İŞÇİ PARTİSİ FAİZCİ Mİ?
“Kanunlar, tüzükler ve yönetmelikler, “Allah’ın emrine” göre yapılmaz. Yapılmaz değil, yapılamaz. O ki “Allah’ın emri” yerine getiriliyor, faizi yasaklamak gerekir, Allah’ın emridir. Köleliği ve cariyeliği, yeniden Ahzab ve Nisa surelerine göre düzenleyemezsiniz. Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan da başaramazsınız bunu. İkiyüzlülüğü bırakın! Dört kadınla evliliğe yasalarda yol veremezsiniz! Kadının mirastaki payını yarıya indiremezsiniz. Hırsızın elini kesemezsiniz! 7. yüzyıl toplumunun gereklerine göre konmuş kuralları bugün geçerli hale getiremezsiniz. Ancak din ticareti yaparsınız ve insanları Allah’la aldatırsınız, Maun suresinde de yazdığı gibi”[1] diyen Doğu Perinçek, ya İslam’la ilgili koyu cehaletinden veya cin fikirliliğinden konuyu çarpıtmakta, “Allah’ın emri” ile “Allah’ın izni”ni birbirine karıştırmaktadır. Çünkü:
$11- Faiz, kumar, zina, cinayet, içki ve uyuşturucun yasak edilmesi; zekât vergisi, temel insan haklarına saygı gösterilmesi, sadece Allah’a ibadet edilmesi gibi FARZ’ları içeren her zaman GEÇERLİ ve GEREKLİ olan GENEL ŞART’lar ayrıdır.
$12- Ama bulunduğu çağın ve ortamın sosyal ve ekonomik standartlarına, yerleşik geleneklerden kaynaklı hayat tarzına ve toplumu tedricen olgunlaştırma sürecinin ihtiyaçlarına uygun ÖZEL RUHSAT’lar ise farklıdır. Perinçek’in FAİZ yasağı gibi genel bir ŞART ile, İslamiyet’in adım adım kaldırmaya çalıştığı ve büyük başarılar sağladığı kölelik ve cariyelik, bazı mazeret ve mecburiyetlerle birden fazla kadınla evlenmeye izin gibi özel ruhsat’ların hepsini “Allah’ın kesin emri ve uygulanması gereken hükmü” gibi sunması, her şeyden önce Yüce Dinimize iftiradır. Ne Kur’an ayetlerinde ne de Resulüllah’ın hadislerinde “insanları köleleştirin, herkes dört kadınla evlensin” şeklinde bir emre asla rastlanmayacaktır.
Bizim bildiğimiz vahşi kapitalizmin sömürü aracı yapıldığından, sosyalistlerin Faize şiddetle karşı olduklarıdır. Oysa Doğu Perinçek türban bahanesiyle AKP’ye “Gerekçeniz Allah’ın emri ise ve gücünüz yeterse, faizi de yasaklayın da görelim!” anlamında çıkışmakta, yani “faizi asla kaldıramazsınız!” havaları atmaktadır. Böylece, faizci, kan emici ve rantiyeci baronların avukatlığına soyunmaktadır. Oysa AKP’nin “Faizi yaygınlaştırmak, zinayı meşrulaştırmak, İslam’ı kapitalizmin uyumlu ve ılımlı bir aracı yapmak üzere” iktidara taşındığını kendileri de bilip durmaktadır. Üstelik böylesine içi boşaltılmış, asli kurum ve kurallarından soyutlaştırılmış bir İslam’a Ulusalcılar da razıdır. Bunların AKP ve cemaat aleyhine atıp tutmaları, onlara kamuoyunda mazeret ve meşruiyet kazandırmaktan başka işe yaramamaktadır, hatta belki de küresel faiz lobilerince kendilerine verilen rol icabı böyle davranılmaktadır. Yani “Allah’ın emri ise haydi faizi de yasakla da görelim!..” diye AKP üzerinden İslam’a sataşan Perinçek, suçüstü yakalanmıştır.
Biz görüşlerimizi, prensiplerimizi ve Adil Düzenimizi oluştururken, “Mutlak Doğru”ları esas alarak ve “Mutlak Yanlış”lardan sakınarak hareket etmekteyiz. “Doğru” ve “Yanlış” tespitinde ise şu beş değeri ölçü ediniriz:
$11- Aklı Selim 2- Müsbet ilim 3- Tarihi deneyim ve birikim 4- Vicdani kanaat ve tatmin 5- İlahi Din (Kur’an’ın muhkem ayetleri ve Resulüllah’ın (SAV) sağlam sünneti)
İşte bu beş temel ölçünün ittifakla; “Yararlı, hayırlı, gerekli ve güzel” bulduğu şeyleri doğru; ve yine bu temel değer birimlerinin ittifakla, “Kötü, zararlı ve çirkin” bulduğu şeyleri yanlış biliriz. Çünkü Kur’ani kuralları dikkate almamak, imansızlık ve sapkınlık… Müsbet bilimi ve aklıselimi hesaba katmamak, manyaklık ve mantıksızlık… Tarihi tecrübeleri ve vicdani kanaatleri önemli saymamak ise ahmaklık ve insafsızlık alametidir.
Şimdi Soralım: Hem Darwinizm densizliğinden, hem Marksizm felsefesinden kaynaklı Komünist Ulusalcılığın, hem de Moiz Kohen (Munis Tekinalp) gibi Yahudi sapıkların, Şamanizm’e ve Siyonizm’e uyarladığı, İslam düşmanlığına kılıf yapılan ırkçı sağcılığın:
• Kendine özgü ekonomik esasları var mıdır, varsa nelerden oluşmaktadır? Örneğin FAİZ uygulanacak mıdır, vergi nelerden ve hangi ölçülerle alınacaktır?
• Bu ırkçılığın ve ulusalcılığın kendilerine ait Hukuk nizamı ve temel anayasa kuralları var mıdır, varsa hangi kaidelere dayanmaktadır? Yoksa Haçlı gâvurlarının yasaları ve yaşam tarzları mı örnek alınmaktadır.
• Bunların, ahlaki ve ailevi yapısında; içecek, yiyecek ve giyecek konusunda, orijinal prensipleri var mıdır ve nerelerden kaynaklanır?
• Bu kafada olanların; siyaset (yönetim) kanunları ve devletin asli kurumları hangi şartlara ve standartlara göre ayarlanmaktadır?
• Bu kendi kökünden ve asli kültüründen kopuk Batı taklitçisi kafaların; eğitim ve öğretimin bütün aşamalarında gözetilecek temel esasları ve programları var mıdır ve neye göre belirlenmiş olacaktır?
Ne Darwinist ve Komünist solcuların, ne de İslam dışı kafatasçı Türk veya Kürt ırkçılarının bu sorulara verecekleri bir tek doğru ve doyurucu yanıtları yoktur. Çünkü sağcılık-solculuk bir safsatadır. Türk, Kürt vb. sadece bir ırktır, kendilerine ait bazı gelenek ve görenekleri dışında, özel ve orijinal hukuk nizamları ve sistem kavramları bulunmamaktadır. Oysa, Avrupa’dan kopya edilen, barbar Batılı değerleri taklit yoluyla şekillenen kurum ve kurallar esas alınarak, biraz Kapitalizm, biraz sosyalizm, biraz Osmanlı geleneği karıştırılıp üzerine de biraz İslam sosu katılarak, hain çevrelerce uydurulan ve hiçbir ilmi temeli bulunmayan kuruntular yerine, İslami değerler ve tarihi birikimlerle şekillenen ADİL DÜZEN elbette daha tutarlı ve kucaklayıcı olacaktır.
Bazı kişi ve kesimlerin İslam’a, Kur’an’a ve Şeriata bu denli karşı olmalarının bir nedeni de; maalesef Kur’an’ı yanlış yorumlayan, Resulullah’ı yanlış tanıtan; aklıselime, müspet bilime, doğal yaşam prensiplerine ve çağdaş gereksinimlere aykırı fetvaları ve taklitçi uygulamaları din diye dayatan yobaz kişilerin ve bağnaz kesimlerin tavrıdır. Oysa asırlar öncesi şartlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda Kur’an’dan ve Sünnetten çıkarılan ve Şeriat kitaplarında yer alan kuralları, yüzlerce kat gelişmiş ve değişmiş olan bugünkü standartlara uydurmaya çalışmak boşuna bir çabadır. İnsanda hayranlık uyandıran ve çok kompleks bir yapıda yaratılan hücrelerden, genlerden gezegenlere, milyarlarca canlı türlerinden galaksilere, oldukça mükemmel tabiatın ve muhteşem kainatın kör tesadüfler sonucu kendiliğinden oluşamayacağını düşünen her akıl sahibi, sonsuz kudret ve rahmet sahibi Allah’ın varlığını elbette inkara kalkışmayacaktır. Ancak Yüce Allah’ın, herhalde bir dini, düzeni, prensipleri, elçileri ve emirleri olduğu da muhakkaktır.
• FAİZE NİÇİN KARŞIYIZ?
Kapitalizmin mikropları ve kanser urları faizdir. Bakınız, Robert Kohl’un doktora tezi bir cümledir: “Tüberküloz (verem) hastalığının sebebi kohl basilidir.” Ülkemizde de, Milli Görüş’ün dışındaki batılı zihniyetlerin sahiplendikleri ve sürdürmek istedikleri bu kapitalist köle düzeninin ise “5 mikrobu” vardır.
1- Sömürgeci faiz, 2- Haksız vergi, 3- Karşılıksız para basan darphane, 4- Yabancı paralar karşısında Türk Lirası’nın değerini düşüren Kambiyo sistemi, 5- Halktan ucuz faizle topladığı mevduatları bir avuç zengine kredi olarak pompalayan bozuk Banka düzeni.
Bu beş mikroptan da haliyle şu hastalıklar zuhur etmektedir:
1- Devamlı artan fiyatlar, pahalılık, yani enflasyon.
2- Yeni yatırımların, fabrika ve iş imkânlarının açılamaması yüzünden giderek çoğalan işsizlik.
3- Tekelleşme, banka, fabrika, piyasa, medya (gazete, Tv.) gibi tüm imkânların Siyonist sömürü merkezlerinin eline ve emrine geçmesi.
4- Genel ahlakın bozulması, insani ve İslami değerlerin yozlaşması hırsızlık, huysuzluk ve hayâsızlığın yaygınlaşması ve namusların sokağa atılması.
5- Devlet kurumlarının ve adalet mekanizmasının felç olması sonucu MAFYA’ların ortaya çıkması ve toplumun yeraltı dünyasından medet umması.
6- Ve nihayet anarşik olayların ve sosyal patlamaların toplum düzenini temelinden sarsması ve bütün dengelerin yıkılması.
Nasıl ki “Kötülük kötülükleri doğurur” gerçeğince; bir adam içki müptelası olsa zamanla kumara da alıştırılır. Kumar oynayan haliyle evinden uzaklaşıp gece hayatına başlayacaktır. Gece hayatı olan birisine helal kazancı yetmediğinden rüşvet, hırsızlık ve benzeri yollara bulaşacaktır. Bunları yapanlar yalana ve harama alışacak, aile yuvası dağılacak, sağlık ve ahlakı bozulacaktır.
Aynen bunun gibi faizci bir düzende, diyelim peşin para ile bir fabrika 1 milyara çıkıyor olsun. Kapitalist kodamanların birisinin elinde bu kadar parası olsa da yatırıp fabrikayı kurmuyor. Gidip kendi özel bankasından veya devlet kasasından yüksek faizli kredi çekiyor. Niye mi? Çünkü sömürü sistemi böyle kurulmuş… Faizler masrafa yazılıyor, onlar maliyeti arttırıyor, sonunda da fiyatlara yansıtılıp halktan çıkarılıyor… Bu faizli kredilerin de çoğu geri ödenmiyor, batık kredi olarak yine millete fatura ediliyor. Böylece faizli kredi yüzünden 1 milyarlık maliyet 3 milyara fırlıyor. Yarım milyar peşin vergi, yarım milyar reklam parası da masrafa eklenince maliyet 4 milyara çıkıyor. Şirketin satış müdürlerinin, bölge bayilerinin yurt dışı turistik gezileri, milyonluk nişan ve düğün merasimleri, siyasi partilere verilen seçim giderleri de eklenince bu meblağ 5 milyara yükseliyor… Bu maliyet üzerinden % 20 de kar eklenince 6 milyara çıkıyor. Ana bayiinin bölge bayilerinin ve nihayet tüccarın ve satış şubelerinin faiz ve kâr hadleri de üzerine binince, fiyatlar otomatikman asıl maliyetinin on misli artıyor. Böylece faizsiz ve adil bir sistemde 200 liraya mal olacak bir buzdolabı bu düzende evimize 2 bin liraya geliyor. Normalde 3 bin liraya çıkması gereken bir traktör köyümüze 30 bin liraya geliyor. Yani bu faizci masonik holdinglerin faiz farkını, vergi ve reklam parasını, düğün ve seyahat masrafını sonunda işçi, köylü, esnaf ve memur vatandaş ödemek durumunda kalıyor!.. İşte bu nedenle bir türlü karnımız doymuyor, yüzümüz gülmüyor, ülkemiz borçtan ve batmaktan kurtulamıyor.
Şeytanın sömürü hortumu olan faiz yoluyla halkın alın teri ve emeği kapitalist kodamanların kasasında toplanıyor. Fabrikalar, bankalar ve piyasalar ellerine geçiyor ve tekelleşiyor. Banka, fabrika ve para ellerinde olunca yüksek tirajlı gazete ve dergi ve TV kanalları da emirlerine giriyor. Böyle olunca siyasi partiler de bunların güdümüne giriyor ve ülkede bir sermaye diktatörlüğü başlıyor.
Sonunda çağdaş Karunlar çağdaş firavunlara yön veriyor. Görmüyor musunuz bir kaç yüz üyesi olan TÜSİAD misali zengin kulüpleri hükümetler yıkıyor, hükümetler kuruyor. Faiz ve vurgun yoluyla süper zenginleşen Karunlar, halkın ve ülkenin gerçek kalkınmasına ve bağımsızlığına yarayacak yatırımlar yerine, lüks tüketime ve israf ekonomisine dayanan ve dünya Siyonizm’inin Türkiye şubesi gibi davranan bir yapıya yöneliyor. Bir kısım mutlu azınlık faiz, karaborsa, vurgun ve rüşvet yoluyla bedavadan kazandığı milyarları en ahlaksız ve acımasız bir tarzda harcamaya başlarken, ezilen, sömürülen ve fakirleşen halk, tembelliğe, beleşçiliğe ve hatta bir kısmı namus ticaretine başlamak zorunda kalıyor… Ülkede korkunç bir ahlak erozyonu ve kokuşma başlıyor… Arkasından anarşi ve sosyal patlamalar hızlanıyor. Devlet yönetimi perde arkasında fiilen mason localarının ve MAFYA babalarının eline geçiyor. Giderek ülke yarı sömürge haline sokuluyor. Halk demokrat köleler ve serseri sefiller durumuna getiriliyor.
İşte görülüyor ki;
Faiz, işsizlik ve fakirlik sebebidir.
Faiz, sosyal dengesizlik vesilesidir.
Faiz, çağdaş sömürgecilik sistemidir.
Faiz, ahlaki seviyesizliği netice vermektedir.
Faiz, sonunda zulüm ve zillete dönüşmektedir.
Faiz, maddi ve manevi yüzlerce hastalığın mikrobu (basilidir).
Ve bu nedenle Faiz, Kur’an’a göre Allah ve Peygamberle harp etmektir… Faizi savunan bütün partiler, faizci düzeni ayakta tutan kesimler ise insanlığa ve İslam’a karşı en büyük kötülüğü işlemektedir.
Ekonominin konusu; ne, nerede, nasıl, kim tarafından ve kim için üretilsin? probleminin halledilmesidir. Kredi bu problemleri çözmelidir. Bizim önerimiz tüketicilere “selem senedi kredisi” (parasının peşin verilip, malın birkaç ay sonra üretilip biraz ucuza ödenmesini öngören geçerli belge) vermek, böylelikle tüketicilerin ihtiyaç hissettikleri mallar için selem senetleri alarak, üreticilere siparişleri karşılığı sermaye sağlamak, işçilere ise emek kredisi vererek istediği fabrikada üretime ortak olmasını kolaylaştırmak seklindedir. Faiz; Bir ülkede para ile satın alınabilecek herhangi bir değeri ve üretimi arttırmadan, sadece paranın artmasıdır. Doğal ve doğru bir ekonomide kısa dönemde mallar, üretilir ve tüketilir. Nasıl bir dereden sular gelir geçer ama derede her zaman su vardır. Bir ekonomide de mallar üretilir ve tüketilir, ama ortalıkta her zaman mal vardır. İşte bu malları ölçen bir araç vardır ki, buna para denmektedir. Derenin suyu nasıl artar ve eksilirse toplulukta da mallar zamanla artar ve eksilir. Dengeli ekonomide mallara paralel olarak paranın da artıp eksilmesi gerekir. Yoksa para fonksiyonunu göremez. Para, üretilen ve tüketilen mala göre artar veya azalırsa buna kâr diyoruz. Mal artsın veya azalsın, para devamlı artıyorsa buna da faiz diyoruz. Derenin su seviyesini ölçen bir müşir gibi mal seviyesini ölçen araç da paradır. Su seviyesi ister düşsün ister yükselsin, müşir her gün kendi kendine yükseliyorsa bu müşir bizleri yanıltmak için kullanılabilir ama artık Su seviyesini ölçmek için kullanılmaz. Enflasyonlu para da böyledir.
Genel anlamda ve ülke çapında faiz; Enflasyonla tanımlanır. Dar çerçevede ise faiz, paranın zamanla artmasıdır. Geçen yıl 10 altınım vardı. Bu yıl 11 altınım olmuşsa ve bu artan altın karşılığında eğer hiç bir mal ve değer üretilmemişse, işte bu faizdir. Buna karşılık başkasının, tüketemeyeceği bir taşınır veya taşınmaz mal artışı meydana gelmişse bu faiz değildir.
Benim paramda:
a – Emeğime karşı,
b – Elimden çıkardığım mala karşı,
c – Elimdeki taşınmazın yıpranmasına karşı (Kira),
d – Hibe, miras, nafaka ve emeklilik gibi sosyal haklara karşı bir artış meydana gelebilir.
Bunda bir mahsur yoktur. Ancak emek ve üretimden değil de para üzerinden para kazanmak, yani bir kar ortaklığı için riske girmek yerine borç para verip karşılığında aylık veya yıllık para kirası istemek faizdir ve en büyük sömürü ve zulüm vesilesidir.
Makroda, milli hasılanın altında artan para faiz değildir!?. Mikroda nasıl bir kimsenin çalışması veya malını satması suretiyle elde ettiği kazançlar faiz sayılmıyorsa, makroda da milli gelirin artışı kadar paranın artışı faiz değildir. Böyle bir yolki bu yolda paranın artışının adil olup olmaması ayrı bir konudur. Ancak adil ve dengeli bir ekonomik düzen kuruluncaya kadar yıllık enflasyon kadar para artışını bazı ilim adamları faiz saymamıştır.
Ve yine, rizikoya katılmadan alınan kâr, mal artmadan parayı artırır ve faizdir. Bir işletme kâr da edebilir, zarar da. Kar ve zarar paylaşılıyorsa bu faiz değildir. Eğer sermayeye kârdan daha fazla bir pay ödeniyorsa bu faizdir. Çünkü bu birinin diğer bir kimsenin hakkı olan parasını karşılıksız almasıdır ve son derece yanlıştır. Bu şekilde rizikoya katılmadan elde edilen kazanç malı artırmadan parayı artırır. Böylelikle tekele gidiş başlar.
Tüketim mallarının veresiye satışı, itibari parayı arttırır ve faizi azdırır; bu nedenle tüketim mallarının veresiye satışının yaygın hale getirilmesi ve para üretilmeden çok önce tüketime girilmesi zararlıdır. Çünkü eğer bir bakkal veresiye satış yapıyorsa bu, tedavüle gizli para çıkarıyor demektir. Tüketici o malı yiyip bitirir, bu karşılıksız bir para artışıdır ve faiz sayılır. Vade farkı olmasa da faizdir. Bu borçlu yaşama düzenidir. İslam borçlu yaşama yerine önce üretip sonra tüketme esasını getirmiştir. Kapitalizm ise tekel oluşturmak ve insanları köle yapıp kendisine bağlamak için henüz üretilmeyen mal ve emek karşılığı peşin tüketim ve borçlu yaşama yollarını açmıştır..
Sömürü sermayesi ancak büyümekle ayakta kalır. Faiz, “aslında mal artmadan paranın artmasıdır”. O halde kapitalizm ancak malı arttırmakla yaşayacaktır. Bu da nüfusun artmasıyla sağlanacağından, artan nüfus yeni bir emek ve yeni bir tüketici anlamındadır. Bunun için kapitalizmin refahını diğer ülkelere de taşımak zorundadır, ama batı bunu yapmamaktadır. Kapitalizm kendi saadetini, başka ülkelerin sefaletinde aramaktadır. Bu ülkeler üçüncü dünya ülkeleridir, dağılmış Sovyetler, Türki Cumhuriyetler ve Çin’dir. Sermayeyi bu ülkelere kaydırmakla batılı ülkeler belki birkaç sene daha rahatlayabilir. Sonra belki denizlerin mikro organizmasından yararlanmayı öğrenir, belki güneş enerjisinden yararlanmayı öğrenir göklere açılır, hidrojen enerjisini kullanmayı öğrenir. Bu nedenle kapitalizm, faiz ve sömürüden vazgeçerse ıslah edilebilir. Bundan dolayıdır ki, İslam Ekonomi Düzeni’nde “kapital” yasak değildir. Yasak olan faiz ve tekelciliktir. Biz sadece, kapital sahiplerinin ellerinden varlıklarını almaksızın, tekellerinin sömürme ve hükmetme etkinliklerini kırmak istiyoruz. Yani tekelleşmeyi önleyen, serbest piyasa ve rekabeti öngören, özel sektöre ağırlık veren ve devleti organizatör hale getiren bir sistemi amaçlıyoruz.
Bu nedenle geçiş sürecinde Faizi yasaklamıyoruz; onu etkisiz hale getiriyoruz. Geçiş döneminde farkı anlaşılsın ve tedricen tedavi yapılsın diye, faizsiz sistem yanında faizli bankalara da izin veriyoruz Bir köyü düşünelim: Herkesin tarlası var, herkes kendi ürettiğini tüketiyor ve yaşıyor. Ne var ki, bir sermayedar köye bir fabrika kurmuş köylüyü çalıştırıyor. Gaflet ve cehalet sonucu biz buna nimet gözü ile bakıyoruz; Oysa bu fabrika devletin kredisi ile kurulmuştur. Aslında bu fabrikanın devlet kredisiyle yapılması yanlıştır. Böylece halkın parasıyla halk sömürülmemelidir. Bundan dolayı biz krediyi halka vererek fabrika kurduruyoruz, yani vatandaşı fabrikaya ortak yapıyoruz. Şimdi halk iki yerden birini tercih edebiliyor. İsteyen faiz ile çalışan kapital sahibinin fabrikasında çalışıyor. İsteyen kendi fabrikasında çalışıyor. İsteyen de tarlasında çalışıyor. Seçenekleri çoğaltıyoruz. Böylece kapital sahiplerinin tekel kurmasına izin vermiyoruz.
“İslam Ekonomi Düzeni, tekelsiz ve faizsiz kapitalizme veya sosyal dengeli Iiberalizme karşı değildir” şeklinde bir tarif yapılabilir. Batılı ilim adamları “biz kapitalizmi ıslah edelim ancak hür teşebbüs ve rekabet ortamını devam ettirelim” diye çırpınıyorlar, ama bunun Adil Düzenle mümkün olacağını anlamıyorlar. Böylece Kapitalizm ve sosyalizm zulüm ve sömürü aracı olmaktan çıkacak, kötü tarafları atılarak iyi tarafları kalacak. Çünkü bütün bunlar insanlık tarihinin ortak değerleri ve neticeleridir. Daha doğrusu yüzyıllar süren akıl ve araştırma yoluyla bir takım tabii doğruları yakalayabilmişlerdir. Ama İslam bütün bu sorunları temelinden halletmiştir.
Ekonominin altı girdisi vardır:
1- İnsan, 2- Eşya, 3- Mal, 4- Para, 5- Emek, 6- Tesis, bunların tabiatları farklıdır. Yapıları da farklıdır.
Hukukta üç çift tasarruf vardır:
1 – Eşyada, ya özel mülkiyet veya kamu mülkiyeti (taşınmazlarda) gerekli olabilir.
2 – Mallarda, ya serbest tasarruf veya tarifeli tasarruf, tercih edilebilir.
3 – Emekte, ya serbest teşebbüs veya planlı teşebbüs geçerlidir. İşte sistemler, bunları kabul veya ret etmekle oluşur.
a – Kapitalizm kamu mülkiyetini kabul etmez
b – Komünizm, özel mülkiyeti kabul etmez,
c – Liberalizm, tarifeli tasarrufu kabul etmez,
d – Sosyalizm serbest tasarrufu kabul etmez,
e – Amerika teşebbüs kapitalizmi planlamayı kabul etmez,
f – Eski Sovyetlerin devlet sosyalizmi serbest teşebbüsü kabul etmezdi.
İslamiyet ise zorlamasız denge düzenidir. Eşyanın üretilmesinde “Özel mülkiyeti”, bazı ortak varlıkların topluma ait olmasında “kamu mülkiyeti”, malların değiştirilmesinde “serbest tasarrufu”, paranın krediye dönüşmesinde “tarifeli tasarrufu”, üretimde “ilgi ve ihtiyaca göre teşebbüsü”, yatırımlarda “planlı teşebbüsü” esas alır. Çünkü İslamiyet yasaklara değil; hukuk düzeninde oluşmuş teşviklere dayanır. Menfaat mücadelesi yerine, çıkar paralelliği vardır.
Özet olarak;
1- Faiz, borç paranın zamanla artmasıdır, yani zamanın satılmasıdır, paradan para kazanılmasıdır.
2- Faiz, enflasyona kapı aralayıp azdırmaktadır.
3- Faiz, dengeli gelişmeyi ve yaygın refahı köstekleyip durdurmaktadır.
4- Faiz, tekele ve sömürü sermaye tahakkümüne neden olmaktadır.
5- Faizli sistemde ekonomik denge ve milli güçlenme asla kurulamayacaktır.
6- Pozitif faiz çelişkidir, gerçekleşmesi imkânsızdır.
7- Faiz ekonomiye geri dönemediğinden zararlı ve yıkıcıdır.
8- Faiz hızlanarak artmak zorundadır; düşük faiz, sömürü çarkını yaygınlaştırma ve halkı demokratik köle yapma hilekârlığıdır.
9- Fiyat anarşisinden doğan enflasyon, faizli sistemi tıkamakta ve işlemez hale sokmaktadır.
10- Faiz çıkar çatışmasına dayanır, savaşlara ve anarşi ortamına yol açmaktadır.
Adil Düzen huzur ve bereket kaynağıdır!
Özel mülkiyeti ve özgür girişimi yasaklayan, devlet için fertleri feda edip insani yetenekleri kısırlaştıran, temel hak ve hürriyetleri kısıtlayan, ahlak ve maneviyatı yozlaştıran komünist sistem, henüz bir insan ömrünü bile doldurmadan çürüdü ve Sovyetler Birliği çöktü.
Ardından, faiz ve fırsatçılık yoluyla sömürü sermayesini tekelleştiren; devletin dizginlerini ele geçirip fertleri demokrat robotlar haline getiren; küreselleşme palavrasıyla insanlığı köleleştiren ve bu zulüm saltanatını sürdürmek için savaş, işgal, anarşi, uyuşturucu, fuhuş, mafya gibi her türlü ahlaksızlığı ve zorbalığı mubah gören kapitalist sistem de sonunda iflas edip çözüldü.
Komünizmin, faizi kaldırması ve sosyal adaleti savunması doğru, ama hür teşebbüsü ve mülkiyet hakkını yasaklaması ve hürriyetleri kısıtlaması yanlıştı.
Kapitalizmin; özgür girişimi ve özel mülkiyeti serbest bırakması doğru, ama faizcilik ve tekelcilikle sömürü çarkını kurması yanlıştı.
İnsan ve toplum fıtratına, doğal ve sosyal yasalara aykırı olan bu yanlışlar yüzünden, her ikisi de zulüm yapmıştı ve yıkılmıştı.
Şimdi komünizmin ve kapitalizmin yararlı yönlerini özünde barındıran, ama zararlı yönlerini bırakan;
$11- Aklıselimin, 2- Müspet bilimin, 3- Vicdani kanaat ve tatminin, 4- Tarihi birikim ve tecrübelerin, 5- İlahi dinin prensiplerinin, Ortaklaşa “doğru” bulduklarını esas alıp, “yanlış” bulduklarından sakınılarak hazırlanan bir ADİL DÜZEN’e ihtiyaç vardır ve kaçınılmazdır. Çünkü Adil Düzen tek ve gerçek çare olarak ortada durmaktadır.
‘Kapitalizm, komünizm, sosyalizm, liberalizm’ gibi ‘izm/ler’ hepten ve bütünüyle yanlış değildir; içlerinde bazı doğruları bulunmaktadır ve o doğruları sebebiyle bir müddet ayakta kalabiliyorlar. İşte Adil Düzen, bu izm/lerin akıl ve araştırma sonucu varılan bazı doğrularını içinde barındırmaktadır. Ancak, nasıl ‘iki nokta arasındaki doğru tek’ ise; bir bütün olarak tek doğru sistem vardır, o da “Adil Düzen” olmaktadır.
– Adil Düzende liberalizm’in yararlı yönleri vardır. Halk, devletten kredi ve destek almaksızın küçük müteşebbisler hâlinde kredi ile kendisi iş yapabilir. Adil Düzende bunu yasaklayan ve buna mâni olan bir şey yoktur.
– Adil Düzende kapitalizm’in bazı faydalı yanları vardır. Sermaye, tekel oluşturmamak ve faizli muamele yapmamak üzere büyük işletmeler kurabilir ve yatırım yapabilir.
– Adil Düzende sosyalizm’in de bazı tutarlı prensipleri vardır. Devlet vakıflar veya vakıf kooperatifler kurarak kamu tekeli içinde işler yapabilir.
– Adil Düzende halk ekonomisi vardır. Küçük ve orta müteşebbisler, halk ekonomisi sisteminde kooperatifler şeklinde organize olabilir, kamudan aldıkları faizsiz kredi ve genel hizmet desteği ile küçük ve orta işletmeler olarak faaliyet yapabilir.
Özetle: Batı dünyasındaki yoksulluk kapitalizme yani sermaye tekeline götürüyor… Doğudaki işsizlik, yoksulluk ve anarşi ise feodalizme götürüyor. Bu bozuk ve batıl sistemlerde, zulmü alkışlamak sadakat kabul ediliyor; oysa adalete sadakat gerekir… Zulüm düzeninde devlete sadakat köleliktir. “Adil Düzen”e geçilmesi için her şeyden önce halkın adalete inanması gerekir… Evimize çekilmek değil; “Adil Düzen”i anlamak ve uygulayarak halkımıza anlatmak görevimizdir. Barış ve adalet, halkın kendi asli kimliğine saygılı olması ve sahip çıkması ile gerçekleşir. Yani adalet, hürriyet ve bereket için çaba sarf etmeli ve adaleti hak etmeliyiz…
Bu arada Doğu Perinçek’e şunları da hatırlatalım:
Önünde sonunda mutlaka ve İnşallah Adil Düzen kurulacak, hiçbir güç ve kesim buna engel olamayacaktır. İşte o zaman faiz, fuhuş, kumar, cinayet gibi; aklen, ilmen, vicdanen ve dinen yanlış ve yıkıcı olan bütün kötülükler ve bunları körükleyen sebepler ortadan kaldırılacaktır. Evet, Allah’ın emri ve insanlığın gereği olarak, hırsızlık ve hilekârlık yapmaya zorlayacak şartların önü (eli) kesilip, haram ve haksız kazanç yolları tıkanacak; sevmediği ve istemediği kimseler için “Bu dükkândan filanın ayaklarını kesin!” denildiği anlamda, her türlü çalma-çırpmaya müsait kanunlar, kollar ve kapılar kapatılacaktır. Sonuç olarak: “Müşrikler ve münkirler hiç hoşlanmasa da, Allah nurunu tamamlayacak, Hak nizamını hâkim kılacaktır” (Tövbe: 32)
—
Ocak 2014 – Milli Çözüm Dergisi