Irak’tan sızan 250 kadar teröristin, Yüksekova Çukurca bölgesindeki 8 ayrı birliğe ve aynı anda gece yarısı saldırıya geçtiği söylenmişti. Önce şehir ve Kaza merkezlerindeki polis Lojmanlarına, emniyet binalarına ve asker karakollarına taciz ateşleri açılıp, dikkatler buralara çekilmişti. Ardından gece şartlarında takviye yardım ve ulaşımı çok zor olan sınır bölgesindeki askeri üslere hücum edilmişti. Ancak 250 kişinin bir gecede Irak’tan gelip böyle 8 ayrı noktaya hücum etmesi ve çekip gitmesi mümkün değildi. İşin doğrusu, maalesef PKK bu bölgeye hâkim vaziyetteydi ve bu gerçek hükümetçe gizlenmekteydi. Ve zaten olay sonrası TSK’nın Irak’a girmekten ziyade sınırlarımız içindeki KAZAN VADİSİ bölgesinde operasyon yapması bu yüzdendi.
Emekli ve Gazi Albay Erdal Sarızeybek, bir ay kadar önce “Çarçella Anadolu’da Ateşle Oynamak” başlıklı bir kitap yazmış ve bölgenin stratejik önemini özellikle belirtmişti. Bölgeyi terörle mücadeleyi iyi bilen E.Tümgeneral Osman Pamukoğlu ise bu yörenin tamamen PKK kontrolüne girdiğini defalarca ikaz etmişti.
Ve zaten son saldırılar için Irak’tan ülkemize geçiş kapısı olarak yine burası seçilmişti. Irak’ta çöreklenen ve belki haftalar öncesinden, mutlaka dış güçlerin istihbarat ve koordinat desteği ile saldırı projeleri üreten PKK’lı kalabalık gruplar, farklı yörelerden sızıp saldırıya girişmişti. PKK’lılar Irak tarafındaki kamplarından ve sığınaklarından sürekli Türkiye tarafını gözetlemekte, yabancı istihbarat bilgileriyle de son kararını vermekte ve gafil avlamaya özen göstermektedir. Türkiye’nin o bölgesindeki halkımız içindeki hain işbirlikçilerinin ve hatta BDP, KCK ve TAK bünyesindeki gönüllü fedailerinin de her türlü koruma ve kollama desteği ile PKK, TC’yi dize getirme hesabı ve hevesi içindedir.
Aslında ABD ve İsrail teşvikli ve BDP-KCK destekli bu saldırıların en önemli hedefi, yeni anayasa hazırlıkları sürecinde “Kürdistan’a özgürlük” istikametinde daha avantajlı konuma gelmekti. Ve bu kanlı katliamlar aynı zamanda ABD ve AB’nin dayatmasıyla Sevr’i uygulama sözü veren AKP’nin işine gelmekte ve demokratikleşme kılıflı hıyanet girişimlerinin de elini güçlendirmekteydi.
Bütün yeryüzünde, bölgemizde ve ülkemizde yaşanan gelişmeleri, kendiliğinden ve tesadüfen zannetmek büyük bir gaflettir. Bütün bunlar, Siyonist Yahudilerin “İsrail’in Dünya Hâkimiyeti” hedefi istikametindeki şeytani projelerinin birer neticesidir. Elbette her şey ilahi kader çerçevesindedir, ama imtihan gereği Cenabı Hak, kendi gayeleri uğrunda en gayretli ve sistemli çalışan tarafa fırsat vermektedir.
Bakınız Siyonist Yahudilerin güdümündeki İllimunati örgütünün 30 sene önce hazırladığı “oyun kartlarında” işlenen resimler, yıllar sonra aynen gerçekleşmektedir. Bunlar, Yahudi Hahamların gaybı bildiklerinin değil, bu olayları yıllar öncesinden planladıklarının göstergesidir. İşte bu oyun kartlarında;
· ABD ikiz kulelerine yönelik 11 Eylül saldırıları.
· Japonya depremi ve Tsunami olayı. (Gölcük depremi gibi Japonya depreminin de tektonik bir tetikleme sonucu suni olarak yapıldığı yazılıp konuşulmaktadır.)
· Ekonomik krizler ve sonuçları
· Ortadoğu isyanları ve Arap baharı
· Türkiye’ye yönelik yoğunlaşan terör belası
· Ortadoğu merkezli ve Türkiye hedefli 3. Dünya savaşı çok net biçimde resmedilmektedir.
Bütün bunlar öyle masum oyun çizimleri ve basit kurgu filmleri olmayıp; Siyonist İllimunati kâhinlerince, en ince detaylarına kadar hazırlanıp hayata geçirilen ve zamanı gelince bir bir gerçekleşen projelerdir.
ABD gözetleme radarlarının ve İsrail heronlarının PKK eşkıyasına sağladıkları istihbarat ve lojistik desteği sayesinde 26 Mehmetçiğimizi kahpece şehit ettikleri, 18 askerimizi ağır yaralayıp sakatlanmalarına sebebiyet verdikleri Dağlıca yöresi, ancak keçilerin gezebileceği patika yollar dışında ulaşım imkânlarının bulunmadığı çok sarp ve yüksek kayalıklarla çevrili bir terör bölgesidir. Hemen karşısındaki Irak dağları PKK mevzileriyle kuşatılan sınırımızın bu sıfır noktası, Yüksekova’ya 50 Km. uzaklıkta, geçit vermez yüksek dağlar, dar ve derin kanyonlarla çok çetin coğrafi bir konum arz etmektedir.
Dağlıca köylüleri, ezildiklerini ve bir takım haklarından mahrum edildiklerini düşünen, gayet dindar ve misafirperver insanlarımız olmakla birlikte, maalesef içlerinde PKK ile işbirliğine girişen bazı hainler de çıkabilmektedir.
PKK’nın en çok başvurduğu taktiklerden birisi de, bazı ekiplere ve mevzilere taciz ateşi açıp, oralara takviye birlik gönderilmesini sağlamak ve yardıma giden bu birlikleri, o dar ve derin vadilerde pusuya düşürmektir.
Bir zamanlar Dağlıca Tabur Komutanı iken, yine bir hain PKK saldırısıyla birçok askerimizin şehit edilmesinde ihmali ve şüpheli halleri görüldüğü için askeri mahkemece Kurmay Yarbay rütbesi sökülerek Ordudan ihraç edilen Onur Dirik’in, yıllar sonra gidip Fetullahcı-Amerikancı Zaman Gazetesine ve bazı yandaş TV’lere; komutanları üzerinden TSK’yı töhmet altına iten açıklamalar yapması da ilginçti.
Saldırılarda şehit olan bir Asteğmenimizin, güya kayalar arasında rastlanmış ve duygusallıkla yazılmış, PKK ile mücadelede subayların ve TSK’nın gevşekliğinden yakınılan günlükleri, üst komutanından; “yanlış yorumlanacağı ve halkımızı TSK’ya karşı kışkırtacağı gerekçesiyle imha etmesi” talimatı almasına rağmen bu emri dinlemeyen ve getirip Zaman Gazetesine veren…
Aynı taburda görevli bir Binbaşımızın, Dağlıca köyünde pusuya düşürülüp şehit edilmesinde, hain korucubaşıyla münasebetleri ve daha önce o Binbaşımıza dindarlığı nedeniyle “ortaçağ subayı”, “gerici kafalı” diye hakaret ettiği, şehidimizin yakınlarınca dile getirilen…
Buna rağmen Fatih Altaylı’nın TV. Programına çıkarken “dindar bilinmek için” boynuna cevşen muskası astığı ve iyice görünsün diye gömleğinin iki düğmesini birden açtığı sırıtacak şekilde dikkat çeken Onur Dirik, acaba hangi niyet ve yetkiyle bir Üsteğmenimize “PKK’nın döşediği bir mayının kablosunu kesmesini söyleyip ve bunları daha önceden niye önleyemediği gerekçesiyle “şimdi namusunu ve onurunu elinle temizle!” diye hakaret edip, bunu gurur meselesi yapan Üsteğmenimizin yarı gece olay yerine gidip o mayını çıkarırken şehit olmasına sebebiyet vermişti?!.
Üstelik Onur Dirik, NATO’nun Belçika tesislerindeki özel görevinin ardından Dağlıca Tabur Komutanlığı gibi stratejik bir göreve, hangi mahfillerin tertip ve teşvikiyle getirilmişti ve şimdi Zaman Gazetesiyle bu sıcak ve samimi birlikteliği neyin işaretiydi?
Amerika PKK üzerinden neyi tezgâhlıyordu?
2011 Mayısından itibaren bütçe krizine doğru yol alan ABD, Amerikan Ordusunun gıda masraflarında bile kesintiye gidiyordu. ABD çok kötü bir durumda. Askerini doyuramıyor, paralı ordusunun maaşını ödeyemiyordu.
Sonuç olarak Irak, Libya ve Afganistan’daki bazı pis işler onun imkân ve bütçesini aşınca, bu işlerini yeni taşeronlara devretmeye hazırlanıyordu!
Ve Amerika’nın el vurmak istemediği pisliklerde artık Coni’nin değil, Mehmetçiğin kanının akıtılması planlanıyordu. Amerika’nın Irak’tan son birliklerinin çekilmesi ile Federasyon Anayasası, Kemal Burkay’ın getirilişi ve PKK’nın bölgede “onu besleyen eller” tarafından tasfiye edilmesi aynı ana denk getiriliyordu.
En önemlisi Başbakan Erdoğan gerçekte BDP üzerinden PKK’yı aklayıp meşrulaştırmak için çırpınıyor, PKK'yı bitiren “lider!” olarak reklâmı yapılarak, dev bir medya propagandası ile parlatılmaya çalışılıyordu.
Böylece tek başına Erdoğan’ı %90 oyla yeniden başbakan değil “başkan” seçmek için yeterli bir rüzgâr oluşturuluyordu.
IRAK’ta sadece 160 Abd Askeri Kalıyordu!
Associated Press Ajansı Obama yönetimindeki üst düzey yetkililere dayandırarak yayınladığı haberde, ABD büyükelçiliğini korumakla görevli 160 asker dışında bütün askerlerini geri çekeceğini haber veriyordu.
Associated Press Ajansı, Pentagon’un, İran etkisini engellemek ve yerel güvenlik güçlerini eğitmek için 5 bin askerini Irak’ta tutmayı düşündüğünü ancak bunun gerçekleşmediğini belirtiyordu. Ajans’a konuşan ABD’li yetkililer, gelecekte, istenmesi halinde eğitim görevi için bazı ABD askerlerinin Irak’a gönderilebileceğini söylüyordu.
ABD Yeniliyordu!
ABD’nin geri çekilmesiyle, hem bölgede hem de dünyada bir dönem kapanmış oluyor. 20 Mart 2003’te Irak’a saldıran ABD’nin Ekim 2011’de tamamen geri çekilmesiyle, bölgede, şu sonuçlar ortaya çıkmış oluyor. Daha doğrusu çoktandır ortaya çıkan sonuçlar, kesinlik kazanıyordu:
1.) ABD Irak’ta yenilip batağa saplandı.
2.) ABD, Irak’tan hemen sonra işgal edeceğini ilan ettiği Suriye’ye şimdilik vuramadı.
3.) ABD, Suriye’den sonra saldıracağını ilan ettiği İran’la vuruşmayı göze alamadı.
4.) ABD, 1. Körfez savaşından sonra Irak’ın kuzeyinde fiilen kurduğu kukla Barzani devletine resmiyet kazandıramadı.
5.) ABD bölgedeki egemenliğini dayandırdığı dört kuvvetten biri olan Mısır’ı büyük ölçüde elden kaçırdı.
6.) ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’ni henüz başarıya ulaştıramadı.
7.) ABD, Çin ve Rusya’nın etkisini kıramadı, tersine iki ülke daha da inisiyatif kazandı.
Bu yedi sonuç, aynı zamanda “tarihin sonu” ve “Amerikan yüzyılının başı” diye sunulan sürecin de başlamadan bittiğinin kanıtıydı.[1]
Çok derin bir TSK nefretiyle tanınan ve terör konusunda Taraf Gazetesi’ndeki her yazısı tartışmalara yol açan Emre Uslu, Hakkâri saldırısına farklı ve olayı saptırıcı bir yorum getiriyordu. Amerika’da bulunan Uslu’ya göre son saldırı PKK’nın şahin kanadı tarafından gerçekleştirilen bir tür ‘yarma harekâtı sayılıyordu.’ Şahin kanadın Öcalan’a rağmen savaştığını belirten Uslu, ‘başarısız olmaları durumunda şahinlerin kellesi gider’ diyordu.
PKK’lı şahinler’in kendince bir umudu vardı. Devrimci halk savaşı başlatıp, Tahrir benzeri bir organizasyon yaratmak istiyorlardı. Diyarbakır’da halkı toplu bir ayaklanmaya sürüklemek gibi stratejiyi hayata geçirmek amaçlanmıştı. Ancak bu planları tutmadı. PKK yanlış strateji uyguladı. Halkı sokağa çekme stratejisi başarısız kaldı. En büyük engellerden biri de KCK’ya karşı emniyet güçlerinin yaptığı operasyonlardı. KCK’nın halkı sokağa dökmesine fırsat tanınmadı.”
“Duygusal kararlar PKK’nın işine yarayacak ve Türkiye’nin zararına olacaktır. Ne yapılacaksa PKK’nın yarma harekâtını savacak bir şey olmalıdır. Örgütün askeri operasyonlarını Bahoz Erdal yönetiyor. Cemil Bayık, Duran Kalkan, Mustafa Karasu siyasi koalisyon konseyi şeklinde çalışıyor. Karayılan’ın durumu daha farklı, Öcalan’a yakın duruyor.”[2]
Bu tespitleriyle Emre Uslu, PKK ve Öcalan’ı ve onunla irtibat kuran AKP iktidarını aklamaya çalışıyordu.
PKK terörüyle ilgili, siyasi gaflet ve hıyanetler ile siyasilerin yanlış ve hatalı stratejileri özellikle gizlenip, (çoğu yalan ve iftira olan) taktiksel hatalar kasıtlı olarak gündeme getirilerek, milletimizin ordumuza olan güveni ortadan kaldırılmak istenmektedir.
Oysa siyasi gaflet ve hıyanetler ve bunlara bağlı olarak hazırlanan stratejiler; taktiksel açıdan ne kadar başarılı şekilde tatbik edilirse edilsin terörle mücadelede sonuç vermeyecektir. Çünkü stratejik hatalar, taktik başarılarla telafi edilemez, bunun gibi siyasi gaflet ve hıyanetler de stratejik başarılarla giderilemez ve düzeltilemezdi!
PKK terörü ile ilgili siyasi gaflet ve hıyanetler!
“Kürt Açılımı” denilerek, Habur’da PKK’lı teröristlere özel mahkemeler icat edilmiş, burada ifadeleri değiştirilen teröristler salıverilmiş, şehit katilleri çiçekler sunularak davullar ve zurnalarla karşılanıp ellerine mikrofon verilmiş ve terörist elbisesiyle kalabalıklara nutuk çektirilmişti. PKK’lıların çok isteyip de beceremediği yapılarak, katiller yöre halkıyla kucaklaştırılmış, onların temsilcisi kahramanlar gibi gösterilmeye çalışılarak kendilerine halk desteği sağlanıvermiştir.
PKK terör örgütü ile gizli görüşmeler yapılarak örgüte sözler verilmiş, PKK sanki İsrail, ABD ve AB’den bağımsız, kendi başına hareket ederek Kürtlerin haklarını şiddet eylemleriyle savunagelen ve taleplerini elde ettiğinde terörden vazgeçebilecek bir örgüt olarak gösterilmiş, böylece Siyonizm’in PKK terörünü kullanarak, ülkemizi bölüp İsrail’e vilayet yapma hesapları gizlenmiştir.
Terörün kullanımı ile ilgili iki önemli prensip vardır:
1- Terör örgütleri mutlaka başka devlet ya da güçler tarafından kurulup yönetilmekte olup, bunları bağımsız ve kendi başlarına ayakta duran çeteler şeklinde düşünmemek gerekir. Terör örgütleri, belki kendi içlerinde belirli bir ideolojiye hizmet ettiklerini düşünüyor olabilirler, ama gerçekte devletlerarası güç mücadelelerinin birer taşeronu yerindedir. Terörün kaynakları kurutulacaksa, önce bu dış bağlantıları kesilmelidir.
2- Devletlerin bu şekilde teröre başvurmalarının nedeni, ya kendisini tehdit altında hissetmektedir, ya da ulaşmak istediği büyük bir ideolojik hedefi vardır ve siyasi bir hegemonyanın peşindedir.
Kendisini tehdit altında hissetmeyen, hegemonik hesaplar da gütmeyen devletler terör örgütlerini kurup yönetmezler, sadece başka devletler tarafından kurulan ve yönetilen terör örgütlerinden geçici menfaatler elde etmek için yararlanmak isterler.
Bu iki prensibi göz önünde bulundurarak PKK’ya göz attığımızda, İsrail'in oldukça müstesna bir etkiye sahip olduğu görülecektir. Çünkü İsrail, terörü bir yöntem olarak benimseyebilecek devletlerin iki temel özelliğine fazlasıyla sahiptir.
Evet, İsrail;
1- Kendisini tehdit altında hissetmektedir; çünkü düşman bir Müslüman-Arap coğrafyasının ortasında, sürekli bir yaşam endişesi içindedir.
2- Ayrıca büyük bir siyasi hedefin sahibidir, kurulduğu günden bu yana, hem söz konusu tehdidi bertaraf edebilmek, hem de kendisine “vaat edildiğine” inandığı toprakları ele geçirmek üzere, Ortadoğu'da siyasi ve hatta askeri bir hegemonya kurmak için çaba göstermektedir.
Bu gerçekler ışığında PKK terör örgütünü kuran irade, ırkçı Siyonizm’dir. PKK, Siyonizm’in “Büyük İsrail Projesi”ne hizmet etmektedir ve bu hedef gerçekleşinceye kadar da varlığını devam ettirecektir. Kürtlerin hakları ve hesapları, PKK’nın varlık nedeni olmayıp, İsrail’in Siyonist hedeflerine ulaşması için sadece birer istismar vesilesidir.
“Terörün varlığının korunması için, bir karşı-terörün varlığının bulunması şart” olduğundan, PKK terörü ile mücadele eden ordumuz aleyhine sistemli şekilde yürütülen psikolojik savaş yöntemleriyle sanki TSK, terörist bir suç örgütü gibi gösterilmeye gayret edilmektedir.
Bu arada AKP yalakası Erdal Şafak’ın:
“Merak ediyorum; bizim “Entebbe baskını”nı yapan tim gibi çok özel eğitilmiş bir birliğimiz yok mu?
Entebbe'yi hatırlarsınız herhalde: Bundan 35 yıl önce, 27 Haziran 1976'da Tel Aviv-Atina- Paris seferi yapan “Air France” uçağı Yunanistan başkentinden havalandıktan sonra 244 yolcusu ve 12 mürettebatıyla kaçırılmıştı. Korsanlar 4 kişiydi; 2'si “Filistin Halk Kurtuluş Cephesi”nden, 2'si Alman “Kızıl Ordu Fraksiyonu”ndan. Uçak önce Bingazi'ye indirildi, ikmal yapıldıktan sonra Uganda'nın başkenti Entebbe'ye götürüldü. Orada 3 korsan daha katıldı. Uçağın Yahudiler dışındaki yolcuları serbest bırakıldı. Bir başka deyişle, 103 Yahudi yolcu rehin alındı ve havaalanının bekleme salonuna kapatıldı. İsrail özel birlikleri 3 Temmuz 1976 gece yarısına doğru Entebbe havaalanına baskın düzenleyip korsanları öldürdüler, rehineleri kurtardılar. İsrail birliğinin tek kaybı vardı: Operasyona komuta eden Jonathan Netanyahu. Bugünün İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun kardeşi.
Yine çok merak ediyorum; bizim bir gece Pakistan'ın Abbotabad kentinde bir evi sessiz sedasız basıp dünyanın en çok aranan teröristini, Usame Bin Ladin'i öldüren Amerikan SEAL (“Sea, Air And Land”, yani “Deniz, Hava Ve Kara) birlikleri gibi çok çok özel eğitilmiş güçlerimiz yok mu?”[3]
Yazısını okuyunca, “acaba Recep Beyi kahramanlaştırma ve bu tantana arasında Türkiye’nin başına yeni belalar açma hazırlıkları mı görülmektedir?” sorusu da aklımıza gelmektedir.
[1] Mehmet Ali Güler / 18 10 2011
[2] Emre Uslu / 20 10 2011
[3] 20.10.11 / Sabah