Anasayfa » NASR SURESİNİN İBRETLİ TEFSİRİ VE HİKMETLİ MÜJDELERİ:

NASR SURESİNİN İBRETLİ TEFSİRİ VE HİKMETLİ MÜJDELERİ:

Yazar: yonetici
0 Yorum 97 Görüntüleyen

NASR SURESİNİN İBRETLİ TEFSİRİ

VE

HİKMETLİ MÜJDELERİ:

      

FATMA BETÜL ERİŞKİN / KONYA / 10.01.2020

Rüyamda: Gebze’de, abilerimizin haftalık Milli Çözüm sohbetlerini yaptıkları binada oluyorum. Bu arada yatsı ezanı okunmuş oluyor. Abiler telaşla abdestlerini alıp, yatsı namazı için hazırlıklarını yapıyorlar. Ben de bir kenarda oturup bekliyorum. Az sonra, odadaki tüm masa ve sandalyeleri dışarıya çıkartıp yerlerine seccadeleri uzunca saflar oluşturulacak şekilde seriyorlar. Bu esnada durmadan gelenler olduğu için sürekli zil çalıyor. Yine bir zil çalıyor ve teşrif buyuran Aziz Erbakan Hocamız oluyorlar. Abiler hemen kalkıp Erbakan Hocamızın mübarek ellerini öpüyor, kucaklaşıp hasret gideriyorlar. Konya Milli Çözüm Ekibinden de abi ve kardeşlerimiz orada oluyor ve Erbakan Hocamızın mübarek ellerini öpüp, hasret gideriyorlar. Ben, orada hasret giderenlerin arasında tek bayan olduğum için biraz rahatsız oluyorum. Neden orada olduğumu ve neden başka hanım kardeşlerimin orada olmadıklarını bilmiyorum. Eşime: “Aziz Hocamız burada olmama kızarlar mı acaba? Hem, burada bulunan tek bayan olduğuma göre, program bayanlara açık bir program değil galiba. Bu sebeple Erbakan Hocamızı rahatsız etmeyeyim!” diyorum, ama eşim beni görmüyor ve söylediklerimi de duymuyor. Ben şaşkın ve ne yapacağımı bilmez bir vaziyette ayağa kalkıp seccadelerin arasında yürümeye başlıyorum. Bu arada, diğer abi ve kardeşlerimiz de beni görmüyorlar. Ben o şekilde şaşkın şaşkın dolanırken, Erbakan Hocamız yanlarına gelmemi işaret buyurdular. Hemen yanlarına gidip, mübarek ellerini öptüm ve: “Aziz Hocam, burada bulunan hiç kimse beni görmüyor ve duymuyor, ama Siz görüyorsunuz. Abiler beni göremeyince rahatsız olmazlar ama Sizi rahatsız ediyorsam hemen çıkabilirim? Zaten, neden burada olduğumu ve neden tek başıma geldiğimi de bilmiyorum!” dedim. Erbakan Hocamız: “Seni Biz çağırdık, Bizim davetlimiz olduğun için de onlar seni göremiyor ve duyamıyorlar. Ahmet biraz rahatsız, ama Allah’ın izniyle şifası bizdedir. İstedik ki bu hafta hem Ahmet’i sohbetinde destekleyelim, hem kardeşlerimizi görelim, hem de Nasr Suresinin tefsirini yapalım. Tefsir sözünü de sana verdiğimiz için, daha doğrusu tefsirleri Bizden sen istediğin için; seni de çağırdık ki, notlarını alıp kardeşlerimize iletesin. Bu surenin spot cümlesi şudur; sıkça tekrarlayacağız ki, akıllarımızda iyice yer etsin! Nedir bu cümle? “Hayali olmayanın, gerçeği olamaz!” Bu cümle kime aittir? Bu cümle Efendimize aittir! İslam’ın ilk yıllarında Mekke’nin fethini müjdeledikleri zaman müşrikler: “Bu, ancak hayaldir. Siz bunu ancak hayallerinizde görürsünüz” demişlerdi. Bunun üzerine Efendimiz, daha sonra Bizim dilimize de düşecek olan o güzel cümleyle cevap vermişler: “Hayali olmayanın gerçeği olmaz! Hayalsiz, gerçeğe ulaşılamaz!” buyurmuşlardı.

O esnada yeniden zil çaldı. Kapı açıldı ve Muhterem Ahmet Hocamız teşrif buyurdular. Erbakan Hocamızla kucaklaştılar ve Erbakan Hocamızın talimatlarıyla imamete geçip, yatsı namazını kıldırdılar. Biraz yorgun, bitkin ve halsizdiler. Mübarek alınlarında buz gibi ter belirip duruyordu. Erbakan Hocamız sık sık Ahmet Hocamızın mübarek alınlarındaki terleri siliyorlardı. Sonra Erbakan Hocamız namaz safından, herkesi görebilecek şekilde arkadaşlarımıza taraf döndüler. Ahmet Hocamızı mübarek dizlerine yatırdılar ve kardeşlerimizden Ahmet hocamızın üzerlerini örtmelerini talimat buyurdular. Sonra Erbakan Hocamız Ahmet Hocamıza: “Oturmaya vakit bulamayacağın günlerin olacak ve çok yorulacaksın. Vaktin varken dizimizde dinlen, biz de surenin tefsirini yapalım, Sen de hem surenin tefsirinde hem de dizimizde şifanı bul!” buyurdular. Mübarek sağ elleri sürekli Ahmet Hocamızın mübarek başlarında ve saçlarındaydı. Ahmet Hocamızın mübarek saçlarını sürekli ileri geri hareketlerle okşadılar ve başladılar:

“Euzü billahimineşşeytanirracim. Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdülillahi Rabbil alemin. Essalatü vesselamü ala Resulina Muhammedin ve ala alihi ve sahbihi ecmain. Allahümme Rabbişrahli sadri, ve yessirli emri, vahlül ugdeten mil lisani, yefgahü gavli. Ve üfevvizü emri İlallah. İnallahe basirun bil ibad.”

“Allah’ın selamı, rahmeti, bereketi, feyzi, tüm Müslümanların ve insanlığın üzerine olsun. Toplantımız, tüm insanlığın kurtuluşuna vesile olsun inşallah. Sure, adını ilk ayette geçen ve “yardım”, “zafer” anlamına gelen “nasr” kelimesinden alır. Sure, Veda Haccı esnasında, Mina’da inmiştir. Surede, Rabbimizin Efendimiz Aleyhisselatü Vesselama nasip ettiği zafer, fetih ve fetih sonrası neler yapmaları, nasıl hareket etmeleri ve insanların bu büyük fethin sonrasında, grup grup İslam’a girmelerinden bahsedilir.”

Nasr Suresi:

1- Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman (ki Allah’ın va’adi Hakk’tır.)

2- Ve (o güne kadar Hakk’tan kaçan) insanların dalga dalga Allah’ın dinine (ve adalet düzenine) girdiklerini gördüğün an (ne kutlu ve mutlu bir zamandır.)

3- Hemen Rabbini hamd ile tesbih et (çünkü zafer Allah’tandır) ve O'ndan mağfiret dile (çünkü cihad ve itaat konusunda eksikleriniz vardır ve zaferi kendinizden bilme gafletinden Allah’a sığınmalıdır). Şüphesiz O, (istiğfarı çokça kabul buyuran) Tevvab olandır.

“Aslında, Meali Kerim’de açık açık anlatılmıştır. Kısaca bu Sureden ne anlamamız gerektiğine girecek olursak; surede Efendimize, Allah’ı hamd ve tesbih etmeleri emredilmiştir. Çünkü O, Allah’ın lütfuyla büyük bir işi başarıyla tamamlayıvermiştir. Görevlerini yerine getirirlerken, zaaf ve eksiklik göstermemişlerdir. Lakin ümmetinden büyük fethe giderken, görevlerini yaparken zaaf ve eksiklik gösterenler olacağından, onlara af dilemeyi göstermek ve öğretmek için Kendilerine bu görev verilmiştir.

“Allah’ın yardımı gelip fetih gerçekleştiği zaman”… Allah’ın yardımından maksat; Mekke putperestlerine veya bütün düşmanlarına karşı Allah’ın, Efendimize lütfettiği her türlü yardımıdır. Aslında fetihten maksat; fetihlerin fethi olan Mekke’nin Fethi olmak üzere, Efendimize nasip olan bütün fetihlerdir. Ve kıyamete kadar her Mü’minin, yine Allah’ın yardımıyla kavuşacakları bütün fetihlerdir. Bizce Efendimize verilen fetihlerin yanı sıra, fethe giden yolda Kendisine verilen ilimler, dünya nimetleri ve cennettir fetih ki bunlar, kıyamete kadar da, aynı yolda samimiyetle ilerleyen her Mü’mine verilecektir. Burada daha önce kapalıyken, Hak katından kula açılan rızklar, ibadetler, ilimler, anlayışlar, keşifler, açık-gizli, maddi-manevi tüm nimetler kastedilir. Bu noktada en büyük yardım; fetihtir. Doğrudur; en büyük fetih, Rabbimizin Zatı Ehadiyetinin tecellisinden, kulun kalbine açılan manevi fetihler kapısıdır. Ki, diğer tüm fetihler, kula böyle bir fethin açılmasına birer vesiledir. Efendimize, lisanı hal ile denilmiştir ki; “Sen bizim en kıymetlimiz konumundasın. Biz en büyük fethi Senin kalbine yaptık. Biz Senin kalbinin kapılarını dini İslam’a, Cennetü Cemal’e açtık. Senin sadece kendi kalbine açılan fetih kapılarından mutlu olmayacağını bildiğimiz için, aynını ümmetine de vaat ettik. Ümmetinden kim ki Bize gönlünü sonsuz açar, Biz de onun kalbine fetih kapılarını açarız. Bu hâl sonrasında Sen mutlu, ümmetin umutlu, dünya huzurlu, ahiret garantili, Biz razı, şeytan mağlup olacaktır… Bundan daha güzeli var mıdır?

Rabbimiz, hidayet ve hak dinle gönderdiği Peygamberine, zafer vereceğini vaat etmişti. Bu surede, işte o İlahi yardımın geldiği, fethin gerçekleştiği ve insanların, gruplar halinde, dalga dalga Allah’ın dinine girdiği bildirilir.

Surede, Efendimizin şahsında, genel olarak tüm Mü’minlere hitap edilerek; Allah’ın kendilerine bir nimet ve yardım lütfettiğinde, O’na hamd ve şükretmeleri gerektiği ifade ve ihtar edilir!

Efendimiz ve ashabı, vahyin başladığı Mekke döneminde fakir ve güçsüzlerdi. Ta ki Hudeybiye Anlaşmasına kadar. Kendilerine yapılan zulümlere gerektirdiği gibi karşı koyacak kadar güçlü değillerdi. Bu sebeple büyük sıkıntılar çektiler. 20 yıla yaklaşan bu süre içinde, Müslümanlar maddi ve manevi bakımdan donanıp kendilerini geliştirdikten sonra, Allah’ın nusret ve zafer dönemi gelmişti. Efendimizin vefatlarının 2-3 ay öncesinde de bu başarı, kemal noktasına ulaşmıştır.

Efendimiz, insanları kurtuluşa çağırırken, çağrılarına olumlu cevap alamadıkları için üzülüyorlar, hatta din hususunda, Kendi kavimleri tarafından yalan söylemekle suçlanıyorlardı.

Medine döneminde Mü’minler, Allah’ın yardımıyla güçlendiler. Kendilerine haksızlık yapan, zulmeden inkârcılara karşı savaşabilecek duruma geldiler. Maddi-manevi güçlenip, imanları kemale erince de fetihler başladı. Bu durum, Arapların İslam’a girmelerinde büyük etken oldu. Özellikle Mekke’nin Fethinden sonra Arap kabileleri, savaşmak yerine İslam’ın hâkimiyetini kabul etmiş ve dalga dalga İslam’a girmişlerdir.

Suredeki en önemli noktalardan birisi de; bir Resul ile dünyevi bir önder arasındaki farkın ne kadar büyük olduğudur! Dünyevi öndere, dünyada büyük bir inkılap yapmak nasip olsa, o kişi törenler düzenleyerek başarısını ve önderliğini kutlar ve gurur duyar. Ama Efendimiz, 23 sene gibi kısa bir sürede, bir kavmin akide, düşünce, ahlak, kültür, medeniyet, muaşeret, siyaset, iktisat ve savaş anlayışını kökünden değiştirmiş, cahiliyeye boğulmuş bu kavmi, bütün dünyaya hâkim ve örnek olacak bir duruma getirmiştir. Böylece dünyadaki bütün kavimlere kıyamete kadar önder olmaya layık bir konuma yükselmişlerdir. Ama böyle bir başarının sonunda bile, törenler düzenleyip gururlanmak yerine, Allah’a hamd edip mağfiret dilemesi ve O’nu tesbih etmesi emredilmiştir. Efendimiz de bu emri en güzel şekilde yerine getirmiş, büyük bir başarı elde ederek fethettikleri Mekke’ye, develerinin üzerinde secde eder halde, mübarek başları eğik bir şekilde girmişlerdir.

Efendimiz, Mekke’yi fethedip insanlar dalga dalga İslam’a girmeye başlayınca, Arap Yarımadasındaki topluluklar: “Muhammet (SAV) harem ehline karşı muzaffer olduysa, artık O’na kimse karşı koyamaz!” dediler ve savaşsız, İslam’a girdiler. Bu döneme Heyetler Senesi denilmiştir. Arap Yarımadasının her köşesinden insanlar, heyetler halinde Efendimizin huzurlarına gelerek İslam’a girdiler. O’na biat ettiler. Efendimizin Veda Haclarını yaptıkları Hicri 10’uncu senede, bütün Arabistan tek bayrak altında birleşti, artık ülkede hiç müşrik kalmadı.

Heyhat ki şu an aynı Arabistan; Allah’tan, Resulünden, İslamiyet’ten ruhen, vicdanen ve ahlaken uzaklaşmış vaziyettedir. İslam adına dini mübine, Efendimize, İslam âlemine ve tüm insanlığa zulüm ve eziyet etmektedir… İslam’ın yok olması için yapılan tüm faaliyetlerde, anlaşmalarda, ilk imzayı atmakta ve maddi desteği sunmaktadır. Allah’ın izniyle, bütün Allah düşmanlarıyla birlikte bunların da defteri dürülecek, hak ettikleri cezayı hem bu dünyada hem de ahirette misliyle göreceklerdir.

Bölgede tek müşrik kalmaması ve İslam’ın bayrağının dalgalanmasının ardından, bütün bu nimetlere şükür olarak, “Artık Rabbini övgüyle yücelterek tesbih et ve O’ndan bağışlanma dile. Çünkü O, tövbeleri çokça kabul edendir!” buyrulması anlamlı ve önemlidir. Bilinmelidir ki bu nimetler, zaferler, fetihler ve başarılar, Allah’ın bir lütfu ve inayetidir. Eğer O dilemeseydi, bunların hiç birini başarmamız mümkün değildir. Buna göre kul, tüm bu nimetleri Rabbinden bilerek, acziyet ve teslimiyet içinde O’na yönelmelidir. NASR Suresinde; Efendimize ve O’nun şahsında bütün Mü’minlere 3 husus emredilir.

Birincisi: Hamd etmemiz emredilmiştir. Allah’a hamdü sena etmek, nihayetsiz güzellik ve yüceliği sebebiyle O’nu övmek ve O’na şükretmektir. Burada hamdın emredilmesinin sebebi, “Rasulüm! Bu büyük başarının Senin gayretin ve marifetinin sonucunda geldiği aklına bile gelmesin. Bunlar tamamen Allah’ın lütfuyla olan neticelerdir. Bunun için Allah’a şükret. Kalp, beden ve lisanla bunu itiraf et! Çünkü böyle büyük bir işi gerçekleştiren ve bu başarının Yaratıcısı ancak Allah’tır. Hamd edilmeye layık olan da, yalnızca O’dur!

İkincisi: Tesbih etmemiz emredilmiştir. Tesbih; Cenabı Hakkı her türlü noksan sıfatlardan uzak tutmak, her bakımdan O’nu tenzih etmektir. Burada emredilmesinin hikmetiyse şudur; Allah, dininin yücelmesi için sizin çalışma ve gayretlerinize muhtaç değildir. Gayretlerinizin başarıya ulaşmasının ancak Allah’ın yardımıyla olabileceğine kesinlikle inanmanız gerekir. Allah ki, bir işi istediği kuluna yaptırabilir. Bir kula bunun gibi şerefli bir hizmeti yaptırması, aslında ona Allah’ın bir ihsanıdır. Allah’ın, sizin üzerinizdeki ihsanı da, O’nun dinine hizmet etme şerefini size vermesidir.

Üçüncüsü: İstiğfar etmemiz emredilmiştir. İstiğfarın içinde tövbe vardır. Çünkü ayet, Allah’ın Tevvab, yani tövbeleri çokça kabul eden İsmiyle sona erer. Buna göre, eksikliklerimiz, kusurlarımız ve günahlarımız için Allah’tan bağışlanma dilememiz ve O’na tövbe edip boyun bükmemiz istenmektedir. Aslında Hak Teâlâ, Efendimizi her türlü günahtan korumuştur. Dolayısıyla, O’nun istiğfar etmesi; insanlara istiğfar etmenin ne kadar gerekli olduğunun dersini vermesi, ümmetinin günahları için af dilemesi ve devamlı manevi terakki halinde olması itibarıyla, son durumuna göre bir önceki makamını eksik bulması ve nadiren “daha evla olanı terk etmesi” yönlerinden bize ibret ve hikmet öğütleri ve örneğidir.

Efendimize hitaben, tövbe ve istiğfarın emredilmesinin de şöyle bir manası vardır; Bir kimse Allah’ın dini için ne kadar zorluğa katlanırsa katlansın, aklına hiçbir zaman Rabbinin hakkını ödediği düşüncesi gelmemelidir. Aksine, insan her zaman “Ben aslında yapmam gereken kadarını yapamadım!” şeklinde düşünmelidir. Şuurlu ve sorumlu bir kul olarak; Allah’a, O’nun hakkını ödemede ne kadar eksiğimiz varsa affetmesi ve yaptığımız kadarını lütfuyla kabul etmesi için dua etmelidir. Cenabı Hak Efendimize de işte böyle bir terbiye ihsan etmiştir. Bu sebepledir ki Efendimiz, “Ey insanlar, Allah’a tövbe edip O’ndan af dileyin. Zira Ben O’na günde en az 100 kez tövbe ederim!” buyurmuşlardır. Yine Efendimizin vefatlarından evvel: “Sübhane kallahümme ve bi hamdike, ve estağfiruke, ve etübü ileyk!”, “Allah’ı hamd ile tesbih eder, Allah’tan mağfiret diler ve O’na tövbe ederim!” sözlerini sıkça söylemişlerdi. Kendisine “Ey Allah’ın Resulü, görüyoruz ki Siz “Allah’ı hamd ile tesbih ederim!” sözlerini sıkça söylüyorsunuz. Bunun sebebi nedir?” Fahri kâinat Efendimiz: “Rabbim Bana ümmetimden çok kutlu bir alamet göreceğimi haber vermişti. Bu alameti gördüğüm vakit bu tesbihatı çokça söylememi emir buyurdu. İşte Ben o alameti görmüş bulunuyorum!” buyurdular ve Nasr Suresini okudular.

Buradan şunu da çıkarmalıyız ki; bu surenin inzaliyle, Son Peygamber olan Aleyhisselatü Vesselam Efendimizin ebedi âleme geçiş hazırlıklarına başlaması ima olunmaktadır. Efendimiz sureden bu işareti aldıklarını ifade buyurmuşlardır. Bu surenin nüzulünden sonra Efendimiz, namaz sırasında ve sair zamanlarda Allah’ı daha çok tesbih edip O’na daha çok hamd ederek, istiğfarda bulunmuşlardır. Efendimizin bu dua ve niyazlarını bir şükür ifadesi, ebediyet âlemi için bir hazırlık ve ümmeti için örnek olmak üzere yaptıklarını anlamamız lazımdır. Efendimiz, görevlerinin artık tamamlandığını ve vefatlarının yakın olduğunu hissederek, bunu hissetmelerini sağlayan bu sureye “vedalaşma” anlamında “tevdi” ismini takmışlardır. Nitekim Efendimiz, bu ayetler indikten sonra ancak 80 gün gibi kısa bir süre yaşamışlardır.

Peki, bu sureden ne anlamalıyız?

1- Rabbimizin, İslam’ın yayılması ve İslam’ın zafere ulaşması için nasip ve ihsan buyurdukları birinci yardımıdır..

2- Bu birinci yardımın ardından, insanların Allah’ın dinine dalga dalga girmeleri ise, Allah’ın ikinci yardımıdır. Çünkü daha evvel, insanlar birer-ikişer İslam’a girerken, bu yardım ve fetihten sonra kabileler, gruplar, bölükler halinde; dalga dalga İslam’a girmeye başlamışlardır. Efendimiz, Mekke’nin Büyük Fethini ve Hicaz Bölgesinde ve çevresindeki insanların tamamına yakınının İslam’a gireceğini; daha İslamiyet’in ilk yıllarında, hatta ilk günlerinde söylemişler, müjdelemişlerdi. Fakat buna inanan o kadar az olmuştur ki, sizin (Milli Çözüm Ekibinin) şu anki inanan sayınızın üçte biri kadar bile değildi. Güçsüz-zayıf Muhammet’in (SAV) ve yanında yer alan üç-beş zayıf Mü’minin bir gün bu fethi gerçekleştireceğine asla ihtimal vermemişlerdi. Efendimizi yalan söylemekle, hayalperestlikle suçlamaya yeltenmişlerdi. Efendimiz ise onlara: “Hayali olmayanın gerçeği olmaz!” buyurarak cevap vermişlerdi. Aynı şeyleri bize de hep söylediler. Efendimiz bunu bildikleri için, cevabımızı dilimize peşinen oturtmuşlar, kalplerimize doldurmuşlardır. “Hayali olmayanın gerçeği olmaz!”, “Hayallerimiz, inancımız ve amaçlarımız nispetindedir!” 

Sureye geri dönecek ve toparlayacak olursak;

Bu sure, Kur’an’ın dörtte birine denktir. Kur’an’ın muhtevasını; tevhit, nübüvvet, dünya ve ahiret ahkâmı şeklinde, dört bölümde özetlersek, Nasr Suresinin Peygamber gönderme amacını teşkil eden, insanların dine girmesi olgusunu temsil etmesi biçiminde açıklayabiliriz. Efendimiz, bu sureyi inanarak, anlayarak okuyana ve manasını yaşayana, Mekke’nin Fethinde Kendileriyle birlikte bulunan sahabelere verilen sevapların verileceğini müjdelemişlerdir.

Bu sure; İmanın muhafazasını ve umudun artmasını sağlayacaktır.

Bu sure; İnananları geçim darlığından kurtarır, maddi ve manevi rızkı bollaştırır.

Bu sure; İnananların dualarının kabul edilmesini kolaylaştırır.

Bu sure; Zalim, inatçı, kötü insanlar karşısında İlahi yardım ve başarı kazanmayı kolaylaştırır.

Bu sure; Hayırla başlayan tüm işlerinizi kolaylaştırır ve rahatlatır.

Bu sure; İnanarak okunur ve hedefe odaklanırsa, Allah’ın izniyle düşmana galip gelmenizi sağlayacaktır.

Bu sure; Tövbelerin kabul edilmesine vesile olacaktır.

Bu sure; Günahların affedilmesine yol açacaktır.

Efendimiz, bir yolculukları esnasında şöyle buyurdular: “Bir sefere çıktığınız zaman, arkadaşlarınızın içinde hali en güzel ve azığı en bol kimse olmak, maddi ve manevi olarak donanmış olmak istemez misin ey Cübeyr? Öyleyse, şu 5 sureyi çokça oku, anla, yaşa ve anlat; Kafirun Suresi, Nasr Suresi, İhlas Suresi, Felak Suresi ve Nas Suresi… Her sureye besmeleyle başla ve besmeleyle bitir. Besmelenin de manasını öğren, anla, yaşa ve anlat.” Hz. Cübeyr anlatıyor: “Önceleri arkadaşlarım arasında (imanı yaşama konusunda) en değersiz ve en kazançsız olan bendim. Efendimizin (SAV) bu tavsiyelerini yerine getirdim. Bu sureleri her zaman okumaya, anlamaya, yaşamaya ve yaşatmaya gayret ettim ve arkadaşlarımdan maddi ve manevi olarak daha saygın, daha kazançlı ve daha sempatik bir hale geldim!” buyurdular.

Bu surede, haber verilen başarı ve güzel sonuçlara hamd ve tesbihle Allah’ın bağışlamasına eriştiren yüce İslam Dinine mukabil; bu nimetin kıymetini bilmeyip inkârda ve nankörlükte inat eden, tövbeye yanaşmayan kâfirlerin feci akıbetleri ve uğrayacakları azapları, oldukça dikkat çekici bir örnekle haber vermek üzere, Tebbet Suresi gönderilmiştir.

O halde yeniden söylüyoruz ki, hayali olmayanın gerçeği olmaz! Ancak Allah’ın kalbimize yerleştirdiği hayalle, karadan gemiler yürütülebilir. Ancak o hayalle ve Allah’ın yardımıyla Mekke fethedilir. Ve yine aynı hayalle İslam’ın büyük fethi gerçekleştirilir. Böylece İslam, yeryüzüne dalga dalga yayılır. Ve yine ancak aynı hayal için çalışmak, gayret ve marifet göstermek, insanı dünyada huzuru İlahiyeye, ahirette cennet ve cemale ulaştırır. Zaten bütün çaba ve gayretler de bunun için değil midir?” buyurdular. O esnada uyandım.

      

Te’vili: NASR (zafer) Suresini, bu denli öğretici ve ümitlendirici şekilde, bir rüyayı sadıkada, Aziz Erbakan Hocamızın mübarek diliyle bizlere ders veren Yüce Rabbimize sonsuz şükürler ediyor, Fatma Betül kardeşimize de en samimi teşekkürlerimizle tebrik ve takdirlerimizi iletiyoruz. Bu fetret asrının sonunda ve Fetih çağının başında bizlere; yeryüzünde Adil Düzen hâkimiyetini ve İslam’ın zaferini hayal ve ümit etmeyi lütfeden Cenabı Hak Zülcelal Hz.lerine karşı, haddini ve edebini bilen kullar olmamız için dualar ediyoruz.























BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi