Anasayfa » YAHUDİNİN TÜRK DÜŞMANLIĞI VE BUNU ANAYASALLAŞTIRMA HAZIRLIĞI

YAHUDİNİN TÜRK DÜŞMANLIĞI VE BUNU ANAYASALLAŞTIRMA HAZIRLIĞI

Yazar: yonetici
0 Yorum 98 Görüntüleyen

 

 

 

 

“Türk” deyince Batılıların aklına, sadece Orta Asya kökenli cesur ve gururlu bir kavmin geldiğini sanmak yanlıştır veya yanıltıcıdır. Çünkü “Türk” onlara; yaratılışındaki yüksek fıtrat yeteneklerini[1] İslam mayasıyla terbiye edip olgunlaştırmış, kendisini ülkesinde ve yeryüzünde hak ve adalet nizamını kurmaya ve korumaya adamış Rahmani düşüncenin temsilcisi[2] konumundaki bir milleti hatırlatmaktadır.  Barbar Batılılar (yani Siyonist Yahudi kafalılar ve Haçlı Hıristiyanlar), “Türk kavmine” değil, “Türk Milletine” ve yukarıda izah ettiğimiz “düşünce ve düzene” düşmandır.

 

 

Mustafa Kemal’in en büyük iyiliklerinden birisi de:

 

 

Malum tabii gerekçeler, mecburiyetler ve tarihi göçler sonucu; Afganistan, İran ve Irak üzerinden Anadolu’ya gelmiş Orta Asya kökenli Selçuklular ve Osmanlılarla, bu coğrafyadaki yerli halkların, Balkan topluluklarıyla Kafkas soylarının tamamını, ortak ve mutlak kimlikleri ve kopmaz kardeşlik iksirleri olan “Müslümanlık potasında” kaynaştırıp onlara, bütün dünyanın zaten öyle tanımladığı “TÜRK” sıfatını yakıştırmasıdır. Bu sıfat; Türk’ünden Tatar’ına, Kürt’ünden Laz’ına, Çerkez’inden Pomak’ına, Arap’ından Arnavut’una, Aziz Milletimizi oluşturan herkesin ortak tanımıdır. Atatürk bu sıfatı resmileştirmek ve bütün dünyaya tescil ettirmekle en hayırlı işlerinden birini başarmıştır.

 

 

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin:

 

 

“(Bu ülkede İslam’ı dışlayan menfi bir Tük ırkçılığı yapılırsa) o vakit hakiki Türkleri (zayıflatıp), ecnebilerin (siyasi, ekonomik ve kültürel) boyunduruğu altına girmeye mecbur bırakacaktır. Veya Türkleşmiş olan (Kürtler, Araplar, Arnavutlar gibi) sair unsurlar ırkçılık damarıyla, ecnebilere istinat edip ayaklanarak Türk milletini tahakküm altına alacak (böylece milli birlik ve dirliği bozulmuş olacaktır)”[3]

 

 

“Türklerin ve Türkleşmiş sair milletlerin, kalbinde yerleşen iman ve itikat sebebiyle(dir ki, bu Millet), yeryüzünde (kendisinden sayıca) yüz mislinden fazla kavimlere galebe çalmış, imanından gelen bir kahramanlıkla İslam’ın bayrağını Asya, Avrupa ve Afrika’ya taşımıştır”[4]

 

 

İfadelerinde geçen “Türkleşmiş kavimler” tespiti, başka kökenlere mensup insanların; Milli birlik ve dirlik adına “Türk” sıfatıyla anılmalarının tabii, tarihi ve gerekli olduğuna bir delil sayılmalıdır.

 

 

Üstelik Bediüzzaman:

 

 

“Emin olunuz ki, biz Kürtler, başka (topluluk)lara benzemiyoruz. Yakinen biliyoruz ki, içtimai hayatımız (sosyal ve siyasal huzur kaynağımız ancak) Türklerin hayat, hürriyet ve saadetinden neş’et edip (doğmaktadır)”[5]

 

 

İkazlarıyla; Kürtlerin yalnız ve sadece Türklerle birlik ve dirlik halinde emniyet ve selamet içinde olacaklarını tavsiye buyurmaktadır.

 

 

Ve yine Üstat Hazretleri:

 

 

Doğu ve Güneydoğu bölgesinde fenni bilimlerle Dini ilimlerin birlikte okutulmasını arzu ettiği yeni medreselerde: “Arapça vacip, Kürtçe caiz, Türkçe lazım kılınacak”[6] diyerek, bu ülkede Kürtler dâhil herkesin Türkçe öğrenmesinin mutlaka “LAZIM” olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

 

 

Evet, İslam Türk’ün aksesuarı değil, esasıdır; kaportası değil, motoru ve mekanizmasıdır. İslam Türk’ün fiziki ve eğreti bir parçası değil, kimyevi mayasıdır. Bir zamanlar slogan olarak kullanılan “Türklük kanımız, İslam canımız” benzetmesi, aslında tabii bir gerçeği yansıtmaktadır.

 

 

Radikal muhabiri İsmail Saymaz’ın “Milli Birlik ve Mutabakat Cinayeti” kitabında yazdığı:

 

 

“Malatya Jandarma Komutanlığınca; AKP’li AB Bakanı Egemen Bağış ile Protestan Emanuel Bağdaş arasında bir akrabalık ilişkisi soruşturması” bilgisi bize göre; Anayasa’dan Türklük kavramını çıkarmak isteyenlerin gerçek niyetini ve tıynetini yansıtan bir ibret aynasıdır.

 

 

Şimdi, sanki bu ırkçılıkmış ve başka kavim ve kökenleri dışlamak ve horlamakmış gibi, Anayasadaki Türk sıfatını ve vatandaşlık tanımını yeniden düzenlemeye yönelik tüm girişimler maalesef hıyanet kokmaktadır ve şeytani amaçlıdır. Bu sinsi gayretler, milletimizin asli ve birleştirici mayası olan İslam’dan koparma hesaplıdır. Irkçılık kokan veya böyle algılanan maddeler ve söylemler Anayasa ve kanunlarımızdan elbette ayıklanmalı, daha kucaklayıcı bir tavır takınılmalıdır.

 

 

Ancak bu bahane ile Milli birlik ve dirliğimizin ortak tanımı ve teminatı olan “Türk” kavramına savaş açılması tam bir sahtekârlıktır ve bunun perde arkası YAHUDİ’ye dayanmaktadır.

 

 

“İçlerinden birazı dışında onlardan (İsrailoğullarından) sürekli ihanet görüp durursun”[7]

 

 

“Onları (İsrailoğullarını hile ve hıyanetleri, isyan ve fitneleri sebebiyle) yeryüzünde ayrı ayrı topluluklar halinde paramparça edip dağıttık. (Bunların) kimileri Salih (davranışlarda bulunuyor, ama genellikle) bunların dışında kalanlar aşağılık kimselerdir.”[8] Ayetlerinin bildirdiği gibi, İsrailoğulları içinde elbette bazı Salih ve samimi insanlar da vardır, ama maalesef önemli bir kısmı “Siyonist Yahudi” kafalıdır ve sapık Talmud inancını taşımakta ve kendileri dışındaki herkese ve özellikle Müslüman Türklere hakaret ve hıyanet etmek için fırsat kollamaktadır. Onların münafık fıtratları gereği, yüzümüze gülmelerine ve sürekli barış ve demokrasi mesajları vermelerine asla kanmamalı, tedbiri elden bırakmamalıdır.

 

 

Siyonist Yahudilerin Derin Türk Düşmanlığı

 

 

Georg Armtrong’un yazdığı, Dr. Mert Akcanbaş’ın Türkçemize kazandırdığı: Rothschıld Para İmparatorluğu ve Derin Yahudi Devleti[9] kitabında şunları yazmaktadır.

 

 

“Talmud Gerçeği” kitabında, Yahudilerin seçkin ve gerçek insan olarak yaratıldıkları, dünyadaki herkese ve her şeye sahip olmaya hakları bulundukları yazmaktadır. Biz Yahudi olmayan insanlar ise Yahudilere hizmetkâr ve köle olarak yaratılmışızdır. İnsan suretinde olmamıza rağmen biz Yahudi olmayanlar hayvanlardan farksızızdır.  Bizim kadın veya erkek olarak Yahudilerle evlenmemiz olanaksızdır ve evlenirsek nikâhımız geçersiz sayılır. Yahudiler bu kanunlara dünyanın her yerinde yüz yıllardır titizlikle uymaktadır.”

 

 

Yahudi olmayan goyimi (yani kendileri dışındaki herkesi) yani bizleri batıl inançlarına göre şöyle tanımlamaktadır:

 

 

“Onlar putperest vahşilerdir, en kötü yaratık kesimidir; onlar Türklerden, katillerden, leş ve necis yiyenlerden, tecavüzcülerden bile beterdir. Onlar insan olarak tanımlanamayacak kadar değersizdir. Onlar sığır, domuz, eşek, maymun, hatta köpeklerden daha düşük insan suretindeki sürüngenlerdir. Onlar hayvanlar gibidir ve Şeytani soydan gelmektedir. Ruhları Şeytan’dan gelir ve sonunda öldüklerinde cehennemde Şeytan’a döneceklerdir.”

 

 

Bu Siyonist Yahudilerin, kendilerinden başka bütün kavimleri, ama özellikle TÜRKLERİ, hayvanlardan ve canavarlardan bile çok aşağı ve bayağı görme sapıklıkları, Meşhur Yahudi Darwin’de de görülmektedir.

 

 

Darwin’in Türk Milletine Bakışı

 

 

Charles Darwin’i tüm dünyaya tanıtan; 1859’da yayınlanan ve teorisinin temel çatısını içeren Türlerin Kökeni (Origin of Species) adlı çalışmasıydı. Bir diğeri ise, “insanın evrimi” konusundaki bilim dışı iddialarını ve ırkçı teorilerini dile getirdiği 1871 tarihli İnsanın Türeyişi (The Descent of Man) adlı kitabıydı.

 

 

Darwin’in görüşlerini, özellikle de bozuk iç âlemini ve yakın çevresi ile paylaştığı düşüncelerini en iyi yansıtan kaynak ise, ölümünden altı yıl sonra oğlu Francis Darwin tarafından yayınlanan Life and Letters of Charles Darwin (Charles Darwin’in Hayatı ve Mektupları) adlı eseridir. Bu kitapta Darwin’in çok sayıda mektubu vardır ve bu mektuplarda Darwin’in karanlık dünyası açıkça gözler önüne serilmektedir.

 

 

Kitapta yer alan mektuplardan bir tanesi ise, oldukça önemli siyasi mesajlar taşıdığı için büyük dikkat çekmiştir. Özellikle İngiltere’nin Osmanlı İmparatorluğu’na cephe aldığı, İngiliz Başbakanı Gladstone’un “Türkler insanlığın, aslında insan olmayan örnekleridir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu’da yok etmeliyiz”[10] gibi sözleri ısrarla tekrarladığı bir dönemde yayınlanan bu mektup kısa sürede önemli bir propaganda malzemesi haline gelmiştir. Çünkü Darwin’in bu mektuptaki çarpık fikirleri Gladstone’unkiyle örtüşmektedir, hatta daha da fanatiktir.

 

 

Söz konusu mektup, Charles Darwin tarafından 3 Temmuz 1881 tarihinde W. Graham adlı bir bilim adamına yazılmıştır. Darwin, mektubun girişinde: “doğada bir amaç ve anlam olmadığı ve yaratılışa inanmadığı” yönündeki klasik materyalist yalanlarını tekrarlamıştır. Ancak sonrasında doğal seleksiyonun “geri ırkları” eleyerek medeniyetin gelişmesine katkıda bulunduğunu savunmaktadır. Darwin’in büyük bir cehalet ve derin bir nefretle “geri ırk” kavramına kendince örnek olarak gösterdiği kavim ise Türk Milleti olmaktadır. Darwin aynen şöyle yazmaktadır:

 

 

“Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını belirtmem gerekir. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, TÜRKLER tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa’nın TÜRKLER tarafından işgali bize ne kadar gülünç gelmektedir. Çünkü Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde TÜRKLERE karşı kesin galibiyet elde etmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, TÜRKLER gibi çok sayıdaki AŞAĞI IRKLARIN medenileşmiş yüksek ırklar tarafından ELİMİNE EDİLECEĞİNİ (YOK EDİLECEĞİNİ) görmekteyim.”[11] 

 

 

Bu satırlarda asil Türk Milleti için söylenen sözlerin birer hezeyan ve iftira maksatlı uydurulduğu bellidir. Siyonist Yahudilerin beynine işlenen fanatikçe bir nefretin ve İslamiyet ve Türklük hakkındaki derin bir cehaletin ürünü olduğu kesindir. Ancak bu noktada yapılması gereken, Darwin’in bu sözlerini detaylı olarak analiz etmek ve bu sözlerin amacını belirlemektir. Şimdi Yahudi Darwin’in bu hezeyanını cümle cümle inceleyelim:

 

 

1) Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını belirtmem gerekir…

 

 

Darwin burada klasik Sosyal Darwinist mantığı kullanmakta ve insanlığın ırklar arasındaki savaş ve mücadele ile geliştiği yalanını savunmaktadır. 19. yüzyıl İngiliz emperyalizminin temel fikri dayanağını teşkil eden koyu ırkçı bir yaklaşımdır ve hiçbir bilimsel dayanağı bulunmamaktadır.

 

 

2) … Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, Türkler tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa’nın Türkler tarafından işgali bize ne kadar gülünç gelmektedir…

 

 

Darwin burada ise asil Türk Milleti’nin Osmanlı döneminde Avrupa’daki, özellikle Balkan Yarımadası’ndaki fetihlerinden söz etmektedir. Ancak kullandığı “işgal” kavramı tarihsel ve bilimsel olarak yanlıştır ve aslında Türklere duyduğu kinin bir ifadesidir. Çünkü Türk Milleti Balkanlar’ı “işgal” etmemiştir, fethetmiştir. Bu ikisi arasında önemli bir farkı Batılılar ve gâvur kafalılar bilmemektedir. Bir devlet bir toprağı işgal ederse, amacı orayı yağmalayıp talan etmek ve üzerinde yaşayan halkı ise ya sürmek ya da sömürmektir. Ancak “fetih” farklı bir kavram ve hedeftir. Fetih yapan devlet, ele geçirmiş olduğu toprağı ve üzerinde yaşayan halkı sahiplenir, onu kendi bünyesine katar, onları diğer vatandaşları ile eşit konuma getirir. Fethettiği ülkeyi de imar eder, güzelleştirir, kalkındırıp geliştirir.

 

 

Osmanlı İmparatorluğu da Balkanlar’ı fethetmiştir. Fethettiği bu topraklardaki halklara büyük saygı ve hoşgörü göstermiş, onları kendi tebaasının bir parçası sayıp sahiplenmiştir. Balkanlar’ın dört bir yanını da imar etmiş, kalkındırmış, geliştirmiştir. Bölgede çok sayıda kervansaray, hamam, köprü, cami, kütüphane, aşevi inşa edilmiştir ve bunların üstün bir kültürün ürünü oldukları bugün herkesçe kabul edilmektedir.

 

 

Kısacası “işgal” ile “fetih” çok farklı şeylerdir. Bu nedenle 1453’teki zafer, dünya literatüründe “İstanbul’un işgali” olarak değil, “İstanbul’un fethi” olarak geçmektedir. Darwin ise bu kavramları kasıtlı olarak çarpıtıp özellikle “işgal” kavramını kullanarak amacı, kendi aklınca asil Türk Milleti’ni “barbar” bir toplum olarak gösterebilmektir.

 

 

3) … Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türklere karşı kesin bir galibiyet elde etmişlerdir…

 

 

Darwin bu cümlesinde cehaletini ve mantık sefaletini gözler önüne sermektedir. Birincisi, Avrupalı ırkları “medeni ırklar” olarak tanımlayarak klasik ırkçı ve Sosyal Darwinist bakış açısını yinelemektedir. İkincisi, Sosyal Darwinizm’in bir diğer önemli iddiası olan “ırklar arası yaşam mücadelesi” yalanını kullanarak savaş ve çatışmanın milletleri geliştirdiğini, uygarlığı ilerlettiğini öne sürmektedir.

 

 

4) … Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, çok sayıdaki aşağı ırkların medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini (yok edileceğini) görmekteyim…

 

 

Darwin, çarpık mantığının ve Yahudi sapıklığının en dikkat çekici hezeyanını bu cümlesinde sergilemektedir. Söyledikleri açıktır: Türk Milleti’nin yakında Avrupalılar tarafından yok edileceğini öne sürmektedir. Bu işi gerçekleştirmesini umduğu Avrupalıları “medenileşmiş yüksek ırklar” olarak tarif etmekte, Türk Milleti’ni de kendince “aşağı ırk” olarak görmektedir.  Ancak burada Darwin’in bu hezeyanını önemli bir mesajla birlikte dile getirdiğine dikkat etmek gerekir. Darwin, bu cümleleri, “doğal seleksiyon medeniyetin ilerleyişine katkıda bulunmaktadır” şeklinde bir giriş yaparak söylemektedir. Yani Türk Milleti’nin yok edilmesi hedefinin, sözde doğa kanunlarının bir gereği olduğunu ve medeniyetin ilerleyişine de katkıda bulunacağını iddia etmektedir!…

 

 

Şimdi burada durup sormak gerekir:

 

 

Hem solcu sosyalist, hem koyu Kemalist, hem de sözde Türk ulusalcısı geçinen ama aynı zamanda Yahudi Darwin’in inkârcı felsefesini savunup sahiplenen şu fikir fukarası ve Türkçülük sahtekârı kesimler;

 

 

Acaba gerçekten koyu bir cehalet mi sergiliyordu?

 

 

Yoksa “Türk Milliyetçiliğini”, kendi dinsizliklerine kılıf olarak mı kullanıyordu?

 

 

Darwinizm ile Türk düşmanlığı’nın kopmaz ilişkisi ve kaynağı

 

 

Darwin’in ortaya koyduğu bu sapkınlığın İngiliz emperyalizminin Osmanlı düşmanlığı ile birebir uyum sağladığı ise çok açıktır. Darwin, İngiltere’nin Osmanlı’yı sömürgeleştirme ve Türk Milleti’ni de kendilerince tarihten silme planına sözde bilimsel bir zemin sağlamaya çalışmıştır. O süreçte İngiltere’nin şimdi ABD’nin körüklediği Türk düşmanlığı akımına, bilimsel bir görüntü kazandırmayı amaçlamıştı. Ve şimdi Siyonizm bu şeytani planlarını AKP eliyle uygulamaktaydı.

 

 

Yahudi Darwin’in Türk Milleti ile ilgili bu hezeyanlarının, İngiltere’nin Mısır’ı işgalinden bir yıl önceye rastlaması da oldukça anlamlıdır. Anlaşılan Siyonist Darwin, İngiliz yönetiminin Mısır’ın işgali ile başlayacak bir “Osmanlı’yı parçalama” stratejisini kurduğu sıralarda, “Türklerin yakında yok olacaklarını görüyorum, bu doğal seleksiyonun gereğidir” diyerek, bu stratejiye katkıda bulunmaktaydı.

 

 

Darwin’in bu sözlerinin o dönemde son derece etkili olduğunu ise yeniden vurgulamak lazımdır. Darwin fikirlerini kuşkusuz sadece bu mektupta değil, İngiliz devlet adamları ile olan temaslarında da ifade etmiş ve onlara Türk Milleti’nin yok edilmesi planına sözde “bilimsel” destek sağlamıştır. Darwin’in bu mektubu 1888 yılında yayınlandığında ise, Türk Milleti’ne karşı yürütülmekte olan propaganda savaşına büyük bir destek sağlamış, Türk düşmanları Yahudi Darwin’in hezeyanlarından güç bulmuşlardır.

 

 

Darwin’in Türk düşmanlığına sağladığı bu desteğin etkisi, günümüzde bile rastlanmaktadır. Başta Almanya olmak üzere çeşitli Batılı ülkelerdeki neo-Nazi ve faşist gruplar, Türklere karşı yürüttükleri karalama kampanyasında hala Darwin’in bu hezeyanlarına atıfta bulunmaktadırlar. Internet’teki çeşitli neo-Nazi sitelerinde, Darwin’in “Ari ırkın üstünlüğü” hakkındaki sözlerinin yanında Türk Milleti hakkındaki hezeyanı da yer almaktadır. Almanya’daki Türk soydaşlarımızı acımasızca katleden, evlerini kundaklayan, işyerlerini yağmalayan “dazlak”lar, Yahudi Darwin’in gönüllü eşkıyalarıdır.

 

 

Bu gerçekler, 19. yüzyılda Batı emperyalizmi tarafından körüklenen, o zamandan bu yana da çeşitli çevreler tarafından ısrarla ayakta tutulan “Türk düşmanlığı” akımının ardında, Yahudi Darwinizm’in önemli bir yeri olduğunun ispatıdır. Elbette ki Türklere düşman olan toplum, grup ya da kişiler tarihin her döneminde var olmuşlardır. Ancak ilk kez Yahudi Darwin bu düşmanlığa sözde bilimsel bir dayanak sağlamış, Türk Milleti’nin “geri ve ilkel” bir millet olduğu şeklindeki safsatalara sözde bilimsel bir kılıf hazırlamıştır.

 

 

Bu ise elbette milletini ve vatanını seven her Türk’e, Darwinizm’e karşı fikren tavır almak, bu ırkçı ve Siyonist ideolojinin sahtekârlığını ve safsatasını ortaya koymak görevini yüklenmekte, aksi takdirde, eğer Darwinizm’i savunursa, kendi milletini yok etmek isteyen bir dünya görüşüne hizmet etmiş olacaktır.”[12]

 

 

Değerli Hocamız ve duyarlı aydınımız Muhsin Bozkurt’un güzel tespitiyle:

 

 

Millet kavramının ırka dayanmadığı bir gerçektir. Millet, aynı doğuşta (ırktan) olanlarla, aynı doğuşta (ırktan) olmayanların, aynı oluşta (ortak inanç ve amaç potasında) birlik ve beraberlik teşkil etmelerinden meydana gelmiştir. Millet kuru bir kalabalık, rastgele bir karışım değil, ortak inançlar, amaçlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda bir ve beraber olmuş insanların kader birliği yaptığı, şuurlu bir toplumu ifade eder.

 

 

Kaldı ki, Türkiye’de yüzde doksan sekiz herkes Müslüman bilinir. Bu niteliğimizle din; birlik ve beraberliğimizin en büyük ve en hayati teminatı yerindedir. Varlık ve birliğimizin, ikinci hayati garantisi ise, müşterek lisanımız olan Türkçedir.

 

 

Dil o kadar önemlidir ki, bir insanın milliyetini, konuştuğu dil tayin etmektedir. Nitekim bir Sahabi’nin “Arap kimdir, ey Allah’ın Resulü?” sorusuna Hz. Muhammed’in: “Arapça konuşan herkestir.”[13] diye cevap vermesi, buna en güzel ve büyük bir delildir. Türkiye’de, Türkçe ortak dildir ve Türkçeyi bilmeyen yok gibidir. Şimdi Türklük kavramını ve ortak lisanımızı yozlaştırmaya ve bunu anayasaya sokmaya çalışanlar, eğer gafil ve cahil değilse, mutlaka haindir.

 

 

Bir ara “Cumhuriyet” mefhumuna dil uzatanlar; şimdilerde “Anayasal Vatandaşlık” denen muğlâk ve yuvarlak bir sözü dillendirmektedir.

 

 

Hâlbuki her türlü Muhtariyet / Özerklik’e kapı açacak olan adım, sadece o unsuru değil, bütün unsurları yokluğa sürükleyecektir. Çünkü gemide açılan gedik; ne kadar küçük olursa olsun, neticede gemiyi batırmaya yetecektir.

 

 

Bütün bu yanlış ve tehlikeli bakış açıları, Türkiye’yi bir “mozaikler ülkesi” sanmış olmalarından kaynaklanan bir gaflettir. Çünkü Türkiye’de yaşayanlar, mozaik / karışım değil, bir terkiptir. Yani: “Anadolu, istendiğinde kendisini meydana getiren parçalara ayrılabilecek fiziki bir Mozaik değil, artık ayrışması mümkün olmayan kimyevi bir bileşimdir. Zira on asırlık birlik ve beraberlik Anadolu insanını, kökeni farklı olanları karıştırıp kaynaştırmış, yepyeni bir yapı vücuda getirmiştir.

 

 

Türkiye’de bir avuç Hıristiyan ve Yahudi hariç; menşei ne olursa olsun, herkes Müslüman kimliğindedir. Binaenaleyh “Din ve Dil bir ise Millet birdir.” Hatta: “Din bir ise Millet yine birdir.” Mademki Türkiye’de Din birdir, öyleyse Millet de birdir. Zira dinimiz birdir, Devletimiz birdir ve resmi müşterek dilimiz birdir.

 

 

Bedüzzaman Hazretleri: “Rahmet-i ilahiye’den (Allah’ın rahmetinden) ümit kesilmez. Çünkü, Cenab-ı Hak, bin seneden beri Kur’an’ın hizmetinde istihdam ettiği (hizmet ettirdiği) ve ona Bayraktar (Rehber, Önder ve Lider) tayin ettiği bu vatandaşların Muhteşem Ordu’sunu ve Muazzam Cemaat’ini muvakkat (geçici) arızalarla (kesintilerle) İnşallah perişan etmez (yani etmeyecektir). Yine o nuru ışıklandırır (yani ışıklandıracak) ve vazifesini (görevini) idame ettirir (yani görevini devam ettirecektir).” sözleriyle de Kürtlerin; her zaman ve her şartta Türklerin yanında yer almaları gerektiğini ima etmektedir.

 

 

Bediüzzaman demek istiyor ki:

 

 

Evet, Birinci Dünya Savaşı sırasında Kürtler; İngilizlerin tüm kışkırtmaları, cazip tuzakları, kulağa hoş gelen tatlı vaatleri karşısında bile, asla onlara kanmamışlar, İngiliz’in tuzaklarına zinhar düşmemişler, İngilizleri Türklere tercih etmemişlerdir. Müslüman Kürtler, kendileri gibi Müslüman olan Türklerden ayrılma teklifini bir hakaret kabul etmişlerdir.

 

 

“Efendiler! Her şeyden evvel (ben) Müslüman’ım… Vilayat-ı Şarkıye’de (Doğu Anadolu’da) dünyaya geldim. Fakat Türklere hizmet ettim ve yüzde doksan dokuz menfaatli hizmetim Türklere olmuş ve en çok hayatım Türkler içinde geçmiş ve en sadık ve en halis kardeşlerim Türklerden çıkmış ve İslamiyet Orduları’nın en kahramanı Türkler olduğundan Meslek-i Kur’aniyem cihetiyle (Kur’an hizmetinde, Kur’an yolunda olduğumdan dolayı) her milletten ziyade Türkleri sevmek ve (Türklere) taraftar olmak (onlara yan çıkmak) kudsi (kutsal) hizmetimin muktezası (bir gereği) olduğundan… Türk Milleti’ne hizmet ettiğimi, hakiki ve civanmerd (yiğit mi yiğit) binlerce Türk gençlerini işhad edebilirim (şahit olarak gösterebilirim).

 

 

“Civanmerd ve muhterem Türk Gençleri ve İhtiyarları içinde öyleleri var ki; onların bir tanesini, kendi milletim olan Kürtlerden yüz adama değiştirmem… Onların içinde öyleleri var ki, âli (yüksek) seciyelerin (ahlakların) en halis (en temiz) numunelerini (örneklerini) o âli cenab (şeref ve haysiyet sahibi) Türk arkadaşlarda kemal-i hayret ve takdirle (tam bir hayret ve takdirle) gördüm. Ve TÜRK MİLLETİ’NİN SIRR-I TEFEVVUKUNU (ÜSTÜNLÜK SIRRINI) ONLARLA ANLADIM.

 

 

“Ben, vicdanımla ve çok emare (ve işaret)lerle temin ederim ki; …Benim bunlara karşı bu hissim, onların kıymet-i zatiyeleri (kıymetli şahsiyetleri) içindir. Yoksa şahsıma karşı faidesi dokunması (için) değildir. Çünkü …(Onlardan) binler zarar görsem, yine onların kıymeti nazarımda tenzil etmez (düşmez).” diyen Bediüzzaman’ın bu tavsiyelerini aslında, Türkiye dışındaki Kürtler de nazarı itibara alıp düşünmelidir. Allah göstermesin çıkacak bir savaşta kime silah çekmiş olacaklarını şöyle bir düşünmeleri gerekir. Zira onların da, geleceklerini ilgilendiren bu sözlere iyice kulak vermeleri lazım gelir.

 

 

Velhasıl et-kemik misali kaynaştığımız bütün Kürt kardeşlerimiz de geleceklerini Türkiye’nin aydın geleceğinde görmelidir. Türkiye’ye köstek değil; destek oluvermelidir. Çünkü onların var olması ve huzur içinde yaşaması Türkiye’nin var olmasına bağlıdır; Türk Bayrağı’nın dalgalanmasına bağlıdır. Unutmasınlar ki el atına binen çabuk inmek zorunda kalacaktır. Unutmasınlar ki Türkiye hep burada olacak; ama peşine düştükleri devletler; yakında defolup bölgeden ayrılacaktır.”…

 

 

 

 

 


 

[1] Bak Tin Suresi ayet: 4 “Gerçekten biz insanı en güzel ve mükemmel (sonuçlara ulaşmaya müsait) bir biçimde yarattık”

 

 

[2] Bak: Bakara Suresi: 30 “O zaman Rabbin meleklere: muhakkak ben yeryüzünde (Hakkın ve hayrın temsilcisi ve takipçisi olacak) bir halife var edeceğim”

 

 

[3] Emirdağ Lahikası. Adnan Menderes’e Mektup

 

 

[4] Hutbe-i Şamiye. Zeylin Kısa Bir Tercümesi

 

 

[5] Münazarat

 

 

[6] Münazarat

 

 

[7] Maide: 13

 

 

[8] Araf: 168

 

 

[9] Bilgi İçin Bak: Destek yy. 2. Basım. Eylül 2011. İST. Sh: 21

 

 

[10] Süleyman Kocabaş, Hindistan Yolu ve Petrol Uğruna Yapılanlar, Türkiye ve İngiltere, 1.b., İstanbul: Vatan Yayınları, 1985, s. 231

 

 

[11] 47. Francis Darwin, The Life and Letters of Charles Darwin, Vol. I, 1888. New York:D. Appleton and Company, s.285-286

 

 

[12] Bak: Darwin’in Türk Düşmanlığı. Harun Yahya

 

 

[13] Hasan Basri Pehlivan, Dil Davası, Ortadoğu, 7 Nisan 1996

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/aralik-2011/yahudinin-turk-dusmanli

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi