Anasayfa » HÜKÜMETİN VE DIŞ VESAYETİN SON ÇIRPINIŞLARI

HÜKÜMETİN VE DIŞ VESAYETİN SON ÇIRPINIŞLARI

Yazar: yonetici
0 Yorum 85 Görüntüleyen


HÜKÜMETİN VE DIŞ VESAYETİN SON ÇIRPINIŞLARI


Türkiye uzun
zamandır, Yahudi Lobileri güdümlü ABD’nin vesayetine girmişti ve küresel
Siyonist merkezler, Türkiye’yi askeri konularda NATO, siyasi konularda ise AB
eliyle yönlendirmekteydi. Ancak Genelkurmay Başkanı Özel’den açılıma ilişkin
beklenmedik çıkış, işbirlikçileri şaşkına çevirmişti. Org. Özel, ‘Kırmızı çizgiler aşılırsa gereği
yapılacaktır, ülke bütünlüğü kırmızı çizgilerimizin başındadır’
deyince
patronlar da piyonlar da paniklemişti.

Başbakan Ahmet Davutoğlu’na ilk soru önergesi
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özel’in “Çözüm
sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz. O çalışmanın içinde yokuz”
 sözüyle ilgili olarak gelmişti.
İstanbul Milletvekili Umut Oran, Başbakan Davutoğlu’na, “Çözüm sürecini kaç kişi
bilmektedir? Genelkurmay Başkanı’na ne zaman bilgi verilecektir? Org. Özel’in
sözünü ettiği ‘kırmızı çizgiler’ tepelenmiş midir?”
 sorularını yöneltmişti.

Cumhurbaşkanı ve Başbakanın protesto edip
katılmadıkları Yargıtay töreni sonrasında ve 30 Ağustos akşamında GKB Necdet
Özel’in: “Çözüm süreciyle
ilgili bize bilgi verilmiyor ve bizim kırmızı çizgilerimiz elbette devam
ediyor!”
çıkışları… Ve Sn Recep T. Erdoğan’ın Galler’deki NATO zirvesinde
stratejik patronlarına “Türkiye yanınızdadır!” sözünü vermesine rağmen daha
döner dönmez Sn. Necdet Özel’in: “IŞİD
gerekçesiyle Suriye Irak topraklarına yönelik askeri operasyonlar için
üslerimizi kullandırmaz ve bu maksatlı oluşumlara katılmayız..” yollu açıklamaları hem dış güçlerde
hem de işbirlikçilerinde son zamanlarda moda olan “Buzlu duş” etkisi meydana
getirmişti. Öyle ki şaşkınlıklarını ve perişanlıklarını gizleyemez hale
gelmişlerdi. Bu tarihi tepkileri, Recep Erdoğan’ın kararlılığına, kahramanlığına
ve kritik kafasına bağlamak saflık alametiydi. Çünkü O da, bu beklenmedik
gelişmeleri hayretle ve tedirginlikle izlemekte ve çaresiz “derin tavsiyelere
uymak” mecburiyetindeydi. “Ya
hu hani Milli vesayeti bitirmiş, hain demokrasiyi yerleştirmişlerdi?!”
şeklinde
şaşkınlık geçirenleri, asıl şoka girecekleri tarihi ve talihli gelişmeler
beklemekteydi. Daha önce Milli Çözüm Ekibinin “Bunların
gaflet ve hıyanet girişimlerine ve üniter yapımızı çözme gayretlerine karşı,
stratejik bir sabır ve sükûnet gösterilip; kalıcı ve ülkeyi dış vesayetten
kurtarıcı büyük hamlelerin yapılacağı şartların olgunlaşması beklenmektedir”
 tespitlerimize burun bükenler, şimdi
hak vermekteydi.

TSK’nın onurlu ve olumlu kararlarını, Cumhurbaşkanı
açıklamaktaydı!

TSK, bu kritik süreçte çok stratejik bir yaklaşımla,
IŞİD ve diğer terör örgütlerinin ülkemize sızmasını engellemek amacıyla sınır
boyunca belli noktalarda “Tampon
bölgeler kurma ve uçuşa yasak emniyet koridorları oluşturma”
 kararı almış ve bunu Sn.
Cumhurbaşkanına açıklamıştı. Bu önlemin gereğini, Milli Çözüm Dergisi, ta
Suriye sorunları çıkarıldığında hatırlatmış ve defalarca gündeme taşımıştı.

Bunlar vaktinde yapılsaydı, 2 milyon Suriyeli
sığınması insan ve yüzlerce Militan Türkiye’ye taşımak ve başımıza bin türlü
sorun açmak durumunda kalınmayacaktı. PKK’nın eşkıya başı Murat Karayılan’ın: “Türkiye eğer sınır yörelerine
tampon bölge oluşturmaya kalkışırsa, o vakit çözüm süreci rafa kaldırılır!”
 küstahlığı da, bu tampon bölge
projesinin bizim için ne denli gerekli ama dış güçler ve teröristler için ise
ne denli “engelleyici” olduğunun kanıtıydı.

Ve zaten IŞİD’le mücadele bahanesiyle ve tabi ABD ve
AB desteği ile; Barzani Peşmergeleri, PKK teröristleri ve PYD gençlerinden
oluşan özel bir “bölge ordusu” kurulmakta, İsrail subayları bunlara eğitim
yaptırmakta ve Kandil’deki cinayet generalleri diplomalarını dağıtmaktaydı.
Yani bıçak kemiğe dayanmıştı ve büyük dönüşümler yakındı. Derin mahfillerle
irtibatı bilinen, 28 Şubat sürecinde önemli icraatlar yürütülen buna rağmen AKP
iktidarınca Ankara valiliğine getirilen ve 1990’da Harp Akademileri Milli
Güvenlik Akademisini bitiren Alaattin Yüksel’in, valiler kararnamesinden günler
önce “Artık görevde kalmayı düşünmediğinin emekliliğini istediğinin” medyaya
sızdırılması… Ve yine eski Denizli Valisi Abdulkadir Demir’in “Bu şartlarda görevi yürütmenin
gereksizliğini”
vurgulaması, bazı kulislerde “olağanüstü şartların yaşanacağı ve
yaklaştığı” şeklinde
yorumlanmıştı.

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’in, “Tarih boyunca ülkemiz bulunduğu
coğrafyanın jeostratejik özelliğine bağlı olarak, caydırıcı gücü yüksek, güçlü
bir orduya ihtiyaç duymuştur”
 sözleri
oldukça anlamlı ve uyarıcıydı.

Balıkesir’de Kara Kuvvetleri Astsubay Meslek
Yüksekokulu’nda düzenlenen törende konuşan Orgeneral Necdet Özel’in, “Tarih boyunca ülkemiz bulunduğu
coğrafyanın jeostratejik özelliğine bağlı olarak, caydırıcı gücü yüksek, güçlü
bir orduya ihtiyaç duyagelmiştir. Askerine ‘Mehmetçik’ diyen, şehadeti en yüce
mertebe olarak kabul eden aziz milletimiz, yüce değerlere sahip çok necip bir
millettir. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu yüce milletin ordusu olma şerefini
gururla taşımaya devam edecektir”
 sözleri
sağır kulakları bile açmıştı!

Aslında Necdet Özel 5 Ocak 2012’de Milliyet’ten
Fikret Bila’nın sorularını yanıtlarken de:“Hayatımız pahasına insancıl
davranıyoruz ve demokratik bir duruş sergiliyoruz. (Oslo ve açım) süreçleriyle
uzaktan yakından ilgimiz yok ve zaten bilgilendirilmiyoruz. Uzun tutukluluk
için olumlu adımlar atılacağını umuyoruz. Kürtçe eğitimi asla uygun bulmuyoruz
ve iddia edildiği gibi Irak’tan ve Kuzey Irak’tan da bir destek görmüyoruz” 
şeklinde açıklamalar yapmış,
“siyasi demeç veriyor” diye Sn. Özel hakkında bazıları suç duyurusunda
bulunmuşlardı. Acaba ABD eski Ankara Büyükelçisi ve etkin Yahudi stratejisti
Ross Wilson’un şimdi maslahatgüzar olarak apar topar Türkiye’ye yollanması bu
kuşkulu gelişmeleri anlama ve engel olma amaçlı mıydı? Çünkü 2005-2008 yılları
arasında Ankara’da Büyükelçilik görevini yürüten Ross Wilson, bu görevinin
ardından Dışişleri Bakanlığı’ndan ayrılmıştı. ABD yönetimi ve NATO nezdinde
etkili bir örgüt olan Atlantik Konseyi’nde çalışmaya başlayan Wilson, Bush
döneminde 1 Mart tezkeresinin ardından AKP-ABD ilişkilerini yeniden “rayına
oturtmak” göreviyle Türkiye’ye yollanmıştı. Ordu’nun burnunun kırılıp hizaya
sokulmasını hedefleyen Ergenekon operasyonlarıyla ilgili altyapı Wilson’un
Büyükelçiliği döneminde hazırlanmıştı.

Wilson, 10 Mayıs 2008’de Cumhuriyet’te çıkan
demecinde, “Büyük Ortadoğu Projesi’nde Türkiye’nin rolü nedir?” sorusu üzerine: “Bunun tam açılımı Kuzey Afrika
ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesi’dir. Buradaki fikir, Kuzey Afrika
ülkelerinden Afganistan’a kadar bölgeyi genel olarak ele alabilmektir. Türkiye,
bu geniş kapsamlı projelere dahil olup projenin alt gruplarında birkaç projede
liderlik rolü üstlenmiştir” 
açıklamasını
yapmıştı. Wilson’un: “Ben
Bakü’de büyükelçiyken Gülen okullarının birine gittim. Etkileyici bir yerdi.
Orada ideoloji ya da dini çalışmalarla ilgili bir şey görmedim. Gördüğüm şey,
çok umutsuz durumda ve yardıma ihtiyacı olan çaresiz insanlara yardım etmek
için bir gayret gösterilmesiydi”
 sözleri
de Cemaat’in perde arkasına ışık tutmaktaydı.

Kendi ürettikleri IŞİD'e karşı ABD öncülüğünde
harekete geçirilmeye çalışılan yeni koalisyona katılım konusunda Türkiye'nin
ortaya koyduğu tavır bazı çevrelerde yeni bir 'eksen kayması' tartışması
başlatmıştı. Wall Street Journal “Türkiye'nin
IŞİD'e karşı uluslararası mücadelede artık Amerika'nın tarafı olmadığını” 
yazmıştı. Yahudi güdümlü
gazete Türkiye’nin NATO üyesi olmasına karşın ABD'nin müttefiki veya Batı'nın
dostu olarak davranmasını uzun süre önce bıraktığını da vurgulamıştı. Bazı
yandaş ve yalaka yazarlar:

“Bir defa IŞİD dolayısıyla gelişen diplomatik
temaslarda ABD ve Türkiye ilişkileri sanıldığının çok ötesinde en iyi bir
diyalog içinde bulunmaktaydı. Farklı olan ve birilerinin anlamakta zorlandığı
şey, belki duymaktan hiç de hoşlanmayacakları şey, bu diyalogda Türkiye'nin
tezlerinin de bu görüşmelerde büyük bir kabul görüyor olmasıydı. Daha açıkçası,
yürütülecek mücadele veya mücadelenin tabiatı ve sonuçları konusunda
Türkiye'nin uyarıları büyük bir ciddiyetle dikkate alınmasıydı..”
deseler de, Siyonist Wall Street Journal’in kastettiği AKP
hükümeti değil, Milli Türkiye ve TSK olduğu açıktı ve gavur haklıydı. Üstelik
bu gazetenin manşetinin “Türkiye artık ABD’nin müttefiki değil” şeklinde
tercümesi yanlıştı. Doğrusu: “ABD artık Türkiye’nin müttefiki değil” olmalıydı
ve bu nedenle İncirlik Üssü’nün Kuzey Irak’a taşınması gerektiğini
savunmaktaydı. Bunun mesajı açıktı: Artık Türkiye ABD ve İsrail’in (yani tüm
Siyonist ve emperyalist ülkelerin, dostu değil düşmanı sayılacaktı. Bu tavır
aslında yıllardır gizlenen derin bir kinin ve sinsi bir hedefin açığa
vurulmasıydı. Yani tarihi hesaplaşma kaçınılmazdı ve oldukça yakındı.

TSK'ya kumpas soruşturmasının resmen başlaması da
tarihi bir kırılma noktasıydı!

Bu arada Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensuplarına
“kumpas” kurulduğu iddiasıyla açılan soruşturma fiilen başlamıştı. Terör
savcılığı Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy ve Askeri Casusluk gibi soruşturmalarda
yargılanan askerlerin, “şikâyetçi” sıfatıyla ifadesini almıştı. Emekli Albay
Levent Göktaş ve SAT komandosu emekli Binbaşı Levent Bektaş’ın şikâyetçi
sıfatıyla ifadesini alan Terör Savcılığı bazı emekli orgenerallerin de
ifadesine başvuracaktı. Hatırlanacağı gibi Başbakan Yardımcısı Yalçın
Akdoğan’ın “Milli orduya
kumpas kuruldu”
 açıklaması
sonrası birçok personeli yargılanan Genelkurmay Başkanlığı harekete geçmiş ve
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunmuşlardı. Suç
duyurusunda Balyoz ve Ergenekon gibi TSK’nın muvazzaf ve emekli personelinin
yargılandığı davalarda “TSK’yı
hedef alacak şekilde suç delilleri üretildiği, davalarda görev yapan adli
kolluk, savcı ve hâkimlerin yargılamada savunmanın görüşlerini dinleyip
değerlendirmediği, suç delillerini manipüle ettiği” 
gibi suçlamalar yer almıştı.

‘DVD’yi bu polis koydu’

Ergenekon davasının en önemli delilleri arasında yer
alan 51 No’lu DVD’nin sahibi olduğu iddia edilen ve 23 yıl 9 ay hapis cezası
alan emekli Albay Levent Göktaş ifadesinde, “DVD
üzerinde parmak izi incelemesi yapılmasını ve benim parmak izim çıkarsa DVD’nin
bana ait olduğunun tarafımdan kabul edileceği belirtilmiştir. Ancak polisler,
Savcı Zekeriya Öz ve tutuklama kararını veren Ömer Diken bu talebimi kabul
etmemiştir. Tutuklandıktan sonra da bu talebime devam ettim. Ancak hiçbir
şekilde DVD üzerinde parmak izi incelemesine nedense lüzum görülmemiştir” 
diyerek, işyerinde 51 No’lu
DVD’yi bulan polisler M.Y ve S.Ş’nin de soruşturulmasını ve
cezalandırılmalarını istenmiş, “Söz
konusu DVD’yi bulduğu yere koyduğundan emin olduğumuz görevlinin fotoğrafını
görüntülerden tespit ederek size sunuyoruz. Bu kişinin araştırılmasını ve
bulunmasını istiyoruz”
 demiştir.
Göktaş, eski Ergenekon savcısı Zekeriya Öz hakkında “görevi kötüye kullanmak”
ve “hukuka aykırı davranmak” suçlarından soruşturma açılmasını da talep
etmiştir.

Savcı Ekrem Aydıner’e şikâyetçi sıfatı ile ifade
veren Poyrazköy davası sanığı emekli Binbaşı Levent Bektaş da ofisinde bulunan
“Kafes Eylem Planı” belgesinin, daha dosya bulunmadan 1 hafta önce aynı davanın
sanığı Eren Günay’a savcılık sorgusunda sorulduğunu hatırlatarak, “Bu husus dahi savcıların sözde
benden elde edilen meteryallerde Kafes Eylem Planı’nı görerek bu plan hakkında
bilgi sahibi olduklarını ve daha önceden bu hususların kullanıldığını
göstermektedir”
 diyerek,
soruşturmayı yapan ve yürüten görevlilerin soruşturma sırasında delil üreterek
görevlerini kötüye kullandıklarını belirtmiştir!

Çözüm sürecinin yol haritası askere yeni ve metazori
ulaşmıştı!

“Çözüm sürecinde yol haritası berraklaştı” diyen
Başbakan Davutoğlu, ‘Süreci bilmiyoruz’ diyen Genelkurmay Başkanı için de “Şimdi aynı şeyi söyleyemez” diyerek bir nevi “sürecin askerden saklandığı” itirafında bulunmuşlardı. Sürecin yol
haritasının artık daha şeffaf olduğunu belirten Davutoğlu’nun beyanına göre,
demek ki, şimdiye kadar şeffaf davranmamışlardı.

Güneydoğu'da Kürtçe eğitim gerilimi tırmanıştaydı!

Güneydoğu'da 3 pilot bölgede Kürtçe eğitim verecek
okullar hazırdı ama kaymakamlıklar engellemekte kararlıydı. Geçen yıllarda
Kürtçe eğitim olmadığı için Güneydoğu’da okullara yönelik ilk hafta boykot
yapılırdı.  Artık bu durum aşılmış ve Kürtçe eğitim veren okullar için
düğmeye basılmıştı. Kürt Dili Araştırma ve Geliştirme Derneği’nin öncülüğünde 3
ilde kurulan Kürtçe ilkokullarının tabelası asılmış, Kaymakamlıklar ise uyarıp
bir kısmı savcılıkça kapatılmıştı. Faaliyete başlanması halinde ilgililer
hakkında yasal işlemlerin yapılacağı açıklanmıştı. Diyarbakır BDP’li il başkanı
yani sivil PKK’nın dişi militanı Zübeyde Zümrüt, savcılıkça kapatılan “Kürtçe
eğitim okulunun” mührünü kırıp devlete meydan okuyarak, Diyarbakır Belediye
Başkanı Gülden Kışanak’la birlikte “Bu
yasakları tanımıyoruz, işte zincirleri kırıyoruz ve halkımızın dediğini
yapıyoruz. Ve hiç kimseden korkmuyor ve kale almıyoruz!”
 şeklinde küstahlaşmıştı.

Aysel Tuğluk: “Kendi
kaderimizi tayin edeceğiz!”
 diyerek
asıl niyetlerini kusmuşlardı.

PKK’nın “bölge meclisi” şeklinde tarif ettiği ve
“özerkliğin inşası” için kurulan Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK) 7. Olağan
Genel Kongresi Diyarbakır’da yapılmış, Abdullah Öcalan’ın gönderdiği mesajdan
sonra konuşan DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, “Özgür yaşam ve öz yönetim gücüne
tarihi bir fırsat yakalamışken, kendi kaderimizi tayin etme hakkımızı
kullanmamızı hiç kimse engelleyemez” diyerek devlete meydan okumuşlardı.

“Avrupa özerklik şartı” çerçevesinde
Kılıçdaroğlu’nun vaadi ile Öcalan’ın talebi uyuşmaktaydı. Kemal Kılıçdaroğlu,
kurultayda vurguladığı “Avrupa
Yerel Yönetimlere Özerklik Şartı’ndaki çekinceleri kadırgacağız”
sözü ile
Abdullah Öcalan’ın ana taleplerinden birini yerine getireceğini zaten
açıklamıştı. Alman yetkilileri bile: “Kürt devleti konusunda endişeliyiz”
derken bizim hükümet ve muhalefetimizin bu tavrı kafa karıştırıcıydı

Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier,
Almanya’nın IŞİD’e karşı savaşan Peşmerge güçlerine silah yardımı kararı alması
sonrasında “Hannoverschen Allgemeinen Zeitung” gazetesine konuya ilişkin
açıklamalarda bulunup Silah sevkiyatı kararını çok kolay almadıklarını
açıklamıştı. “Gönderilen silahların Peşmerge tarafından Kürt devleti kurulması
doğrultusunda kendi emelleri için kullanılması, ya da silahların daha sonra
istenmeyen grupların eline geçmesi ihtimalinin bulunması” görüşünü kendisinin
de paylaştığını belirtmesi bizimkilere ibret olmalıydı.

“IŞİD piyonunun feda edilmek üzere satranç
tahtasındaki kısmen zayıf bir bölgeye ilerletilmesi şu amaçlıydı: Piyon
takasıyla tahtanın o bölgesinde PKK'yı başat güç haline taşımak ve Kürdistan’ı
kolaylaştırmaktı. Çünkü günü geldiğinde o da satranç tahtasındaki at ve fillere
karşı kullanılacaktı! “IŞİD'e karşı Kürt birliği” diye tezgâhlanan
sürecin altında bu şeytani strateji sırıtmaktaydı. Süreç CAP Raporu'nun
Obama'ya tavsiyesine uygundu: Kürtlerin birliği sağlanmalı ve PKK siyasallaştırılmalıydı!”
 tespitleri ve
endişeleri haklıydı.

Türkiye'nin yeni komşuları; IŞİD, PKK ve Barzani
Kürdistanı mıydı?

Türkiye'nin Suriye ve Irak sınırında 6 farklı örgüt
hâkimiyet kurmuşlardı. Suriye’de 2011’den bu yana süren iç savaş ve IŞİD’in
Irak’taki hızlı ilerleyişi sonrası Türkiye’nin güney sınır kapılarının
karşısında şimdi 6 farklı bayrak dalgalanmaktaydı. Bunlar Suriye Arap
Cumhuriyeti, İslami Cephe, Özgür Suriye Ordusu, IŞİD, Irak Kürt Bölgesel
Yönetimi ve PYD-PKK’ya ait bulunmaktaydı. İşte AKP Türkiye’yi böyle bir çıkmaza
sokmuşlardı.

Sınır kapıları köprü halini almıştı!

Ebubekir el Bağdadi liderliğindeki ve ABD
güdümündeki IŞİD, Şanlıurfa’da Akçakale’nin karşısındaki Telabyad, Gaziantep’te
Karkamış’ın karşısındaki Carablus ve Kilis’teki Çobanbey’in karşısındaki El Rai
kapılarında bayrağını dalgalandırmaktaydı. Liderliğini Salih Müslim’in yaptığı
PYD ise, Şanlıurfa’da Ceylanpınar’ın karşısındaki Rasulayn, Mürşitpınar’ın
karşısındaki Ayn-El Arap, Gaziantep’te Islahiye’nin karşısındaki Meydani Ekbez,
Mardin’de Şenyurt’un karşısındaki Derbesye sınır kapılarını elinde tutmaktaydı.
Şırnak’ın Cizre ilçesinde iç savaştan kaçan Suriyelilerin geçiş yaptığı sadece
bir köprüden ibaret olan sınır kapısının karşısındaki Andivar da PYD’nin
kontrolünde bulunmaktaydı.

İşte Türkiye-Suriye sınırındaki köprü kapılar
şunlardı:

1- Yayladağı-Keseb 4 ay önce İslami Cephe’nin kontrolüne geçiyor, ancak bir ay
sonra yoğun çatışmaların ardından Esad güçleri tekrar kontrolü sağlanıyordu.

2- Karbeyaz-Azmarin Uzun yıllardır
kapalı, sadece bayramlaşmalarda açılıyordu. İç savaş nedeniyle o da yapılmıyor,
ÖSO’nun kontrolünde tutuluyordu.

3- Cilvegözü-Bab El Hava 2011 sonlarında ÖSO
kontrolüne geçiyor, 2013 yılının Aralık ayında İslami Cephe ani bir baskınla
kapıyı ÖSO’dan alıyordu.

4- Islahiye-Meydani Ekbez Karşısındaki
Suriye’nin Meydani Ekbez bölgesi tamamen PYD kontrolünde bulunuyordu.

5- Öncüpınar-Es Selame Es Selame Sınır
Kapısı, 2012 yılı temmuz ayında ÖSO kontrolüne geçiyor, ardından İslami Cephe
kapıyı kontrol altına alıyordu.

6- Çobanbey-El Rai Bölge geçen Ocak ayında IŞİD’in kontrolüne giriyordu.

7- Karkamış-Carablus 2012 yılı Temmuz
ayında rejim güçlerinden ÖSO kontrolün veriliyor, bu yılın Ocak ayının başında
ise IŞİD’in eline geçiyordu.

8- Mürşitpınar-Ayn El Arap Ayn-El Arap (Kobani)
Sınır Kapısı savaşın başından bu yana PYD’nin kontrolünde tutuluyor,
Mürşitpınar’dan insani yardıma ve Suriyelilerin haftanın iki günü geçişine izin
veriliyordu.

9- Akçakale-Telabyad 2012 yılı eylül
ayında 3 gün süren çatışmaların ardından ordu birliklerinden ÖSO güçlerinin
eline geçiyordu. Sınır kapısının kontrolü, geçen yılın aralık ayında başlayan
ve bu yılın ilk günlerinde sonlanan çatışmaların ardından ise IŞİD’e
devrediliyordu.

10- Ceylanpınar- Rasulayn 8 Kasım 2012 günü
çıkan ve 3 gün süren şiddetli çatışmaların ardından rejim güçlerinden ÖSO’ya
geçiyordu. PYD, sınır kapısını 2013 yılı Ocak ayındaki çatışmaların ardından
kontrolü altına alıyordu.

11- Şenyurt-Derbesye PYD tarafından ilan
edilen Rojava’nın Cizire kantonunda bulunuyor, Derbesye Sınır Kapısı’nda 2
aydır PYD bayrağı asılı duruyordu.

12- Girmeli-Kamışlı Suriye ordusunun
kontrolünde ve Suriye bayrağı dalgalanıyordu. Sınır kapısı giriş ve çıkışlara
kapalı bulunurken, sadece özel izinle insani yardımların geçişlerine
açılıyordu.

13- Cizre-Andivar Yıllardır
kullanılmıyor. Sadece bir köprü bulunuyordu.

IŞİD, bir ABD+İsrail yapımıydı!

Bu bölgede ABD’nin uyuşmadığı (İran-Suriye-Hizbullah
eksenine) karşı bir Sünni kampı oluşturalım derken IŞİD ortaya çıktı. Derken bu
radikal cihatçılar gittikçe etkilerini artırmaya başladılar. Suudi Arabistan
resmi olarak ABD’nin yanında durmakta, ama gayri resmi olarak (örgüte) silah
sağlamaktaydı. Öte yandan Katar IŞİD’le ilgili karanlık işleri kotarmakta ve
zaten Ülkenin yarısında koca bir ABD üssü bulunmaktaydı. Hatırlayınız
Afganistan’daki Taliban’ı da güya Sovyetler Birliği’ne karşı Suudi parası ve
Pakistan istihbaratı ile yine ABD kullanmıştı. Yani IŞİD’in de AKP’nin de
patronları aynıydı. Yazar Hilal Kaplan, Irak ve Suriye'de hüküm süren IŞİD'in
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve AKP'ye olan bakışını anlatmış ve IŞİD'in Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ı “kâfir” olarak gördüğünü yazmıştı. Böylece yalaka yandaşlar
IŞİD fetvalarıyla AKP ve Erdoğan’ı aklamaya çalışmaktaydı. Ne yani IŞİD’çiler,
AKP’nin Milli Görüş’e hıyanetini, BOP eşbaşkanlığı rezaletini ve Siyonizm’le
işbirliğini mi anlatacaktı?

Bu arada Abdullah Gül sahaya inmeye
hazırlanmaktaydı!

Köşk'ü Erdoğan'a devrettikten sonra ne yapacağı
merakla beklenen Abdullah Gül sahaya çıkma hazırlığındaydı. Gül'ün başlangıç
noktası ise memleketi Kayseri olacaktı. 19 Eylül 2014 Cuma günü saat 11:00’de
Erkilet havaalanına inecek olan Gül için Kayseri’de hummalı bir çalışma
başlatılmıştı. Şehrin dört bir yanını çepeçevre saran billboardlara “11. Cumhurbaşkanımız Medar-ı
İftiharımız Sn. Abdullah Gül’ün,
Kayseri’ye gelişleri nedeniyle Havaalanında Karşılanmasına Tüm Halkımız
davetlidir” ibaresinin yer aldığı ilanlar asılmıştı, yani Gül, eski
Cumhurbaşkanından ziyade, yeni başbakan gibi karşılanacaktı. . Sn. Gül’ün
partiden önce bir internet sitesi kurması, siyasi çıkışa alt yapı oluşturma
şeklinde yorumlanmıştı. Abdullah Gül’ün Saadet Partisi’ne yaklaşması da, O’nun
tabanını ve teşkilatını kendi hesabına istismar amaçlıydı. Ve ilahi intikam
gereği, çaresi yok AKP de parçalanacak, Erdoğan dayanaksız kalacaktı; şimdilik
Abdullah Gülcüler ve Fetullah Gülenciler uygun bir fırsatı ve çıkacak kriz
ortamını kollamaktaydı. 
Ankara Yıldız Yokuşu’nun bitimindeki binada, Abdullah Gül’ün bir
dönem “üs” olarak kullandığı Politik Araştırmalar Merkezi (PAM), Milli Görüş’ü
parçalama, Erbakan’ı devre dışı bırakıp tarihi projeleri aksatma amaçlı
çalışmaktaydı. Şimdi Abdullah Gül aynı iyilikleri(!) AKP için tasarlamaktaydı.

Yahudi cemaati Erdoğan’ı niye uyarmıştı?

ABD Yahudi Cemaati’nin önemli isimleri ile Erdoğan
arasındaki mektup trafiği enteresandı. Yahudi Cemaati: “Türkiye'de Artan Yahudi
karşıtlığından kaygılıyız…”
 derken
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise: “İsrail
karşıtı yazıların fikir özgürlüğünün gereği…”
 olduğunu savunmaktaydı. Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın seçim sürecinde en fazla dile getirdiği mesele olan
İsrail’in Gazze operasyonu, ABD Yahudi Cemaati’nin önemli isimleri ile Erdoğan
arasında bir mektup trafiğine yol açmıştı. ABD’nin en kuvvetli Yahudi
kuruluşlarından Hakaretle Mücadele İttifakı (ADL-Anti-Defamation League) geçen
hafta başında Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan iki sayfalık bir mektup aldıklarını
açıklarken, daha önce yapılmış mektuplaşmaları da kamuoyuna duyurmuşlardı. ADL
Başkanı Abraham Foxman, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan aldıkları mektubu paylaşırken“Erdoğan’ın
Türkiye’nin kapsayıcı bir toplum olması yönündeki liderliğinize saygı
duyuyoruz. Ancak İsrail’i eleştirmenin hala anti-Semitizm olmadığını savunuyor.
Ayrıca İsrail’in Camii ve hastaneleri de maksatlı olarak vurduğuna inanıyor”
 açıklamasını yapmıştı.

“Yahudi Uyarısı” Obama görüşmesinde de ele
alınmıştı!

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Galler’deki NATO
Zirvesi’nde ABD Başkanı Obama ile yaptığı görüşmenin ardından Beyaz Saray’dan
yapılan açıklamada da anti-Semitizm endişeleri gündeme taşınmıştı. Obama-Erdoğan
görüşmesinin arka planında Türkiye’deki
Yahudilere yönelik son dönemde artan tacizler
 olduğu geçen hafta Türk Yahudilerinin
yayınladığı deklarasyonun ardından ADL’den de gelen mektupla ortaya çıkmıştı.
ADL Başkanı Foxman, seçim kampanyası sürecinde 18 Temmuz 2014’de Cumhurbaşkanı
adayı ve Başbakan Erdoğan’a yazdıkları mektupta şunları hatırlatmıştı: “Türkiye’deki Yahudi cemaatine
yönelik atmosferin gittikçe düşmanlaşmasından endişe etmekteyiz. Bunda sizin
İsrail liderlerini Hitler’e benzetmeniz ve İsrail’in sistemik soykırım
uyguladığını söylemenizin de etkisi olduğu kanaatindeyiz. Dahası Gazze’de
yaşananlardan Türkiye’deki Yahudileri sorumlu tutan bazı gazete yazılarını
görmekteyiz. Sayın Başbakan, sizden Türk Yahudilerini günah keçisi haline
getiren bu anti-semitik yazıları açık bir dille kınamanızı ve Türk
Yahudilerinin devlet güvencesi altında olduğunu ifade etmenizi rica
etmekteyiz.”

Seçimden sonra iki sayfalık yanıt

Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ADL’e,
Washington’daki Türk Büyükelçiliği aracılığıyla 21 Ağustos 2014 tarihli bir
yanıt yollamıştı. Yanıtın girişinde balkon konuşmasına uzunca bir vurgu yapan
Erdoğan, “Anadolu’daki çok
kültürlülükten ve anti-Semitizm’in Türkiye topraklarında görülmemesinden
bahsetmiş; Türkiye’nin 2008 yılından beri “Soykırım Anma Günü”nü kabul ettiğine
vurgu yaparak “Gazze’deki insani trajediye olan tepkimiz Türk-Yahudi dostluğu
ve Yahudi vatandaşlarımıza olan duygularımızdan bağımsız değerlendirilmelidir”
dedikten sonra: “İsrail’in 8 Temmuz’da başlattığı ve sonrasında genişlettiği
operasyon, bizim tarihi ve duygusal bağımız olan Filistin halkına yönelik
toptancı bir cezalandırmadır. Bu da Türk halkının haklı tepkisini doğurmuştur. Ancak duygusal atmosferin ağırlaştığı
bu dönemlerde Yahudi vatandaşlarımızın korunmasına yönelik bütün tedbirler
alınmıştır ve onlara yönelik hiçbir olası hareket cezasız kalmayacaktır.”

Bu arada kafamıza takılan asıl konu şuydu:

Herhangi bir ülkedeki (Yahudi kuruluşları hariç)
hiçbir ekonomik, sosyal ve kültürel sivil örgüt, doğrudan Başkan Obama’ya
mektup yazamazdı, yazsa da muhatap alınmazdı. Ancak 70 bin kişilik imza ile
bazı özel dilekçeler eklenmesi şartı vardı. Şimdi soralım: Bu ADL denen Yahudi
Derneği hangi diplomatik yetki ve siyasi etiket ve etki ile, bizim
Cumhurbaşkanımıza hem de azarlar bir tavırla mektup yazmakta ve dahi anında
cevap yazılıp ulaştırılmaktaydı? Türkiye gibi bir ülkenin Cumhurbaşkanı, Yahudi
ADL’nin sıradan muhatabı ve şamar oğlanı mıydı? Kendi adıma böyle Cumhurbaşkanı
olmaktansa, Çumra’da özgür ve onurlu bir mahalle muhtarlığı daha anlamlıydı.

 

 













BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi