Anasayfa » İsrail Teröründe, İttihatçıların ve Ulusalcıların Suç Ortaklığı!

İsrail Teröründe, İttihatçıların ve Ulusalcıların Suç Ortaklığı!

Yazar: yonetici
0 Yorum 119 Görüntüleyen


İSRAİL TERÖRÜNDE, İTTİHATCILARIN VE ULUSALCILARIN SUÇ ORTAKLIĞI!

 

Bazen “Ergenekon”,
bazen “paralel yapı” bazen “Demukratur iktidarı” kılıfıyla karşımıza çıkan
şerli ve şeytani projelerin hepsi Siyonist organizasyonlardır. Bu
organizasyonların hedefi 
“Arzı Mev`ud”a hâkim olmak ve
Filistin-Kudüs merkezli Büyük İsrail İmparatorluğunu kurmaktır. Bu Proje,
Yahudilerin Kabbalistik rüyalarını gerçekleştirmeyi amaçlamıştır ve bunun için,
Osmanlı Devleti`nin yıkılması veya teslim alınması lazımdı. Bugün Türkiye’nin
federasyonlara ayrılması ve BOP eşbaşkanlığı da aynı Siyonist senaryonun son
aşamasıdır
.

Fransız ihtilalinden
sonra etkinlikleri artan Siyonist odaklar eskiden küçük hesaplar üzerine basit
numaralar çevirirken, artık global kurgular hazırlamaya ve dünyanın
dengeleriyle oynamaya başlamıştır. Uluslararası ticaretin artması, devlet
politikalarını etkileyecek büyüklükte şirketlerin ortaya çıkması Yahudileri
dünyanın en etkili ve tehlikeli gücü konumuna taşımıştır. Bu gün sermayeyi
kutsayan ve devletleri atomize etmeyi hedefleyen sürecin arkasında Yahudi
teorisyenler vardır. Zira Yahudiler az nüfuslarına rağmen büyük dengelerle
oynamayı başarabilen, gizli operasyonlarla büyük olayları tetikleyebilen,
sınırlı güçlerini manivela gibi kullanarak büyük değişimleri etkileyebilen
organize bir yapıdır. Günümüzde Siyonist Yahudiler dünya ekonomisi ve siyaseti
üzerinde her türlü manipülasyonu yapabilecek imkânlara kavuşmuşlardır.

Tarihin her döneminde
büyük devletlerin beynine (yönetim kademelerine) yerleşerek etkili olan
Yahudiler, bu gün ABD’de etkili oldukları gibi; bir dönem Büyük Britanya
imparatorluğunun bünyesinde urlaşmıştı. Osmanlı devletinin zayıfladığı ve
yıkılmaya yüz tuttuğu bu dönemde, Kabbalistik hedefleri doğrultusunda Kudüs ve
çevresini gözlerine kestirip `Arzı Mev`ud` hedefi için kolları sıvamışlardı.
Osmanlı Devleti 1482 yılında İspanya`dan pek çok Yahudi`yi taşıyıp Selanik,
Edirne, İstanbul, İzmir gibi yerlere konuşlandırmıştı. Bu Yahudi’lerden
`Sebetay` dediğimiz kesim, Müslüman görünümünde Osmanlı Devleti`nin önemli
noktalarına sızmaya ve yönetimde, orduda etkili olmaya başladı. Açık Yahudiler
ve batılılar da içimizdeki kripto Yahudilere Osmanlı devletinin önemli
noktalarını ele geçirme konusunda destek olmuşlardı. 2. Abdülhamit Yahudilerin
bu hedeflerini anladığı için Filistin topraklarını şahsi mülkü haline getirmiş,
alınıp satılmasını engellemeye çalışmıştır. Teoderl Herlz liderliğindeki
Yahudilerin: borçların silinmesi mukabili Abdülhamit`e sundukları teklif ve
aldıkları cevap tarihi bir vesikadır. Ama Yahudiler,  o dönemin
ulusalcıları olan ittihatçıları kullanarak 2. Abdülhamit`ten intikamlarını feci
şekilde almışlardır

Ardından 1937 Meclis
konuşmasında “Filistin’de bir Yahudi devleti kurulmasına asla müsaade
edilmeyeceğini” 
 açıklayan Mustafa Kemal, hastalığı azdırılmak
suretiyle devre dışı bırakılmış ve nihayet Siyonizm’i en iyi tanıyan, Ona karşı
en ciddi ve gerçekçi tedbirleri almaya kalkışan Erbakan, 28 Şubat darbeleri ve
AKP hıyanetleriyle iktidardan uzaklaştırılmıştı.

Türkiye'deki “Masonik
Derin Yapı
”nın çekirdek kısmı bütünüyle Yahudilerden oluşmaktadır. Bu
çekirdek kadroda herkesten önce Sebataylar ve Museviler vardır. Öyle ki İsrail
kurulmadan önce ve Mustafa Kemal’in ölümü üzerine Türkiye Cumhuriyeti bu kesim
tarafından “yeryüzündeki ilk Yahudi devleti” olarak anılmıştır.
Türkiye'de sosyal-siyasi-ekonomik vb. hayatın stratejik önemi haiz bütün
alanlarının kontrolünün bu çekirdek kadronun elinde olması stratejik hedef
yapılmıştır. 1908 ihtilalinden sonra bu kesim bürokratik alanların en kritik
noktalarını ellerine almışlardır. Selanik ve balkanlardaki Sebatay-Yahudi
kökenlilerin mübadele ile Türkiye'ye getirilmesi bu kadronun nüfus açısından da
güçlenmesini sağlamıştır. “Merhametten maraz doğar” cinsinden, Osmanlının
İspanya Yahudilerini ülkemize taşıması hangi sonuçları doğurmuşsa, Atatürk’ün
nüfus mübadelesindeki iyi niyeti ve Milli hedefleri de böylece istismara
kalkışılmıştır.

Bugün Siyonist İsrail
devletinin nüfusu yaklaşık olarak 6 milyondur. Nüfusun tamamı Yahudi olmayıp
yaklaşık 1,4 milyonu Filistinli Müslüman Arap’tır. Yani, 90 yıldır süren
soykırımdan sonra bile, Siyonist İsrail devleti sınırları içinde 1 milyon 400
bin Filistinli Müslüman kalmıştır. Toplam nüfusun yaklaşık yüzde 20’sini
oluşturan Filistinli Arapların sahip olduğu toprakların oranı ise, sadece yüzde
3’tür ve bunun da yalnız üçte biri ekilebilir tarım topraklarıdır. Filistinli
Araplar, işgal altındaki Gazze’de gettolarda sefalet içinde yaşamaktadırlar. Bu
bölge, dünyanın en büyük açık hava hapishanesi olarak tanımlanmaktadır. Batı
Şeria’da yaşayan 2,5 milyon Filistinli Müslüman halkın durumu da içler acısıdır.

Amerikalılar İsrail’i
nasıl görüyordu?

1-4 Aralık 2003
sürecinde, ABD’nin genelinde, The Marttila Communication Group adlı araştırma
şirketi tarafından bir kamuoyu yoklaması gerçekleşti. 1200 Amerikalıya şu soru
yöneltilmişti: “Size göre Dünya barışına karşı
hangi ülke bir tehdit oluşturmaktadır?”
Deneklerin yüzde 43’ü, dünya
barışına İsrail’in tehdit oluşturduğunu belirtmişti. Deneklerin yüzde 73’ü,
İsrail’i destekleyen Amerika’nın terörist saldırılarına uğrayacağını
bildirmişti. Bununla beraber, deneklerin yüzde 62’si, her şeye rağmen ABD’nin
İsrail’i desteklemeyi sürdürmesi gerektiği inandığını ifade etmişti. Kamuoyu
yoklamasının en şaşırtıcı sonucu ise şu idi: Amerikalı deneklerin yüzde 37’si,
dünya barışını tehdit eden ülkenin ABD’nin kendisi olduğunu itiraf etmişti.
Siyonist İsrail devleti kurulduğu günden bugüne kadar, yani 60 yılı aşkın bir
süredir, kendi aleyhine olan hiçbir; Birleşmiş Milletler Genel Kurul
sonuçlarını; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını ve Cenova
Anlaşması kurallarını kabul etmemişti.

Sadece iki örnek
yeterliydi: “Siyonizm, bir tür ırkçılık ve ırkçı ayrımcılıktır.
Dünya barışına tehdit oluşturan Siyonizmi şiddetle kınıyor ve tüm ülkeleri bu
ırkçı ve emperyalist ideolojiye karşı çıkmaya çağırıyoruz.” 
(Birleşmiş
Milletler Genel Kurul Kararı No: 3379, 10 Kasım 1975) Siyonist İsrail devleti,
bu kararı tanımayıp reddetmişti. Ve yine “Birleşmiş Milletler Genel
Kurulu, her tür etnik temizleme politikası ve ideolojilerini şiddetle
reddeder.” 
(Birleşmiş Milletler Genel Kurul Kararı NO: 47/80, 16
Aralık 1992) Siyonist İsrail devleti, bu kararı da tanımayıp, Filistin’de etnik
temizleme katliamlarını sürdürmekteydi.

İsrail terör şebekesi
nasıl kuruluyordu?

Siyonist Yahudi
sermayedar Rothschildlerin finans desteği ile Dr. Theodor Herzl, şeytani duygu
ve düşünceler içinde 1896 yılında “Der Judenstaat”, yani “Yahudi devleti” adlı
kitapçığı yazıyordu. Siyonizm’in tohumlarının nasıl atılmış olduğunu anlamak
yönünden bu kitapçık çok önem kazanıyordu. Çünkü, işte bu kitapçıkla Dr.
Theodor Herzl, yüz yıldan fazladır süregelen, günümüzde de tüm şiddetiyle devam
eden Siyonizm’in temellerini atıyordu. Dr. Theodor Herzl, “Yahudi Devleti” adlı
kitapçığı Almanca yazıyordu. Bu kitapçık, Sylvie d’Avigdor tarafından “The
Jewish State” adı altında İngilizceye çevriliyor ve 1946 yılında “American
Zionist Emergency Council” tarafından yayımlanıyordu. Theodor Herzl’in 1896’da
yazdığı, yaklaşık 35 bin sözcükten oluşan “Yahudi Devleti” adlı kitapçığı, altı
bölümden oluşuyordu. Siyonist İsrail’in Filistin işgalinin ve zulümlerinin
bütün aşamalarının temel kaynağı bu kitap oluyordu.

David Ben-Gruion
İstanbul’da ne arıyordu?

1908 yılında
Türkiye’de Jön Türkler devrimi gerçekleşiyor, Osmanlı’da Talat, Enver ve Cemal
Paşalar dönemi başlıyordu. Siyonistler, daha önce Osmanlı Padişahı II.
Abdülhamit’ten isteyip de alamadıklarını, bu sefer Jön Türkler sayesinde
başaracaklarını umarak İstanbul’a gelmeye başlıyordu. İşte bu süreçte, 
David Ben Gurion yanındaki bazı
Siyonist öncülerle beraber, 1912 yılında İstanbul’a gelip Balat semtine
yerleşiyordu. David Ben Gurion, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne
kaydoluyor, ama asıl amacı, Osmanlı devletinin üst düzey yöneticileri ile
irtibat kurup, Osmanlı’nın Siyonizm karşıtı politikalarının değişmesini
sağlamak oluyordu. David Ben Gurion ve Siyonist militan arkadaşları,
İstanbul’da yeraltı Siyonist örgütlenme çalışmalarını da başlatıyordu. Bunlar
1914 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla Filistin’e geri dönüyordu.
Filistin henüz Osmanlı hâkimiyetinde bulunuyordu ve Osmanlı hükümeti, başta
David ben Gurion olmak üzere aralarında sonraları İsrail’in ikinci devlet
başkanı olacak 
İzhak Ben Zvi’nin de bulunduğu Siyonist militanları
Filistin’den kovuyordu.

Siyonistler Türklere
Karşı İngiliz Ordusuna Katılıyordu!

Osmanlı’nın
Filistin’den kovduğu David Ben Gurion, 1915 yılında New York’a gidiyor. İki yıl
burada Siyonizm’in Amerikan kanadını kurmaya çalışıyor ve tanıştığı Paula
Monbesz ile evleniyordu. David Ben Gurion 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı
sırasında önce, Yahudi askeri birliklerin İngiliz ordusu içinde yer alıp
savaşmasına karşı çıkıyor ama İngiliz hükümeti 1917’de Siyonistlere Filistin’de
bir İsrail devleti kurmanın yolunu açan Balfour Deklarasyonu’nu ilan edince,
tavrını değiştiriyordu. Kendisi gibi bir Siyonist militan olan Jabotinski’nin
çağrısına katılıp Yahudi taburların İngilizlerle beraber çarpışarak,
Filistin’in Türklerin elinden alınması savaşını onaylıyordu. Kendisi de gönüllü
olarak, İngiliz ordusunun Mısır’daki 369. Kraliyet Piyade Alayına bağlı üç
Yahudi taburundan birinde Osmanlıya karşı savaşa katılıyordu.

David Ben Gurion İşçi
Kuruluşlarına Sızıyordu!

David Ben Gurion, 1920
yılında kurulmuş olan Histadrut’un (Yahudi İşçi Federasyonu) 1921’de genel
sekreterliğine getiriliyor ve bu görevi 1935 yılına kadar sürdürüyordu. 1930
yılında büyük işçi kuruluşlarını Mapai adlı siyasi partiye bağlıyor ve İsrail
devletinin ilk on yıllarında çok önemli rol oynayacak bu partinin başkanı
oluyordu. Siyonist lider David Ben Gurion, tarihi bir rol oynadığının farkında
olarak ortaya çıktığı ilk günden başlayarak tüm anılarını yazdığı bir günlükte
topluyor ve tuttuğu günlükler binlerce sayfaya ulaşıyordu.

Prof. Dr. Haim
Weizmann 1937’de, Filistin’deki İngiliz Yüksek Komiserine yazdığı mektupta: “Zaman
içinde Filistin’in tamamına yayılacağız”
 diyordu!

28 Nisan 1939
tarihinde Siyonist lider Solomon Goldman’a yazdığı mektupta Prof. Dr. Haim
Weizmann, Filistin’de Arapların ve Dürzilerin Celile ve Doğu Carmel’de sahip
olduğu bütün toprakların ele geçirilme projesinden söz ediyor ve “Eğer
Dürzilere ait olan toprakları ele geçirme projemiz gerçekleşirse, 10 bin Dürzi
Arap’ı Suriye’deki Jabal al-Druze’ye göç ettirir ve onların 300 bin dönüm
arazisine el koymuş oluruz. Eğer 10 bin Dürzi Arap gönüllü olarak Filistin
topraklarından çıkıp Suriye’ye göç ederse, bu geride kalan Araplara da çok
güzel bir örnek oluşturacak ve hiç kuşkusuz diğerleri de aynı yolu
izleyecektir.” 
diyordu.

Birçok araştırmacı
tarafından kitapları kaynak olarak kullanılan 
Tom Segev’in, “1949: The First
İsraelis” (1949: İlk İsrailliler) adlı kitabında özel bir bölüm vardı. “Bu
bölümü okurken, Efendi Teröristlerin Babası Dr. Theodor Herzl’in yalnız
Yahudileri değil, tüm dünya halklarını nasıl yanıltıp aldatmış olduğunu daha
anlayacaksınız”
 diyen sn. Yılmaz Dikbaş haklıydı. İsrailli
gazeteci yazar ve tarihçi Tom Segev, 1945 yılında Kudüs’te doğmuştu. Nazi
Almanya’sında 1935 yılında karısıyla birlikte kaçan babası, ilk İsrail-Arap
çatışmasında öldüğünde, Tom Segev henüz üç yaşındaydı. Tom Segev, Kudüs’te
İbrani Üniversitesi’nde siyasal bilgiler ve tarih öğrenimi yaptıktan sonra
Amerika’ya gitti, Boston Üniversitesinde tarih doktorası aldı. Halen İsrail’in
en ünlü gazetesi Haaretz’de haftada bir köşe yazısı yazmakta ve kültür
politikaları ile insan hakları konularında yorumlar yapmaktadır. Günümüzde,
İsrail medyasında belki de en çok kaynak gösterilen yazardır. Şimdi size
anlatacaklarımın kaynağı, Tom Segev’in “1949: The First İsrael” adlı kitabıdır.

“Yağma, Talan, Soygun,
Irza Tecavüz” Yahudilerin Stratejisi Oluyordu!

“Siyonist Yahudi
teröristlerin önce saldırılarıyla karşılaşan, sonra da kasabaları, köyleri
işgal edilen Filistinli Müslüman Araplar; evlerini, mallarını, dükkânlarını,
topraklarını, çiftliklerini, bağlarını, bahçelerini, hayvanlarını olduğu gibi
bırakıp kaçmaktan ve canlarını kurtarmaktan başka çare bulamıyordu. Kaçıp
gitmek zorunda kalan Filistinli Müslüman Arapların geride bıraktıkları tüm
taşınır ve taşınmaz mallarına, Siyonist işgalciler “terk Edilmiş Mallar” adını
verip el koyuyordu. 14 Mayıs 1948 tarihinde İsrail devletinin resmen
kurulmasından sonra, İsrail hükümeti bu terk edilmiş mallardan sorumlu bir
kuruluş oluşturuyor, adına ise “Terk Edilmiş Malların emanetçisi” diyordu.”

Şimdi sormak lazımdı:
Yaklaşık iki yüz yıl Kudüs ve çevresi Hristiyanların saldırısına uğrarken
Yahudilerin o kutsal Kudüs tapusu niye ortaya çıkarılmamıştı? O süreçte niçin
Avrupa’daki Yahudiler, Hz. Musa’nın sözlerini hiç hatırlamamıştı? Nedendir
bilinmez, kutsal Kudüs’ün kutsal tapusuna sahip olduklarını iddia eden
Yahudiler, (Arz-ı Mev’ud) “söz verilmiş toprakların” savunmasını, yaklaşık iki
yüz yıl Müslümanlara bırakmışlardı! Ama şimdi sistemli ve seri katliamların,
yağma, talan, soygun ve ırza tecavüzlerin, etnik temizliğin ve soykırımın
sonucu, Müslüman Araplar Filistin’de yüz yılardır yaşamakta oldukları evlerini,
topraklarını bırakıp mülteci kamplarına göçe zorlanmıştır. İşte bu zorunlu göç
hakkında Siyonist Prof. Dr. Haim Weizmann belki 50 konuşmasında: “Kutsal
topraklar mucizevi bir biçimde TEMİZLENİYOR. İsrail’in işi, mucizevi bir
biçimde kolaylaşıyor.”
İtirafında bulunmaktadır.

Siyonistlerin Jön
Türklerle İlişkileri Sürekli Gizleniyordu!

Dr. Theodor Herlz’in
ölümünden sonra, 1905 yılında İsviçre’nin Basel kentinde toplanan 8. Dünya
Siyonist Kongresi’nde Dünya Siyonist Örgütü liderliğine David Wolffsohn
atanmıştır. Osmanlı Padişahı II. Abdülhamid’ten Filistin topraklarını alamayan
Siyonistler, tüm ümitlerini Sultan’a karşı Avrupa’da başkaldırı örgütlenmesi
içinde bulunan Jön Türklere bağlamıştır.

Jön Türkler Kimlerden
Oluşuyordu?

Osmanlı Padişahı II.
Abdülhamit döneminin (1876-1909) sonlarına doğru Osmanlı Devleti borç batağına
batmıştı. Alacaklı devletler, günümüz IMF’sine benzer, Düyun-i Umumiye yani
“Genel Borçlar” adlı uluslararası bir kurum kurarak devlet gelirlerine el
atmışlardı. II. Abdülhamit’in kurduğu batı standartlarına göre eğitim yapan
okullarda okuyan ve beyni yıkanıp kışkırtılan yeni kuşak, ülkenin içinde
bulunduğu durumdan hoşlanmamakta, siyasi baskı altında hiçbir gelişme sağlayamayacağını
savunmaktadır. Bu gençler yeni düşünceleri paylaşan diğer aydınlarla buluşup
gizli dernekler kurarak mücadelelerini yeraltında yürütmeye çalışmaktadır. Bu
mücadeleyi özellikle yurt dışında sürdüren kişilere ve bunların kurduğu
örgütlerin tümüne birden “Jön Türk” adı takılmıştır. Bu deyim Fransızca “Jenune
Turc”
 teriminden çıkarılmıştır. İngilizler de aynı türden kişi ve
örgütlere Genç Türkler anlamına gelen, “Young Turks” demeye başlamıştır. Jön
Türklerin temel siyasi amacı, II. Abdülhamit’i devirmek ve yerine, ülke
yönetiminde padişahla beraber bir halk meclisinin de bulunduğu meşruiyet
düzenini kurmaktı.

İşte Jön Türklerin bu
amacı, farklı nedenlerle de olsa, Siyonistlerin amacıyla örtüşüyordu. Jön
Türklerin başlattığı düzen karşıtı yeraltı mücadelesi, giderek bütün gizli
dernekleri çatısı altında toplayan İttihat ve Terakki Cemiyeti’ni (Birlik ve
İlerleme örgütü) doğurdu. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin asker üyeleri Temmuz
1908’de Saray’a başkaldırdılar. Padişah II. Abdülhamit, Meşrutiyeti yeniden
ilan etti, seçimler yapıldı ve meclis oluştu. İşte, Jön Türklerin
başkaldırışıyla başlayıp, 1908’de Meşrutiyetin yeniden ilanıyla sonuçlanan
gelişmeye batılılar, Jön Türk Devrimi diyordu. 1908 Jön Türk devriminden sonra,
Dünya Siyonist Örgütü lideri David Wolffsohn ve Vladimir Jabotinski İstanbul’a
geliyor ve Türkiye’deki yerli Siyonistlerden Emanuel Karasso, Moiz Kohen, Hayim
Nahum, Nissim Ruso, Behar Efendi ve Vitali Efendi ile toplanıyordu.
Siyonistlerin şimdi tek bir amacı vardı o da Filistin’e göç yasağını kaldırmayı
hedefliyordu.

Bu amaçlarına
ulaşabilmek için Jön Türklere baskı yapmaya başlanıyor, devrin önde gelen
liderleri Enver Paşa, Talat Paşa ve Nazım Beyle görüşülüyordu. Dönemin bu güçlü
kişileri, Yahudilerin Filistin’e göçünün yararlı olacağı kanısını taşıyordu.
Siyonist öncüler, Osmanlı Sadrazamı Hüseyin Hilmi Paşa’yı da ziyaret edip
destek istiyor, Sadrazam da Filistin’de yerleşmek isteyen Yahudilerin göçüne
karşı çıkmayacağını açıklıyor ve Filistin’deki Yahudilere uygulanan yasakları
kaldırılıyordu. Kaldırılan bu yasakların başında Sultan II. Abdülhamit
döneminde Yahudilere verilen “Kırmızı Tezkere” geliyordu. Ardından
Siyonistlerin Filistin’de toprak satın almaları İttihatçı masonlarca serbest
bırakılıyordu. Siyonistler için bu karar, çok önemli bir aşamayı oluşturuyordu.
Siyonistler bu kararları aldırmadan önce, çoğu dönme ittihatçı yöneticilerine iki
konuda söz veriyor, Osmanlı uyruğuna katılacaklarını ve parasal yardımda
bulunacaklarını söylüyordu.

“Şubat 1909’da bir
Osmanlı Siyonist Olan Emanuel Karasso Filistin’i de kapsayan “Osmanlı Göçmen
Şirketi”ni kuruyordu. Dr. Victor Jacobson da, Osmanlı İmparatorluğu içindeki
Siyonist girişimleri desteklemek amacıyla “Anglo-Levantine Banking Company”
adlı banka açıyordu. Aynı süreçte, Siyonizm’i özgürleştirmeyi amaçlayan
Fransızca iki gazete İstanbul’da yayınlanmaya başlıyordu.

Siyonist hareket
Komitesi’nin öncülerinden Jacobus H. Kann, 1907 ilkbaharında Filistin’e gidiyor
ve yaptığı gezinin izlenimlerini 1909 yılında “Erez İsrael” yani “İsrail Yurdu”
adıyla yayınlıyordu. Bu kitapta Yahudilerin, Filistin’de sınırları kuzeyde
Lübnan’dan doğuda Şam-Akabe demiryolu sınırına, güneyde Mısır’a ve batıda
Akdeniz’e kadar uzanan “Bağımsız Yahudi Devleti” istedikleri açıkça yazıyordu.
Yahudilerin bu tavrı, İttihatçılara katılmış bazı milliyetçi aydınları, Osmanlı
İmparatorluğu’nun geleceği açısından ürkütmeye başlıyor ama iş işten geçmiş
bulunuyordu. Siyonizm’in özellikle Batılı devletler tarafından desteklendiğini
ve bu durumun sonuçta Osmanlı devleti’nin zararına işleyeceğini gören bazı Jön
Türkler, tutumların değiştirip pişmanlık duysalar da kötü gidişatı değiştiremiyordu”
diyen Milli duyarlı
yazarımız Yılmaz Dikbaş’ın[1] hala Jön Türkleri ve İttihat ve Terakki
Cemiyetini aklama çabaları hayret uyandırıyordu. Çünkü Jön Türkler ve İttihat
Terakkiciler, öyle gaflet ve iyi niyet sonucu değil, kasıtlı ve hesaplı bir
şekilde Siyonistlere hizmet ve ülkeye hıyanet ediyor, bunların bir kısmı
genlerinin ve sabataist geleneklerinin gereği olarak böyle davranıyor, bazıları
da maalesef makam ve menfaat hırsıyla ve gaflet dolasıyla bu tahribatlara alet
oluyordu. Bugün bile bu damarların takipçileri hala ve ısrarla aynı tavırları
sergiliyordu.

Bunların devamında:

“Siyonistlerin tüm çabalarına rağmen,
ittihatçılar 1912 yılında Siyonizm’e karşı kesin tavır almışlardır.
 Siyonistler,
kendilerine Filistin yolunu açmayan II. Abdülhamit’e karşı nasıl düşmanca tavır
almışlarsa, bu kez de İttihatçılara ve Osmanlı Devleti’ne karşı aynı düşmanlığı
göstermeye başlamışlardır. Bu düşmanlık, I. Dünya Savaşı arifesinde kendisini
apaçık ortaya çıkarmış, Kurtuluş savaşının en büyük kahramanlarından Kazım
Karabekir’e şu sözleri söyletmek zorunda bırakmıştır: “Yahudiler
Türkiye’deki savaş ortamından yararlanarak büyük ekonomik çıkarlar sağlamak ve
hem de Siyonist idealler çerçevesinde Filistin’e sahip olabilmek için Osmanlı
Devleti’ni I. Dünya Savaşı’na sokmaya çalışan ve bu yönde kışkırtmalarda
bulunan unsurlardan biri olmuşlardır.”[2] 
Şeklindeki saptama ve
yorumlar da tam bir saptırmaca ve safsataydı. Osmanlının I. Dünya savaşına
bulaştırılıp yıkılışının da, Filistin’de bir çıbanbaşı olarak Siyonist ve Terörist
İsrail’in kurulmasının da 1937’deki Meclis konuşmasında;“Batılıların kutsal
bölgede bir Yahudi Devleti kurmalarına asla müsaade edilmeyeceklerini”
açıklayan
Mustafa Kemal’e karşı, daha önce hem Şeyh Sait isyanını hem İzmir Suikastını
hazırlayan ve bu işte eski ittihatçıları kullananların da aynı odaklar olduğu
görmezlikten gelerek yakın tarihimizi doğru okumak ve Siyonizm’e karşı ciddi ve
caydırıcı tedbirler almak imkânsızdı. Ve bir tespit daha: Böylesine önemli ve
gerekli bir kitap yazıp da, Erbakan’ı hala haklı bulmamak ve hayırla anmamak,
acaba nasıl bir psikolojiyi yansıtmaktaydı!?

“Elbette, Yahudi
devleti kurmak isteyen Siyonistlerin ilk hedefi, Filistin topraklarına yerleşim
otonomi kurmaktı. Siyonizm’in Babası Dr. Theodor Herzl’in yaptığı planı
uygulamaya koyan Siyonistler, Osmanlı İmparatorluğu’nun toprakları olan
Filistin’e göç edip orada yerleşebilmek için önce Sultan II. Abdülhamit’e,
sonra Osmanlı Devleti’nde yönetimi ele geçiren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin
liderlerine büyük paralar teklif etmişler, çeşitli konularda ciddi sözler
vermişler, ama Sultan II. Abdülhamit’i kandıramamışlardı. İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin liderleri ise Avrupa’ya gelen Siyonistlerle Türkiye’de yaşayan
bazı Siyonist Yahudilerin verdiği sözlere önce kanmışlarsa da, üç ay gibi kısa
bir süre sonra aldatıldıklarının farkına varıp, Siyonistlerin Filistin’i ele
geçirme emellerine karşı çıkmışlardı”
tespitleri de, doğrularla yanlışları
harmanlayıp, ittihatçıları aklama çabasıydı.

Albert Einstein,
Siyonistleri “Terörist” Olarak Niteliyordu!

Menahem Begin, 1948
yılında Herut (Özgürlük Hareketi) adlı bir siyasi parti teşkil etmişti.
Partisini tanıtmak, yaklaşan genel seçimlerde taraftar ve destek bulmak
amacıyla ABD’ye gitmişti. Orada iyi karşılanmış, dönemin ünlü Amerikalı
Yahudileri, ona her tür desteği vereceklerini söylemişti. Ancak tam karşıt
görüşte olanlar da vardı ve bunların başında 
Albert Einsteingelmekteydi. Menahem
Begin’in, Kasım 1948’deki ABD ziyareti sırasında, 20. Yüzyılın kuşkusuz en önde
gelen bilim adamı, kuramcı çağdaş fiziğin babası, Yahudi asıllı Albert
Einstein, 27 ünlü Yahudi arkadaşı ile birlikte, New York Times gazetesine bir
mektup göndermişti. 4 Kasım 1948 tarihli bu mektupta, Albert Einstein ve
arkadaşları, Menahem Begin’in temsil ettiği İsrailli Siyonistleri, “İsrailli
Naziler” diye nitelenip ve lanetlenmişti.

İşte, Sn. yazarımızın
kitabında naklettiği Albert Einstein ve 27 arkadaşının New York Times
gazetesinde 4 Aralık 1948 tarihinde yayınlanan mektubunun Türkçe metninin bir
kısmı şöyleydi.

 “New York Times
Gazetesinin Yazı İşleri Müdürü’

4 Aralık 1948

Zamanımızın en kaygı
verici olaylarından biri de, yeni kurulmuş olan İsrail devletinin ve Herut
(Özgürlük Partisi) adı altında bir siyasi partinin ortaya çıkmış olmasıdır. Bu
parti; örgüt yapısı, uyguladığı yöntemler, siyasi felsefesi ve toplumsal yaklaşımıyla, Nazi
ve Faşist
 partilere benzemekte (ve aynı yöntemleri uygulamaktadır). Bu
parti, Filistin’deki İrgun adlı terörist, sağcı, şovenist bir yeraltı
örgütünün
 bir uzantısı olarak ve bu örgütün üyeleri tarafından
kurulmuş bulunmaktadır.

Bu partinin lideri Menahem Begin’in ABD’ye yaptığı
hali hazır ziyaretin çok iyi hesaplanmış amacı, yaklaşmakta olan İsrail genel
seçimlerinde, partisinin Amerikan desteğini almış olduğu izlenimini vermek ve
ABD’deki Siyonistlerle siyasi bağları güçlendirmektir. Ulusal üne sahip çok
sayıda Amerikalı, Menahem Begin’e ABD’ye hoş geldiğini bildirmişler, onun
destekçileri olarak adlarının kullanılmasına izin vermişlerdir. Eğer Bay
Begin’in siyasi geçmişi ve geleceğe dönük planları hakkında doğru bilgi
verilmiş olsaydı, tüm dünyada faşizme karşı olan bu kişilerin Bay Begin’in
temsil ettiği harekete destek olmaları, bu yönde isimlerinin kullanılmasına
izin vermeleri düşünülemezdi. Bey Begin’e halk adına parasal bağışlarda
bulunup, Amerika’da geniş bir kesimin İsrail’deki Faşist girişimi desteklediği
izlenimi yaratılarak tamiri sonradan mümkün olmayacak zararlar verilmeden önce,
Amerikan halkı Bey Begin’in siyasi geçmişi ve amaçları hakkında
bilgilendirilmelidir.

Begin’in partisinin
halka yapmış olduğu açıklamalar, asla onun gerçek karakterinin bir göstergesi
olamayacaktır. Onların şimdi özgürlükten, demokrasiden, anti-emperyalizmden söz
etmelerine aldanmamalıdır. Oysa yakın zamana kadar açıkça Faşist devletin
doktrinini anlatıyorlardı. Bu terörist parti, eylemleriyle kendini açığa vurmakta
ve geçmişte yapmış olduklarına bakarak gelecekte neler yapacaklarını ortaya
koymaktadır.

Şok edici bir örnek
olarak, onların bir Arap kasabası olan 
Deyr Yasin’de yapmış oldukları
vahşet ve cinayetleri hatırlatmalıdır. Burası ana yollardan uzakta Yahudi
topraklarıyla çevrili bu kasabaydı, çatışmalara karışmamıştı, hatta burayı
kendilerine bir üs yapmak isteyen Arap direnişçilerini bile kasabaya
sokmamışlardı. Ama bütün bunlara rağmen, çocuk, kadın, ihtiyar, hepsi topyekün
katliamdan kurtulamamışlardı”
 diyen Yahudi bilim adamı Albert
Einstein ve insaf ehli Yahudi arkadaşları, ta o günlerde İsrail’in terör
vahşetine ve Siyonistlerin şeytani hedeflerine dikkat çekmişlerdi. Aynı insani
duyarlılığı bugün de gösteren Yahudiler görülmekteydi. Ama Deccalın anarşistleri
Siyonist Yahudiler büyük bir felakete uğramadan bu zulüm ve rezaletlerden asla
vazgeçmeyeceklerdi.

Her şeye rağmen
İsrail’in Mümin mücahit bir liderce üretilen ileri teknoloji harikalarıyla
hezimete uğratılıp teslim alınacağını haber veren Kur’an ayetlerinin asla
unutulmaması ve yakın geleceğe umutla bakılması gerekiyordu!

“Kitap ehlinden olan
kâfirleri (Beni Nadir Yahudilerini) ilk sürgünde (Asrısaadet döneminde)
yurtlarından çıkaran O (Allah’tır). Siz, onların (zulüm yaptıkları diyardan
sürülüp) çıkacaklarını hiç sanmamıştınız; onlar da kalelerinin (ve teknolojik
üstünlüklerinin) kendilerini Allah’ın (gazabından) koruyacağını zannedip
durmuşlardı. Böylece Allah(ın azabı) da, hiç hesaba katmadıkları bir yönden (ve
harika yöntemlerle) gelip onları kuşattı, yüreklerine korku saldı, öyle ki
evlerini kendi elleriyle ve müminlerin elleriyle tahrip ediyorlardı. Artık ey
basiret sahipleri ibret alın (bugünkü zalim ve fesatçı Yahudilerin ve
müşriklerin de aynı akıbete uğrayacaklarını unutmayın).”
 (Haşr:2)

“Onların Allah’ın
elçisine verdikleri “FEY’e” (savaşsız kazanılan ganimet, servet ve devlete)
gelince; ki siz buna karşı (bu zaferi kazanma kastıyla) ne at ne deve
koşturmamış (tank ve füze kullanmamış)tınız. Ancak Allah, elçilerini
dilediklerinin üstüne musallat (edip muzaffer) kılmaktadır. Her şeye gücü yeten
Allah’tır”
 (Haşr:6)

ayetleri, teknoloji
harikalarıyla İsrail ve ABD’nin hezimete uğratılacağını ve onların bütün silah
sistemlerinin çalışmaz hale sokulacağını haber veren Rahmetli Erbakan’ı haklı
çıkarmaktadır. Siyonist patronları derbeder olup yıkılınca, işbirlikçi
piyonlarının ve BOP taşeronlarının ayakta kalacağını zannedenler ise elbette
aldanmaktadır. Yukarıdaki ayetlerde Yahudiler için “ilk sürgün”den
bahsedilmesi, bunun ileride aynen benzerinin yaşanacağına da işaret
buyrulmaktadır.


[1] Bak: efendi
Teröristler 2.Baskı Asya Şafak Yayınları. Sh: 80-81

[2] Age Sh:82

 

















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi