Anasayfa » NAMUS KAVRAMI VE DİN İSTİSMARI

NAMUS KAVRAMI VE DİN İSTİSMARI

Yazar: yonetici
0 Yorum 88 Görüntüleyen

NAMUS KAVRAMI VE DİN İSTİSMARI

        

Namus, halk arasında; erkek ve kadının zina ve livata gibi haram ve hayâsız davranışlardan uzak durması, oturaklı ve ahlâklı davranması, özellikle kocaların karılarını, kızlarını ve yakınlarını koruyup kollaması şeklinde anlaşılır. Hatta hanımının ve hane halkının namusunu kıskanmayan ve kötülüklerine göz yumanlara, hakaret kasıtlı “deyyus” tabiri kullanılır. Namus, bundan da geniş manada; insanların şeref ve haysiyetine, iffet ve izzetine sahip çıkması, sağlam ve saygın bir karakter taşımasıdır. Daha kapsamlı bir kavram olarak namus; kişinin insani ve imani onuruna, milli ve manevi sorumluluğuna, ahlâki ve siyasi duyarlılığına bağlı ve tutarlı kalmasıdır.

“(İnkârcı ve inatçı kavmi Hz. Nuh’a) Dediler ki “(etrafında sadece) rezil olanlar (bayağı ve aşağılık insanlar toplanıp) tâbi olmuşken biz sana iman eder (ve onların seviyesine düşer) miyiz?” (Şuara: 111)

“Onların üzerine zillet (horluk ve onursuzluk) damgası vuruldu ve Allah’tan bir gazaba uğradılar” (Bakara: 61)

“Kötülük yapanları ise bir zillet kaplayacak ve yüzlerini gece karanlığı kapsayıp (utançtan) kararacaktır.” (Yunus: 27) gibi ayetlerde geçen “rezalet” ve “zillet” kelimeleri “namus ve şeref yoksunluğu” anlamında kullanılmıştır.

Siyasi ikbal ve ihtiras uğruna, yüksek makam ve menfaat hatırına dini ve ahlâki değerlerini taviz veren, yıllarca savunageldikleri milli ve manevi düşüncelerini terk eden, doğruluk ve dürüstlüğünü yitiren; AB gibi dış güçlerin ve masonik merkezlerin baskısıyla “zina cezasını kaldırma, eşcinselliği meşrulaştırma, pornoculuğa ve ahlâksız yayınlara fırsat tanıma” gibi kötülükleri teşvike yönelen kimseler “namussuz!” sıfatını kazanır.

“Namus” Kavramının Dini ve İlmi Karşılığı!

Kur’an-ı Kerim’de “namus” kelimesi hiç kullanılmamıştır. Ancak bazı hadislerde, Efendimizin eşi Hatice annemizin bilgin ve hanif Müslim yakınlarından olan Varaka bin Nevfel’in, vahyin ilk dönemlerinde Hz. Peygamberimize gelen Melek’in “Namus-u Ekber – Büyük Namus” yani Hz. Cebrail olduğunu belirten rivayetler vardır. (Müsned C.1 – 312, Buhari-Bed’ül vahy) Zaten Grekce Nomos kelimesinden gelen Namus, aslında “İlahi kanun ve Allah’ın şeriatı” anlamındadırBu nedenle eski Yunancada ve onların devamı olan Batı hukukunda, Meclis’te ve mahkemelerde “Namusum ve şerefim üzerine…” şeklinde yemin etmek aslında: “Kutsal kitaplar ve içindeki İlahi kanunlar üzerine yemin etmek” anlamını taşımaktadır. Onlardan kopya edilerek bizde de aynı yemin şeklinin tekrarlanmasının özünde bu mana ve maksadın yattığını unutmamak lazımdır. Ve dikkat edilirse Amerika ve Avrupa’da namus üzerine yemin edilirken İncil’e el basılmaktadır.

İlahi kanun ve kuralları içeren vahyi (İlahi emir ve haberleri) peygamberlere taşıdığı için Hz. Cebrail de bu sıfatla anılmıştır. Ve zaten meşhur İslam Âlimi Cürcani “Et-Ta’rifat” kitabında Namus’u: “Allah’ın koyduğu şeriat kuralları” şeklinde tanımlamıştır. “Namus” kelimesinin, Arapça “Nems” kökünden geldiğini ve “kişinin sır gibi saklaması gereken gizli ve özel ortaklığını muhafaza etmesi” anlamını içerdiğini, bu nedenle öncelikle karı koca ilişkilerini ve aile kutsiyetini ifade ettiğini söyleyenler de vardır. Velhâsıl, Namus; İlahi yasalara, ahlâki esaslara ve siyasi-içtimai doğruluk hususlarına bağlı kalmaktır, aksi ise namussuzluktur, yani dini ve insani değerlerden uzaklaşıp, şeref ve haysiyetin kaybolmasıdır. Osmanlı hükemasından (hikmet ve ahlâk uleması) meşhur Kınalızade Ali Efendi toplumda adalet ve asaletin kurulup korunmasını üç temele bağlamıştır:

1- Namus-u Rabbani: İlahi kanunların uygulanması 2- Hakim-i İnsani: Dürüst ve namuslu yargıçların bulunması, şeytani değil insani duyguların ağır basması 3- Dinar-i Mizani: Paranın emek ve üretim karşılığı olması, karşılıksız (kalp) para basılmaması, faiz yoluyla paradan para kazanılmaması. (Bak 1.cilt, sh.77 ve devamı)

Namussuzluğun en yaygın, ama maalesef en saygın şekli, din istismarıdır!

Hz. İsa A.S. Barnabas İncili’nde “Dinlerini dünyalık aracı yapanlar, karısını-kızını pazarlayanlardan daha aşağıdır” buyurmaktadır.

Hz. Mevlâna’nın sohbetlerinden derlenen “Fih-i Mafih – İçin içi=Özün özü” kitabında, İlahi kanun (namus-u Rabbani) kaçkınlarını ve Haçlı gâvur hayranlarını ülke yönetimine ve yüksek mevkilere getiren dindarları “Düşman içeride, hareminin koynunda keyif çatıyor; zavallı ahmak ise, elinde silah bahçe kulübesinde hırsız bekliyor!?” diye uyarmaktadır.

Değerli kardeşim Ufuk Efe’nin derin bir feraset ve faziletle idrak ve istifade ettiği ve lütfedip bize gönderdiği Hz. Mevlâna’nın “namus”la ilgili şu dizeleri oldukça anlamlıdır.

Bu şiirinde Hz. Mevlâna NAMUS’u: Kur’an kaynaklı bir vicdan ve ahlâk ayarı olarak tanımlamış, iz’an, insaf ve itidalden mahrum, şuursuz ve sorumsuz kimselerin “namussuz” olduklarını vurgulamış; böylesi kişi ve kesimlerden medet, merhamet ve adalet beklemenin bile “namussuzluk sayılacağını” hatırlatmıştır. Böylece zulüm ve zillete, haksızlık ve ahlâksızlık zihniyetine karşı onurlu ve olumlu bir mücadele veremeyenlerin şeref ve haysiyetlerini yitirecekleri konusunda da uyarmıştır. Erbakan Hocamızın: “Cihat, izzet ve hürriyet kazandırır, rahatlık ve menfaatcılık ise, zillet ve esaretin kaynağıdır!” sözleri aslında her şeyi açıklamaktadır.

Dizeler ve Sezgiler

Hocam, Cuma namazında İmam hutbede Hz. Mevlâna’nın bir şiirinden dörtlükler okumaya başladı. Önceleri Hocaya kızdım, o kadar mesele varken ne diye şimdi Hz. Mevlâna gibi tonlarca gülden 1 ölçek gülyağı çıkartmış bir muhteremden bahsedersin ki… Hatta değil gül yağı, dikenlerinden dolayı cesaret edemeyip gülü koklamaktan bile korkan, bir keçi gibi güle sadece bir besin maddesi nazarı ile bakan bu topluma, Mevlâna ne lazım? diye kendi kendime homurdanıp durdum… Taa ki Hz. Mevlâna’nın şiirindeki aşağıdaki dörtlük gelene kadar, demek ki muhteremin şiiri ancak kalın kafamdan geçip gönlüme işlemişti!..

Namusun anlamını ve önemini önceleri bilemedim.

Sonra vicdan ve onur yoksunundan namus beklemenin namussuzluk olduğu gerçeğini belledim;

Ve gerçek namusun, günah elinin altındayken bile, günaha el sürmemek olduğunu öğrendim.

Bu dörtlükle bir anda kendime geldim, sonrasını ne okudu hatırlamıyorum, her kelimesinden ciltlerce kitap çıkacak bir dörtlük idi… Özellikle de “yoksul” yerine “yoksun” kelimesinin kullanılması bana Hz. Mevlâna’nın neden evrensel bir insan olduğuna dair bir işaret gibi geldi… Yoksun; mal mülk, para, yiyecek fakirleri için de kullanılabilirken; zamanımızda şeref, haysiyet, onur, ahlâk yoksunlarından da namus beklemenin namussuzluk olduğunu yeni sezdim; yani kötülükleri, eli ile dili ile düzeltmeden, en azından buğz etmeden aval aval oturup bütün şeref, haysiyet ve ahlâk yoksunlarından namuslu davranışlar beklemenin de bir namussuzluk olduğu ve neden çalışmamız lüzumu suratıma şamar gibi inmişti. Erbakan Hocamın da dediği gibi, her şeyden önce Ahlâk ve Maneviyatın ve herkesten ziyade bizim cihada ve takvaya olan ihtiyacımızın sırrı, bu dizelerle açılıvermişti. Bâtılın yani haksızlık ve ahlâksızlığın kökleri ile beslenen Batı medeniyetiyle yozlaşmış bu ahlâk, şeref, haysiyet YOKSUNU olan insanlardan namuslu, vicdanlı bir hareket beklemenin namussuzluk; oysa bütün bunları elle, dille ve sistemle düzeltmenin (cihadın) ise gerçekten namuslu insanların namuslarını ve dahi imanlarını kurtarmanın yegâne yolu olduğunu bir kez daha idrak ettim…

Bazen sohbetlerimizde Osman Abime de söylediğim gibi, Milli Çözüm bizim için hem en büyük şeref ve haysiyet mektebimizdir, hakkı ile çalışırsak; aynı zamanda Milli Çözüm bizim için en büyük hasaret (kayıp ve pişmanlık) vesilesidir, hakkını vermeden çalışırsak. Milli Çözüm bizim hem en büyük sevabımız, hem de en büyük günahımız olabilir. Tam hakkını veremesek de, hizmet yolundaki samimi gayretlerimiz inşaallah Hz. Allah katında kabul görecektir.

Bomboş oturup her türlü ahlâk ve maneviyattan yoksun insanlardan adalet ve merhamet bekleyen namussuzlardan olmak yerine, bunlarla mücadele etme şansını ve imkânını bize kazandırdığı için Erbakan Hocama ve onun takipçisi Milli Çözüm’e ne kadar dua etsek az gelir.

Bunca iş güç arasında bunları size yazarak vaktinizi almaktan çekinmişimdir. Bazen nasıl olduğunu anlamadan zihnimize ve gönlümüze böyle şeyler ilham edilmektedir. Rahmani midir, şeytani midir, yoksa nefsani midir bilemedim? Daha önceleri yazmayıp unutuyordum ama, cesaret buldukça, ara ara size yazmanın uygun olacağı kanaatine vardım. Vaktinizi aldı isem hakkınızı helâl edin…

Şiirin de tamamını yazıyorum, bu güzel şiiri eminim siz hepimizin faydalanacağı şekilde de yorumlarsınız…

Selam ve saygılarımla…

      

ÖĞRENDİM!

      

Sonsuz bir karanlığın içinden doğup gözlerimi açtım,

Işığı gördüm, korktum.

Ağladım.

      

Zamanla ışıkta yaşamaya alıştım,

Karanlığı gördüm, korktum.

Gün geldi sonsuz karanlığa uğurladım sevdiklerimi…

Ağladım.

      

Derken yaşamanın sırrına erdim,

Doğumun, hayatın bitmeye başladığı an olduğunu sezdim;

Aradaki bölümün, ölümden çalınan zamanlar olduğunu

Öğrendim.

      

Sonunda zamanın gerçeğini fark ettim.

Yarıştım onunla…

Oysa zamanla yarışılmayacağını,

Zamanla barışılacağını, zamanla öğrendim…

      

İnsanı tanıdım, önce iğrendim.

Sonra insanların içinde iyiler ve kötüler olduğunu…

Sonra da her insanın içinde,

Hem iyilik hem kötülük bulunduğunu öğrendim.

      

Sevmeyi öğrendim.

Ardından güvenmeyi…

Sonra da güvenin sevgiden daha kalıcı olduğunu,

Sevginin, güvenin sağlam zemini üzerine kurulduğunu bildim.

İnsanın her sevdiğine güvenemeyeceğini,

Ama güvendiğini seveceğini öğrendim!..

    

İnsan bedenini öğrendim.

Sonra o bedenin ve beynin altında bir ruh bulunduğunu…

Sonra da ruhun aslında bedenin üstünde olduğunu öğrendim.

    

Evreni öğrendim.

Sonra evrenin muhteşem dengelerini ve muazzam İlahi düzenini görüp irkildim.

Sonunda evreni aydınlatabilmek için önce çevreni aydınlatabilmek

Gerektiğini öğrendim.

      

Ekmeği öğrendim.

Sonra barış için ekmeğin bolca üretilmesi gerektiğini.

Sonra da ekmeği hakça üleşmenin, bolca üretmek kadar

Önemli olduğunu öğrendim.

    

Okumayı öğrendim.

Kendime yazıyı öğrettim sonra…

Ve bir süre sonra yazı, kendimi öğretti bana…

    

Gitmeyi öğrendim.

Sonra dayanamayıp dönmeyi…

Daha da sonra kendime rağmen gitmeyi…

Denedim, direndim, derinleştim!..

    

Dünyaya tek başına meydan okumayı öğrendim genç yaşta…

Sonra kalabalıklarla birlikte yürümek gerektiği fikrine vardım.

Sonra da asıl yürüyüşün kalabalıklara karşı olması gerektiğini kavradım.

      

Düşünmeyi öğrendim.

Sonra kalıplar içinde düşünmeyi yeğledim.

Ve nihayet sağlıklı düşünmenin; kalıpları yıkarak düşünmek

Olduğunu öğrendim.

      

Namusun anlamını ve önemini önceleri bilemedim.

Sonra vicdan ve onur yoksunundan namus beklemenin namussuzluk olduğu gerçeğini

Belledim;

Ve gerçek namusun, günah elinin altındayken bile, günaha el

Sürmemek olduğunu öğrendim.

      

Namus Kur’an’ın adalet ve saadet düzenidir.

Yani Şeriat-ı Muhammediyedir!..

Gerçeği ile göğerdim.

Vahyi yüklenip taşıdığı için

Hazreti Cebrail’e: “Namus-u Ekmel” denmiştir.

Bu nedenle Adil Düzen gayesi ve gayreti çekmeyenler

Namus hakikatinden habersizdir.

Öğrendim.

        

Zor oldu ama gerçeği öğrendim…

Kendi benliğini eritmeden

Rabbine gidilemeyeceğini

Aramadan amacına erişilemeyeceğini öğrendim!..

Ve gerçeğin acı olduğunu…

Sonra dozundaki acının, yemeğe olduğu kadar hayata da

“Lezzet” kattığını öğrendim.

        

Her canlının ölümü tadacağını, herkes bildiği için kimseye söyleyemedim…

Ama sadece bazılarının gerçek hayatı tadacağını öğrendim.

Ve daha yeni kendime geldim!..

      

———————————————–

      

Dizelerini irdeledim.

Böylece Mevlâna’nın;

Hakikati kavrayış ve Mevlâ’ya varış

Serüvenini dinleyip özümsedim…

Ben de, cüce arzulardan geçip

Yüce ufuklara ulaşma gayretine yöneldim…

Ancak; Erbakan gerçeğini

Ve Milli Görüş gayesini ve hikmetini

Mevlâna’nın Mesnevisinden değil

Milli Çözüm mektebinden öğrenmem gerektiğini

Bilmeden, bilinçlenemeyeceğimi de öğrendim.

      

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; yalancının onuru, vicdansızın huzuru, imansızın (feraseti) Hak nuru ve ahlâksızın namusu olmayacaktır. Bu nedenle, cahil huysuzun kabalıklarına katlanmalı, ama bilgiç namussuzun yumuşaklığına kanmamalıdır.

Evet, münafıklık ve fasıklık, dininde namussuzluk; riyakârlık ve toplum taparlık, ibadette namussuzluk; Bel’amlık ve bâtıla taraftarlık, ilimde namussuzluk; döneklik ve kahpelik, siyasette namussuzluk; hilekârlık ve hırsızlık, işinde namussuzluk; zinakârlık ve sapıklık (fuhşiyat), iffetinde namussuzluk; güçlü bulduğuna ve çıkar-yardım umduğuna yalakalık ise, zihinde ve kişilikte namussuzluk sayılır.

      

ŞİİR

      

Gayretsiz kişiye buğzeder Ğafir!1

İman İslâm ahlâk, devlet namustur!

Edepsiz erdemsiz, müslim ya kâfir

Vatan kıskanmayan, bil ki deyyustur!2

        

Zina serbest kılmış, sözde dindarmış

İçi dışa çıktı, Hakka kindarmış

BOP’un çırakları, ne hükümdarmış…

İşbirlikçi hain, aynı casustur!

        

Ey dünya hırslısı, Firavun Karun3

İlahi nizamdır, şeriat kanun

Bel’amlar duysunlar, Musa ve Harun

Bize kutlu umut, size kâbustur!4

      

Papa’ya sığınan, sahte kahraman

Haçlı misyonuyla, diyalog kuran

Ilımlı İslamcı, gizli brahman5

İlhamı şeytandan, Kur’an fanustur!6

        

ABD Kâbesi, Rabbe güvenmez

AB’dir Kıblesi, şeriat beğenmez

Demokrat kesilmiş, Hak’la övünmez

Şımarmış yan bakar, san ki camustur!

        

Hakkı haykırmayan, dilim lâl olsun

Hidayete çağrım, hayra dal olsun

Namus’a yönel ki, zehir bal olsun

Âlim geçiniyor, canlı kamustur!7

      

Dünya için kutsal, dava harcamak

Kimlik değiştirip, Hak yoldan caymak

Döneklik kahpelik, gömlek çıkarmak

Alındaki leke, başta boynustur!

      

1- Ğafir: Esirgeyip bağışlayan Allah (C.C.) 2- Deyyus: Namusunu kıskanmayan. 3- Karun: Haramla zenginleşmiş adam. 4- Kâbus: Korkulu rüya. 5- Brahman: Hindu dininde puta tapan. 6- Fanus: ışık saçan fitili koruyan cam muhafaza. 7- Kamus: Sözlük, kelime deryası.

      

Her ne kadar “Namus” kelimesi Kur’an-ı Kerim’de geçmese de bu kelimenin ihtiva ettiği mana ve maksadı ve zamanla yerleşik bir hâl alan anlamların önemli bir kısmını çağrışım yaptıran birçok kelime ve ifade Kutsal Kitabımızda yer almaktadır. Özellikle kadın-erkek ilişkileri bağlamında sağlıklı ve kalıcı bir aile yapısının korunması için gerekli olan cinsel ahlâk ilkelerine tam olarak uyulmasını, kişinin şeref, onur ve saygınlığına gölge düşürecek tutum ve davranışlardan uzak durulmasını emir ve tavsiye eden ayetlerin tefsir ve meallerinde, namus kelimesine sıkça rastlanmaktadır. Nisa 24. ve Maide 5. Ayette geçen “muhsanat” kavramı, genellikle iffetli ve namuslu kadın olarak anlaşılmıştır. Kur’an-ı Kerim iffet ve namusu bütün ahlâki iyiliklerin esası saymakta; bunları korumayı, hayâ ve haysiyetli olmanın bir gereği olarak sunmaktadır. Evliliğin mutlu ve huzurlu temellerini: erkek ve kadının karakterleriyle, iffetli yaşama, zina yapmama ve gizli dostlar tutmama ilkesine dayandırmış. (Maide: 5; Nur: 33) Cinsler arasında bir ayrım söz konusu olmaksızın “ırz ve namusu korumaya” inanmış insanların ortak özelliği olarak tavsiye buyurmaktadır. (Nur: 6,7,15; Mearic: 29,31)

Bunun yanında Hz. Peygamber’in Hadislerinde namuslu kadınlara (muhsanat) iftira atmak (kazif) yedi helak edici günahtan birisi sayılmıştır. (Buhari, Vesaya 23; Tıb 38; Hudud 44. Müslim, İman 145) Namus anlamında “ırz” kavramına hadislerde daha çok rastlanmaktadır. “Canlarınız, mallarınız ve namuslarınız (ağraz) saygıdeğer ve dokunulmazdır.” mealindeki bir hadis hemen bütün hadis kitaplarında yer almaktadır. (Buhari, İlim 9,37; Hac 132, Tevhid 24, Hac 147; Kasame 29,30)

Ahlâki bir kavram ve insani bir değer olarak namus dilimizde daha çok aile şerefi ve saygınlığı çerçevesinde kullanılmaktadır. Buna göre, aile mahremiyeti ve değerlerini koruma, başkalarının namusuna saygılı davranma, evlilik dışı cinsi münasebetlerden uzak durma, ahlâki dürüstlük ve ilkelere bağlı kalma gibi manalar barındırır. Temel İslami kaynaklarda ve İslam ahlâkını anlatan kitaplarda bu anlamda iffet, ırz, edeb, hayâ gibi kavramlarla yakın ilişkisi olduğu açıktır. Geniş anlamıyla namus; korunması ve uyulması gerekli bütün ahlâki kural ve değerlere uymadaki dürüstlük, şerefli ve lekesiz bir hayat yaşama yönündeki kararlılıktır.

Özetle: Namus, insan fıtratına (yaratılış amacına), Kur’ani kurallara ve insani ahlâka uygun, doğru ve onurlu bir hayat yaşamaya, yüz kızartacak ve vicdanı sızlatacak her türlü davranıştan uzak durmaya yönelten karakter ilkelerinin tamamıdır. Namus’un Arapça “nems” kökünden kaynaklanan “gizliliği koruma-saklama” anlamına uygun olarak; üzerinde yatanların görülmemesi için karyolanın etrafına çekilen perdeye ve sivrisineklerden koruyan cibinliklere de “namusiye” tâbir olunmaktadır.























BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi