Teşkilat mensuplarının ve yönetici kadroların; özellikle idarecilik ve liderlik görevi alan insanların ve de bütün Müslümanların, her şeyden önce kendi kendilerini çok iyi tanımaları gerekir.
Yanlışlarımızın farkına varmanın, eksiklerimizi tamamlamanın, kısaca olgunlaşmanın ve başkalarına lider ve model olmanın ilk şartı, kendimizi tanımaktır.
“Kim nefsini tanırsa, muhakkak Rabbini de tanır.” mealindeki kudsi hadis, hem insanın Rabbini bilmesi için önce kendi nefsini, maddi ve manevi özelliklerini düşünmesi ve bu üstün aletleri ve hasletleri kendisine lütfeden yüce yaratıcısını idrak etmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Hem, daha bir şuur ve huzurla Allah’a yönelmek ve O’ na kulluk yapmak için kendi acizliğimizi, çaresizliğimizi ve herhalde Rabbımıza muhtaç bulunduğumuz gerçeğini ikaz buyurmaktadır.
Hem de, “Yeryüzünde Allah’ı temsil etmek ve O’ nun adalet nizâmını yürütmek” olan hilafet görevini gerçekleştirmek için, eksiklerimizi bilmek, yanlışlarımızı düzeltmek ve devamlı kendimizi yenilemek ve geliştirmek zorunda olduğumuzu hatırlatmaktadır.
“Hesaba çekilmeden önce kendi kendinizi muhasebe ediniz. Ve tartılmadan önce kendi amellerinizi ölçüp değerlendiriniz.” mealindeki hadisi şerif, kendimizi sık sık kontrol etmek ve durumumuzu değerlendirmek gerektiğini anlatmaktadır.
Bu nefis muhasebesi ve durum değerlendirmesi ise, şu üç merhaleyi içerir.
A- Teşhis: Zararlı ve yararlı yönlerimizle, kendimizi tanımak.
B- Tedavi: Kendimizi disiplin altına almak ve eksiklerimizi tamamlamak.
C- Tatbikat ve Tanıtma: Haklı ve hayırlı hizmetler üreterek, herkese örnek oluşturmak ve kendi duygu ve düşüncelerimizi iyi niyet ve güzel bir münasebetle başkalarına aktarmak…
Şimdi sıra ile bunları açıklamaya çalışalım:
A – Teşhis:
Önce, tarafsız bir gözle, kendi kendimizi tanımak ve gerçek ayarımızı ortaya koymak için şu soruları nefsimize soralım:
1– Konuşmalarımızda ve yazılarımızda olsun, düşünce ve davranışlarımızda olsun, durum ve tavırlarımızda olsun, “başkaları tarafından beğenilen veya tenkit edilen yanlarımız nelerdir.?”
Zaman zaman bunları düşünüyor, listesini çıkarıyor, iyiliklerimizi geliştirmeğe, kötülüklerimizi de değiştirmeye ve düzeltmeye çalışıyor muyuz?
Zira biz, basit heveslerin değil, büyük hedeflerin sahibi olmalıyız.
İddiasız ve idealsiz insan, ruhen ölmüş demektir. Bunlar ” meyyiti müteharrike-yürüyen cenazeler ” gibidir.
“Gündüz otlak, gece yatak” durumu, bir nevi hayvanat mertebesidir.
Unutmayalım ki, insanın kıymeti himmeti kadardır. Himmeti ise hedefinin büyüklüğü ile doğru orantılıdır.
2– Bir hikmet ehli zat, dört türlü insan bulunduğunu söylemektedir.
a– Bilir, fakat bildiğini bilmez, yani ilmiyle amel etmez; bunlar tembel ve ihmalkârdır, o halde bunlara hatırlatınız ve uyarınız.
b– Bilmez, ama bilmediğini de bilmez… Kuru bilgiçlikten vazgeçmez; bunlar ise ahmâk ve akılsızdır, o nedenle bunları bırakınız.
c– Bilmez, ancak bilmediğini bilir, hatasını ve noksanlığını kabullenir; bu gibiler cahildir, ama eğitilmeye müsaittir ve ehildir, bunlara öğretiniz ve sahip çıkınız.
d– Bilir, üstelik bildiğini de bilir… Öğrendiğini ve öğrettiğini kendileri de yerine getirir. İşte bunlar bilgin ve olgun kimselerdir, onlara tâbi olunuz ve peşlerini bırakmayınız…
Öyle ise biz, bu dört sınıftan hangisine giriyoruz?
3– Durumumuz aşağıdaki şu üç gruptan hangisine daha uygun düşüyor?
a– Kimileri çok konuşur, ama asla hizmet yapmaz ve hiçbir işe yaramaz.
b– Bazıları da çok yorulur, rasgele ve habire koşturup durur, fakat netice alamaz ve başarıya ulaşamaz. “Avare kasnak” misali boşa döndüğünden, hedefine varamaz.
c– Kimisi de ciddiyetle planlar, gayretle uygular, cesaretle sorgular ve sonunda başarılı olur ve boş mazeretlere sığınmaz…
4– Hayırlı bir hareketi ve samimi bir cemaati, kendi şahsi hesaplarımız için istismar mı etmekteyiz?
Yoksa, ülkemizde huzur ve adaleti sağlayacak bir hizmetin mensubu olmak şerefini ve sevabını mı istemekteyiz? Yani makam ve menfaat beklentisiyle mi, yoksa hizmet ve ibadet niyeti ve gayretiyle mi bu cemaatle beraberiz? Kısacası ” Ben bu harekete ne kattım? ” diye mi, yoksa, ” Ben buradan ne kazandım? ” diye mi düşünüyorsunuz?
5– Ancak açık düşmanlara ve münafık oluşumlara karşı uygulanabilecek ” onları birbirine düşürmek, bazılarını rüşvetle kendi safımıza çekmek ” gibi oyunları, kendi cemaatimiz ve teşkilatımız içinde de kullanmaya kalkışıyor muyuz?
6– “Haram ve hileli yollarla kazandığımız servet, şöhret ve etiket gibi imkânları, hayır ve hizmet yolunda kullanır ve böylece yaptığım haksızlık ve yanlışlıkların kefaretini öderim ” şeklindeki şeytani fetvalara sığındığımız oluyor mu?
7– Veya “Bu yaptığım iş aslında caizdir, şu şu mazeretlerden dolayı gerekli ve geçerlidir. Ancak halkın buna aklı yatmaz, o nedenle bu durum gizli kalmalıdır.” diye başkalarının bilmesini istemediğin, ama kendi kendine fetva verdiğin durumlar var mı?
8– “İnsanların hayırlısı insanlara yararlı olandır ve hizmeti
dokunandır.”
“Başkalarını sevmeyen ve de sevilmeyen ve kendisiyle iyi geçinilmeyen kimselerde hayır yoktur.”
“Mü’min, başka insanların canını ve malını kendisine güvendiği kimsedir. Müslüman ise onun elinden ve dilinden diğer Müslümanların zarar görmediği insandır.” hadislerine uygun hareket ediyor ve kendimizin bu ölçülere göre notumuzu biliyor muyuz?
9– Kendimiz için istediklerimizi başkaları için de istiyor, Allah’ın nimet ve faziletlerini herkese reva görüyor muyuz?
Yoksa sadece kendi nefsimizi mi düşünüyoruz?
10– Kazancımızda helal – haram ölçülerine ve elimize geçenleri hak edip etmediğimize, özellikle dikkat ve riayet ediyor ve yakın çevremizden başlayarak herkese ikram ve ihsanda bulunabiliyor, hayırlı ve gönüllü hizmetlere para ayırabiliyor muyuz?
11– Çok istediğimiz ve heveslendiğimiz bazı makam ve menfaatlere kavuşmak için;
a– Kendimizi övmek veya rakiplerimizi kötülemek için yalan konuşmak,
b– Riyakârlıkta ve yağcılıkta bulunmak,
c– Hile ve haksızlık yapmak,
ç– O makama layık ve müstehak olanların ayağını kaydırmak,
d– Bu amaçla dostların ve yakın arkadaşların arasını bozmak,
e– O işi başaramayacağını ve kullanılmak üzere atanacağını bile bile bazı görev ve yetkilere razı olmak gibi yanlışlıklara tenezzül edebiliyor muyuz?
Yoksa hak ettiğimizle yetiniyor, haysiyetli yaşamayı mı tercih ediyoruz?
12– “Ne zulmediniz, ne de zulme boyun eğiniz.” hadisinin emrine uygun olarak, dinimize ve davamıza zarar vermeden, uğradığımız haksızlıklara karşı direniyor ve en uygun ve uygar yollara başvurarak, gasp edilen haklarımızı elde etmek için, sabır, sükûnet ve siyasetle davranmasını becerebiliyor muyuz?
13– İyiliklerimiz ve başarılarımız övüldüğünde sevindiğimiz kadar, kötülüklerimizin ve yanlışlıklarımızın söylenmesine de tahammül ediyor ve hatta memnun olabiliyor muyuz?
14– Dünyalık bir fırsatı veya menfaati kaçırdığımız zaman hayıflandığımız gibi manevi bir hizmet ve ibadeti kaçırdığımız zaman da üzülüyor ve telafi etmeye çalışıyor muyuz?
15– Sonunda pişmanlık duyduğumuz ve “Keşke yapmamış olsaydık” diye hayıflandığımız işleri azaltabiliyor ve bunları asgariye indirmek için gayret gösteriyor muyuz?
16– Farz ibadetlerimizi vaktinde, ve dikkatlice yerine getiriyor ve mümkün olduğu kadar cemaate katılmaya çalışıyor muyuz?
17- Manevi arınma ve ruhi olgunlaşma için vakit ayırabiliyor muyuz? Özellikle Tefekkür ve tezekkür için gecelerimizin bir kısmını değerlendirebiliyor muyuz?
18– Kendimizi yenilemek ve yetiştirmek üzere kitap okumaya, ilmi ve ciddi yayınları araştırmaya ve anlamaya gayret ediyor muyuz?
19– Dünya nimetleri bakımından daha iyi şartlar için çabalamakla beraber bizden aşağılara bakıp halimize şükrediyor, ilim, ibadet ve hizmette ise daha ileride olanlara imreniyor ve onlara yetişmeye uğraşıyor muyuz?
Yoksa tam tersine sakat, sahipsiz, fakir, hasta ve çaresiz bir sürü insana bakıp ibret almamız ve şükür secdesine kapanmamız gerekirken, hep bizden zengin, rütbeli ve şöhretli kimselere özeniyor, hayırda ve takvada ileri gidenleri ve topluma hizmet işlerinde bizi geçenleri ahmak yerine mi koyuyoruz?
20– İnsanlar arasında özellikle teşkilatımız, cemaatimiz, mesai arkadaşlarımız, komşularımız, akrabalarımız ve aile efradımız tarafından seviliyor ve sayılıyor muyuz?
Yerine göre tebrik ve teşekkür etmesini ve özür dilemesini becerebiliyor muyuz?
21– Fırsat buldukça, ahbap, akraba ve arkadaşlarımızı, eski dostlarımızı ve üzerimizde hakkı olan hocalarımızı ve üstatlarımızı ziyaret etmeye, en azından telefonla bile olsa hatırlarını sorup gönüllerini hoş etmeğe özen gösteriyor muyuz?
22– Bize hakaret ve haksızlık edip de sonunda pişmanlık gösteren ve özür dileyen kimseleri bağışlayabiliyor ve iyi ilişkiler kurabiliyor muyuz?
İşte şıklarıyla beraber yaklaşık bu 33 soruyu kendimize soralım ve samimi cevaplarını bulmaya çalışalım.
Bunların olumlu cevapları bir kısmımın “Evet” bir kısmının “Hayır”dır.
Her bir soruya vereceğimiz olumlu cevaplar için ortalama 3 puan değerlendirerek toplam 100 puan üzerinden:
90 -100 arası alanlar mükemmel ve müstesna bir konumdadır. Ama
dikkat ve gayreti elden bırakmamalıdır. Şeytan ve nefisten Allah’a sığınmalıdır.
80 – 90 arası yüksek ve örnek durumdadır. Gayretini artırmalıdır.
70 – 80 arası çok iyi ve seviyeli sıradadır. Daha çok çalışmalıdır.
60 – 70 arası iyi ve sadakatli sayılır. Ama mutlaka eksiklerini tamamlamalıdır.
50 – 60 arası orta halli ve istikametli olanlardır. Ancak aşması gereken daha çok engel bulunmaktadır.
40 – 50 arası sade ve sıradan insanlardır. Sakın bu hale razı olmamalı, ileri makamlara göz koymalıdır.
30 – 40 arası normalin çok altındadır. Nefsiyle ciddi bir mücadele ve mücahede başlatmalıdır.
10 – 30 arası ise tehlike sınırındadır. Hiç vakit geçirmeden bir an evvel atağa kalkmalı ve bu gafletten kurtulmalıdır.
Evet, herkesin hakiki ayarını bilecek ve hesaba çekerek gerçek notunu verecek olan ancak Cenab-ı Hak’tır. Biz ise bu puanlamayı başkalarını ölçmek için değil, sadece kendi nefsimizi değerlendirmek, eksiklerimizi tamamlamak ve yanlışlarımızı düzeltmek için bir “Murakabe Modeli ” olarak hazırladık.
Ve özellikle teşkilat mensuplarına ve başkanlık pozisyonunda olanlara seviye kazandırmayı amaçladık…
B- Tedavi:
Kendimizi kontrol altına alma, eksiklerimizi tamamlama, disiplinli ve düzenli yaşama.
1– Teşhis bölümünde farkına vardığımız yanlışlarımızı düzeltmek ve eksiklerimizi gidermek hususunda ciddi bir gayret içine girilmeli ve hemen harekete geçilmelidir. Çünkü gayesiz ve gayretsiz insan, asla olgunluğa ve gerçek huzura erişemeyecektir.
2– Zehir panzehirle tedavi edildiği gibi, tembelliğimizi, kendimizi hizmet ve ibadete zorlayarak… Cimriliğimizi bol bol hayırda harcayarak… Yalan, haram ve haksızlık vb. günahlar için oruç tutmak, sadaka dağıtmak gibi ibadetlerle nefsimizi cezalandırmak suretiyle, kötülüklerden kurtulmaya gayret etmelidir.
3– Bunların bir anda ve kısa bir zamanda olmayıp, ancak sabır ve metanetle ve belirli bir dönem içerisinde başarılacağına inanmalı ve Allah’a sığınarak kendimize güvenmelidir.Hem zorlukları aşmada hem kötü alışkanlıklardan kurtulmada,önce özgüven geliştirilmelidir.
4– Kişi kendi kabiliyet ve karakterine uygun hizmet birimlerini tercih etmeli, yeteneğini ve yetkilerini aşan işlere heveslenmemelidir. Çünkü bu gibi haddini bilmemenin sonucu genellikle hayal kırıklığı ve hezimettir.
5– Amirlerimize ve üst makamdakilere karşı daima hürmetkâr ama açık yürekli ve haysiyetli, memurlarımıza ve emrimiz altındakilere de merhametli, adaletli ama ciddiyetli olmalıyız.
Üsttekilere dalkavukluk ve yağcılık yapmak, alttakilere ise gururlu ve zorba davranmak, kişilik bozukluğuna ve vicdan hamlığına alâmettir.
Gerektiğinde üsttekilere hatalarını söyleyecek ve hayırlı teklifler götürecek, alttakilerin ise tenkitlerine önem verecek ve temennilerini dinleyecek bir olgunluğa erişilmelidir.
6– Teşhis bölümündeki sorular üzerinden en az 85 – 100 arası puan alacak ilim, irfan ve istikamet sahibi, bilge kişilerin terbiyesine girmeli, hiç değilse kendisine hatalarını hatırlatacak ve hizmet şevkini artıracak sadık ve samimi dostlar edinmelidir.
7- “Cemaat ve teşkilattan kopuk ve kendi başına buyruk” hareketlerden şiddetle sakınmalı, hizmet düzenine ve disiplinine tabi olmalı, bağlılık ve itaati içine sindirmelidir. Bu yol hem emniyetlidir, hem de biraz gecikse bile hedefe erdiricidir.
8– Başarısızlıktan ve hata yapmaktan o kadar da korkmamalı, hemen yılgınlığa ve karamsarlığa kapılmamalı, girişimci ve mücadeleci çizgisini daima sürdürmelidir.
9– Hem ahlâki ve tasavvufi, hem de ilmî ve fikri eserleri bol bol okumalı, gazete, dergi, bant vb. yayınlardan mutlaka yararlanmalı ve kendisini devamlı geliştirmeli ve yenilemelidir.
10– Her işe önce yakın çevresinden başlamalı, kendi ailesi, akrabaları ve dava arkadaşları arasında itibar ve itimat sağlayamayan kimselerin, daha geniş dairede etkili ve yetkili bir konuma yükselemeyeceği gerçeğini çok iyi bilmelidir.
C- Tatbikat ve Tanıtım.
Herkese huzur ve emniyet ortamını hazırlayacak hizmet ve hareketlere girişmek, yaratılış gayemizi gerçekleştirmek ve başkalarıyla olumlu ilişkiler geliştirmek için de:
1– Her şeyden önce, bizim yaratılış gayemiz, ibadet kavramı içerisinde hizmet üretmek, verimli ve bereketli bir insan olmaktır.
Tamir edilmek ve eksikleri giderilmek üzere ara sıra revizyona sokulan fabrikalar gibi, zaman zaman yapacağımız nefis muhasebesi de bizi yeni üretimlere ve hizmetlere hazırlamalıdır.
Devamlı revizyonda tutulan ve hiç üretim yapmayan fabrikalar gibi hep nefsini temizlemekle uğraşıp, insanların huzur ve hürriyetini sağlayacak bir düzeni kurmak, her türlü haksızlığa ve ahlâksızlığa mâni olacak bir iktidarı oluşturmak üzere yapılan hizmetlere katılmayan kimseler, yani insanların yararlanacağı hiç bir şey üretmeyen kimseler, aslında hayırsız ve yararsız kimselerdir.
2– Aleyhisselatü Vesselam Efendimiz, ” Tenhalarda inzivaya çekilip devamlı ibadetle uğraşmaktansa, insanların arasına karışıp onların sıkıntılarına katlanmak ve onlara yararlı olmak daha hayırlıdır”[1] buyurmuşlardır. İşte siyasi hizmetler, bu bakımdan oldukça önemli ve anlamlıdır.
Bu bakımdan insanlarla iyi ilişkiler kurmalı ve özellikle sevdiğimiz ve beğendiğimiz kimselere bunu belli etmeli, hatta söylemeli ve böylece özel muhabbet ve samimiyet halkaları oluşturmalıdır.
Çevremizdekilerin başarılarını ve hayırlı davranışlarını, hem de açıkça tebrik ve takdir etmelidir. Ancak bunu dalkavukluk için değil, teşvik ve teşekkür açısından yapmalıdır. Zira “İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah’a da şükretmemiş sayılır”[2]
Tenkitlerimizi gizli ve özel, takdirlerimizi ve teşekkürlerimizi ise açık ve genel yapmak hem bir olgunluk, hem de uygarlıktır.
Takdir etmek de, tenkit etmek de bir haktır ve münasip şekilde mutlaka yapılmalıdır.
3– Davamızı başarılı kılmak, tebliğimizi herkese ulaştırmak ve toplumun çeşitli kesimleriyle irtibat kurmak için, sadece vaaz ve nasihatle yetinmeyip sportif faaliyetlerden, yemekli davetlere, açık oturumlardan konferans ve panellere, sünnet merasimlerinden düğünlere, hasta ziyaretlerinden taziye evlerine kadar, her türlü fırsatı değerlendirmeye çalışmalıdır.
4– Mutlaka ekip ve grup çalışmasına önem vermeli, kişisel ve keyfi hareketlerden sakınmalıdır.
Bu konuda ” Müslümanlar tek bir vücut gibidirler” hadisinden ders alınmalıdır.
Nasıl bir insandaki hücreler organları, organlar sistemleri ve sistemler vücudu oluşturuyor ve her birisi kendi işini yapmakla beraber birbirleriyle irtibatlı bulunuyor…
Bunun gibi, özellikle günümüzde, bütün girişimlerin, mutlaka organizasyon ve bunlar arasında sağlanacak koordinasyon ile başarılacağı unutulmamalıdır.
5– Bu asır kabalık ve katılık asrı değildir. Kabataslak ve karakucak işler artık yürümemektedir.
Bu nedenle insanlarla münasebetlerimizde, hem sevgimizde, hem nefretimizde ölçülü hareket etmelidir.
Aşırı muhabbet insanı bir nevi kör eder. Artık sevdiği kimseleri objektif değerlendiremez, onun kusurlarını göremez…
Aşırı nefret ise rakiplerinin başarılı ve hayırlı yanlarını bile kötü ve kalitesiz gösterir. Onlardan yararlanmayı aklına bile getirmez. İşte bu yersiz ve yanlış duruma düşmemek için
Peygamberimiz (S.A.V.):
“Dostunuzu bir gün düşman olacak şekilde seviniz. Düşmanlarınıza da bir gün dost olacak şekilde buğz ediniz.”[3] buyurmaktadır.
Allah hiç kimseyi boşuna yaratmamıştır… Herkesin de mutlaka yararlanılacak tarafları vardır. İşte teşkilatçı ve tedbirli bir insan, özellikle teşkilatın başarılı olmasında ve hizmetin amacına ulaşmasında müttefik – muhalif herkesin faydalı yönünü keşfetmeli ve ondan kendi sahasında mutlaka yararlanmalıdır.
“Her göreve ancak saf ve samimi olanları getireyim, sadece tam inanmış dava adamlarıyla iş göreyim.” düşüncesi yanlıştır. Çünkü sadakat gerektiren işlerle, liyakat gerektiren işler farklıdır. Elbette, sadakat gerektiren bir görevi, laçka ve laubali tiplere vermek ne denli büyük bir yanlış ise, bir işten anlamayan kimseyi, sadece iyi niyetlidir diye o göreve atamakta o kadar yanlıştır. Örneğin, “Allah’ın kılıcı” sıfatını taşıyan Halid b.Velid Hz. leri askeri komutanlıktaki cesaret ve ustalığı o kadar başarılı olmasına rağmen, sivil yöneticilikte, irşat ve tebliğ işlerinde, o denli zayıftır.[4]
Ticari olsun, siyasi olsun… Her türlü hizmet ve faaliyetlerde, elemanlarımızın hayırlı ve başarılı yönlerinden ve yeteneklerinden yararlanmaya, yanlış ve yamuk huylarından ise, onları kurtarmaya çalışılmalıdır.
[1] İhya-u Ulimiddin.
[2] Süneni Ebu Davud
[3] Süneni Tirmizi.
[4] Bak. Nebevi Hareket Metodu./ Münir Muhammed Gadban. / Nehir Yayınları / C.Z.sh. 230 ve devamı
http://www.millicozum.com/mc/ekim-2011/kendimizi-taniyor-muyuz.h