kalkmazsa bile, üretimini büyük ölçüde azaltacağını düşünüyoruz. Aynı zamanda daha pek çok petrol üreticisi ülke bir bir ortadan kalkacak. Rusya'daki petrol üretimi 19 yıl sonra hızla azalacak, eğer 10 milyon varillik üretimiyle tamamen ortadan kalkmazsa.” iddiasında bulunuyordu.
Veliaht Prens, Suudi Arabistan'ın bu alanda tehlikede olmadığını ve bu nedenle gelecekte şimdikinden bile fazla petrol satacağını savunuyordu. Ve tabi dünya pazarlarında petrol fiyatları yükselmeye devam ediyordu. Brent varil fiyatı 2014 yılından bu yana ilk defa 85 doları aşıyordu. Uzmanlar, petrol fiyatının 100 dolara kadar ulaşabileceğini söylüyordu. ABD'nin nükleer anlaşmadan çekilip, İran'a karşı çok ağır yaptırımları devreye sokmasından sonra, OPEC petrol üretimini arttırmama kararı alıyordu. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise Rusya Enerji Haftası dolayısıyla yaptığı konuşmada, 65-75 dolar varil fiyatının Rusya'ya uyacağını belirtiyordu. Rusya'da petrol üretimi Eylül ayında yüzde 1.3 oranında artarak aylık 11.36 milyon varile ulaşıyordu. Enerji Bakanı Aleksandr Novak, Rusya'da petrol üretiminin henüz maksimum seviyeye ulaşmadığını söylüyordu.
Rahip Brunsonu Türkiyede tutan telefonu kim açıyordu?
7 Ekim 2016 tarihinde eşi Norine ile birlikte İzmir Alsancak Karakoluna davet edilen rahip Brunson'ın sınır dışı edilmek üzere Pınarbaşı semtinde valiliğe bağlı Göç İdaresi Geri Gönderme Merkezine sevk edildiği ortaya çıkmıştı. Sedat Ergin, İçişleri Bakanlığı'nın yazışmalarında Brunsonın 2010-2013 arasında Kürt orijinli vatandaşlara yönelik ayinler düzenlediği, Suriyeden gelen sığınmacılara yardım sağlama görüntüsü altında misyonerlik faaliyeti yürüttüğü bilgisinin yer aldığını aktarmıştı.
Brunson sınır dışı edilmesini önlemek için arkadaşlarından dua etmelerini istiyordu. Ama“Gelgelelim o gün akşam saatlerine doğru durum birden değişiyordu. Avukatı İsmail Cem Halavurtun, Brunson ve eşinin anlatımlarına dayanarak aktardığına göre, durumu değiştiren merkezdeki görevliye gelen bir telefondu. İlginçtir ki, bu telefonun ardından herhangi bir işlem yapılmıyor ve uzun bir bekleyiş başlıyordu. Yaklaşık bir hafta sonra eşi Norine serbest bırakılıyor, evine gidebileceği söyleniyordu O gün Brunson merkezden içeri girdikten sonra frene basılmasa ve sınır dışı edilmesine ilişkin işlemler sonuçlandırılıp kendisi ABDye gönderilmiş olsaydı, kuvvetle muhtemeldir ki, Türkiye-ABD ilişkilerinde içinden geçilen büyük sarsıntı yaşanmamış olacak, bunun sonucu Türk ekonomisinin göstergeleri de geride bıraktığımız aylarda çok farklı bir düzlemde seyretmiş olacaktı. Geri Gönderme Merkezine etkili ve yetkili bir makamdan gelen esrarengiz bir telefon Türkiyeye nelere mal oluyordu!?”
Rahip Brunson niye serbest bırakılmıştı?
PKK, FETÖ gibi terör örgütleri adına suç işlemek ve casusluk yapmak suçlarından yargılanan ve ABD ile Türkiye arasında krize neden olan, ABDli rahip Brunson için tahliye kararı çıkmıştı. Yaklaşık 35 yıla kadar hapsi istenirken, İzmir 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edilen Brunson, tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak serbest bırakılmış ve hakkındaki yurt dışı yasağı da kaldırılmıştı.
İzmir'de, terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği, casusluk yaptığı iddiasıyla hakkında 35 yıl hapis cezasıyla yargılanan ve ev hapsinde olan ABDli rahip Andrew Craig Brunson hakkında Mahkeme kararını açıklamıştı. İzmir 2'nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edilen, hakkındaki ev hapsi kararı da kaldırılan Brunson, tutuklu kaldığı süre dikkate alınarak serbest bırakılmış ve hakkındaki yurt dışı yasağı da kaldırılmıştı. Terör örgütleri FETÖ ve PKK adına suç işlediği ve casusluk yaptığı iddiasıyla yargılanırken, tutukluluğu 'sağlık sorunları' gerekçe gösterilerek ev hapsine çevrilen ABD'li rahip Andrew Craig Brunson, 4´üncü kez hâkim karşısına çıkmış ve serbest bırakılmıştı.
Sn. Erdoğan bir zamanlar Irakı işgal eden ABD askerleri için dua yapmıştı. Şimdi de Ajan Brunsonun anne ve babası Erdoğana duacı olmuşlardı!
Casus Rahibin Babası Ron Brunsona, Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan'a mesajının ne olduğunun sorulması üzerine, “Türkiye'nin çok zor bir zamandan geçtiğinin farkındayız. Vermesi gereken bazı zor kararlar vardı ve bunlar kolay değildi. Bir ülkenin liderisiniz ve ülkede, ekonomide zorluklar yaşanıyor, üzerlerinde birçok baskı var. Onun için dua ediyoruz. Tanrı'nın onu alacağı kararlarda irfan sahibi kılması için dua ediyoruz”buyurmuşlardı. Brunson çifti, Başkan Donald Trump başta olmak üzere yönetim ve Kongre'de oğullarının serbest kalması için uğraşan tüm ekibe teşekkür ederek, “Onların çabaları olmasaydı Andrew bugün özgür olmayabilirdi” ifadesini kullanmışlardı. Çift ayrıca, Türkiye'deki diğer Amerikan vatandaşlarının da bir an önce ailelerine kavuşmasını dilediklerini belirtirken, onlara “umudunuzu kaybetmeyin” mesajını yollamışlardı.
Financial Times, “Brunson'ın serbest bırakılması ile ABD'de Evangelist seçmenlerin çok önem verdikleri bir adaletsizliğin son bulacağını ve Suriye'deki savaşta belki de sona yaklaşıldığını ve dolayısıyla da ABD'nin Kürt isyancılara desteğinin daha az önemli bir konuma taşınacağını” yazmıştı. “ABD-Suudi Arabistan ilişkilerindeki kriz tehdidi Trump yönetimini, bir diğer önemli bölgesel güç olan Ankara ile ilişkileri geliştirmeye teşvik etmeli” diyen gazete, Türkiye'deki borç krizini de hatırlatmış, Ankara'nın Washington'da iyi niyete ve desteğe ihtiyaç duyduğunu ise özellikle vurgulamıştı. Financial Timesin başyazısı şu satırlarla noktalanmıştı: “Bununla birlikte ABD ve Türkiye eğer ilişkilerini yeniden inşa etmek istiyorlarsa kendilerini dizginlemesi lazımdır. Ayrıca Türk hükümeti Rusya'dan silah alma kararını yeniden tartışmalıdır. Türkiye bu konuda ısrarcı olsa bile, Trump yönetimi yeni bir dizi ekonomik yaptırımdan kaçınmalıdır. Erdoğan hükümetinin de, Amerika'nın Suriye'deki Kürtlere yardımı ile ilgili olarak daha anlayışlı bir tavır benimsemesi iyi olacaktır. Özellikle de ABD, terör tehditleriyle yüzleşen Türkiye'yle, istihbarat alanında iş birliği yapmalıdır. Bunlar ne Sn. Erdoğan, ne de Sn. Trump için kolay olmayacaktır. İkisi de çabuk etkilenip aniden değişebilen duygusal başkanlardır. Ancak şimdi biraz pragmatik olmaları ve dikkatli bir şekilde diplomasiye başvurmaları ikisinin ülkelerinin de çıkarına olacaktır.”
Oysa Amerika, Brunson meselesi üzerinden operasyon yapmaya başladığında, Cumhurbaşkanı Erdoğan çok iddialı laflar harcamış, “Bu can bu tende olduğu sürece onu alamazsınız” buyurmuşlardı. Ona inanan kesim de bu sözden çok hoşlanmış ve “Dolar 20 lirayı bulsa bile bırakılmasın” diye arka çıkmışlardı. Yandan çarklı yandaşların,“Erdoğan'ın alınan kararda bir dahli yok. Brunson'ı serbest bırakan bağımsız yargıdır” narkozları pek işe yaramamıştı. Öyle ya, “Madem bırakılacaktı, Erdoğan neden bu kadar iddialı konuşmuşlardı!?” Sn. Erdoğanın ezik ve nazik bir tonda: “Kararı bağımsız Türk yargısı verdi” mazeretleri bile tabanını yatıştırmamıştı. Çünkü Rahip Brunson tutuklandığında ve tutukluluk gerekçesi açıklandığında; bu kişinin hem FETÖ hem de PKK ile irtibatının saptandığı, âdeta suçüstü yapılarak yakalandığı, hakkında gizli tanık ifadelerinin olduğu ve 35 yıl ceza ile yargılanacağı vurgulanmıştı. Daha sonra ne oldu da mahkemenin 35 yılla yargıladığı kişi, 3 yıl gibi hafif bir hapis cezasıyla serbest bırakılmıştı? Kim kimi ne ile ve ne için kandırıp oyalamaktaydı? Bu senaryoları kim hazırlamakta ve kimlere figüranlık yaptırılmaktaydı? Ve hele Mimsiz muhalefet (halif: sürekli arkadan koşturan, çürüyüp koflaşmış) lideri Kılıçdaroğlunun, casus Rahip Brunsonun serbest bırakılmasına bu denli sevinmesi nasıl yorumlanmalıydı?
Bu arada ABD Başkanı Donald Trumpın Türkiye'yle ilgili son dakika açıklamaları nasıl okunmalıydı? Trump “Türkiye'ye karşı hislerim biraz değişti, ama yaptırımlar konusunda henüz bir anlaşma yapmadık” şeklinde gizli tehditler savurmuşlardı!
Rahip Brunson'un serbest kalması sonrası Türkiye ve ABD arasındaki ilişkilerde yumuşama mı sağlanmıştı. ABD Başkanı Donald Trump Türkiye'yle ilgili bir açıklama yaparak; “Türkiye'ye karşı hislerim değişti, ama yaptırımlar konusunda anlaşma yapmadık”buyurmuşlardı. Hatırlanacağı gibi ABD ile Türkiye arasında rahip Brunson krizi yaşanmış ve Washington yönetimi, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'e yaptırım kararı almıştı. ABD yönetimi ayrıca, demir-çelik ithalatına da yüzde 25'lik ek vergi kararı almıştı.
Bazılarına göre, Brunson serbest bırakılınca ABD-Türkiye ilişkilerinde şunlar yaşanacaktı:
Washington, İçişleri ve Adalet bakanlarına yaptırımı hemen askıya alırdı. Türkiyeden ithal edilen demir-çelik ürünlerine getirilen ek vergi azaltılır ya da kaldırılırdı.
ABD Başkanı Trump ile Cumhurbaşkanı Erdoğan telefonda bir görüşme yapıp, devlet adamı havaları atarlardı. Elçilikte kaybedilen Suudi gazeteci konusunda netleştirmeleri gereken başlıkların da ele alındığı bir görüşme yapılırdı.
Washington kulislerine göre, Halkbanka orta halli bir para cezası kesilip, Hakan Atillanın cezasını Türkiyede çekmesi için iade süreci başlardı.
Rusyadan alınacak S-400 füze sistemi ve F-35 uçaklarının teslimi Rahip Brunson konusundan bağımsız olduğu açıklanırdı ve bu konudaki sıkıntıların aşılması zamana bırakılırdı.
Suriyede, ABD ile Türkiye arasında bir çıkar çatışması yaşanmaktaydı. ABD, PKKnın Suriye kolu YPGye yardımdan ve bir Kürdistan kantonu kurmaktan asla geri durmayacaktı. Sn. Erdoğan ise ABD aleyhine atıp tutmakla durumu kotarmaya çalışacaktı.
Türkiyenin de hem FETÖ hem de YPG konusunda Washingtondan beklentileri boşunaydı. Oyalama dönemi sona erdiği için, ABD-Türkiye ilişkilerinde somut bir ilerleme sağlanması Washingtonın atacağı adımlara bağlıydı. Rahip Brunson meselesinde Türkiyeye yaptırım uygulanacağını söyleyen ilk isim, Washingtonda en üst düzeyde kabul gören sivil toplum örgütü Turkish Heritage Organization Başkanı Ali Çınardı. Rahip Brunsonın, Beyaz Sarayda ağırlandığı saatlerde Ali Çınar ile Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini konuşan Milliyet yazarı bu kanaatlere varmıştı.
Bunca tavizlere rağmen hâlâ devam eden ABD tehditleri üzerine, yandaş Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül bile; Türkiye ile Suriye'nin Fırat'ın doğusunda birlikte savaşabileceğini yazmıştı. Karagül, “Olmaz demeyin, çünkü daha büyük tehditler geliyor” ifadesini kullanmıştı.
Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan da, Fırat'ın doğusuna askeri harekât başlatılacağını belirterek, “Çok yakında komandolarımızla Fırat'ın doğusundaki terör yuvalarını darmadağın edeceğiz” açıklamasını yapmıştı. Twitter'dan bir değerlendirmede bulunan Karagül, “Fırat'ın Doğu'su Türkiye için en yakın ve en ciddi bir tehdittir”saptamasını yazmış ve şunları aktarmıştı:
1- Fırat'ın Doğu'su Türkiye için en yakın ve en ciddi tehdit konumundadır.
2- BAE ve Suudiler, ABD ve İsrail'le birlikte bu harita için çalışmaktadır.
3- Türkiye, Rusya, İran ve Şam rejimi burada yan yana savaşmak zorunda kalacaktır.
4- Olmaz demeyin, çünkü daha büyük tehditler kapıdadır.
Komşu ve Müslüman ülkelerle sorunlarımızı kendi aramızda görüşerek ve Suriyedeki sıkıntıları da Esad rejimiyle irtibat ve iş birliğine girerek çözmemiz lazımdır. dediğimiz için bizlere hain damgası vuran gafillerin, çok geç de kalınsa ve bize pahalıya da mal olsa, sonunda bu gerçeği kavramaları bile olumlu bir aşamaydı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Fıratın doğusu ile ilgili mesajını bu kez de Ispartadan duyurmuşlardı. Zamanlama çok kritikti ve anlamlıydı. Çünkü devletin önünde, PYD/YPGnin Suriyenin kuzeyinde kendisine özerklik verilmesi amacıyla Esad rejimiyle yürüttüğü gizli görüşmelerin içeriği vardı. Gizli görüşmelerde madde madde yapılan pazarlıklarda, ABDnin de nasıl devrede olduğunu bir kez daha ortaya koymaktaydı.
1) Suriye Petrol Bakanlığının başına Kürt bir isim atanacaktı.
2) PYD/YPG mevcut petrol gelirlerinin yüzde 25ini rejime aktaracaktı, karşılığında rejim de mühendislik desteği vererek mevcut üretim kapasitesini arttıracaktı.
3) Deyr Ez Zordaki petrol kuyuları ile doğalgaz yatakları rejim ile ortak çalıştırılacaktı.
4) Rejim PYD/YPGye arıtılmış mazot ve benzin sağlayacaktı.
5) Bu mazot ve benzinin aktarımı, ABDli bir şirket aracılığıyla yapılacaktı.
6) Tabka Barajından örgüt kontrolündeki alanlara enerji nakil hatlarının çekilmesine başlanacaktı.
Bu kirli pazarlıklar hâlâ masadaydı. ABDnin silahlarla desteklediği terör örgütü PKK-PYD Fıratın doğusundaki enerji kaynaklarından para kazanmaktaydı. Terör örgütünün kontrol ettiği enerji kaynakları arasında;
a) Rakkadaki Tabka Barajı ve Münbiçteki Tişrin Barajı,
b) Al Omar, Tanak, Azrak, Galban gibi önemli 17 petrol ve doğalgaz kuyuları bulunmaktaydı.[3]
Türkiye küresel (Siyonist) sömürü çarkının uyumlu bir parçası olmalıymış!..
Türkiye dünyanın gündeminde! Doğal olarak Pastör Brunson ile kayıp gazeteciCemal Kaşıkçı herkesin manşetinde… Bunlar büyük kavganın, mücadelenin, paylaşımın içindeki küçük ama önemli sahnelerdir. Pentagon ile Rothschild ailesinin çalışma sisteminde ciddi farklılıklar vardır. Örneğin, Rothschild ailesi verileri esas alır. Ailenin en önemli araştırma şirketlerinden olan PricewaterhouseCoopers'ın verileri, ailenin kararlarında önemli yer teşkil eder. PricewaterhouseCoopers'ın araştırmasında bazı ülkelerin 2030 yılında çok güçleneceği ortaya çıktı. Türkiye, Hindistan ve Endonezya 2030'da masadaki güçlü ülkelerden olacaktı. Örneğin, Türkiye'nin 4-5 trilyon dolarlık bir ticari hacme ulaşacağı ön görülürken, o tarihte İngiltere'yi geçeceği notu düşüldü. Bu araştırma, ailenin de 10 yıllık planı çerçevesinde yapılmıştı.
Birkaç ay önce MI6, Kraliçe II. Elizabeth'e, “Buckingham Palace'ı boşaltmanız en doğru karar. Çünkü burada sizin güvenliğiniz her zaman riskte olacak” diye uyarmış, ancak Kraliçe, saraydan ayrılma kararının büyük bir yenilgi olacağını söyleyip buna yanaşmamıştı. Yakında her şeye rağmen Buckingham Palaceta, büyük bir restorasyon başlayacaktı. Aslında birçok odası yenilenecek ve bunu bizzat MI6 yapacaktı. Bu Birleşik Krallık tarihinde ilk kez olacaktı. Çünkü Buckingham Palace, kabul etmeyenler olsa da Rothschild ailesinin kontrolündeydi. Yani Rothschild ailesi, merkezini İngiltere'den taşıyacaktı. 2016'dan, 2018 Mart ayına kadar gelişmekte olan ülkelere para yağmıştı. Pentagon'da 2018'in ilk günlerinde yapılan büyük toplantıda, artık bunun bitirilmesi kararlaştırılmıştı. O günlerde pek umut olmasa da, bugün Pentagon'un büyük başarı sağladığı açıktı. Sadece Güney Afrika değil, Türkiye, Brezilya, Endonezya, Kazakistan gibi ülkeler bu dalgada büyük zarara uğramışlardı.
Pentagon, bu planla birlikte PricewaterhouseCoopers'ın 2030 hesaplarını yavaşlattığına inanmaktaydı. Ancak Pentagon, İngiltere ile güçlü bir ortaklık içinde olmadığı takdirde PricewaterhouseCoopers'ın raporu yüzde 1.5 sapma ile gerçekleşmiş olacaktı. Evet, saldırıların merkezinde bulunan ülkeler yara almıştı. Türkiye'nin bu konuda zarar gördüğü de ortadaydı. Peki, bu durumda “Ailenin (Rothschild) Türkiye'ye destek vermesi gerekmiyor mu?” Evet, doğrudur! Ancak aile hangi Türkiye'yi 2030'da güçlü konumunda gösterdi. (Siyonist hedeflerine uyumlu olan ve iş birliği konusunda olumlu yaklaşan bir Türkiyeyi!?) Kendi milli doğrultusunda ve kendi doğrularıyla ilerleyen birTürkiye'yi aile de istemiyor! Onlar için kontrol edilebilir ülkeler gerekli ve değerlidir! Kontrolden çıkabilecek ülkeler hep riskli sınıfta gösterilir, ki Türkiye de bu konumda bulunuyor. Güney Afrika ile Endonezya da riskli ülkeler gibi görünse de, ailenin buralarda yönetimsel gücünün hâlâ etkin olduğu biliniyor. Örneğin Endonezya'da Başkan Joko Widodo bir marangozdur. Ancak marangozluk yaparken, ürettiği her tahta parçasını Avrupa'ya satarken, hangi aileden destek aldığını hatırlatmaya gerek yoktur. Aile, bir marangozu ülkenin lideri yapabilecek güce sahip bulunuyor.
ABD Savunma Bakanı Jim Mattis, 2018 Ocak ayında Endonezya'yı ziyaret etti. Başkan Joko Widodo, kendisiyle bir araya gelen Mattis'e, “Köpekleri yorma konusunda çok ustayız. Yılanlar da köpekler gibi çabuk yorulur” şeklinde laf çakmıştı. Lakabı 'Kuduz Köpek' olan Mattis'e bu sözler gerçekten ağırdı. Mattis, dönüşte hazırladığı raporda Endonezya'nın Pentagon'la birlikte yürümesinin pek mümkün görünmediğini ve Başkan Joko Widodo'nun bir an önce görevden alınması gerektiğini hatırlatmıştı. Bu arada Pentagon, Güney Afrika ve Türkiye'de de istediğini elde etmeyi başaramamıştı. Pentagon'un pes ettiğini düşünmek ise ahmaklıktı, çünkü herkes işinin başındaydı.
Sonuç! Türkiye Brunson ile ABD'ye bir adım atmıştır. İngiltere ABD'siz yapamayacağını bildiğinden kenetlenmek için fırsat kollamaktadır. Aile (Rothschild'ler ise) kendi pozisyonunda yol almaktadır. Kim nereden gelirse gelsin Türkiye'ye ihtiyaç vardır. Mesajımız net ve açıktır: Türkiye'siz olmaz, olamaz..![4] diyen ve Siyonist merkezler (Pentagon ve Rothschild'ler) adına AKP iktidarına yol gösteren yandaş yazar açıkça: Türkiye küresel zulüm ve sömürü çarkının uyumlu ve onurlu(!) bir parçası olmalıdır. Başka türlü ayakta kalma şansı kalmamıştır… demeye getiriyordu. İşte Sn. Erdoğanın akıl hocaları da bunlar oluyordu.
[1] Bak: 17.10.2018, http://www.internethaber.com/israilden-turkiyeyi-kizdiran-cemal-kasikci-aciklamasi-
[2] http://www.internethaber.com/cemal-kasikci-konsolosun-onunde-olduruldu-
[3] http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/hande-firat/firatin-dogusu-icin-rejim-ile-ypg-pyd-arasindaki-gizli-pazarlik, 16.10.2018
[4] Bak: https://www.takvim.com.tr/yazarlar/ergundiler/2018/10/16/kopek-ve-yilan,