Anasayfa » 30 AĞUSTOS ZAFERİ, TÜRK SUBAYININ ŞEREFİ VE ATATÜRK’ÜN MANEVİ CEPHESİ

30 AĞUSTOS ZAFERİ, TÜRK SUBAYININ ŞEREFİ VE ATATÜRK’ÜN MANEVİ CEPHESİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 177 Görüntüleyen
 

30
AĞUSTOS ZAFERİ, TÜRK SUBAYININ ŞEREFİ VE ATATÜRK’ÜN MANEVİ CEPHESİ

 

Ağustos ayı Necip Milletimiz için, “büyük zaferler ayı” gibidir. Tarihin seyrini değiştirecek onlarca talihli zafer, hep Ağustos ayı içinde nasip ve müyesser edilmiştir. Bunda ilahi kaderin mutlu ve umutlu bir işaret ve müjdesi gizlidir.

            Alparslan Gazi’nin, Anadolu’nun Müslüman Türk’e vatan olmasını kesinleştiren şanlı Malazgirt zaferi, 26 Ağustos 1071 de,

 

            Kanuni Sultan Süleyman’ın meşhur Mohaç zaferi, 29 Ağustos 1526’da,

            Barbaros Hayrettin Paşa’nın, tarihin en büyük deniz savaşı Preveze zaferi, Ağustos 1538’de başlamış Eylülde bitmiş..

            Ve Gazi Mustafa Kemal’in önderliğindeki, Başkumandanlık Meydan Zaferi yine 30 Ağustos 1922’de gerçekleşmiştir.

            30 Ağustos zaferi, sadece Türkiye’nin değil, bütün İslam âleminin ve Mazlum milletlerin kurtuluş ümidi ve emperyalizme karşı direniş ve diriliş simgesidir. Ve zaten bizzat Atatürk, bu milli mücadelenin: “tüm mazlum ve Müslüman milletlerin hürriyet ve istiklal vesilesi” olduğunu belirtmiştir.

            Gazi, bu onurlu direnişin: “Haçlı Batıya karşı bir iman, İslam ve insanlık meselesi olduğunu” da defalarca söylemiş, bu yönde Allah’a sığınarak sürekli dua etmiş ve manevi yardım dilemiştir.

            Milli şairimiz Mehmet Akif’in de işaret ettiği gibi, şanlı Çanakkale Direnişi ve Dumlupınar Zaferi öncesi yapılan dualar, Hz. Peygamberimizin şanlı Bedir Zaferi öncesi yaptığı: “Allah’ım, bu bir avuç inanmış mücahidanı mağlup edersen, yeryüzünde, artık sana kulluk edecek, Hak ve adaleti yürütecek kimse kalmayacak!” duasını hatıra getirmektedir.

            Ve zaten Aziz Atatürk’ün, Peygamberimiz “Hz. Muhammed’i; şeklen değil, fikren anlamak ve Onun prensiplerini uygulamak gerektiğini” söylemesi oldukça önemlidir.

            Kur’an’ın, insanlığa model şahsiyet olarak sunduğu Hz. Muhammed, Atatürk tarafından da bir örnek ve kurtuluş rehberi olarak gösterilmiştir. Atatürk, toplumun kalkınabilmesi ve sorunlarını aşabilmesi noktasında Hz, Muhammed’in yol göstericiliğine her dönemde ve her halde ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştir.

            Kaynaklarda bu konuda, Atatürk’ün son mesajı başlıklı şu bilgi aktarılır: Bütün dünyanın Müslümanları, Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli, tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek alarak kendisi gibi hareket etmeli: İslâmiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli; zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.”38

            İşgalci Yunan’ı ve emperyalist patronlarını Anadolu’dan çıkaran hareket  nasıl başlamıştı?

            Türk tarihinin en önemli dönüm noktalarından olan Kurtuluş Savaşı’nı zafere yaklaştıran ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarının çizilmesini sağlayan, Büyük Taarruz emrinin verildiği Afyon Kocatepe tarihi bir önem ve özellik taşıyordu.

            Sakarya Savaşı’nın kazanılmasının ardından, kamuoyunda ve TBMM’de baş gösteren taarruz sabırsızlığı üzerine Gazi Mustafa Kemal Paşa, 4 Mart 1922’de Büyük Millet Meclisi’nin gizli bir toplantısında endişe ve huzursuzluk duyanlara açıklama yaparak kafalardaki soru işaretlerini ortadan kaldırıyordu.

            Gazi Mustafa Kemal Paşa, burada yaptığı konuşmasında şöyle diyordu: “Ordumuzun kararı, taarruzdur. Fakat bu taarruzu tehir ediyoruz. Sebebi, hazırlığımızı tamamen bitirmeye biraz daha zaman lazımdır. Yarım hazırlıkla, yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten çok daha kötüdür.” Mustafa Kemal Pasa bu konuşmayla bir taraftan zihinlerdeki şüpheleri bertaraf etmeye çalışırken, diğer taraftan da orduyu son zaferi sağlayacak bir taarruz için hazırlıyordu. Haziran 1922 ortalarında, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, taarruza geçme kararını alıyordu. Asıl amaç, yok edici bir meydan savaşı yapmak, düşmanı çabuk ve kesin bir sonuç alacak şekilde vurmaktı. Mustafa Kemal Paşa, bir taraftan 2l Ağustos 1922 günü Çankaya Köşkü’nde çay daveti vereceğini gazete ve ajanslara bildirirken, diğer taraftan da ordu birlikleri arasında bir futbol maçı organize edilmesi bahanesiyle ordu komutanlarını Akşehir’e davet ediyordu. Böylece Yunanlıların ve işgal devletlerinin dikkatleri dağıtılıyordu.

            Büyük günün heyecanı!                                      

            26 Ağustos sabahı Başkomutan, Mustafa Kemal Paşa yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak) ve milli mücadeleye zorla ve sonradan katılan Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü)  ile birlikte muharebeyi idare etmek üzere Kocatepe’de bulunuyordu.

            Büyük Taarruz burada başladı. Topçuların sabah saat 04.30’da taciz ateşi ile başlayan hareket, saat 05.00’te önemli noktalara yoğun topçu ateşi ile devam etti. Türk piyadeleri Allah Allah nidalarıyla sabah saat 06.00’da hücuma geçerek, tel örgüleri aşıp Tınaztepe’yi geri alıyordu.

            Bundan sonra, Belentepe daha sonra Kalecik-Sivrisi düşmandan temizlendi. Taarruzun birinci günü, 1. Ordu birlikleri, Büyük Kaleciktepe’den Çiğillepe’ye kadar 15 kilometrelik bir bölgede düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5. Süvari Kolordusu düşman genlerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulundu. 2. Ordu da cephede tespit görevini aksatmadan sürdürüyordu.

            26 Ağustos günü ordumuzun Büyük Taarruzu Genelkurmay Başkanlığı’nca TBMM’ne bildirildi. Bu haber Meclis’te ayakta alkışlanarak karşılandı.

27 Ağustos Pazar sabahı gün ağarırken Türk ordusu bütün cephelerde yeniden taarruza geçti. Bu taarruzlar çoğunlukla süngü hücumlarıyla ve insanüstü çabalarla başarılmıştı.

            27 Ağustos saat 18.00’de Afyon, 8. Tümen tarafından kurtarılmıştı. Afyon, kurtuluşun şanlı ve şerefli müjdesi olmuştu. Başkomutanlık Karargâhı ile Batı Cephesi Komutanlığı Karargâhı Afyon’a taşınıyordu.

            28 Ağustos Pazartesi ve 29 Ağustos Salı günleri, başarılı geçen taarruz harekâtı düşmanın 5. tümeninin çevrilmesi ile sonuçlandı. 29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçerek muharebenin süratle sonuçlandırılmasını gerekli buldu. Düşmanın çekilme yollarının kesilmesi ve düşmanı çarpışmaya zorlayarak, tamamen teslim olmalarını sağlama yolunda karar alındı. Karar, süratli ve düzenli bir şekilde uygulandı. 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü taarruz harekâtı Türk Ordusu’nun kesin zaferi ile sonuçlandı. Büyük Taarruz’un son safhası askeri tarihimize Başkomutanlık Meydan Muharebesi olarak geçiyordu.

            30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesi sonunda, düşman ordusunun büyük kısmı dört taraftan sarılarak, Dumlupınar’da Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ateş hatları arasında bizzat idare ettiği savaşta tamamen yok edilmiş veya esir alınmıştı. Böylece tasarlanan kesin sonuç beş gün içinde elde edilmiş ve hazırlanan plan tam başarı ile uygulanmıştı.  Kurtuluş Savaşının son darbesi olan Büyük Taarruz’un nasıl kazanıldığını gösteren, en duygulu olay ise Miralay Reşat Bey’in, Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği sözü yerine getiremediği için intihar ederek canına kıymasıydı. Kocatepe’den verilen emirle Büyük Taarruzu başlatan Türk askerleri, taarruzun ilk ve ikinci gününde tüm tepeleri eline geçirmeye başladı. Çiğiltepelerinde bulunan Yunan askerlerine karşı direnen 57. Tümen Komutanı Miralay Reşat Bey ile Gazi Mustafa Kemal Paşa arasında şu telefon konuşması yapılmıştı:

            “- Niçin hala hedefinizi alamadınız?

            – Yarım saat sonra bu hedefi alacağım paşam.”

            Geçen yarım saat sure içerisinde Çiğiltepe’yi düşman askerinden alamayan Miralay Reşat Bey, “verdiğim sözü yerine getiremediğim için yaşayamam” diyerek beylik tabancasıyla hayatına son veriyordu.

            Gazi Mustafa Kemal Paşa Çiğiltepe sırtlarında çarpışan 57. Tümen Komutanlığını tekrar telefonla aradığında Miralay Reşat Bey’in intihar ettiğini öğreniyor ve Gazi’ye vedanamesi okunuyordu: “Yarım saat zarfında o mevkiyi almaya size söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam” deniyordu. Vedanamesinin ardından geçen 15 dakika sonra Çiğiltepe düşman askerlerinin elinden alınıyordu. Atatürk böylesine onurlu bir subayını kaybetmenin acısını yaşıyordu.

  Ateşkes teklifi ve sonuçları

            Afyon Kocatepe’de verilen emirle başlayan Büyük Taarruz sonucu bozguna uğrayan düşman askerleri, büyük kayıplar vererek geri kaçmaktaydı. İzmir’de düşmanın denize dökülmesinin ardından İtila devletlerinden değişik teklifler gelmeye başlamıştı. İtilaf Devletlerinden İstanbul’da bulunan Fransız Fevkalade Komiseri General Pell, İzmir’de Gazi Mustafa Kemal Paşa ile görüşerek, Türk Askerinin Trakya’ya girmemesi ve ateşkese evet demesi tavsiyesinde bulunmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa ise Trakya’yı da kurtarmadıkça ordularımızın durdurulmasına imkân olmadığını açıklamıştı. Bunun üzerine İzmir’e İtilaf Devletleri Dış İşleri Bakanı imzasını taşıyan 23 Eylül 1922 tarihli bir nota geliyordu. Bu notada iki önemli nokta yer alıyordu. Bunlardan biri, askeri harekâtın durdurulmasıyla, diğeri de Barış Konferansı’yla ilgiliydi. Bu Nota’ya Gazi Mustafa Kemal Paşa tarafından şöyle yanıt veriliyordu: “Biz, Rumeli’de Doğu Trakya’yı milli sınırlarımıza kadar tamamen almadıkça askeri harekâttan vazgeçmemiz söz konusu olmayacaktır. Ancak yurdumuzun bu bölgesinden düşman birlikleri çıkarıldığı takdirde böyle bir harekâta devam etmeye kendiliğinden gerek kalmayacaktır.” Bu notaya verilen cevapta: Venedik veya başka bir şehirde toplanacak olan İngiliz, Fransız, İtalyan, Japon, Romen, Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ile Yunanistan’ın da çağrılacağı bir konferansa, delegelerimizi göndermeyi kabul edip etmeyeceğimiz sorulmakta ve görüşmeler sırasında Boğazlardaki tarafsız bölgelere bizden asker gönderilmemesi şartıyla, Edirne dahil olmak üzere Meriç’e kadar Trakya’nın bize iadesi ile ilgili talebimizin olumlu karşılanacağı vurgulanmaktadır.

            26 Ağustos 1922 sabahı verilen Büyük Taarruz emri büyük zaferle sonuçlanmış ve yapılan anlaşmalar sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin bu günkü sınırlarının çizilmesine ve Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kesinleşmesine yol açmıştır.

            Mustafa Kemal Paşa’nın Afyon’da Türk subaylarına hitabı 

  “Türk milletine taarruz eden düşman, önce Türk subayını aşağılamak ister”!? (Bugün AB’nin ve hizmetçilerinin, Ordumuza yönelik sataşmaları da bunun için değil midir?)

            Mustafa Kemal Atatürk’ün, 82 yıl önce, 31 Temmuz 1920 tarihinde, Afyonkarahisar Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşma, çerçeveletip duvara asılacak ve esas alınacak bir öneme sahiptir:

            Efendiler!

            Eski silah arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük bir vicdani zevk hissetmekteyim. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz; müsait yer de yoktur. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle ile özetlemekle yetineceğim.

            Arkadaşlar!

            İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık veremez, veremeyecektir. Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, ancak kuvvetle ve mücadele ile korunur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele yapamayan bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp edilir.

            Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek gerekir.

            Kuvvet ise ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdani imanıdır.

            İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvela onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silahlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüz ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak planını takip ettiler ve ediyorlar.

            Her halde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi olmaktadır. Orduyu imha etmek için ise; mutlaka subayını mahvetmek, aşağılamak lazımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta hiçbir engel ve zorluk kalmayacaktır.

             Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkmaktadır.

Milletimiz, hür ve bağımsız yaşamak lüzumuna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiş durumdadır. Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması, hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır.

            Dolayısıyla kuvvetin, yani ordunun mevcudiyeti için lazım olduğunu söylediğim kaynak -ki milletin vicdanı imanıdır- bu vardır. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulur ve ayakta kalır. Bilinen bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; “ordunun ruhu subaylardadır”. O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak; ordumuzun ve milletimizin bağımsızlığını mutlaka sağlayacak ve koruyacaktır.

            Milletimiz: bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini, ordudan ve ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekleyip durmaktadır. İşte subayların yüce olan vazifesi bunu başarmaktır.

Allah göstermesin, milletin bağımsızlığı ihlal edilir ve tehlikeye girerse; bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve ferasetleriyle giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde, birinci derecede faal ve fedakâr olmak zorundadır. Şahsi ve hususi hayatları itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetinde olanlardır. Çünkü düşmanlarımız herkesten evvel onları öldürmeye çalışır. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini yaşamış ve ölümü hiçe saymış bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere asla katlanamayacaktır. Onun yaşamak için bir çaresi vardır: Şerefini korumak! Hâlbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi ayaklar altına almaktır.

            Dolayısıyla subay için “ya istiklal, ya ölüm” vardır. Fakat arkadaşlar ölmeyeceğiz, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız!” 39

            Atatürk’ün bu haklı takdirine ve ayrıcalıklı taltifine mazhar olan komutanlarımız, subaylarımız, er ve erbaşlarımız; şanlı Kıbrıs Barış Harekâtında da, tüm Siyonist ve emperyalist odakların şımartıp kışkırttığı PKK’ya karşı yapılan operasyonlarda da, uluslar arası barışı sağlamaya ve koruma sorumluluklarında da, bu tebriki hak ettiklerini defalarca ispat etmişlerdir.

            Atatürk’ün ifadesiyle, “vicdani imanları”, bağımsızlık tutkuları ve yüksek vatanseverlik duyguları sayesindedir ki, Türk Ordusu, İstanbul’un Fetih müjdesinde, Hz. Peygamberimiz tarafından övülme şerefine erişmiştir.

            Atatürk’ün, Büyük Taarruz sabahı, ordu hücuma hazırlanırken; “Ya Rabbi! Sen Türk ordusunu muzaffer et, yardımını esirgeme! Türklüğün, Müslümanlığın düşman ayakları altında, esaret zincirinde kalmasına müsaade etme! Rabb’im, Yunanlıların kazandığını gösterme bana, onlar kazanacaksa, şu gök kubbe benim başıma yıkılsın daha iyi” diye dua etmiş, “Anacığım dua et!” demiş, bu sırada gözlerinden birkaç damla yaş süzüldüğü görülmüştür.40 Yine aynı gün, Türk topçuları düşman siperlerini dövmeye başladığında, “Allah’ım, Türk Milletini ve ordusunu koru!”41 diye dua etmiştir.

             Büyük Taarruz’da Atatürk’ün askerleri: “Allah! Allah!” diyerek düşmana hücum etmişlerdir.42 Atatürk de; “Allah Türk ulusunu ve ordusunu koruyacaktır43” diyerek moral vermiştir.

 İtilâf devletleri, Atatürk’ün Samsun’a gitmekte olduğu Bandırma vapurunu yakalayıp geri çevirebilmek için torpido göndermişler, fakat aynı rotayı takip edemeyen torpido Bandırma vapuruna yetişememiştir. Atatürk bu olaya: Bu Allah’ın bir inayetidir, görüyorsunuz Allah bizimledir”44 şeklinde yorum getirmiştir.

            Atatürk, kazanılan zaferin Allah’ın bir bağışı olduğunu, zaferden sonra İzmir’e geldiğinde şu şekilde ifade etmiştir: “Bir gün, bu yangın yerlerinde gene baharlar tomurcuklanacak; yeni mamureler çiçeklenecek. Allah, bize bu günleri gösterdi ya; ötesi kolay; milletimiz sağ olsun!”45

            Atatürk, 1923’te Kütahya’da öğretmenlerle yaptığı bir konuşmada: “Cenabı hakka binlerce hamdü sena olsun ki, düşman karşısındaki aziz ordular için sarf ettiğimiz bütün emekler, sonunda mes’ut meyvelerini verdi”46 diyerek Allah’a bağlılığını göstermiştir.

 

            Büyük Medeniyet devrimi ve Atatürk’ün altyapısı

            Mehdiyet olarak bilinen, Türkiye merkezli büyük medeniyet devrimi önderinin son hilafet merkezinden; yani İstanbul ve Türkiye’den çıkacağı bildirilmektedir. Bediüzzaman Hz’leri; “Merkezi Hilafet eski zamanlarda, Medine ve Şam’da bulunduğundan, raviler kendi içtihatlarıyla, daima (Şam ve Medine Hilafet merkezi olarak) öyle kalacak gibi mana verip, Hz. Mehdiyi “Merkezi Hilafeti İsfamiye yakınlarında tasvir etmişler…” diyerek bu gerçeğe dikkat çekmektedir.47

            Muteber hadis ve haberlerde Adil Medeniyet rehberini (Hz. Mehdiyi) gerçek hüviyetiyle tanıyacak ve tabi olacak ve onun haklı fikirlerine sahip çıkacak sadık yardımcılarının ve samimi bağlılarının genellikle aynı bölge insanlarından oluşacağı ve bunların Araplardan olmayacağı ve de Arapça konuşmayacakları hususu da oldukça dikkat çekicidir.48Bundan anlaşılıyor ki Mehdi Arap olmayan önemli bir Müslüman kavimden zuhur edecektir.

            Bu konudaki hadis ve haberler ve bugünkü hakikatler, hep Türkiye’yi göstermektedir.

            İşte Mustafa Kemal kader tarafından Müslüman Türk milleti önceliğinde gerçekleşecek, dünyadaki bu en şerefli ve talihli değişime alt yapı hazırlamak ve mutlu medeniyet merkezi olacak Türkiye Cumhuriyetini kurmakla görevli bir şahsiyet gibidir.

            Atatürk’ün, Siyonist dış güçleri ve sebataist yerli işbirlikçileri oyalayarak, bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kurtarma adına, Osmanoğullarından kaldırdığı ve devre dışı bıraktığı, ama ileride şartlar ve imkânlar elverdiğinde Türkiye’nin tekrar İslam Âlemine manevi liderlik ve lokomotiflik rolünü üstlenmek üzere, TBMM’nin uhdesine aldırdığı hilafet meselesinin, Mustafa Kemal’in hala gizli tutulan vasiyetnamesinde öncelikli bir yer tuttuğu bilgileri de hesaba katılırsa, bu konu daha bir önem ve anlam içermektedir.  

            Hz, Mehdi’nin “İstanbul’u Manen fethedeceği, savaş ve silahla değil, tekbir ve sloganlarla şehir yönetimini ele geçireceği”, çeşitli hadis ve haberlerde yer atmaktadır. Fatih’in Hocası Büyük Âlim ve Mürşit Akşemsettin Hz.’leri de “Risaletün Nuriye” adlı eserinde, “İstanbul’u Sultan Mehmet’in madden. Hz. Mehdinin ise manen fethedeceğine” dair yorumları önemlidir. 49

            Hz. Mehdi’nin yanında Hz, Peygamber Efendimizin mübarek sancağı, kılıcı, hırkası gibi mukaddes emanetlerin bulunacağının rivayet edilmesi50 de, O Zatın İstanbul’dan çıkacağının bir işaretidir. Çünkü bilindiği gibi mukaddes emanetler Topkapı sarayında muhafaza edilmektedir. Mustafa Kemal’in, Topkapı sarayını özellikle ve öncelikle müze yapıp, kanuni koruma altına alması ve muhtemel yağmalardan kurtarması da oldukça ferasetli ve faziletli bir girişimdir.

            Bütün işaretler ve gelişmeler, büyük Mehdiyet Devriminin Türkiye’den çıkacağı doğrultusundadır:

            “Naim, Hakim bin Nafi’den tahric etti. Dedi ki: Süfyani Türkler ile savaştıktan (onları İslami ve insani haklarından mahrum bırakmaya uğraştıktan) sonra, O’nun (zihniyet ve ekibinin) yok edilmesi görevi, Mehdi’nin elinde olur. Mehdi, ilk kurduğu orduyu (teşkilat ve topluluğu) da Türk(leri tehdit edenler)e gönderir.”51

            “Horasan tarafından (Türklerin Orta Asya’dan göçtükten sonraki ilk yerleşim merkezleri ve İslam’la tanışma yerleri olan ve bu haberin verildiği tarihte İran topraklarında yaşayan ve daha sonra Anadolu’ya geçecek olan Selçuklu ve Osmanlı Türklerinden) çıkan siyah sancaklıları gördüğünüzde, kar üzerinde sürünerek de olsa, onlara gidin (ve katılın) çünkü onların içinde Allah’ın Halifesi Mehdi vardır.”52 

            “Mehdi’nin has yardımcıları Arap olmayacak, başka milletten olacak ve Allah yolunda hiç bir kınayanın ayıplamasından ve dedikodusundan korkmayacaklardır,”53

            Bediüzzamanın:

            “Hem Türk unsurunda, ebedi kabili iltiyam olmamak suretinde bir inşikak çıkacak (Türk toplumu içersinde sağ-sol şeklinde asla barışmayacak ve bir araya gelmeye yanaşmayacak şekilde bir parçalanma ve kardeş kavgası kızıştırılacak) Bir şık (diğer) bir şıkkın kuvvetini kırdığı için, o vakit milletin kuvveti hiçe inecek”54 dediği ve Türkiye’deki bu anarşi ve kargaşa döneminde sağ ve solun dışında milli ve yerli bir düşünce ekibinin, zahiren zayıf olmasına rağmen, bu dış mihraklı kardeş kavgasını ve masonik sağ-sol yapılanmasını etkisiz bırakacağını haber verdiği hareket ve şahsiyet acaba hangisidir?

            Ve yine:

            “Saat (Mehdiyet ve kıyamet alametleri) yaklaştı. Ve ay yarıldı (Ay’a varılıp iz bırakıldı)”55 ayetinin bir işari mucizesi 1969 da gerçekleşti ve Ay’a ilk insanlı uzay aracı gönderildi.

            Bu ayet aynı zamanda, çok önemli değişim ve devrimlerin başlangıç vaktine de dikkat çektiğine göre, acaba 1969 tarihinde ve kar yağan bir ülkede, hangi önemli şahsiyet, hangi önemli bir harekete fiilen girişmiştir?

            Naim Bin Hammad, Muhammed bin Cübeyr’den tahric etti: “Mehdi’nin kaşları ince, yüzü (yıldız gibi ve bulunduğu her ortamda ve herkes tarafından fark edilecek bir şekilde nurlu) parlak, ve gözlerinin siyahı büyük olacaktır, Hicazdan (veya Medine’den) gelip Şam’da mimbere (hizmet mevkiine) oturduğunda 40 yaşında bulunacaktır.”56 Bediüzzaman Hz.leri bu gibi hadislerin tedvini (yazılıp kitap halinde tespiti) sırasında İslam devletinin başkenti Şam olduğundan, ve devamlı böyle kalacağı sanıldığından, hep Medine-Şam üzerinde durulduğunu söylemektedir.

            Yoksa, örneğin son İslam Medeniyeti Osmanlı’nın; müjdelenmiş Medine’si İstanbul’dan, siyasi hareketine zemin hazırlayacak, çok önemli bir sivil örgüt kurumunda görev alması nedeniyle, yeni Cumhuriyetin başkenti Ankara’ya gelip yerleştiği tarihte, tam kırk (40) yaşında olan bir şahsiyetin kim olduğunu merak etmek, bizi daha doğru ve doyurucu bir adrese götürebilir!..

 

 

38 Bak. Atatürk’ün Kur’an Kültürü-Doç. Dr. Abdurrahman Kasapoğlu- ilgi yy. sh.283 İst. 2006 1. Basım

39 Atatürk’ün Bütün Eserleri, 9.cilt

40 Nezihe Araz, Mustafa Kemal’in Devlet Paşası, Dünya Yayıncılık, İstanbul, 1998, s. 282-283; Cemil Denk, Atatürk Laiklik ve Cumhuriyet, Kültür Bakanlığı Yayınlan, Ankara, tsz., s. 57; Ali Sarıkoyuncu, Atatürk Din ve Din Adamları, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2002, s. 13; Mehmet Saray, Türklerde Dinî ve Kültürel Hoşgörü Atatürk ve Lâiklik, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 202, s. 54; Eren Akçiçek, Sevgili Atatürk ve Mustafa Kemal Olmak, Toplumsal Dönüşüm Yayınlan, İstanbul, 2004, s. 112.

41 Seyit Kemal Karaalioğlu, Resimlerle Atatürk: Hayatı İlkeleri Devrimleri, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul, 1981, s. 110.

42 İbrahim Artuç, Büyük Taarruz, Kastaş Yayınları, İstanbul, 1986, s. 91; Ceyhun Atuf Kansu, Atatürk ve Kurtuluş Savaşı, Varlık Yayınları, İstanbul, 1932, s. 140-141.

43Türkmen Parlak, İşgalden Kurtuluşa “2”: Yunan Eğeden Nasıl Gitti, İzmir Sosyal Hizmetler Vakfı Kültür Yayınları, İzmir, 1983, s. 182-183.

44 N. Varol, Atatürk’ten Anılar, Deniz,Yayınları, İstanbul, 1973, s. 27; Niyazi. Ahmet Banoğlu, Nükte ve Fıkralarda Atatürk, İnkılâp ve Aka Kitabevleri, İstanbul, tsz., 212;

45 Eflâtun Cem Güney, Atatürk Hayatı ve Eserleri, M.E.B., İstanbul, 1963, s. 50.

46 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II/168; Bkz., Kemal Aytaç, Gazi M. Kemal Atatürk: Eğitim Politikası Üzerine Konuşmalar, Türk inkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara, 1984, s. 46.     

4744. Mektup 411-441

48Kıyamet Alametleri. Allame Muhammed b. Resul El-Hüseyni. (Tercüme. Naim Erdoğan) sh. 159-187

49 Ali İhsan Yurt. Akşemsetin 1972 İst.

50 El Mehdi El Muntazar

51 Ahir zaman Mehdisinin Alametleri: Tercüme Müşerref Gözcü. Sh.50 Celaleddin Suyuti’nin Tasnifinden – Ali bin Hüsameddin Muttaki

52 Fetavayi Hadisiye. ibni Haceri Heytemi:37, ayrıca ibni M’ace ve Ebu Naim ibni Mesuttan ve yine ibni Ebi Şeybe Fiten adlı eserinde

53 ibni Mace 10/259

5429. Mektup 7. Kısım 4. işaret

55 Kamer: 1

56Celaleddin Suyuti’nin Hadislerinden Ali bin Hüsameddin Muttaki. Sh.21

 

MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi