“Keşke (Kurtuluş Savaşı’nda) Yunan galip gelseydi… Çünkü Yunanlılar bile Mustafa Kemal kadar bu Dine ve Millete zarar veremezdi!?” diyecek kadar soysuzlaşanlar… Ve onun gibilere her fırsatta “Üstadım!..” diyerek ayarını ve amacını ortaya koyanlar, aynı zamanda koyu bir ERBAKAN karşıtı insanlardır. Korkut Özal ve Kadir Mısıroğlu, Siyonist mahfillerin kışkırtıp kullanmasıyla; 15 Ekim 1978 MSP Kongresinde Erbakan’ı devre dışı bırakmak üzere, Ona alternatif liste çıkarmışlar, daha sonra Genel İdare Kurulu kararıyla, Genel Başkanlıktan da düşürmek üzere, bu listenin başına da yine Erbakan Hoca’yı yazmışlardı. O süreçte Korkut Özal ve Kadir Mısıroğlu takımına fiilen destek verenlerden birisi de Sn. Recep T. Erdoğan’dı. Ama çok şükür ki, bizim de çabalarımızla bunların oyunları boşa çıkarılmış, yine Erbakan’ın listesi kazanmıştı. O gece sadece sayılı sadıkların katıldığı özel bir değerlendirme sohbetinde Aziz Hocamız: “Bugün yaşananların perde arkasını ve Siyonist merkezlerin sinsi hesaplarını anlamak istiyorsanız, yarınki Hürriyet gazetesinin manşetine bakınız!..” buyurmuşlardı. İşte 16 Ekim 1978 tarihli (Dönme ve Masonların güdümündeki) Hürriyet gazetesi şu manşeti atmıştı: “Dışarıdan ve içeriden yapılan bütün girişimlere rağmen yine Erbakan kazandı!” Bugün Atatürkçü geçinip de, İslam düşmanlıklarını Erbakan gıcıklığı üzerinden dışa vuranlar… Erbakan’la Erdoğan’ı ve Kadir Mısıroğlu takımını aynı ayarda göstermeye uğraşanlar, ya cahil ve bilinçsiz insanlardır, veya gerçekleri kasıtlı olarak çarpıtanlardır.
Bu Batı uşaklığına ve İslam karşıtlığına Atatürkçülük maskesi takanların, Osmanlı düşmanlıkları ve özellikle Sultan Abdülhamid ve Sultan Vahdettin gıcıklıkları da aynı soysuzluk damarının bir devamıdır.
“1916-1918 yıllarında, Arapları Osmanlı Devleti’ne karşı ayaklandıran İngiliz casus meşhurdur: Yarbay Thomas Edward Lawrence (adını taşır.) ‘Osmanlı İmparatorluğu’nu Ortadoğu’da parçalama başarısını, yöredeki etnik mozaiği birbirine karşı kullanarak elde ettim’ diyen insandır.”[1] (Ama hâlâ İslam karşıtlarını Arap düşmanlığı şeklinde ortaya koyanlar, bu İngiliz casuslarının günümüzdeki piyonlarıydı. Yoksa Sözcü yazarı, halkımızı AKP’nin tuzağına itmek için özel mi kiralanmıştı?)
22 Mayıs 1919’da İngiltere Başbakanı Llyod George: “Türkiye sahneden siliniyor diye üzülecek değiliz!” diyerek küstahlaşmıştı. Ama bugün Haçlı AB’ye girmek için can atanlar ve 60 yıldır AB kapısında nöbet tutanlar, bir de kalkıp Atatürkçü geçiniyorlarsa, işte bu münafıklığın daniskasıdır!..
“22 Temmuz 1920’de, Saltanat Şûrası’nda ünlü Sevr Antlaşması görüşülüp tartışılır. Emekli General Rıza Paşa dışında tüm Şûra üyeleri, Antlaşma’nın onaylanması yönünde kabul oyu kullanmışlardır. Osmanlı Devleti’nin idam fermanını kabul etmekten sakınmamışlardır. Neden? Padişahın saltanatını sürdürebilmesi için…” değil, Sultan Vahdettin’in, İngilizleri ve Batılı müttefiklerini oyalayıp, Mustafa Kemal’e ve Kurtuluş Mücadelesine zaman kazandırmak için Padişahın bir strateji politikasıdır.
“10 Ağustos 1920’de, Hadi Paşa, Rıza Tevfik ve Reşat Halis’ten oluşan Osmanlı Heyeti, Sevr Antlaşması’nı Paris’te imzalamıştır.” (Sultan Vahdettin ise katılmamıştır.) Neden?.. “Padişahın makamını koruması için…” değil, şanlı Kurtuluş Savaşı’na zaman ve imkân sağlamak üzere Padişahın mecburi bir siyaset tavrıdır; asıl suçlular ve sorumlular, çoğu dönme ve mason İttihatçı artıklarıdır!..
“36’ncı Osmanlı Padişahı ve 115’inci İslam Halifesi Vahdettin, Osmanlı Devleti’nin idam fermanını işte böyle ve hiç direnmeden kabul edip imzalamıştır.” iddiaları yalandır, iftiradır, İslam’a ve Osmanlı’ya hakaret hesaplıdır. Çünkü Sultan Vahdettin hain olsaydı, en üstün yetkilerle donatıp ve her türlü maddi imkânı sağlayıp, kurtuluş mücadelesini örgütlemek üzere, Mustafa Kemal’i Samsun’a yollamazdı.
“Sevr’i tanımayan ‘Çılgın Türkler’ vardı.” iddialarının ispatı lazımdır. Aynı “Çılgın Türkler” bugün Haçlı AB’ye katılmak için çırpınıyorsa bu işte bir sakatlık vardır. Çünkü Roma Anlaşmaları kapsamında AB’ye girmek, pek çok bağımsızlık şartımızı AB’ye devretmek anlamındadır.
Evet, “Ankara’da Mustafa Kemal Paşa’nın Başkanı olduğu TBMM Hükümeti, bu Antlaşma’yı yok saymıştır. Antlaşma’yı onaylayan Saltanat Şûrası üyelerini ve imzalayan heyet üyelerini, (ki çoğu İttihatçı Mason ekibidir) 19 Ağustos 1920’de vatan haini sayarak vatandaşlıktan çıkarmıştır.” Ama Sultan Vahdettin’i bunlardan ayırmak lazımdır. Çünkü Bağımsız Türkiye’nin, daha kolay kurulması ve korunması için, İngilizleri ve Batılı güçleri oyalamaya ve Mustafa Kemal’in yolunu açmaya çabalamıştır.
“Padişah Vahdettin ve Başbakan Damat Ferit durmamış, milletin şeref ve namusu için, kanını döken askerlere karşı dinsel savaş açmışlardır!” iddiaları hem bir çarpıtma, hem bir saptırmadır. Hain Damat Ferit’le, Sultan Vahdettin’i aynı safta ve sınıfta göstermek yanlıştır.
“11 Nisan 1920’de, Padişahın onayıyla dönemin Şeyhülislam’ı Dürrizade Abdullah’a, Milli Mücadele’ye karşı fetvalar yazdırılmış ve bu fetvalar, İngiliz ve Yunan uçaklarıyla Anadolu’ya atılmıştır.” doğrudur. Ama bütün bunların Padişah tarafından tezgâhlandığı ve dağıtıldığı iddiaları asılsızdır. Vahdettin’in vatan aşkını ve milli mücadeleye dolaylı destek sağladığını ve Mustafa Kemal’i rahatlandırmak ve Ankara Hükümeti’ne meşruiyet kazandırmak için, kendi siyasi ikbalini ve ailesini nasıl gözden çıkardığını ve değil devlet hazinesinden kendi şahsi servetinden bile bir kuruş almadan nasıl yurt dışına çıktığını ve fedakârlıklarını anlamak için, önce mü’min ve Müslüman olmak, sonra da Osmanlı ruhuna ve şuuruna sahip olmak lazımdır.
Maalesef “Damat Ferit Hükümeti’nin medrese çıkışlı Adalet Bakanı Ali Rüştü Efendi gibi “Yunan ordusunun başarısı için dua edilmesini” isteyecek, Trakya, Balıkesir, Bursa ve Uşak’ın Yunanlılarca işgal edilmesi üzerine; “Yunan ordusunun ilerlemesi hükümetimizin programına uygundur” diyecek, hatta; “16 Nisan 1920’de, İstanbul’da Askeri Ceza Mahkemesi’nin başına Milli Mücadele karşıtı Nemrut Mustafa (Yamulki) Paşa getirilip 11 Mayıs 1920’de Atatürk ve bazı arkadaşlarını idama mahkûm edecek kadar hain ve gafil insanlar çıkmış ve Padişah Vahdettin’e de, bu idam kararını 24 Mayıs 1920’de onaylatmışlardır.”
Ama asla unutmayın, ön yargılar ve saplantılarla değil, iz’an ve irfanla anlamaya çalışın ki, Atatürk bu idam fermanını imzalayanlar arasındaki Elmalılı Hamdi Yazır’ı bağışlamış, hatta ona kendi kesesinden özel Kur’an Meali yazdırmıştır. Çünkü Mustafa Kemal, bu tertip ve tezgâhın içindeki hıyanet ehlinin de, iyi niyetli özel siyaset ve hizmet ekibinin de, kimler olduğunun farkındadır. İşte yakın tarihimizi yazmak ve yorumlamak için zahiri bilgiler ve zoraki-resmi belgeler dışında, bazı gizli hikmet ve hakikatlere de vakıf olmak… Hepsinden önce bu Aziz Milletin Diniyle ve tarihiyle barışık olmak şarttır. Atatürk’ün Samsun’a çıktıktan sonra, hatta Amasya, Sivas ve Erzurum Kongreleri sonrasında… Dahası Ankara’da Büyük Millet Meclisi’ni toplama sırasında, Padişah Sultan Vahdettin’e bağlılık ve saygınlık ifadeleri yer alan ve Nutuk’ta yayımlanan telgrafları -hâşâ- münafıklıkla ve yağcılık amacıyla çektiğini söylemek zorunda kalırsınız ki, bu Atatürk’e yapılacak en büyük ithamdır!
“8 Temmuz 1920’de, İngiliz desteğindeki Yunan Ordusu Bursa’yı işgal edince, Yunan Komutanı Venizelos’un oğlu Sofoklis, Osman Gazi’nin mezarına gelip, sandukayı tekmeleyerek: “Kalk da milletini kurtar!”diye haykırmış ve türbeye Kral Konstantin’in resmi asılmıştı. Osmanlı başkentlerinde, 35 Padişahın türbesi işgalcilerin elinde bulunmaktaydı. Bunların hepsine gerekli cevabı, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa vermiş, hem ülkemizi, hem tarihimizin şerefini kurtarmıştı.” Öyleyse bizlerin de Atatürk gibi, Dinimize, Devletimize ve Tarihimize sahip çıkmamız ve saygılı olmamız lazımdı.
“Ve o dönemin en iyi temsilcisi ve günümüzdeki Kadir Mısıroğlu yerindeki Ali Kemal, işbirlikçilerin adamıydı! Türk ordusunun, Kars’ı Ermenilerden geri almasını eleştiren yazısı nedeniyle, halk ona “Artin Kemal” demeye başlamıştı. Milli Mücadele’yi başlatan kahramanlara haydut diye sataşmış” ve küstahça şunları yazmıştı:
“Haydutların işi gücü savaş. Siyasetten zerre kadar anladıkları yok. Ellerinde derme çatma bir ordu, dövüşüp duruyorlar. Hükümet ölçüp biçmiş, Sevr Antlaşması’nı uygun görmüş. Londra’da da çocuk gibi yok ‘İzmir’i isteriz, Edirne’yi isteriz, Adana’yı isteriz, hatta tam istiklal isteriz’ diye tutturmuşlar.” diyecek kadar alçalmıştı.
Kanlarıyla vatanı yeşerten şehitlere, “haydut” diyenler o gün de bugün de çıkacaktı. Oysa o kahraman şehitlerin kanları sayesinde, bu vatanda nefes alınırdı. O kahramanlar sayesinde, camide ezanlar okunur, Bayrağımız dalgalanırdı. Ama, o kahramanlara düşman bir zihniyetle aynı konuma düşmek en azından ayıptır… Padişahların türbelerini tekmeleyenlere sevdalı olan Din istismarcılarıyla, sırf Müslüman oldukları ve Haçlı-Siyonist düşmanlara fırsat tanımadıkları için son Padişahlara sataşanlar aynı ayarı bozuklardır. Ki Tanzimat’tan ve hele İttihatçılardan sonra Padişahlar tamamen etkisiz ve yetkisiz konuma taşınmışlardır.
Küstah İngiliz Başbakanıyla, Yerli Mason Kemalistlerin; Dinimize ve Tarihimize Bakışları Aynıdır!
(Bu makale, 1 Ağustos 2024 tarihinde İngiliz The Sun gazetesinde yayımlanmıştır. Çeviri: Laura Edward tarafından yapılmıştır. Bazı düzeltme ve izah edici eklemelerle aktarılmıştır.)
Britanya’nın (İngiltere’nin) yeni Başbakanı Keir Starmer’in bu makalesini dikkatle ve ibretle okuyalım.
Bu makale son derece önemli ve tehlikelidir; çünkü İşçi Partisi lideri ve Britanya’nın yeni Başbakanı Keir Starmer’in itiraflarını içermektedir. Özellikle HAMAS’ın #AksaTufanı operasyonundan bu yana Müslümanlarla nasıl ilişki kurduklarını ve onlara ne gözle baktıklarını anlamak için mutlaka dikkatlice okunması gerekmektedir. Bu makale; Britanya’nın köklü gazetelerinden The Sun’da yayımlanıvermiştir.
…
MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..