HAKAN FİDAN: BAŞÇAVUŞLUKTAN, BAŞBAKANLIĞA MI?
NATO tezgâhından, ABD ve İngiliz tornasından geçip basamakları hızla tırmanmıştı.
Hakan Fidan 1986da muhabereci astsubay çıktı. Daha sonra yurt dışı görevine atandı. Gittiği yer 2. Dünya Savaşı sonrası İngiliz ordusuna tahsis edilen Rheindahlen Askeri Kompleksinde konuşlu ARRC Karargâhıydı. Burayı hem İngilizler, hem de NATO kullanıyordu. ARRCKarargâhındaki bu görevde 3 yıl kaldı. Amerikan Maryland Üniversitesi bu üstlerle anlaşmalıydı. ABD askerinin olduğu her yerde bu okulun şubesi vardı ve daha doğrusu CIA kullanmaktaydı. Bu kapsamda askerlere üniversite öğrenim hizmeti de sağlanırdı. Fidan, ARRC karargâhında görev yaparken bu üniversitede kendisine siyaset ve yönetim bilimi okutmuşlar ve 4 yıllık üniversiteyi ona 2 yılda tamamlatmışlardı.
Şimdi yurt dışında alınan diplomaların denklik, gerçeklilik ve geçerliliklerini, incelemeye aldıran YÖK Başkanı Sn. Yekta Saraç tarafından, acaba Hakan Fidana; NATO bünyesinde sağlanan özel iltimasla, 4 yıllık okulu 2 yılda nasıl bitirdiği de sorulacak ve araştırma yapılacak mıydı?
İşte İngilizlerin kontrolünde olan ARRC karargâhındaki bu görev, Fidanın hayatındaki dönüm noktası sayılırdı. Bu görevden sonra önü açıldı ve baş döndürücü bir hızla yukarılara doğru tırmanmaya başladı. Hakan Fidan TSKdan istifa ederken önemli görevlere atanacağı çok önceden tasarlanmıştı. Daha Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı iken MİT Müsteşarlığına getirileceği konuşulmaktaydı. O günlerde önemli görevlerde bulunmuş üst düzey bir bürokrat da bunu doğrulayarak, Bir gün dönemin MİT Müsteşarı Emre Tanerle sohbet ediyorduk. Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı Hakan Fidana dikkat çekti. Yakında bunu MİTin başına getirecekler ifadesini kullanmıştı. Belli ki çok önceden yapılmış planlar vardı, itirafında bulunmuşlardı.
Fidanın enteresan işleri bunlarla da kalmamıştı. Fidan daha Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı iken özel uçakla Ortadoğu ve bölge ülkelerinde sürekli dolaşmaktaydı. Yanında da genellikle o zamanlar Başbakanlık Dış Politika Danışmanı olan Ahmet Davutoğlu vardı. Uçağı kimin verdiği, ziyaretlerin ne amaçla gerçekleştiği ve kimin finanse ettiği saklı bir sırdı. Ziyaretlerde sık sık kesişen merkez ise Katardı.
Yahudi John Brennan Hakan Fidan ile kanka çıkmıştı!
İstifa eden MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile ABD Başkanı Barack Obamanın CIA Başkanlığına aday gösterdiği John Brennanın sıkı dost oldukları ortaya çıkmıştı. Obama tarafından CIA Başkanlığına aday gösterilen ve adaylığı işkence yanlısı tavırları ve İnsansız Hava Araçları operasyonlarına destek çıkması ile sürekli tartışılan John Brennan, MİT Müsteşarı Fidan ile geçen dört yıl içinde sık sık bir araya gelip buluşmuşlardı. Fidan ile Brennan, ABD Başkanı Obamanın ilk döneminde yürüttüğü Terörle Mücadele Danışmanlığı görevini yürütürken karşılıklı görüş alışverişinden başlayarak sıkı bir dostluk kurmuşlardı. Nitekim, bu dostluk, Hakan Fidanın Brennana verdiği iki hediye ile iyice sağlamlaşmıştı. Bu hediyelerden biri camdan yapılma yeşil renkli dekoratif bir tabak (2010 yılında verilmiş) diğeri ise yine dekoratif amaçlı metal bir kaptı (2011 yılında hediye edilmiş). Ve de işte bu hediyeler yasa gereği Brennanın ABD Kongresine verdiği alınan hediyeler listesinde yer almıştı.[1]
Kulislere göre Ahmet Davutoğlu, Tayyip Erdoğanın militanı konumunda olan Efkan Ala ile Yalçın Akdoğanı seçim sonrasında etkisizleştirmek için, eski arkadaşı olan Hakan Fidanla bir ekip kurmak hesabındadır. Keskin bir başka iddia ise; Hakan Fidanın Tayyip Beyin sağlığı ile alakalı yakın bilgilere sahip olduğu ve ona göre davrandığıdır. Ne olursa olsun Hakan Fidan olayı, Türkiyenin bir aşiret devleti gibi yönetildiğinin fotoğrafıdır. Tayip Erdoğan, MİT Müsteşarı için sırdaşım diyorsa o kurum devletin değil, artık Tayyipin hizmetkârıdır İlaveten MİT Müsteşarı nasıl partili olur ve Dinlenmek için mebus olacağım ne anlam taşımaktadır.
Bazılarına göre Hakan Fidan, Tayip Erdoğanın onayını almadan asla ve kata MİTten istifaya kalkmazdı. Peki buna rağmen Erdoğan niçin mi Fidanın milletvekili olmasına karşı çıkmıştı? Birinci iddia, AKPde uç veren isyanı önlemek amaçlıdır. Sadece Abdullah Gül ve Bülent Arınçlar değil, Ahmet Davutoğlu, Efkan Ala ve hatta Yalçın Akdoğan bile Hakan Fidanın siyasete girip Başbakanlığa tırmanacağından kendi hesapları bağlamında endişe duymaktadır. Öyle ki Fidanın adaylığı bu anlamda partiyi sarsmış ve Erdoğan zorunlu olarak frene basmıştır. İkinci iddia, Tayyip Erdoğan başkanlık rejimi ve federasyona, Hakan Fidanın Başbakanlığı ile daha kolay geçebileceği kanaatini taşımaktadır yorumlarında acaba ne kadar haklılık payı vardı?
Çözüm sürecinin en önemli aktörü Hakan Fidan, Başbakana istifasını sunmadan önce yakın çevresine şunları aktarmıştı; Abdullah Öcalan, *egosantrik[2] (benmerkezcilik) bir kişilik. Her şeyde merkeze kendini koyuyor. Kandil ile arasının açılmasını istemiyor. Kandilin isteklerini, kendisininkiymiş gibi açıklıyor. Onun her açıklamasını ve mesajını ciddiye almak gerekmiyor. Kandil bile çoğu zaman Öcalanın söylediklerini dikkate almıyor Evet!.. Öcalanı öve öve bitiremeyen AKPnin kozmik odasına bu sözler ve beraberinde yapılan can sıkıcı değerlendirmeler bomba gibi patlamış ve sonrasında da malum istifa yaşanmıştı!?
Fidanın adaylığı AKPyi karıştırmıştı!
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, eşi Emine Erdoğan ile bakanların ve işadamlarının bulunduğu bir heyetle Kolombiya, Meksika ve Kübayı kapsayan Latin Amerika turu öncesinde Atatürk Havalimanı Devlet Konukevinde basın toplantısı yapmıştı. MİT Müsteşarı Hakan Fidanın milletvekili aday adaylığı ve muhalefetin tepkisiyle ilgili soru üzerine Erdoğan, şunları aktarmıştı: Sayın Fidanın adaylığına ben olumlu bakmıyorum. Bunu Sayın Başbakana da söyledim. Adaylığını kabul etmek veya onu aday olarak göstermek, sayın Başbakanın takdiridir. Acaba bu sözler Başbakan Davutoğlunun Cumhurbaşkanı Erdoğanı artık takmadığı! şeklinde mi yorumlanmalıydı?
Arınç kendilerine oy vermeyen yüzde 50 üzerinden ANAP da böyle yıkıldı! diyerek partisini uyarmıştı.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç CNN Türkte katıldığı bir programda, AKPnin geleceği konusunda endişeleri olduğunu açıklamıştı. Eskiden sokağa çıktıklarında taraftarının kendilerini sevdiklerini muhaliflerin de saygı duyduğunu kaydeden Arınç, Şimdi bir nefretle bakış seziyorum. Kemikleşme, kamplaşma var itirafında bulunmuşlardı. Emanet (görev ve yetkiler) ehlinde olmalı. Onun bunun yakınında, tarafında, şurasında, burasında kesinlikle olmaz. ANAPı yıkan budur, DYPyi yıkan budur. CHPyi bu halde bırakan budur. Kemikleşme, kamplaşma var. Bu bizim yüzde 50 oyumuza engel olmaz. Ama Türkiye yönetilebilir bir ülke olmaktan çıkabilir. Biz yumuşatmalıyız. Siyasette yumuşak dil çok önemlidir. Bağırarak, çağırarak, küçülterek onu güçsüz kılarak bir noktaya getirdiğiniz zaman misal doğru mudur bilmiyorum ama kediyi çok sıkıştırırsanız sonunda yüzünüzü cırmalar diyen Arınç acaba AKPnin sonunun yaklaştığını mı hatırlatmıştı?
Hakan Fidan, Erdoğana rağmen mi adaylığını açıklamıştı?
Erdoğanın Fidanın adaylığına sıcak bakmıyorum demesi kafaları karıştırmıştı. Örneğin daha önce Fidan için destek mesajı atan Şamil Tayyar gibiler, Erdoğanın açıklaması sonrasında o mesajlarını sosyal medyadan silmeye kalkışmıştı. (Mesaj silmeleri haber olunca, sistem arızası deyip o mesajı yeniden yayınlamışlardı!)
Peki Erdoğan acaba gerçekten de Fidanın adaylığına karşı mıydı?
Keşke Erdoğanın mazisi, 40 yerde BOP eş başkanıydım dedikten sonra bunu iddia eden şöyledir, böyledir gibi örneklerle dolu olmasaydı da, biz de rahatça Erdoğan sıcak bakmıyorum dediğine göre, sıcak bakmıyordur diyebilseydik!. Erdoğan sadece kamuoyunun önüne bir bilmece bırakmadı, daha önemlisi Davutoğlunun eline bir el bombası bıraktı! diyenler haklıydı. Hakan Fidanın adaylığı ve ortaya çıkan somut tepkilerden sonra Erdoğanın sıcak bakmıyorum mesajı vermek durumunda kalması, aslında 4 başlıkta süren AKP cephesindeki sertleşen çarpışmanın bir sonucu mu olmaktaydı?
Bu oyunun şifreleri sırıtmaktaydı.
Bazı kuru heves, boş kafes sahiplerine göre:
1- Alevi, laik ve sol oylar PKK’nın kuyruğuna takılacaktı.
2- HDP en güçlü şekilde Meclise taşınacak, Türkiye’nin çözülmesi süreci hızlandırılacaktı.
3- CHP “açılım”a sıkıca bağlanacak, seçim sonrasında hangi hükümet kurulursa kurulsun, dolaylı payandalık yapacaktı.
Bütün bunlara AKP’nin cevabı? Hakan Fidan’ı sahaya sürmek şeklinde mi okunmalıydı? Bu Kandil’e değil de İmralı’ya verilen bir mesaj mıydı? İmralı müzakerelerinde Hakan Fidanın temsil seviyesi daha yükseğe mi çıkarılmaktadır? Öcalan’ın karşısında artık en azından başbakan yardımcısı mı oturacaktı? soruları ciddiye alınmalıydı!
Acaba Erdoğana Kumpas mı Kurmuşlardı?
Fidan önce Erdoğana gidip aday olmak istediğini söylüyor, Erdoğan olmaz diyordu. Sonra Ahmet Davutoğluna gidip ısrarını sürdürüyor, Erdoğana gidip izin istiyordu. Erdoğan yine soğuk bakıyor, buna rağmen 7 Şubat günü işi oldubittiye getirip istifasını açıklıyordu. Kulislere yansıyan bilgilere göre, Erdoğan bu işe çok bozuluyor ve hatta ağır ifadeler kullanıyordu. Erdoğanın yakın çevresinin, Davutoğlu-Fidan, Cumhurbaşkanına kumpas kurdu ifadeleri dikkat çekiyordu.
Erdoğan Güney Amerika gezisine çıkarken Hakan Fidanın adaylığına ilişkin tavrını açıkladı. Uçağına bindirdiği gazetecilere olayın detaylarını anlattı. Davutoğluna görüşünü hatırlattığını, Davutoğlunun takmadığını dolaylı da olsa ağzından kaçırdı. Ben Sayın Fidanın adaylığına olumlu bakmıyorum diyerek. Kızgınlığını da belirtip, Ona bazı vaatlerde bulunmuş olabilirler sözü ise kafaları karıştırdı. Peki Fidan MİT Müsteşarlığı gibi bir görevi bırakıp neden kapağı Meclise atma telaşındaydı? Herkes gibi Hakan Fidan da AKPnin sonunun yaklaştığının farkındaydı. Konumu nedeniyle gerçek anketleri biliyorlardı. Ortada kalmak istemiyordu. Çünkü çok riskli işlere imza atmıştı. Paçasını kurtarmak telaşıyla dokunulmazlık zırhına sığınmaktaydı[3]
AKP eski anlaşmalı yol arkadaşlarıyla (Cemaatle) yolunu ayırıyor, aralarında büyük bir mücadele başlıyordu. Kamuoyu geçen sene, 7 Şubat MİT kriziyle taraflar arasındaki sorunlardan haberdar oluyor, Hakan Fidan ismi üzerinde başlayan tartışma kısa sürede ortaklar arasında derin bir çatlağa dönüşüyordu. Her iki taraf birbirine ağır suçlamalar yöneltiyor, olaylar büyüdükçe büyüyor, sonunda gerilen ipler kopuyordu. İşte geçen gene bir 7 Şubat günü Hakan Fidan görevinden istifa ediyor, bu sefer Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında soğuk rüzgârlar esiyordu. Eski MİT Müsteşarı Fidanın sıradan bir milletvekili olmak için bu görevden ayrıldığını düşünmek en hafifinden saflık alameti sayılıyordu. Önce Dışişleri Bakanlığı, sonra başbakanlık konuşuluyordu. Sayın Cumhurbaşkanı, Fidanın istifasına ve milletvekili adaylığına rızasının olmadığını açıklıyordu.
Evet… AKP bu gidişle mukadder sonuna yaklaşmaktaydı!
Kaldırılan toz bulutunun altında ne işler çevriliyordu? Önceleri Gül ve Erdoğan etrafında dengeler oluşturulmuştu. Numan Kurtulmuşun ekibe katılmasıyla beklentiler çeşitleniyordu. Ahmet Davutoğlunun başbakan oluşu henüz hazmedilemeden şimdi Hakan Fidan üzerinden yeni beklentiler oluşturuluyordu. AKPde durgun gibi görünen sular iyice dalgalanmış görünüyordu. Ayrıca bu iş geçmişte yaşanan bazı hadiseleri çağrıştırıyordu! Turgut Özal Çankayaya çıkınca partisinde yaşananlarla, bugünkü iktidar partisinde yaşananlar arasındaki benzerlikler açıkça sırıtıyordu.[4]
Hakan Fidanın istifası: Açılımın faturası bana çıkar telaşı mıydı?
Erdoğana rağmen istifa eden Fidan için Açılım süreci kanlı biteceği için kaçıyor yorumları yapılmıştı. Ayrıca Fidanın istifasında bir dönem yakınında bulunduğu Abdullah Gülün etkisi olduğu da konuşulmaktaydı. Sn. Erdoğanın konuyla ilgili sözlerinden sonra kulislerde birçok senaryo dolaşmaya başlamıştı. Gerek siyaset gerek güvenlik koridorlarında açılım ve Abdullah Gül etkisi öne çıkmaktaydı. Buna göre, ilk aşamada öne çıkan tespit açılım sürecinin sürdürülemez konuma ulaşmasıydı. Açılımı fırsat bilerek Güneydoğu Anadolu Bölgesinde halka zulüm yapacak koşulları oluşturan PKK, önümüzdeki aylarda taleplerini dayatmak için özellikle şiddet eylemlerine hazırlanmaktaydı. Bu durumu Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere tüm güvenlik birimleri saptamıştı. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Abdullah Atayın 19 Ocaktaki Bakanlar Kuruluna yaptığı sunumda da bu tehlikeler aktarıldı. Bazı mahfillerde ise Abdullah Gülün AKPye hâkim olmaya çalıştığı ve Erdoğan ile mücadelesini hala bırakmadığı ve Ahmet Davutoğlu ve Hakan Fidan üzerinden Erdoğana bir darbe hazırladığı sızmıştı. MİT Müsteşarı Hakan Fidanın istifasını değerlendiren HDPli Pervin Buldan, Öcalan, Hakan Beye çok güvendiğini birkaç kez belirtmişti açıklamasını yapmıştı.
Tam da bu süreçte Genelkurmay İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı Pekin:Halkı uyutmayalım, PKK silahlanıyor; hatta PKKya uçaksavar takviyesi yapılıyor! uyarısı yapmıştı!
AKP açılımda tepkileri yumuşatmak için PKK silah bırakacak iddiasını ortaya atarken, PKKnın 235 uçaksavar aldığı ortaya çıkmıştı. Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı Pekin, PKKnın uçaksavar almasının TSKnın hava saldırısına karşı hazırlık yaptığının göstergesi olduğunu vurgulamıştı. AKP, yandaş gazete ve televizyonlar PKK silah bırakacak iddiasını piyasaya sürerken gerçeğin bunun tam tersi olduğu anlaşılmıştı. PKKnın Irak ve Suriyede ele geçirdiği silahların önemli bir bölümünü Türkiyeye taşıdığı saptanmıştı. Son dönemde Suriyeden Türkiyeye silahlı terörist geçişinin arttığı zaten konuşulup yazılmıştı. TSKnın sınırlarda denetimi arttırması ile birlikte çok sayıda PKKlı silahları ile birlikte yakalanırken, bu durum Genelkurmay Başkanlığı internet sitesinden yayınlanan basın duyurularına da yansımıştı. PKK son dönemde Türkiye içindeki silahlanmasını arttırmaktaydı. Irak ve Suriyede IŞİDin bırakmak zorunda kaldığı silahlar şimdi PKKya aktarılmıştı. PKKlıların bunlara ek olarak 235 civarında da uçaksavar alarak Türkiye sınırlarına soktuğunun öğrenildiğini belirten kaynaklar, uçaksavarların genelde DOÇKA tipi olduğunu belirtilirken, bunların parçalara ayrılarak katır sırtında belirlenen yerlerde depolandığı ortaya çıkmıştı. Eski Genelkurmay İstihbarat Başkanı emekli Korgeneral İsmail Hakkı Pekin, PKKnın elinde daha önceden bir miktar DOÇKA tipi uçaksavar olduğunu belirterek, PKKnın yeni uçaksavar silahı aldığı bilgisinin kendisine de ulaştığını belirtip; Bu konudan MİTin de Hükümetin de haberi vardır. Olmaması mümkün değil. PKKnın gerek bölgeye gerek büyük şehirlere silah yığınağı yaptığı bilinen bir durum. Nitekim Oslo tutanaklarında da bu açıkça konuşuluyor. Durum bu iken PKKnın silah bırakacağını iddia etmek tam bir aldatmaca. Halkı uyutmayalım, PKK hazırlık yapıyor açıklamasını yapmıştı.
Bunları Türk Uçaklarına Karşı Kullanacaklardı!
Öyle görünüyor ki PKK bir kalkışma denemesi yapacak. Bu durumda TSK gerekeni yapacağı için Türk savaş uçaklarına karşı silahlanıyor. Bölgeye Türk savaş uçakları dışında başka uçak gelmeyeceğine göre konu çok açık. Önlem almaya çalışıyorlar. Yakalanan patlayıcılar ve diğer silahlarla birlikte değerlendirildiğinde PKKnın niyeti açıkça ortaya çıkıyor. Ne yazık ki dediğimiz gerçekleşiyor. PKK bu tür ateşkes süreçlerini hep bölgeye yeni silahları yığmak için kullandı. Yine aynısı oluyor. Askerin, polisin eli kolu bağlandığı için PKK rahat hareket ediyor diyen E. General haklıydı. Kısaca HDP Türkiyede demokratik siyaset yapmıyor görünürken buna karşılık Kandil, Türkiye dışında ve bir takım odaklarla birlikte, başka planlar peşinde koşmakta ve açılım, barış, huzur sloganlarıyla toplum avutulmaktaydı. Kandilin arkasındaki güç odaklarının da barış sürecinde etkili olacaklarını söylemek yanlış sayılmazdı. Çünkü bir terör örgütü ne kadar güçlü olursa olsun dış bağlantı ve destekleri olmadığı sürece uzun ömürlü olamazdı. Dış güçlerin nihai amacı ise Türkiyeyi parçalamaktı. PKK terör örgütünün 34 yıldır varlığını koruması, kendi gücünden çok sahip olduğu dış desteklerle başarılmaktaydı. Bu bakımdan çözüm sürecinin silahların bırakılması ile sonuçlanmasının HDPden çok İmralı ve Kandilin tutumuna bağlı olduğunu iktidar hala anlamıyor olamazdı. Öyleyse kasıtlı bir işbirliği vardı. HDP bir takım yumuşak açıklamalarla barış sürecinin istenen sonucu vermesi yönünde tavır sergilese de esas belirleyici olanın Kandil olduğu unutulmamalıydı.
Artık bıçak kemiği de geçip iliğe dayanmıştı!
Türk Silahlı Kuvvetleri her hafta başı, Pazartesi günü resmi internet sitesinden bol fotoğraflı haberler duyurmaktaydı. Fakat Ocak 2015in son haftası, Genelkurmay Başkanlığı, internet sitesinden manşet bir habere imza atmıştı. Hem de 4 fotoğraflı… Fotoğraf altında da Yüksek çözünürlüklü fotoğrafları indirmek için tıklayınız yazmaktaydı. Anlaşılan Öcalanın serbest bırakılmasının tartışıldığı bir ortamda bu haberler oldukça anlamlıydı. 14-16 Ocak 2015 tarihleri arasında 2nci Ordu Komutanlığı (Malatya) ve 20-21 Ocak 2015 tarihlerinde 3üncü Ordu Komutanlığı (Erzincan) karargâhlarında, yıllık faaliyet değerlendirme çalışmaları icra edilmiştir. Çalışmalarda; Terörizmle Mücadele Harekâtı, Toplumsal Olay Görünümlü Terör Eylemleri ve Hudut Güvenliği konuları ile bu konuların hukuki mevzuatı incelenmiş, 2014 yılının genel değerlendirmesi yapılmış ve 2015 yılına yönelik uygulama esasları görüşülmüştür.
Şimdi, bu haberde ve fotoğrafla da ne var diye soracaksınız. Bilebildiğim kadarıyla açıklayayım;
1-Zikredilen tarihlerde yapılan toplantıların öyle sanıldığı gibi bir iç denetleme faaliyetiolmadığı vurgulanmıştı.
2-Toplantı yapılan yerlere dikkat. 2nci ve 3ncü Ordu karargâhlarıydı.
3-Kısa metne çok dikkat. Çalışmaların tek gündeminin terörizmle mücadele olduğu belirtildikten sonra Toplumsal Olay Görünümlü Terör Eylemleri vurgusu yapmıştı, ardından da bu konuların hukuki mevzuatı incelenmiş kaydı vardı. Bence burada toplumsal olay görünümlü ifadesi başlı başına manidar bir mesajdı. Ve yine, incelenen hukuki mevzuat mesajı çok çarpıcıydı. Acaba Genelkurmay Başkanlığı, kışlaya hapsedildiği dönemde hukuki mevzuatı bugüne kadar bilmiyor muydu da tekrar inceleme ihtiyacı duymuşlardı?
Daha önce çözüm sürecine itirazlarını ve tepkilerini bölgeden çeşitli haberler vasıtasıyla resmi internet sitesinden duyuran TSK (bence) bu sefer kuşkularını ve hatta uyarısını manşete taşımış ve oldukça anlaşılır bir dilde anlayan herkese meydanın boş olmadığı hatırlatmıştı. Devleti idare eden AKP iktidarı, terör örgütü PKKnın Cizreyi özerk kanton ilan etmesini resmen kabul etmiş gibi davranmaktaydı. Başkentteki ÖSYM Başkanlığı, Şırnak ÖSYM Sınav Koordinatörlüğüne bir yazıyla bu yıl üniversiteye giriş sınavlarının ilk basamağı olan YGSnin güvenlik sebebiyle Cizrede yapılamayacağı talimatını ulaştırmış, sınavın Şırnakta yapılacağı açıklanmıştı. Yani; 15 Martta YGSye girecek Cizreli öğrenciler Şırnaka yollanacaktı oysa, YGS geçen yıl Cizrede yapılmıştı. Ve hatta 2011 yılında ilk defa YGS Cizrede yapıldı diye iktidar pek hava atmıştı!.. Brükselden sonra Kandilin şefaatine sığınan AKP iktidarı, Cizrede kazdığı hendeklerle devlet otoritesini sıfırlayan PKKya karşı nasıl teslim olduğu resmen belgelenmiş durumdaydı. Üstelik teröristlerin bölgedeki hastanelerde tedavi edildiği yazılıp konuşulmaktaydı. Ancak bundan böyle teröristlerin tedavi masraflarının da SGKya ödettirildiği ortaya çıkmış. Malumunuz, terör örgütü PKKya teslim olan AKP iktidarı en azından seçimleri kazasız belasız atlatabilmek için büyük ricacı olduğu Kandilden ateş-kes garantisi beklerken, TSKnın terör bölgesine yoğun bir şekilde komando sevkiyatına başladığı bilgisi[5] gönüllerimizi biraz rahatlatmıştı.
Ve sonunda Abdullah Gülün milletvekilliği adaylığının gündeme taşınması, böylece AKPnin başına geçeceği tartışmalarının başlaması üzerine; anlaşılan Abdullah Gülün özel arzuları, Başbakan ve Cumhurbaşkanının da rızaları(!) üzerine Sn. Hakan Fidan adaylık başvurusunu geri almıştı. Yoksa bütün bunlar, Abdullah Güle zemin hazırlamak amaçlı mıydı veya dış güçler ve işbirlikçiler artık strateji oluşturmak ve uygulamak konusunda başarısız olmaktalardı?
Sanki başka hiç sorun kalmamış gibi bir de, Gül partiye dönerse neler olur? sorusuna cevap arama durumunda kalan AKPlilerin kafaları bir hayli karışıktı. Görünüşe bakarsanız hepsi Gülün partiye geri dönmesinden yanaydı, ama yapılan açıklamalar derin kuşkuları yansıtmaktaydı. Kimileri, Gelirse başbakan olarak gelir diye şart koşarken kimileri de, Başbakanlık dolu, Meclis Başkanlığı verelim tarzında konuşmalar yapıyorlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğanın Gülün partiye geri dönmesinin isabetli bir karar olacağını vurgulamasının; Başbakan Ahmet Davutoğluna bir gözdağı olduğunu iddia edenler bile vardı. Güya bu açıklaması ile Cumhurbaşkanı Erdoğan Başbakan Davutoğluna, Ayağını denk al, kendine çeki düzen ver, benimle ters düşme demeye çalışmaktaydı. Bir de üç dönem kuralına takılanların Gülün etrafında halkalanmaları derin endişeleri barındırmaktaydı tespitleri haklıydı. Yani AKPde çatışmalar ve ayrışmalar kaçınılmazdı!
Davutoğlu, Siyonist CFRye sığınmıştı!
Siyonist sömürü sermayesinin güdümündeki ABDnin faizleri arttıracağını açıklamasından sonra sıcak paranın yavaş yavaş kaçtığı Türkiye, yeni borçlar bulmak ve yabancı yatırımcıları Türkiyeden gitmemeye ikna etmek için küresel rantiyenin kapısını çalmıştı. Yahudi lobisinin en etkili ve tehlikeli kuruluşlarından CFRnin (Council on Foregin Affairs-Dış İlişkiler Konseyi) 4-7 Mart tarihlerindeki yıllık kurumsal toplantısına Onur Konuğu yaftasıyla katılan Başbakan Ahmet Davutoğlu, hem Citibank ve Goldman Sachs gibi küresel rantiye şirketlerine, Türkiye, ekonomik dinamizm ve siyasi istikrar açısından gelecek için size umut vadeden bir ülke, gelin yatırım yapın diye yalvarmış, hem de yabancı yatırımcılar için referans niteliğinde olan Siyonist CFRnin desteğini almaya çalışmıştı.
Başbakan Davutoğlu, CFRde sözlüye kalkmış bir öğrenci gibi Siyonist lobinin sorularını yanıtlamıştı. Davutoğlu, Onur Konuğu pozuyla katıldığı programın moderatörü CFR Başkanı Richard N. Haassın iç güvenlik paketine dair sorusunu yanıtlayıp, komşularla sıfır sorunpalavrasıyla ilgili açıklamalar yapmıştı. Siyonist Haass, Türkiyenin iç meselelerine dair soruların ardından daha da ileri giderek, Davutoğlunu, Rusya ile ilişkilerinizde sorun yoksa, bu da bizim için bir sorun sayılır. Türkiyenin Rusyadan tam bağımsız hareket ettiğini savunuyorsunuz ama bizim buradan gördüğümüz doğalgaz ihtiyacınızın yüzde 60ını Rusyadan karşılıyorsunuz. Türkiye, Rusyanın Ukraynada sebep olduğu sorundan dolayı izole edilmesini istemiyor şeklinde suçlayacak kadar küstahlaşmıştı.
2002den beri IMF dayatması düşük kur-yüksek faiz politikasını uygulayan Türkiye, adeta sıcak para cennetine çevrilmiş durumdaydı. AKP Türkiyesi, dünyadaki likidite bolluğunu fırsat bilerek, ihtiyacı olan kaynağı yüksek faizle borçlanarak küresel rantiyeden temin etme kolaylığına sapmıştı. Yüksek getiriyi gören sıcak para, Türkiyeye akın ederken, üretim yerine tüketime harcanan borç paralarla geçici bir büyüme sağlanmıştı. ABD Merkez Bankasının faizleri artırma açıklamasıyla birlikte Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerden kaçmaya başlayan sıcak para, borçla dönen Türk ekonomisini sarsmaya başlamıştı. Bunu nihayet gören hükümet, kaçan sıcak parayı ve küresel rantiyeyi yeniden ülkeye çekebilmek için güven turuna çıkıp CFRye yalvarmaya başlamıştı. Hâlbuki olması gereken, borçlanma ve tüketime dayalı ekonomik yapının yerine yerli üretimi başlatmak ve sıcak para yerine milli kaynakların kullanımını ön plana almaktı. Evet AKPnin balon ekonomisi yakında patlayacaktı.
[1] http://jöntürk.com/2013/02/14/john-brennan-hakan-fidan-ile-kanka-cikti/
[2] Egosantrizm ya da benmerkezcilik: Her şeyi kendine dayandırmak, kendine bağlamak, kendine indirgemek, her şeyde kendi görüş açısından hükümde bulunmak, her şeyde kendini esas almak ve kendi fikrini, mantığını ve duygusunu hareket noktası, örnek, ölçü ve merkez almak eğilimi olarak tanımlanır. (Vikipedi)
[3] İsmet Özçelik / 11 02 2015
[4] Milli Gazete / Sadrettin Karaduman
[5] Yeniçağ / 15 02 2015 / Ahmet Takan
http://www.millicozum.com/mc/nisan-2015/hakan-fidan-bascavuslukt