PKKNIN MARKALAŞMASI, TSKNIN MARKAJA ALINMASI!
Siyonist Yahudi Lobilerinin ve onların güdümündeki
emperyalist güçlerin, PKK gibi on yıllardır emek verdikleri ve masraf ettikleri markalaşmış
bir terör şirketini, öyle Türkiyede toplumsal barışı sağlamak hatırına hemen
vazgeçip tasfiye edeceklerini düşünmek, en hafif tabiriyle, saflıktır.
Güneydoğumuza özerklik sağlamaya hazırlık süreci kapsamında, PKKnın bir
bölümüne geçici eylemsizlik kararı aldırsalar da, Bunlar Öcalanı
takmıyor! bahanesiyle, Kandildeki fiili PKK eşkiyabaşı Murat
Karayılan ve Suriyeli Nusayri Fehman Hüseyin ekiplerinin anarşist saldırılara
devam edecekleri anlaşılmaktadır. Çünkü yıllık 500 milyar dolarlık cirosundan
bahsedilen Afganistan, İran, Kuzey Irak ve Türkiye üzerinden Avrupaya ulaştırılan
uyuşturucu trafiğinin en önemli taşıyıcı ve dağıtıcı elemanlarını PKKlılar
oluşturmaktadır. Hatta İstanbulda esrarengiz bir cinayetle ortadan kaldırılan
Bayan Sierranın da, bu uyuşturucu şebekesinin Türkiye-AB ülkeleri irtibatıyla
görevli bir ABD FBI özel ajanı olduğu ortaya çıkmıştır.
Ayrıca ABD ve İsrail, PKKyı İran, Irak ve Suriyeye
karşı kullanmak ve sözünden çıkarsa tekrar Türkiyenin başına bela sarmak üzere
elinde tutacaktır. Çünkü böylesine markalaşmış bir terör şirketini ve cinayet şebekesini
dağıtmak onların işine yaramazdı. Hepsinden geçtik, bölge ülkelerini ve
hükümetlerini hizaya sokmak ve kendisine mahkûm bırakmak üzere,
CIA ve MOSSAD ajanlarının, hatta patriot füzeleri komandolarının yapacağı
kanlı saldırı ve patlamaların suçunu üzerine yıkacakları, PKK gibi bir
bölgesel eşkıya şebekesine ihtiyaçları vardı.
PKK, İranın üzerine sürülecek
şekilde yeniden düzenleniyordu!
İran kaynaklarına göre, açılımın seyrine bağlı
olarak, Türkiyeden çekileceklerle birlikte PKK militanları İrana, Irak Nuri
Maliki hükümetine ve Suriyeye karşı kullanılacaktı. PKK bunun ilk işaretini
Suriye için vermiş, Yeni Şafak Yazarı Abdülkadir Selvi, Öcalan, devlete,
Suriyede işbirliği yapılması önerisinde bulundu şeklinde yazmıştı. AKP hükümetinin, Mesut Barzaniden sonra PKK ile de ortak zeminde
buluşturulması, Tahranın önüne kocaman bir soru koymuştu: Türkiyeden Kuzey
Iraka çekilecek PKK militanları ne olacaktı? Çekileceklerle birlikte toplam
7-8 bin kişilik silahlı bir güç söz konusuydu. Bunun yaklaşık yarısı, üç bölge
ülkesinde (İran, Irak ve Suriye) yuvalanmıştı.
Tahranı tedirgin eden görüş, yeni süreçte PKKnın
bölge ülkelerine, özellikle de İrana karşı kullanılacağıydı.
PKKnın yeni görev alanı
Tahrandaki endişe, önce Türkiyede İran politikasına
yakın çevrelerde tartışılmaya başlandı. Kaygı,rasthaber.comda yorumlara konu olmuştu:
AKP-PKK arasında sıkı bir pazarlık yaşanmaktadır…
dikkatlerden kaçmayan sayın Başbakanın PKK için söylediği şu hatırlatmasıdır:
Silahları bırakıp çekildikleri sırada operasyon yapmayız!? Bu söz, PKK için
yeni bir görev tayin edilmiş kokusu veriyor. İran ciddi bir tehlike ile karşı
karşıya demektir. Çünkü, Türkiyede misyonu biten PKK, kardeş örgüt PEJAK ile İranın başına bela
olacakmış gibi görünüyor. (12
Ocak 2013)
Başka İran kaynaklarında, PKKnın yeni görev
alanının İranla sınırlı olmadığı, Suriye ve Irak Nuri Maliki Hükümetini de
kapsadığı yorumlarına rastlanıyordu.
Üst düzey Dışişleri kaynağı
Habertürk gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Fatih Altaylı
da gelişmeleri doğrulayan bir yazı kaleme almış, 4 MİT görevlisinin Kandile
Öcalandan bir mektup götürdüğünü vurgulamıştı. Mektup, yeni dönemde örgütün
İran ile nasıl karşı karşıya olacağının da işaretini veriyordu:
Öcalanın Kandile ilettiği en kritik mesaj ise,
İrana dikkat olmuş. Provokasyonlar olacaktır ama en önemlisi
İrandan gelebilecek provokasyonlar. Bunu engelleyin, demiş. (10 Ocak
2013).
Bütün bu gelişmelere Tahran nasıl bakıyordu acaba?
İran Dışişlerine yakın üst düzey bir kaynağa, doğru mu, spekülasyon mu diye
sorulduğunda, İranlı kaynağın cevabı netti. Evet, kendileri de böyle bir
yönlendirme bekliyordu. PKKyı bölge ülkelerinin üzerine sürme politikasını,
bir halk deyimiyle, anasının oynaşını komşunun kapısına yollamaya
benziyordu.
BBC, PKK ile OSLO Yerine ERBİL Görüşmelerine
Başlanacağını duyuruyordu.
BBC’ye konuşan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimi
Hükümet Sözcüsü Dizai sürece destek vereceklerini söylüyordu. Dizainin, “Eğer
bu sorunun çözümüne katkıda bulunmak için herhangi bir destek veya bir rol
oynamamız gerekirse kesinlikle rolümüzü oynamaya çalışacağız” sözleri
dikkat çekiyordu. KDP Dış İlişkiler Sorumlusu Hawrami ise “Kolaylaştırma,
teşvik etme ve fikir verme konusunda kırmızı çizgilerimiz yok”şeklinde
konuşuyordu. MİT ile PKK arasındaki görüşmelerin yeni adresinin Oslo yerine
Erbil olacağı yönündeki iddialar, İngiliz yayın kuruluşu BBC’yi harekete
geçiriyordu. “PKK-MİT görüşmeleri Erbil’e mi taşınıyor?” sorusunun yanıtını
Erbil’de arayan BBC’ye konuşan Bölgesel Kürt Yönetimi Hükümet Sözcüsü Safin
Dizai “Gerekirse kesinlikle rolümüzü oynamaya çalışacağız” diyordu.
BBC, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’i, “Son yıllarda
Türkiye için git gide önem kazanan bir adres” olarak nitelerken
“Erbil’in dört yanında hemen hemen her sektörde Türk şirketleri göze
çarpıyor” diye övüyordu. Ama Erbil’in adının bugünlerde Türkiye kamuoyunda
sadece ekonomik değil, iç siyasal gelişmelerle ilgili de sıkça telaffuz
edildiğini kaydeden BBC, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “siyasi
muhataplarımız yerli de olur, uluslararası da olur. Eğer uluslararası camiada
da Erbil’deki siyasi muhataplardan istifade edeceksek onlarla da bu işi
görüşürüz” sözlerine vurgu yapıyordu. Bu arada Viranşehirde Amaradan
doğan güneş, Rojavayı özgürleştirecek adıyla miting düzenleyen BDPden PYDye
destek veriliyordu. Viranşehirde düzenlenen, Amaradan (Abdullah Öcalanın
doğduğu Halfeti İlçesine bağlı Ömerli köyü) doğan güneş, Rojavayı (Suriyenin
Kamışlı kenti) özgürleştirecek adlı miting, büyük Kürdistan hayalini deşifre
ediyordu.
Baraktan İrana mesaj
Münih Güvenlik Zirvesinde konuşan İsrail Savunma
Bakanı Ehud Barak, Türkiye ile İsrailin arasının düzeltilmesi
gerektiğini söylüyordu. İsrail-Filistin arasındaki ihtilafların
giderilmesi ve Filistin meselesinin halledilmesi için tüm planların masaya
yatırılmasından yana olduklarını ifade eden Barak, Biz çözüm için
masa başında bir araya gelinmesini istiyoruz. Her ülkenin planını da bekliyoruz.
Ancak hala İsraili tanımayan Hamas problem oluşturuyordu. Ancak
biz İsrail-Filistin meselesini çözsek bile körfezde ve bölgede hâkim olmak
isteyen İran, sıkıntı çıkarmaya devam ediyordu.
Türkiye ile Yakınlaşmalıyız
İsrail Savunma Bakanı sözlerini şöyle sürdürüyordu: Türkiye
ve Mısır bölgedeki en büyük kilit ülkeler. Türkiye gerçekten çok kilit bir
noktada yer alıyor. Türkiye ile tekrar yakınlaşmalıyız. Birkaç sene öncesine
kadar aramız gayet iyiydi, ancak malum Mavi Marmara hadisesinden sonra
hükümetler arası anlaşmazlık çıktı ve Türkiye-İsrail arası biraz açıldı.
Türkiye ile aramızda tekrar iyi ilişkiler kurulacağını ümit ediyorum. Bilhassa
bölgenin böyle çetin hadiselere gömüldüğü bir devirde aramızdaki tansiyonu mümkün
mertebe düşürüp iki ülke arasındaki karşılıklı ve anlayışlı yakınlaşmaların
tesis edilmesi gerektiğini düşünüyorum
ABDnin Bölgesel Süper Güç zokasını AKP yutuyordu!
Cengiz Çandar, 7 Ocak 2013 günü Vatan gazetesinde
yayınlanan röportajında Mine Şenocaklıya, Kürt sorununun
çözümünün, Türkiyenin Kuzey Irak bölgesi ve Kürtlerin yaşadığı Kuzey Suriye
ile federasyon şeklinde birleşmesinden geçtiğini söylüyordu.
Çandar zaten 1990lı yıllardan beri ya
büyüyecek ya küçülecek diyerek, Kerkük-Musulu ilhak etmeyen bir
Türkiyenin parçalanacağı görüşünü savunuyordu. Aslında bu görüşlerin asıl
sahibi bilindiği gibi Turgut Özaldır. ABDninTürkiye himayesinde
Kürdistan planını 1987 yılında ABD Savunma Bakan Yardımcısı
William Taft, Türkiyeye gizlenen bir yıldırım ziyareti yaparak
getiriyordu. Türk-Kürt ittifakını gerçekleştirerek Türkiye Bölgesel
Süper Güç olacak! AKPnin İmralıda Öcalanla başlattığı yeni Açılım
süreci bu şekilde propaganda ediliyordu.
Türkiyenin Bölgesel Süper Güç olacağı propagandasının
asıl sahibi Washington oluyordu. Obamanın başkan seçilmesinden sonra ABD, Irak
ve Afganistandan çekileceğini ilan ediyor, doğacak boşluğun ise taşeron
devletler tarafından doldurulması hedefleniyordu. İşte, Türkiyenin Irakın
kuzey ile bütünleşmesi anlamına gelen Kürt açılımı böyle başlıyordu. Abdullah
Gül Kürt açılımı iyi olacak diyor, Türkiye Erbilde
konsolosluk açıyor, Osloda PKK ile gizli görüşmeler başlıyor, kamuoyu
yapıcıları da harekete geçiriliyordu. Niall Ferguson tarafından Newsweekte
büyük bir Osmanlı İmparatorluğu haritası ile birlikte kaleme alınan yazıda,
Ortadoğuda ABDnin çekilmesiyle doğan boşluğun Türkiye tarafından
doldurulacağı anlatılıyordu. HaberTürk, Newsweek yazarı N. Fergusonun, Çokuluslu
şirketlerin sömürge danışmanı olduğunu belirtiyordu. İşte bu Siyonist sömürge
danışmanı; Tayyip Erdoğanın Türkiyesinin bölgesel bir süper güç olacağını,
Atatürk öncesi sürece dönme arzusu taşıdığını ve Türkiyenin Ortadoğuda yeni
bir Müslüman imparatorluğa ulaşacağını söylüyordu.
Bölünmüş Irak, ucuz enerji demek haberleri bilinçli
yayılıyor, Barzani ile gizli anlaşmalar yapılıyordu.
Aytun Çıray, AKP Hükümetinin, Kuzey Irak yönetimiyle
2012 Mayısında gizli anlaşma yaptığını ve bunu Meclisten kaçırdığını
söylüyordu. Çıray, Mayıs 2012 de AKP Hükümetinin Bağdatı devre dışı
bırakarak Kuzey Irak bölgesi Yönetimi ile bir enerji anlaşmasını imzalamak
üzere olduğunu, bir madde hariç anlaşmanın diğer maddelerinde mutabakat
sağlandığını, bu anlaşmaya zemin teşkil edecek olan çerçeve düzenleme
anlaşmasının da çoktan imzalandığını belirtiyordu. Basında çıkan haberlere
göre anlaşma, Irakın kuzeyinde petrol ve doğalgaz arama ve çıkarmayı, bulunan
petrol ve doğalgazın Türkiye üzerinden dünya piyasalarına pazarlamayı
içeriyordu. Türkiye, Kuzey Irak Bölgesel yönetimi ile henüz TBMMden çıkmamış
bu anlaşmayı çerçeve Düzenleme Anlaşmasına dayanarak hayata geçiriyordu.
Babakanın Neçirvan Barzani, Enerji Bakanı Taner
yıldız ve kuzey Irakın Doğal Kaynaklar Bakanı Ashti Hawrami arasında doğalgaz
ve ham petrole yönelik imzalar atıldığını söylediğini hatırlatan Çıray, petrölü
çıkartan ve özerk bölgenin onayıyla Türkiye üzerinden satan şirketin genel
müdürü Tony Heyvardın 17 Ocak 2013 tarihinde uluslar arası haber ajanslarına
bir açıklama yaptığını ve bu açıklamada söz konusu sevkiyata cevaz veren
anlaşmanın niteliğinin devletten devlete olduğunu söylediğini belirtiyordu.
– Bu anlaşma varsa ve ilgili şirket yetkililerince
ifşa edildiği şekilde “devletten devlete” imzalanmışsa, Türkiye ile
hangi devlet arasında imzalanmıştır? KIBY diye uluslararası tanınılırlığı olan
bir “devlet” statüsü kazanmış mıdır?
– Eğer böyle bir anlaşma yapıldıysa, Irak ve KIBY
Anayasalarına göre KIBYnin merkezi Irak hükümetinin onayı olmadan bu anlaşmaya
imza atma yetkisi var mıdır?
– KIBYnin bu anlaşmayı yapma yetkisi varsa, Irak
Merkezi hükümeti neden ve neye dayanarak petrolün doğrudan Türkiyeye sevk
edilmesi ve satılması halinde üretici firmayı dava edeceğini, satılan mallara
el koyacağını resmen açıklanmış mıdır?
– Irak Merkezi Hükümetinden bu onay alınmadıysa, T.C
adına bu anlaşmayı imzalayanlar hangi hukuki zemine, kanuna, kararnameye veya
yönetmeliğe dayanarak bu belgeye imza atmışlardır?
– Dış İşleri Bakanlığımız KIBYni muhatap kabul ettiği
takdirde, bu muhataplık hangi ulusal ve uluslararası hukuka uygun yapılmıştır?
– Bu anlaşma hala TBMM’nin onayına sevk edilmediği ve
hukuken yürürlüğe girmediği halde, Kuzey Irak’tan petrol sevkiyatı neye
dayanılarak merkezi Irak yönetiminin kesin muhalefetine rağmen başlatılmıştır?
Bu anlaşma, KIBY ile Türkiye arasında federatif bir
cumhuriyet kurulmasının alt yapısı ve hazırlığı mıdır? Soruları hala yanıtını
aramaktaydı.
Yani Anayasa Hazırlığı!
ABD Ankara Büyükelçisi Ricciardone de Türkiyedeki
sorunlara çözüm için, Yeni Anayasaya işaret ederek, Hükümet örnek bir çaba
ile yeni anayasa yapmaya çalışıyor ifadesini kullanıyordu.
Gazetelerin Ankara temsilcileri ile bir araya gelen
ABD Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone, halen hapiste olan
milletvekillerini, öğretim üyelerini, eski YÖK Başkanını ve tutuklu askerleri
gündeme getirerek, Tam anlaşılamayan suçlamalar, 16 yıl önceki çalışmalarla
ilgili belirsiz ithamların ve hüküm öncesi uzun süren tutuklamalar ve şeffaflık
eksikliği gibi hatalar olduğunu hatırlatıp, Bu insanlar terörist olarak
yorumlanırsa kafalar karışır, Avrupa ve ABD mahkemelerinin buna anlam vermesi
zorlaşır. Burada iyi haber şu: Hükümet son derece örnek bir çaba ile yeni bir
Anayasa yapmaya çalışıyor. Bunu Türkiye dışında yapan pek görünmüyor. Eminim
daha iyi bir Anayasa olacak. Ayrıca Adalet Bakanı, bir değil, 2 değil, tam 4
yargı paketi gündeme getirdi. Türkiye, hukukun üstünlüğüne dayalı, mükemmel bir
yasamaya sahip bulunuyor diye övüyordu.
Ricciardone, nüfusunun bir parçası olan
Kürtlerin ana dilini kullanması konusunda birlikte attıkları adım için
de hem hükümeti hem de muhalefeti kutluyordu.
ABD ve Türkiyenin üst düzey askeri liderleri
arasında çok önemli ziyaretler oldu. Bunları gizli tutmam gerekiyor. Bizim,
operasyonel istihbarat füzyonu dediğimiz bir çalışma sistemi var, yürüyor diyen Ricciardonenin sözünü ettiği işbirliği çerçevesinde, geçen yıl
Ağustos ayında Türkiye-ABD Dışişleri, istihbarat ve askeri birimleri arasında
Operasyonel Ortak Görev Gücü adlı bir birim kuruluyordu. Suriyedeki
gelişmeler gerekçesiyle kurulduğu açıklanan bu görev gücünün daha geniş bir
görev kapsamı olduğu ortaya çıkıyordu. Bu mekanizmaların kurulmasının ardından,
İzmir NATOnun Kara Kuvvetleri Komutanlığı merkezi yapıldı, Patrotlar
Türkiyeye yerleştirildi ve Ricciardonenin sözünü ettiği deneyim paylaşımı
gerekçesiyle ABD-Türkiye Özel Kuvvetleri arasında süresiz bir ortak çalışmayı
hedefleyen özel anlaşma imzalanıyordu.
Davutoğlunun Çakıl taşı palavrası!
İsrail uçaklarının Suriyeyi vurması üzerine Dışişleri
Bakanı Davutoğlu: Suriye, İsraile bir çakıl taşı dahi atmadı diyerek
eleştiriyordu. Mavi Marmaradan sonra Türkiye İsraile çakıl taşı attı da biz
mi görememiştik? İsrailin Suriyeye düzenlediği hava saldırısı karşısında
Şamın tavrını eleştiren Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Niye İsrail
uçakları Esadın sarayının üzerinden uçup ülkesinin onuruyla oynarken bir çakıl
taşı bile atmıyor? Diye hava atıyordu. Oysa İsrail, Akdenizde 9 Türkü Mavi
Marmara gemisinde şehit edip ülkenin gururu ile oynarken Davutoğlu ve AKP
kadrosu sadece şov yapıyordu. Çünkü Türkiyenin 10 yıllık AKP iktidarında en
fazla ticaret hacminin genişlediği ülkeler arasında ABD ve İsrail ilk sıralarda
yer alıyordu. Rakamlara bakıldığı zaman 10 yıllık süre içinde ABDde ile
ihracatımız tavan yaparken, ithalatımız yerinde sayılıyordu. Türkiye ve İsrail
arasındaki toplam dış ticaret hacmi de bu süre içinde 29 milyar 510 milyon
dolara yükseliyordu. 8 milyon nüfuslu İsrail ile yapılan bu ticaret hacmi,
İsrail ile AKP arasındaki, ilişkinin duygusal boyutunu gözler önüne
seriyordu. AKP Türkiyesi vatandaşlarının kanını İsraile dış ticaret reel
politik adı altında para karşılığında satıyordu. Oysa AKPnin Beşar Esad
karşıtı politikalarında sarıldığı bir yalan da İsrailin Şam yönetimini
desteklediği iddiası oluyordu. Böylece tabanlarının Biz İsrail
karşıtıyız. İsrail Beşar Esadı desteklediğine göre, partimizin Şama karşı
harekete geçmesi doğrudur ve normaldir şeklinde düşünmesi
sağlanıyordu.
AKPnin Yeni Şafakta yazan Merkez Karar Yönetim
Kurulu (MKYK) üyesi Yasin Aktay ise; Esada İsrailden hayat öpücüğü başlıklı
yazıyla, bu yalanın dozajını daha da artırıp, iki ülkenin işbirliğinin uzun yıllara
dayandığını ileri sürüyordu. Profesör unvanlı Yasin Aktayın Şamın sürekli
İsrailin çıkarlarını savunduğunu yazması, kuşkusuz cehaletten değil fakat
yalanın kuyruklusuna duyulan ihtiyaçtan kaynaklanıyordu.
İsrailin Suriyeye operasyon hazırlığı sürüyordu!
Peki, gerçek ne? Olayları ve açıklamaları tarihi
sırasına göre anımsayalım:
1) İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak: Suriyeye
operasyon için hazırlıklara başladık diyordu. (Hürriyet, 21 Temmuz 2012)
2) İsrail Dışişleri Bakanlığı Siyasi Direktörü Pinhas
Avivi, Suriye konusunda Türkiye ile masaya oturmayı öneriyordu. (Hürriyet, 22
Ekim 2012)
3) İsrailden Suriyeye ateş açılıyordu. (Hürriyet, 11
Kasım 2012)
4) İsrail, Ürdünde Özgür Suriye Ordusu subaylarıyla
gizli görüşme yapıyordu. (Ajanslar, 31 Aralık 2012)
5) Almanyada yayımlanan Focus dergisi, İsrailin
Sayeret Matkal adlı komando birliğinin, Özgür Suriye Ordusuna destek için uzun
bir süredir Halepte olduğunu yazıyordu. (1 Ocak 2013)
6) Lübnanda yayımlanan El Manar Dergisi, Türkiye ile
Katarın 20 Ocak 2013te Tel Avivde İsrailli yetkililerle Suriye konusunda
gizli bir görüşme yaptığını açıklıyordu. Dergiye göre Türkiyeyi İstihbarat
Başkan Yardımcısı temsil ediyordu.
7) Ve nihayet İsrail uçakları, Suriyeyi vuruyordu.
(31 Ocak 2013)
İsrail güvenliğinin mihenk taşı: AKP Oluyordu.
8) İsrailin eski güvenlik danışmanı Moşe Maoz, 1
Şubat 2013te ABDnin Los Angeles Times gazetesine verdiği demeçte, İsrailin
Suriye saldırısının ABD ve Türkiye ile koordine edilmiş olabileceğini belirtiyordu.
9) İsrail Savunma Bakanı Ehud Barakın Münih Güvenlik
Konferansında söylediği şu sözler, İsrailin gerçekte AKPnin Suriye
politikasıyla uyumlu olduğunu gösteriyordu: Hizbullah ve İranlılar
Esadın kalan tek müttefikidirler. Esadın düşüşü çok yakındır ve bu İranlılar
ile Hizbullaha büyük bir darbe olacaktır.
Üstelik Ehud Barak konuşmasında, Şam Yönetimine karşı
mücadele eden Türkiye ile Suudi Arabistanı bölge güvenliğinin
mihenk taşı olarak övgüler yağdırıyordu. (Anadolu Ajansı, 3 Şubat
2013) Haliyle İsrailden Esada hayat öpücüğü diyen AKP yöneticilerine sormak
durumundayız: İsrail aslında kimi öpüyordu?[1]
Böylesine kuru sıkı palavralarla halkın havasını
alan AKP En büyük terörist olan ABDye hizmet yasası çıkarıyordu.
Hükümet, Terörizmin Finansmanın Önlenmesi
Tasarısı adı altında, başta Hamas olmak üzere Müslüman örgüt,
grup ve siyasi oluşumlara yapılacak yardımın önünü kesmeye hazırlanıyordu.
Tasarı yasalaşırsa ABD ile İsrailin istemediği İslami gruplar tüm dünyada
yalnız ve yardımsız bırakılıyor bu kuruluşlara destek veren kurumlar da
terörü finanse ediyorlar yaygarasıyla kapatılıyor ve mal varlıklarına el
konuluyordu. Yasaya göre Türkiye, ABD ve İsrailin terörist ilan
ettiklerini terörist olarak kabul ediyordu. Bu yasayla, başta ABD ve İsrail
olmak üzere dünyada terör estiren devletler, kendi çıkarları doğrultusunda,
kendilerine tehdit olarak gördükleri kişi ve kurumları terörü finanse
ediyor suçlamasıyla bertaraf edebiliyordu. Yapılan düzenlemeye ve BM
Terörizmin Önlenmesi İle İlgili Uluslararası Sözleşmenin pratiğine
bakıldığında, başta ABD olmak üzere Güvenlik Konseyinin, terörist olarak ilan
ettikleri, örgüt, grup, siyasi oluşum ve camialar Türkiye tarafından da
terörist sayılması gerekiyordu. Bu şekilde terörist ilan edilen kuruluşlarla
ilişki kuran bütün kişi, STK ve şirketler de kara listeye alınıyordu. Hiçbir
yargı kararı da terör listesine giren kurum ve kuruluşları aklayamayacaktı.
Aynı zamanda bu kurum ve kuruluşların mal varlıkları da dondurulacaktı.
Peki, PKKdan nasıl kurtulacaktık?
Eşkıya başıyla ve Batılı gavurların dayatmasıyla
pazarlığa oturup, Güneydoğumuzun adım adım koparılmasına yol açacak tavizleri
vermek, PKKyı uslandırmaz, daha da azdırırdı. PKK belasından ancak Kürt
kardeşlerimizin bilinçlenmesi ve direnişe geçmesi sayesinde kurtulma imkânı
vardı, bunun da yolu manevi şuura ve maddi huzura, yani İslama
dayanmaktaydı. Öyle lafta kalan bir Din kardeşliği edebiyatıyla değil,
tamamen Allah rızasına ve Kurani esaslara bağlı bir iman inkılâbı yapılması,
Türk-Kürt bütün halkımıza temel hak ve hürriyetlerinin sağlanması, PKKnın
zehirli zihniyetini kökünden kurutacaktır.
18. Yüzyılın sonunda emperyalistlerin kayıtlarında
açık şekilde görüleceği üzere Batılılar, birden Kürtleri keşfediyor; Türklerden
koparmak ve başka bir millet inşa etmek için çalışmaya başlıyordu. Oysa, 19.
Yüzyıla kadar ne Kürtler kendilerini ayrı bir millet olarak görüyordu, ne de
Türkler Kürtleri ayrı sayıyordu. Hatta Avrupalılar bile, bu tarihlere kadar
Kürtlerde dâhil, Anadoluda yaşayan herkesi Türk sayıyor ve Türk kavramını
Müslüman anlamında kullanıyordu. Yani Batıda Türkle Müslüman biri birini
çağrıştırıyordu. Bunu en çarpıcı örneği, İngiliz ansiklopedisi Encyclopedia
Britannicanın Kürdistan maddesi görülüyordu. Encyclopedia Britannicanın 1875-1911
yılları arasındaki bütün baskılarında Kürtler, Turanî bir topluluk olarak
tanıtılıyordu. 1911 yılından sonra ise, Turanî olan Kürtler, birdenbire İrani
olup çıkıyordu.[2]
1993 yılında, lise çağında iken 13
arkadaşıyla Selam Anadolu Hareketini başlattığını söyleyen Galip İlhaner, şu
an 5 binin üzerinde üyeye eriştiklerini, Türkiyenin 81 ilinde ve birçok ilçede
temsilciler belirlediklerini, partileşme çalışmalarına hız verdiklerini belirtiyordu.
PKK/BDP karşıtı Selam Anadolu Hareketinin Benim adıma kan dökme
yürüyüşleri ve Artık yeter mitingleri düzenleyeceğini bildiren Kürt kökenli
İlhaner, şunları kaydediyordu: Tüm halkımızıbizlere destek vermeye,
terörü beraberce lanetlemeye davet ediyoruz. Biz barış isteyen Kürtleri temsil
ediyoruz. Bütün Kürtler adına PKKyı silah bırakmaya, bizim adımıza
kardeşlerimizi öldürmekten vazgeçip, vatanlarına dönmeye, kendi kendilerini
tasfiye ederek, Türkiyeye teslim olup bu kirli savaşa son vermeye çağırıyoruz PKK,
ancak Kürt halkının isteğiyle, çocuğu, yakını PKKda olanların örgüte baskı
yaparak çocuğumu, kardeşimi, yakınımı istiyorum çağrısıyla tasfiye
edilebilir. Sadece Kürt halkının barışçıl iradesi PKKyı dağdan indirmeye
yeterlidir. Bunu PKKnın ana gövdesinden bahsederek söylüyorum. Yoksa Ortadoğu
coğrafyasında PKKlar daha uzun süre bitmez. Bugün PKK, başta İsrail adına, ABD
ve AB gibi dış güçler adına Türkiyede kaos çıkarmaya çalışmaktadır. PKK,
Türkiyeyi dış güçlerin müdahalesine açık hale getirerek Libyadaki,
Suriyedeki gibi bir ortama zemin hazırlamaya çalışmaktadır
PKKnın en zayıf halkası Kürtlerdir. En güçlü halkaları ise İsraildir,
ABDdir, AB ülkeleri ve bazı komşu devletlerdir. PKKnın Öcalan üzerinden
tasfiye edilmesi neredeyse imkânsızdır. Biz bu şekilde zaman kaybediyoruz.
Çatışma uzuyor ve insanlarımızı kaybediyoruz. PKK, bugün Kürtlerin elinden
çıkmıştır. Mossad güdümlü, Suriye istihbaratının elemanı olan, Nusayri Fehman
Hüseyinin eline geçmiştir. MOSSAD ajanı bir Nusayrinin Vanlı, Diyarbakırlı,
Şırnaklı, kardeşlerime emir vererek; Konyalı, Antalyalı, Trabzonlu,
kardeşlerimize kurşun sıkmasına seyirci kalamayız. Bu oyun Kürt halkının
iradesiyle bozulacaktır. BDP ve avanesi çocuklarımızı kendi rantlarına alet
ediyor, çocukları kullanarak ortalığı karıştırıyorlar. Molotofçu bir nesil
oluşturmaya çalışıyorlar. Biz barış isteyen son nesiliz diye de tehditler
savuruyorlar. Kendilerini vazgeçilmez olarak görüyorlar. Bizce PKK, ancak Kürt
halkının baskısıyla, annelerin karşı çıkmasıyla silah bırakabilir. Biz bu yolun
en mantıklı yol olduğunu düşünüyoruz[3]
Bilal N. Şimşir, Kürtçülük (1787-1923) Bilgi yayınları, Ankara 2007. Sh.16
Osman Yiğit / Ankara. Akit, 28 ağustos 2012, Sh.10
http://www.millicozum.com/mc/haziran-2013/pkknin-markalasmasi-ts