Anasayfa » PKK’NIN MARKALAŞMASI, TSK’NIN MARKAJA ALINMASI!

PKK’NIN MARKALAŞMASI, TSK’NIN MARKAJA ALINMASI!

Yazar: yonetici
0 Yorum 110 Görüntüleyen

PKK’NIN MARKALAŞMASI, TSK’NIN MARKAJA ALINMASI!

 

 

Siyonist Yahudi Lobilerinin ve onların güdümündeki
emperyalist güçlerin, PKK gibi on yıllardır emek verdikleri ve masraf ettikleri “markalaşmış
bir terör şirketini”, öyle “Türkiye’de toplumsal barışı sağlamak hatırına” hemen
vazgeçip tasfiye edeceklerini düşünmek, en hafif tabiriyle, saflıktır.
Güneydoğumuza özerklik sağlamaya hazırlık süreci kapsamında, PKK’nın bir
bölümüne geçici eylemsizlik kararı aldırsalar da, “Bunlar Öcalan’ı
takmıyor!”
 bahanesiyle, Kandil’deki fiili PKK eşkiyabaşı Murat
Karayılan ve Suriyeli Nusayri Fehman Hüseyin ekiplerinin anarşist saldırılara
devam edecekleri anlaşılmaktadır. Çünkü yıllık 500 milyar dolarlık cirosundan
bahsedilen Afganistan, İran, Kuzey Irak ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılan
uyuşturucu trafiğinin en önemli “taşıyıcı” ve “dağıtıcı” elemanlarını PKK’lılar
oluşturmaktadır. Hatta İstanbul’da esrarengiz bir cinayetle ortadan kaldırılan
Bayan Sierra’nın da, bu uyuşturucu şebekesinin Türkiye-AB ülkeleri irtibatıyla
görevli bir ABD FBI özel ajanı olduğu ortaya çıkmıştır.

Ayrıca ABD ve İsrail, PKK’yı İran, Irak ve Suriye’ye
karşı kullanmak ve sözünden çıkarsa tekrar Türkiye’nin başına bela sarmak üzere
elinde tutacaktır. Çünkü böylesine markalaşmış bir terör şirketini ve cinayet şebekesini
dağıtmak onların işine yaramazdı. Hepsinden geçtik, bölge ülkelerini ve
hükümetlerini “hizaya sokmak ve kendisine mahkûm bırakmak” üzere,
CIA ve MOSSAD ajanlarının, hatta patriot füzeleri komandolarının yapacağı
“kanlı saldırı ve patlamaların” suçunu üzerine yıkacakları, PKK gibi bir
bölgesel eşkıya şebekesine ihtiyaçları vardı.

PKK, İran’ın üzerine sürülecek’
şekilde yeniden düzenleniyordu!

İran kaynaklarına göre, ‘açılım’ın seyrine bağlı
olarak, Türkiye’den çekileceklerle birlikte PKK militanları İran’a, Irak Nuri
Maliki hükümetine ve Suriye’ye karşı kullanılacaktı. PKK bunun ilk işaretini
Suriye için vermiş, Yeni Şafak Yazarı Abdülkadir Selvi, ‘Öcalan, devlete,
Suriye’de işbirliği yapılması önerisinde bulundu’ şeklinde yazmıştı. 
AKP hükümetinin, Mesut Barzani’den sonra PKK ile de ortak zeminde
buluşturulması, Tahran’ın önüne kocaman bir soru koymuştu: Türkiye’den Kuzey
Irak’a çekilecek PKK militanları ne olacaktı? Çekileceklerle birlikte toplam
7-8 bin kişilik silahlı bir güç söz konusuydu. Bunun yaklaşık yarısı, üç bölge
ülkesinde (İran, Irak ve Suriye) yuvalanmıştı.

Tahran’ı tedirgin eden görüş, yeni süreçte PKK’nın
bölge ülkelerine, özellikle de İran’a karşı kullanılacağıydı.

PKK’nın yeni görev alanı

Tahran’daki endişe, önce Türkiye’de İran politikasına
yakın çevrelerde tartışılmaya başlandı. Kaygı,
rasthaber.com’da yorumlara konu olmuştu:

“AKP-PKK arasında sıkı bir pazarlık yaşanmaktadır…
dikkatlerden kaçmayan sayın Başbakan’ın PKK için söylediği şu hatırlatmasıdır:
‘Silahları bırakıp çekildikleri sırada operasyon yapmayız!?’ Bu söz, PKK için
yeni bir görev tayin edilmiş kokusu veriyor. İran ciddi bir tehlike ile karşı
karşıya demektir. Çünkü, Türkiye’de misyonu biten PKK, kardeş örgüt PEJAK ile İran’ın başına bela
olacakmış gibi görünüyor.”
 (12
Ocak 2013)

Başka İran kaynaklarında, PKK’nın yeni “görev
alanı”nın İran’la sınırlı olmadığı, Suriye ve Irak Nuri Maliki Hükümetini de
kapsadığı yorumlarına rastlanıyordu.

Üst düzey Dışişleri kaynağı

Habertürk gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı
da gelişmeleri doğrulayan bir yazı kaleme almış, 4 MİT görevlisinin Kandil’e
Öcalan’dan bir mektup götürdüğünü vurgulamıştı. Mektup, “yeni dönem”de örgütün
İran ile nasıl karşı karşıya olacağının da işaretini veriyordu:

“Öcalan‘ın Kandil’e ilettiği en ‘kritik mesaj’ ise,
‘İran’a dikkat’ olmuş. ‘Provokasyonlar olacaktır ama en önemlisi
İran’dan gelebilecek provokasyonlar. Bunu engelleyin’
, demiş.” (10 Ocak
2013).

Bütün bu gelişmelere Tahran nasıl bakıyordu acaba?
İran Dışişleri’ne yakın üst düzey bir kaynağa, “doğru mu, spekülasyon mu” diye
sorulduğunda, İranlı kaynağın cevabı netti. “Evet”, kendileri de böyle bir
yönlendirme bekliyordu. PKK’yı bölge ülkelerinin üzerine sürme politikasını,
bir halk deyimiyle, “anasının oynaşını komşunun kapısına yollama”ya
benziyordu.

BBC, PKK ile OSLO Yerine “ERBİL” Görüşmelerine
Başlanacağını duyuruyordu.

BBC’ye konuşan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi
Hükümet Sözcüsü Dizai sürece destek vereceklerini söylüyordu. Dizai’nin, “Eğer
bu sorunun çözümüne katkıda bulunmak için herhangi bir destek veya bir rol
oynamamız gerekirse kesinlikle rolümüzü oynamaya çalışacağız” sözleri
dikkat çekiyordu. 
KDP Dış İlişkiler Sorumlusu Hawrami ise “Kolaylaştırma,
teşvik etme ve fikir verme konusunda kırmızı çizgilerimiz yok”
şeklinde
konuşuyordu. MİT ile PKK arasındaki görüşmelerin yeni adresinin Oslo yerine
Erbil olacağı yönündeki iddialar, İngiliz yayın kuruluşu BBC’yi harekete
geçiriyordu. “PKK-MİT görüşmeleri Erbil’e mi taşınıyor?” sorusunun yanıtını
Erbil’de arayan BBC’ye konuşan Bölgesel Kürt Yönetimi Hükümet Sözcüsü Safin
Dizai “Gerekirse kesinlikle rolümüzü oynamaya çalışacağız” diyordu.
BBC, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’i, “Son yıllarda
Türkiye için git gide önem kazanan bir adres” olarak nitelerken
“Erbil’in dört yanında hemen hemen her sektörde Türk şirketleri göze
çarpıyor” diye övüyordu. Ama Erbil’in adının bugünlerde Türkiye kamuoyunda
sadece ekonomik değil, iç siyasal gelişmelerle ilgili de sıkça telaffuz
edildiğini kaydeden BBC, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “siyasi
muhataplarımız yerli de olur, uluslararası da olur. Eğer uluslararası camiada
da Erbil’deki siyasi muhataplardan istifade edeceksek onlarla da bu işi
görüşürüz” sözlerine vurgu yapıyordu. Bu arada Viranşehir’de “Amara’dan
doğan güneş, Rojava’yı özgürleştirecek” adıyla miting düzenleyen BDP’den PYD’ye
destek veriliyordu. Viranşehir’de düzenlenen, “Amara’dan (Abdullah Öcalan’ın
doğduğu Halfeti İlçesi’ne bağlı Ömerli köyü) doğan güneş, Rojava’yı (Suriye’nin
Kamışlı kenti) özgürleştirecek” adlı miting, büyük Kürdistan hayalini deşifre
ediyordu.

Barak’tan İran’a mesaj

Münih Güvenlik Zirvesi’nde konuşan İsrail Savunma
Bakanı Ehud Barak, Türkiye ile İsrail’in arasının düzeltilmesi
gerektiğini
 söylüyordu. İsrail-Filistin arasındaki ihtilafların
giderilmesi ve Filistin meselesi’nin halledilmesi için tüm planların masaya
yatırılmasından yana olduklarını ifade eden Barak, “Biz çözüm için
masa başında bir araya gelinmesini istiyoruz. Her ülkenin planını da bekliyoruz.
Ancak hala İsrail’i tanımayan Hamas problem oluşturuyordu.
 Ancak
biz İsrail-Filistin meselesini çözsek bile körfezde ve bölgede hâkim olmak
isteyen İran, sıkıntı çıkarmaya devam ediyordu.

“Türkiye ile Yakınlaşmalıyız”

İsrail Savunma Bakanı sözlerini şöyle sürdürüyordu: “Türkiye
ve Mısır bölgedeki en büyük kilit ülkeler. Türkiye gerçekten çok kilit bir
noktada yer alıyor. Türkiye ile tekrar yakınlaşmalıyız. Birkaç sene öncesine
kadar aramız gayet iyiydi, ancak malum Mavi Marmara hadisesinden sonra
hükümetler arası anlaşmazlık çıktı ve Türkiye-İsrail arası biraz açıldı.
Türkiye ile aramızda tekrar iyi ilişkiler kurulacağını ümit ediyorum. Bilhassa
bölgenin böyle çetin hadiselere gömüldüğü bir devirde aramızdaki tansiyonu mümkün
mertebe düşürüp iki ülke arasındaki karşılıklı ve anlayışlı yakınlaşmaların
tesis edilmesi gerektiğini düşünüyorum”

ABD’nin ‘Bölgesel Süper Güç’ zokasını AKP yutuyordu!

Cengiz Çandar, 7 Ocak 2013 günü Vatan gazetesinde
yayınlanan röportajında Mine Şenocaklı’ya, “Kürt sorununun
çözümünün, Türkiye’nin Kuzey Irak bölgesi ve Kürtlerin yaşadığı Kuzey Suriye
ile federasyon şeklinde birleşmesinden”
 geçtiğini söylüyordu.

Çandar zaten 1990’lı yıllardan beri “ya
büyüyecek ya küçülecek”
 diyerek, Kerkük-Musul’u ilhak etmeyen bir
Türkiye’nin parçalanacağı görüşünü savunuyordu. Aslında bu görüşlerin asıl
sahibi bilindiği gibi Turgut Özal’dır. ABD’nin“Türkiye himayesinde
Kürdistan”
 planını 1987 yılında ABD Savunma Bakan Yardımcısı
William Taft, Türkiye’ye gizlenen bir “yıldırım ziyareti” yaparak
getiriyordu. “Türk-Kürt ittifakını gerçekleştirerek Türkiye Bölgesel
Süper Güç olacak!”
 AKP’nin İmralı’da Öcalan’la başlattığı yeni “Açılım
süreci” 
bu şekilde propaganda ediliyordu.

Türkiye’nin Bölgesel Süper Güç olacağı propagandasının
asıl sahibi Washington oluyordu. Obama’nın başkan seçilmesinden sonra ABD, Irak
ve Afganistan’dan çekileceğini ilan ediyor, doğacak boşluğun ise taşeron
devletler tarafından doldurulması hedefleniyordu. İşte, Türkiye’nin Irak’ın
kuzey ile bütünleşmesi anlamına gelen “Kürt açılımı” böyle başlıyordu. Abdullah
Gül “Kürt açılımı iyi olacak” diyor, Türkiye Erbil’de
konsolosluk açıyor, Oslo’da PKK ile gizli görüşmeler başlıyor, kamuoyu
yapıcıları da harekete geçiriliyordu. Niall Ferguson tarafından Newsweek’te
büyük bir Osmanlı İmparatorluğu haritası ile birlikte kaleme alınan yazıda,
Ortadoğu’da ABD’nin çekilmesiyle doğan boşluğun Türkiye tarafından
doldurulacağı anlatılıyordu. HaberTürk, Newsweek yazarı N. Ferguson’un, “Çokuluslu
şirketlerin sömürge danışmanı” olduğunu belirtiyordu. İşte bu “Siyonist sömürge
danışmanı; Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’sinin bölgesel bir süper güç olacağını,
Atatürk öncesi sürece dönme arzusu taşıdığını ve Türkiye’nin “Ortadoğu’da yeni
bir Müslüman imparatorluğa ulaşacağını” söylüyordu.

“Bölünmüş Irak, ucuz enerji demek” haberleri bilinçli
yayılıyor, Barzani ile gizli anlaşmalar yapılıyordu.

Aytun Çıray, AKP Hükümetinin, Kuzey Irak yönetimiyle
2012 Mayıs’ında gizli anlaşma yaptığını ve bunu Meclis’ten kaçırdığını
söylüyordu. Çıray, Mayıs 2012 de AKP Hükümeti’nin “Bağdat’ı devre dışı
bırakarak Kuzey Irak bölgesi Yönetimi ile bir enerji anlaşmasını imzalamak
üzere olduğunu, bir madde hariç anlaşmanın diğer maddelerinde mutabakat
sağlandığını, bu anlaşmaya zemin teşkil edecek olan çerçeve düzenleme
anlaşmasının da çoktan imzalandığını” belirtiyordu. “Basında çıkan haberlere
göre anlaşma, Irak’ın kuzeyinde petrol ve doğalgaz arama ve çıkarmayı, bulunan
petrol ve doğalgazın Türkiye üzerinden dünya piyasalarına pazarlamayı
içeriyordu. Türkiye, Kuzey Irak Bölgesel yönetimi ile henüz TBMM’den çıkmamış
bu anlaşmayı çerçeve Düzenleme Anlaşması’na dayanarak hayata geçiriyordu.

Babakan’ın Neçirvan Barzani, Enerji Bakanı Taner
yıldız ve kuzey Irak’ın Doğal Kaynaklar Bakanı Ashti Hawrami arasında doğalgaz
ve ham petrole yönelik imzalar atıldığını söylediğini hatırlatan Çıray, petrölü
çıkartan ve özerk bölgenin onayıyla Türkiye üzerinden satan şirketin genel
müdürü Tony Heyvard’ın 17 Ocak 2013 tarihinde uluslar arası haber ajanslarına
bir açıklama yaptığını ve bu açıklamada söz konusu sevkiyata cevaz veren
anlaşmanın niteliğinin “devletten devlete” olduğunu söylediğini belirtiyordu.

– Bu anlaşma varsa ve ilgili şirket yetkililerince
ifşa edildiği şekilde “devletten devlete” imzalanmışsa, Türkiye ile
hangi devlet arasında imzalanmıştır? KIBY diye uluslararası tanınılırlığı olan
bir “devlet” statüsü kazanmış mıdır?

– Eğer böyle bir anlaşma yapıldıysa, Irak ve KIBY
Anayasalarına göre KIBY’nin merkezi Irak hükümetinin onayı olmadan bu anlaşmaya
imza atma yetkisi var mıdır?

– KIBY’nin bu anlaşmayı yapma yetkisi varsa, Irak
Merkezi hükümeti neden ve neye dayanarak petrolün doğrudan Türkiye’ye sevk
edilmesi ve satılması halinde üretici firmayı dava edeceğini, satılan mallara
el koyacağını resmen açıklanmış mıdır?

– Irak Merkezi Hükümeti’nden bu onay alınmadıysa, T.C
adına bu anlaşmayı imzalayanlar hangi hukuki zemine, kanuna, kararnameye veya
yönetmeliğe dayanarak bu belgeye imza atmışlardır?

– Dış İşleri Bakanlığımız KIBY’ni muhatap kabul ettiği
takdirde, bu muhataplık hangi ulusal ve uluslararası hukuka uygun yapılmıştır?

– Bu anlaşma hala TBMM’nin onayına sevk edilmediği ve
hukuken yürürlüğe girmediği halde, Kuzey Irak’tan petrol sevkiyatı neye
dayanılarak merkezi Irak yönetiminin kesin muhalefetine rağmen başlatılmıştır?

Bu anlaşma, KIBY ile Türkiye arasında federatif bir
cumhuriyet kurulmasının alt yapısı ve hazırlığı mıdır? Soruları hala yanıtını
aramaktaydı.

Yani Anayasa Hazırlığı!

ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone de Türkiye’deki
sorunlara çözüm için, “Yeni Anayasa”ya işaret ederek, “Hükümet örnek bir çaba
ile yeni anayasa yapmaya çalışıyor” ifadesini kullanıyordu.

Gazetelerin Ankara temsilcileri ile bir araya gelen
ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, halen hapiste olan
milletvekillerini, öğretim üyelerini, eski YÖK Başkanını ve tutuklu askerleri
gündeme getirerek, “Tam anlaşılamayan suçlamalar, 16 yıl önceki çalışmalarla
ilgili belirsiz ithamların ve hüküm öncesi uzun süren tutuklamalar ve şeffaflık
eksikliği gibi hatalar” olduğunu hatırlatıp, “Bu insanlar terörist olarak
yorumlanırsa kafalar karışır, Avrupa ve ABD mahkemelerinin buna anlam vermesi
zorlaşır. Burada iyi haber şu: Hükümet son derece örnek bir çaba ile yeni bir
Anayasa yapmaya çalışıyor. Bunu Türkiye dışında yapan pek görünmüyor. Eminim
daha iyi bir Anayasa olacak. Ayrıca Adalet Bakanı, bir değil, 2 değil, tam 4
yargı paketi gündeme getirdi. Türkiye, hukukun üstünlüğüne dayalı, mükemmel bir
yasamaya sahip bulunuyor” diye övüyordu.

Ricciardone, “nüfusunun bir parçası olan
Kürtlerin ana dilini kullanması konusunda birlikte attıkları adım için
”
de hem hükümeti hem de muhalefeti kutluyordu.

“ABD ve Türkiye’nin üst düzey askeri liderleri
arasında çok önemli ziyaretler oldu. Bunları gizli tutmam gerekiyor. Bizim,
‘operasyonel istihbarat füzyonu’ dediğimiz bir çalışma sistemi var, yürüyor”
 diyen Ricciardone’nin sözünü ettiği işbirliği çerçevesinde, geçen yıl
Ağustos ayında Türkiye-ABD Dışişleri, istihbarat ve askeri birimleri arasında
“Operasyonel Ortak Görev Gücü” adlı bir birim kuruluyordu. Suriye’deki
gelişmeler gerekçesiyle kurulduğu açıklanan bu görev gücünün daha geniş bir
görev kapsamı olduğu ortaya çıkıyordu. Bu mekanizmaların kurulmasının ardından,
İzmir NATO’nun Kara Kuvvetleri Komutanlığı merkezi yapıldı, Patrotlar
Türkiye’ye yerleştirildi ve Ricciardone’nin sözünü ettiği “deneyim paylaşımı”
gerekçesiyle ABD-Türkiye Özel Kuvvetleri arasında süresiz bir ortak çalışmayı
hedefleyen özel anlaşma imzalanıyordu.

Davutoğlu’nun “Çakıl taşı” palavrası!

İsrail uçaklarının Suriye’yi vurması üzerine Dışişleri
Bakanı Davutoğlu: “Suriye, İsrail’e bir çakıl taşı dahi atmadı” diyerek
eleştiriyordu. Mavi Marmara’dan sonra Türkiye İsrail’e çakıl taşı attı da biz
mi görememiştik? İsrail’in Suriye’ye düzenlediği hava saldırısı karşısında
“Şam”ın tavrını eleştiren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, “Niye İsrail
uçakları Esad’ın sarayının üzerinden uçup ülkesinin onuruyla oynarken bir çakıl
taşı bile atmıyor? Diye hava atıyordu. Oysa İsrail, Akdeniz’de 9 Türk’ü Mavi
Marmara gemisinde şehit edip ülkenin gururu ile oynarken Davutoğlu ve AKP
kadrosu sadece şov yapıyordu. Çünkü Türkiye’nin 10 yıllık AKP iktidarında en
fazla ticaret hacminin genişlediği ülkeler arasında ABD ve İsrail ilk sıralarda
yer alıyordu. Rakamlara bakıldığı zaman 10 yıllık süre içinde ABD’de ile
ihracatımız tavan yaparken, ithalatımız yerinde sayılıyordu. Türkiye ve İsrail
arasındaki toplam dış ticaret hacmi de bu süre içinde 29 milyar 510 milyon
dolara yükseliyordu. 8 milyon nüfuslu İsrail ile yapılan bu ticaret hacmi,
İsrail ile AKP arasındaki, ilişkinin “duygusal” boyutunu gözler önüne
seriyordu. AKP Türkiye’si vatandaşlarının kanını İsrail’e “dış ticaret” “reel
politik” adı altında para karşılığında satıyordu. Oysa AKP’nin Beşar Esad
karşıtı politikalarında sarıldığı bir yalan da “İsrail’in Şam yönetimini
desteklediği” iddiası oluyordu. Böylece tabanlarının “Biz İsrail
karşıtıyız. İsrail Beşar Esad‘ı desteklediğine göre, partimizin Şam’a karşı
harekete geçmesi doğrudur ve normaldir”
 şeklinde düşünmesi
sağlanıyordu.

AKP’nin Yeni Şafak‘ta yazan Merkez Karar Yönetim
Kurulu (MKYK) üyesi Yasin Aktay ise; “Esad’a İsrail’den hayat öpücüğü“ başlıklı
yazıyla, bu yalanın dozajını daha da artırıp, iki ülkenin işbirliğinin uzun yıllara
dayandığını ileri sürüyordu. Profesör unvanlı Yasin Aktay‘ın Şam’ın sürekli
İsrail’in çıkarlarını savunduğunu yazması, kuşkusuz cehaletten değil fakat
yalanın kuyruklusuna duyulan ihtiyaçtan kaynaklanıyordu.

İsrail’in Suriye’ye operasyon hazırlığı sürüyordu!

Peki, gerçek ne? Olayları ve açıklamaları tarihi
sırasına göre anımsayalım:

1) İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak: “Suriye’ye
operasyon için hazırlıklara başladık“ diyordu. (Hürriyet, 21 Temmuz 2012)

2) İsrail Dışişleri Bakanlığı Siyasi Direktörü Pinhas
Avivi, Suriye konusunda Türkiye ile masaya oturmayı öneriyordu. (Hürriyet, 22
Ekim 2012)

3) İsrail’den Suriye’ye ateş açılıyordu. (Hürriyet, 11
Kasım 2012)

4) İsrail, Ürdün’de Özgür Suriye Ordusu subaylarıyla
gizli görüşme yapıyordu. (Ajanslar, 31 Aralık 2012)

5) Almanya’da yayımlanan Focus dergisi, İsrail’in
Sayeret Matkal adlı komando birliğinin, Özgür Suriye Ordusu’na destek için uzun
bir süredir Halep’te olduğunu yazıyordu. (1 Ocak 2013)

6) Lübnan’da yayımlanan El Manar Dergisi, Türkiye ile
Katar’ın 20 Ocak 2013’te Tel Aviv’de İsrailli yetkililerle Suriye konusunda
gizli bir görüşme yaptığını açıklıyordu. Dergiye göre Türkiye’yi İstihbarat
Başkan Yardımcısı temsil ediyordu.

7) Ve nihayet İsrail uçakları, Suriye’yi vuruyordu.
(31 Ocak 2013)

İsrail güvenliğinin mihenk taşı: AKP Oluyordu.

8) İsrail’in eski güvenlik danışmanı Moşe Maoz, 1
Şubat 2013’te ABD’nin Los Angeles Times gazetesine verdiği demeçte, “İsrail’in
Suriye saldırısının ABD ve Türkiye ile koordine edilmiş olabileceğini”
 belirtiyordu.

9) İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak‘ın Münih Güvenlik
Konferansı’nda söylediği şu sözler, İsrail’in gerçekte AKP’nin Suriye
politikasıyla uyumlu olduğunu gösteriyordu: “Hizbullah ve İranlılar
Esad’ın kalan tek müttefikidirler. Esad’ın düşüşü çok yakındır ve bu İranlılar
ile Hizbullah’a büyük bir darbe olacaktır.”

Üstelik Ehud Barak konuşmasında, Şam Yönetimine karşı
mücadele eden Türkiye ile Suudi Arabistan’ı “bölge güvenliğinin
mihenk taşı” 
olarak övgüler yağdırıyordu. (Anadolu Ajansı, 3 Şubat
2013) Haliyle “İsrail’den Esad’a hayat öpücüğü” diyen AKP yöneticilerine sormak
durumundayız: İsrail aslında kimi öpüyordu?[1]

Böylesine kuru sıkı palavralarla “halkın havasını”
alan AKP En büyük terörist olan ABD’ye hizmet yasası çıkarıyordu.

Hükümet, “Terörizmin Finansmanın Önlenmesi
Tasarısı” 
adı altında, başta Hamas olmak üzere Müslüman örgüt,
grup ve siyasi oluşumlara yapılacak yardımın önünü kesmeye hazırlanıyordu.
Tasarı yasalaşırsa ABD ile İsrail’in istemediği İslami gruplar tüm dünyada
yalnız ve yardımsız bırakılıyor bu kuruluşlara destek veren kurumlar da
‘’terörü finanse ediyorlar’’ yaygarasıyla kapatılıyor ve mal varlıklarına el
konuluyordu. Yasaya göre Türkiye,  ABD ve İsrail’in terörist ilan
ettiklerini terörist olarak kabul ediyordu. Bu yasayla, başta ABD ve İsrail
olmak üzere dünyada terör estiren devletler, kendi çıkarları doğrultusunda,
kendilerine  tehdit olarak gördükleri kişi ve kurumları ‘terörü finanse
ediyor’ suçlamasıyla bertaraf edebiliyordu. Yapılan düzenlemeye ve BM
Terörizmin Önlenmesi İle İlgili Uluslararası Sözleşme’nin pratiğine
bakıldığında, başta ABD olmak üzere Güvenlik Konseyi’nin, terörist olarak ilan
ettikleri, örgüt, grup, siyasi oluşum ve camialar Türkiye tarafından da
terörist sayılması gerekiyordu. Bu şekilde terörist ilan edilen kuruluşlarla
ilişki kuran bütün kişi, STK ve şirketler de kara listeye alınıyordu. Hiçbir
yargı kararı da terör listesine giren kurum ve kuruluşları aklayamayacaktı.
Aynı zamanda bu kurum ve kuruluşların mal varlıkları da dondurulacaktı.

Peki, PKK’dan nasıl kurtulacaktık?

Eşkıya başıyla ve Batılı gavurların dayatmasıyla
pazarlığa oturup, Güneydoğumuzun adım adım koparılmasına yol açacak tavizleri
vermek, PKK’yı uslandırmaz, daha da azdırırdı. PKK belasından ancak Kürt
kardeşlerimizin bilinçlenmesi ve direnişe geçmesi sayesinde kurtulma imkânı
vardı, bunun da yolu “manevi şuura ve maddi huzura”, yani İslam’a
dayanmaktaydı. Öyle lafta kalan bir “Din kardeşliği” edebiyatıyla değil,
tamamen Allah rızasına ve Kur’ani esaslara bağlı bir iman inkılâbı yapılması,
Türk-Kürt bütün halkımıza temel hak ve hürriyetlerinin sağlanması, PKK’nın
zehirli zihniyetini kökünden kurutacaktır.

18. Yüzyılın sonunda emperyalistlerin kayıtlarında
açık şekilde görüleceği üzere Batılılar, birden Kürtleri keşfediyor; Türklerden
koparmak ve başka bir millet inşa etmek için çalışmaya başlıyordu. Oysa, 19.
Yüzyıla kadar ne Kürtler kendilerini ayrı bir millet olarak görüyordu, ne de
Türkler Kürtleri ayrı sayıyordu. Hatta Avrupalılar bile, bu tarihlere kadar
Kürtlerde dâhil, Anadolu’da yaşayan herkesi Türk sayıyor ve Türk kavramını
Müslüman anlamında kullanıyordu. Yani Batıda “Türk”le “Müslüman” biri birini
çağrıştırıyordu. Bunu en çarpıcı örneği, İngiliz ansiklopedisi Encyclopedia
Britannica’nın Kürdistan maddesi görülüyordu. Encyclopedia Britannica’nın 1875-1911
yılları arasındaki bütün baskılarında Kürtler, Turanî bir topluluk olarak
tanıtılıyordu. 1911 yılından sonra ise, Turanî olan Kürtler, birdenbire İrani
olup çıkıyordu
.[2]

  1993 yılında, lise çağında iken 13
arkadaşıyla Selam Anadolu Hareketi’ni başlattığını söyleyen Galip İlhaner, şu
an 5 binin üzerinde üyeye eriştiklerini, Türkiye’nin 81 ilinde ve birçok ilçede
temsilciler belirlediklerini, partileşme çalışmalarına hız verdiklerini belirtiyordu.
PKK/BDP karşıtı “Selam Anadolu Hareketi”nin “Benim adıma kan dökme”
yürüyüşleri ve “Artık yeter” mitingleri düzenleyeceğini bildiren Kürt kökenli
İlhaner, şunları kaydediyordu: “Tüm halkımızıbizlere destek vermeye,
terörü beraberce lanetlemeye davet ediyoruz. Biz barış isteyen Kürtleri temsil
ediyoruz. Bütün Kürtler adına PKK’yı silah bırakmaya, bizim adımıza
kardeşlerimizi öldürmekten vazgeçip, vatanlarına dönmeye, kendi kendilerini
tasfiye ederek, Türkiye’ye teslim olup bu kirli savaşa son vermeye çağırıyoruz”
 PKK,
ancak Kürt halkının isteğiyle, çocuğu, yakını PKK’da olanların örgüte baskı
yaparak ‘çocuğumu, kardeşimi, yakınımı istiyorum’ çağrısıyla tasfiye
edilebilir. Sadece Kürt halkının barışçıl iradesi PKK’yı dağdan indirmeye
yeterlidir. Bunu PKK’nın ana gövdesinden bahsederek söylüyorum. Yoksa Ortadoğu
coğrafyasında PKK’lar daha uzun süre bitmez. Bugün PKK, başta İsrail adına, ABD
ve AB gibi dış güçler adına Türkiye’de kaos çıkarmaya çalışmaktadır. PKK,
Türkiye’yi dış güçlerin müdahalesine açık hale getirerek Libya’daki,
Suriye’deki gibi bir ortama zemin hazırlamaya çalışmaktadır”

“PKK’nın en zayıf halkası Kürtlerdir. En güçlü halkaları ise İsrail’dir,
ABD’dir, AB ülkeleri ve bazı komşu devletlerdir. PKK’nın Öcalan üzerinden
tasfiye edilmesi neredeyse imkânsızdır. Biz bu şekilde zaman kaybediyoruz.
Çatışma uzuyor ve insanlarımızı kaybediyoruz. PKK, bugün Kürtlerin elinden
çıkmıştır. Mossad güdümlü, Suriye istihbaratının elemanı olan, Nusayri Fehman
Hüseyin’in eline geçmiştir. MOSSAD ajanı bir Nusayrinin Vanlı, Diyarbakırlı,
Şırnaklı, kardeşlerime emir vererek; Konyalı, Antalyalı, Trabzonlu,
kardeşlerimize kurşun sıkmasına seyirci kalamayız. Bu oyun Kürt halkının
iradesiyle bozulacaktır. BDP ve avanesi çocuklarımızı kendi rantlarına alet
ediyor, çocukları kullanarak ortalığı karıştırıyorlar. Molotofçu bir nesil
oluşturmaya çalışıyorlar. Biz barış isteyen son nesiliz diye de tehditler
savuruyorlar. Kendilerini vazgeçilmez olarak görüyorlar. Bizce PKK, ancak Kürt
halkının baskısıyla, annelerin karşı çıkmasıyla silah bırakabilir. Biz bu yolun
en mantıklı yol olduğunu düşünüyoruz”[3]

 

 


 

maliguller@aydinlikgazete.com

Bilal N. Şimşir, Kürtçülük (1787-1923) Bilgi yayınları, Ankara 2007. Sh.16

Osman Yiğit / Ankara. Akit, 28 ağustos 2012, Sh.10

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/haziran-2013/pkknin-markalasmasi-ts

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi