Anasayfa » MHP’li Oktay Vural’ın Çarpıtması Ve SABATAİSTLERİN DİNMEYEN ERBAKAN HINCI!

MHP’li Oktay Vural’ın Çarpıtması Ve SABATAİSTLERİN DİNMEYEN ERBAKAN HINCI!

Yazar: yonetici
0 Yorum 149 Görüntüleyen

MHP’li Oktay Vural’ın Çarpıtması Ve SABATAİSTLERİN DİNMEYEN ERBAKAN HINCI!

 

 

Eski koyu şeriatçı şimdi PKK uşağı BDP’li Altan Tan
CNN Türk Televizyonunda, MHP’yi kastederek, “Erbakan, eli kanlı
katillerle seçim ittifakı yaptığı için o partiden ayrıldığını”
 böbürlenerek
anlatmıştı. Oysa şimdi kendisi on binlerce bebek, çocuk, kadın masum insanın
katillerinin himayesine sığınmaktan utanmamıştı. Hem “Yıllarca
PKK’ya hizmet etmiş ve zahmet çekmiş insanlar varken neden seni İmralı
görüşmelerine özellikle kattılar?”
 diye sormak lazımdı. Çünkü bu
heyetleri hazırlayan malum merkezler, kendi has adamları dışında, öyle herkese
güven duymazlardı. Acaba Altan Tan’ı dinsiz ve komünist Öcalan’ın postacılığı
şerefine, İslami geleneğinden dolayı mı, yoksa genlerinin hatırına mı layık
bulmuşlardı. Evet, Siyonist Yahudiler nazarında Erbakan’a sataşmak kadar hiçbir
tavır puan kazandırmazdı.

Almanya’nın Bremen kentine giden MHP İzmir
Milletvekili ve Meclis Grup Başkan Vekili Oktay Vural Mercedes işçileri için
düzenlenen seminere katılmıştı. 200 dolayında Türk işçinin hazır bulunduğu
seminerde konuşan Vural, Türkiye’deki siyasi gelişmeler hakkında bilgi
aktarmış, sonunda soru cevap bölümü yapılmıştı. Bu bölümde bir gurbetçinin
ayağa kalkarak Oktay Vural’a “Abdullah Öcalan yakalandığında
iktidarda siz vardınız, neden asmadınız?
” sorusu üzerine,
çantasından bir kitapçık çıkarıp bazı bölümler okuyan Vural, “Öcalan’ın
idamına 1997 yılında Tansu Çiller ile Necmettin Erbakan’ın İnsan Hakları
Mahkemesi’yle yaptığı 11 nolu protokolünün engel olduğu” iddiasını ortaya
atmıştı.

Vural şu açıklamayı yapmıştı “15 Şubat
1999 tarihinde terörist başı Türkiye’ye getirildi. Zaman zaman Başbakan diyor
ya, sizin elinize getirildi de siz asmadınız. Öcalan 31 Mayıs 1999’da 2 nolu
Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yargılanmaya başlandı. 29 Haziran’da ölüm cezasıyla
cezalandırıldı. Yargıtay 9’uncu ceza dairesi de 25 Kasım 1999’da idam cezasını
oy birliğiyle onadı. Bundan önce Sayın Tansu Çiller ve Sayın Erbakan tarafından
11 nolu protokol imzalandı. 11 nolu protokolle Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı tanıdı ve bizim iç hukukumuzun bir parçası
halini aldı. Bu bireysel başvuru yapanlar hakkında icrai faaliyetine girmeden
önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararı beklenmesi lazımdı. Bu protokol
1997 yılında imzalandı. Bu protokolle terörist başı mahkemeye başvurma hakkı
elde etti ve bunu kullandı. Mahkemede davayı kabul etti ve idam cezasının infaz
edilmemesi için adım atılmasını hatırlattı. Uluslararası sözleşme imzalamışsın,
yargı yetkisini tanımışsın, mahkemede diyor ki ben bu yetkiyi kullanıncaya
kadar idamı uygulama. Bu protokolde sayın Abdullah Gül’ün de imzası var. Bir
mahkeme süreci peki ne yapacağız?”

Oktay Vural’ın bu asılsız iddialarını ve
çarpıtmalarını, Sabataist hınçlarına sosyalistlik kılıfı geçiren Odatv.
(11.01.2013) hemen dört elle sarılmış ve Erbakan’ı suçlama fırsatı yakalamış
olmanın şeytani heyecanıyla gerçekmiş gibi yazıp yayınlamıştı. Oysa aşağıda tek
tek tarihi seyri ve belgeleriyle ispatladığımız gibi, Oktay Vural’ın bahsettiği
11. Nolu protokolün hazırlanması, imzalanmasında Refah-Yol iktidarının hiçbir
ilgisi bulunmamaktaydı. Kendi sorumluluklarından kurtulmak ve suçluluk
psikolojisini bastırmak için başkalarına saldırmak ve gerçekleri saptırmak… Ve
hele hele, her bahane ile Erbakan’a sataşmak ve onu kötülemeye çalışmak,
maalesef solcu, sağcı ve din istismarcısı kesimlerin ve Sabataist-Masonik
merkezlerin marazlı tavrıydı.

Her şeyden önce:

1-İnancımız açısından, Kur’an’ın kesin hükümleriyle
karara bağlanan (Bak: Bakara Suresi ayet 178-179) Hz. Peygamber Efendimizin
sünneti (uygulamaları) ve tüm İslam âlimlerinin icma ve ittifakıyla, lüzumlu ve
yararlı bulunan “İdam-kısas” cezasını, gereksiz ve geçersiz saymak ve
kaldırılmasına çalışmak küfür ve inkârcılıktır.

2-Siyasi ve sosyolojik olarak ta, bir devletin ağırlık
ve saygınlığı ancak, canileri ve anarşistleri hizaya sokacak idam gibi
caydırıcı cezaların uygulanmasına bağlıdır. Bu nedenle, hem inancına, hem de
devletimizin birlik ve bekasına canı gönülden bağlı olan Rahmetli Erbakan
Hoca’yı, böylesi isnat ve iftiralarla töhmet altına almak, insafsızlıktır.

Birilerinin kendi partilerini aklayıp parlatmaları ve
propagandasını yapmaları hatırına, bir takım mazeret ve mecburiyetlere
sığınmaları ayrıdır ve bunun değerlendirilmesini halkımız yapacaktır. Ama
kendilerini temize çıkarmak için, Erbakan gibi Milli ve haysiyetli bir
şahsiyete çamur sıçratmak, Haçlı emperyalizmin bir kuruluşu olan AB’ye karşı
D-8 gibi tek ve gerçek alternatif projeler geliştiren bir lidere böylesine
isnatlar yakıştırmak, en azından ayıptır. AKP’nin talan ve tahribatlarına,
Milli birlik ve dirliğimizi yıkıcı atılımlarına karşı, vatanseverlerin ve
vicdan ehlinin mutlaka el ve gönül birliği yapması gereken bir ortamda, bu gibi
itham ve isnatlarla hiçbir yere varılamayacaktır.

Kaldı ki;

06 Nisan 2001’de, yine New York’ta “U.S. –
Turkish Relations in The 21st Century” (21. Yüzyılda Birleşik Devletler-
Türk İlişkileri CFR) toplantısı yapılmıştır.

Bu toplantıda TBMM’den Mehmet Ali İrtemçelik (ANAP
MV, Eski İnsan Haklarından Sorumlu Devlet Bakanı),Abdullah Gül (FP
MV, TBMM Dışişleri Komisyonu ‘DK’ üyesi), Kamran İnan (ANAP
MV, TBMM DK Başkanı), Tahir Köse (DSP MV, SHP-DYP Hükümeti
Eski Sanayi ve Ticaret Bakanı), Oktay Vural (MHP MV, TBMM DK
üyesi), Ayfer Yılmaz (DYP MV, SHP-DYP Ekonomiden Sorumlu Devlet
Bakanı, Eski Hazine Müsteşar Yrd.) konuşmacı olarak birlikte bulunmuşlardır. Bu
toplantıya Erbakan’dan habersiz katılan Abdullah Gül daha sonra Milli Görüş’ten
ayrılıp Recep T. Erdoğan’la AKP’yi kuracaktır. Yani ABD’nin derin devleti
Siyonist Yahudi lobilerinin güdümündeki CFR toplantısında Oktay Vural ile
bugünkü AKP’liler yan yana ve kol koladır.

Şimdi söz konusu sözleşme ve protokollerin tarihi
seyrine bir göz atalım.

A)Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi(AİHS)

Sözleşme Avrupa Konseyi tarafından hazırlanmıştır. Tam adı, “İnsan
Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesi”dir. Sözleşme 04.11.1950
tarihinde Roma’da kabul edilmiştir. Yürürlüğe giriş tarihi 03.09.1953’tür.

Türkiye Sözleşmeyi, 04.11.1950 tarihinde imzalamış ve 10.03.1954 tarih ve
6366 sayılı Kanun ile onaylamıştır. Kanunun ve Sözleşmenin Resmi Gazete’de
yayım tarihi, 19.03.1954’tür. Sözleşme’nin onay belgesi 18.05.1954 tarihinde
Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine depo edilmiştir. Bu tarih Sözleşmenin
Türkiye bakımından yürürlüğe girdiği tarih olmaktadır.

Sözleşmede düzenlenen ve kenar başlıkları 01.11.1998 tarihinde yürürlüğe
giren 11 Numaralı Protokol’ün hükümleri doğrultusunda Sözleşme metnine işlenen
haklar ve özgürlükler şunlardır:

1-Yaşam hakkı (madde-2), İşkence yasağı (madde-3), Kölelik ve zorla
çalıştırma yasağı (madde-4), Özgürlük ve güvenlik hakkı (madde-5), Adil
yargılanma hakkı (madde-6), Kanunsuz ceza olmaz (madde-7), Özel ve aile
hayatına saygı hakkı (madde-8), Düşünce, vicdan ve din özgürlüğü (madde-9),
İfade özgürlüğü (madde-10), Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü (madde-11),
Evlenme hakkı (madde- 12), Etkili başvuru hakkı (madde-13), Ayrımcılık yasağı
(madde-14).

B)Sözleşmeye ek Protokollerde düzenlenen haklar ve özgürlükler

1) Protokol No.1 20.03.1952 tarihinde Paris’te kabul edilmiş, 18.05.1954
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Protokol’ü AİHS ile birlikte 10.03.1954
tarih ve 6366 sayılı kanun ile onaylamıştır. Protokol’de üç hak
düzenlenmektedir. Bu haklar şu şekildedir: 1.Mülkiyetin korunması
2.Eğitim hakkı, 3.Serbest seçimlere hak, 
Türkiye eğitim hakkını
düzenleyen 1/2. maddeye, Tevhidi Tedrisat Kanununun hükümlerini ihlal
etmeyeceği doğrultusunda çekince koymuştur.

2)Protokol No.2; Bu Protokol, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine, Bakanlar
Komitesinin istemi üzerine tavsiye görüşü verme yetkisi tanıyan bir
protokoldür. Strasburg’da 06.05.1963 tarihinde imzalanmış ve 21.09.1970
tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye 13.07.1967 tarih ve 900 sayılı kanunla
onaylamıştır. (RG.24.07.1967) Bakanlar Kurulunun bu onayı uygun bulmasına dair
kararı da, Resmi Gazetenin 06.02.1968 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Türkiye
onay belgesini 25.03.1968 tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine depo
etmiş ve Protokol Türkiye bakımından 21.09.1970 tarihi itibariyle yürürlüğe
girmiştir. 11 No’lu protokolün kabulü ile birlikte 2 No’lu protokol yoluyla
Sözleşmede yapılan değişikliklerin yerine 11 No’lu protokol hükümleri
geçmiştir.

3)Protokol No.3; Bu Protokol Sözleşmenin 29, 30 ve 34. maddelerini
değiştiren bir protokoldür. Strasburg’da 06.5.963 tarihinde imzalanmış,
21.09.1970 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ancak 11 No’lu protokol hükümleri 3
No’lu Protokol hükümlerinin yerini almıştır. Türkiye 3 No’lu Protokolü
13.07.1967 tarih ve 901 sayılı Kanun ile onaylamıştır. Onay Kanunu Resmi
Gazetenin 24.07.1967 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Onay belgesi 25.03.1968
tarihinde Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği’ne depo edilmiştir. Protokol
Türkiye bakımından 21.09.1970 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir.

4)Protokol No.4, Strasburg’da 16.09.1963 tarihinde imzaya açıldı ve
02.05.1968 tarihinde yürürlüğe girdi. Kenar başlıkları 11 No’lu Protokol ile
düzenlenmiştir. Türkiye Protokol’ü 19.10.1992 tarihinde imzalamıştır. Protokol,
23.02.1994 tarih ve 3975 sayılı Kanun ile onaylanmış ve Kanun Resmi Gazete’nin
26.02.1994 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Protokol’ün Türkçe çevirisi
bakanlar Kurulu’nun bu onaylamayı uygun bulduğuna dair 09.06.1994 tarih ve
94/5749 sayılı kararının eki olarak yayımlanmıştır. Ancak Türkiye onay
belgesini Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine depo etmemiştir. Dolayısıyla
prosedür tamamlanmamıştır. Ancak yasayla kabul edildiği için iç hukuk
bakımından protokol hükümleri hukuksal sonuçlar doğurmaya elverişlidir.
Protokol’de düzenlenen haklar ve özgürlükler şunlardır:

1.Borçtan ötürü hapis yasağı 2.Seyahat özgürlüğü 3.Vatandaşların sınır dışı
edilmesi yasağı 4.Yabancıların toplu olarak sınır dışı edilmesi yasağı

5)Protokol No.5 Protokol Strasburg’da 20.01.1966 tarihinde imzaya açıldı ve
20.12.1971 tarihinde yürürlüğe girdi. Sözleşmenin 22. ve 40. maddelerini
değiştiren bir Protokol’dür. Ancak bu Protokol ile yapılan değişikliklerin
yerini 11 No’lu Protokol hükümleri almıştır. Türkiye Protokol’ü 14.05.1971
tarihinde imzalamış ve Bakanlar Kurulunun 29.9.1971 tarihli, 7/3211 sayılı
kararıyla onaylamıştır. Bu karar 30.01.1971 tarihli Resmi Gazete’de
yayımlanmıştır. Onay belgesi, 20.12.1971 tarihinde Avrupa Konseyi genel sekreterliğine
depo edilmiştir.

6)Protokol No.6; Protokol, Strasburg’da 28.04.1983 tarihinde imzaya açılmış
ve 01.03.1985 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye 6 Numaralı Protokolü
15/01/2003 tarihinde imzalamıştır. Türkiye 26.06.2003 tarihli 4913 Sayılı ölüm
cezasını ortadan kaldıran kanunu çıkarmış ve Kanun Resmi Gazete’nin 01.07.2003
tarihli sayısında yayımlanmıştır.

Protokol Bakanlar Kurulu’nun 15/08/2003 tarih ve 2003/6069 sayılı kararı
ile onaylanmıştır. Protokol onay belgesinin Avrupa Konseyi genel Sekreterliğine
depo edilmesiyle Türkiye bakımından 01/12/2003 tarihinden itibaren yürürlük
kazanmıştır. Protokol yaşam hakkının korunmasıyla ilgilidir.

 7)Protokol No.7; 7 No’lu Protokol Strasburg’da 22.11.1984 tarihinde
imzalanmış ve 01.11.1988 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kenar başlıkları 11
No’lu Protokol’e göre düzenlenmiştir. Türkiye Protokol’ü 14.03.1985 tarihinde
imzalamıştır. Protokol’de düzenlenen hak ve özgürlükler şunlardır:

1.Yabancıların sınır dışı edilmesine ilişkin usuli güvenceler 2.Ceza
davalarında temyiz hakkı 3.Haksız mahkûmiyetten ötürü tazminat 4.İkinci kez
yargılanmama ya da cezalandırılmama hakkı 5.Eşler arasında eşitlik

8)Protokol No.8; Protokol Viyana’da 19.03.1985 tarihinde imzaya açılmış ve
01.01.1990 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Sözleşme’nin
20,21,23,28,29,30,31,34,40,41 ve 43. maddelerinde değişiklik yapmıştır. Ancak
11 No’lu Protokol hükümleri bu değişikliklerin yerine geçmiştir. Türkiye
04.02.1986 tarihinde Protokol’ü imzalamıştır. Protokol’ü, 12.04.1989 tarih ve
3526 sayılı Kanun ile onaylamıştır (RG 20.04.1989). Onaylamanın uygun
bulunduğuna dair Bakanlar Kurulu’nun 23.06.1989 tarih ve 89/14295 sayılı kararı
Resmi Gazete’nin 29.08.1989 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Onay belgesi
Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine 19.09.1989 tarihinde depo edilmiş ve
Protokol yürürlüğe girdiği 01.01.1990 tarihinden itibaren Türkiye bakımından da
yürürlüğe girmiştir.

9)Protokol No.9; Protokol Roma’da 06.11.1990 tarihinde imzalanmış,
01.10.1994 tarihinde yürürlüğe girmiş ve 11 No’lu Protokol’ün yürürlüğe
girmesiyle ortadan kalkmıştır. Sözleşmenin 31,44,45 ve 48. maddelerinde
değişiklik getirmekteydi. Türkiye Protokol’ü 06.11.1990 tarihinde imzalamıştı.

10)Protokol No.10; Protokol, Strasburg’da 25.03.1992 tarihinde kabul
edilmiş ancak Sözleşmenin tarafı olan tüm ülkeler tarafından kabul edilmediği
için yürürlüğe girmemiştir. Protokol, 32. maddede değişiklik öngörmekteydi. Bu
düzenleme 11 No’lu Protokol ile gerçekleşmiştir.

11)Protokol No.11; BU Protokol, 11.05.1994 tarihinde Strasburg’da
imzalanmış ve 01.11.1998 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye 11.05.1994
tarihinde imzalamıştır. Onay belgesi Avrupa Konseyi Genel Sekreterine
10.07.1997 tarihinde depo edilmiştir. (yani Refah-Yol iktidarının yıkılışından
40 gün sonra Avrupa Konseyi Sekreterliğine gönderilmiştir. Çünkü Erbakan
hükümeti 28 Haziran 1996 da kurulmuş 30 Haziran 1997 de sona ermiştir.)
Protokol Türkiye bakımından yürürlük tarihi olan 01.11.1998 tarihinden itibaren
yürürlüktedir. Protokol, Sözleşme maddelerinde (19 ila 56. maddeler) ve bazı
protokollerde, denetim sistemlerinde değişiklikler yapmıştır. Yukarıda
yazdığımız Sözleşme ve Protokollerdeki hak listeleri “madde kenar başlıkları”
adıyla 11 No’lu Protokolde yer almaktadır.

12)Protokol No.12, Roma’da 04.11.2000 tarihinde imzaya açılmıştır. Türkiye
18.04.2001 tarihinde imzalamış ancak henüz (29.04.2011 tarihi itibariyle)
onaylamamıştır. Protokol ayrımcılık yasağını düzenlemektedir.

“Madde 1-Genel ayrımcılık yasağı1.Yasayla düzenlenen herhangi bir haktan
yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal ya da başka görüş, ulusal ya
da toplumsal köken, bir ulusal azınlığa mensup olma, mülkiyet, doğum ya da
diğer statüler gibi herhangi bir temelde ayrımcılık yapılmaksızın, güvence
altına alınacaktır.

2.Hiç kimse, herhangi bir kamu makamı tarafından paragraf 1’de belirtilen
herhangi bir temelde ayrımcılığa tabi tutulmayacaktır.”

13)Protokol No.13 Protokol Vilnius’ta 03.05.2002 tarihinde imzaya
açılmıştır. Türkiye 09/01/2004 tarihinde imzalamış, 16/10/2005 Tarih ve
5409 Sayılı “İnsan Haklarını ve Temel Özgürlükleri Koruma Sözleşmesine Ek, Ölüm
Cezasının Her Koşulda Kaldırılmasına Dair 13 No’lu Protokolün Onaylanmasının
Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun”u çıkarmıştır (RG 12/10/2005). Bakanlar
Kurulunun 17/11/2005 Tarih ve 2005/96849 sayılı kararı ile bu protokolün
onaylanması kararlaştırılmıştır. Türkiye bakımından 13 No’lu Protokol
01/06/2006 tarihinden itibaren yürürlük kazanmıştır.

“Madde 1.Ölüm cezasının kaldırılması:Ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse
ölüm cezasına çarptırılmayacaktır ya da bu cezasının infazı yapılmayacaktır”

14)Protokol No.14 Protokol 13.05.2004 tarihinde imzaya açılmış ve
01.06.2010 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Türkiye Protokol’ü 06.10.2004
tarihinde imzalamıştır. Protokolün onaylanmasının uygun bulunduğuna dair 5512
sayılı Kanun 01.06.2006 tarihinde kabul edilmiş ve Resmi Gazetenin 8 Ağustos
2006 tarihli sayısında yayımlanmıştır. Protokol Sözleşmenin denetim sisteminde
değişiklikler öngörmektedir.

*Yukarıdaki metnin hazırlanmasında büyük ölçüde Prof. Dr. Mehmet Semih
Gemalmaz’ın Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi tarafından yayımlanan “İnsan Hakları
Belgeleri I” adlı kitabından yararlanılmıştır.
[1]

Hürriyet gazetesinin 19.12.1999’da “APO IÇIN ŞOK KARAR” başlıklı haberinde;

AVRUPA İnsan
Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurarak, idam kararına tedbir koyduran ve
yargılamanın yenilenmesini istemeye hazırlanan Abdullah Öcalan’a,
Anayasa Mahkemesi şoku geldiği yazılıyordu.

Yüksek Mahkeme’nin, Türkiye Birleşik Komünist
Partisi’nin (TBKP), AİHM kararına dayanarak, ‘‘Yargılamanın yenilenmesi
ve kapatma kararının kaldırılması’’
 talebini oybirliği ile reddettiği
ortaya çıktı. 16 Şubat tarihli 1999/2 sayılı kararda, ‘‘AİHM kararı
yargılamanın yenilenmesi için yeni kanıt sayılamaz’’ 
kaydı yer
alıyordu.

Anayasa Mahkemesi, uluslararası mahkemenin TBKP ile
ilgili kararını Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na (CMUK) göre değerlendirmişti.
Anayasa’nın 153. maddesine göre yasama, yürütme, yargıyı bağlayan bu kararda, ‘‘Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları CMUK’un 327. maddesi kapsamında
yargılamanın yenilenmesini gerektiren yeni bir olgu ya da kanıt niteliğinde
değildir’’ 
deniliyordu.

Abdullah ÖCALAN’a
verilen idam cezasına karşı ihtiyati tedbir kararı alan Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi’nin(AİHM), şimdiye kadar verdiği kararlar Türkiye’ye
pahalıya patlıyordu. Türkiye, AİHM kararları nedeniyle 45 olayda toplam 2
milyon 200 bin dolar (yaklaşık 3.96 trilyon lira) tazminat ödemek zorunda
kalıyordu.

AİHM, temyiz mercii değil

Ayrıca Adalet Bakanı Hikmet
Sami Türk
, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) bir
temyiz mercii olmadığını vurguluyordu. Türk ‘AİHM Öcalan’ın
yeniden yargılanmasına karar verirse ne olur?’ 
sorusu üzerine şunları
söylüyordu: ‘‘AİHM’nin verebileceği karar hiçbir zaman bu davanın tekrar
görülmesi biçiminde olmaz. Mahkeme adil bir yargılama yapılmadığı sonucuna
varırsa, tazminat ödemesiyle ilgili olabilir. Esas itibarıyla de adil yargılama
hakkından yararlanmadığı gerekçesine dayanılarak böyle bir sonuca
varılabilir.’’

Yine Hürriyet gazetesinin Emin Çölaşan 26.11.1999
tarihli yazısında;

Nedir bu AİHM? Doğrusunu isterseniz ben de iyi bilenlerden
değilim. Strasburg’da bu işin uzmanı gazeteci arkadaşım Zeynel Lüle’den
aldığım bilgileri size iletmek istiyorum. Zeynel şöyle
diyordu:

‘‘Apo’nun yakalanmasının hemen ardından avukatları AİHM’ye başvurdular.
Gerekçeleri işkence göreceği, adil yargılanmayacağı idi. Mahkeme ihtiyati
tedbir kararı aldı ve Türkiye’ye nasıl yakalandığı, yargı süreci, hatta sağlık
durumuyla ilgili sorular sormaya başladı. O kadar ayrıntıya girildi ki, kabız
olup olmadığı bile soruldu ve biz bunlara tek tek yanıt vermek durumunda
kaldık. Şimdi idam kararının onanması sonrasında mahkeme yine devreye girecek
ve 
‘Biz karar verinceye kadar idam etmeyin’ diyecek.
Bu süreç yaklaşık iki yıl sürecek. AİHM bu aşamada her şeyi inceleyecek.
Örneğin, yargı sürecinin adil olup olmadığını belirleyecek.

Ama biz bu süreçte onu asarsak, Türkiye’ye ‘Yanlış yaptınız, bizim
kararımızdan önce asmamanız gerekirdi’ diyemez. Bunun tek yaptırımı para
cezasıdır… Çünkü biz belli konulardaki anlaşmalara çekince koymuşuz ve imza
atmamışız.’’

Şimdi Ecevit’in bu konuda gündeme AİHM’yi niçin
getirdiği daha iyi anlaşılıyordu. Buradan çıkan sonuç şuydu:

Türkiye, bu mahkemenin kararı ortaya çıkmadan önce Apo’yu asmayacak ve
zaman kazanacaktı. Bu aşamada dış ilişkilerimiz açısından zaman kazanmak önemli
sayılmıştı. Çünkü Avrupa Birliği’ne aday üyeliğimiz kapıdaydı. Böylece Ecevit,
hem iç tribünlere, hem de dış tribünlere oynamaktaydı.

Türkiye’de idam cezası ne zaman kaldırıldı?

Türkiye’de idam cezası en son 1984 yılında uygulandı. 9 Ağustos 2002 tarih
ve 4771 sayılı kanun ile (Avrupa Birliği 3. Uyum Paketi) idam cezası barış
zamanında kaldırıldı. Hemen arkasından Türkiye Kasım 2003’te 6 nolu ek protokolü
onayladı. Nihayet, 14 Temmuz 2004 tarih ve 5218 sayılı kanunla Türkiye idam
cezasını her koşulda mutlak olarak kaldırdı. Arkasından Şubat 2006’da 13 sayılı
ek protokolü onayladı.

Türkiye’de idam cezasının kaldırılmasının Abdullah Öcalan davası ile yakın
ilişkisi vardı. Öcalan’a verilen idam cezası Yargıtay tarafından 29 Haziran
1999’da onaylanmasıyla kesinleşti. Ancak Başbakanlık kararı TBMM’ye
göndermediğinden, kararın uygulanması için gereken kanun çıkmadı. Dolayısıyla
uygulama ertelenmiş oldu. Bu arada Öcalan’ın avukatları 16 Şubat 1999’da 
AİHM’ye
başvurdu.

Kasım 1999’da AİHM’nin 1. Dairesi ihtiyati tedbir kararı verdi. Kararda,
AİHM’nin davayı inceleyebilmesini sağlayabilmek amacıyla idam cezasının
uygulanmaması öngörülüyordu. Türkiye karara uymayı kabul etti.

AİHM’nin Büyük Dairesi 12 Mayıs 2005’te kararını açıkladığında Türkiye idam
cezasını kaldırmış, 6 nolu protokolü onaylamış, 13 nolu protokolü ise
imzalamıştı.

İdam dosyası Başbakanlık’ta 2 yıl bekletildi

57’inci Hükümette MHP milletvekili olan şimdi
ise Büyük Birlik Partisi Genel Başkan Yardımcılığı görevini sürdüren
Avukat Edip Özbaş 
da Terörist başının idam dosyası, 57’inci Hükümetin
koalisyon ortağı olan üç siyasi parti liderinin 10 Ocak 2000 tarihinde
imzaladığı kararla, AİHM’nin infaz ile ilgili ihtiyati tedbir kararı gerekçe
gösterilerek iki yıl boyunca Başbakanlık’ta bekletildiği itirafını yapmıştı. O
dönem, henüz değişiklik yapılmadığından idam cezası TCK’da vardı. Apo idamdan
kurtarılmamıştı ama dosyası da bir türlü Meclis’e yollanmamıştı. Bu nedenle bir
Meclis soruşturma önergesi hazırladım. Başta Tansu Çiller olmak üzere diğer
muhalif partiler de bana destek vereceklerini beyan ettiler. Şahsen MHP’den en
az 70 arkadaşımın imzalayacağını düşünüyordum önergeyi. Bu hem eski Başbakan
Bülent Ecevit’in Yüce Divan’a sevkini hem de terörist başının idamını
sağlayacak bir girişimdi.

Bu Meclis soruşturma önergesinden MHP Yetkililerinin haberi var mıydı?

Edip Özbaş: Önergeyi gizli hazırladığımı sanıyordum ancak imzaya açmadan
önce Devlet Bahçeli’nin haberi olmuştu. Çin seyahatine çıkmadan önce, bir
milletvekilini benim evime göndererek, “İyi gelişmeler olacak. Önergeyi sakın
imzaya açmasın” diye uyarıyordu. Önergemi imzaya açtığım saatlerde, Devlet
Bahçeli de Çin Seddi’nden bir beyanat vermeye başlıyordu. Benim hazırladığım
önergenin içeriğini okuyarak, “Öcalan’ın idam dosyası derhal Meclis’e sevk
edilecek” diyordu. Bu açıklama koalisyon ortağı olan Ecevit ya da Yılmaz’ı
uyarmak değil, tam tersine benim hazırladığım önergenin önünü kesmeyi
amaçlıyordu. Çünkü Bahçeli’nin açıklamasının ardından önergeye imza atacağını
söyleyen diğer siyasi parti liderleri, “Bahçeli ile Edip Özbaş aynı paralelde.
Bu önerge Bahçeli’nin bir siyasi manevrası olabilir mi?” diyerek önergeme imza
atmaktan çekiniyordu. Çiller benim MHP’den istifa ederek DYP’ye geçmem
durumumda imza atacaklarını söylerken, Abdullah Gül de “yürütme kurulunda
görüşmeden imza atamayız” diyordu. Böylece soruşturma önergesine imza
toplanamıyordu.

57’inci hükümet zamanında AB’ye ve diğer küresel kuşatmalara mukavemet
gösteremeyen MHP, tam aksine AB uyum yasaları, ikiz yasalar adı altında pek çok
adım atıyor ve merdivenin ilk üç basamağını çıkmış oluyordu. 9’uncu uyum
paketine kadar olan diğer adımları da daha sonraki hükümetler atıyordu. MHP, şu
anda karşı çıktığı ve onursuz davranış olarak nitelendirdiği, AB’nin
talimatıyla TBMM gündemine taşınan ve idamın önündeki engelleri kaldıran Uyum
Yasalarının altına imza atıyordu.

Yani, TBMM’de sadece şov mu yapıldı?

Edip Özbaş: 03 Kasım
2002 seçimlerinin öncesinde, Bahçeli Şevket Bülent Yahnici’ye Ankara Cumhuriyet
Savcılığı’na hitaben bir dilekçe yazdırıyordu. Dilekçede, Ecevit’in kanunu
ihlal ettiği ve yargılanması gerektiği talep ediliyordu. Ancak önergeye
kesinlikle imza atmayan bir hukukçu, bir Başbakan’ın Savcılık marifetiyle
yargılanamayacağını elbette biliyordu. MHP ve Bahçeli, kendi yanlışlarını
örtebilmek için şov yapıyordu.

İdam cezası 2002 Ağustos’unda, imzalanan AB 3’üncü uyum paketi ile
kaldırılıyordu. O günlerde TBMM Genel Kurulunda neler yaşanıyordu?

Edip Özbaş: İdam
cezası 2002 Ağustos’unda, imzalanan AB 3’üncü uyum paketi ile kaldırıldı. 8
Ağustos’taki TBMM Genel Kurulu’ndaki oylamada güya idama karşı çıkan ve şov
yapan MHP, aslında idamın kaldırılması için uğraştı. Şöyle ki Genel Kurul’daki
oylamadan hemen önce Adalet Komisyonu’nda bir görüşme yapıldı. Komisyonda DYP
Milletvekili Sevgi Esen bir önerge vererek, “idam kaldırılsın ama bu
hükümde Öcalan istisna tutulsun”
 teklifini yaptı. MHP, bu önergenin
sunulduğu Adalet Komisyonu toplantısına kendi üyelerinin katılmaması yönünde
karar aldı. Dolayısıyla önerge kabul edilmedi. Ama Genel Kurul’da tüm MHP
milletvekilleri ellerini kaldırarak ’idam kaldırılmasın’ şovu yaptı. Ve Öcalan
idamdan kurtuldu.[2]

Bütün bu belge ve bilgileri, Erbakan Hocaya yöneltilen
iddia ve iftiraların, nasıl haksız ve dayanaksız olduğuna açık ve kesin bir
örnek olsun diye yazdık. Çünkü Siyonist dış güçleri ve işbirlikçi çevreleri
ürküten, Türkiye’yi yeni ve adil bir medeniyet merkezi yapacak ilmi ve milli
projeler üreten yegâne lider, Rahmetli Erbakan’dı. Onun, olumlu ve onurlu
girişim ve prensiplerine, kutlu ve mutlu hedeflerine bugün de, gelecekte de
ihtiyaç vardı; İslam ve insanlık adına bunlara sahip çıkılması lazımdı. Kısacası
Erbakan Devrimi’nin temelleri sağlam atılmıştı ama henüz tamamlanmamıştı ve
zafere ulaşması yakındı!

 

 


 

Hüsnü Öndül / Avukat / 29 Nisan 2011 – Ankara

Yeniçağ
/ 04 03 2007

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/haziran-2013/mhpli-oktay-vuralin-ca

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi