Anasayfa » Ey AKP’li Yandaş Yazar ve Yorumcular; Tillerson’ın Dayatmaları ve İktidarın Tutarsız Açıklamaları Karşısında: CALKAZANLIĞIN BİLE CILKINI ÇIKARDINIZ!

Ey AKP’li Yandaş Yazar ve Yorumcular; Tillerson’ın Dayatmaları ve İktidarın Tutarsız Açıklamaları Karşısında: CALKAZANLIĞIN BİLE CILKINI ÇIKARDINIZ!

Yazar: yonetici
0 Yorum 514 Görüntüleyen

EY AKP’Lİ YANDAŞ YAZAR VE YORUMCULAR; TİLLERSON’IN DAYATMALARI VE İKTİDARIN TUTARSIZ AÇIKLAMALARI KARŞISINDA: CALKAZANLIĞIN BİLE CILKINI ÇIKARDINIZ!

 

Calkazan; gevezelik yapıp hava atan, her zorlu işten kaytaran, olur olmaz her konuda rastgele konuşup yazan anlamındadır. AKP’li yandaş yazar ve yorumcuların, ABD ile ilişkilerimizde ve özellikle Amerikan Dış Bakanı Yahudi-Siyonist Rex Tillerson’un gizemli ziyaretinde takındıkları tutarsız tavırları ise; “calkazanlığın bile cılkının çıktığı” bir yaklaşımdı. Devlet teamüllerine rağmen; kayıt tutulmayan, tercüman kullanılmayan ve hangi pazarlıkların yapılıp hangi tavizlerin verildiği halkımızdan saklanan,haliyle pek çok şüphe ve şaibelere yol açan Erdoğan – Tillerson görüşmesinin içeriğini ve tehlikeli neticelerini tartışmak ve yorumlamak bir tarafa, bu konunun gündem dışı tutulması ve unutturulmaya çalışılması kuşkularımızı daha da arttırmaktaydı.

Neler olup bittiğini, Tillerson’ın; “Membiç için (Türkiye tarafından) verilen sözler üzerinde çalışacağız!..” demecinden ve Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın’ın: “ABD ve Türkiye Membiç’te güvenliği birlikte sağlayabilir!.”ifadelerinden anlamaya çalışırsak, Sn. Erdoğan; “Afrin’le yetinmeyeceğiz. Fırat’ın doğusuna geçip Membiç ve ötesindeki terör bölgesini de temizlemeden bu harekattan vazgeçmeyeceğiz..” anlamındaki haklı ve umutlandırıcı beyan ve kararlarından cayılmış ve ABD planlarına kayılmış olmaktaydı. Bu ise, Türkiye’nin çıkarlarına ve terörden kurtulma çabalarına tamamen aykırıydı ve aylardır yazıp uyardığımız kuşkularımızda yine maalesef haklı çıkacağımızın kanıtıydı. ABD derin devletinin Türkiye’deki ilginç ve bilgiç kalemi gibi hareket eden Fehmi Koru’nun; “ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’ın ziyareti, kötüye giden Türkiye ABD ilişkilerinin düzelebileceği umudunu da verdi..” şeklindeki yorumları da kaygılarımızı haklı çıkarmaktaydı.

Oysa, Rahmetli Erbakan Hocamızın buyurdukları gibi: “Batılı Barbarlar ancak güçten anlardı..” Ve Kahraman Silahlı Kuvvetlerimizin Afrin harekâtındaki üstün başarıları, gâvur dostlarımızı şaşkınlığa uğratmıştı. Tam da böyle bir ortamda, lehimize olan ve elimizi güçlü kılan fırsatlara rağmen, sahada kazandıklarımızı, masada rüşvet sunmak gafletten çok öte, hıyanetle eş anlamlıydı. AB bile vize konusunda bize yeşil ışık yakmak karşılığı, “Afrin’den çekilme ve terörle (Fetö ve PKK ile) mücadelede esneklik gösterme” şartını koşmaya mecbur kalmıştı.

Türkiye YPG görünümlü ABD, AB ve İsrail’le savaşmaktaydı!

“Türkiye Afrin’de sadece YPG ile savaşmıyor” açıklamaları bir gerçeği yansıtmaktaydı. Evet, Türkiye Afrin’de sadece YPG ile savaşmıyor, asıl savaş YPG görünümlü ABD ile yapılıyordu! ABD YPG’lileri öylesine benimsemiş ve içine sindirmiş durumda ki onları kendi askerlerinden farklı olarak görmüyordu. Onların eğitimi için dev bütçeler ayırıyor, onları patlayıcı uzmanı olarak yetiştiriyor, ve de özel kuvvetlerini onlara yardım etmeleri için yanlarına yolluyordu. Böylece, Afrin’deki terör örgütü PKK uzantılarını temizlemek için başlatılan Zeytin Dalı Harekâtı pek çok gerçeğin ortaya çıkmasına vesile olmuş bulunuyordu. Amerika bir yandan Türkiye’nin kendi sınır güvenliğini sağlama gibi bir hakkı olduğunu dile getirirken bir yandan da yapılacak operasyonların sınırlı kalması gerektiğine dikkat çekerek müthiş bir çelişki sergiliyordu. ABD’li generaller PKK ordusunu itiraf ediyor ve bu ordunun mensuplarını patlayıcı uzmanı olarak eğittiklerini açıklıyordu. Yine medyada yer alan haberler ABD yönetiminin terör örgütü PYD ve PKK için dev bütçe tahsis ettiğini gösteriyordu. Ve de medya ABD özel kuvvetlerinin YPG’ye yardım haberleri ile dolup taşıyordu. Bütün bu haberler bize elbette Afrin’de sadece YPG militanları ile savaşılmadığını gösteriyordu. Afrin’de arkalarında ABD ve diğer Batılı ülkelerin desteğini almış bir terör örgütü ile savaş halinde olduğumuz ortaya çıkıyordu.”[1]

YPG’li İngiliz’in: “Hiçbir şansımız yok, Türkiye’yi durduramayacağız!”feryadı!

The Times gazetesine konuşan İngiliz YPG üyesi, Afrin’de Türkiye’yi durduramayacaklarını bildiğini açıklamış, yardım çağrısı yapmıştı. Terör örgütü PKK’nın Suriye kolu YPG’ye katılan ve İngiltere’de yayınlanan The Times gazetesine konuşan İngiliz YPG üyesi, Afrin’de Türkiye’yi durduramayacaklarını bildiğini vurgulamıştı. BBC Türkçe’nin The Times’dan aktardığına göre, Huang Lei adlı Çin kökenli İngiliz, Afrin’de YPG’ye katılan beş İngiliz’den biri olmaktaydı. 15 yabancı ile birlikte ilk çarpışmalardan kurtulduklarını söyleyen YPG’li Lei, Türk ordusunun büyüklüğüne kıyasla PKK’nın Suriye kolu YPG’li birkaç bin savaşçının hiçbir şansı olmadığını hatırlatıp gerçekleri çarpıtmıştı. Oysa en fazlabin kadar Türk askerine karşı en az 12 bin PYD-PKK militanı ve yabancı komutanları vardı.

İngiliz YPG’li Lei, “Türk birliklerini durdurabileceğimiz konusunda gerçekten şüpheliyim. Tankları, zırhlı araçları, jetleri ve uyduları var… Türkiye büyük bir ülke, adeta bir savaş makinası. Zaman alsa da, bir gün savaşı kesinlikle kazanacaklar. Ama ben ve birliğim direneceğiz. Bu savaşı kazanamayacağız. Ama en azından savaşın durması için elimizden geleni yapmak istiyoruz. En azından bombardımanı durdurmak için.” diyerek yakınmıştı.24 yaşındaki Huand Lei, Çin’de doğduktan sonra ergenliğinde İngiltere’ye göçmüş ve Manchester’da eğitim görmüştü. Lei üç yıldır Suriye’de PKK’nın Suriye kolu YPG saflarındaydı ve kendisi gibi yüzlerce yabancı uyruklu ajan terörist PYD-PKK saflarında Türkiye’ye karşı savaşmaktaydı.

Yunan dergisinde TSK’yla ilgili çok ilginç yorumlar yapılmıştı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Afrin’de gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Operasyonu, Yunan basını tarafından dikkatle izlenmeye başlanmıştı. TSK tarafından paylaşılan video sonrasında Ptisi Diastima Savunma Dergisi, “Teknolojinin savaşı nasıl kazanılır”başlıklı hazırladığı yazıda olayın analizini sunmuşlardı. Türk Ordusu’nun gösterdiği başarının ‘endişe’ ile karşılandığı vurgulanmıştı. Yazıda, Afrin’de yerli üretim SİHA’larla vurulan teröristlerden bahsedilirken, teröristlerin atış yaptıktan sonra zekice yer değiştirdiklerini ama onları yukarıdan izleyen “Türk teknolojisinin farkında olmadıkları için sonlarının geldiklerini bilmeden ortadan yok olduklarına” vurgu yapılarak teknolojinin ne kadar önemli olduğu anlatılmıştı. Son zamanlarda Yunanistan ile Türkiye arasında yaşanan gerginliğe de atıf yapılan analizde “Belki yine ‘Türk propagandası’ yapmakla suçlanacağız ama artık uyanmanın vaktinin geldiğini düşünüyoruz” ifadesi yer almıştı ve bunlar gâvurların korkularını yansıtmaktaydı.

Derin Amerika’nın Adamları Ankara’ya koşmak zorunda kalmışlardı!

“ABD Dışişleri Bakanı Tillerson Ankara’ya koşmuşlardı. Resmi görüşmelerin yanında gayrı resmi görüşmeler de yapılmıştı. Teamüllere göre bu görüşmelerin hepsi kayıt altına alınırdı. AKP iktidarı ile birlikte bu kural maalesef rafa kalkmıştı. Son görüşmelerde de aynı yanlış yapılmıştı ve Dışişleri bürokrasisi bile şaşkındı. Saraydaki Erdoğan-Tillerson görüşmesi baş başaydı. Erdoğan, Çavuşoğlu ve Tillerson katılmıştı ve tercüman bile alınmamıştı. Şimdi bu 3 saat 15 dakikada hangi konular tartışılmış ve hangi sonuçlara varılmıştı? Sn. Erdoğan eğer kürsülerdeki gibi, ABD’ye tepkisini gösterseydi bu görüşme yarım saat bile sürmüş olmayacaktı. Evet, Türkiye ile ABD arasında mahrem konular olması doğaldı. Ama kişiler arasında “mahrem” konular gündemdeyse işin rengi başkalaşırdı. O zaman “kuşkular ve kaygılar” öne çıkardı.” tespitleri haklıydı.

“ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı McMaster ve ABD Dışişleri Bakanı Tillerson’la yapılan görüşmelerle ilgili “olumlu” değerlendirmeler yapılmıştı. ABD’den gelen yorumlar da iyimser sayılırdı. Ama Türkiye-ABD ilişkileri ortadaydı. Şu anda PKK/PYD piyon konumundaydı. Türkiye topraklarında da, Suriye ve Irak’ta da “Türk-Amerikan savaşı” yaşanmaktaydı. Bu nedenle yapılan temaslar ve alınan kararlar eğer ABD için “olumlu” ise, Türkiye için “olumsuz” olduğu açıktı. Çavuşoğlu-Tillerson görüşmesi sonrasında ortak basın toplantısı yapılmıştı. İki bakan da çok yumuşaktı. Hele daha önce sert açıklamalarıyla dikkat çeken Çavuşoğlu’nun yumuşaklığı dikkatlerden kaçmamıştı. “Stratejik işbirliği”, “ortak atılacak adımlar”, … vurgusunun öne çıkması enteresandı. PKK/PYD’ye silah yardımı konusu hiç konuşulmamıştı. Hele en son ABD bütçesine konulan PKK/PYD’ye 550 milyon dolardan hiç söz açılmamıştı. Özetlersek, “Eyyy Amerika!”havasından ve kahramanlık edasından hiçbir eser kalmamıştı.”[2]

Bu Tillerson kim olmaktaydı?

Erdoğan’la gizemli görüşmeler yapan ABD Dışişleri Bakanı Rex Tiller­son’ın kim olduğu bilinmeden bu Yahudi’nin hangi amaçla ülkemize geldiği anlaşılamazdı! Tillerson, Teksas‘lıydı… Teksas Austin Üniversitesi’ni bitirip 23 yaşında, mühendis olarak Exxon‘da çalışmaya başlamıştı. Dünyanın en büyük petrol şirketlerinden Exxon’un sahibi Rockefeller ailesi tarafından Tillerson1989’da Exxon’un mer­kez üretim bölümünün genel müdürlüğüne atandı. 1995’te ise Exxon’un Ye­men‘deki kuruluşunun başına yollandı. Tillerson, Exxon ve Mobil’in birleşme­sinden doğanExxonMobil‘in başkan yardımcısı yapıldı. 2004’te ise 200 ülkede iş yapan ExxonMobil’in baş­kanlığına taşındı. İki yıl sonra ise CEO yapıldı. ExxonMobil döneminde Or­tadoğu petrolleriyleyakın­dan ilgilendi ve 2012 yılında Barzani ile milyar dolarlık anlaşma imzaladı. (Bu petrol Türkiye üzerinden taşınacaktı. Paranın kimde toplanacağı konusunda görüş ayrılığı çıktı. Türkiye, “Halk­bank” derken; Tillerson ile Barzani Rockefeller ban­kası dedi. Sonra Halkbank’ın başına neler geldiğini hatırlayınız.) Tillerson’un CEO olduğu dönemde ExxonMobil, Ka­radeniz‘de sondaj çalışmaları yapmıştı. Ukrayna ve Kırım kri­zi ABD ile Rusya’yı karşı karşıya getirince, Rusya’da 750 milyon varil civarın­da petrol bulan Exxon ge­lişmelerden zararlı çıkmıştı. Rusya’ya yaptırımları ihlal ettiği için, ABD Hazine Dış Varlıklar Ofisi tarafından 2 milyon dolar ceza almıştı

-Bush, Rumsfeld, Che­ney “şeytan üçgeni” ekibi içinde bulunan… Bölgeyi 22 ülkeye böle­cek- Büyük Ortadoğu Proje­si (BOP) “mucidi” olan, ABD eski Dışişleri Ba­kanı Condoleezza Rice, Tillerson’ı Başkan Trump’a önermişti. CIA Başkanlığı ve Savunma Bakanlığı yapan Robert Ga­tes de bu teklifi desteklemişti. Perde arkasın­daki asıl isim, Rockefeller aile­sinin adamı ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger idi! Böylece genellikle Cumhuriyetçi adaylara -2000’den 2016’ya kadar 468 bin dolar- maddi destek veren Tillerson, ilk kez Trump’a hiçbir katkı sunmadığı halde Dışişleri Bakanı oluvermişti! Bu kritik ve stratejik görev için Siyonist Yahudi olması gerekliydi!

Ankara’daki bu kritik görüşmenin ana gündem maddelerinin Suriye, Irak ve terörle mücadele olduğu vurgulanmıştı.

Oysa görüşmede FETÖ ve Halk Bankası davasının da masaya yatırıldığı kulislere sızmıştı. Tillerson’un ziyaret öncesi “ABD hiçbir zaman YPG’ye ağır silah vermedi” şeklinde yaptığı açıklamanın da ayrıntılı şekilde konuşulduğu yazılmıştı.  Reuters’ın haberine göre, Erdoğan-Tillerson görüşmesinde Erdoğan, YPG’nin SDG içerisinden çıkarılması talebindebulunmuşlardı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü ise Erdoğan-Tillerson görüşmesinin karşılıklı çıkarlar çerçevesinde açık ve verimli geçtiğini açıklamıştı. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, Erdoğan-Tillerson görüşmesine ilişkin, “Tillerson-Erdoğan görüşmesi yeni bitti. Detayları daha sonra sizlerle paylaşacağız. Türkiye’nin güvenlik kaygılarını anlıyoruz, NATO müttefikimize saygı duyuyoruz, ama herkes DEAŞ’la mücadeleye odaklanmalı” diyen Nauert, İncirlik konusunda ise henüz Türkiye’nin bir sınırlama getirmediğini açıklamıştı. Oysa ABD’nin Ürdün’de, İncirlik’e alternatif yeni bir üs kurduğunu ve Tillerson’ın burayı teftiş için Türkiye’den sonra Ürdün’e koştuğunu bilmeyen kalmamıştı. Kaldı ki, Amerika’nın şeytani bir planıyla Afrin Esad güçlerine bırakılmaya hazırlanmıştı. Böylece “TSK’nın burada işi kalmadı” bahanesi oluşturulacaktı.

Barzani’nin lobi şirketi, Papa ile görüşen Erdoğan için de çalışmıştı!

R. Erdoğan’ın kalabalık bir heyetle gittiği Vatikan’da özel odada sadece basın danışmanı Lütfullah Göktaş’la beraber Papa Françesko ile yaptığı 1 saatlik görüşmenin soruları hala yanıtsızdı. Devlet diplomasisi, gelenekleri ve kuralları anayasamız gibi yıllardır rafa kaldırılmış durumdaydı. Aynı saray anayasası gibi saray diplomasisi de yürürlükte bulunmaktaydı. Çapulcu başı Mesud Barzani’nin yeğeni IKYB Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Papa ziyaretinin üstünden 1 ay geçmeden Sn. Erdoğan’ın Vatikan’a gitmesi bazı kuşkuları arttırmıştı. Neçirvan Barzani, Papa ziyaretini, “Erbil ve Bağdat arasındaki sorunların çözülmesi için yardım istedim” diye açıklamıştı. Barzani, Papa’dan arabuluculuk istediğini saklamamıştı. Bazı kaynaklardan gelen iddialara göre, sarayın Papa’dan randevu koparma sürecinde araya sokulan bir lobi şirketi vardı. ABD’de faaliyet gösteren bir şirketi devreye sokmuşlardı. Meğerse, bu şirket Neçirvan Barzani’ye Papa Françesko ile randevu alıp ziyareti organize eden aynı şirket çıkmış… Acaba “Toplamda 1 saatlik Papa görüşmesi Türkiye Cumhuriyeti Devletine kaça patlamıştı?”

ABD’li Generaller Türk askerinden korkunca ABD bayrağı asmışlardı!

Amerikalı generallerin PKK’ya destek için Münbiç’e giderken, yolda Türk askeriyle karşı karşıya kalmamak için bayraklı önlem aldıkları anlaşılmıştı.ABD’nin Irak ve Suriye’deki Özel Operasyonlar Dairesi Komutanı General Jeremy Gerrard ve General Paul Funk, Münbiç’teki PKK-PYD teröristlerini ziyaret için yola çıkmışlardı. Generallerin ajandasında Türkiye’nin olası Münbiç operasyonu vardı. Paul Funk o ziyarette Münbiç’teki Amerikan askerlerinin çekilmeyeceğini açıklamıştı. 2 General Münbiç’teki PKK terör yuvasını ziyarete gidene kadar da Türk askeri ve Türkiye destekli Fırat Kalkanı güçleriyle karşı karşıya gelmemek için önlemler almışlardı. Amerikalı generalleri taşıyan konvoy Münbiç yolu üzerinde Fırat Kalkanı güçlerinin kontrol ettiği bölgelerin sadece birkaç yüz metre ötesinden geçmek zorundaydı. Münbiç’in kuzeyi ile batısında Fırat Kalkanı harekâtıyla özgürleştirilen El Rai, Cerablus ve El Bab vardı. Ve bu bölgeler Münbiç’e çok yakındı.

New York Times’ın haberinde “generalleri taşıyan konvoy kente giderken Fırat Kalkanı güçlerine hedef olmamak için araçlara Amerikan bayrağı asıldığı” vurgulanmıştı.

General Funk, PKK’lı teröristler tarafından karşılanmıştı. Orada verdiği mesaj da küstahçaydı. Türk askeri ve Türkiye destekli Özgür Suriye Ordusunu kast ederek, “bize ateş açılırsa sert karşılık veririz” diye hava atmıştı. General Funk’ın o sözü, olası Münbiç harekâtında Türk askeriyle Amerikan askerinin karşı karşıya gelme ihtimaline yönelik söylemediği şeklinde yorumlanmıştı. ABD Münbiç’te ya da Suriye’nin başka bir yerinde kesinlikle Türk askeriyle karşı karşıya gelmekten kaçınmaktaydı. Pentagon ve ABD Dışişleri Bakanlığı’nın gündeminde hep bu konu vardı. “Afrin’i geçtik ama olur da Türkiye Münbiç’e girerse ne yapacağız” endişesini taşıyorlardı. ABD Dışişleri Bakanı Tillerson da bu konuyu açıklığa kavuşturmak için Türkiye’ye yollanmıştı. Muhtemelen Ankara’ya “bu işi mutlaka çözelim, bir yolunu bulup sorun yaşamayalım” dayatmasında bulunmuşlardı.

Hani ABD’nin vaatlerine kanmayacaktık?

Bölgemizi ateş topuna çeviren, askerlerimizi şehit eden silahların sahibi Amerika ile bir kez daha el sıkışılıp anlaşılması hayretle karşılanmıştı. ABD Dışişleri bakanı Tillerson’ın Türkiye’ye yapacağı ziyaretin ortaya çıkmasının ardından yapılan sert açıklamaların ömrü kısa sürdü. Çavuşoğlu’nun Tillerson ile yaptığı görüşme sonrası, “İlişkilerimizi normalleştirme konusunda bir anlayışa vardık. Sorunların çözümü için yeni mekanizmalar oluşturulacak ve ilk toplantı Mart ayı ortasında yapılacak”demesiyle “stratejik ortaklığa” yeni ve kirli bir boyut kazandırılmıştı. Tillerson ise “Münbiç ile ilgili Türkiye’ye verilen sözler üzerinde çalışacaklarını, bunun öncelikleri arasında olduğunu” açıklamıştı.

ABD’nin “Münbiç mutlaka bizim kontrolümüzde olmalı” küstahlığı!

ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ise, “ABD, orada o şehrin (Münbiç) bizim müttefik kuvvetlerimizin kontrolü altında olduğundan emin olmak istiyor. Başka herhangi bir gücün buraya tekrar girmesini en azından istemiyoruz. Bu tabii ki bizim tartışmalarımızın da temel noktalarından biri olacak çünkü stratejik olarak önemli bir şehir. Bizim kontrolümüz altında olmasını tabii ki değerlendiriyoruz” diyerek gizli görüşmenin detaylarını açığa vurmuşlardı.

Oysa bu durum PYD devletini kabullenmek anlamını taşırdı!

Siyonist bir Yahudi olan ABD Dışişleri Bakanı ve Exxon Mobil adlı petrol devinin eski başkanı Tillerson, Türkiye-Suriye sınırı boyunca bir terör devleti kurma kararlılıklarını aktarmış ve anlaşılan birtakım şantajları da hatırlatmışlardı. Aslında bu devleti kurmak için terörle mücadele gerekçesi olarak kullanmak üzere IŞİD’i kuran ve silahlandıran, IŞİD’in çekildiği her yere PYD/PKK’yı taşıyan, bu sırada Türkiye’yi Güneydoğu’daki hendek operasyonları ile uğraştıran ve bu yeterli olmayınca 15 Temmuz darbe girişimini kışkırtan da Amerika’ydı. Dolayısıyla bu durumda “İlişkilerimizi normalleştirme konusunda bir anlayışa vardık, sorunların çözümü için yeni mekanizmalar oluşturulacak ve ilk toplantı Mart ayı ortasında yapılacak” şeklindeki açıklamalar, bu gizli ve kirli olanları halkımızdan gizlemekten başka işe yaramayacaktı. Yahudi Tillerson’ın, “(Türkiye ile) Hedefimiz Suriye konusunda kesinlikle örtüşüyor. DEAŞ’tan kurtulmak, ülkeyi istikrara kavuşturmak, sonra mültecilerin evlerine dönmesini sağlamak, aynı zamanda siyasi çözümü desteklemek… Bu çerçevede çalışmalarımızı diğer terörist gruplara karşı da ortaklaşa sürdürdüğümüzde bir koordinasyon gerçekleştireceğiz. O bölgelerde kim daha egemen olacak bunlara da karar vereceğiz. Ve bunları da temizledikten sonra orada daha önce yaşayan insanlara geri vereceğiz. Kuzey Suriye’nin tamamı üzerinde çalışmaya devam edeceğiz.” dediğine göre, bir anlaşmaya varılmıştı. Ancak bu anlaşma, “seçim kaybettirir” korkusuyla Türk halkından gizli tutulduğuna göre herhalde Türkiye’nin çıkarlarına aykırıydı.

“Türkiye’nin ABD’ye Münbiç’te ortak görev önerdiği” haberleri de görüşmeden önce basına yansıtılmıştı. Habere göre Türkiye, ABD’ye, terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı YPG’nin Fırat’ın doğusuna çekilmesi önerisini sunmuşlardı. Bu konuda Emekli Tuğgeneral Nejat Eslen, şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Bu durumda, Türkiye, Fırat’ın doğusundaki PKK devletini meşru kabul etmiş olmuyor muydu? O zaman, Türkiye’ye ‘Afrin’de niye savaşıyorsunuz? Oradaki teröristlerin de Fırat’ın doğusuna geçmelerine izin verin’ demezler miydi?Türkiye’nin siyasi hedefi, Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlayarak kendi bütünlüğünü korumaktı. Ancak, ABD ile “Suriye’nin kuzeyinde kim daha egemen olacak?” toplantısı yapıldı ise ve Fırat’ın doğusundaki PYD varlığı meşru kabul edilmediyse, bu gizliliğin sebebi nasıl açıklanırdı?” diyen Arslan Bulut can alıcı bir noktaya parmak basmıştı. AKP Meclis grup toplantısında Amerikalılar için, “bunlar hiç Osmanlı tokadı yememişler!”diyen Erdoğan’ın Tillerson ile yaptığı sürpriz uzunluktaki baş başa görüşmesinde Amerika’nın Türkiye’ye karşı eylemlerini Osmanlı tokadı gibi tek tek yüzüne vuracağını bekleyenler hayal kırıklığına uğramıştı.

Sn. Erdoğan’ın: “- Müttefikiniz Türkiye’yi Suriye’de dışladınız, yalnız bıraktınız!..

– Dünya’da eşi benzeri olmadık bir siyasi kararla PKK uzantısı PYD/YPG terör örgütünü müttefik saydınız!..

– Amerika’nın terör örgütleri ile askeri operasyon yapma kararı skandaldır!..

– Türkiye’nin satın almak istediği askeri malzemelere ambargo koydunuz ve bizi Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almak zorunda bıraktınız!..

– Türkiye’nin ve hatta tüm dünyanın gözü önünde terör örgütlerini 5 bin TIR, 2 bin uçak dolusu silah, mühimmat ve zırhlı araçlarla donattınız!..

– Amerikan bütçesinden terör örgütlerine 550 milyon dolar bütçe yardımı çıkararak, terörü açık ve net şekilde müttefik konumuna taşıdınız!..

– Tüm çağrılarımıza rağmen Suriye’nin kuzeyinde PYD/YPG terör örgütünü silahlandırarak Türkiye’nin sınırında büyük bir tehdit oluşturulmasına yol açtınız!..

– Savunma Bakanınız Millî Savunma Bakanımıza, “YPG’yi PKK’ya karşı kullanırız” diyerek akıl almaz saçma sapan bir öneride bulunmaktan sakınmadınız!..

– Bu öneriniz ile Türkiye’nin YPG’yi resmen tanımasını amaçladığınız ortadadır ki Türkiye bu siyasi oyununuza asla razı olmayacak ve fırsat tanımayacaktır!..

– PYD/YPG’ye verdiğiniz tüm askeri malzemeyi derhal geri toplayınız!..

– Suriye’nin kuzeyinde PYD ve YPG ile değil, Türkiye ile ortak harekât yaparak sınırımızdaki ve bu bölgedeki terör örgütlerinin temizlenmesine katkı sağlayınız!..

– Eğer bu önerilerimizi göz ardı eder yine bildiğinizi okursanız kesinlikle biliniz ki;

* İncirlik başta tüm NATO tesislerini Amerika’nın kullanımına kapatacağız.

* Afrin’den sonra Münbiç’e askeri müdahalede bulunacağız.

* Münbiç’ten sonra Fırat’ın doğusuna da Kandil’e de askeri harekât yapacağız.

* İster PKK/PYD/YPG terör örgütleri ile birlikte kalın, ister uyarımızı dikkate alıp bu bölgeleri boşaltın.”[3] diyeceğini sananlar bir kere daha aldanmışlardı…

“Öyle görünüyor ki, şu an için Kuzey Suriye, sonraki günlerde Kuzey Irak eksenli yaşanacak terör koridorunu imha operasyonları Türk-Batı ilişkilerinde, özellikle de ABD boyutunda daha derin ve geniş boyutlu birtakım sonuçlara yol açacaktır. Taraflarca yapılan mevcut pozisyonlarını-tezlerini koruma ve bu kapsamda gereği neyse yapılacağı yönündeki her türlü sınırı aşan ya da fazlasıyla zorlayan son açıklamalar bunun en temel göstergesi sayılmalıdır… Suriye’yi işgal eden ve orada bir “devlet” inşa hedefinden vazgeçmeyen, bunun için Türkiye ile savaşmayı bile göze aldığını ifade eden ABD’nin bu konudaki ısrarı ve bu kapsamda Suriye’nin kuzeyindeki bu oluşumun Türkiye üzerinden Avrasya merkezli yükselen doğuyu hedef aldığı ortadadır… Çöküşe geçen Batı ile yükselen doğu arasındaki güç mücadelesinde Türkiye omurgayı oluşturmaktadır. Omurga çökertildiğinde ya da Edelman’ın tabiriyle “tekrar kontrol altına alındığında” bunu domino taşı gibi önce İran, Pakistan gibi ülkeler, sonrasında ise Rusya ve diğerlerinin takip edeceği açıktır. Rusya bunun farkında olduğu için 2015’te sahaya indi. Çin’in de Suriye’de yer alacağını açıklaması bunun bir göstergesi konumundadır…”[4] diyen Milli Gazetenin bilgiç yazarı da, acaba hayal kırıklığına uğramış mıydı?

Çünkü Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli: “Mattis YPG’ye silah biz vermedik dedi; aksini ortaya koymadığımız sürece müttefikimizin bu beyanına inanıyoruz” diyerek ABD ile birlikte ve tabii emperyalist emellerine hizmet gayretiyle yola devam edeceklerini açıklamıştı. Sn. Canikli, ABD Savunma Bakanı Mattis’in kendisine‘YPG’nin PKK’ya karşı savaştırılabileceği’ teklifini sunduğunu söylerken, “Biz de bunun mümkün olmadığını ve hiçbir zaman YPG ve PYD’nin PKK yapılanmasından ayrılmayacağını, hele PKK’ya karşı savaştırılmalarının mümkün olmadığını söyledik. YPG’ye silahları kimin verdiğini ise bilmiyoruz. Mattis, ‘Biz yardımda bulunmadık’ dedi. Aksini ortaya koymadığımız sürece müttefikimizin bu beyanına inanıyoruz” diyerek halkımızın aklıyla alay etmeye kalkışmıştı.

Daha önce Sn. Erdoğan da ABD’ye: “Bizimle çalışırsanız memnun oluruz!” mesajı yollamıştı. Cumhurbaşkanı Recep T. Erdoğan, partisinin Kastamonu İl Kongresi’ne katılmış, burada yaptığı konuşmada “Biz Suriye’de, Rusya ve İran’la nasıl çalışıyorsak Amerika’yla da aynı şekilde çalışmak istiyoruz. Sorun Amerika’nın bizimle çalışmak isteyip istemediğidir.” diyerek, bir nevi mesaj yollamıştı.

Bu arada ABD Savunma Bakanı James Mattis’in Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli’ye sunduğu “YPG ile PKK’yı savaştırabiliriz” teklifinin perde arkası ortaya çıkmıştı. Habertürk’ten Çetiner Çetin’in haberine göre, 21 Kasım’dan bu yana İran’a yakınlığı ile bilinen 68 PKK’lıyı Suriye sahasından çıkaran ABD’nin, YPG içindeki İran fraksiyonunun gücünü kırmak ve Suriye sahası içinde İran’ın etki alanını daraltmak için hamle yaptığı anlaşılmıştı. Oysa, ABD Kongresi’ne sunulan PYD’nin ‘PKK’nın milis gücü’ olduğunu vurgulayan rapor, Türkiye’ye uluslararası hukuk yolunu bile açmıştı. Hukukçular Türkiye’nin, ABD aleyhine Uluslararası Adalet Divanı’na başvuru yapabileceğini konuşmaktaydı.

ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Daniel Coats tarafından ABD Kongresi’ne sunulan terör örgütü YPG’nin “PKK’nın Suriye’deki milis gücü olduğu” tespitini içeren rapor, hukukçulara göre Türkiye’ye uluslararası hukuk yolunu da açabilirdi. Hukukçular, Türkiye’nin, ABD aleyhine Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvuru yapabileceğini söylemişlerdi. Prof. Dr. Ersan Şen ile New York Barosu’na kayıtlı Avukat Toygar Kortan: “ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Daniel Coats tarafından ABD Kongresi’ne sunulan YPG’nin “PKK’nın Suriye’deki milis gücü olduğu” yönündeki raporu, ABD’nin bir terör örgütüyle işbirliği yaptığının ikrarı olarak kabul edilebilir mi?” sorusuna;

– Şen: Evet. Bu faaliyetleri destekleyen özellikle de başka devletlerin içişlerine karışacak şekilde saldırı suçu işlenmesine maddi ve manevi destek verenler suçludur. Bu bir kuşatma projesidir. Uluslararası Adalet Divanı’na gidilebilir. Bu mahkeme, Uluslararası Ceza Mahkemesi veya İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi olmayıp, Birleşmiş Milletler’e bağlı ve devletleri yargılayan bir yargı organıdır. Eski Uluslararası Daimi Adalet Divanı’nın devamıdır. Devletlerin parlamentolarınca çıkarılan kanunlar ile alınan kararlar, UAD tarafından delil olarak değerlendirilmektedir. Bunun bir örneği, Nikaragua-ABD kararıdır. ABD Kongresi’nin ‘insancıl yardım’ adı altında Nikaragua’da bulunan gerillaya silah yardımı yapılması kararı; Divan tarafından ABD’nin Nikaragua’nın içişlerine karıştığına ve kuvvet kullanma yasağını ihlal ettiğine dair delil olarak kabul edilmiştir. Somut durumda da olası bir Uluslararası Adalet Divanı başvurusunda, rapor ve ilgili Kongre görüşmeleri delil olacak.

– Toygar: ABD Ulusal İstihbarat Direktörü ABD’deki tüm istihbarat birimlerinin başı olup, ulusal güvenlik programının uygulanmasını denetler ve yönetir. Aynı zamanda ABD Başkanı, Ulusal Güvenlik ve Milli Güvenlik Konseyi’nin ulusal güvenlik konularında baş danışmanıdır. Bilindiği üzere, ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından 08.10.1997 tarihinde yayınlanan Yabancı Terör Örgütleri listesinde PKK ve Kongra-Gel, “terör örgütü” olarak ilan edilmişlerdir. ABD hukuku uyarınca, Amerika’da bulunan ya da Amerikan hukukuna tabi bir kişi veya kurumun yabancı terör örgütü ilan edilen bir gruba bilerek “esaslı yardım ve kaynak” sağlaması suç sayılmaktadır” yanıtını vermişlerdi.

ABD’nin oluşturduğu terör örgütü SDG’den Afrin’deki YPG birlikleri arasına geçiş olduğunu kabul eden Pentagon Sözcüsü, verdikleri silahlar hakkında ise gerçek dışı açıklamalarda bulunmuşlardı. Terör örgütlerinin kurucusu ABD’nin Savunma Bakanı Jim Mattis’in, ABD destekli teröristlerin Afrin’deki YPG’lilere yardıma gittiğini itiraf etmesinin ardından, Pentagon Sözcüsü Eric Pahon basın karşısına çıkmıştı. ABD Savunma Bakanlığı Sözcüsü Eric Pahon, SDG’den ayrılarak Afrin’deki teröristlere yardıma gidenlerin ABD tarafından verilen silahları yanlarında götürüp götürmedikleri sorusunu, “Buna dair bir kanıt görmediklerini” belirterek geçiştirmeye çalışmıştı. Pahon, AA muhabirinin, “Afrin’e geçen örgüt mensuplarının ABD tarafından sağlanan silahları da beraberlerinde götürmediğini nasıl teyit ediyorsunuz?”sorusunu, “Bunu izliyoruz. Türkiye için onları ‘verilen silahları’ takip ediyoruz. Buna dair bir kanıt bulursak gerekli adımları atarız.” şeklinde yanıtlamıştı.

Keşke Lübnan kadar cesaretli davransaydık!

ABD’nin Ortadoğu’da İsrail ve PKK’ya endeksli dış politikasının sonuçları Lübnan’da da görüldü. Ankara’dan önce Beyrut’u ziyaret eden Dışişleri Bakanı Tillerson büyük şok yaşamış, muhatap alınmamış, salonda bekletilerek aşağılanmıştı. Lübnanlı mevkidaşı Gebran Bassil tarafından karşılanmayan Tillerson, başkanlık sarayında tek başına oturarak Lübnan Devlet Başkanı Mişel Avn’ın odaya gelmesini beklemek zorunda bırakılmıştı. Saraya girişi sırasında karşılanmayan, görüşmenin öncesinde de farklı bir koltukta dakikalarca bekletilen Tillerson’ın yaşadığı zor anlar televizyon kanallarında da canlı yayınlanmıştı. Görüşmenin gerçekleşeceği odadaki sehpada Tillerson’ın yanına su bile koyulmamış olması ve görüşme salonunda ABD bayrağının yer almaması dikkatlerden kaçmamıştı.

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi