Anasayfa » STRATFOR’UN MAHİYETİ VE MARİFETİ

STRATFOR’UN MAHİYETİ VE MARİFETİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 128 Görüntüleyen

Güya, “geleceği görmek
ve gerekli önlemler geliştirmek” için oluşturulan strateji kurumlarından
STRATFOR, 2001 yılında Amerikan ordusuna 168 bin dolarlık, Türk Sanayici ve
İşadamları Derneği (TÜSİAD’a) ise 75 bin dolarlık “bilgi ve önsezi”
satıvermişti. Hatta OSIS (CIA, FBI gibi 16 ABD istihbarat Birliği) dahi,
STRATFOR’dan satın aldığı “gelecek bilgisi” için yüzbinlerce dolar ödemişti.
Yani, şimdi AKP’lilerin iddia ettiği gibi, “STRATFOR öyle basit bir dedikodu
üretim merkezi” değildi. Üstelik STRATFOR, Sn. Recep T. Erdoğan’ın
başdanışmanlarının bilgi ve ilham kaynaklarından birisiydi.

Hatta eski MİT’ci, ABD
Tanrısının gönüllü havarisi ve AKP destekçisi Mahir Kaynak bile, STRATFOR’un
ABD’nin özel ve önemli bir sivil strateji merkezi olduğunu kabul etmekte ve
STRATFOR’un hükümete ve MİT’e yönelik yayınlarını bir ABD uyarısı olarak
nitelemekteydi.

Bizdeki masonik
medyadaki sabataist yazarların ve AKP yalakası kiralık islamcıların; bölgemiz
ve ülkemiz ile ilgili bazı “ilginç öngörüleri” de, kendi tahmin ve tahayyülleri
değil, STRATFOR’un öğretileriydi. Çünkü bunların beyinleri düşünüp üretmeye
değil, sadece kopya edip iletmeye müsaitti.

Bu Siyonist Kurgu
Şöyle İşlemekteydi:

     I.       1.Rockefeller’in başında bulunduğu seçkin ve siyonist Yahudilerden oluşan
300’ler Meclisi;
 “İsrail’in Dünya Hakimiyeti” hayaline ulaştıracak, küresel, bölgesel, ülkesel ve yöresel, 20-10-5 ve 1
yıllık hedef projeler belirtilmekteydi.

    II.       2.CFR ve Bilderberg gibi üst Yahudi örgütler ve destek birimler, bu
hedefleri gerçekleştirecek strateji ve organizeler üretmekteydi.

   III.       3.STRATFOR gibi sözde “Gelecek tahmincisi” kişi ve ekiplerin görevi ise; bu
zaten siyonist mahfillerce, önceden tercih ve tensip edilen (münasip görülen)
planları, sanki
 “Gelecek sezgisi bir tahminmiş ve olayların tabii seyrine uygun bir
tesbitmiş”
 gibi gösterip, hedef
alınan ülke yöneticilerini, siyasi partileri, sivil örgütleri, gazetecileri,
öğretim üyelerini ve iş çevrelerini, bu istikamette yönlendirmekti.

Günümüz dünyasında,
politik, ekonomik, sosyolojik, psikolojik ve stratejik gelişmelerin perde arkasındaki
güçlere uygun düşen ve Kur’anın Yahudi fitnesiyle ilgili uyarı ve öğretileriyle
örtüşen bu yalın ve açık gerçeği, samimi bir dille ve binbir delille ortaya
koyan; Milli, İslami ve insani kurtuluş yolları sunan ve bu yüzden hedef alınıp
karalanmaya çalışılan tek şahsiyet Rahmetli Erbakan Hoca’ydı, şimdi de Milli
Çözüm Dergisi’ydi.

Financial Times,
tutuklu bulunan Gazeteci
 Nedim Şener ve Ahmet
Şık’ın
 serbest bırakılmasında “DIŞ BASKILARın ve özellikle AB’nin uyarılarının” etkileri olduğunu belirtmişti. Eh zaten Ergenekon senaryolarını da aynı
odalar tertiplemişti. Hani Türk yargısı ve AKP iktidarı bağımsız kararlar
vermekteydi?

Siyonistlerin Sivil Servisi

George Friedman,
karanlıklar prensi Richard Perle’nin bile ilham aldığı Şikago Üniversitesinin
Siyonist-haham profesörü Leo Strauss’un çömezlerindendi. STRATFOR’un önemli
adamlarından Fred Barton, “US Diplomatic Security Service” adlı istihbarat
biriminde görevliydi. Rusya, Ortadoğu ve özellikle Türkiye üzerine yoğunlaşan Stratfor,
İsrail’de yayınlanan Ynetnews’le aynı merkezden yönetilmekteydi. Stratfor aynı
zamanda “casus ayarlama şirketi ve ajan servisi” gibi çalıştığı da
bilinmekteydi. Örneğin STRATFOR, Türkiye bölge temsilcisine “TR325” kod adını
vermişti ve bunun Başbakan Recep T. Erdoğan’a ve Genel Kurmay Başkanı’na “her
an ulaşabilecek” kadar yakın ilişkiler içinde olduğunu belirtmişti. Açıkça
Stratfor CIA’nın gölgesi, MOSSAD’ın “yedek”i idi.


Erdoğan “dedikodu” dese de, Stratfor’un “deşifre”lerini tedirginlikle izlemekteydi.

Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan, protokolde genel müdür seviyesindeki CIA Başkanı Orgeneral David
Petraeus ile yaptığı görüşmede Stratfor belgelerinin gündeme gelmediğini
söylemişti.. Başta sağlığı ve Fetullah Gülen ile Ergenekon nedeniyle kavga
ettiğine yönelik Stratfor belgelerinin yer aldığı Taraf gazetesini sert şekilde
eleştiren Erdoğan,
 “Gazetelerde çıkan
dedikodulara zaten ben pek iltifat etmediğim için onları sorma gereğini de
duymuyorum. Varsın o gazeteler onlarla oyalana dursun. Onların sermayesi o
zaten. Başka bir sermayesi yok”
 demişti.

Erdoğan, “CIA Başkanı ile bir görüşmeniz oldu. Bu görüşmede özellikle hangi
başlıklar öne çıktı” sorusuna, “CIA Başkanı, aslında Milli İstihbarat
Teşkilatımızın (MİT) misafiri olarak buradaydı ve bizimle de görüşme
taleplerini ben de olumlu buldum ve kendileriyle üçlü bir görüşmeyi istihbarat
teşkilatı müsteşarım ve kendisi olmak üzere yaptık. Bu noktada gerek bölgedeki
gelişmeleri değerlendirme fırsatımız oldu, gerekse şu anda son gelişmeler,
malum Suriye, Irak, Irak’ı da iyi bilmesi hasebiyle değerlendirme fırsatımız
oldu. Bunları değerlendirdik”
 yanıtını vermişti.[1]

Stratfor raporlarına
göre: “AB, Yahudi Lobilerinin Avrupa Organizesiydi!”

AB Türkiye Daimi
Temsilcisi Büyükelçi Selim Yenel, “Avrupa Dış Eylem Servisi”nin İktisadi
Kalkınma Vakfı’na gelip, Suriye ve İran konusunda bilgi alışverişinde (ve
yönlendirme girişiminde) bulunduğunu söylemişti. Yani Türkiye AB’ye alınmasa
da, dış politikasını ABD ile birlikte AB şekillendirmekteydi.

·        Eski CIA şefi Philip Giraldi:
“Türkiye’nin Suriye stratejisini NATO’nun belirlediğini” dile getirmişti.

·        1.Ergenekon gizli tanığı KISKAÇ, TSK’yı
yıpratma operasyonlarını Polisteki bir ekibin yaptığını, 216. Duruşmada itiraf
etmişti.

·        Ve AKP Hükümeti ABD’nin tavsiyesiyle
Irak Merkezi hükümetini devre dışı bırakıp, Barzani Kürdistanıyla resmen ve
alenen Bağımsız Devlet muamelesine karar vermişti.

ABD’nin Suriye
politikası nasıl MGK kararı oluvermişti?

Milli Güvenlik
Kurulu’nun (MGK) 27 Şubat toplantısında ABD politikasını benimsemesi ve bu
politikaların MGK kararı haline gelmesi dikkat çekmişti. Oysa daha önceki MGK
bildirilerinde Suriye konusunda şunları söylemişti:
 28 Aralık 2011: “Suriye’de sivil
halka ve muhaliflere yönelik şiddet ve yıldırma eylemlerinin bir an önce
durdurulmasının ve Suriye’nin geleceğinin Suriye halkı tarafından
belirlenmesinin önemine işaret edilmiş, bu çerçevede halkın meşru talepleri
doğrultusunda demokratik geçiş sürecinin süratle başlatılması gerektiği
belirtilmiştir.”

Şimdi, 27 Şubat 2012: “Suriye’de devam eden şiddet,
yıldırma ve toplu kıyım eylemlerine uluslararası toplumun seyirci kalmaması
gerektiği vurgulanmış, bu çerçevede Suriye halkının korunmasının ve insani
yardım ulaştırılmasının öneminin altı çizilmiştir. …BM Genel Kurulunun 16
Şubat 2012 tarihinde ezici bir çoğunlukla kabul ettiği karardan duyulan
memnuniyet dile getirilmiş ve 24 Şubat tarihinde Tunus’ta gerçekleştirilen
Suriye’nin Dostları grubu toplantısının sonuçları değerlendirilmiştir.”

Peki ne olmuştu da 2
ay içinde MGK fikrini değiştirmişti? Yoksa ABD’nin “İnsani yardım”
kılıflı işgal hazırlığına hizmet mi edilmekteydi?

Bu konuda herhangi bir
yorum yapmadan sadece Şubat ayındaki trafiğe bir bakalım:

10 Şubat 2012:
Dışişleri Bakanı Davutoğlu Amerika’da.

14 Şubat 2012: ABD Merkez
Kuvvetler Komutanı Org. James N. Mattis Ankara’da.

16 Şubat 2012: NATO
Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen Türkiye’de ağırlanmaktaydı.

23 Şubat 2012:
NATO’nun 1 numaralı komutanı Oramiral James Stavridis, 5 ay sonra yeniden
Ankara’da.

Bunlar açık trafik.
Gizli yapılan ve “teknik ekiplerin” de katıldığı çok sayıda görüşme
de kulislerde konuşulanlar arasında.

Serdar Turgut’un
itirafları:

“Bir Bilen’in”
AKP-cemaat operasyonu işaretleri!

WASHINTON’un
istihbarat cemaatinin (Intelligence Community) saygı duyduğu bir isim olan ”Bir
Bilen”, uzun zaman aradan sonra telefon açtı. Bu sefer de direkt isim vermedi
ve Stratfor’dan bahsetmeye başladı:

CIA ve Stratfor
ilişkisi

“CIA gibi kuruluşlar
için açık istihbaratın toplanması ve dağıtılması çok önemlidir. Özellikle açık
istihbaratın dağıtımı dikkatli yürütülmelidir. Çünkü bilgi dağıtımında her
türlü yönlendirme yapılabilir.

Bu yüzden istihbarat
kuruluşları, bilgi dağıtımını bizzat değil Stratfor gibi kuruluşlar
aracılığıyla yapmayı tercih etmektedir.

Çünkü stratejik
araştırma kuruluşları en idealidir. Bunların raporları içine yedirilen
bilgiler, istihbaratçıların bazen en büyük silahı haline gelebilirler.

CIA, Stratfor’un
topladığı açık istihbarattan analiz için yararlanır ve daha da önemlisi, bazı
bilgileri Straftor ve benzeri kuruluşlar aracılığıyla dağıtıverir.

Gördüğüm kadarıyla bu
aralarda size (Türkiye) çok yoğun bir ilgi gösterilmektedir.”

Düşünce akışını bu
aşamada keserek Taraf Gazetesi hakkında çok ilginç bazı şeyler anlattı.
Konuşmayı aynen aktarıp lafı uzatmak yerine özetini vereyim.

Bir bilene göre Taraf
gazetesi

Dostuma göre, onun
“bizim çocuklar” diye adlandırdığı insanlar Taraf Gazetesi’ni her gün çok
dikkatli takip edermiş. Onlara göre Taraf, açık istihbaratın dağıtımına en açık
gazeteymiş. Bu Taraf’ın yayıncılık politikasıyla ilgili bir şeymiş. Çünkü bir
amaç için yayılması istenen bilgileri içeren haberler en rahat bu gazetede
yayınlanıverirmiş.

AKP ile Cemaat arasını
açma operasyonu kimin işi?

“Anladığım kadarıyla
galiba hükümet ile cemaatin arasını açıp bir istikrarsızlaştırma operasyonu var
ve bu halen uygulanıyor”
 dedi. Ama emin olduğum
tek bir şey var: Türkiye üzerinde bir oyun oynandığı kesin artık.[2]

Bütün bunların anlamı:

     I.       1.Cemaatin de, AKP Hükümetinin de yuları
CIA’nın elindedir.

    II.       2.Her ikisini bir araya getiren de,
şimdi çekiştiren de aynı siyonist merkezlerdir.

   III.       3.ABD Yahudi Lobileri Cemaati Erdoğan’a
tercih etmektedir.

   IV.       4.Bu kapıştırma, hem hükümeti hem de cemaati, ABD’ye daha fazla mahkum ve mecbur etmek içindir.

Zaman ve Taraf’ın Kürdistan’a
Özerklik Gayreti

The Taraf’ın Genel
Yayın Yönetmeni ve dahi Başyazarı, sembol ismi, kısaca her şeyi, Sabataist
Ahmet Altan esrarengiz bir adamdır. Yıllarca yalakalık yaptığı AKP’ye karşı
şimdi Fetullahçıların safındadır. Hani şu “Ben bu vatanı, bir kiraz ağacı
gölgesi ve bir kadın memesine satarım” diyen yazardır.

Ahmet Altan dışında,
İsmet Berkan, Hasan Cemal, yasemin Çongar gibiler de aynı ayardadır.

CIA patentli
tasarımların Türkiye sözcülüğünü yapan güruhun biri Zaman ise diğeri de
Taraf’tır. Amerikan projeleri’nin Türkiye sözcüleri bakın neler yapmaktadır.

1- Türkiye’nin iç
çatışmalarla yorgun düşmesini sağlamak.

2- Misak-ı Mili
sınırlarının bölünerek Büyük İsrail için zemin oluşturmak.

3- Ülkenin
bağımsızlığını tamamen ABD ve AB’ye ısmarlamak.

4- Bu plana/projeye
direnç gösterenlerin zayıflatılmasını, ulusal direncin paramparça edilip yok
olmasını hazırlamak.

Son günlerde BOP
Eşbaşkanına karşı kahraman gibi görünmeye çalışan Altan’ı ve gazetesi The
Taraf’ın yaptıklarını bu gözle değerlendirmek gerekiyor.

Eski dostlar, düşman
olmuş görünüyor. Ortada bir düşmanlık yok aslında. Bir tarafın verdiği sözleri
yerine getirmemesinden kaynaklanan telaş ve tedirginlik yaşanıyor. Kavgaları
yok, birbirlerine kızmaları, beceriksizliklerini örtbas etmeyi amaçlıyor.

Erbil’den Abant’a yeni
anayasanın şifresi: Güneydoğu’ya Özerklik Tertibi

Fetullah Gülen’in
kurucuları arasında olduğu Abant Platformu, Yeni Anayasa toplantısında
Özerkliği de gündeme almıştı. Platform, 15-16 Şubat 2009 tarihinde Erbil’de,
“Kürt sorunu: Barışı ve kardeşliği aramak” adıyla toplanmıştı.

Yeni anayasanın
gündeminde özerklik olduğu kesinlik kazanmıştı. Fetullah Gülen’in kurucuları
arasında olduğu Abant Platformu, yeni Anayasa toplantısında özerkliği
tartışmıştı. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in de katıldığı toplantılar, 9-11 Mart‘ta
yapılmıştı. “Yeni Anayasa’nın Çerçevesi” başlıklı toplantıların şu başlıklar
altında yapılacağı açıklanmıştı: “Vatandaşlık ve Kimlikler, Ana dilde eğitim,
Üniter Devlet Özerklik Dengesinde Yerel Yönetimler, Yeni Anayasada
Cumhurbaşkanının konumu, İnanç Özgürlüğü-Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din
dersleri.” Toplantıya Kemal Burkay, Hasan Cemal, Tarhan Erdem, Fuat Keyman,
Eser Karakaş gibi isimler konuşmacı olarak katılmıştı.

Özerklik talebinin,
PKK’ya ait olduğu biliniyordu. Abdullah Öcalan, 20 Ağustos 2010’da İmralı’dan
yaptığı açıklamada, “Kürtler ibadet eder gibi demokratik özerklik üzerinde
çalışmalı. Demokratik özerklik Kürtlere ekmek ve sudan daha önemlidir” diyordu.
Demokratik Toplum Kongresi de, 15 Temmuz 2011’de Diyarbakır’da toplanıp özerklik
ilan ediyordu.

Başbakan Tayyip
Erdoğan da 21 Eylül 2011’de gerçekleşen Obama görüşmesinden cebinde özerklikle
dönüyordu. Obama, 90 dakikalık görüşmede, Erdoğan’ın önüne “özerklik” görevini
koymuştu. Erdoğan’a, tarihi bir konuşma yaparak özerkliğin ilanı görevi
veriliyordu.

Erbil’de de kirli
niyetlerini belli etmişlerdi!

Abant Platformu, 22.
toplantısını 15-16 Şubat 2009’da Irak’ın kuzeyindeki Erbil kentinde
gerçekleştirmişti.
“Kürt sorunu Barışı ve Kardeşliği Aramak” adıyla düzenlenen toplantılara katılanlar, “Hepimiz evimizdeyiz, hepimiz
Kürt’üz” sloganlarıyla halay çekmiş ve ekranlara “Yüreğimizdeki sınırlar
kalktı” mesajları veriliyordu.

Platform yayımladığı
sonuç bildirgesinde, “Türkiye ile Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi arasında
münasebetlerin kurulmasını ve geliştirilmesini”; “sınırlardan geçişlerin
kolaylaştırılmasını”; “Erbil’de Türk Konsolosluğu, Ankara’da da Erbil Irak
Kürdistan Bölgesel Yönetimi Temsilciliğinin açılmasını” talep ediliyordu.

Şimdilik tek sorun;
toplumu ürkütmeden “özerklik” konusunda nasıl bir kılıf uydurulacağı oluyordu.

ABD, Türkiye’deki
Azınlıkları Niye Dert Edinmişti?

ABD Uluslararası Dini
Özgürlükler Komisyonu, yıllık raporunda Türkiye ilk kez
 “özel kaygı uyandıran ülkeler”arasında
gösterilmiştir. ABD Uluslararası Dini Özgürlükler Komisyonu’nun (USCIRF) yıllık
raporunda Türkiye, kategorisi düşürülerek ilk kez “özel kaygı uyandıran
ülkeler” arasında gösterilmişti. ABD Kongresi tarafından 1998’de çıkan
dini özgürlükler yasası kapsamında kurulan ve dünyada dini özgürlük koşullarını
izlemek ve bu çerçevede ABD Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Amerikan Kongresi’ne
tavsiyelerde bulunmakla görevli USCIRF, “2012 Yılı Dünyada Dini
Özgürlükler raporlarında 2009’dan bu yana “izleme listesine” aldığı
Türkiye, bu yıl ilk kez, raporun en alt kategorisi olan ve dini özgürlükleri en
çok ihlal edenlerin yer aldığı “özel kaygı uyandıran” ülkeler
listesine dahil edilmişti. Raporun Türkiye ile ilgili tespitlerin yer aldığı
bölümünde, “Türk hükümetinin, din ve inanç özgürlüğüne sistematik ve
korkunç kısıtlamalar uyguladığı ve bunun ülkedeki tüm dini toplulukları
etkilediği ve özellikle de gayrimüslim dini azınlıkları tehdit ettiği” öne
sürülerek, “bu nedenle USCIRF’nin, (ABD Dışişleri Bakanı’na) Türkiye’nin
‘özel kaygı uyandıran ülkeler’ listesine alınmasını tavsiye ettiği”
belirtilmişti.

Raporda, “devletin kamusal alanda din üzerindeki sıkı kontrolünün, özellikle
Rum, Ermeni ve Süryani Ortodoks kiliseleri, Katolik ve Protestan kiliseleri ve
Yahudi toplumu dahil gayrimüslim dini azınlık toplulukların yanı sıra Sünni
Müslüman çoğunluk ve ülkedeki en büyük azınlık olan Aleviler için de dini
özgürlükleri ciddi biçimde kısıtladığı”
 ileri sürülmekteydi.
USCIRF raporunda, “diğer kaygıların, Türk hükümetinin dini azınlık
topluluklarının din işlerine karışması, dini azınlıklara karşı sosyal
ayrımcılık ve arada sırada şiddete rastlanması, dini kıyafete yönelik
kısıtlamalar ve Türk toplumu ile medyasında Yahudi karşıtlığını (anti-semitizm)
içerdiği” belirtilmişti. Bunlara ilaveten raporda,
 “Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs üzerindeki askeri kontrolünün, yerel
Kıbrıslı Türk yetkililerce keyfi düzenlemelerin uygulanmasını desteklediği ve
bunun da Kuzey Kıbrıs’ta yaşayan tüm gayrimüslimlerin dini faaliyetlerini
kısıtladığı, özgürce ibadet etme ve dini mülklerini onarma, bakımını yapma ve
kullanma haklarından yoksun bıraktığı ve bölgedeki gayrimüslim toplulukların
uzun vadede hayatta kalmasını tehdit ettiği”
  söylenmişti.


ABD Yönetimine Sözde Tavsiyeler

Raporun, ABD yönetimine
“tavsiyelerin” yer aldığı bölümünde de “ABD’nin Türkiye’yi
önemli bir stratejik ortak olarak gördüğü ve Türkiye’nin AB katılım sürecini
desteklediğine” işaret edilerek, “ABD politikasının, Türkiye’yi ‘özel
kaygı uyandıran ülkeler’ arasına dahil ederek,
 Türkiye’ye, din ve
inanç özgürlükleri konusundaki uluslararası yükümlülüklerine uyması için
çağrıda bulunması gerektiği
” belirtilmişti. Oysa Bakanlık
geçen yıl yayımladığı son raporunda, Türkiye’de hükümetin dini özgürlükler
alanında son dönemde attığı olumlu adımlara atıf yapmış ve ABD Dışişleri Bakanı
Hillary Clinton da,
 “azınlık mallarının
iadesi kararından dolayı”
 Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan’ı tebrik etmişti.

 

 


 

[1] Milliyet, 15 Mart,
s.18

[2] Serdar Turgut,
Habertürk, 15.03.2012

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/mayis-2012/stratforun-mahiyeti-ve-m

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi