KARAKTER YOZLAŞMASI: DÖNEKLİK TAVRI VE GÜÇ ODAKLARINA KİRALANMA PAZARLIKLARI Solcu, Sağcı ve İslamcı Döneklerin Ortak Tarzı
Ahmet Hakan'ın döneklik macerası
Ahmet Hakan, bir zamanlar Milli Görüşçü takılmaktaydı. Kanal 7'nin 2 sakallısı (diğeri Zahit Akman) hakikatlere hoparlörlük yaptıkları için, bizim kesimde gıptayla, muhaliflerce (sağ-sol, katı laiklerce) gıcıklıkla bakılmaktalardı. (Sonunda her ikisi de fos çıkıp “Sakallı Hüsnü” takımına katılmışlardı.) Ahmet Hakan, beklenmedik kazalar, gizli uyarılar ve sağlanan dünyalık imkân ve fırsatlara dayanamayıp Masonik sermaye medyasına transfer olmuş ve entel tabirle sınıf atlamışlardı. Kendilerine şöhret ve servet kapılarını açanların hatırına ve tabi küresel baronlarının verdiği rol icabına, AKP iktidarına (öyle yaralayıcı değil, sadece tozunu alıcı) sopalar sallamaktaydı. Bu cümleden olarak 17-25 Aralık “Yolsuzluk Operasyonlarına” sahip çıkmış ve kahraman bir tavırla Hükümete sataşmıştı.
Ama bir kere dönekleşen, artık sabit duramazdı; yalama olan karakteri dikiş tutmazdı ve habire rüzgârın yönüne göre dönüp duracaktı. İşte Bay dönek Ahmet Hakan da, FETÖ'cülüğün artık riskli ve tehlikeli olduğunu anlayınca, tekrar iktidara ve Erdoğan'a yamanmaya ve yanaşmaya başlamış, 17-25 Aralık tavrında ve yazdıklarında yanıldığını açıklamıştı… Ve tabi bu çark etme ve güçlü gördüğüne övgü dizme tutarsızlığına, kendince birtakım mazeretler de uydurmuşlardı..
İşte kendi kaleminden: “17/25 Aralık'la ilgili dürüstçe bir hesaplaşma” masalı!
“17/25 Aralık'ta yolsuzluk operasyonları yapıldığı zaman, ben çıktım; Bu bal gibi de bir yolsuzluk operasyonudur, böyle darbe olmaz dedim. Ama bugünse çıkmış;Görünürdeki amaç yolsuzluk olsa da 17/25 Aralık bal gibi darbe girişimiydidiyorum. Dün öyle dediğime, bugün böyle diyorum yani. Peki ama neden? Anlatayım: Herkes gibi ben de 17/25 Aralıkı Fetullahçı savcı ve polislerin yaptığından emindim. Ama buna rağmen… Operasyonu meşru ve hukuki buluyordum. Çünkü şöyle düşünüyordum: Evet, 17/25 Aralıka imza atan savcı ve polisler Fetullahçıydı, ama bunlar 17/25 Aralıka kadar sayısız operasyon yapmışlar ve yaptıkları bu operasyonlara, Hükümetten sonsuz destek almışlardı. Fetullahçı savcı ve polisler, ucu başkalarına dokunan operasyonlar yaptıklarında devletin savcısı ve polisi olarak kabul edilecekler, ama ucu hükümete dokunan operasyon yaptıklarında darbeci olarak nitelenecekler… Böyle şey olur muydu? diye düşünüyordum. Ayrıca Hükümetin eleştiri karşısında sergilediği hoşgörüsüzlüklerden ve toplumsal kutuplaşmayı arttırmasından hiç memnun değildim ve bu nedenle yolsuzluk suçlamalarıyla yüz yüze kalmalarına da içten içe seviniyordum. Belki de bu yüzden şu soruyu sormaktan kaçınıyordum: Eğer hükümet ile Cemaat arasındaki büyük ittifak devam etseydi… Fetullahçı savcı ve polisler, böyle bir yolsuzluk operasyonu yaparlar mıydı? Neyse, sonuçta 15 Temmuz, herkes gibi benim de gözümü açtı. Çünkü 15 Temmuzda şunu gördüm: 17/25 Aralıkta yolsuzlukla mücadele gibi masum bir perdenin arkasına saklanan Fetullahçılar, 15 Temmuzda nihai saldırılarını yapmışlardı. Bu kez saklamaya gerek duymadıkları pervasızlıkla ve gözü dönmüşlükle hareket ediyorlardı. Yani, 17/25 Aralıkta başarılı olsaydılar, 15 Temmuzu gerçekleştirmelerine gerek kalmayacaktı! Dikkat! Dikkat! Kanlı bir darbe girişimi ile yolsuzluk operasyonu arasındaki akrabalığın farkında mısınız? Sakın yanlış anlaşılmasın! Ben burada 17/25 Aralıkta yolsuzluk yapılmamıştır, herkes sütten çıkmış ak kaşıktır, rüşvetler, bavullar, kutular, kol saatleri falan hikâyedir demiyorum. Ben sadece yolsuzluktan çok daha büyük bir ahlaksızlığın varlığına işaret ediyorum. Daha da önemlisi… İki ahlaksızlık arasında bir tercih yapmıyorum, sadece iki ahlaksızlık arasındaki devasa farka dikkat çekiyorum.”[1]
Hızını alamayan Ahmet Hakan, yandaşlığını yalakalık noktasına taşımış ve Sn. Erdoğan'ın ne kadar olgun ve dolgun bir yüce şahsiyet olduğunu şu sözlerle haykırmıştı:
“Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan (12 yıl boyunca destek çıktıkları FETÖ ile ilgili) ne dedi? Lafı hiç eğip bükmeden, Aldatıldık dedi. Milletimden özür diliyorum dedi. Rabbim affetsin dedi. Bu sözler; Tartışmasız itiraftır. Apaçık özeleştiridir. Net pişmanlık ifadesidir. Son günlerde bakıyoruz bazı AKPlilere; Hiçbirinde Tayyip Erdoğanın yürekliliği ve açık sözlülüğü yok. İtiraf etmek yerine mırın kırın ediyorlar…”[2]
Oysa Hürriyetin de dâhil olduğu Doğan Medya Grubu'nun başkanlığını yürüten damat Mehmet Ali Yalçındağ'ın, yazarlarıyla birlikte tüm medyasını ve tabii Hürriyet'in başına getirmeyi tasarladığı bay dönek Ahmet Hakan'ı, Cumhurbaşkanlığı ve AKP iktidarı yandaşlığına pazarladığı ortaya çıkmıştı. Yani Ahmet Hakan vicdanının değil cüzdanının sesine kulak asarak bu itiraf kahramanlığına soyunmuşlardı.
RedHack grubu; Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Berat Albayrak'a ait olduğu öne sürülen e-posta yazışmalarını yayımlamıştı. Doğan Medya Grubu Başkanlığını yürüten Aydın Doğanın damadı Mehmet Ali Yalçındağ ile Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü Hasan Doğan arasında geçtiği iddia edilen e-posta trafiğine, Bakan-Damat Berat Albayrakın da eklendiği anlaşılmıştı. Dicle Haber Ajansının (DİHA) haberinde Mehmet Ali Yalçındağ olduğu iddia edilen kullanıcının Cumhurbaşkanlığında görevli Hasan Doğan olduğu öne sürülen kişiye attığı e-postada Konu: Ahmet Hakan, Bildiğiniz gibi uzun zamandır Hürriyet gazetesinde yapılan hatalar, yanlışlar ve gazetedeki satış kaybı sebebiyle mevcut genel yayın müdürünün değiştirilmesi gerektiği konusunda 2 aydır çalışmaktayım. Sedat (Ergin) değiştiğinde kim olmalı ki ben kefil olayım? diye ciddi bir araştırma yapmaktayım. Sonunda benim sorumluluğumda işi yeni birine teslim edeceğim ama beni zor durumda bırakacak biri olmaması lazım kanaatine vardım (ve Ahmet Hakan'da karar kıldım).
(Cumhurbaşkanımıza) 'Başkomutanım dedim, çok hoşuna gitti'soytarılığı!
Yalçındağ'ın 18 Ağustos'ta “Günlük” olarak ilettiği iddia edilen notunda, şu ifadelerin yer aldığı da yazılmıştı:
“Sağ olsun Hasan Doğan'ın yardımıyla hemen darbe sonrası Sayın CB (Cumhurbaşkanı)mızı telefonla arayarak geçmiş olsun dileklerimi ilettim, kendisine sayın başkomutanım diye hitap ettim, çok hoşuna gitti, “anayasamızda böyle söylüyor, sen de rahatlıkla söyle!” dedi, gülüştük, çok keyifliydi. Ve telefona AD'ı (Aydın Doğan'ı) verdim. Çok uzun zamandır ilk kez telefonla konuştular. Bence iyiydi. Daha sonra aile fertleri bana teşekkür edeceklerine, “biz de zannettik ki CB'ı (Cumhurbaşkanı) kendi aradı babama teşekkür etti” dediler. İşi küçümsediler. Beklentileri Sayın CB'mızın AD'yi arayıp teşekkür etmesiymiş. 03 Ağustos Çarşamba akşamı geç saatte Hande Fırat ile birlikte Sayın CB'mızı ziyaretimizden sonra çıkarken Hasan Bey Hande ile Aydın beyle birlikte randevu konusunu konuşmuş. Siz isteyin randevuyu bir bakalım dediğini AD'ye ertesi gün ilettik. Hande, AD'ye demiş ki Mehmet Ali beyle birlikte olacak. AD 2 gün sonra beni çağırarak bu randevuyu sadece benimle değil Vuslat'ı da yanına alacağını söyledi. Gerekçe olarak Vuslat'ın eşi Ali'nin işlerinin bizim yüzümüzden kötü gittiğini ve bu sebeple de Vuslat da bu oyuna dâhil olmak istiyor dedi. Ben de cevaben Vuslat ve Ali daha düne kadar bizden (AKPden) nefret ederken nasıl gidip yurt dışında bu olanları samimiyetle anlatacak, nasıl Sayın CB'mızı ve bu darbeyi, içten anlatacak. Bu doğru bir karar değil hoş karşılanmayacaktır dedim. ( ) Daha sonra AD Hande Fırat ile konuşur ve CB randevusuna Vuslat'ı da dâhil etmek istediğini anlatır. Hande bunun çok yanlış olduğunu böyle bir şey yaparsanız randevuyu riske atarsınız der.”
Nuray Mert Erdoğan hayranıymış!
Aynı mailde devamla şunların yazıldığı ortaya atılmıştı: “Ahmet Hakan, Nuray Mert, Arzu ve ben Bodrum'da 12 Ağustos Cuma akşamı sohbet (yaptık). Nuray Mert, Sayın CB'mızın hayranı olmuş, 'doğru konuşalım o olmasaydı mahvolmuştuk' itirafında bulunmuşlardı.
Muharrem İnce'nin medya marifetiyle CHP'ye Genel Başkan olma kolaycılığı ve kiralanma pazarlığı!
Yalçındağ'ın 10 Mayıs 2016 saat 14:16'da gönderdiği iddia edilen “Sürpriz ziyaret” mailinde şu ifadeler yer almıştı:
“Yalova Milletvekili Muharrem İnce ziyarete geldi. Meral (Akşener) hanımın çıkışının siyaseti hareketlendirdiğini, bunun arkasından CHP'de de değişimin önünün açılacağını bunun bir fırsat olduğunu, bu fırsatı iyi kullanırsak Başkanlığın önünün tıkanacağını ve vakit geçirmeden bu projeye destek olunması gerektiğini, burada da Doğan medya ve Hürriyet'in çok önemli konumda olduğunu anlattı. (Erdoğan'ın) Başkan olduğu takdirde artık Türkiye'nin kötü günlere geçeceğini ve yapılacakların durdurulamayacağını anlattı. Hadi bana destek olun (CHP'ye Genel Başkan seçtirin) yapalım şu işi, çıkarın beni ortaya dedi. Bu işi yapacak tek kişi kendisinin olduğunu ifade etti.”
Meral Akşener'in karanlık hesapları!
Sayın Devlet Bahçeli Bayan Meral Akşener'in FETÖnün MHPyi ele geçirme planlarındaki Truva atı” olduğunun başından beri farkındaydı. Herhalde Meral Akşener de yeni oluşumlara mazeret kazanmak üzere partiden kovulmayı bekleyip durmaktaydı. Yani Akşener'in MHP'den ihracı hiç de sürpriz sayılmazdı. Bu sonuç Akşener'in de beklediği bir karar olmalı ki, öyle pek fazla tepkisi de olmamıştı. Çünkü muhaliflerin kurultay istediği süreçte yaşanan her olayda daha sakin daha hassas olması gerekirken, Musavat Dervişoğlunun akıl hocalığı ile çıktığı yolda tek başına hareket etmeye başlayarak diğer genel başkan adaylarıyla bile yollarını ayırmıştı. Böylece “Adeta 'Kurultay yapılmasın, iptal edilsin ki, ben mağdur olayım, yeni bir parti kuralım'dercesine bir izlenim yaratıldı dersek hiç de abartı olmazdı” tespitleri haklı çıkmıştı. İşte şimdi Ankara kulislerinde Akşener cephesindeki sürpriz gelişmeler konuşulmaktaydı. Akşener ve ekibince yeni bir parti kurulması için düğmeye basılmış, hazırlıklar yapılmaya başlanmıştı. Partinin ismi; “MİLLİYETÇİ DEMOKRAT PARTİ!” koyulacaktı, yani MDP olacaktı. MDP kurulma aşamasında. Kapalı kapılar ardında çalışmaların yapıldığını, zemin ve örgüt yoklaması gerçekleştirildiğini belirtelim. Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal ile de görüşmeler yapıldığı, DP isminin Milliyetçi Demokrat Parti olarak değiştirmek için çalışmaların tamamlandığı, bu işin başını da İzmir eski il başkanı Musavat Dervişoğlunun çektiği konuşulmaktaydı.”[3]
Sn. Erdoğan'ın en güvendiği vekiller arasındaki Mehmet Metiner'in döneklik manevraları
Önceleri Milli Görüş'ün en hızlı hatiplerinden sayılırdı. Sonra koyu bir İran'cı ve Humeyni yanlısı olup çıkmış ve “Particiliğin İslam'da yeri olmadığını, demokrasinin ve AB kriterlerinin küfür sayıldığını” kendince delillerle savunmaya başlamıştı. Sonra ne olduysa birden Kürt ırkçılığı damarı kabarmış, hatta Kürtçü ve solcu bir partinin genel başkan yardımcısı yapılmıştı.. Ve derken AKP saflarına katılmış, Adıyaman'dan milletvekilliği kapmış, ama bir ara seçim bölgesi gezilerinde Sn. Erdoğan'ın “bilgi ve beceri eksikliğini ve safdirikliğini anlatıp dolaylı şekilde kendi farkını ve donanımını ima edince” araları bayağı açılmış ve paporayı yiyince yutkunup yağcılığa başlanmıştı. Şimdi bu fır dönek Mehmet Metiner, bir zamanlar küfür saydığı, particiliğin, demokrasinin ve Avrupa Birliği'nin çok koyu bir taraftarı ve savunucuları arasındaydı. Hatta, AB'nin dayatmasıyla Türkiye'de eşcinsel ilişkilerin (ibneliğin) meşruiyet kazanması ve resmen serbest bırakılması konusundaki hazırlık çalışmalarına katılmak üzere CHP'li Binnaz Toprak'la birlikte TİRAN'a gidecek heyete alınmış, ama “bu kadar dönekliğe kılıf uyduramam!” düşüncesiyle son anda ayrılmıştı.
İşte Mehmet Metiner gibi İslamcı münafıkların hararetle savundukları AB'den Türkiye'ye 7 şart dayatması!
AB Komisyonu, 18 Mart'ta gerçekleştirilen Türkiye-AB mutabakatının uygulanmasına ilişkin 3. Değerlendirme Raporunu yayımlamış, buna göre komisyon Türk vatandaşlarına vizelerin kaldırılması için yerine getirilmesi gereken 7 kriter olduğunu açıklamıştı. Raporda, Türkiyeye vize serbestinin sağlanması için yerine getirilmesi gereken toplam 72 kriterden geriye 7 kriterin kaldığı hatırlatılıp, eksik kriterler şu şekilde sıralanmıştı:
“AB standartlarında tam uyumlu biyometrik pasaport çıkartılması, yolsuzlukla mücadele için önlemlerin alınması, Europol ile operasyonel işbirliği anlaşması yapılması(yani MİT'in ve Türk Emniyeti'nin resmen AB'in güdümüne sokulması), terörle mücadele yasa ve uygulamalarının Avrupa standartlarına uyacak şekilde ayarlanması(yani PKK ve FETÖ ile mücadelenin savsaklanması), AB standartlarında kişisel verilerin korunması düzenlemesinin kabulü ve uygulanması, suç bağlantılı konularda AB'nin tüm ülkeleriyle etkili işbirliği yapılması ve AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması'nın tüm maddelerinin uygulanması.” (Yani 3 milyondan fazla Suriyeli mültecinin Avrupa'ya kaçmaması için Türkiye'nin gerekli tedbirleri alması.)Raporda, bu yıl Haziran-Eylül döneminde Türkiyeden Yunanistana günlük ortalama 81 sığınmacının geçiş yaptığı, bu sayının bir önceki yıl ortalama 2 bin 900 civarına ulaştığı hatırlatılıp, AKP iktidarının sırtı sıvazlanmıştı.
Batılı gavurların Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sırtını sıvazlama karşılığı Suriyeli göçmenler için 24 milyar Dolar harcanmıştı!
Ta başından itibaren, sınırımız boyunca Suriye topraklarında bir güvenlik koridoru oluşturup savaş mağdurlarını orada barındırmak yerine, sınırlarımızı sonuna kadar açan ve 3 milyon mülteciyi ülkemize sokan AKP, göçmen olan her Suriyeli için her vatandaşımızın cebinden 300 Dolar alınmıştı. Yaklaşık bin Türk Lirasıydı. (5 nüfuslu ailenin 5 bin Lirası çıkmıştı.) Bizden alınan paralarla, ülkemize gelen her Suriyelinin cebine 8000 Dolar aktarılmıştı. Yani 24 bin Türk Lirasıydı. Bu asgari ücretle çalışan bir Türk vatandaşının neredeyse bir buçuk yılda kazanabileceği paradan fazlaydı. Bu paranın yüzde birini harcamayan Almanya'nın halkı, mülteci sorununun hesabını kendi iktidarından çatır çatır sorup sıkıştırmaktaydı. Peki bütün bu paraları ne uğruna harcamıştık ve ne kazanmıştık? AKP'nin uyguladığı yanlış politikaların faturası, niye milletin kesesinden çıkarılmaktaydı?
Üstelik bu sığınmacılar arasında PKK'lı ve IŞİD'li teröristler, ajanlar, katiller, hırsızlar ve fırsatçılar da vardı. Ülkenin dört bir yanında her gün olaylar çıkmakta; Kilis, Gaziantep, Şanlıurfa, Osmaniye, Adana, Mersin, Hatay, Ankara, İstanbul ve göçmenlerin yoğun olduğu bütün illerde tatsızlık yaşanmakta, protesto gösterileri yapılmaktaydı. Bu olanların, başımıza açılan bu Suriye belasının en büyük suçlusu ve sorumlusu bu iktidarın tutarsız ve hesapsız politikalarıydı. Esad'ı devirme hülyasıyla durup dururken Suriye'yi karıştıranlar, işte başımıza ne belalar açmışlardı.
FETÖ çetesi de, Metiner'in AKPsi de AB hizmetkârıydı!
'Boğaziçi Eyaletler İmamları'na operasyon: 18 gözaltı! Fetullahçı Terör Örgütünün İstanbulu dört ayrı eyalete ayırdığı ortaya çıkmıştı. Polis 'Boğaziçi Eyaletler İmamları'na yönelik operasyonda 18 şüpheli gözaltına almıştı.
15 Temmuz darbe girişimini gerçekleştiren Fetullahçı Terör Örgütü'ne yönelik İstanbul'da gerçekleştirilen operasyonda örgütün “Boğaziçi Eyalet İmamları” gözaltına alınmıştı. Sabah'tan Nazif Karaman'ın haberine göre İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu'nun talimatı ile Sarıyer İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından gerçekleştirilen operasyonda FETÖ'nün “Boğaziçi Eyalet Bölgesi” olarak belirlediği Sarıyer, Beşiktaş, Beyoğlu, Şişli ve Kâğıthane ilçeleri sorumluları hakkında gözaltı ve arama işlemi yapılmıştı. “Terör Örgütü üyesi olmak” suçlaması çerçevesinde İstanbul merkezli 11 farklı ilde gerçekleştirilen operasyonda, aralarında Muzaffer Taşkın'ın da bulunduğu 18 şüpheli yakalanmıştı.
İyi de Trakya ve Marmara merkezli, İstanbul'un eyaletlere ayrılması AB'nin özel dayatmasıydı, yani FETÖ'cüler gibi AKP de aynı gâvurların hizmetkârıydı.
İşte solcusundan, sağcısından ve İslamcısından, örnek olarak sunduğumuz budöneklik tavırlarına, maalesef her süreçte ve her kesimde rastlanmaktadır. Ancak yazdıkları ve konuştukları 50 yıldır yazılı kaynaklarda da kayıtlı bulunduğu üzere; akla, vicdana, Kur'an'a ve İslam'a dayalı haklı ve hayırlı çizgisinden asla sapmayan, dönekleşip başkalaşmayan Milli Çözüm ekibi gibi sadık ve sağlam insanların bulunduğu da asla unutulmamalı, bunların değerli ve dengeli tavırları tebrik ve takdirle anılmalıdır.
1990'lı yıllarda yayına başlayan Yeni Zemin Dergisi'nin sahibi: Osman Tunç(Kürt-İslam sentezcisi, Zehra Vakfı yöneticisi), Genel Yayın Yönetmeni: Mehmet Metiner, Yayın Danışmanı: Ali Bulaç (Zaman yazarı). Yayın Kurulu: Kenan Çamurcu, Abdurrahman Dilipak, Davut Dursun (RTÜK Başkanı), Altan Tan(BDP Diyarbakır Bağımsız Milletvekili), Teknik Müdür: Yalçın Akdoğan(Başbakanın başdanışmanı, AKP Ankara Milletvekili), Yalçın Akdoğan daha sonra Yayın Müdür Yardımcısı yapılmıştı. Yani bugünkü AKPnin fikri temelleri daha o zamanlar atılmıştı. Yeni Zemin dergisinde Kürt meselesi, Yeni Anayasa' ve Sivil Genelkurmay konularında pek çok yazı kaleme alınmış, Türkiye Cumhuriyetini İslam kılıflı, ama Batı standartlı dönüştürmeye yönelik yazılar yayınlanmıştı. İşte Biz, daha o günlerde, bunların münafık tavrını ve Batı hizmetkârlığını açıkça yazıp uyarmıştık. Hatta daha sonra Sadettin Tantan, güya kavgalı görüntüsü veren AKP ile BDPnin fikri arkadaşlığının ve hedefe ulaşmak için nasıl el ele çalıştıklarının farkına varmış ve gündeme taşımıştı. 1993te Yeni Zeminde buluşan kadroya ışık tutan Tantan, Dergide AKPnin A takımının varlığını, Askerin sivilleşmesinden yeni anayasaya kadar ideolojik temeller ortaya atıldığını saptamıştı.
Kur'an'da Döneklik şiddetle kınanmıştır!
Öyleyse nasıl oluyor da (dönekleşip Hakk'tan) çevriliyor (ve batıla kayıyor)sunuz?(Enam: 95. Ayet sonu)
“O halde (neden ve) nasıl (dönekleşip, imandan ve İslam'dan) çevriliyorsunuz?” (Yunus: 34. Ayet sonu)
“Kesinlikle O'ndan başka İlah yoktur. Buna rağmen nasıl oluyor da (dönekleşip Hakk'tan ve hayırdan) çevriliyorsunuz?” (Fatır: 3. Ayet sonu)
“İşte bu, Allah'ın ayetlerini (eğip bükerek) inkâr edenler, böyle çevrilip dönekleştiğinden (hidayetten uzaklaşıyor)” (Mü'min-Ğafir: 63. Ayet)
“İşte onlar (hayatta iken de hep) böyle çevrilip (Hakk'tan dönekleşir)lerdi.” (Rum: 55)
“(Ey Nebim) Sen onları (münafıkları) gördüğün zaman cüsseli yapıları Senin beğenini kazanmaktadır. Konuştukları zaman da onları dinlemeye (değer sanırsın. Bunlar sözlerine, kıyafetlerine ve zahir görünüşlerine aşırı dikkat gösterip, suni ve sahte davranışlarla takva ve tarafsızlık numarası yapmakta ustalaşmıştır. Oysa) Onlar sanki (sütun gibi) dayandırılmış düzgün ahşap-kütüklerden farksızdır. (Bu kofluklarından ve korkularından dolayı da) Her çıkışı ve çağrıyı (her konuşulanı) kendileri aleyhinde sanırlar. Onlar (sinsi ve tehlikeli) düşmandırlar, bu yüzden onlardan kaçınıp-sakının (münafıkları tanımaya çalışın ve onlara karşı tedbirli ve dikkatli olun). Allah onları kahretsin; nasıl da (Hakktan) çevriliyorlar ve dönekleşip duruyorlar.” (Münafikun: 4)
Ayetin sonundaki “yü'fekün = döndürülmek” ülke içinde ve uluslararası ilişkilerde yabancılar tarafından kullanılmaktır. Hele münafıklar kendi ülkelerinde iktidarda iseler küresel güçler tarafından değirmen taşı gibi döndürülen insanlardır. Dönek insanlar siyaseti de sosyal ilişkileri de kirletip laçkalaştırırlar, dengelerini bozarlar.
“Onlar siyasi iktidarı eline geçirdiklerinde, yeryüzünde (ve ülkelerinde) fesat çıkarmaya koşar, kültür ve nesli helak etmeye çalışırlar. Oysa Allah, fesadı sevmez. Bu insana, Allah'tan kork/çekin denilince gururu kendisini günaha sevk eder (gururları akıllarını kuşatır). Ona Cehennem yeter, O ne kötü yerdir!” (Bakara: 205-206)
Oysa, Kur'an'da hainlik ve döneklik kesinlikle yasaklanmıştır!
Kur'an'da hainlik-ihanet ile alakalı tahmini 11 ayet geçiyor:
Yeğüll yapmak (yani ganimet malından gizlice bir şey aşırmak ve emanete-beytül mala hıyanette bulunmak) bir Peygambere asla yakışır (tavır) olmayacaktır. (Bu tür ithamlar Elçiye iftiradır). Her kim, (ganimetten, devlet hazinesinden veya cihat bütçesinden) ihanetle bir şey çalarsa, kıyamet günü, o (haksız ve ahlaksız yollarla) aldıklarını (sırtlamış ve Allahın lanetine uğramış vaziyette) gelip (âleme rezil edilecektir). Sonra, (zerre kadar) haksızlık edilmeden, her nefsin kazandığı kendisine eksiksiz olarak ödenecektir.” (Ali İmran: 161)
“(Ey Resulûm) Biz Sana Kitabı (Kur'an'ı) Hakk olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın Sana gösterdiği şekilde adaletle hüküm veresin (ve evrensel hukuk kurallarına göre hükümet edesin). Sakın (İslâm'a ve insanlığa aykırı sistemleri beğenen ve sözde Müslüman geçinen) hainlerin tarafını çekmeyesin! (diye Hz. Peygamber Efendimizin şahsında bütün müminler uyarılmıştır).” (Nisa: 105)
“(İslâm davasını ve imkânlarını istismar ve suistimal ederek, aslında) kendi nefislerine hıyanet edenleri savunma. Çünkü Allah (c.c) daima hainlik yapan ve günahlara dalan kimseleri asla sevmez.” (Nisa: 107)
“(Buna rağmen) Sözleşmelerini bozmaları nedeniyle, onları (İsrailoğullarını) lanetledik ve kalplerini kaskatı kıldık (vicdanlarını kararttık). Onlar, (Allah'ın Kitabındaki ve resmi evraklardaki) kelimeleri konuldukları yerlerden saptırıp çarpıtmaktadır (tahrifat yapmakta, haksız kazanç peşinde koşmaktadır. Maalesef) Kendilerine hatırlatılan şeyden (uyarılardan yararlanıp) pay almayı unuttular. İçlerinden birazı dışında, onlardan sürekli ihanet görüp durursun. Yine de onları affet, aldırış etme. Şüphesiz Allah, iyilik yapanları sevmekte (ve sahip çıkmaktadır).” (Maide: 13)
“Ey iman edenler! Allah ve Resulûnün (davasına) hıyanet etmeyin. (Böyle yaparsanız) Bile bile kendi emanetlerinize (huzur ve emniyetinize) de hıyanet etmiş olacaksınız.” (Enfal: 27)
“Eğer bir kavmin ihanet edeceğinden (ve huzur ve hürriyet içinde yaşadığınız ülkenize hücuma geçeceğinden) kesin olarak korkarsan, Sen de açık ve adil bir tutumla (onlarla olan anlaşma metnini ve diplomatik ilişkiyi) bozup atabilirsin. Gerçekten Allah, ihanet edenleri sevmez.” (Enfal: 58)
“(Ey Resulûm) Eğer Sana hainlik yapmak isterlerse (üzülme ve bekle), onlar daha önce Allah'a da hainlik yapmışlardı. (İşte bak sonunda) Bu yüzden Allah o hainlere karşı Sana fırsat ve ruhsat verdi. (O hainleri Senin elinle yaptıklarına pişman ve perişan etti.) Elbette Allah her şeyi hakkıyla Bilendir ve her işi hikmetli ve güzeldir.” (Enfal: 71)
“(Yusuf, kadınların hükümdara gerçeği itiraf ettiklerini öğrenince aracıya şunu söyledi:) Bu (girişimim), Onun (vezirin) yokluğunda gerçekten kendisine ihanet etmediğimi ve Allah'ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini kesinlikle başarıya eriştirmeyeceğini kendisinin de bilip öğrenmesi içindi. (Yusuf: 52)
“Şüphesiz Allah, (müşriklerin saldırılarını ve sinsi tuzaklarını) iman edenlerden def edip uzaklaştırmaktadır. Gerçekten Allah, hain ve nankör olan kimseyi sevmez (ve onları rezil edecektir.)” (Hacc: 38)
“(Allah) Gözlerin hainliğini (şehvetli ve kötü niyetli seyirlerini) ve kalplerin gizlediği düşünceleri elbette bilip durmaktadır. (Cenabı Hakk, hem hizmet ve fazilet ehline haset ve hıyanet nazarıyla bakanları; hem de başkasının mahremini veya TV, dergi ve internet ekranlarındaki ahlaksız görüntüleri seyre koyulanları bildiğini hatırlatıp, bizleri iffetli olmaya davet buyurmaktadır.)” (Mü'min: 19)
“Allah (yakın çevrelerinin günahlarını ve Hakktan caymalarını bahane ederek salih dava rehberlerini kınayıp kötülemeye kalkışan) kâfirlere (Hz.) Nuh'un karısı ile (Hz.) Lut'un karısını misal vermektedir. Bu ikisi kullarımızdan iki salih kulun (nikâhı) altında idiler. (Ama) Onlara hıyanet ettiler. Bundan dolayı, (kocaları) kendilerine Allahtan gelen hiçbir şeye (karşı) yarar sağlayamadılar. (Onlara verilen belayı savamadılar). İkisine de: Ateşe diğer girenlerle birlikte girin denildi.” (Tahrim: 10)
Döneklik tavrı; fırıldaklık, fırsatçılık, kaypaklık, kolaycılık ve zoru görünce kaytarıcılıktır ve en kötü ahlaktır. Kaypak kavramı; sağlam inancı ve sabit-samimi bir kanaati olmayan, oynak ve fır dönek anlamındadır. Hayatında ve tavırlarında sürekli kaçamak davranan ve ciddi sorumluluklardan ve risk almaktan kaçınan insanları anlatır. Sözünün eri olmamak, ortama göre davranmak, içten pazarlıklı yaklaşmak, çıkarlarına göre tavır almak ve bu münafıklıktan hiç de rahatsız olmamak bunların ortak sıfatıdır ve karakter hamlığını yansıtır. Bunların en tehlikelisi; kendi makam ve menfaati için, en yakınları ve dava arkadaşları dâhil, herkesi harcamaktan sakınmayanlardır. Dostlarını, nerede ve ne şekilde satacakları belli olmayan kahpe insanlardır. Bunlar kendi riyakârlık ve sahtekârlıklarına “dindarlık ve kahramanlık” kılıfı sarmakta ustalaşmıştır. Çıkarı ve şeytani amaçları uğruna herkesle kolaylıkla uzlaşmakta, işleri bitince ve tehlike sezince ise hemen yan çizip uzaklaşmaktadır. Bu münafık tipler, sağdan soldan aşırdıkları malumat kırıntılarıyla bilgiçlik taslamakta da maharet kazanmışlardır. Bunlar iş bitiricilik rolüne de çok meraklıdır ve tabi hep kolaycıdır. Başkalarının yapıcı ve yararlı icraatlarını kendi başarıları gibi sunmakta ve herkese karşı kof bir üstünlük taslamakta ve çoğu yerde hümanistlik satmaktadır.
Hümanizm; genel olarak “akıllı insan” varlığını tek ve en yüksek değer kaynağı olarak gören, bireyin yaratıcı ve ahlaki gelişiminin dini esaslara ve doğaüstü alana hiç başvurmadan, doğal yoldan gerçekleştirebileceğini savunan ve bu çerçeve içinde insanın doğallığını, özgürlüğünü ve etkinliğini ön plana çıkaran felsefi akımdır. İnsanın kendi varlığının ve ilgili çıkarların çok temel bir öneme haiz olduğunu savunan yaklaşımdır. İnsanı, varlıkların meydana getirdiği genel varlık şeması içinde özel bir konuma taşıyan, açıkçası insanı tanrılaştıran bir sapkınlık yaklaşımıdır.
Rahmetli Akif'in:
“Yüzsüzdür insanoğlu kimse bilmez fendini, kime iyilik yaptıysan ondan koru kendini” sözleri bunları anlatmaktadır.
Evet, insanlarla yüz yüze konuşarak her sorunu aşarsın, ama bazı insanlar vardır ki, hangi yüzüne konuşacağını şaşarsın.
“Sözlerinize dikkat edin, düşüncelere dönüşür. Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür. Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür. Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür. Alışkanlıklarınıza dikkat edin, ahlakınıza dönüşür” tavsiyeleri gerçekleri yansıtmaktadır. Çünkü vicdanı ve ahlakı olmayan insanlar çok güzel konuşsa bile, o, yine dilsiz şeytan sayılır.
Hz. Ali'nin dediği gibi: “Kişiyi hak ettiğinden çok övmek riyakârlıktır; hiç de layık olmadığı sıfatlarla yüceltmek ise onu tanrılaştırıp, ondan sağlayacağı makam ve menfaatlere tapınmaktır.”
Bu apaçık çelişkiler, unutkanlık mıdır, yoksa tutarsızlık mıdır?
2003, Lozan antlaşmasının 80'inci yıldönümü: Türk milleti için hem cephenin hem siyasetin zaferi olan Lozan antlaşması, Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerinin atıldığı dönüm noktasıdır.
2006, Lozan antlaşmasının 83'üncü yıldönümü: İstiklal mücadelemizde cephede kazandığımız büyük zaferin diplomatik tamamlayıcısı olan Lozan antlaşmasıyla, bağımsızlığımız ve egemenliğimiz uluslararası alanda tescil edilmiştir, millet ve devlet bu temeller üzerinde yükselmiştir.
2007, Lozan antlaşmasının 84'üncü yıldönümü, Lozan, Türk milletinin tescilidir, Türkiye'nin kurucu belgesidir.
2009, Lozan antlaşmasının 86'ncı yıldönümü: Kurtuluş savaşında kazandığımız zafer, Lozan antlaşmasıyla tamamlanmıştır, antlaşmanın mimarı olan devlet adamlarımızı rahmetle anıyorum.
2013, Lozan antlaşmasının 90'ıncı yıldönümü: Genç cumhuriyetimizin meşruiyetini sağlamlaştıran Lozan antlaşması, tüm dünyada siyasi ve hukuki bir başarı olarak tanınmaktadır.
2014, Lozan antlaşmasının 91'inci yıldönümü: Bu antlaşma, cephelerde elde ettiğimiz zaferlerin masa başında da sürdürülmesiyle gerçekleştirilmiş bir başarı öyküsüdür.
2015, Lozan antlaşmasının 92'nci yıldönümü: Lozan antlaşması Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesidir, temel vizyonudur, bugün bunu idrak ediyoruz.
2016, sadece üç ay önce, Lozan antlaşmanın 93'üncü yıldönümü: Aziz milletimizin inanç, cesaret ve fedakârlıkla elde ettiği zafer, Lozan antlaşmasıyla diplomasi ve uluslararası hukuk alanına taşınarak tescil edilmiştir. Bu antlaşma, devletimizin tapusudur. Cumhuriyetimizin banisi Gazi Mustafa Kemal başta olmak üzere, antlaşmanın mimarı olan devlet adamlarımızı rahmetle anıyorum buyurmuşlardı.
Ama Sn. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, Eylül 2016 27'inci muhtarlar toplantısında konuşurken: “15 Temmuz Türk milletinin ikinci kurtuluş savaşıdır” diyerek “Lozan'ı bize zafer diye yutturdular, o anlaşmada masaya oturanlar aslında bir hezimete sebep oldular” şeklinde bütün bunların aksi ve çelişkili bir tavır takınmışlardı. Acaba bu bir unutkanlık mıydı, yoksa tutarsızlık mıydı? Önceki söylediklerine mi, son ifadelerine mi inanmaktaydı? Hangi amaca ve ihtiyaca binaen böyle davranılmaktaydı?
[1] 17/25 Aralık'la ilgili dürüstçe bir hesaplaşma, Ahmet Hakan, Hürriyet, 26.09.2016
[2] İsmail Kahraman neden Tayyip Erdoğan kadar dürüst olmayı denemiyor? 27 Eylül 2016, Hürriyet