Anasayfa » Dostlara Hatırlatma! MİLLİ ÇÖZÜM; EN HAYIRLI VE EN KÂRLI FİKRİ HİZMET SAHASIDIR

Dostlara Hatırlatma! MİLLİ ÇÖZÜM; EN HAYIRLI VE EN KÂRLI FİKRİ HİZMET SAHASIDIR

Yazar: yonetici
0 Yorum 154 Görüntüleyen

Dostlara Hatırlatma!

MİLLİ ÇÖZÜM; EN HAYIRLI VE EN KÂRLI

FİKRİ HİZMET SAHASIDIR

        

Çağımızda, Hakkı hâkim kılmak ve halkı huzura kavuşturmak yolundaki en hayırlı ve en yararlı hizmetleri yapan ekiplerin en ön saflarında Milli Çözüm Dergisi de vardır. Aziz Erbakan Hocamız da âlem-i menamda bu kutlu gerçeğe defalarca işaret buyurmuşlardır. Ama elbette bu bir itikat ve itimat meselesi olmaktadır. Tek başına dünya Siyonizm’ine kafa tutan ve asla yalana ve yalpalamaya tenezzül buyurmayan Muhterem Erbakan Hocamızın, rüya âleminde ve Kendisine en sadık kimselere -hâşâ- yalan söyleme ihtimali var mıdır?

Hâlâ Milli Çözüm dışında, başka sahalardaki hizmetlere katılmak isteyen kardeşlerimize hatırlatalım ki; Aziz Erbakan Hocamız bizim Milli Çözüm dışında başka faaliyetlere girmemize asla razı olmamış, fırsat tanımamıştır. Şimdi Hocamızın ısrarla uyarmasına rağmen, her gün 3-5 sayfa Kur’an-ı Kerim ve Meal-i Şerif bile okumayan, sitedeki çok önemli yazılara ve rüyalara 3-5 satır bir yorum bile yazmayan, aile geçimi, mesleki görevi ve ibadetleri dışındaki boş vakitlerinde, ömründe bir kişiyi bile, üstelik ücretsiz olduğu halde, Milli Çözüm’le tanıştırıp abone yapmamış kardeşlerimizin, başka sahalardaki hizmetlere katılma hevesleri, Rahmani mi yoksa nefsani mi olduğunu anlamaya çalışmalıdır.

Hiç kimsenin ve hiçbir kesimin kınamasına ve saldırısına aldırmadan, gerçek İslam şuurunu ve örnek insanlık onurunu ve sorumluluğunu aşılamaya çalışan Milli Çözüm; Kur’ani kavramlarla çağdaş kurumları, İslami esaslarla insani ihtiyaçları kaynaştırma çabasındadır… Milli Görüş’le müspet milliyetçiliği, İslam’ın sosyal adaletiyle, cumhuriyetçi ve devrimci düşünceyi; akli, imani ve ahlâki prensipler etrafında kucaklaştırma amacıyla ilmi proje ve programlar hazırlamaktadır. Bütün bunların okunup anlaşılması, tüm kesimlere ulaştırılıp kalplerin uzlaştırılması yolunda samimi ve sürekli bir gayret içindeki sadıklar, artık başka işlere vakit bulamayacaktır.

Hakka ve Hayra; ancak Kur’an’ın ve Resulüllah’ın emrettiği ve Erbakan Hocamızın öğrettiği yol ve yöntemle ulaşılır!

“Rüyamda Aziz Erbakan Hocamızı görüyorum. Erbakan Hocamız normalde hangar gibi olan alanın üst katından asansörle iniyorlar ve direkt Ahmet Hocamızın yanına yürüyorlar. Ben aslında rüyamda da uyuyor gibiymişim; ne gözümü açmaya ne de ayaklanmaya hiç gücüm yokmuş. Erbakan Hocamız Ahmet Hocamızın omuzlarına dokunuyorlar ve Ahmet Hocamız doğruluyorlar. Önce uzun uzun kucaklaşıyorlar, sonra Erbakan Hocamız Ahmet Hocamızın ellerinden tutarak birlikte mutfak gibi çevrilmiş olan alana geçiyorlar. Bir süre içeriden takır-tukur sesler geliyor. Benim gözüm bu seslerden dolayı iyice açılıyor. Sonra omzumda bir el hissediyorum. Korkuyla doğrulup bakınca omzuma dokunan Zâtın Erbakan Hocamız olduklarını görüyorum. Erbakan Hocamız: “Uyanık olan sorumludur!” buyuruyorlar.”[1]

“Açılan kapının bir metre ilerisinde, tepesini göremeyeceğim yükseklikte bir dağ görüyorum ve dağdan gürül gürül su akıyormuş. Fakat bu su nasıl oluyorsa hangara hiç girmeden aşağılara akıp gidiyormuş. Kovamı bu suyla birkaç kez doldurup, içerinin silinecek yerlerini siliyorum, yıkanacak yerlerini yıkıyorum. Yeniden kovamı suyla doldururken dağın kenarlarından eğitim yaptığımız alana doğru, suyu aşmak için uğraşan, yukarıya çıkmaya çalışan insanlar görüyorum. Koşarak içeriye girip kapıyı kapatıyorum. Aşağıda yemekle uğraşan Erbakan Hocamıza ve Ahmet Hocamıza bakarak: “Aziz Hocam, aşağıda, yukarıya doğru suyu aşarak çıkmaya çalışan insanlar gördüm. Bunlar iyi niyetli insanlar mı yoksa kötü niyetli insanlar mı? Nereden bileceğiz?” diye soruyorum. Erbakan Hocamız: “Onlar iyi niyetli insanlar olsalardı, Bizim size “buradan, şu şekilde gelin” diyerek talimat verdiğimiz ve söylediğimiz şekilde gelirlerdi. Biz nedenini, nasılını söyledik, yetmedi gösterdik, yetmedi itekleye itekleye sürükledik. Bu yol dışında Bize gelmeye çalışanlar, Bize rahmet olan bu suda boğulurlar ve asla menzile ulaşamazlar!” buyuruyorlar.”[2]

Rahmani Rü’yalara inanmayanlar ve ciddiye almayanlar mahrum kalacaklardır!

“Erbakan Hocamız: “Biz de (bazı konuları) hatırlayıp yazmanı istemiyoruz zaten. Okuyup bunları hatırlayıp yazabilmenle ilgili, çatılarının altında dalga geçenler, paylaşıldığı zaman, “Okudum, anladım, Hocamızdan olduğuna inandım!” diyemeyenler… Bu paylaşılan rüyaları okuyunca “okudum, anladım, beğendim” anlamına gelecek bir sembol bile koymayanlar oturup “Hâlıkı tazim nedir?” kendileri arasınlar bulsunlar. Kendi bulduklarına inanıyorlar mı bir bakalım!… Sormak lâzım onlara: Bizim söylediğimize mi inanmıyorlar, sana hatırlattığımıza mı? Veya bunu gece rüyalarında kendilerine söylesek kalkıp hatırlayıp yazabilecekler mi? Şu soru daha önemli: Kendileri başka bir kardeşlerinin hatırladığına inanmazken, kardeşlerinin kendilerine inanmalarını bekleyebilecekler mi? Nefis öyle bir şey ki, insanı cennete de cehenneme de götürür. Çok dikkat etsinler. Çook dikkat etmeliler!” buyuruyorlar. O esnada uyandım.”[3]

Milli Çözüm’ün hazırladığı Meal-i Kerim huzur ve şuur kaynağıdır! Çünkü Milli Çözüm kulluk ve sorumluluk bilinci aşılamaktadır!

“Erbakan Hocamız sözümü keserek: “Oysa Allah öyle kapılar açar ki, kapanan diğer tüm kapılar için Rabbine şükredersin!” buyurdular. Ben: “Hiçbir şey hesapladığım, planladığım gibi gitmiyor.” dedim. Erbakan Hocamız: “Hayat hesapla değil, nasiple yaşanır. Plansız amaç olmaz, plansız yapılacak tek şey dua ve dilektir ve yalnızca dileyerek başarı elde edemezsin!” buyurdular. Ben: “Aziz Hocam, hiçbir şeyi de beceremiyorum, sanki her şeyi elimize yüzümüze bulaştırıyoruz!” dedim. Erbakan Hocamız: “Bu davada ya yeni ve gerekli yol açacak bir çalışma başlatacaksın, ya açılmış olan yolu bulacak ve koşarak çalışmaya koyulacaksın, ya da yoldan çekileceksin ki kardeşlerinin çalışmasını engelleyip, fethi geciktirmiş olmayasın!” buyurdular. Ben: “Sonra fethi geciktiriyoruz diye de depresyona giriyoruz Aziz Hocam!” dedim. Erbakan Hocamız: “Depresyonun panzehiri daima çalışmaktır. Yoruldukça başka bir işle meşgul olarak dinlenme olgunluğuna kavuşmaktır!” buyurdular. Ben: “Aziz Hocam, hastalıklar, ani ölümler, bunalımlar, intiharlar; hiç güzel günlerde değiliz sanki. Neden böyle oluyor?” dedim. Erbakan Hocamız: “Bak şimdi, düşmeyen tansiyonlar, kalp krizleri, beyin kanamaları, psikolojik rahatsızlıklar, psikolojik boşluklar ve tüm bunlara bağlı ölümler… Bütün bunlar neden oluyor? Bunlar Allah’tan, bunlar Allah’ın reçetesi olan Kur’an’dan, bunlar Efendimizin tavsiye ve talimatlardan uzak kaldığınız için oluyor. O yüzden “Kur’an…”, Kur’an…”, Kur’an…” diyoruz. Yetmez “Meal-i Kerim…”, “Meal-i Kerim…”, “Meal-i Kerim…” diyoruz. Allah ile ve O’nun hükümleriyle meşgul olmayan beyin, şeytanla ve şeytani fikirlerle doluyor. Beyin neyle meşgulse, kalp onun için çarpıyor. Kalp ne için çarparsa, insanın yaşantısına ve diline o dökülüyor.

Erbakan Hocamız: “İnsan yanlış düşünebilir, yanlış anlayabilir, yanlış yapabilir, ama yanlış hissedemez. Bu nedenle vicdanınızı uyanık tutun ve vicdanın sesine uyun!” buyurdular. Ben: “Aziz Hocam, ne demeliyiz, nasıl dua etmeliyiz, vicdanımız nasıl uyanık duracak?” diye sordum. Erbakan Hocamız: “Her an “Ya Rabbi, imtihanımı imanımdan büyük etme!” diye dua edin. Bak, Allah’ı hatırlamak ve rızasına uygun yaşamak insanlara bir reçetedir, Efendimiz Aleyhisselatü Vesselam bir reçetedir, Kur’an bir reçetedir, Sünnet bir reçetedir. Reçeteleri dikkate alırsan vicdanın uyanık olur. Beynin Allah merkezli, Hak merkezli olur. Hak’la dolu beyinden yalan-yanlış, hata çıkmaz. Mürşid (rehber ve önder kişi) de müridin hekimidir. Eğer mürid mürşidin yazdığı reçeteyle tedavi olmazsa şifa bulamaz. Bak, Biz ilaçları, huzur ve kurtuluş şartlarını tek tek sayıyoruz, sana yazdırıyoruz; Ahmet söylüyor, yazıyor. Öyle ki hastalanıyor. Hepinizi dert ediniyor. Ama ne oluyor? Maalesef söylenenler havada kalıyor.

Yanlış; ilk yapıldığında kazadır. İkinci yapıldığında hatadır, üçüncü kez yapıldığında ise artık bu şuurlu tercihtir ve günah yazılmaya başlanmaktadır. Tercihleriniz de sizi cennete veya cehenneme sürükleyip taşıyacaktır! Bak kardeşim fetih geliyor. Kim görür, kim görmez, kim çalışır-çabalar, kim umuruna takmaz. Sen ne yaşarsan yaşa, ne kadar laf edersen et, fetih bağıra bağıra geliyor. Fetih gelirken, insanlıkla, Müslümanlarla, davayla, Bizimle, Ahmet’le, fetihle ilgisi ve derdi bulunmayan yakınlarınıza… Kusura bakmayın ama, Allah’la alâkası olmayan insanlara karşı bir türlü vazgeçemediğiniz irtibatlarınız… Temelsiz sorumluluklarınız, gereksiz vicdan burkulmalarınız… Evet, dikkat edin ki bunlar imanınıza, sağlığınıza, huzurunuza, cennetinize, Cemâle mani olmasın! Büyük hayallerinizi, küçük insanlarla zayi etmeyin!” buyurdular.”[4]

İnsan aşırılıklarıyla sınanır ve Milli Çözüm Turnusol Kağıdıdır!

“Erbakan Hocamız: “Gel bakalım. Sen sorununu anlatmadan önce, Biz (bu dostlarla başladığımız) konumuzu tamamlayalım. Dedik ki; insan aşırılıkları ile sınanır. Neye karşı gereğinden fazla ilgili isen, neyi Rabbinin üzerinde tuttu isen onunla sınanırsın. Mesela Hz. Yakub’un (AS), Yusuf’u (AS) diğer çocuklarının önüne koyması, hatta Rabbinin onu korumasına güvenmeyip, kardeşlerinin onu korumaları hususundaki çırpınışları! Sonuç? Sonuç; Rabbinin Yakub’u, üstelik kendi aklına gelen kurt hikâyesi ile yıllarca Yusuf’tan uzaklaştırmasıdır! Gözünün önünden ayırmadığı Yusuf’a yıllarca hasret bırakmasıdır!.. Yusuf varken yüzlerine bakmadığı diğer çocuklarını, artık istese de göremeyeceği şekilde, gözlerini geçici olarak kendisinden alması ve kapatmasıdır!.. Evet sonuç? Sonuç; Pişmanlık, tövbe, ve tabi tam olarak teslimiyet olgunlaşmasıdır… Beraberinde ve neticesinde ise vuslattır!… Ardından Mısır Sultanlığıdır!.. Hz. Yakup aşırılığının diyetini öderken, Hz. Yusuf da kendisine verilen yüz güzelliğinin diyetini ödemek zorunda bırakılır. Mısır kadınlarına ellerini kestirecek güzelliğe sahip olan Hz. Yusuf; kirli, küflenmiş zindanlara yıllarını verir; imtihan içinde imtihan yaşamak mecburiyetinde kalır. Yusuf’u vazgeçilmezi yapan Züleyha ise, hem Yusuf’u, hem elindeki tüm mal varlığını, hem gençliğini, güzelliğini ve itibarını yitirerek sınanır. Ancak Yusuf’tan geçip Mevlâ’ya ulaşınca, yani aşırılığını bırakınca ve Mevlâ’sı ile arasındaki her şeyi kaldırınca; bu sefer gençliği, güzelliği, itibarı, makamı ve Yusuf ona tekrar bağışlanır… Ne oldu şimdi? Herkes aşırılığa ile olan sınavını kazanınca, Rabbini her şeyin üstünde tutunca, önceden aşırılığı olan ve elinden alınan şeyler, bu sefer kendisine nimet olarak verilir…

Biz bunlara; Hak’tan, davadan, insanların sıkıntısından, Müslümanların dertlerinden bihaber insanlara karşı hâlâ vazgeçemediğiniz temelsiz sorumluluklarınız ve gereksiz vicdan burkulmalarınız, dikkat edin, sakın ha imanınıza, sağlığınıza, huzurunuza, cennetinize, Cemâle mani olmasın! diyoruz, adam hâlâ: “Hafta sonu mesafeye riayet ederek bir araya gelmemiz gerekiyor, bu vicdanen, dinen gereklidir, bundan daha doğal ne olabilir?” diyor. Ahmet’e sorarken de öyle ustaca soruyor ki, sadece anne ziyaret edilmiyormuş gibi lanse ediyor.”[5]

Milli Çözüm Hakikatin kapısı ve hayrın anahtarıdır!

“… Diğer taraftan da dik bir yokuşu çıkmaya çalışıyordum. Biraz önümüzde Muhterem Ahmet Hocamızı gördüm. Çocuklara: “Yavrularım, biraz daha gayret edip hızlanalım. Önümüzde Ahmet Hocamız varlar. Yakınlarında durup, O ne yaparlarsa biz de öyle yapalım, neden kaçınırlarsa ondan kaçınalım. Böylelikle ayağımız kaymadan, lavlara düşmeden tepeye ulaşabilenlerden olalım inşaallah!” diye uyarıyorum. Son bir gayretle Ahmet Hocamıza yetiştik. Selam verdik. Ben: “Muhterem Hocam, nasıl olacak böyle? Ayağımız kaymadan yukarıya nasıl ulaşacağız? Yukarıda ne var? Onu da bilmiyoruz. Yukarıya çıkanlar görünmüyor, onların başına ne geldiğini de bilemiyoruz!” dedim. Ahmet Hocamız: “Aslında keşke bir istihareye yatsan da, Aziz Hocamız bize bir yol gösterirlerdi!” buyurdular. Ben o ortamda nasıl istihareye yatacağımı bilemeden, Ahmet Hocamızın talimatları üzerine, bir yandan yokuş tırmanmaya devam edip diğer yandan gözlerimi kapattım. Uyumadığımı zannediyorum, çünkü yokuş çıkarken ayağıma takılan ve canımı acıtan taşları hâlâ hissedebiliyordum. Gözlerim kapalı bir halde bir yandan yürüyerek, niyetimi alıp beklemeye koyuldum. Az sonra Aziz Erbakan Hocamız teşrif buyurdular. Mübarek ellerini açtılar. Mübarek ellerinde küçük bir ekran belirdi ve o küçük bir ekranda, yukarıya çıkanların hali görünüyordu. Büyük kalabalıklar halinde yokuşu tırmanıp tepeye ulaşanlar, arkalarından gelen yüzlerce, hatta binlerce insanın, sürekli yürüyerek oluşturdukları o baskı ile diğer taraftaki kendilerini bekleyen yoğun kaynar lavlara düşüyorlar, kaçacak, saklanacak bir yer bulamıyorlar, hatta fokur fokur kaynayan ateşe düşeceklerinin farkına bile varmıyorlardı. Ben: “Aziz Hocam, yukarıya ulaşınca da ateşe düşeceksek, neden çabalıyoruz? Buradan direkt bıraksak ya kendimizi!” dedim. Erbakan Hocamız benim avucumun içerisine on-on beş civarında midye koydular ve: “Bunları Ahmet’e ver. Yokuşu çıkıp tepeye ulaşınca hiç oyalanmadan midyeleri yere bıraksın. Midyelerin içlerini açsın. Her birinin içerisindeki incileri çıkarsın. Önce siz, sonra da Ahmet, “Bismillah” diyerek midyelerin içerisine atlayın. Tekrar ediyorum; kesinlikle oyalanmayın, “atlayın” der demez hemen atlayın, sakın kimseyi ikna etmeye uğraşmayın, onlarla vakit kaybetmeyin. En son Ahmet atlasın. “Bismillah” deyip içerisine girdiği midyenin kapağını kapatsın. O’nun midyesinin kapağı kapanınca diğer midyelerin kapağı da kendiliğinden kapanacaktır. Artık, o andan itibaren yanınızda yer alana sevinin ama geride kalanlara üzülmeyin. Çünkü orada üzülmek, kaygılanmak yok. Orada birbirinize selam verin ve olacak olanları bekleyin!” buyurdular.”[6]

Milli Çözüm Zafer Sancağıdır!

“Rüyamda; Ankara Kızılcahamam Eliz Oteli’nin konferans salonunun önünde bulunuyorum. Milli Çözüm Ekibinden ve tanımadığım büyük bir kalabalık var. Herkesin elinde konferans için gönderilmiş davetiyeler görüyorum. Sıra ile kapının önünde bulunan görevliler davetiye olduğu halde ellerindeki isim listesine göre konukları içeriye alıyorlar. Erbakan Hocamızın isteği üzerine davetiyelere göre değil listeye göre içeri aldıklarını söylüyorlar. Ben ismimi söylediğimde Erbakan Hocamızın: “Ayşe beklesin!” buyurduklarından görevliler beni salona almıyorlar. O şekilde ve şaşkın vaziyette uyanıyorum. Sonra tekrar uykuya dalıyorum. Rüyamda yine aynı konferans salonunda bulunuyorum. Milli Çözüm Ekibinden ve tanıyamadığım kişilerle, Erbakan Hocamızın ve Ahmet Akgül Hocamızın aldıkları büyük bir haberle halay çektiklerini ve Aziz Hocamızın ve Muhterem Babamın sevinçle birbirlerine sarıldıklarını görüyorum ve uyanıyorum.”[7]

Milli Görüş’ün özü, Milli Çözüm’e dönüşmüş durumdadır!

“… Stada girmek için tam girişe doğru ilerlerken Aziz Erbakan Hocamızın sağ yanında partiden genç bir arkadaş elinde bir metre ağaç sopanın ucunda Türk bayrağı bulunuyor. Sol yanında ise ben oluyorum. Sağ elimde 4-5 metre uzunluğunda yuvarlak bir boru ucunda ufak bir Türk bayrağı, sol elimde Aziz Erbakan Hocamızın ayakkabılarını giydirdiğim (kerata) ayakkabı çekeceği bulunuyor, o vaziyette ilerliyoruz. Arkamızdan ise partililer geliyor. O esnada Aziz Erbakan Hocamıza baktığımda birden yanımızda Muhterem Ahmet Akgül Hocamızı görüyorum. Erbakan Hocamızın yerinde Ahmet Akgül Hocamız oluyor. Ahmet Akgül Hocamızın Milli Çözüm Gebze’deki yazıhanemizde asılı olan fotoğraftaki elbiseler üzerinde oluyor. O vaziyette birlikte stada giriş yapıyoruz. Statta herkes ayağa kalkıyor. Önce sessizlik ve şaşkınlık hâkim oluyor. Oradaki bütün Gebzeliler koşarak gelip bizlerin fotoğraflarını çekerken o şekilde uyanıyorum.”[8]

Bâtıl yollar ve günahlar kalpleri karartır, Milli Çözüm ruhları arıtır!

“Erbakan Hocamız, mübarek elleriyle toprakta küçük bir çukur açıp ceplerinden bir mendil çıkarıyorlar. Mendili sıkıyorlar. Dört damla su akıyor, gözyaşları içinde: “Ya Rabbi! Küçücük kızın ağzını kapatıp, sessiz bağırdığı için kulak zarlarını patlatarak ona kötülük yapan zalim yüzünden, o mazlum yavrunun suyunu kesme! Ya Rabbi, (günümüzde) her bir karışına; (tarihte) koca koca kavimleri helak ettiğin büyük günahlardan birinin düştüğü (haksızlık ve ahlâksızlıkların başımıza üşüştüğü) zamanımızda, bu helak sebebi günahları yapan, yaptıran, göz yuman sözüm ona Müslümanlar yüzünden, o bir karış toprakta yaşam mücadelesi veren karıncanın suyunu kesme! En yakınlarından, kilometre olarak en uzağında olana kadar, bir taraftan cihad ederken, diğer taraftan elleriyle, gözleriyle, güya merhametleriyle harama dalan kardeşlerim yüzünden, hepsinin kalplerini bir araya toplayıp gece gündüz onları arındırmaya çalışan Ahmet’in suyunu kesme Ya Rabbi! Yıl boyunca adımızı dahi hatırlamayıp 27 Şubat yaklaşınca “Anma Etkinlikleri” düzenleyerek, yanımıza ziyarete gelecek olan aklı evveller yüzünden; buldukları her fırsatta huzurumuza koşup gelenlerin, gelemiyorsa da bizden Fatiha’sını esirgemeyenlerin suyunu kesme Ya Rabbi!” buyuruyorlar.”[9]

Erbakan’ın mübarek şahsına, davasına ve manevi mirasına Milli Çözüm sahip çıkmaktadır!

“Büyük bir kapalı spor salonunda AKP, MHP, SP, BBP’li partililerin katılımıyla çok kalabalık bir toplantı yapılıyor. AKP’yi temsilen Recep T. Erdoğan, MHP’yi temsilen Alparslan Türkeş, SP’yi temsilen Aziz Erbakan Hocamız, BBP’yi temsilen Mustafa Destici katılacakmış. Biz Erbakan Hocamızı şehrin girişinde karşılıyoruz. Hocamız Mercedes arabanın arkasında oturuyor. Araba durunca kapıyı açıp Hocamızın elini öpüyorum ve Erbakan Hocamızla birlikte salona geliyoruz. Salonun girişine varınca salon çok kalabalık görünüyor tam namaz vakti oluyor. Hocamız: “Haydi; namaza geçelim, namaz sonrası geliriz!” buyuruyorlar. Namaza gidiyoruz ve dönüşte salonun önüne gelince salonda AKP, MHP, BBP’lilerin birbirleriyle kavga ettiklerini ve salonun boşaldığını görüyoruz. Hocamız salona hiç yanaşmadan uzaktan bakıp: “Hadi gidelim buradan!” diyor. Hocama: “Hocam teşkilata gidelim sürpriz olur.” diyorum. Hocamız da hatırladığım kadarıyla: “(Yeşilyurt ya da) Yeniyurt’ta işim var.” buyuruyor. Sonra bana: “Vakıfçılar ne yapıyor?” diye soruyor. Ben de: “Aynılar Hocam.” diyorum. Erbakan Hocamız da yurt dışından bunlara örnek bir kişiyi söylüyor. “Yazık ediyorlar kendilerine yazık!” diye ekliyor. Bunun üzerine ben de: “Ahmet Hocama gidelim!” diyorum. Hocamız ise: “Zaten Biz Ahmet’le sürekli görüşüyoruz.” buyuruyor.”[10]

Milli Çözüm Mehdiyet ve Mesihiyet Devriminin hizmetkârıdır!

“Konya Milli Çözüm Ekibinden erkek, bayan ve çocuklar olarak bir otobüse binmişiz ve Aziz Erbakan Hocamızın Makam-ı Şerif’lerine ziyarete gidiyormuşuz. Makamın Mevlanakapı girişinde otobüsümüz duruyor, yavaş yavaş iniyoruz. Kapıda Konya Milli Çözüm’den gençler (Ali Şimşek Bey’in organizesinde) görevlilermiş. Koşarak bize yaklaşıyorlar ve: “Hz. İsa (AS’ın müjdelenen inkılabına hazırlık yapan bir Zât) Aziz Erbakan Hocamızın Makam-ı Şerif’lerini ziyaret ediyorlar; gözyaşları içindeler ve dua ve naz makamında şu anda. Biraz bekleyip öyle girseniz olur mu?” diyorlar. Biz: “Tabii ki!” deyip, Erbakan Hocamızın Makam-ı Şerif’lerini görecek şekilde değil de, diğer tarafta durup sessiz bir şekilde beklemeye başlıyoruz. Bir anda eşlerimizin yanımızda olmadıklarını fark ediyorum. 10-15 dakika sonra aynı görevli eliyle işaret ederek: “Buyurun, artık gelebilirsiniz!” diyor. Makam-ı Şerif’e doğru yaklaşıyoruz. Ben: “Hz. İsa (AS’ın hizmetkârı) hâlâ içerideler mi? Bizi almadınız ama bakın içeri zaten dolu! Takım elbiseli birçok kişinin olduğunu görüyorum, onlar kim ki?” diye soruyorum. Genç görevli: “Onlar Hz. İsa (AS’ın kutlu hedeflerinin hizmetkârıdır), yanındakiler ise havariler gibi O’nun sadık arkadaşlarıdır!” diyor. Biz hanımlar ve çocuklar olarak içeriye giriyoruz. Çocuklar direkt çeşme tarafına gidiyorlar, biz de Makam-ı Şerif’e doğru geçiyoruz. Makam-ı Şerif’te, yepyeni takım elbise giyinmiş beylerin olduğunu görüyorum. Dikkatlice bakınca Hz. İsa (AS’ın hazırlık hizmetkârı) oldukları söylenen Zât’ın Muhterem Ahmet Hocamız, oradaki takım elbiseli beylerin de bizim eşlerimiz olduklarını görüyorum. Ahmet Hocamız mübarek başlarını sağ tarafa yatırmışlar, gözleri kapalı bir vaziyette bir taraftan ağlıyor diğer taraftan da: “Vücut İklimimin Sultanı Sensin” ezgisini söylüyorlar. Ezgi bitince gözlerini yarım açıyorlar. Göz göze geliyoruz. Başlarıyla bizi selamlıyorlar: “Hoş geldiniz, Aziz Erbakan Hocamız Bizi ayakuçlarına, sizi de başuçlarına davet ettiler. Haydi, buyurun; geçip başuçlarına oturun!” diye talimat buyuruyorlar. Geçip talimat buyrulan yere oturuyoruz. Çocuklara seslenerek onları da Makam-ı Şerif’in önüne, mermerlere oturtuyorlar. Hep birlikte bir kez daha “Vücut İklimimin Sultanı Sensin” ezgisini söylüyorlar. Arkasından: “Fea’lem ennehu” diyerek zikre başlıyorlar. Zikre biz de katıldık. Dahası, ağaçlar, yapraklar, kuşlar sanki hepsi zikre katılıyorlar. Daha önce öylesi bir huzuru yaşadığımı hiç hatırlamıyorum. “Allahhh! La İlahe illallah! Elhamdülillah!” diyerek zikir yapılıyormuş. Zikre devam ederken uyandım.”[11]

Hak ile Bâtılı, mü’minle münafıkı en net ve mert şekilde ortaya koyan Milli Çözüm, hikmet ve hakikat aynasıdır!

“Erbakan Hocamız: “Burası Mekke! Efendimizin doğup büyüdükleri, Kendilerine Peygamberliğin verildiği, sayısız çile ve eziyete maruz kaldıkları, en sonunda Rabbinin emriyle “Sizin dininiz size, Benim dinim Banadır!” buyurup, hepsinin karşısında dimdik durdukları, Hakka sahip ve taraf oldukları topraklardır. Dinin hükümlerini eğip bükmeden, dinin özünü yaşam standardı yapıp, bütün çilelerde, bütün ambargolarda, bütün anlaşmalarda “ÖZÜ YUMUŞAMIŞ ve YAMUKLAŞMIŞ İMAN, İMAN DEĞİLDİR!” buyurdukları; hayatları boyunca küffâra karşı dimdik duruşları sonucunda da Fetihle mükâfatlandırıldıkları topraklardır. Biraz sonra Kâbe’yi tavaf eden Efendimize gelip: “Sen “La İlahe İllallah” (Allah’tan gayrı, ibadet olunan, rızası aranan, yardımı umulan ve hükmü uygulanan başka Zât ve makam yoktur!) demekten vazgeç, biz de Sana mal-mülk, iktidar verelim!” diyecekler. Yine biraz sonra Efendimiz: “La İlahe İllallah imanın özüyken, ey müşrikler siz Beni neye çağırıyorsunuz?” buyurup, Mekke sokaklarını ve şeytanların kulaklarını çınlatan cümlelerini haykıracaklar!”… “Sizin dininiz size, Benim dinim Banadır” buyuracaklar. Ve bize model olup, tarihe de ayar verecekler!” buyurdular ve mübarek sırtlarını Kâbe’ye yaslayıp oturdular; benim de oturmamı işaret buyurdular. “Şimdi anlatacaklarımı hayal et, sanki görüyormuşsun, her şey yeniden yaşanıyormuş gibi dinle!..”

“Zira en büyük bulaşıcı hastalık şirktir. Müşrikler bunu açık bir dille, büyük bir marifetmiş gibi yaparlar. En acısı ise, bu hastalık kendilerine de bulaştığı vakit bazı mü’minler bile asla şirk koşmadıklarını, ömürleri boyunca da asla şirk koşmayacaklarını söyleye söyleye şirk koşarlar. Bunlar öyle ince ayrıntılardır ki, çoğu Müslüman bu ince ayrıntıların farkına varmadan ebedi ahiretlerini yok ederler.

Şirk, bazen kelimelere gizlenir, bazen bakışlara, bazen de hareketlere gizlenir. Rahman’ı üzen şey; müşriklerin koştuğu şirk değil, asıl mü’minlerin bu hastalığa yakalanıvermeleri, ve bu hastalığa yakalandıklarını kabul etmemeleri, tedavi ihtiyacı hissetmemeleridir. Unutulmamalıdır ki; bunlarla, yani Allah’a açık açık şirk koşanlarla bir arada olmak, onlara karşı dimdik duramamak, hoşlarına gitmek için her an ayrı tavizlere yanaşmak da şirktir. Kâfirlerin ve müşriklerin dil uzattıkları, saldırdıkları her İlahi kanun ve kuralda hemen, o anda resmi ve gayri resmi olmak üzere hemen cevaplarını yazmak, buğzederek ve terk ederek bir nevi cezai müeyyide uygulamak, bazı alınmış ortak ve yanlış kararları tek taraflı bozup, onları ortada bırakmak, ellerini kollarını bağlamak, mü’minlerin öncelikli görevidir ve bunlar imanın gereğidir. Zinayı suç olmaktan çıkaran, loto, toto, piyango gibi kumarları yaygınlaştıran, faizi fuhşu azdıran, ailevi ve ahlâki yapıyı bozan İstanbul Sözleşmesini imzalayan yönetimleri ve yetkilileri uyarmak bir tarafa hâlâ onları alkışlayanlar imanın ve İslam’ın neresindedir? Tam aksine Allah ve Resulüne savaş açanlarla yeryüzünü kana, fitne ve fesada boğmak için yaptıkları her yeni hamlede bu haksız ve ahlâksız kararı (İsrail’le normalleşme sürecine girilmesi ve İstanbul Sözleşmesi gibi) tek taraflı bozacaklarını ifade etmeyenler, her saldırıyı ve Allah’a dil uzatmayı sineye çekenler, hatta (yılbaşı gibi şeytani) bayramlarını bile resmi olarak veya gayrı resmi olarak bireysel veya toplumsal olarak kutlamakta bir beis görmeyenler; üzülerek söylüyorum ki; şirke bulaşmış kimselerdir!

Şirk; “Ben, Allah’la birlikte, başka ilahları da kabul ediyorum. Onları da tazim edip, ibadet ediyorum!” demenin yanında, Allah’a aşikâr ortaklar kabul edip, Allah ve Resulüne her şart ve ortamda savaş açanlarla birlikte olmak, şeytani odaklar karşısında el pençe divan durmak, onlarla birlikte Allah ve Resulüne savaş açmaktır! Hatta bunu “din” adı altında, süslü laflar ve etkili diksiyonla yapmaktır. Bakınız, müşriklerin bir ömür uğraşarak dine ve Müslümanlara veremeyecekleri zararı, maalesef bunlar bir imzada, bir konuşmada, bir oyda vermektedir.”[12]

 

 


[1] F. Betül Erişkin – 04.02.2018

[2] F. Betül Erişkin – 04.02.2018

[3] F. Betül Erişkin – 03.03.2018

[4] F. Betül Erişkin – 22.08.2020

[5] F. Betül Erişkin – 26.08.2020

[6] F. Betül Erişkin – 29.08.2020

[7] Ayşe Akgül – 21.02.2018

[8] Nevzat Gündüz – 14.03.2018

[9] F. Betül Erişkin – 18.02.2018

[10] Adem Akpınar – 14.03.2018

[11] F. Betül Erişkin – 12.07.2018

[12] F. Betül Erişkin – 29.12.2019

https://www.millicozum.com/mc/aralik-2020/dostlara-hatirlatma-milli-cozum-en-hayirli-ve-en-karli-fikri-hizmet-sahasidir

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi