IMF PALAVRASI VE KÜRESEL
SERMAYEYE KÖLELEŞME POLİTİKASI
IMF (international Monetary Fund Uluslar Arası Para Fonu); geri kalmış ülkelerin kalkınmasına veya ekonomik sıkıntıya düşmüş ülkelerin rahata kavuşmasına yönelik olarak, düşük faizli kredi sağlayan küresel bir BANKA gibi sunulması, belki de çağımızın en büyük yalanı ve palavrasıdır, böyle sanılması ve savunulması ise ahmaklığın daniskasıdır. Öncelikle ve özellikle belirtelim ki, IMF para ticareti yapan ve kredi açan uluslar arası bir banka değil; Siyonist sermayeli küresel bankaların diğer ülkelere açtığı, nerede ve ne şekilde kullanılacağını şarta bağladığı, yani bir nevi esir alma ve güdümüne sokma fırsatı olarak kullandığı kredi aktarımlarını-borç paralarını, vaktinde ve faizleriyle birlikte ödemediği veya sözleşme dışı milli yatırımlara yöneldiği takdirde, Amerikan devleti adına, askeri müdahale dahil her yönteme başvurarak bu alacakların zorla tahsilini garanti eden bir aracı kefalet kurumu konumundadır. Bu garantörlük hizmeti karşılığı, kefil olduğu ülkelerden ayrıca aracılık komisyonu almaktadır. Kendi kasasında biriktirdiği dolarlardan bazı ülkelere kısa vadeli ve düşük limitli krediler aktarması ise, acil girişimleri kolaylaştırmak amaçlıdır. Yoksa asıl küresel kredi kurumuDÜNYA BANKASIdır. IMF sadece aracı garantör komisyoncu konumundadır; ama dikkat ediniz, hem IMFye hem de dünya bankasına birlikte üye olunması şartı vardır.
Bütün ülkelerin, IMF aracılığı altında Dünya Bankasından veya onlara bağlı diğer küresel sermayeli ABD kredi kuruluşlarından borç alabilmeleri şu şartlara bağlıdır:
1- Faizle kredi alan ülkelerin kamu giderlerini kısıtlamaları (yani devletin adım adım devre dışı bırakılması),
2- Vergileri artıracak kararlar çıkartılması (yani vatandaşların küresel sömürü sistemince sağılması),
3- Piyasaya para arzının kısılması (yani paranın sadece belirli ellerde toplanması),
4- Dış ticaretin liberalleşme politikalarına uyması (yani küresel sermayenin kontrolüne sokulması),
5- Uluslararası Para Biriminin takibinin yapılması (yani dış ticaretin dolarla yapılıp küresel sömürü sistemine mahkûm olunması) şarttır.
Kısaca IMF, uluslararası bir etkinliği bulunan ve bütün borçlu ülkeleri küresel sermaye güdümüne alan, o ülkelerin ekonomisinden siyasetine, dış ticaretinden diplomasisine tamamen kendi kontrolüne sokan bir Faktoringağıdır.
Bilindiği gibi Faktoring, firmaların mal ve hizmet satışlarından doğmuş veya doğacak vadeli alacaklarına; (fatura veya fatura yerine geçen çek-senet gibi bir belgeye dayanan alacakların) faktoring şirketi tarafından temlik alınması (kendi mülkiyeti sayılması) yoluyla, finansman, garanti ve tahsilât hizmetlerinin sunulduğu yeni bir finansal aracı yapıdır. Faktoring, en genel anlamı ile mal ve hizmet satışlarından doğan vadeli alacaklar'ın temlik yolu ile bir faktoring kuruluşuna devredilmesi ve bu alacakların faktoring kuruluşu tarafından yönetilmesi olmaktadır. Bazı Faktoringler, KOBİlerin yurtiçi satışlarına dayalı olarak finansman sağladığı ve bu tip işletmelerin önemli zamanını alan alacakların tahsili işlemlerini yürüttüğü gibi, yurtdışı işlemlerle de ihracatı kolaylaştırmakta, sunduğu finansman yanında ihracat bedelinin ödenmesini garanti etmek ve bu bedelin vadesinden önce yurda getirilmesine olanak sağlamaktadır.
Faktoringlerin hizmet sahası ve koşulları şunlardır:
Finansman: Faktoring Şirketine temlik edilen alacak tutarının belli bir oranının, vadeden önce satıcı firmaya ödenmesi lazımdır.
Garanti: Borçlu firmanın ödeme güçlüğü içine düşmesi halinde, alacağın garanti edilmesi şartlara bağlanır.
Tahsilât: Alacağın vadesinde; takibe alınmasının tahsilâtının ve ilgili raporlamasının satıcıya sağlanmasıdır.
Şimdi ülkemizde kalkıp; Biz IMF kıskacından kurtulduk, borçlarımızı kapattık; hatta IMFye kredi sağlayacak duruma ulaştık!. diye hava atan siyasilere ve bu palavraları gururla tekrarlayan sefihlere (beyinsizlere) sormak lazımdı: 2002de 200 milyar dolar olarak devraldığınız dış borç tutarı şu anda 750 milyar doları aşmıştır. Karşılığında tüm yatırımlarımızı, kazanımlarımızı, fabrikalarımızı, limanlarımızı ve stratejik kuruluşlarımızı yok pahasına yabancı şirketlere satıp saçtığınız ve milli kalkınma planlarımızı askıya aldığınız ve geleceğimizi ipotek altına bıraktığınız Dünya Bankasından ve onlara bağlı Siyonist sermaye baronlarının kredi kurumlarından, bu 500 milyar doları borç alırken, IMFnin garantörlüğüne ve tabii kefalet bedeline (komisyon ücretine) razı oldunuz mu olmadınız mı? Bu korkunç miktardaki borcu, hangi talep ve tavizler karşılığında ve hangi kurumların kefalet aracılığıyla sağladığınızı mertçe ve net olarak açıklayacak bir başbakanınız, bakanınız ve yüksek bürokratınız var mı? Ki çıkarsa onlara, başka can alıcı ve maskesini yırtıcı sorularımız olacaktır! Bu 550 milyar dolar borç paranın, diyelim ki, taş çatlasa 150 milyar dolarını bu 12 yılınızda duble yol, havaalanı, hastane, okul ve sosyal sadaka yardımlarına harcadınız. Geri kalan 400 milyar doların bir kısmını yandaş işadamlarınıza ve medyanıza dağıttınız; ama asıl parsayı ise bu milletin kene gibi kanını emen bir avuç faizci-rantiyeci patronlara aktardınız Elbette bütün bunların hesabının sorulacağı ve iç yüzünüzün dışa vuracağı bir inkılâp (değişim) yaşanacaktır!
Özetleyecek olursak;
Uluslararası Para Fonu ya da daha çok bilinen kısaltmasıyla IMF (International Monetary Fund), küresel finansal düzeni takip etmek, borsa, döviz kurları, ödeme planları gibi konularda denetim ve organizasyon yapmak, aynı zamanda teknik ve finansal destek sağlamak gibi görevleri bulunan uluslararası bir organizasyon olarak tanıtılır. 1944 yılında ABD'nin New Hampshire eyaletindeki Bretton Woods'da kurulan ve 1947'de fiilen çalışmaya başlayan milletlerarası ekonomik meselelerle uğraşan bir teşkilattır. IMF “küresel ortak para politikaları oluşturmak, finansal istikrarı sağlamak, uluslararası ticareti kolaylaştırmak için kurulmuş, ama yüksek istihdam ve sürdürülebilir ekonomik büyümeye destek olmak ve dünya çapında yoksulluğu azaltmak gibi kılıflar sarılan, 188 ülkenin üye olduğu Siyonist bir yapıdır. IMF'nin merkezi ABD'de, Washington, DC'de bulunmaktadır.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında kasıtlı olarak milletlerarası ekonomik ilişkiler tıkanmış, I. Dünya Savaşı'ndan sonra düşülen ekonomik buhranla savaş sonrası ekonomik depresyonlar da ekonomik ilişkileri tehdit eder bir vaziyet almıştı. Avrupa devletlerinin II. Dünya Savaşı sonrası çaresizlik ve yetersizlik içindeki ekonomik durumlarının aksine Amerika Birleşik Devletleri'nin savaş boyunca ihracatının altın stoklarının artması, ekonomik bakımdan yardım yapacak tek ülke durumuna gelmesine yol açmıştı. ABD, Avrupa devletlerine doğrudan yardım yapmak yerine Siyonist sermaye güdümlü küresel müesseseler kurarak yardım yapılması taraftarıydı. 1944 yılında Bretton Woods'ta 45 devletin iştirakiyle bir takım kararlar alındı. Bretton Woods Antlaşması'nda; birisi, Milletlerarası Para Fonu, diğeri, Milletlerarası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) yahut kısaca Dünya Bankası isimleriyle iki ekonomik müessesenin kurulması kararlaştırılmıştı.
IMF, Avrupa devletlerinin tediye bilançolarında ortaya çıkabilecek geçici (kısa vadeli) ödeme güçlüklerinde kolay kredi bulunmasına yardım ederek milletlerarası ticaretin bu yüzden daralmasını önlemek; Dünya Bankası da uzun vadeli yatırım kredileri vermek suretiyle, Avrupa devletlerinin yeniden imarını gerçekleştirmek, tediye bilânçolarındaki bünyevî dengesizlikleri gidermek için tasarlanmıştır. Her iki müessesenin sermaye ve kaynaklarının önemli bir kısmı ABD merkezli Siyonist Yahudi sermayesi tarafından sağlanmıştır.
Organizasyon yapılanması:
IMF kendisini 185 üyeli bir organizasyon olarak tanımlamaktadır (Sırbistan-Karadağ 18 Ocak 2007 tarihi itibariyle 185.inci üyesidir). Kuzey Kore, Küba, Andorra, Lihtenştayn, Tuvalu ve Nauru hariç bütün Birleşmiş Milletler üye devletleri IMF'ye doğrudan olarak katılmaktadır. Vatikan, Çin Cumhuriyeti (Taiwan), Filistin Otoritesi (IMF'nin teknik yardımını almasına rağmen) ve Sahravi Arap Demokratik Cumhuriyeti (Batı Sahra) Birleşmiş Milletler tam üye sıfatı kazanmışlardır.
IMF'nin, tediye bilançoları açık veya fazlalık veren ülkelere düzenleyici müdahale yapma imkânı vardır. Fonun en yetkili organı, üye ülkelerin mümessillerinden teşekkül eden Güvernörler Heyeti yılda bir toplanır. Bu heyet kendi arasından 12 kişilik bir Müdürler Meclisi seçerek yetkisini bunlara aktarır. Güvernörler Heyetinde her üye ülke, sabit bir oy sayısı yanında fona iştirak hissesiyle oranlı bir oy sayısına da sahiptir. Buna göre en fazla oy hakkına sahip ülke, en fazla sermayeyle iştirak eden Amerikadır, diğer ülkeler vitrin mankeni konumundadır. Herhangi bir ülke mutlaka hem Milletlerarası Para Fonuna (IMF) ve hem de Dünya Bankası'na (IBRD) bir arada üye olmak zorundadır. Fona üye devletlerin hisselerine kota denmektedir ve Kotaların % 25'i altın ile, kalan % 75'i milli para ile ödenmiş olması şartı koşulmaktadır. IMF, her üyeye kotasının % 25'i tutarında krediyi talep vukuunda, otomatik olarak vermek durumundadır. Fonun verdiği kredilerde vade 5 yılı aşmamaktadır.
IMF bir ülkeye kredi sağlarken aşağıdaki şartları göz önünde bulundurmaktadır:
Borç almak isteyen ülkenin, özel piyasadan ve makul şartlarla kredi alamayacağı belli olmalıdır.
Banka tarafından verilen kredinin kullanılacağı projenin bankaya sunulması ve kabul edilmesi şarttır.
Banka; üye ülkelerle sadece hazine, merkez bankası, istikrar fonu idaresi ve diğer resmi veya yarı resmi müesseselerle temas eder ve üye devletlere kamu yatırımları için sadece bu kanallardan kredi sağlamaktadır.
Borçlanan doğrudan üye devlet değil de, üye ülkedeki özel teşebbüs ise, Banka projeleri tetkik etmekle beraber krediyi doğrudan özel teşebbüse açmaz; mutlaka üye devletin kefaleti ile merkez bankasının veya başka bir resmi yahut yarı resmi kurumların tavassutunu alır. Mesela Türkiye'deki özel teşebbüslere, IMF Türkiye Sınai Kalkınma Bankası kanalıyla ikrazda bulunmaktadır. Yani sadece devleti muhatap almakta ve kefil tutmaktadır.
Bretton Woods enstitülerinin dünya ekonomisine özellikle soğuk savaş yıllarındaki etkisi çok tartışılmıştır. IMF'nin kasıtlı olarak Amerika ve Avrupa menşeili şirketlerle iyi ilişkiler kuran askeri diktatörlükleri desteklediği iddiaları yaygınlaşmıştır. Hatta bazı eleştirmenler IMF'nin demokrasi kuralları, insan hakları, işçi çıkarları konularına olumsuz hatta saldırgan bir tutum sergilediğini vurgulamaktadır. Bu düşünceler dünyadaki küresellik karşıtı harekete ivme kazandırmıştır. IMF taraftarları ise IMF'nin asıl gücünün veya görevinin demokrasi değil ekonomik istikrar olduğunu, ekonomik istikrarın da demokrasinin temel taşı olduğunu savunmaktadır.
Reza Zarrab, özel bir IMF simsarıdır!
Mücevher sektöründe yılın ihracat şampiyonu ödülü Reza Zarrab'a takılması ve Zarrabın ödülünü iki Bakan'dan alması bayağı tartışılmıştı. Türkiye İhracatçılar Meclisi 22. Olağan Genel Kurulu ve İhracatın Şampiyonları ödül töreni yapılmış, törende ihracat şampiyonlarına ödülleri dağıtılmıştı. Mücevher sektöründeki ödülü ise, Volgan Gıda Dış Ticaret Limited Şirketi Yönetim Kurulu Başkanı Reza Zarrab almıştı. Zarrabın ödülünü Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekci ve TİM Başkanı Mehmet Büyükekşinin birlikte vermeleri bazılarını şaşırtmış ve AKPli Bakanlara sataşılmıştı.
Oysa Reza Zarrab, Amerikanın (Yahudi sermaye baronlarının), nükleer taviz ve teslimiyet karşılığı, İrana uygulanan ambargoları delme hafifletme operasyonlarının bir figüranıydı ve bu girişimin olası riskleri Türkiyenin sırtına yıkılmış olmaktaydı. Yani Numan Kurtulmuş ve AKP Ekonomi Bakanı bu ödülü elbette bilerek ve ABDli patronlardan himmet ve himaye gözleyerek Reza Zarraba takmışlardı.
Reza'ya ödül verenlere soruyorum:
Çok saygıdeğer ödül verenler! Bu Reza denilen şahıs… Nasıl ihracat şampiyonu olmuştur? Ne üretmiştir? Ne ihraç etmiştir? Hangi ülkelere ihracat yapmıştır? Ürettiği malın hammaddesini hangi ülkeden almıştır? Fabrikaları var mıdır? Varsa nerelerdedir? Ve bir söz de Reza'ya ödül takdim eden iki Bakan Bey'e… Hadi adamı akladınız, bari ödül falan vererek yeniden akla getirmeseydiniz, daha iyi olmaz mıydı? diye sorup duranlar ise, ya bu şeytani senaryoların farkına varamayacak kadar saftı veya roller sahici sanılsın diye cazgırlık ve fırsatçılık yapmaktaydı.
Ramazan etkinliğine kumarhane sponsoru; işte AKPnin ayarı ve aynası!
AKP'li Kilis Belediyesi'nin Ramazan etkinliğine kumarhane işleten bir otelin sponsor olmasını eleştiren Yeni Şafak yazarı İsmail Kılıçarslan, belediyenin kendisini tehdit ettiğini yazmıştı. Ramazan etkinliklerinin tanıtıldığı afişte yer alan sponsor markanın Kıbrıs'ta kumarhane işleten bir otel olmasını dikkat çektiği yazısında 'AKPli Başkan Hasan Kara'nın siyaset anlayışı, kumarhane ile iş tutmayı da içine alan bir genişlikteymiş' diyen Yeni Şafak yazarının bu Reza Zarrab pişkinliğine ve asıl AKPnin Dünya Bankası ve Siyonist sermaye kuruluşlarıyla girdiği 550 milyarlık borç ilişkilerine hiç değinmemesi ise, herhalde bir ucuz kahramanlıktı!
AKPli Hayrettin Karaman'dan eşcinsel çıkışı!
AKPli muhafazakar medyanın “duayen ilahiyatçısı” ve faiz fetvacısı Yeni Şafak yazarı Prof. Hayrettin Karaman, eşcinsellere dönük tartışmalı ifadeler kullanmıştı. Karaman, 22 – 28 Haziranda düzenlenecek 23. LGBTİ Onur Haftasıyla ilgili olarak Bu ülkenin düzeni laik, seküler, liberal demokrat vs. olabilir, ama kimse unutmasın ki halkımızın kahir çoğunluğu Müslümandır, eşcinselliği ahlaksızlık olarak kabul eder, eşcinseller kendilerini açıklayarak namuslu ve onurlu insanların aralarına katılamazlar, yaptıkları kabahat yüz kızartıcı bir fiil olarak tiksinti ile karşılanır diye çıkışmıştı.
Ahlak felsefesi üzerine okumalar yapıp tartışacağımız bu muhteşem partiye herkesi bekliyoruz! Şaka anam, şaka. Ahlak dediğin nedir ki? Külotu kafasına geçirebilen bütün ahlaksızları Leyla'ya çağırıyoruz! Recep Şabanla evleniyor bu Ramazanı niye ilgilendiriyor, anlamıyoruz! diyecek kadar ahlaksızlaşan bu azgınlara resmi güvence sağlamak üzere Avrupadaki ayrımcılık yasağı ve hassas grupların (eşcinsel sapkınların) korunması yasası isimli seminere AKPli milletvekilli Nursuna Memecan ve CHP milletvekili Binnaz Toprak katılırken, bu muhterem Hayrettin Karamandan tıs çıkmamıştı. AKPnizin tapındığı Amerika ve Avrupa bu tür ahlaksızlıkların önünü açarken, bazılarının kalkıp hala ahlak maneviyat edebiyatı yapmaları nasıl bir sahtekârlıktır?
Ramazana bile faiz bulaştırmışlardı!
Krediler ve kredi kartlarıyla vatandaşın iliğini kemiğini sömüren bankalar, bu yıl da Ramazan Kredisi diyerek haramla helali birbirine karıştırmaya başlamıştı. Verdikleri kredilere, Geleneksel Ramazan Kredileri gibi isimler takan ve haram kılınmış faizi kutsala bulaştıran bankaların rezaleti, AKP sayesinde tam gaz yol almaktaydı. Dinimizce haram olan faiz üzerinden kazanç sağlayan bankalar, Ramazan ayının gelmesiyle birlikte adeta durumdan vazife çıkarmışlardı. Haramı helal gibi gösterme yarışına giren bankalar, kredi reklamlarında bol bol İslami motif ve figürü kullanarak faiz meşrulaştırılmaya çalışılmaktaydı. Hayrettin Karaman gibi Hocaların uyduruk fetvaları da bu tahribata kılıf yapılmaktaydı. Ekonomide çizilen pembe tablolara rağmen, vatandaşın mali durumu bırakın düzelmeyi, her geçen gün daha kötüye kaymaktaydı. Kriz dönemlerinde dahi bankaların kârlılıklarını devam ettirmesini örnek gösterip, ekonomide işler tıkırında mesajı veren siyasiler, vatandaşın perişan haliyle sanki alay ediyorlardı. Kredi ve kredi kartları vasıtasıyla bankalara esir edilen ve bu borçlanma olmasa geçim çarkını çeviremeyecek konuma düşürülen vatandaş, denize düşen yılana sarılır misali bankaların ağına takılmaktaydı. Ramazanın gelmesiyle vatandaşın kanını emen bankaları yeni bir telaş almıştı. Ramazan ayını fırsat bilen bankalar başlattıkları sözde Geleneksel Ramazan Kredileri ile zaten darboğazda olan vatandaşı borç batağına çekmeye uğraşmaktaydı.
Ekranda İsraile atıp tutan AKP, Romada gizli görüşmeler yapmaktaydı!
İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlunun Romada gizli bir görüşme yaptığı ortaya çıkmıştı. İsrail'in önemli gazetelerinden Ha'aretz İsrail Dışişleri Bakanlığı Genel Direktörü Dore Gold ile Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlunun İtalyanın başkenti Romada gizli bir görüşme yaptığını yazmıştı. Gazete, görüşmenin 7 Haziran'daki genel seçimlerden sonra gerçekleştiğini vurgulamıştı.
Romada yapılan Türkiye-İsrail gizli görüşmesi İsrail Medyası tarafından deşifre edilip taraflarca da doğrulanınca Filistin davasını yüreğinde hissedenler tam anlamıyla ayağa kalkmış ve bu görüşmenin ihanet olduğunu haykırmıştı.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı adına Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ile İsrail Dışişleri Direktörü Dore Gold arasında Romada gerçekleştirilen toplantı aslında perde gerisinden görüşmelerin sürdüğünün açık delili sayılmıştı. Bu arada Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu olmak üzere çok sayıda isim İsraille normalleşme görüşmelerini savunmaktan geri kalmamıştı. Her eyleminde insanlığa olan kinini kusan İsrail, BMnin günü kurtarıcı ve Müslümanların gazını alıcı Gazze raporundan sonra iyice küstahlaşmıştı. Siyonistlerin cumhurbaşkanı sıfatlı terörist başı Rivlin öyle laflar sallamıştı ki, sadece Gazzeyi tehdit etmekle kalmamış, bütün Müslümanlara ve dünyaya meydan okumaya kalkışmıştı. Ne zaman, nasıl ve hangi amaçla güç kullanacağımızı sorgulamak bizim görevimizdir. Dışarıdan bir organın soruşturmasına ise ihtiyaç yoktur diyen Siyonist çete başı Rivlin bütün kinini kusmuşlardı. BM Gazze raporunu açıklamış. Rapordaki İsrailin Temmuz 2014te Gazzeye yönelik 51 gün süren saldırısı sırasında savaş suçuna varacak boyutta ağır insan hakları ihlalleri gerçekleştirdiği ifadeleri yer almış, İsrailin Cumhurbaşkanını çileden çıkarmıştı.
Siyonistler, bütün insani değerleri yok saymaktaydı
İsrail bir taraftan Filistinli Müslümanlara her türlü zulmü yaparken bir taraftan da diplomatik alanda akıl almaz bir küstahlık yaşanmaktaydı. Siyonist İsrail, istediği kadar azgınlaşacağını, dünyanın hiçbir ülkesi ve hiçbir kurumunun kendilerini yargılayamayacağını, sorgulayamayacağını, uyaramayacağını sanmaktaydı. Dini, ahlâki, insani ve vicdani bütün değerleri yok sayarak devasa bir bencillik felsefesiyle dünyayı kana bulayan terörist çete devleti dünyaya şu mesajı aktarmıştı: Biz her istediğimizi yaparız ve kimse bize hesap soramaz!
İnsanlığa ihanet eden ABD hala Siyonist katillerle gurur duymaktaydı!
Terörist İsrail politikasında ikiyüzlü ve çelişkili açıklamalar sergileyen ABDnin Siyonizme tam destek verdiğinde şüphe kalmamıştı. İsraili ziyaret eden ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey, Siyonist İsrail ordusuna büyük övgüler yağdırmıştı. Irkçı Netanyahu da, Amerikan halkı, askerleri ve hükümetinden daha iyi bir dostumuz yok diyerek alkışlamıştı. ABD Genelkurmay Başkanı Martin Dempsey ile Kudüste bir araya gelen İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Dempseye hitaben, Siz çok iyi bir dost ve Amerikan-İsrail ilişkilerinin önemli bir savunucusu oldunuz. Bunun için minnettarız ifadesini kullanmıştı. ABD Genelkurmay Başkanı Dempsey ise Onlarla (İsrail ordusu) gurur duyduğunuzu biliyorum. Biz de onlarla gurur duyuyoruzifadesini kullanmıştı. Dempsey, İsraile, İran ile nükleer anlaşmaya varılsın ya da varılmasın, potansiyel düşmanlara karşı askeri hattın korunacağı güvencesini de tekrarlamıştı.
Kaddafi Libyasının tek suçu, İsrail zulmünden kaçan mazlum Filistinlileri barındırmasıydı!
ABD Savunma Bakanlığı, Amerikan ordusuna ait savaş uçaklarının Libya'nın doğusunda gerçekleştirdiği operasyonun El Kaide liderlerinden Muhtar Belmuhtar'ı hedef aldığını doğrulamıştı. Pentagon Sözcüsü Steve Warren, yaptığı yazılı açıklamada, Cumartesi gecesi gerçekleştirilen terörle mücadele operasyonunun hedef tahtasında yer alan ismin El Kaide'ye bağlı Murabitun Örgütü'nün harekât lideri Muhtar Belmuhtar olduğunu açıklamıştı. Ve maalesef münafık İslamcı AKP iktidarı sayesinde Irak, Suriye ve Libya cehenneme çevrilmiş durumdaydı.
Bu cari açık başımıza iş açacaktır!
Global Menkul Strateji Müdürü Gökhan Uskuay, cari açığın büyümenin çok sarsıcı ve sancısı olduğunu ifade ederek, Fed tarafında ya da dünyada bir kırılganlık olursa bu cari açık başımıza iş açacaktır. İş biraz siyasete ve Fedin faiz artışı kararına kalmış durumdadır. Şu anda Eylülde Fedin faiz artıracağına kesin gözü ile bakılmaktadır. Ama Türkiye olarak, Fedin olası faiz artışına karşı Eylül ayına hazırlanmamız lazımdır. Kur anlamında bir riskimiz vardır. Cari açık kötü, finansmanı kötü, ithalatta yaşanan artış iç tüketimi besliyor, büyümeyi iç taleple sağlıyoruz ama cari açık veriyoruz. Önümüzdeki dönem dünya kırılgan olursa biz de kırılgan olacağız.
İlk 4 ayda yabancılar 2 milyar dolar kâr transferi yapmıştı
Özellikle Ocak-Mart (2015) döneminde doğrudan yatırımlara ait kâr transferleri nedeniyle 1 milyar dolar üzerinde çıkış yaşanırken, Nisanda da 892 milyon dolarlık çıkış cari dengedeki iyileşmeyi sınırladı. Böylece yılın ilk dört ayında kâr transferi kaynaklı çıkış 1 milyar 912 milyon dolara ulaşmıştı. Nisan ayında dikkat çekici bir gelişme kaynağı belirsiz para girişinde yaşanmıştı. 2.89 milyar dolarlık kaynağı belirsiz döviz girişi yapılmış ve böylece yılın ilk dört aylık dönemindeki kaynağı belirsiz döviz girişinin toplamı, 6.98 milyar dolara çıkmıştı.
En karlı kurumlarımız Faizci Bankalardı!
Uluslararası marka değerlendirme kuruluşu Brand Financein en değerli marka araştırmasına göre, Türk ekonomisinin en değerli markası üretenlerden değil de paradan para kazananlardan çıkmıştı. Böylelikle üretmeyip tüketen, borç parayla çarkları çevirmeye yönelen ekonominin, faizcilere rantiyeye çalıştığı bir kez daha kanıtlanmıştı. Brand Finance tarafından Türkiyenin En Değerli Markaları-Turkey 100 çalışmasının 8incisi tamamlanmıştı. Türkiyenin en değerli markaları 2015 listesinde ilk sırayı 2 milyar 516 milyon dolarlık marka değeriyle Akbank alırken, bunun altında marka değeri 2 milyar 475 milyon dolar olan Türk Telekom ve değeri 2 milyar 445 milyon dolar olan İş Bankası yer almıştı. Türk Hava Yolları, 2 milyar 219 milyon dolarlık marka değeriyle listede dördüncü sırada, Garanti Bankası 1 milyar 953 milyon dolar değeriyle beşinci, Arçelik de 1 milyar 845 milyon dolar değeriyle altıncı sıradaydı. Bu kuruluşları 1,7 milyar dolarlık değeriyle Turkcell izlerken, ardından sırasıyla marka değeri 1 milyar 393 milyon dolar olan Yapı Kredi, 1 milyar 387 milyon dolar olan BİM, 1 milyar 85 bin dolar olan Anadolu Efes, 1 milyar 7 bin dolar olan Ziraat Bankası, 973 milyon dolar olan Halkbank ve 748 bin dolar olan OMV Petrol Ofisi vardı. İlk 100 arasında Finansbank (20), Denizbank (23), TEB (26) Şekerbank (43) gibi bankalar ile Galatasaray (30), Fenerbahçe (46), Beşiktaş (59) ve Trabzonspor (86) gibi spor kulüpleri de yer alırken, Opet (25), Aygaz (28), TAV (34), Aselsan (47), Hürriyet (56), Boyner (62), Otokar (63), Ege Seramik (100) gibi kuruluşlar da listeye alınmıştı.
Bütçeden faize 28 milyar TL aktarılmıştı
Merkezi yönetim bütçesi, Mayısta 1.6 milyar lira fazla, Ocak ayında ise 2.4 milyar lira açık vermiş durumdaydı. Beş aylık dönemin faiz giderleri, geçen seneye göre yüzde 12.6 artmış ve 2 milyar liraya ulaşmıştı.
Henüz bir hükümet kurulmamıştı, ama şeker fabrikalarının özelleştirmesini hızlandırmak için arazileri inşaat rantına açılmıştı!
Tarımsal üretimi sanayi ile buluşturan şeker fabrikaları ile ilgili şok bir gelişme ortaya çıkmıştı. AKP döneminde bölge ekonomilerinin can damarı olan şeker fabrikalarının içi boşaltılmıştı. Kamuoyundan sessiz sedasız yürütülen bu çalışma ile fabrikalarda üretimi zayıflatılırken, değerli araziler ise inşaat rantına açılmıştı.
Şeker fabrikalarının üretim alanı olan değerli arazilerinin imar planları değiştirilip fabrikaların üretim alanı daraltılırken, bu araziler üzerinde lüks konut ve AVMlerin yapılmasının da önü açılmıştı. Özelleştirme İdaresinin Çarşamba ve Ereğli Şeker Fabrikasının arazileri ile ilgili hazırladığı; İmar Planı Değişikliğinin onaylanmasıyla ilgili Özelleştirme Yüksek Kurulu kararına yönelik tebliğ önceki gün Resmi Gazetede yayınlanmıştı. Tebliğe göre, Özelleştirme İdaresinin söz konusu fabrikaların arazilerine yönelik hazırladığı imar plan değişikliği, başkanlığını Başbakan Ahmet Davutoğlunun yaptığı Özelleştirme Yüksek Kurulu tarafından onaylanmıştı. Buna göre Ereğli Şeker Fabrikasına ait 3 milyon 357 bin 392 metrekare arazisi ile Çarşamba Şeker Fabrikasına ait 1 milyon 735 bin 625 metrekare arazisi üretimden alınarak başta konut olmak üzere farklı şekillerde satılacaktı. Şeker fabrikalarının birçoğunun arazisi şehir merkezlerine yakın olmasından dolayı değer biçilemiyordu. Bu araziler özellikle müteahhitlerin gözünü kamaştırıyordu. İmar değişiklikleri ile birlikte bugüne kadar üretim amaçlı kullanılan bu araziler ranta açılmış oldu.
25 şeker fabrikasının 18-20si kapanacaktı!
Uzmanlar, kamunun elindeki 25 şeker fabrikasının bu modelle özelleştirilmesi durumunda 18-20 fabrikanın kapanmasına kesin gözle bakıyordu. Türkiyede sosyal amaçlı ve üretim amaçlı fabrikaların bulunduğunu ve bunların ancak bir yapı içinde üretimlerini sürdürebileceğine dikkat çeken uzmanlar, bu yapının parçalanması durumunda sosyal amaçlı fabrikalarla verimliliği görece olarak düşük olan fabrikaların kapısına kilit vurulacağının altını çiziyordu. Özelleştirmelerin hemen ardından şeker pancarı üretimi de büyük bir darbe alacaktı. Fabrikalar kapandığı için birçok bölgede artık pancar tarımı yapılamayacaktı. Türkiyenin şeker pancarından çekilmesine de en çok tatlandırıcı firmaları sevinecek, yani nişasta bazlı şeker (NBŞ) piyasasında ise ABDnin küresel gıda devi Cargill söz sahibi olacaktı. Dolayısıyla özelleştirme ile Türk çiftçisi üretimden çekilecek, ABDli Cargillin ise pazar payı artacaktı.
Hatırlayınız; 1994te Orta Doğu ve İslam coğrafyasında küresel şekillendirme başlarken, Türkiyede ilginç bir olay yaşanmış ve kriz sonucu en büyük medya şirketleri DEVLET FONLAMASIYLA el değiştirip satılmıştı. 90 günlük % 50 net faizli hazine bonosu ile bu şirketlerin alımı zorla DEVLETe finanse ettirilmiş, yani millete kazık atılmıştı.
28 Şubatın öne çıkan aktörlerinin asker-sivil hepsinin özellikle İsrail ile arasında iyi bir ilişki vardı! Ama bunun üzerinde gereğince durulmamıştı.
Özellikle Neo-Con lobisi 1994ün başından itibaren Orta Doğudaki hedefledikleri şekillendirme operasyonunda TSKyı en büyük ENGEL olarak görüyorlardı!
2001-11 Eylül saldırısından aylar önce özellikle Amerikan sermaye piyasalarında ve küresel emtialarda ciddi bir KONSOLİDASYON ve DEĞİŞTİRME yaşanmıştı. Hisse senedi ve bono satan bazı fonlar, tangible assets yani altın gibi elle tutulur-güvenilir mallara ve petrol kontratlarına kaydırılmıştı.
11 Eylülün arkasında olan güçler, bu saldırı sonrası Orta Doğuda dengenin bozulacağını ve dünya politikasının daha doğrusu yeni diyalektik yapının Süper Güç Batı bloğu ve karşısında suni ve sinsi İslami Terör kavramı oturacağını biliyorlardı.
Özellikle bu kaos içinde İslam coğrafyası genelinde çekirdek olacak Türkiye merkezli kullanacakları bir ılımlı İslama ihtiyaç vardı ama bu yapının merkezi Türkiye dışında korunmalıydı diyen zerzevat takımı, AKPnin de Cemaatin de bu Siyonist planlarda figüran olarak kullanıldığını bilmiyorlar mıydı?
Süleyman Karagüllenin tespitiyle: İnsanlık bin senede bir uygarlık değişimine uğramaktadır.
Peygambersiz oluşan ilk uygarlık III. binyıl uygarlığı olacaktır. Uygarlıklar Hazreti İsanın doğum tarihine göre kodlanmıştır yani Miladi bin yıllarda bir defa olmaktadır. Bu yüzden İmamı Rabbani Hazretlerinin Müceddidi Elfi sani=ikinci binin Müceddidi sıfatını almıştır. III. bin yılın başında olduğumuza göre demek ki yeni uygarlığa geçiş aşamasıdır. İnsanlıkta birbirinin ardı sıra gelen iki uygarlık vardır; Doğu uygarlığı, Batı uygarlığı. Doğu uygarlığı zirvede iken Batı uygarlığı yeniden oluşmakta, Batı uygarlığı zirvede iken Doğu uygarlığı sahneye çıkmaktadır. Şimdi Batı uygarlığı zirvededir, ama çöküşe geçmiş bulunmaktadır. Doğu uygarlığı ise Erbakan proje ve girişimleriyle oluşmaya başlamıştır, doğuşu yakındır.