HÜKÜMETİN VE DIŞ VESAYETİN SON ÇIRPINIŞLARI
Türkiye uzun
zamandır, Yahudi Lobileri güdümlü ABDnin vesayetine girmişti ve küresel
Siyonist merkezler, Türkiyeyi askeri konularda NATO, siyasi konularda ise AB
eliyle yönlendirmekteydi. Ancak Genelkurmay Başkanı Özelden açılıma ilişkin
beklenmedik çıkış, işbirlikçileri şaşkına çevirmişti. Org. Özel, Kırmızı çizgiler aşılırsa gereği
yapılacaktır, ülke bütünlüğü kırmızı çizgilerimizin başındadırdeyince
patronlar da piyonlar da paniklemişti.
Başbakan Ahmet Davutoğluna ilk soru önergesi
Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Özelin Çözüm
sürecine ilişkin yol haritasını bilmiyoruz. O çalışmanın içinde yokuz sözüyle ilgili olarak gelmişti.
İstanbul Milletvekili Umut Oran, Başbakan Davutoğluna, Çözüm sürecini kaç kişi
bilmektedir? Genelkurmay Başkanına ne zaman bilgi verilecektir? Org. Özelin
sözünü ettiği kırmızı çizgiler tepelenmiş midir? sorularını yöneltmişti.
Cumhurbaşkanı ve Başbakanın protesto edip
katılmadıkları Yargıtay töreni sonrasında ve 30 Ağustos akşamında GKB Necdet
Özelin: Çözüm süreciyle
ilgili bize bilgi verilmiyor ve bizim kırmızı çizgilerimiz elbette devam
ediyor!çıkışları
Ve Sn Recep T. Erdoğanın Gallerdeki NATO zirvesinde
stratejik patronlarına Türkiye yanınızdadır! sözünü vermesine rağmen daha
döner dönmez Sn. Necdet Özelin: IŞİD
gerekçesiyle Suriye Irak topraklarına yönelik askeri operasyonlar için
üslerimizi kullandırmaz ve bu maksatlı oluşumlara katılmayız.. yollu açıklamaları hem dış güçlerde
hem de işbirlikçilerinde son zamanlarda moda olan Buzlu duş etkisi meydana
getirmişti. Öyle ki şaşkınlıklarını ve perişanlıklarını gizleyemez hale
gelmişlerdi. Bu tarihi tepkileri, Recep Erdoğanın kararlılığına, kahramanlığına
ve kritik kafasına bağlamak saflık alametiydi. Çünkü O da, bu beklenmedik
gelişmeleri hayretle ve tedirginlikle izlemekte ve çaresiz derin tavsiyelere
uymak mecburiyetindeydi. Ya
hu hani Milli vesayeti bitirmiş, hain demokrasiyi yerleştirmişlerdi?!şeklinde
şaşkınlık geçirenleri, asıl şoka girecekleri tarihi ve talihli gelişmeler
beklemekteydi. Daha önce Milli Çözüm Ekibinin Bunların
gaflet ve hıyanet girişimlerine ve üniter yapımızı çözme gayretlerine karşı,
stratejik bir sabır ve sükûnet gösterilip; kalıcı ve ülkeyi dış vesayetten
kurtarıcı büyük hamlelerin yapılacağı şartların olgunlaşması beklenmektedir tespitlerimize burun bükenler, şimdi
hak vermekteydi.
TSKnın onurlu ve olumlu kararlarını, Cumhurbaşkanı
açıklamaktaydı!
TSK, bu kritik süreçte çok stratejik bir yaklaşımla,
IŞİD ve diğer terör örgütlerinin ülkemize sızmasını engellemek amacıyla sınır
boyunca belli noktalarda Tampon
bölgeler kurma ve uçuşa yasak emniyet koridorları oluşturma kararı almış ve bunu Sn.
Cumhurbaşkanına açıklamıştı. Bu önlemin gereğini, Milli Çözüm Dergisi, ta
Suriye sorunları çıkarıldığında hatırlatmış ve defalarca gündeme taşımıştı.
Bunlar vaktinde yapılsaydı, 2 milyon Suriyeli
sığınması insan ve yüzlerce Militan Türkiyeye taşımak ve başımıza bin türlü
sorun açmak durumunda kalınmayacaktı. PKKnın eşkıya başı Murat Karayılanın: Türkiye eğer sınır yörelerine
tampon bölge oluşturmaya kalkışırsa, o vakit çözüm süreci rafa kaldırılır! küstahlığı da, bu tampon bölge
projesinin bizim için ne denli gerekli ama dış güçler ve teröristler için ise
ne denli engelleyici olduğunun kanıtıydı.
Ve zaten IŞİDle mücadele bahanesiyle ve tabi ABD ve
AB desteği ile; Barzani Peşmergeleri, PKK teröristleri ve PYD gençlerinden
oluşan özel bir bölge ordusu kurulmakta, İsrail subayları bunlara eğitim
yaptırmakta ve Kandildeki cinayet generalleri diplomalarını dağıtmaktaydı.
Yani bıçak kemiğe dayanmıştı ve büyük dönüşümler yakındı. Derin mahfillerle
irtibatı bilinen, 28 Şubat sürecinde önemli icraatlar yürütülen buna rağmen AKP
iktidarınca Ankara valiliğine getirilen ve 1990da Harp Akademileri Milli
Güvenlik Akademisini bitiren Alaattin Yükselin, valiler kararnamesinden günler
önce Artık görevde kalmayı düşünmediğinin emekliliğini istediğinin medyaya
sızdırılması
Ve yine eski Denizli Valisi Abdulkadir Demirin Bu şartlarda görevi yürütmenin
gereksizliğinivurgulaması, bazı kulislerde olağanüstü şartların yaşanacağı ve
yaklaştığı şeklinde
yorumlanmıştı.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özelin, Tarih boyunca ülkemiz bulunduğu
coğrafyanın jeostratejik özelliğine bağlı olarak, caydırıcı gücü yüksek, güçlü
bir orduya ihtiyaç duymuştur sözleri
oldukça anlamlı ve uyarıcıydı.
Balıkesirde Kara Kuvvetleri Astsubay Meslek
Yüksekokulunda düzenlenen törende konuşan Orgeneral Necdet Özelin, Tarih boyunca ülkemiz bulunduğu
coğrafyanın jeostratejik özelliğine bağlı olarak, caydırıcı gücü yüksek, güçlü
bir orduya ihtiyaç duyagelmiştir. Askerine Mehmetçik diyen, şehadeti en yüce
mertebe olarak kabul eden aziz milletimiz, yüce değerlere sahip çok necip bir
millettir. Türk Silahlı Kuvvetleri, bu yüce milletin ordusu olma şerefini
gururla taşımaya devam edecektir sözleri
sağır kulakları bile açmıştı!
Aslında Necdet Özel 5 Ocak 2012de Milliyetten
Fikret Bilanın sorularını yanıtlarken de:Hayatımız pahasına insancıl
davranıyoruz ve demokratik bir duruş sergiliyoruz. (Oslo ve açım) süreçleriyle
uzaktan yakından ilgimiz yok ve zaten bilgilendirilmiyoruz. Uzun tutukluluk
için olumlu adımlar atılacağını umuyoruz. Kürtçe eğitimi asla uygun bulmuyoruz
ve iddia edildiği gibi Iraktan ve Kuzey Iraktan da bir destek görmüyoruz şeklinde açıklamalar yapmış,
siyasi demeç veriyor diye Sn. Özel hakkında bazıları suç duyurusunda
bulunmuşlardı. Acaba ABD eski Ankara Büyükelçisi ve etkin Yahudi stratejisti
Ross Wilsonun şimdi maslahatgüzar olarak apar topar Türkiyeye yollanması bu
kuşkulu gelişmeleri anlama ve engel olma amaçlı mıydı? Çünkü 2005-2008 yılları
arasında Ankarada Büyükelçilik görevini yürüten Ross Wilson, bu görevinin
ardından Dışişleri Bakanlığından ayrılmıştı. ABD yönetimi ve NATO nezdinde
etkili bir örgüt olan Atlantik Konseyinde çalışmaya başlayan Wilson, Bush
döneminde 1 Mart tezkeresinin ardından AKP-ABD ilişkilerini yeniden rayına
oturtmak göreviyle Türkiyeye yollanmıştı. Ordunun burnunun kırılıp hizaya
sokulmasını hedefleyen Ergenekon operasyonlarıyla ilgili altyapı Wilsonun
Büyükelçiliği döneminde hazırlanmıştı.
Wilson, 10 Mayıs 2008de Cumhuriyette çıkan
demecinde, Büyük Ortadoğu Projesinde Türkiyenin rolü nedir? sorusu üzerine: Bunun tam açılımı Kuzey Afrika
ve Genişletilmiş Ortadoğu Projesidir. Buradaki fikir, Kuzey Afrika
ülkelerinden Afganistana kadar bölgeyi genel olarak ele alabilmektir. Türkiye,
bu geniş kapsamlı projelere dahil olup projenin alt gruplarında birkaç projede
liderlik rolü üstlenmiştir açıklamasını
yapmıştı. Wilsonun: Ben
Baküde büyükelçiyken Gülen okullarının birine gittim. Etkileyici bir yerdi.
Orada ideoloji ya da dini çalışmalarla ilgili bir şey görmedim. Gördüğüm şey,
çok umutsuz durumda ve yardıma ihtiyacı olan çaresiz insanlara yardım etmek
için bir gayret gösterilmesiydi sözleri
de Cemaatin perde arkasına ışık tutmaktaydı.
Kendi ürettikleri IŞİD'e karşı ABD öncülüğünde
harekete geçirilmeye çalışılan yeni koalisyona katılım konusunda Türkiye'nin
ortaya koyduğu tavır bazı çevrelerde yeni bir 'eksen kayması' tartışması
başlatmıştı. Wall Street Journal Türkiye'nin
IŞİD'e karşı uluslararası mücadelede artık Amerika'nın tarafı olmadığını yazmıştı. Yahudi güdümlü
gazete Türkiyenin NATO üyesi olmasına karşın ABD'nin müttefiki veya Batı'nın
dostu olarak davranmasını uzun süre önce bıraktığını da vurgulamıştı. Bazı
yandaş ve yalaka yazarlar:
Bir defa IŞİD dolayısıyla gelişen diplomatik
temaslarda ABD ve Türkiye ilişkileri sanıldığının çok ötesinde en iyi bir
diyalog içinde bulunmaktaydı. Farklı olan ve birilerinin anlamakta zorlandığı
şey, belki duymaktan hiç de hoşlanmayacakları şey, bu diyalogda Türkiye'nin
tezlerinin de bu görüşmelerde büyük bir kabul görüyor olmasıydı. Daha açıkçası,
yürütülecek mücadele veya mücadelenin tabiatı ve sonuçları konusunda
Türkiye'nin uyarıları büyük bir ciddiyetle dikkate alınmasıydı..deseler de, Siyonist Wall Street Journalin kastettiği AKP
hükümeti değil, Milli Türkiye ve TSK olduğu açıktı ve gavur haklıydı. Üstelik
bu gazetenin manşetinin Türkiye artık ABDnin müttefiki değil şeklinde
tercümesi yanlıştı. Doğrusu: ABD artık Türkiyenin müttefiki değil olmalıydı
ve bu nedenle İncirlik Üssünün Kuzey Iraka taşınması gerektiğini
savunmaktaydı. Bunun mesajı açıktı: Artık Türkiye ABD ve İsrailin (yani tüm
Siyonist ve emperyalist ülkelerin, dostu değil düşmanı sayılacaktı. Bu tavır
aslında yıllardır gizlenen derin bir kinin ve sinsi bir hedefin açığa
vurulmasıydı. Yani tarihi hesaplaşma kaçınılmazdı ve oldukça yakındı.
TSK'ya kumpas soruşturmasının resmen başlaması da
tarihi bir kırılma noktasıydı!
Bu arada Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mensuplarına
kumpas kurulduğu iddiasıyla açılan soruşturma fiilen başlamıştı. Terör
savcılığı Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy ve Askeri Casusluk gibi soruşturmalarda
yargılanan askerlerin, şikâyetçi sıfatıyla ifadesini almıştı. Emekli Albay
Levent Göktaş ve SAT komandosu emekli Binbaşı Levent Bektaşın şikâyetçi
sıfatıyla ifadesini alan Terör Savcılığı bazı emekli orgenerallerin de
ifadesine başvuracaktı. Hatırlanacağı gibi Başbakan Yardımcısı Yalçın
Akdoğanın Milli orduya
kumpas kuruldu açıklaması
sonrası birçok personeli yargılanan Genelkurmay Başkanlığı harekete geçmiş ve
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardı. Suç
duyurusunda Balyoz ve Ergenekon gibi TSKnın muvazzaf ve emekli personelinin
yargılandığı davalarda TSKyı
hedef alacak şekilde suç delilleri üretildiği, davalarda görev yapan adli
kolluk, savcı ve hâkimlerin yargılamada savunmanın görüşlerini dinleyip
değerlendirmediği, suç delillerini manipüle ettiği gibi suçlamalar yer almıştı.
DVDyi bu polis koydu
Ergenekon davasının en önemli delilleri arasında yer
alan 51 Nolu DVDnin sahibi olduğu iddia edilen ve 23 yıl 9 ay hapis cezası
alan emekli Albay Levent Göktaş ifadesinde, DVD
üzerinde parmak izi incelemesi yapılmasını ve benim parmak izim çıkarsa DVDnin
bana ait olduğunun tarafımdan kabul edileceği belirtilmiştir. Ancak polisler,
Savcı Zekeriya Öz ve tutuklama kararını veren Ömer Diken bu talebimi kabul
etmemiştir. Tutuklandıktan sonra da bu talebime devam ettim. Ancak hiçbir
şekilde DVD üzerinde parmak izi incelemesine nedense lüzum görülmemiştir diyerek, işyerinde 51 Nolu
DVDyi bulan polisler M.Y ve S.Şnin de soruşturulmasını ve
cezalandırılmalarını istenmiş, Söz
konusu DVDyi bulduğu yere koyduğundan emin olduğumuz görevlinin fotoğrafını
görüntülerden tespit ederek size sunuyoruz. Bu kişinin araştırılmasını ve
bulunmasını istiyoruz demiştir.
Göktaş, eski Ergenekon savcısı Zekeriya Öz hakkında görevi kötüye kullanmak
ve hukuka aykırı davranmak suçlarından soruşturma açılmasını da talep
etmiştir.
Savcı Ekrem Aydınere şikâyetçi sıfatı ile ifade
veren Poyrazköy davası sanığı emekli Binbaşı Levent Bektaş da ofisinde bulunan
Kafes Eylem Planı belgesinin, daha dosya bulunmadan 1 hafta önce aynı davanın
sanığı Eren Günaya savcılık sorgusunda sorulduğunu hatırlatarak, Bu husus dahi savcıların sözde
benden elde edilen meteryallerde Kafes Eylem Planını görerek bu plan hakkında
bilgi sahibi olduklarını ve daha önceden bu hususların kullanıldığını
göstermektedir diyerek,
soruşturmayı yapan ve yürüten görevlilerin soruşturma sırasında delil üreterek
görevlerini kötüye kullandıklarını belirtmiştir!
Çözüm sürecinin yol haritası askere yeni ve metazori
ulaşmıştı!
Çözüm sürecinde yol haritası berraklaştı” diyen
Başbakan Davutoğlu, Süreci bilmiyoruz diyen Genelkurmay Başkanı için de Şimdi aynı şeyi söyleyemez diyerek bir nevi sürecin askerden saklandığı itirafında bulunmuşlardı. Sürecin yol
haritasının artık daha şeffaf olduğunu belirten Davutoğlunun beyanına göre,
demek ki, şimdiye kadar şeffaf davranmamışlardı.
Güneydoğu'da Kürtçe eğitim gerilimi tırmanıştaydı!
Güneydoğu'da 3 pilot bölgede Kürtçe eğitim verecek
okullar hazırdı ama kaymakamlıklar engellemekte kararlıydı. Geçen yıllarda
Kürtçe eğitim olmadığı için Güneydoğuda okullara yönelik ilk hafta boykot
yapılırdı. Artık bu durum aşılmış ve Kürtçe eğitim veren okullar için
düğmeye basılmıştı. Kürt Dili Araştırma ve Geliştirme Derneğinin öncülüğünde 3
ilde kurulan Kürtçe ilkokullarının tabelası asılmış, Kaymakamlıklar ise uyarıp
bir kısmı savcılıkça kapatılmıştı. Faaliyete başlanması halinde ilgililer
hakkında yasal işlemlerin yapılacağı açıklanmıştı. Diyarbakır BDPli il başkanı
yani sivil PKKnın dişi militanı Zübeyde Zümrüt, savcılıkça kapatılan Kürtçe
eğitim okulunun mührünü kırıp devlete meydan okuyarak, Diyarbakır Belediye
Başkanı Gülden Kışanakla birlikte Bu
yasakları tanımıyoruz, işte zincirleri kırıyoruz ve halkımızın dediğini
yapıyoruz. Ve hiç kimseden korkmuyor ve kale almıyoruz! şeklinde küstahlaşmıştı.
Aysel Tuğluk: Kendi
kaderimizi tayin edeceğiz! diyerek
asıl niyetlerini kusmuşlardı.
PKKnın bölge meclisi şeklinde tarif ettiği ve
özerkliğin inşası için kurulan Demokratik Toplum Kongresinin (DTK) 7. Olağan
Genel Kongresi Diyarbakırda yapılmış, Abdullah Öcalanın gönderdiği mesajdan
sonra konuşan DTK Eşbaşkanı Aysel Tuğluk, Özgür yaşam ve öz yönetim gücüne
tarihi bir fırsat yakalamışken, kendi kaderimizi tayin etme hakkımızı
kullanmamızı hiç kimse engelleyemez diyerek devlete meydan okumuşlardı.
Avrupa özerklik şartı çerçevesinde
Kılıçdaroğlunun vaadi ile Öcalanın talebi uyuşmaktaydı. Kemal Kılıçdaroğlu,
kurultayda vurguladığı Avrupa
Yerel Yönetimlere Özerklik Şartındaki çekinceleri kadırgacağızsözü ile
Abdullah Öcalanın ana taleplerinden birini yerine getireceğini zaten
açıklamıştı. Alman yetkilileri bile: Kürt devleti konusunda endişeliyiz
derken bizim hükümet ve muhalefetimizin bu tavrı kafa karıştırıcıydı
Almanya Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier,
Almanyanın IŞİDe karşı savaşan Peşmerge güçlerine silah yardımı kararı alması
sonrasında Hannoverschen Allgemeinen Zeitung gazetesine konuya ilişkin
açıklamalarda bulunup Silah sevkiyatı kararını çok kolay almadıklarını
açıklamıştı. Gönderilen silahların Peşmerge tarafından Kürt devleti kurulması
doğrultusunda kendi emelleri için kullanılması, ya da silahların daha sonra
istenmeyen grupların eline geçmesi ihtimalinin bulunması görüşünü kendisinin
de paylaştığını belirtmesi bizimkilere ibret olmalıydı.
IŞİD piyonunun feda edilmek üzere satranç
tahtasındaki kısmen zayıf bir bölgeye ilerletilmesi şu amaçlıydı: Piyon
takasıyla tahtanın o bölgesinde PKK'yı başat güç haline taşımak ve Kürdistanı
kolaylaştırmaktı. Çünkü günü geldiğinde o da satranç tahtasındaki at ve fillere
karşı kullanılacaktı! “IŞİD'e karşı Kürt birliği” diye tezgâhlanan
sürecin altında bu şeytani strateji sırıtmaktaydı. Süreç CAP Raporu'nun
Obama'ya tavsiyesine uygundu: Kürtlerin birliği sağlanmalı ve PKK siyasallaştırılmalıydı! tespitleri ve
endişeleri haklıydı.
Türkiye'nin yeni komşuları; IŞİD, PKK ve Barzani
Kürdistanı mıydı?
Türkiye'nin Suriye ve Irak sınırında 6 farklı örgüt
hâkimiyet kurmuşlardı. Suriyede 2011den bu yana süren iç savaş ve IŞİDin
Iraktaki hızlı ilerleyişi sonrası Türkiyenin güney sınır kapılarının
karşısında şimdi 6 farklı bayrak dalgalanmaktaydı. Bunlar Suriye Arap
Cumhuriyeti, İslami Cephe, Özgür Suriye Ordusu, IŞİD, Irak Kürt Bölgesel
Yönetimi ve PYD-PKKya ait bulunmaktaydı. İşte AKP Türkiyeyi böyle bir çıkmaza
sokmuşlardı.
Sınır kapıları köprü halini almıştı!
Ebubekir el Bağdadi liderliğindeki ve ABD
güdümündeki IŞİD, Şanlıurfada Akçakalenin karşısındaki Telabyad, Gaziantepte
Karkamışın karşısındaki Carablus ve Kilisteki Çobanbeyin karşısındaki El Rai
kapılarında bayrağını dalgalandırmaktaydı. Liderliğini Salih Müslimin yaptığı
PYD ise, Şanlıurfada Ceylanpınarın karşısındaki Rasulayn, Mürşitpınarın
karşısındaki Ayn-El Arap, Gaziantepte Islahiyenin karşısındaki Meydani Ekbez,
Mardinde Şenyurtun karşısındaki Derbesye sınır kapılarını elinde tutmaktaydı.
Şırnakın Cizre ilçesinde iç savaştan kaçan Suriyelilerin geçiş yaptığı sadece
bir köprüden ibaret olan sınır kapısının karşısındaki Andivar da PYDnin
kontrolünde bulunmaktaydı.
İşte Türkiye-Suriye sınırındaki köprü kapılar
şunlardı:
1- Yayladağı-Keseb 4 ay önce İslami Cephenin kontrolüne geçiyor, ancak bir ay
sonra yoğun çatışmaların ardından Esad güçleri tekrar kontrolü sağlanıyordu.
2- Karbeyaz-Azmarin Uzun yıllardır
kapalı, sadece bayramlaşmalarda açılıyordu. İç savaş nedeniyle o da yapılmıyor,
ÖSOnun kontrolünde tutuluyordu.
3- Cilvegözü-Bab El Hava 2011 sonlarında ÖSO
kontrolüne geçiyor, 2013 yılının Aralık ayında İslami Cephe ani bir baskınla
kapıyı ÖSOdan alıyordu.
4- Islahiye-Meydani Ekbez Karşısındaki
Suriyenin Meydani Ekbez bölgesi tamamen PYD kontrolünde bulunuyordu.
5- Öncüpınar-Es Selame Es Selame Sınır
Kapısı, 2012 yılı temmuz ayında ÖSO kontrolüne geçiyor, ardından İslami Cephe
kapıyı kontrol altına alıyordu.
6- Çobanbey-El Rai Bölge geçen Ocak ayında IŞİDin kontrolüne giriyordu.
7- Karkamış-Carablus 2012 yılı Temmuz
ayında rejim güçlerinden ÖSO kontrolün veriliyor, bu yılın Ocak ayının başında
ise IŞİDin eline geçiyordu.
8- Mürşitpınar-Ayn El Arap Ayn-El Arap (Kobani)
Sınır Kapısı savaşın başından bu yana PYDnin kontrolünde tutuluyor,
Mürşitpınardan insani yardıma ve Suriyelilerin haftanın iki günü geçişine izin
veriliyordu.
9- Akçakale-Telabyad 2012 yılı eylül
ayında 3 gün süren çatışmaların ardından ordu birliklerinden ÖSO güçlerinin
eline geçiyordu. Sınır kapısının kontrolü, geçen yılın aralık ayında başlayan
ve bu yılın ilk günlerinde sonlanan çatışmaların ardından ise IŞİDe
devrediliyordu.
10- Ceylanpınar- Rasulayn 8 Kasım 2012 günü
çıkan ve 3 gün süren şiddetli çatışmaların ardından rejim güçlerinden ÖSOya
geçiyordu. PYD, sınır kapısını 2013 yılı Ocak ayındaki çatışmaların ardından
kontrolü altına alıyordu.
11- Şenyurt-Derbesye PYD tarafından ilan
edilen Rojavanın Cizire kantonunda bulunuyor, Derbesye Sınır Kapısında 2
aydır PYD bayrağı asılı duruyordu.
12- Girmeli-Kamışlı Suriye ordusunun
kontrolünde ve Suriye bayrağı dalgalanıyordu. Sınır kapısı giriş ve çıkışlara
kapalı bulunurken, sadece özel izinle insani yardımların geçişlerine
açılıyordu.
13- Cizre-Andivar Yıllardır
kullanılmıyor. Sadece bir köprü bulunuyordu.
IŞİD, bir ABD+İsrail yapımıydı!
Bu bölgede ABDnin uyuşmadığı (İran-Suriye-Hizbullah
eksenine) karşı bir Sünni kampı oluşturalım derken IŞİD ortaya çıktı. Derken bu
radikal cihatçılar gittikçe etkilerini artırmaya başladılar. Suudi Arabistan
resmi olarak ABDnin yanında durmakta, ama gayri resmi olarak (örgüte) silah
sağlamaktaydı. Öte yandan Katar IŞİDle ilgili karanlık işleri kotarmakta ve
zaten Ülkenin yarısında koca bir ABD üssü bulunmaktaydı. Hatırlayınız
Afganistandaki Talibanı da güya Sovyetler Birliğine karşı Suudi parası ve
Pakistan istihbaratı ile yine ABD kullanmıştı. Yani IŞİDin de AKPnin de
patronları aynıydı. Yazar Hilal Kaplan, Irak ve Suriye'de hüküm süren IŞİD'in
Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve AKP'ye olan bakışını anlatmış ve IŞİD'in Cumhurbaşkanı
Erdoğan'ı “kâfir” olarak gördüğünü yazmıştı. Böylece yalaka yandaşlar
IŞİD fetvalarıyla AKP ve Erdoğanı aklamaya çalışmaktaydı. Ne yani IŞİDçiler,
AKPnin Milli Görüşe hıyanetini, BOP eşbaşkanlığı rezaletini ve Siyonizmle
işbirliğini mi anlatacaktı?
Bu arada Abdullah Gül sahaya inmeye
hazırlanmaktaydı!
Köşk'ü Erdoğan'a devrettikten sonra ne yapacağı
merakla beklenen Abdullah Gül sahaya çıkma hazırlığındaydı. Gül'ün başlangıç
noktası ise memleketi Kayseri olacaktı. 19 Eylül 2014 Cuma günü saat 11:00de
Erkilet havaalanına inecek olan Gül için Kayseride hummalı bir çalışma
başlatılmıştı. Şehrin dört bir yanını çepeçevre saran billboardlara 11. Cumhurbaşkanımız Medar-ı
İftiharımız Sn. Abdullah Gülün,
Kayseriye gelişleri nedeniyle Havaalanında Karşılanmasına Tüm Halkımız
davetlidir ibaresinin yer aldığı ilanlar asılmıştı, yani Gül, eski
Cumhurbaşkanından ziyade, yeni başbakan gibi karşılanacaktı. . Sn. Gülün
partiden önce bir internet sitesi kurması, siyasi çıkışa alt yapı oluşturma
şeklinde yorumlanmıştı. Abdullah Gülün Saadet Partisine yaklaşması da, Onun
tabanını ve teşkilatını kendi hesabına istismar amaçlıydı. Ve ilahi intikam
gereği, çaresi yok AKP de parçalanacak, Erdoğan dayanaksız kalacaktı; şimdilik
Abdullah Gülcüler ve Fetullah Gülenciler uygun bir fırsatı ve çıkacak kriz
ortamını kollamaktaydı. Ankara Yıldız Yokuşunun bitimindeki binada, Abdullah Gülün bir
dönem üs olarak kullandığı Politik Araştırmalar Merkezi (PAM), Milli Görüşü
parçalama, Erbakanı devre dışı bırakıp tarihi projeleri aksatma amaçlı
çalışmaktaydı. Şimdi Abdullah Gül aynı iyilikleri(!) AKP için tasarlamaktaydı.
Yahudi cemaati Erdoğanı niye uyarmıştı?
ABD Yahudi Cemaatinin önemli isimleri ile Erdoğan
arasındaki mektup trafiği enteresandı. Yahudi Cemaati: “Türkiye'de Artan Yahudi
karşıtlığından kaygılıyız…” derken
Cumhurbaşkanı Erdoğan ise: “İsrail
karşıtı yazıların fikir özgürlüğünün gereği…” olduğunu savunmaktaydı. Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğanın seçim sürecinde en fazla dile getirdiği mesele olan
İsrailin Gazze operasyonu, ABD Yahudi Cemaatinin önemli isimleri ile Erdoğan
arasında bir mektup trafiğine yol açmıştı. ABDnin en kuvvetli Yahudi
kuruluşlarından Hakaretle Mücadele İttifakı (ADL-Anti-Defamation League) geçen
hafta başında Cumhurbaşkanı Erdoğandan iki sayfalık bir mektup aldıklarını
açıklarken, daha önce yapılmış mektuplaşmaları da kamuoyuna duyurmuşlardı. ADL
Başkanı Abraham Foxman, Cumhurbaşkanı Erdoğandan aldıkları mektubu paylaşırkenErdoğanın
Türkiyenin kapsayıcı bir toplum olması yönündeki liderliğinize saygı
duyuyoruz. Ancak İsraili eleştirmenin hala anti-Semitizm olmadığını savunuyor.
Ayrıca İsrailin Camii ve hastaneleri de maksatlı olarak vurduğuna inanıyor açıklamasını yapmıştı.
Yahudi Uyarısı Obama görüşmesinde de ele
alınmıştı!
Cumhurbaşkanı Erdoğanın Gallerdeki NATO
Zirvesinde ABD Başkanı Obama ile yaptığı görüşmenin ardından Beyaz Saraydan
yapılan açıklamada da anti-Semitizm endişeleri gündeme taşınmıştı. Obama-Erdoğan
görüşmesinin arka planında Türkiyedeki
Yahudilere yönelik son dönemde artan tacizler olduğu geçen hafta Türk Yahudilerinin
yayınladığı deklarasyonun ardından ADLden de gelen mektupla ortaya çıkmıştı.
ADL Başkanı Foxman, seçim kampanyası sürecinde 18 Temmuz 2014de Cumhurbaşkanı
adayı ve Başbakan Erdoğana yazdıkları mektupta şunları hatırlatmıştı: Türkiyedeki Yahudi cemaatine
yönelik atmosferin gittikçe düşmanlaşmasından endişe etmekteyiz. Bunda sizin
İsrail liderlerini Hitlere benzetmeniz ve İsrailin sistemik soykırım
uyguladığını söylemenizin de etkisi olduğu kanaatindeyiz. Dahası Gazzede
yaşananlardan Türkiyedeki Yahudileri sorumlu tutan bazı gazete yazılarını
görmekteyiz. Sayın Başbakan, sizden Türk Yahudilerini günah keçisi haline
getiren bu anti-semitik yazıları açık bir dille kınamanızı ve Türk
Yahudilerinin devlet güvencesi altında olduğunu ifade etmenizi rica
etmekteyiz.
Seçimden sonra iki sayfalık yanıt
Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten sonra ADLe,
Washingtondaki Türk Büyükelçiliği aracılığıyla 21 Ağustos 2014 tarihli bir
yanıt yollamıştı. Yanıtın girişinde balkon konuşmasına uzunca bir vurgu yapan
Erdoğan, Anadoludaki çok
kültürlülükten ve anti-Semitizmin Türkiye topraklarında görülmemesinden
bahsetmiş; Türkiyenin 2008 yılından beri Soykırım Anma Gününü kabul ettiğine
vurgu yaparak Gazzedeki insani trajediye olan tepkimiz Türk-Yahudi dostluğu
ve Yahudi vatandaşlarımıza olan duygularımızdan bağımsız değerlendirilmelidir
dedikten sonra: İsrailin 8 Temmuzda başlattığı ve sonrasında genişlettiği
operasyon, bizim tarihi ve duygusal bağımız olan Filistin halkına yönelik
toptancı bir cezalandırmadır. Bu da Türk halkının haklı tepkisini doğurmuştur. Ancak duygusal atmosferin ağırlaştığı
bu dönemlerde Yahudi vatandaşlarımızın korunmasına yönelik bütün tedbirler
alınmıştır ve onlara yönelik hiçbir olası hareket cezasız kalmayacaktır.
Bu arada kafamıza takılan asıl konu şuydu:
Herhangi bir ülkedeki (Yahudi kuruluşları hariç)
hiçbir ekonomik, sosyal ve kültürel sivil örgüt, doğrudan Başkan Obamaya
mektup yazamazdı, yazsa da muhatap alınmazdı. Ancak 70 bin kişilik imza ile
bazı özel dilekçeler eklenmesi şartı vardı. Şimdi soralım: Bu ADL denen Yahudi
Derneği hangi diplomatik yetki ve siyasi etiket ve etki ile, bizim
Cumhurbaşkanımıza hem de azarlar bir tavırla mektup yazmakta ve dahi anında
cevap yazılıp ulaştırılmaktaydı? Türkiye gibi bir ülkenin Cumhurbaşkanı, Yahudi
ADLnin sıradan muhatabı ve şamar oğlanı mıydı? Kendi adıma böyle Cumhurbaşkanı
olmaktansa, Çumrada özgür ve onurlu bir mahalle muhtarlığı daha anlamlıydı.