Anasayfa » ERMENİSTAN ' IN KATLİAMLARI

ERMENİSTAN ' IN KATLİAMLARI

Yazar: yonetici
0 Yorum 200 Görüntüleyen

                ERMENİSTAN ' IN   KATLİAMLARI

Başta Hıristiyan Haçlılar, tüm küfür dünyasının Türklere düşmanlığı, Müslümanlıklarından dolayıdır.  Çünkü Müslümanlıktan çıkmış Türklerle hiçbir sorunları ve saldırıları olmadığı tarihen ispatlanmıştır. Barbar Batılılar, Türklere karşı, hem kendi içlerindeki Hıristiyan azınlıkları sürekli azdırdıkları gibi, komşuları olan Hıristiyan veya Müslüman ülkeleri de kışkırtmaktan geri durmamışlardır

Devlete başkaldıran bebek katili PKK'lıları: “özgürlük savaşçısı”, Azerbaycan Hocalı da yüzlerce masum Türk'ü öldüren Ermenileri : “Vatan savunmacıları” sayan Batılılar, kendi ülkesinde ermeni isyanlarını bastırmaya çalışan Türkiye'yi “soykırımcı” ilan etmekten de utanıp sakınmamıştır.

Ama haklı olmak yeterli değildir, hakkını alacak güce de ihtiyaç vardır. Çünkü Batı, sadece güçten anlamaktadır. Bu nedenle D-8 örneği gibi, Türkiye merkezli yeni bir güç odağı kurulmadıkça, Batının barbarlığı durmayacaktır.

Taşnakların Türk düşmanlığı

31 Mart 1918, Azerbaycan tarihine siyah harflerle yazıldı. Bu tarihte Bakü,     Gence, Küba,   Şamahı,   Lankaran, İran'da Azeri Türklerinin yaşadığı Hoy, Urmiye, Salas şehirlerine giren “Taşnaklar” yüz binlerce Türkü katletti, yüz binlercesini de zorunlu göçe tabi tuttu. “Taşnaklar” 19. yüzyılın 'sonlarında Ermenistan'da yaratılmış  “Taşnaksütyun” partisi üyeleriydi. Katillerden ve cellâtlardan oluşan Ermeni çetesi Taşnaksütyun'un amacı Azerbaycan'da, Gürcistan'ın Tiflis, Borcalı, Ahilkelek kentlerinde yaşayan Türkleri katlederek, yalnız Ermenilerin yaşayacağı Büyük Ermenistan Devletini kurmaktı.

31 Mart'ta başlayarak, 3 gün boyunca devam eden katliamda 15 bin Azeri öldürüldü. “İslamiyye”, “Açık söz”, “Kaspi” gazetelerinin matbaaları, camiler, milli tiyatro binaları, okullar, hastaneler yakıldı. Ölen insanların birbirinin üzerine yığıldığını ve köpeklerin, ölülerin üzerine saldırarak parçaladıklarını gösteren fotoğraflar, arşiv belgeleri katliamı bütün çıplaklığıyla günümüze yansıtmaktaydı.

Tarihi kaynaklar katledilen ve sürülen Türk sayısının tam 2,5 milyon kişi olduğunu ispatlamaktaydı.

Tarih yeniden tekrarlandı ve 26 Şubat 1992'de Hocalı soykırımı yapıldı. Ve kim bilir daha kaç defa bu tarihler tekrarlanacaktı. Çünkü bugün de hâlâ Ermeni Taşnakları arasında Büyük Ermenistan sevdasını sürdürenler vardı. Karabağ'ımız hâlâ onların işgali altındaydı. Dış güçlerin kukla gibi kullanmaları Taşnakların bugün de işine yaramaktaydı:

Hep saldırıya uğrayan, kesilen, öldürülen Azerbaycanlı Türkler olmuşlardı. Ama bütün bunlara rağmen Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'in 31 Mart soykırımıyla ilgili: “Ne kadar ağır olsa da, biz soykırım faktörlerinden faydalanarak başka halklara düşmanlık ve nefret aşılamak niyetinde değiliz” açıklaması yapmıştı. Evet, işte Türk'e yakışan da bu, Türk'ü büyük kılan da bu: affetmek, bağışlayabilmek… Bunun için Türk'ten korkuluyor. Korkansa saldırır. Korkan kurnaz, hilekâr ve kişiliksiz olur.”[1]

İnsanlığın ayıbı: Hocalı katliamı

Ermeni kuvvetlerinin, Dağlık Karabağ bölgesini işgal amacıyla vurucu hamlelerinden biri olarak Hocalı köyüne saldırarak 83 çocuk, 103 kadın, 613 Azeri'yi katletmelerini Batı dünyası unutmuş görünüyor.

Ortadoğu'dan sonra dünyanın en hareketli bölgesi, Kafkasya'nın sıkıntılı, çalkantılı toprağı Karabağ, Kür ve Aras ırmakları ile Gökçe Gölü arasında yer alıyor. 18000 km2 yüz ölçüme sahip.  Ancak,  geniş yüzölçümüne rağmen şimdi Karabağ topraklarında bir tek Azeri bile yaşamıyor.1 milyona yakın Azeri, doğduğu bu toprakları terk etmiş durumda…

Karabağ Ermeniler tarafından işgal edilirken binlerce Azeri katledildi, on binlercesi de sakat bırakıldı. Ama yaşadığı bu korkunç trajedilere rağmen Karabağ sorunu, hala dünya gündeminde yer bulamıyor. Müslüman Azerilere karşı, “ABD, AB ve Ruslar” dan oluşan Haçlı İttifakı, sorunun konu edilmemesi için büyük bir çaba harcıyor.

Anlaşmazlığın kökleri çok daha gerilere gidiyor. Azerbaycan halkının ve topraklarının bölünmesinin temeli, 1813 ve 1828 yıllarında imzalanan Gülistan ve Türkmençay anlaşmalarıyla atılıyor. Bu anlaşmalarla, Azerbaycan halkının milli felaketinin devamı niteliğinde, topraklarının gasp edilmesi süreci başlıyor. Karabağ, Türkmençay Antlaşması ile Rusya'nın yönetimine geçiyor. Soykırım ise, Azerbaycan topraklarının işgaliyle paralel yürütülmeye başlanıyor.

1828'li yıllarda 200.000 nüfuslu Karabağ'ın yüzde 95'i Türk'tü. Ancak Rusya, özellikle Karabağ'a, dünyanın her tarafından getirttiği Ermeniler'i yerleştirdi. Erivan, Nahçıvan ve Karabağ hanlıklarına yerleştirilen Ermeniler, oradaki Azerbaycanlılara oranla azınlık olmalarına rağmen, Rusların desteğiyle “Ermeni vilayeti” adı altında bir bölge kurmayı başardılar. Böylelikle, Azerilerin yerlerinden edilmesi ve imhası politikalarının temellerini atıyorlardı.  Eşzamanlı olarak “Büyük Ermenistan” propagandası yapmaya başladılar. Tasarladıkları devletin Azerbaycan topraklarında kurulmasına “haklılık” kazandırmak için sahte Ermeni tarihinin yazılması yönünde geniş çaplı programları hayata geçirdiler. Azerbaycan'ın ve genelde Kafkasya tarihinin tahrifi süreci bu programların ana maddelerini oluşturuyor.

“Büyük Ermenistan”ı kurma hayalleriyle coşan Ermeni istilacılar, 1905-1907 yıllarında Azerbaycanlılara karşı açıkça kanlı terör eylemlerine giriştiler. Vahşetin boyutları, Azerbaycan'ı ve şu anda Ermenistan'ın işgali altındaki tüm Azeri köylerini kapsıyordu. Planları doğrultusunda yüzlerce yerleşim birimini yok edip, binlerce Azeri'yi hunharca katlettiler…

İşlenen bu insanlık suçunun organizatörleri, olayın içyüzünün bilinmemesi, gerçek hukuksal değerlendirmenin yapılamaması için, Azerbaycanlıları her zaman kötü niyetli olarak gösteren karalama kampanyalarına giriştiler. Vahşetlerini ve de emellerini propaganda ile örtmeyi başardılar.

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurulduktan sonra, Mart 1918 olayları değerlendirildi. Bakanlar Kurulu, 15 Haziran 1918 tarihinde katliamın ispatlanması için olağanüstü araştırma komisyonu kurulmasıyla ilgili kararı onayladı. Güney Kafkasya'nın Sovyetleşmesini de hedeflerine ulaşma konusunda bir sıçrama tahtası yapan Ermeniler, 1920 yılında Azerbaycan'ın Zengezur ilini ve civarındaki bazı toprakları Ermenistan SSCB'sine kattılar. Sonraki dönemde burada iskân eden Azerbaycanlıları sürme politikasını daha da genişletmek için, çeşitli yollara başvurdular.  1923_de Stalin, Karabağ'ın yukarı kısımlarına yeni bir Ermeni kafilesini daha yerleştirdi ve bölgeyi Azerbaycan'dan kopartarak özerk hâle getirdi. Ruslar ve Ermeniler bu tarihten itibaren söz konusu bölgenin adını, “Dağlık Karabağ” veya “Yukarı Karabağ” şeklinde kullanmaya başladılar. Çünkü Karabağ'ın bütününde Azerîler, Dağlık Karabağ'da Ermeniler çoğunluktaydı.

23 Aralık 1947 yılında, “Ermenistan SSCB”sinden kolhozcuların (kolektif köy işletmesi çalışanları-köylüler) ve diğer Azerbaycanlı nüfusun Azerbaycan SSCB Kür-Aras ovasına nakli ile ilgili” özel kararnamenin çıkarılmasını ve 1948-1953 yıllarında Azerbaycanlıların tarihi vatanlarından toplu olarak göç ettirilmesini başardılar.

Mazlum kılıklı Ermeni eşkıyaları!

Ermeni milliyetçileri destekçilerinin de yardımıyla, 1950'li yıllardan itibaren Azerbaycan halkına karşı yoğun psikolojik baskı kampanyasına başladılar. Eski SSCB alanında yayınlanan kitap, dergi ve gazetelerde, Azerbaycan'ın milli kültürünün, klasik eserlerinin, mimari anıtlarının en güzel örneklerinin Ermeni halkına ait olduğunu ispatlamaya kalkıştılar. Aynı zamanda “kötü Azerbaycanlı” imajının oluşturulması propagandası da yürütüldü. “Aciz, mazlum Ermeni halkı” miti oluşturularak 20. yüzyılın başlarında bölgede yaşanan olaylar çarpıtıldı. Azerilere soykırım yapanlar, kendilerini soykırım kurbanı olarak göstermekteydiler.

Azerbaycan halkının maneviyatına, milli gurur ve kimliğine atılan iftiralar, politik ve silahlı saldırılar için ideolojik zemin hazırlığıydı. Azerilere karşı yürütülen soykırım politikasına hukuksal nitelendirilme yapılmadığı için, olaylar Sovyet basınında Ermenilerin lehine çarpıtılmakta ve kamuoyu yanlış bilgilendirilmekteydi. Ermenilerin Sovyet rejiminin desteği ile uyguladıkları ve 80'lerin ortalarında daha da güçlenen Azerbaycan karşıtı propagandaya karşı Azerbaycan Cumhuriyeti'nin o dönemki yöneticileri gerekli önlemi alamadılar.

Karabağ sorunu, 1963 yılında Ermenilerin bu bölge için hak iddia etmesiyle başladı. Ermeniler, Karabağ'ı Ermenistan ile birleştirebilmek için çeşitli bahaneler ürettiler. Azerbaycan'ı bölgenin kaynaklarını sömürmek, Ermenilerin kültürel haklarını inkâr etmek ve bölgeye dışarıdan Azerileri yerleştirerek Karabağ'ın demografik yapısını, nüfus dengesini bozmakla suçladılar.

“Karşı devrimcilerle mücadele”

1.Dünya Savaşı ile Rusya'daki 1917 Şubat ve Ekim devrimlerinden ustaca yararlanan Ermeniler, ideallerini Bolşevizm adı altında gerçekleştirmek üzere harekete geçtiler. 1918 yılının Mart ayında Ermeniler “karşı devrimcilerle mücadele” adı altında Bakü Komünü'nü yanına alarak tüm Bakü Guberniya'sının(Vilayet) Azerbaycanlılardan  “temizlenmesi” (!) planını uygulamaya başladılar.

O günlerde Ermenilerin yaptığı vahşet, Azerbaycan halkının hafızasına kazındı. Bakü, Şamahı, Kuba, Karabağ, Zengezur, Nahçıvan, Lenkeran başta olmak üzere Azerbaycan'ın diğer bölgelerinde de Azeriler soykırıma uğradı. Tüyler ürperten bir vahşet sergileniyordu.  Bu bölgelerde yaşayan insanlar, Ermeniler tarafından topluca katledildi. Binlerce Azeri sadece milli kimliğinden dolayı öldürüldü. Evleri ateşe verildi. Yaşlı-genç, kadın, erkek, çocuk demeden diri diri yakıldı. Milli anıtlar, okullar, hastaneler, cami vb. yerler yok edildi.

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Yas Günü ilanı

Komisyon Mart soykırımını, birinci aşamada Şamahı'daki vahşeti, İrevan Guberniyası'nda (Vilayeti) Ermenilerce yapılan cinayetleri araştırdı. Gerçekleri dünya kamuoyuna duyurmak için Dışişleri Bakanlığı'nda özel bir bölüm kuruldu. 1919 ve 1920 yıllarının 31 Mart tarihlerinde iki kez, “Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti Yas Günü” olarak anıldı. Bu, Azerilere karşı yürütülen soykırım ve yaklaşık yüz yıldır devam eden Azerbaycan topraklarının işgal sürecine tarihte ilk defa yapılan siyasi değerlendirmeydi. Fakat Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti'nin yıkılması bu işin devamını da engelledi.

Glasnost'un etkileri ve katkıları

1980'li yıllarda Mihail Gorbaçov'un başlattığı 'Glasnost'' ve ''Prestroika'' hareketini fırsat bilenler, en önemli oyununu Kafkaslar'da oynuyordu. Dağlık Karabağ'da Ermeniler 'Tarihi Büyük Ermenistan'' planlarını sahneye koydu. Yukarı Karabağ Özerk Bölgesi Yüksek Sovyeti'nin, 20 Şubat 1988 tarihinde Azerbaycan'dan ayrılarak, “ana vatan” olarak kabul ettikleri Ermenistan'a bağlanma yönünde karar almasının ardından, Ermenistan Yüksek Sovyeti'nin de 15 Haziran 1988 tarihinde “Karabağ'ı ilhak”a karar vermesi ile sorun büyüdü. Ermenistan Yüksek Sovyeti ile Karabağ Ulusal Konseyi, Aralık 1989'da Karabağ ile Ermenistan'ın birleştirildiğini duyurdu. Ancak bu durumun Ermenistan'ı uluslar arası arenada zor durumda bırakacağını düşünerek, birleşme kararı durduruldu.  Bir süre sonra Aralık 1991'de gerçekleştirdikleri sözde referandum sonucuna göre 1992'de Karabağ'ın bağımsızlığı ilan olundu. Ancak Karabağ'ın bağımsızlığı, Ermenistan da dâhil olmak üzere hiçbir ülke tarafından tanınmıyordu.

Bu gelişme üzerine Azerbaycan, 27 Kasım 1991'de Dağlık Karabağ'ın özerklik statüsünü iptal etti. Ermenistan Azerbaycan Parlamentosu tarafından alınan kararı, savaş ilanı olarak değerlendirdiğini açıkladı.

Aralık 1991'de çöken Sovyetler Birliği, 1997 yılına kadar Ermenistan'a, tank ve uzun menzilli füzelerin de bulunduğu 1 milyar dolar tutarında askeri malzeme sağlandı. Ruslar'ın büyük çaplı desteğini arkasına alan Ermenistan,  Kelbecer, Kubatlı, Fuzuli, Cebrail, Zengelan ve Laçin şehirlerini işgal etti. Bu nedenle 900 binden fazla Azeri doğduğu, yaşadığı toprakları terk edip, Azerbaycan'a sığındı. Bu arada, yaklaşık 200 bin Ermeni de Azerbaycan'ı terke mecbur kaldı.

1988 yılında Dağlık Karabağ'da çam ağacını kesen Ermeniler ile Azeri Türkleri arasında çatışmalar başlamıştı.

Dağlık Karabağ problemi nedeniyle yüzbinlerce Azerbaycanlının tarihi topraklarından kovulması üzerine Azeri halkında çok büyük tepki dalgası başladı. Ülkede yapılan mitinglerde Azerbaycan topraklarının işgali kesin bir dille kınanmasına rağmen, Muttalibov yönetimi pasif davrandı. 1990 yılının Ocak ayında her geçen gün artan halk ayaklanmasını ve “yanan bağımsızlık ateşini” söndürmek üzere Kızıl Ordu, Bakü'ye saldırdı.

Azadlık meydanında milyonlarca insan, Kızıl Ordu tanklarına karşı mücadeleye katıldı. 19 Ocak gecesi Rus birlikleri Bakü sokaklarını kan gölüne çevirdi. Sabah saatlerine kadar süren katliamda, aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 131 kişi öldürülmüş, 250'den fazla kişi yaralanmıştı…

Bu katliamın ardından Azerbaycan'ın her yerinde ayaklanmalar başladı. Azerbaycan bağımsızlık düşüncesinden artık geri adım atmayı düşünmüyordu ama Azeri kentlerinde katliamlar da bitmek bilmiyordu… Dünya ise; yaşanan korkunç vahşeti seyretmekle yetiniyordu.

Azeri kuvvetleri, 1992 yazına kadar Karabağ'ın yarısını ele geçirdi ve başkenti kuşattı. Bunun üzerine Rusya,  Ermenilere açıkça arka çıktı.  Savaşta güç dengesi değişince Ermeniler, 1992'nin ikinci yarısında Hocalı, Şuşa, Laçin koridorunu işgal etmeyi başardı. Bu savaşın trajik kesitlerinden birini, 1992 yılının 26 Şubat'ı, insanlık adına kara bir leke olarak tarihe geçen Hocalı katliamı oluşturmaktaydı. Şubat ayının 25'ini 26'sına bağlayan gece Ermeni eşkıyalar, Rusların 366 nolu motorize alayının desteği ile Azerbaycan'ın eski yerleşim merkezlerinden Hocalı şehrinde korkunç bir soykırım yapmıştı. Ele geçirdikleri Azerilerin kulaklarını kesip, gözlerini çıkarmıştı. Hamile kadınların karınlarındaki bebeklerini boğazlamıştı.  Korkunç bir manzara ortaya çıkmıştı…

Ermenistan ve İsrail'in ortak yanları

Dünyanın gözü önünde cereyan eden bu hadise Ermenilerin tıpkı İsrail tarzı propaganda yaptığını ortaya koymaktadır. İsrail ve Ermenistan arasında birçok ortak nokta bulunuyor:

* Her ikisi de soykırım yapmasına rağmen kendilerini mağdurmuş gibi lanse ediyorlar.

* Saldırgan ve işgalci olmalarına rağmen, sanki kendi topraklarında hareket ediyorlarmış gibi bir izlenim veriyorlar.

* Uluslar arası hukuku ayaklar altına alıyorlar ama hiçbir ülkenin ciddi tepkisiyle karşılaşmıyorlar. 

* Kayıtsız şartsız bir biçimde Batı dünyasının desteğini almış durumdalar.

* İsrail'i Yahudi diasporası, Ermenistan'ı Ermeni diasporası finanse ediyorlar.

1993-94'te Kelbecer ve Karabağ dışındaki Azerbaycan topraklarının yüzde 20'si Ermeniler tarafından işgal edildi. Topraklarını geri almak isteyen Azerbaycan'ın Aralık 1993'teki hamlesi sonuçsuz kaldı.

Mayıs 1994'te Rusya'nın arabuluculuğu ile her iki taraf da ateşkes ilan etti. Temmuz 1994'te ise Ermenistan, Azerbaycan ve Karabağ, ateşkese uyacaklarını ve müzakere yoluyla sorunun çözümüne rıza gösterecekleri taahhüdünde bulundular. Ardından anlaşmazlık AGİT'e havale edildi. BM, AGİT ve NATO'nun bildiri ve kararlarında “Azerbaycan yerleşim birimlerinin işgal edildiği, barışçı çözümün engellendiği, Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünün tehdit edilmesinin uluslararası hukukun ve AGİT ilkelerinin kabul edilemez biçimde ihlali olduğu, Yukarı Karabağ ve Nahçıvan'ın statüsünde zorla yapılacak değişikliklerin kabul edilemeyeceği” vurgulandı. Yukarı Karabağ'ın Azerbaycan toprağı olduğu defalarca teyit edildi. Ancak bütün bu uyarılara ve işgalci olarak nitelendirilmelerine rağmen Ermenistan bu tutumundan vazgeçmedi…

1997 yılında uluslararası arabulucular, isteksizce davransalar da uzun bir süre sonra sorunları aşamalı olarak çözüme kavuşturacak bir öneri sundular. Tarafları ortak zeminde buluşturan plana göre, ilk aşamada Ermeni işgal güçleri Karabağ dışındaki Azerbaycan topraklarından çekilecek, mülteciler yurtlarına dönecek, bölgeye barış gücü askerleri yerleştirilecek ve sınırlar yeniden açılacaktı. İkinci aşamada ise Karabağ'ın statüsü belirlenecekti. Kendi kendini yöneten bir Karabağ oluşturulacaktı.

Ancak, bu plana sıcak bakan Ter-Petrosyan 1998 yılında cumhurbaşkanlığı seçimini kaybetti. Yerini, Minsk Grubu'nun önerisini reddeden Koçaryan'a bıraktı. Ve sorun bu noktaya ve bugüne kadar geldi.

Şüphesiz Ermenistan, Batı'dan aldığı cesaret dolayısıyla uluslar arası hukuku ayaklar altına alan ve uyarılara kulak asmayan politika izlemektedir. Zira Batı, ikili politika izlemektedir; bir yandan Ermenileri eleştirir gibi gözükürken, diğer yandan açıkça destek vermektedir.

Karabağ sorununa bu mantık çerçevesinden yaklaşıldığı için şu ana kadar çözüm noktasında herhangi bir mesafe kaydedilemedi. Gelişmelere baktığımızda çözüleceğe de benzemiyor. Zira geçtiğimiz günlerde, AGİT Minsk Grubu Eşbaşkanı ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Matthew Bryza'nın yaptığı açıklama bu durumu en güzel bir biçimde ortaya koymaktadır. Konuşmasında Bryza, Ermenileri çözüme yaklaştıracak olan ambargodan duyduğu rahatsızlığı dile getirdi ve haddini aşarak “Türkiye ile Azerbaycan arasındaki bir millet iki devlet düşüncesi değişmeli. Türkiye, Ermenistan ile ilişkilerini, Azerbaycan gibi üçüncü bir ülkeyi dâhil etmeden geliştirmeli ve diplomatik ilişki için ön koşul koymamalı” ifadesini kullandı. Bryza katliamcı ve işgalci Ermenistan'a arka çıkmakta bir sakınca görmüyordu…

Sonuç: Karabağ sorununda görünürde inisiyatif Rusya, ABD ve Fransa'dan oluşan Minsk Grubu'nun elindedir. Ama gerçekte ipler İsrail'in ve Yahudi Lobilerinin elindedir. (M.Ç.) Ancak ABD'nin yanı sıra Rusya'nın geçmişte olduğu gibi günümüzde de Ermenilere tam destek vermesi Erivan'ın sorunun çözümüne yanaşmasını engellemektedir. Avrupa Birliği de ABD gibi ısrarla Türkiye'den uluslararası kuruluşlar tarafından “işgalci” olarak nitelendirilen Ermenistan ile ilişkilerini normalleştirmesini, ilk adım olarak da sınırını açmasını istemektedir.

Evet, Türkiye, sınırını açabilir. Zira komşularımızla iyi yakın komşuluk ilişkisi karşılıklı menfaatler gereğidir. Ancak, bu adımların atılması için Erivan, “Ankara'nın işgal ettikleri topraklardan çekilmesi yönündeki” şartını yerine getirmelidir.

Tehditler gerçek olacak mı?

Dünyadaki sorunlu bölgelere ilişkin çalışmalarıyla dikkat çeken Uluslararası Kriz Grubu, işgal altındaki Yukarı Karabağ ve diğer Azerbaycan topraklarına ilişkin adım atılmaması durumunda bölgede savaşın yaklaştığı iddiasında bulunuyor.

Kriz Grubu, artan sert söylemlere dikkat çekerek, Azerbaycan'ın petrol gelirlerini silahlanmaya harcaması ve benzer şekilde Ermenistan'ın sürpriz ekonomik gelirlerini de silaha dönüştürmesinin bölgede yeni bir krizin göstergesi olduğunu belirtiyor.

İki ülke liderlerinin de gerek 2008'de yapılacak seçimlerde daha fazla halk desteği almak, gerekse silahlanma harcamalarını açıklamak için kavgacı bir dil kullandıkları ifade ediliyor. Bu raporun açıklanmasının üzerinden birkaç gün geçmemişti ki, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Ermenistan ile barış görüşmelerinin sonuç vermeyeceğine inandıkları anda, askeri yolla ülkesinin toprak bütünlüğünü yeniden sağlayacaklarını söyüyor.  Ermeni tarafı da Aliyev'den geri kalmıyor.

Mayıs 1994'te imzalanan bir dizi anlaşmayla taraflar arasında ateşkes sağlanmıştı. Ateşkesin 14. yılına yaklaşılırken yaşanan çözümsüzlük süreci bıkkınlığa yol açsa da taraflar “ateşkes halinin sürmesinden büyük ölçüde memnun oluyormuş” gibi bir izlenim veriyorlar. Uzmanlar, savaşın sonucunda verilecek kayıpların yanı sıra mağlubiyet ve genel olarak ülke içerisinde kontrolün kaybolması durumunda mevcut yönetimlerin konumlarını kaybedeceği endişesiyle ateşkesin devamından yana olduğunu öne sürüyorlar. Ve tarafların yıllardır süren başarısız barış görüşmelerini sürdürme konusundaki ısrarlı tavrının bu durumdan kaynaklandığının kanıtı olduğunu savunuyorlar…[2]

Ermeni saldırılarıyla 800 bin Kürt yok oldu, köyleri yakılıp yıkıldı

Rus komutan: “Ermenilerin Kürt köylerini yağmaladıklarını ve Kürt kadınlarına tecavüz ettiklerini eklemeyi görev sayarım.” Ermeni milliyetçilerin yayın organı: “800 bin Kürtün yaşadığı alan tamamen boşaldı. Yüzlerce Kürt köyü yerle bir oldu ve bomboş kaldı,” General Bolhovitinov: “Avcı taburu geri döndüğünde 20 Müslüman çocuğu doğranmış halde bulmuş.” Bir başka Rus komutan: “Yağmacı Ermeni gönüllülere karşı hangi önlemleri alacağız.”

“Tatvan'da evlerden birinde avcı taburu ve Ermeni gönüllüleri birlikte konaklamışlar. Avcı taburu yirmiden fazla evsiz Müslüman çocuğu eve almış, yemek vermişler. Avcı taburu keşfe gönderildikleri zaman döndüklerinde bütün çocukları doğranmış halde bulmuş.”

Bu satırlar General Bolhovitinov'un Rus Yüksek Başkomutanlık Karargâhı'na çektiği 17 Mart 1916 tarihli telgrafta yer alıyor. Telgrafta Ermeni gönüllülerinin katliamlarıyla ilgili başka tanıklıklar da yer alıyor:

“Bitlis'in alınmasının üçüncü gününde gönüllülerin Müslümanlara yönelik kesintisiz tecavüzlerinden dolayı bu birliği şehrin dışına çıkartmak zorunda kaldım.”

“Ermeniler tarafından sivil halkın katledildiğini öğrendiğim zaman meseleyi araştırmak için Ermeni birliğinin komutanı Adranik'i çağırdım. Adranik, bana bunun gibi olayların gayet doğal olduğunu söyledi.”

Yukarıdaki gibi 20 belge Teori dergisinin son sayısında (Nisan 2008) yayımlandı. İstanbul Üniversitesi AİİTE Araştırma Görevlisi Mehmet Perinçek, Dışişleri Bakanlığı'nın verdiği görevle Rus arşivlerindeki çalışmalarında da bu belgelere rastladı.

Önümüze gelen bu son belgeler de “Ermeni soykırımı” iddialarını yalanlamaktaydı.

İşte Ermeni katliamları:

Karabağ'da 26 Şubat Hocalı soykırımında 613 kişiye vahşice kıyıldı. 1000 kişi aldıkları gülle yaralarından sakatlandı. 106 kadın, 63 çocuk, 70 yaşlı insan öldürüldü. 8 aile tamamen mahvedildi, 25 çocuk her iki ebeveynini, 130 çocuk ise ebeveynlerinden birini kaybetti. Facia baş verdiği gece 1275 kişi esir alındı. 150'sinin talihi hâlâ belli değil. Ve bütün bunlar bir gecede yapılmıştı.

Ermenistan-Rus askeri kuvvetlerinin Azerbaycan Cumhuriyeti'ne tecavüzü sonucunda 10 il, topraklarımızın yüzde 20'si, 700 kadar kasaba işgal edildi. 24 bin Azeri öldürüldü, 4 bin esir götürüldü. Esirlerin çoğu çocuklar, yaşlılar ve kadınlardı. Kayıp insan sayısı 4965. Bugüne kadar 1325 kişi azad edilmiş, onlardan 312'si kadın 125'i çocuktu.

1994 senesinde Ermenistan'da Azerbaycanlı esirlerin bulunduğu 6 esir kampının olduğu açıklandı.

– Vardenis çocuk kampı 250 kişi

– Razdan çocuk kampı 180 kişi

– Hankendi çocuk kampı 180 kişi

–  Qeçaşen kadın kampı 320 kişi

–  Cermuk kadın kampı 250 kişi

– Kelbecer kadın kampı 150 kişi.

İşgal altındaki topraklarımız: 1991 Kasım-Aralık Xocevent ili (nüfus 9874 kişi) 26 Şubat 1992 Hocalı ili (nüfus 11356 kişi) 8 Mayıs 1992 Şuşa   (nüfus 23156 kişi) 18 Mayıs 1992 Laçın (nüfus 60698 kişi) 23 Temmuz 1993 Ağdam (nüfus 158000 kişi) 18 Ağustos 1993 Cebrayıl (nüfus 57125 kişi) 23 Ağustos 1993 Fuzuli (nüfus 98600 kişi) 31 Ağustos 1993 Kubatlı  (nüfus 30678 kişi) 25 Ekim 1993 Zengilan (nüfus 34924 kişi)

Bu da bizim gerçeğimiz. Ama bu gerçeğimiz Hrant Dink'i vurmamızı gerektirmiyor. Peki soruyorum:

– “Hepimiz Hrant'ız” diye haykıranlar neden Hocalı'da katledilen Ali bebekler, Nergis bebekler için, “Hepimiz Ali balayız, Nergis balayız” diye haykırmıyor.

Neden? Neden? Neden?[3]

Neden olacak; gavurlaşmışlardı, barbar Batıya yanaşmışlardı, İslam'dan kopmuşlardı ve insanlıktan çıkmışlardı!…

 

 


[1] Ayşa Kerimova Gönen / 6 Nisan 2008

[2] Hüseyin Altınalan / Milli Gazete

[3] Ayşa Kerimova Gönen / 2 Mart / 2008 / Aydınlık

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi