İKTİDAR KAVŞAKTA (A’RAF’TA) TSK SAVAŞTAYDI
Kendilerinin has adamları ve yüksek zekâlı danışmanları sandıkları, ama aslında derin mahfillerin ve Siyonist Lobilerin elemanları olan yandaş yazar ve yorumcu takımı, başta Sn. Erdoğan olmak üzere (zaten başkasına gerek yoktu) bütün AKP kurmaylarına sürekli şu safsataları telkin edip durmaktalardı: Dünyada iki güç: Avrupa ile Amerika, yeryüzünde üstünlük sağlama ve hâkimiyet kurma kavgasına tutuşmuşlardı. Bu kapışmadan Avrupanın başarılı çıkması ihtimali çok zayıftı; Amerika her bakımdan şanslıydı ve o kazanacaktı. Öyle ise Türkiyenin Avrupanın değil, Amerikanın safında yer alması lazımdı. Böylece Türkiye ABD sayesinde bölgesel güç olacak, hatta kurulacak Kürdistanın hamisi yapılacak, haliyle sorunlarından kurtulup huzura kavuşacaktı!?
Erbakan Hocanın tabiriyle ve feraset-basiret seviyesi itibariyle: Ağzı süt kokan çocuklar veya dış güçlere gönüllü figüranlık yapan kiralıklar dışında, aklı başında hiç kimsenin inanmayacağı bu tavsiyeler yandaş gazete ve TVlerde (ve herhâlde özel görüşmelerde) devamlı tekrarlanıp beyinler esir alınmaktaydı. Oysa Avrupanın da Amerikanın da yuları aynı Siyonist odakların elinde bulunmaktaydı. Güya ABden uzaklaşıp ABDye sığınmak, çıyandan kaçıp yılana sarılmaktan farksızdı. Bu şeytani teklif ve tavsiyeler, Türkiyeyi büyük İsraile vilayet yapmanın hıyanet adımlarıydı; zaten İsraille AKP iktidarı sonunda uzlaşıp anlaşmış ve İsrailin NATOda daimi temsilcilik bulundurmasının önü açılmıştı.
AB ve Türkiye arasındaki vize krizi de bu tezgâhın bir parçasıydı!
Avrupa Birliği ile Türkiye arasındaki vize muafiyeti konusundaki tartışma karşılıklı tehditleşmeye varmıştı. Türkiye, geçtiğimiz aylarda yürütülen diplomasiyle vize konusunda umutlanırken AB’nin öne sürdüğü 72 şart AB Bakanı ve malum odakların adamı Volkan Bozkır’ın kof tepkisine yol açmıştı. Avrupa Parlamentosu (AP) Başkanı Martin Schulz 72 kriterin tamamı yerine getirilmeden Türk vatandaşlarına vize muafiyetinin AP gündemine alınmayacağını açıklamıştı. Schulz’la ortak basın toplantısı yapan AB Bakanı Volkan Bozkır ise “Karşılıklı güvene dayalı tüm anlaşmalar tehlikede” uyarısını yapmıştı.
“Türkiye, daha önce hiç anlatılmadığı kadar karışık bir ülke konumundaydı. Gerçekte bu millet (ülkemizde ve yeryüzünde) hâkim olan güçleri hiç kavramamış, hiç tanışmamış, hiç duymamış, hiç farkına varmamıştı! Bu toprakların çocukları, gerçek oyuncuları, gerçek senaryoları daha yeni yeni anlamaya başlamıştı. (Tabi bu da yalaka yazarlar ve AKP kurmayları sayesinde olacaktı!?) Dünya üzerindeki Amerika-Avrupa savaşı tüm şiddetiyle yakında buralarda da yaşanacaktı. Hiç bilmediğiniz aktörlerle ve metotlarla bize saldıracaklardı. Şu an Avrupalı istihbarat örgütleri harıl harıl çalışmaktaydı. Bu seferki saldırı hiç olmadığı kadar kapsamlı ve iyi planlanmış olacaktı. PKK ve Kürt Meselesi üzerinden kurulacak yeni dünyaya birileri (Avrupa Birliği) karşıydı. (Çünkü Türkiye’nin ABD ve İsrail himayesinde bölgesel güç olmasını istemiyorlardı.!?) PKK çadırları nerede rahat rahat kurabiliyordu? PKK nerede hiç yasalara takılmadan örgütlenebiliyordu? PKK nerede para toplarken hiç sıkıntı yaşamıyordu? PKK nereden silah alırken hiç defans görmüyordu? Peki bütün terör örgütleri nerede karargah kurabiliyordu? Tabi Avrupa’da. İşte bu ülkeler bize düşmandı, bu nedenle ABD ve İsrail safına geçmek kaçınılmazdı.”
“Pek çok gelişme aynı anda seyretmeye başlamıştı. CHP lideri Kemal Bey’in TOBB’daki “Kan Kokan” açıklamaları, çok ilgisiz gibi dursa da şehit yüzbaşının ağabeyinin çıkışı, Meral Hanım ve muhaliflerin bekledikleri Yargıtay kararları, yargının kendi içindeki kavgası, İngiliz basınının Boğaz’da yapımı süren camiye saldırısı, Ahmet Davutoğlu Hoca’nın görevi bırakması, Hillary’nin muazzam bir destekle başkanlığa yaklaşması, Böhmermann’ın espriyle karışık çirkin saldırısı, Axel Springer’in patronunun buna sahip çıkması, Almanların İncirlik’ten ÜS talebinde bulunması, Merkel’in kısa zaman içinde 4 kez Türkiye’ye koşması ve içerideki onlarca bombalı silahlı saldırı…”İşte bunların hepsi Türkiye’nin ABD safını seçmesine ve İsrail’in dolaylı himayesine girmesine bizi mecbur bırakan sebepler sayılmıştı.
Üstelik “PKK bölgeye dışarıdan müdahale gelsin arzusundaydı. Birleşmiş Milletler de şimdi bu nedenle devreye sokulacaktı. Ürdünlü BM Komiseri Said Raad al-Hussein Cizre Dosyasını açıklamıştı… Türkiye’nin, terörle mücadele ederken sivillere dikkat etmesi gerektiğini vurguladı. “100 insan yakıldı” iddiası üzerine bir anda adımları sıklaştırdı! “Bağımsız kurulların bölgeye gelmesi gerektiğini” ağzından kaçırdı. Bu küçük gibi görünen çok tehlikeli bir adım! BM gelirse bölünme kaçınılmazdır! Bunun yolunu birileri yıllardır hazırlamaktadır. Osman Baydemir bile “Komşu Olalım!” demeye başlamıştır. Kürtler üzerinden Türkiye’ye bir operasyon startı verilirken, Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz vizelerin kalkmayacağını açıklamıştır.” Yani bu bilgiç(!) adamlara (ajanlara) göre; Türkiye tam bir teslimiyetle ABD’nin yanında olmadıkça, yarınlarını kaybetmiş olacaktı! Oysa PKKyı da, Cemaatcı yapıyı da başımıza saran Amerikaydı
Sn. Erdoğan “AKP’nin parçalanması” şantajıyla bu tercihe zorlanmaktaydı!
AKP’de düşük profilli bir genel başkan ve başbakan arayışında iken yeni yönetimde görev almak istemediği belirtilen Mehmet Ali Şahin’in odasını boşaltmaya hazırlandığı kulislere yansımıştı. Oysa Sn. Mehmet Ali Şahin’de düşük profilliler arasında kendisinin de şanslı olduğu kanaatini taşıyanlardandı. Yani, 22 Mayıs Pazar günü genel başkanlık için kongreye gidecek olan AKP’de hareketli günler yaşanmaktaydı. Acaba Mehmet Ali Şahin’in bu tavrında Abdullah Gül ve ekibinin parmağı var mıydı?
Çünkü Abdullah Gül’ün eski başdanışmanı Ahmet Sever şimdi yandaş yazarlar için:
Onlar gazeteci değil, neyi nasıl yazacakları belli olan, talimatları harfiyen yerine getiren paralı askerler konumundadır… AKP cenahında tek medya var: o da Erdoğan medyasıdır… Cumhurbaşkanı, devletin tüm imkânlarını sindirme ve susturma aracı olarak kullanmaktadır. Medya da öyle, yargı da öyle, maliye bile öyle. Mutlak otoriterliğini kurabilmek için devletin tüm mekanizmalarını araç olarak kullanmaktadır… Cumhurbaşkanı yüzde 100 biat istiyor. Yüzde 99 biat yetmiyor. Dediklerinin yüzde 99unu yapıp birini yapmazsanız kovulmanız kaçınılmazdır… Abdullah Gül işlerin bu noktaya geleceğini biliyordu. Biraz da bu nedenle siyasetten çekilme kararı almıştır… Cumhurbaşkanı Erdoğanın şöyle bir yöntemi vardır: Eziyor, korkutuyor, bir anlamda karşısındakinin kişiliğini değersizleştiriyor ve sonra kendisine bağlıyor. Temel unsur sindirme ve korkutmaya dayalıdır… Tayyip Erdoğanın o sindirme, korkutma yöntemini desteklemek, etkinleştirmek için bir troll sistemi kurulmuş bulunmaktadır. Abdullah Gülün, Bülent Arınçın, Hüseyin Çelikin, Sadullah Erginin başına gelenler bunun kanıtıdır”tespitlerini yazdığı için Cumhurbaşkanı’nın danışmanına hakaret gerekçesiyle soruşturma başlatılmıştı.
İyi de, Anayasa’nın hiçe sayıldığı ve keyfince yorumlandığı, hukukun askıya alınlığı, yargının talimatla laçkalaştırıldığı, kuvvetler ayrılığının rafa kaldırıldığı, tüm muhaliflerin ve tenkitçilerin düşman sayıldığı ve savaş açıldığı, üstelik FETÖcülere yıllarca imkân ve itibar sağlandığı, kısaca “Tüm kuralları CUMHUR KRAL’ın koyup uyguladığı” bir pervasız gidişat sonunda hangi duvara toslayacaktı? O durumda çok güvendikleri ABD kendilerine sahip çıkacak mıydı? Cenabı Hak “Amerika’dan büyük Allah var!”hakikatini bunlara hatırlatmayacak mıydı? Daha önce defalarca yazdık. Kuvvetler ayrılığını esas alan, görev ve yetki sınırları Anayasal teminat altına almanın ve her türlü altyapısı hazırlanan bir ortamda ve tabi Milli haysiyet ve hassasiyet sahibi kafalarla Başkanlık sistemi yararlı olacak ve devlet hizmetlerini hızlandıracaktır. Ancak bugünkü gibi belirsiz şartlarda başkanlık sistemi, dış merkezlerin Meclis ve Hükümet engeline takılmadan, doğrudan Başkan eliyle sinsi talimatlarını uygulatmasına fırsat sağlayacağından oldukça tehlikeli olan ve telafisi bulunmayan sonuçlara yol açacaktır!
TSK Yedi Düvele karşı teyakkuzda ve ataktaydı!
Hem Güneydoğu Bölgemizde hem sınır ötesinde Kahraman Ordumuz, eski tabirle aynen yedi düvele karşı bağımsızlık ve bekamızı savunmakta ve adı konulmamış bir savaşın tam ortasında bulunmaktaydı. ABD, İsrail, İngiltere, Rusya, Almanya, Fransa, İtalya… Evet hepsi PKK’nın, PYD’nin ve IŞİD’in arkasındaydı ve TSK bu taşeron örgütlerle değil, arkalarındaki güçlerle yani küresel çeteyle savaşmakta ve kazanmaktaydı. Üstelik TSK bünyesine sızmış ve artık kangren olmaya başlamış CIA-MAAT (FETÖ)cü kurmay ve komutanların köstekleme ve körletme hıyanetlerine rağmen bunlar başarılmaktadır. İktidarın ve yüksek bürokratların büyük gafleti belki de hıyanetiyle ve bizzat Hüseyin Çelik gibi AKP’li E. Bakanların itirafıyla; Çözüm Süreci bahanesiyle yıllarca PKK’nın Güneydoğudaki illeri ve ilçeleri fiilen işgal etmesine, sokaklara ve evlere kadar delik deşik edip son sistem silah ve patlayıcılarla yerleşmelerine ve artık hiçbir gücün kendileri ile baş edemeyeceği kanaatine rağmen, inançlı ve kararlı asker ve polisimiz, hiçbir ülkenin başaramayacağı bir destan yazmışlardı, hâlâ yazıyorlardı. Ama bu şanlı başarı elbette kolay olmamıştı, olmayacaktı. Şehit sayımız 500 (beş yüzü) aşmıştı, yani toplamda takviyeli koca bir tabur, ülkenin birliği ve milletin dirliği hatırına Kurban kılınmıştı. Hakkari Yüksekova’daki zorlu görevlerini tamamlayıp kiralık hain şebekenin belini kırarak ilçeden ayrılırken kahraman birliklerimizin Tekbir ve dualar eşliğindeki Komando Andı bu başarının ve kahramanlığın iman mayasından kaynaklandığının haykırışıydı.
Genelkurmayın resmi internet sitesinden yapılan açıklamaya göre, TSKda 358i general ve amiral, 326 bin 919u yükümlü olmak üzere toplam 620 bin 473 seçkin personel görev yapmaktaydı. Açıklanan listeye göre; Nisan ayı itibariyle kuvvet komutanlıklarında 325, Jandarma Genel Komutanlığında 32 ve Sahil Güvenlik Komutanlığında 1 olmak üzere TSKda 358 general ve amiral bulunmaktaydı. TSK bünyesinde; uzman kadro olarak 39 bin 468 subay, 97 bin 145 astsubay, 21 bin 627 uzman jandarma, 71 bin 695 uzman erbaş, 11 bin 268 sözleşmeli erbaş/er hizmet başındaydı. TSKda yükümlü olarak 7 bin 95 yedek subay ve 319 bin 824 erbaş/er vatani görevini yapmaktaydı. Ayrıca Kara, Deniz, Hava, Jandarma ve Sahil Güvenlik komutanlıklarında toplam 51 bin 993 memur/işçi çalışmaktaydı. TSKda; Kara, Deniz, Hava kuvvetleri bünyesinde 436 bin 72, Jandarma Genel Komutanlığında 178 bin 873, Sahil Güvenlikte 5 bin 528 asker ve sivil görevlerini inançla ve heyecanla yerine getirme yarışındaydı. Bu muntazam ve muazzam olduğu kadar kararlı, donanımlı ve kahraman bir orduyla başa çıkacağını sanan dış güçler ve yerli işbirlikçiler aldanmaktaydı. Ama FETÖcü yapılanma tam bir maraz ve muammaydı!
TSK her ihtimale hazırdı ve kararlıydı!
Türkiye’de AKPnin yeni genel başkanı ve başbakanın kim olacağı ile partili cumhurbaşkanlığı sistemine odaklanılmışken, sınırın Türkiye açısından kırmızıçizgi olarak görülen bölgesinde yeni gelişmeler yaşanmaktaydı. IŞİD’in hedef aldığı Kilisin karşısına denk gelen Cerablus bölgesine bir kara harekâtının hazırlıklarının yapıldığından, özel kuvvetlerin keşif amaçlı olarak sınır ötesine yollandığına kadar birçok iddia kamuoyuna yansımıştı. Son olarak PYDye de özel bir angajman uygulanarak, Türkiyeye yönelen terör saldırılarından sonra Suriyedeki kantonların vurulacağı iddiası da gündemi sarsmıştı. Türkiye, Kuzey Suriyede güvenliğini ciddi biçimde tehdit eden bu kritik bölgeye askerini sokar mıydı? Rusya ve İran buna nasıl tepki koyardı? Tartışılmaktaydı. Kilise IŞİD tarafından atılan, bugüne kadar 21 kişinin ölümüne yol açan roketler nedeniyle hem hükümet hem de TSK, Artık bir şey yapılmalı baskısı altındaydı. Gerçi Silahlı kuvvetler, rejim güçleri, IŞİD ya da PYD ayırımı yapmadan, Türkiyeye yönelen bir saldırı olduğunda bunlar hak ettiği karşılığı almaktaydı. Kuzey Suriyede ayrı bir devlet oluşumu bulunmadığı ya da PYD de bir devlet olmadığına göre angajmanın kantonlara özel işletilmesi söz konusu olamazdı. Özel kuvvetlerin keşif amaçlı olarak Kilis bölgesinden sınırı geçtiği bilgisi de resmi bir açıklama yapılmamakla birlikte yazılıp konuşulmaktaydı. Özel kuvvetlerin vurucu tim olduğunun, tespit ettiği hedefi gidip vurup geri döndüğünün, daimi muharebe, keşif gibi görevlerinin bulunmadığı özellikle vurgulanmıştı.
Belirtilen tipte bir operasyonun özel kuvvetlerle yapılmayacağı, olası bir sınır ötesi operasyonun mekanize tank kuvvetleriyle başarılacağı hatırlatılmıştı. TSK, insansız hava araçlarını kullanarak 10-12 kmlik bir alanda, sınırı geçmeden gerekli tespitleri yapmaktaydı. Yapılan tespitler, IŞİDe karşı kurulan koalisyonun koordinasyon merkezine de anlık aktarılmaktaydı. Belirlenen hedefler, merkezin kararı doğrultusunda silahlı İHAlar, A10 ya da F15 uçaklarıyla vurulmaktaydı. Türkiye tarafında ise TSK, şu an elinde bulunan bütün imkân ve kabiliyetleri sınırı geçmeden kullanmaktaydı. Rus uçağının düşürülmesinden bu yana Türkiye, tek başına hava operasyonu yapmamıştı. Tespitlere göre IŞİD, saldırılarını mobil araçlar ve sabit rampalarla yapmaktaydı. 132 mmlik ağır Katyuşalar, araç üzerinde taşınamadığından rampa olarak yere kurulmaktaydı ve bu rampaların imhası nispeten daha kolaydı. Ancak Rusyanın Suriye rejimine verdiği, IŞİDin eline geçen bini aşkın seyyar Katyuşa, örgütün Kilise yönelen saldırılarında etkin biçimde kullanılmaktaydı. Örgüt, sabit rampalar kolay hedef alınabildiğinden eylemlerini mobil araçlarla yapıp kaçmaya çalışmaktaydı.
İşte bu şartlarda TSKnın bundan fazla ne yapabileceği? sorusunun yanıtı ise aslında çok açıktı: Sınır ötesi operasyon lazımdı!.
Değerlendirmelere göre sınıra yakın bölgede 3 bin civarında IŞİD militanı etkin durumdaydı. IŞİDin sınırdan 40 km kadar süpürülmesi halinde tehdidin uzaklaştırılacağı değerlendirmesi yapılmaktaydı. Ancak Ankarada bütün karar alıcı merkezler asıl sıkıntının bu tip bir operasyonun sonrası yaşanacağını hatırlatmaktaydı. ABDnin vereceği desteğin boyutu ne olacaktı, ne kadar sözünde duracaktı? Rusya ve İranın Suriyenin tepkileri nasıl ortaya çıkacaktı? Rus uçağının düşürülmesinin ardından oluşan gerilim nasıl aşılacaktı? Suriyede süren iç savaşın yansımalarının Türkiyeyi daha sıcak biçimde etkileme riskinin boyutları nerelere ulaşırdı? Özetle, Askeri harekât kolaydı. Zor olan kısmı Rusya, İran, Suriye ile karşı karşıya gelinme riski ve sonuçlarıydı.
TSK: Hazırız, ama siyasi irade ve iktidarın kararına bağlıyız!
Bu manzara karşısında Türkiye’nin tek başına riskleri göze alıp, harekete geçmesi olası mıydı? Askerin bakışı açıktı:
TSK elindeki bütün imkân ve kabiliyetleri sınır ötesine geçmeden, sonuna kadar kullanıyor. Hedef tespitleri ve koalisyonla paylaşımı birçok vasıtayla yapıyor. Elindeki bütün ateş destek vasıtalarını kullanarak mücadelesini yürütüyor. Silahlı Kuvvetlere dönük beklenti dile getirenler var. Şu anda elimizdeki bütün imkânı kullanıyoruz. TSK, siyasi iradenin direktifini uygular. Bir kara harekâtı ya da sınır ötesine geçip operasyon yapma imkân ve kabiliyetine sahibiz. TSK, her zaman hazırdır. Ancak direktifi verecek olan siyasi irade ve iktidardır. Yani, ABD ve Rusyayla anlaşılması, operasyon sonrasının planlanması ve gerekli altyapının tamamlanması şartıyla Ordu hazırdı ve kararlıydı.[1]
Niçin TSK hedef alınmıştı?
Türkiye Cumhuriyetine yönelen saldırılar dışında, TSK’nın özellikle hedef alınması üzerinde dikkatle durmak lazımdı. 1960lardan itibaren örgütlenmeye başlayan, 1997-1998 döneminde yurtdışı kaynakları ile zirve yapan, 2003te Süleymaniyede sinyal yakan ve 2008 sonrası Ergenekon kumpasıyla açığa çıkan TSKya yönelik büyük saldırıyı ve arkasındaki iç-dış odakları iyi tanımalıydı. Oldukça sinsi ve Siyonist destekli FETÖnün TSK içinde çeteleşmesi iddialarını ciddiye almamak, askerimizin ve devletimizin başına çok işler açacaktı! Bir Genelkurmay Başkanı terör örgütü lideri olarak yargılanırsa hepimizin vicdanı bundan yara alır, bu hepimizin zekâsına da hakaret sayılır. Bu dalgalar sonunda bu ülkeyi boğacaktır” itiraflarını hatırlatan Yiğit Bulut’lar, aynı zevatın FETÖ şebekesiyle el ele TSK’ya yönelik kumpasların savcılığını yaptıklarını ne çabuk unutmuşlardı.
Evet, …TSKya kimler, neden saldırıyor ve yıpratma kampanyası yürütüyordu? Adım adım hatırlayalım… 1- Bill Clinton Mayıs 1997de Yeni bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi adı verilen belgeyi imzaladı. Belgenin özü kendi çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin, gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınması üzerine bina edilmişti. Aynı belgede Türkiye ve bulunduğumuz bölge ile ilgili şu cümleler yer aldı; …iki yüz milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi (Türkmenistan, Kazakistan, Özbekistan, Kafkasya, İran, Kuzey Irak, Doğu ve Güneydoğu Anadolu) dünyanın artan enerji talebini karşılamada önemli bir rol oynamaya adaydır… Kendi petrol kaynaklarımız tükeneceğinden bu bölgedeki kaynaklara ulaşmak, yaşamsal çıkarlarımızdan biridir… 2- Bölgedeki dinamiklerin değiştiğini düşünen Türk Genelkurmayı, 1997de Milli Askeri Strateji Konseptini (MASK) değiştirdi ve aktif güvenlik politikası, bölgenin bağımsızlığı, TSKnın modernize edilerek bağımlı olduğu noktaların tespit ve iyileştirilmesi gibi dinamiklere farklı bakmaya başladı. Bu değişim aslında Ortadoğuda yerleşme derdini yavaş ortaya dökenlerin, ne yapmak istediğini ilk algılayan yapı olma özelliğinden kaynaklanıyordu… 3- MASKın değişmesi bazı çevreleri rahatsız etti… Bu yapılar, TSKnın bölgede barışçıl merkezli bir yapıya sıcak bakmasından ve kararların Ankaradan alınmasından ciddi anlamda rahatsız olmuştu. Ayrıca MASKın değiştirilmesi eleştiriliyor ve şu ifade kullanılıyordu; …Türkiyenin bölgede bağımsız bir güvenlik faktörü olarak güçlenmesi ve artan askeri gücü, bölgedeki istikrarsızlığı artırmaktadır… 4- Aynı dönemde yazılan sorgulamaya yönelik özellikle Derin Küresel Yapıların raporlarında; Türkiyenin 2015 yılına kadar alacağı tavrın ve ülke içindeki gelişmelerin küresel yapıların ana çıkarlarının bulunduğu Büyük Ortadoğu bölgesinde belirleyici olacağı belirtiliyordu… 5- Bütün bunlar olurken Türkiye 1999-2001 arasında tarihinin en büyük finansal manipülasyonu ile karşı karşıya kaldı. 57. Hükümet Finansal-Entelektüel Kapasitesi yeterli olmadığı ve gerekli siyasi istikrarı gösteremediği için içeriden-dışarıdan atılan adımlar ile pasifize edilip, ülke Kemal Dervişe teslim edilirken, koalisyon ortağı partiler siyasi dinamik içinde attıkları adımlar ile eridiler. Ve en önemlisi güçlü bir siyasi duruş olmadığı için Türkiyenin değerlerinin tasfiye edilmesi süreci başlatılmak istendi… 6- Türkiyede rejimle düellosu olanlar ve Devlet düşmanı eski bazı fraksiyon mensupları, yukarıdaki dinamiklerle eşzamanlı harekete geçti ve TSKya saldırıda pozisyon alarak, Derin Plan içinde olmak üzere harekete geçtiler…
İyi de dönemin Başbakan Yardımcısı üstelik koyu Fetullah yanlısı Bülent Arınç’a suikast düzenleneceği iddiası ile Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en gizli bilgi ve belgelerinin saklandığı Kozmik Oda’sına nasıl girildiğini, bu “düzmece” suikastın ardından yaşanan gelişmelerin asıl sorumluları, suçluları ve bunları siyasi palavra ve propaganda aracı olarak kullananları niye hiç yazmazlardı? Kendileri ahmak takımı, herkesi manyak mı sanmaktaydı?
Çünkü “Bülent Arınç’a iki subay ve dolayısıyla Türk ordusu tarafından düzenleneceği iddia edilen suikast olayı baştan sona düzmece bir kumpas romanıdır. Şeytanın bile aklına gelmeyecek uydurmalar, yalanlar, kumpaslar, beyin yıkama mekanizmaları kullanılmıştır. Amaç, devletin ve askeriyenin en gizli bilgi ve belgelerinin saklandığı, doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı olan “Seferberlik Tetkik Dairesi” isimli kuruluşa ve oradaki kozmik odalara girip arama yapmak ve devlet sırlarını ortalığa saçmaktır.
Ergenekon balonunun patlaması: TSKnın “Haklılığımız tekrar ortaya çıkmıştır” hatırlatması!
Genelkurmay Başkanlığı, kamuoyunda farklı isimlerle adlandırılan, sonrasında sahte delillerin kullanıldığı ortaya çıkan ve süreç içerisinde Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını derinden üzen davaların beklendiği şekilde beraat ile sonuçlandığını ve söz konusu yargılamaların hakkaniyete uygun neticeleneceğine olan inancın sürekli olarak muhafaza edildiğini, verilen beraat kararları ile birlikte bu yöndeki inanç ve beklentilerin haklılığının tekrar ortaya çıktığını açıklamıştı.“Kamuoyunda farklı isimlerle adlandırılan, sonrasında sahte delillerin kullanıldığı ortaya çıkan ve süreç içerisinde Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını derinden üzen davalar beklendiği şekilde beraat ile sonuçlanmıştır. Türk Silahlı Kuvvetleri olarak; hukukun üstünlüğüne saygının gereği ve adil yargılanma ilkesi çerçevesinde, söz konusu yargılamaların hakkaniyete uygun neticeleneceğine olan inancımız sürekli olarak muhafaza edilmiş, verilen beraat kararları ile birlikte bu yöndeki inanç ve beklentilerimizin haklılığı tekrar ortaya çıkmıştır. Alınan bu kararlar çerçevesinde, beraat eden personelimizin, ailelerinin ve Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının sevincini yürekten paylaşır, kendilerine sağlıklı ve mutlu günler dileriz.”
Ümit Özdağ’ın TSK’yı yalanlayan Helikopteri PKK düşürdü! iddiası
MHP Genel Başkan adayı ve Gaziantep Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ, Çukurcada düşen Kobra tipi helikopter için “PKK düşürdü” iddiasını ortaya atmıştı. Hakkari, Çukurcadan gelen terör saldırısı haberiyle ilgili MHP Genel Başkan adayı ve Gaziantep Milletvekili Prof. Dr. Ümit Özdağ çarpıcı bir iddia ortaya atmıştır. Hakkariden gelen 8 şehit haberinde, TSK, 2 şehidin helikopter kazasında hayatını kaybettiğini açıklamıştı. TSKnın bu açıklamasına karşılık MHPli Ümit Özdağ’ın, “helikopterin roketle vurulduğunu öne sürmesi” kafaları karıştırmıştı. TSK’yı yalanlar mahiyetteki bu iddiaların ve böylesine kritik bir ortamda dillendirilmesinin, halkımızın güven duygularını yıpratacağını, kahramanca savaşan asker ve subaylarımızın moralini bozacağını ve hele PKK’ya ve yandaşlarına moral desteği sağlayacağını ve bir nevi propagandası yapılmış sayılacağını Sn. Ümit Özdağ düşünmemiş olamazdı!?
MHP kongresi için Ankara Valiliği’nden iptal açıklaması!
Ankara Valiliğinden yapılan açıklamada “mahkeme kararlarından MHP kongresinin yapılamayacağı anlaşılmıştır” denilerek ilgililer uyarılmıştı. MHP kongresine ilişkin peş peşe karar ve açıklamalar gelirken son olarak Ankara Valiliği bir hatırlatma yapmıştı. Ankara Valiliğinden yapılan açıklamada, Valiliğimize tebliğ edilen mahkeme kararlarından MHP kongresinin yapılamayacağı anlaşılmıştır. Mahkeme kararı doğrultusunda valiliğimizce işlem tesis edileceğinden herhangi bir mağduriyetin oluşmaması bakımından vatandaşlarımızın bilgilendirilmesine ihtiyaç duyulmuştur bilgisi muhalifleri şoka uğratmıştı.
Zaten Devlet Bahçeli de Twitter açıklamalarında: “Terörün yanı sıra MHP de boğulmak isteniyor” uyarısı yapılmıştı.
“Şehitler kervanı durmuyor, devamlı yenilerini alarak ilerliyor. Bu esnada milletçe kahroluyor, acıdan acıya koşuyoruz. Bugün Hakkâri Çukurcadan sekiz kahraman askerimizin şehit haberini derin bir üzüntü ve vicdan azabıyla aldık. Yani ağıtlar devam ediyor… Türkiye bir ayağı bölgesel diğer ayağı küresel zeminde bulunan düşmanlık ve terörizm kuşatmasıyla boğuşurken, MHP de boğulmak isteniyor… Bu akşam çok uzatmayacağım, tane tane söyleyecek, net ifadelerle konuşacağım: 15 Mayısta Olağanüstü Büyük Kurultayımız yoktur… Bu davaya gönül vermiş hiçbir kardeşim okyanus ötesi merkezli oyunun figüranı haline gelmemeli, sözde kurultay tuzağına düşmemelidir. Sökük eğer elbisede olursa dikilir, ama zihniyet ve niyetler sökülüp çözülecek olursa artık çaresi yoktur.”
Milli Savunma Sanayinde tarihi ve talihli gelişmeler yaşanmaktaydı!
Türk Savunma Sanayinde, dostları güvendiren, düşmanları ise ürküten gelişmeler yaşanmaktaydı. TSK envanterine giren ilk yerli ve milli İHA Bayraktar TB2 yaklaşık bir yıldır süren silahlandırma çalışmalarını da başarıyla tamamlamıştı. DAEŞin, Kilisi hedef alan saldırılarında hareketli pikaplar üzerine yerleştirilen roketleri kullanması, “İHA’ların silahlandırılması” çalışmalarını hızlandırmış ve bu mutlu sonuca ulaşılmıştı. Ayrıca Milli Akıllı bomba MAM-L ile donatılan TB2 ilk atış testlerinde tam not almıştı. Erbakan Hoca’nın başlattığı andan itibaren tamamen Milli imkânlarla ve özgün bir tasarıma sahip olan TB2 27.000 feet irtifaya (yükseğe çıkmaya) ulaşmakta ve 24 saat havada kalmaktaydı. TB2 bu başarısıyla kendi sınıfında dünya rekorunun sahibi konumundaydı. Milli İHA üreticisi BAYKAR firması silahlı BT2’nin atış denemelerinin başarıyla tamamlandığını Twitter’dan paylaşmıştı.
Baykar Makina tarafından tamamen Türk mühendislerine tasarlattırılan yerli İnsansız Hava Aracı (İHA) Bayraktar, dün yapılan testlerde MAM-L tipi harp başlıklı akıllı mühimmat atmayı başarmıştı. Kale-Baykar ortaklığında geliştirilen taktik sınıftaki İHA’dan Konya atış sahasında ateşlenen Roketsan’ın geliştirdiği mühimmat, 8 kilometreden hedefini tam isabetle vurmuşlardı. Bayraktar, ilk atış testini geçtiğimiz yıl aralık ayında yapmıştı. Mühimmatların üzerine “Attığın zaman onu sen atmadın, ancak onu Allah attı” (Enfal: 17) ayetinin mealine yakın ifadelerin yazılması anlamlıydı. Bazıları bunları Beni at, onu atma’, Atcem deyon atmeyon’ şeklinde yansıtmışlardı. Testlerin ardından Savunma Sanayi Müsteşarı Prof. Dr. İsmail Demir, fotoğrafları Twitter hesabı üzerinden paylaşarak “Ne kadar gurur duysak azdır, gözümüzdeki yaşlarla bu tarihi anlar yaşanmaktadır, Her şeyi Milli olan İHA’mız hedefi tam isabet vurmuşlardır. Bu nereden nereye geldiğimizin fotoğrafıdır”ifadelerini kullanmıştı. Halen devam eden testlerde, İHA’nın mühimmat taşıyacak şekilde görev yapması planlanmıştı. Roketsan’ın insansız hava aracı platformları için geliştirdiği MAM-L ve MAM-C mühimmatlarının ağırlıkları 22,5 kilogramdı. 10 kilogram ağırlığında harp başlığına sahip güdümlü mühimmat, 8 kilometreden hedefini rahatlıkla vurmaktaydı.
Girişimini Erbakan Hoca’nın başlattığı ve şimdi TSK himayesinde Baykar firmasının başardığı TB-2deki füzelerden birinin üstüne yazılan 8/17 rakamları dikkatlerden kaçmamıştı. Bunun Türk okçu ustaları kemankeşlerin 700 yıldır birbirlerine aktardığı sırra bir gönderme olduğu anlaşılmıştı. Kemankeş olmak isteyenlere üstatları, ok ve yayı teslim ederken kulağına Kemankeş Sırrı olan “Kuran-ı Kerimin 8inci suresi Enfalin 17nci ayetini” fısıldardı. Okçular dışında kimseye söylenmeyen bu sır aktarılırken ayette yer alan Attığın zaman onu sen atmadın. Ancak onu Allah attı mealini okurlardı. Böylelikle okçuların böbürlenmeden, alçak gönüllü olmaları, Allah’a sığınıp İslam’a sarılmaları hatırlatılırdı. Böylece Efsane Başbakan Erbakan Hoca’nın o sırada Türkiye’ye gelip Süleyman Demirel üzerinden kahraman ordumuzu Milli Görüş’e karşı kışkırtmaya çalışan Siyonist İsrail’in terörist Cumhurbaşkanı’na hitaben, 13 Nisan 1994 tarihli Refah Partisi Meclis Grubunda konuştukları:
“Refah Partisi elbette iktidara gelecek; Adil düzen kesinlikle kurulacaktır. Sorun şudur ki; bu geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı olacaktı? Kanlı mı olacaktı, kansız mı olacaktı?” şeklindeki uyarılarının asıl muhataplarının kendi milletimiz değil, işgalci ve zalim İsrail yöneticileri olduğu bir kez daha ortaya çıkmıştı. Erbakan’ın Siyonist İsrail’i ve yerli Mason-Sabataist işbirlikçilerini hedef alan bu çıkışlarını yıllarca dillerine dolayıp demokrasi havarisi kesilen malum kesimlerin, şimdi Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kan akmadan Başkanlığı getiremezsiniz” küstahlığına, mazeret ve meşruiyet yarışına girmeleri ise bizleri hiç şaşırtmamıştı. Bu tavır onların bozuk tıynetlerini ve despot zihniyetlerini yansıtmaktaydı.
KORAL, Rus uçaklarını aldatmış ve şaşkınlığa uğratmıştı!
5 KORAL bataryası hemen Suriye sınırına konuşlandırılmıştı. Radar, uçak, füze ve S-400 sistemlerini “kör” edip etkisiz bırakmıştı.
Milli projelerde başarıdan başarıya koşan ve Erbakan’ın eseri olan ASELSAN, geçtiğimiz aylarda yeni bir mühendislik harikası olan KORAL’ı TSK’ya resmi bir törenle teslim etmiş bulunmaktaydı. Sistemin teslim töreni 22 Şubat 2016’da yapıldı ancak, KORAL geçtiğimiz Temmuz ayından beri Hatay’da bulunmaktaydı. Temmuz’dan itibaren Hatay’da binlerce teste tabi tutulan KORAL, bu testleri başarıyla tamamlamıştı. KORAL’ın Rus uçaklarına karşı da test edildiği ortaya çıkmıştı. KORAL’ın Hatay’a konuşlandırıldığı günden bu yana Rus uçaklarının 4 defa yanlış hedefleri vurması da hem Rusların hem Amerikalıların akıllarını karıştırmıştı. Son olarak Suriye’de yanlışlıkla YPG kamplarını vuran Rus uçakları, daha önce de yine müttefiki olan Esed hedeflerini vurmuştu. Esed rejimi bu bilgiyi birinci ağızdan doğrulamıştı.
“Rusya’yla elektronik kılıç-kalkan oynuyoruz” yorumları;
24 TV’de Ardan Zentürk’ün sunduğu Moderatör Gece’ye telefonla bağlanan Prof. Dr. Mesut Hakkı Caşın, KORAL’ı ve Rusya uçaklarının durumunu, “Bölgede Rusya’yla elektronik kılıç-kalkan oynuyoruz” şeklinde ilginç bir ifadeyle yorumlamıştı. Rusya’nın da bölgeye S-300, S-400 gibi füzelerin yanı sıra KORAL’ın muadili Krashuka-4 gibi elektronik harp birimlerini getirdiğini ifade eden Caşın, “Ancak Rusya elektronik harp sistemleri açısından Türkiye’den daha zayıf durumda” ifadelerini kullanmıştı. ASELSAN’ın tamamen milli imkânlarla ürettiği KORAL teknolojisi: 1- Düşman radarlarının yayınlarını tespit eden KORAL ED 2- Hedef radarlarının karıştırılıp, aldatılmasını ve iş yapamaz hale getirilmesini sağlayan KORAL ET olmak üzere iki unsurdan oluşmaktaydı. KORAL’ın TSK’ya teslim töreninde gösterilen bir görselde, Konya’ya konuşlandırılan sistemin Türkiye’nin yüzde 80’e yakın bir alanını etkisi altına aldığı anlaşılmıştı. KORAL, geleceğin savunma teknolojisi olarak öngörülen “elektronik savaş birimleri” alanında Türkiye’nin attığı büyük bir adım olarak sayılırken, envanterinde KORAL muadili savunma sistemi olan çok az ülke bulunmaktaydı. Bu sistemleri tasarlayıp üretebilen ülke sayısı ise sadece parmakla gösterilecek kadar azdı.
Hayret, Rusya rahatsızdı, ama ABD’de de korku vardı!
Koral’ın göreve başlamasının Rusları rahatsız etmesi doğaldı. Rusya Jeopolitik Sorunlar Akademisi Öğretim Üyesi Konstantin Sivkov, “Koral sistemlerini tam olarak bilmiyoruz. S-400 füzelerimiz için engel teşkil edebilir. Bu füzelerin kör olma olasılığını düşünmek bile çok tehlikeli” itirafında bulunmuşlardı. Adı gizli tutulan bir başka Rus radar uzmanı ise: “KORAL son derece tehlikeli bir sistem. Bölgedeki tüm sistemleri kör ettiğine dair bazı duyumlar aldık. Birleşmiş Milletler bu konuda gereğini yapmalı” diye sızlanmıştı. Ama asıl hayret uyandırıcı olan; bazı Amerikan silah siteleri de KORAL’a tepki koymuşlardı. ABD’li uzmanlar “KORAL’ın kör etme yeteneği korkunç boyutlarda. Uçağın roketlerini yanlış hedeflere gönderme yeteneği de sadece KORAL’da var” şeklinde düşman bir tavır takınmışlardı. Peki dünyaya korku salan KORAL hangi özellikleri taşımaktadır? Jammer sistemi KORAL, “geniş frekans yön kapsama” kabiliyeti ile geniş bir alanı kontrol altına almaktaydı. Uçak, tank ve helikopterleri aynı anda köreltebilen bir teknoloji harikasıydı. Füzeleri havada imha edebiliyor. İstenirse yönünü değiştirip farklı hedeflerde patlatabiliyor. Savaş uçaklarının yön bulma yeteneğini ortadan kaldırıyordu.
Amerikanın Ankara Büyükelçisi Yahudi John Bass Hürriyet Gazetesi’ne: … Milli gemi veya milli uçak gibi projeler artık gelişmişlik açısından önem arz etmiyor… diyerek, korkudan karanlıkta ıslık çalmaya başlamıştı. Çünkü savunmada yerli payın hızla artması ve Erbakan’ın yerli teknoloji harikalarının bir bir ortaya çıkması bu pazarı elinde tutan Amerikanın oyununu bozmuş, İsrail’in uykularını kaçırmıştı. Unutmamak lazım ki günümüz dünyasında savunma ve komünikasyon alanında ne kadar yerliyseniz o kadar özgür sayılırsınız. Yoksa yazılımı, donanımı her şekilde dışa bağımlı bir ülkeyseniz ancak yabancıların ihtiyaçları ölçüsünde kullanılıp atılırsınız. Maalesef sözde barışı tesis etmekle görevli BMnin daimi 5 ülkesinin tamamı silah ihracatında dünya şampiyonlarıdır. Başı ise 10 şirket ve hesap makinesinin hesaplayamayacağı kadar çok ihracat girdisi ile ABD olmaktadır. Ama bize gelince sakın ha milli savunma işine heveslenmeyin diye akıl dağıtmaktadır. Ama artık bu zincirler bir bir kırılmaktadır.
Terör örgütü PKK’nın bile ve tabii ABD’nin hıyanet desteği, Fetöcülerin kösteklemesi ve AKP’nin gafleti sayesinde güneydoğumuzda “MAYIN FABRİKASI” kurduğu bir dönemde, TSK’mız bu tür yerli ve milli hamlelerden uzak kalamazdı. Ama, yandaş medyanın “Terör örgütünün mayın fabrikası imha edildi” diye sevinçten deliye dönmüş düğün bayram etmeleri bile bunların ayarına ortaya koymaktaydı. Bunlar bize Rahmetli Erbakan Hocamızın “akıl ne büyük nimet” sözünü hatırlatırdı. Oysa yandaş medyanın “Terör örgütünün mayın fabrikası imha edildi” diye hava atmaları yerine, bu fabrikanın hangi iktidar döneminde kurulduğunu düşünüp utanmaları lazımdı.
“TSKda 10 binlerce cemaatçi subay ve astsubay var!”uyarıları niye dikkate alınmamıştı.
Kumpas yüzünden dört yıl hapis yatan emekli albay ve CHP Milletvekili Dursun Çiçek,Türk Silahlı Kuvvetlerinin yüzde 10u cemaatçidir gibi iddiaları niye dikkate alınmamıştı? Genelkurmay Başkanlığı bundan üç gün önce açıklamıştı. Buna göre Türk Silahlı Kuvvetlerinde halen vatani görevlerini yapan 322 bin 706 yükümlü er, erbaş ve yedek subayı bir kenara bırakırsak… 358 general ve amiral… 39 bin 721 subay… 97 bin 243 astsubay… 22 bin 43 uzman jandarma… 71 bin 29 uzman erbaş… 8 bin 54 sözleşmeli erbaş ve er… 51 bin 708 de sivil memur olmak üzere toplam 290 bin 156 kişi görev yapmaktaydı. Bunun yüzde 10u, 29 bin kişi yapardı! “Ben TSKdaki Fetullahçı sayısının en fazla birkaç yüzle sınırlı kaldığını sanıyorum ama… Eğer Dursun Çiçekin dediği doğruysa durum gerçekten de sandığımızdan çok daha vahim demektir. Cemaat, Türk Silahlı Kuvvetlerine 29 bin adamını sokarken, siz uyuyor muydunuz? Yoksa bu sızma operasyonunu biliyordunuz da… Başınıza bela almamak için göz mü yumdunuz?” diye uyaranlar niye hesaba katılmamıştı?
Darbe senaryoları ve sonuçları
“TSK darbe yapmaz diyor; doğrudur, yapmaz, yapmamalıdır. Çünkü darbe ilkelliktir, zorbalıktır. Türk subayı bunun bilincindedir, farkındadır, öyle olmalıdır. Geçmişte yapılanların sonucunu görmüş dersini almıştır. Üçüncü dünya ülkelerine bile yakışmaz. Türkiye ve TSKya hiç yakışmaz… Zaten bu TSK darbe yapamaz. Üç general, beş subay bir araya gelip konuşup tartışamaz hale gelmişse nasıl darbe yapacaktır? Bilimsel bir yayının kopyasının verilmesinden bile ödleri kopmaktadır. Ve kendine yapılan darbenin etkisinden çıkamamıştır… Öyle ise tek seçenek kalmaktadır! TSKnın yönetime el koyacağı tek durum iç savaş çıkmasıdır. Ne zaman ki kan gövdeyi götürür, Millet biribirine düşer siyasi otorite kontrolü kaybeder; o zaman müdahale kaçınılmazdır. O koşullarda kimin yönettiğinin önemi de yoktur. Can, mal güvenliği ve ülkenin parçalanmasının önlenmesidir esas olan ve gereği yapılacaktır.
Korkmayın ve umutlanmayın! Ülkede her seçeneğe göre iki grup vardır:
1- Cemaatçilerin darbesinden korkanlar veya bundan yarar umanlar.
2- TSKnın darbesinden korkanlar veya bundan çıkarı olanlar.
Hiç boşuna korkmayın da, umutlanmayın da! Çünkü bir; asla darbe olmayacaktır. ABD-AB, istese de olmayacaktır. Darbeyi bir çözüm sananlar, kendilerine yer açanlar, kışkırtanlar, destek çıkanlar olsa da boşunadır. İkincisi, darbe yapmayacağım diye yemin de edilse bunun da garantisi yoktur, aldanmamalıdır. Üçüncüsü, darbe geliyorum demez, gelir (ve herkes gafil yakalanır)”[2]
Şeklindeki yorumların ve arzuların ne maksatla ve hangi umutlarla yapılıp yazıldığı ise yakında ortaya çıkacak, sadece mazlumlar ve sadık Müslümanlar değil, şeytan kafalılar ve kiralık şarlatanlar bile şaşırıp kalacaktır. CIA destekli Fetullahçı sızmalara ve hıyanet hazırlıklarına rağmen TSK’nın; Haçlı Batı’nın (NATO’nun) ve bir avuç Mason-dönme takımının lejyonu değil, bu Aziz ve asil Türk Milletinin en sağlam ve kahraman ordusu olduğu ortaya çıkınca bakalım bukalemunlar nereye kaçacaktır!? Bizim bu saptama ve uyarıları 15 Temmuz kalkışmasından tam iki ay önce, 17 Mayıs 2016 tarihinde yazdığımızı da dikkate almalıdır.
[1] Bak: TSK: Her zaman hazırız, Serpil Çevikcan, milliyet.com.tr
http://www.millicozum.com/mc/eylul-2016/iktidar-kavsakta-arafta-