KURAN AYETLERİ PORNO İLLETİ VE GİZLİ NİKÂH REZALETİ
Kuran-ı Kerim sadece Arapça lafzını okumak için değil, Onu anlamak, emir ve yasaklarına uymak, ahlakıyla ahlaklanmak ve ahkâmını hayata hâkim kılmak üzere çabalamak için gönderilmiştir. Yani ölülerden önce Diri olanları inzar ve ikaz edip (hakka ve hayra yönlendirilmeleri) inkârcıların da (hiçbir mazerete sığınma gerekçesi kalmamak üzere azap) sözlerini hak etmeleri için indirilmiştir. (Yasin: 70) Kurandaki emir ve yasaklar, olgun ve onurlu bir ahlaka sahip olmak ve başkalarının temel insan haklarına saygılı davranmak amacıyla, hayatımızı disiplinize eden ilahi imtihan ve adalet ölçüleridir.
Hz. Mevlananın: Kuran kapalı ve nazlı gelin gibidir; yüz görümlüğü vermeden gizli özellik ve güzelliklerini sana açmasını beklememelidir sözü ne kadar hikmetlidir. Siz Allahtan korkup (kötülüklerden sakınırsanız, O size Furkan (doğruyu yanlıştan, hakkı batıldan, mümini münafıktan ayıran feraset nuru) verir (Enfal: 29) ayeti bu gerçeği haber vermektedir.
Mevlanaya; Şu adam hangi kelimenin Kuranın hangi suresinde, hangi sahifesinde ve hangi ayet içerisinde olduğunu bilecek kadar tam hafızdır diye gösterilince, Güzel, cevizleri saymayı ve sıralamayı çok iyi öğrenmiş, acaba kırıp bir tanesini de yemiş mi? (Yani ilahi mana ve mesajını da idrak etmiş mi?) yanıtını vermiştir.
Ahmet Hocamız da: Arapça bilmek gereklidir, ama yeterli değildir, çünkü Allahça öğrenmeden Kuranın sırrına erişilemeyecektir sözleriyle bu hikmete dikkat çekmiştir.
Seyyid Ahmet Er-Rufai Hazretleri şu beş sınıfa Kuranın hikmet kapısının açılmayacağını belirtmektedir:
1- Yarın endişesi taşıyanlara (yani tevekkül ve teslimiyeti olmayanlara)
2- Amirlere, hükümet yetkililerine ve zenginlere sadece dünyalık umarak yaklaşanlara..
3- Din gayreti ve dost hassasiyeti bulunmayanlara
4- Kuranı ciddiye alarak ihtiyaç ve iştiyak duyarak, ayetler üzerinde yoğunlaşmayanlara
5- Gizli açık günahlardan sakınmayanlara, O ilahi hikmet ve manevi lezzet yolları kapalı demektir.
Müspet ilimleri ve manevi teknoloji sonucu erişilen yaratılış mucize ve belgelerini bilmeden de Kuranı Kerim'i tam anlamak mümkün değildir.
Her insandan bize yönelik sevindiren veya üzüntü veren davranışın arkasında Cenabı Allahın bir sıfatının tecellisini ve onunla bizi terbiye veya teselli ettiğini düşünmek Ve yine karşılaştığımız her olayın, mutlaka Allah tarafından yaratılıp bizi imtihan kastıyla başımıza geldiğini bilmek ve ona göre uygun ve olgun bir tavır sergilemek te, Kuranın hikmet kapılarını açan bir anahtar gibidir. Örneğin kusurlarımızı söyleyen, hatta haksızlıklarımız nedeniyle bize hakaret eden kimselerde, Allahın müntakim (intikam alıcı) isminin tecelli edip bizi uyarıp hizaya getirdiğini, bize ilim ve edep öğretenlerde, Allahın Rabb isminin tecelli edip bizi eğittiğini kabul etmelidir.
Bir hocamız beden gözünü kirletenlerin hikmet ve basiret gözünün körleneceğini ve Kuranın manevi hazinelerini göremeyeceğini söylemiştir. Bu nedenle ahlaksız yazılar ve porno yayınları izlemek hem vebaldir, hem de ruhumuzu kirleten bir şehvet tahrikidir.
Haramı seyretmek ve düşünmek kalbi ve aklı küllendirir!
İsra suresinin 32. ayetinde Cenab-ı Hak, “Sakın zinaya yaklaşmayın!” hükmünü vermiştir. Buradaki “Yaklaşmayın” emrinden hareketle İslam fıkıh alimleri insanı zinaya götürebilecek her türlü amelin ve girişimin yasak ve tehlikeli olduğunu ifade etmişlerdir. Müstehcen resim veya görüntülere bakmak da bu kategori içinde değerlendirilmelidir. Öyle ise bu tür resimleri seyretmek ve porno filimler izlemek asla caiz değildir.
Özellikle cinsel tahrikin ve müstehcenliğin önemli bir ticari sektör haline geldiğini, gençlerin tabii cinsel eğilimlerinin sınırsızca ve sorumsuzca teşvik ve tahrik edildiği ve giderek anormal ve gayrimeşru tatmin yollarının yayılma özelliği gösterdiği toplumlarda, insanların ve hele genç kuşakların şehevî duygularına hakim olamadıkları ve şeytanları bile utandıracak yollara ve yöntemlere kaydıkları çok acı ve alçaltıcı bir gerçektir. Bu nedenle bireylerin ahlaksızlığına, cinsel dürtülerin açığa çıkmasına neden olacak video, oyun gibi şeyleri yapmak, satmak, almak ve bakmak günümüzün en yaygın ahlaki zafiyetidir.
Kur'an-ı Kerim'de hem erkeklerin hem de kadınların harama bakmamaları, edep yerlerini iyice örtülü tutup, iffet ve namuslarını korumaları emredilmektedir.
Mü'minlere söyle: 'Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar. Bu, onlar için daha temizdir. Gerçekten Allah, yaptıklarından haberdardır. (Nur: 30)
Mü'min kadınlara söyle: 'Gözlerini (harama çevirmekten) kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar; süslerini açığa vurmasınlar, ancak kendiliğinden görüneni hariç. Baş örtülerini, yakalarının üstünü (kapatacak şekilde) koysunlar. Süslerini, kendi kocalarından ya da babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da kadına ihtiyacı olmayan (arzusuz veya iktidarsız) hizmetçilerden ya da kadınların henüz mahrem yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah'a tevbe edin ey mü'minler, umulur ki felah bulursunuz. (Nur: 31)
Hz. Peygamber (sav) de, “ gözlerin zinası şehvetle bakmaktır ” (Buhari, “Kader”, 9; Müslim, “Nikâh”, 44) buyurarak harama bakmanın, zinaya götüren fiillerden olduğu için caiz olmadığını belirtmiştir. Bu itibarla, erkek veya kadının, birbirlerini tahrik edici hal ve hareketlerde bulunmaktan da kaçınmaları gerekir.
Erotik sahnelerin seyredilmesi, kişinin manevi hayatını da olumsuz yönde etkileyecek, onu çok rezil ve zelil düşürecek girişimlere itecektir. Üstelik porno alışkanlığı zamanla bağımlılık ve tutku haline gelerek, birtakım ahlaki zaafların ve hiç istenmeyen durumların ortaya çıkmasına sebeptir, sonunda dünyası da, ahiret hayatı da mahvolabilir. Bütün şehevi günahlar, ahlâkî bozulmalar ve ailevi tahribatlar; önce müstehcene bakışla yerleşmekte, sonra gelişip fiili günahlara dönüşmektedir. Üstelik gözler baktıklarının resimlerini de çekerek, hayal arşivinde depo etmektedir. Şuur altına yerleşen ve şeytanın teşvikiyle depreşen bu ahlaksız görüntüler o kişinin beynini ve kalbini kuşatıp yönlendirmektedir. Hatta öyle ki, güzel bir kadına rast gelmesi veya herhangi bir kız ve erkek çocuk görmesi bile onu hemen tahrik edebilmekte, çok sapkın düşünce ve eylemlere sürükleyebilmektedir.
İşte bu nedenle ahlaksız sözler işler ve yönelişler anlamındaki fahşa kelimesi Kuranı Kerim'de 30 kadar yerde geçmekte ve kötülenmektedir. Çünkü fuhşiyat şeytanın en etkili tuzağı gibidir. (Nur: 21) ve toplumda fahiş işlerin yaygınlaşmasına çalışanlar, buna fırsat ve ruhsat tanıyan iktidarlar dünyada ve ahrette azap ehlidir. (Nur: 19)
Porno müptelalığı, ibadet huzurunu ve imtihan şuurunu körletip kirletir
Sonra arkalarından öyle (kötü) nesiller türedi ki, namazlarını zayi ettiler (ibadet ve istikamet duyarlılığını kaybettiler) ve şehvetlerine kapılıp gittiler. Elbette bunlar azgınlık ve sapkınlıklarının cezasını yakında göreceklerdir (Meryem: 59) ayetinde namazı kökten terk ettiler denilmeyip şehvet düşünceleri yüzünden namazdaki kalbi huzuru ve manevi urucu (miraç) yitirdiler buyrulması hakikati, günümüzde maalesef aynen tezahür etmektedir. Müminlerin çoğu görünüşte namazı kılıp eda (dal ile) görevini yerine getirmekte, ama yaygın bir gaflet ve şehvetle edaa (dat ile) yani zayi ettiğini fark etmemektedir.
Bir kötülüğün ve ahlaki çirkinliğin oldukça yaygınlaşması ve pek çok insan tarafından yapılmış olması; veya kanunen serbest bırakılması, onun vebalini hafifletmemekte, günahı mubah hale getirmemektedir!
Şeytan bazılarını böylesi bahanelerle aldatıp porno gibi günahlara cesaret vermekte ve şehvet tuzağına sürüklemektedir. Canım bunu herkes yapıyor, bu yol resmen herkese açık bulunuyor diyerek, kumarhanelere ve genelevlere gidilemeyeceği gibi, insanı şehvet budalası ve porno müptelası yapacak ahlaksız görüntüleri seyretmekte asla caiz değildir. Porno belasından toplumu uzak tutmak en başta devletin kurumlarının, iktidarların, okulların ve anne babaların bugün en önemli ve öncelikli görevi haline getirilmelidir.
Hz. Yusuf Misali:
Ey Rabbim, (iftiraya uğrayıp) zindan(a girmek bile) bu (kadınların) beni davet ettikleri şeyden (zina etmekten) daha sevimli (ve şereflidir) (Yusuf: 33) demeden ve her an huzurunda bulunduğu Yüce Allahtan hayâ edip böylesi rezilliklerden vazgeçmeden, imanın lezzetini ve izzetini, Kuranın da hikmet ve hakikatini hissetmek nasıl mümkün olabilir? Ahlaksız görüntülerin resim galerisine çevrilen bir gönülde, Rabbin hikmet tecellileri nasıl zuhur edebilir? Manevi hürmeti ve ahlaki edebi olmayanlar, ruhani miraç olan namazından ne kadar fayda görebilir?
Samimi tevbe edenler, nefis ve şeytanla ciddi mücadeleye girişenler kötü alışkanlıklarından kurtulabilir.
Şeytanın en büyük hilelerinden birisi de insanlara, alıştıkları kötülükleri artık bırakamayacakları kanaatini vermesidir. Oysa samimiyetle tevbe edenler, Allahın izniyle her türlü günahtan kurtulabilir.
Ancak tevbe eden, (gerçekten iman edip (Allaha yönelen) ve salih amellerle (ömrünü) değerlendirenler (var ya); işte onların kötülük ve günahlarını Allah iyiliklere çevirecektir, Allah bağışlayıp affedici ve merhamet edip esirgeyicidir (Furkan. 70) ayeti, ciddi bir pişmanlıkla tevbe eden ve şeytani dürtülerine direnen kimselerin, affedilmesinin de ötesinde seyyiatlarının hasenata tebdil edileceği yani yaptıkları kötülüklerin silinip amel defterlerine hep iyiliklerin yerleştirileceğini müjdelemektedir. Bu ayet, şuuraltına gizlenmiş çirkin görüntü ve dürtülerin Allahın bir lütfu olarak temizleneceğine de işarettir. Çünkü Yüce Rabbimiz, eğer affetmeyi ve kötü huylarımızı ve bağımlılıklarımızı iyi ve verimli ahlaka çevirmeyi dilememiş olsaydı, bize tevbe etmeyi emretmezdi.
İslamsız ve Kuransız, gerçek ahlaka ulaşmak mümkün değildir!
Kuran-ı Kerim, âlemlerin Rabbi, sonsuz ilim ve güç sahibi olan Allah'tan insanlara bir rahmet vesilesi ve adalet terazisi olarak indirilmiştir. Allah insanlara bir kitap göndermekle onlara lütfetmiştir. Allah'ın bu lütfuna samimiyet, minnettarlık ve şükür ile karşılık verenler bu davranışlarının faydasını yine kendileri görecektir. Kuran'ı anlamaya çalışan, iman ve ihlasla Ona yapışan Allah'ın hidayet ve rahmetine erişecektir. Dünyada da ahirette de Allah'tan güzel bir karşılıkla ödüllenecektir. Bunun aksine, art niyetli ve ciddiyetsiz bir tavırla Kuran'a yaklaşanlar ise bunun zararını yine kendileri çekecektir. Bunlar Kuran'ı kavrayıp hikmetini sezemez, ondan istifade edemez, dünyada ve ahirette huzura eremezler. Ancak, ne Kuran'a ne de İslam'a hiç bir zarar da veremezler.
Kuran, her insanın rahatlıkla anlayabileceği bir kitap olarak indirilmiştir ve Onu bizzat yaparak ve yaşayarak öğretmek üzere Hz. Peygamber gönderilmiştir. “Ey insanlar, Rabbinizden size bir öğüt (kuralları), sinelerde olana (gönüllerde bulunan vesvese ve sorulara) bir şifa (kaynağı) ve mü'minler için bir hidayet ve rahmet (aracı) geldi.” (Yunus: 57) ayetinde bildirildiği gibi Allah'a inanan ve vicdanına uyan her insan Kuran ayetlerinden öğüt alabilir, ayetlerdeki emirleri en güzel şekilde yerine getirebilir. Ancak nefsine uyan, Allah'ın gücünü takdir edip kavramayan ve, ahiret konusunda şüphe içinde olan insanlar, ayetleri de kendi bozuk mantıkları doğrultusunda yanlış yorumlamaya yönelecektir. Allah bir ayetinde Kuran'da öğüt alamayan bu insanların durumunu şöyle haber vermiştir:
Andolsun, Biz bu Kuran'da çeşitli açıklamalar yaptık, öğüt alıp-düşünsünler diye. Oysa bu, onların daha uzaklaşmalarından başkasını arttırmıyor. (İsra: 41)
Allah Kuran'ı, iman edip akleden kullarının kavrayıp öğüt alabileceği apaçık bir Kitap olarak indirmiş, Hz. Peygamber Efendimiz de Canlı Kuran olarak görevlendirilmiştir. İnsanın imanı arttıkça aklı, vicdanı, ahlakı ve Allah korkusu da aynı derecede ziyadeleşecek, dolayısıyla Kuran ayetlerindeki incelikleri ve hikmetleri daha iyi kavrar hale gelecektir. Henüz iman etmemiş bir kimse de, ön yargı, art niyet taşımadan samimi bir vicdanla Kuran'a yaklaştığı takdirde, Onun ilahi bir kitap olduğunu kolaylıkla fark edip iman edecektir. İman etmeyen, Allah korkusu ve ahlak duygusu bilmeyen kişiler ise Kuran'ı doğru kavramaktan mahrum edilir. Bu tarz kişiler ne kadar zeki ne kadar bilgili ve ne kadar kültürlü olurlarsa olsunlar, Kuran'ı ne kadar araştırırlarsa araştırsınlar Yüce Rabbimiz Allah'a iman etmedikleri müddetçe akletme yeteneğinden nasipsizdir.
Gerçekten de Kuran'da haber verildiği gibi inkâr edenler her devirde Allahın haber ve hükümlerini kavrayamadıklarını doğrudan ya da dolaylı olarak itiraf etmişlerdir. Bu, Kuran'ın bir mucizesidir; aynı ayeti bir mümin rahatlıkla anlayıp uygularken, inkâr eden bir kimse bu ayetlerin hikmet ve hedefine akıl erdirememektedir. Bu da bize Kuran'ın anlaşılmasının veya anlaşılmamasının tamamen niyete bağlı olduğunu, Allah'ın dilediğine anlayış verdiği gibi, dilediğini de ayetlerinden perdelediğini göstermektedir. Bu durum bir ayette şöyle haber verilir:
Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, (bunlara) sırt çevirip (ilgisiz davranan) ve ellerinin önden gönderdikleri (kötü amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, (onların) kalpleri üzerine Onu (Kuranı) kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (germişizdir), kulaklarına da bir ağırlık yerleştirmişizdir. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulup (hakikate erişemeyecektir) (Kehf: 57)
Gerçek imana ulaşamayan, samimiyetsiz, ön yargılı bir insan ise her türlü teknik bilgiye ve mükemmel bir Arapça ilmine sahip olsa, bir bilim dalında otorite sayılsa bile, yine de Kuran'ı gerektiği gibi ve doğru anlayamayabilir, çünkü böyle bir kimse en başta nefsinin dünyevi heveslerin peşindedir. Bu yüzden de akletme yeteneği köreltilmiştir. Akledemediği için de Kuran ayetlerini yanlış tefsir ve tevil etmekte, hakkında çarpık ve sapık yorumlar getirmektedir.
Resmi olmayan, devlet himayesi ve garantisi taşımayan yani toplum düzeninden ve hukuk disiplininden gizli yapılan NİKÂH, İslama göre de geçersizdir!
30 Mayıs 2014 ATV Cuma sohbetinde Prof. Nihat Hatipoğlu, bir telefon sorusu üzerine Anne ve babadan, hatta akrabalardan ve toplumdan habersiz, iki şahit huzurunda aldım-kabul ettim şeklinde yapılan nikâhın dinen caiz ve geçerli olduğunu söyleyerek hem Yüce Dinimize, hem de hukuk sistemimize aykırı ve yanlış fetvalar vermiştir. Bu konuda farklı mezheplerin fıkıh kitaplarındaki içtihatları da iyice anlayıp kavramadan nakletmiştir. Çünkü İslama göre, nikâhta en önemli şart olan Aleniyetin bugünkü tam karşılığı resmiyettir. Çünkü evlenen tarafların ve özellikle kadının; nafaka ve miras gibi her türlü haklarını, doğacak çocukların nesep kararı, bakımları, eğitilip hayata hazırlanmaları gibi bütün temel ihtiyaçlarının tayin, tespit ve temini için nikâhta aleniyet (topluma açıklanıp ilan edilmesi) yani resmiyet ve devlet garantisi verilmesi esas kabul edilmiştir. Toplum düzeni ve disiplininin ve devlet sisteminin tam gelişip yerleşmemiş olduğu dönem ve durumlarda bu zaruret kısmen kabile ve aşiret disiplini ile giderilmiştir. Devlet resmiyeti veya aşiret disiplini içinde kıyılan aleni nikâhlar da (kâfir veya gayrimüslim olsalar dahi) geçerlidir. Çünkü Kuran-ı Kerim Mesed-Tebbet suresinde Ebu Lehebin karısındanvemreetuhu-Onun (nikâhlı) eşi olarak bahsetmiştir. (Tebbet: 4) Sn. Nihat Hatipoğlunun dediği gibi İki Şahit huzurunda icap-kabul ile kıyılan nikâh caiz ve geçerlidir demek, günümüzde genç talebeler ve zengin türediler arasında oldukça istismar ve suiistimal edilen muta nikâhı cinsinden gizli ve kirli ilişkilere ve bunların doğurduğu ahlaki ve ailevi felaketlere izin vermektir. Böylece bir müddet yararlanılıp bırakılan kadınların-kızların ve doğacak çocukların hakları zayi edilmektedir. Bu aynı zamanda Zinaya meşruiyet kılıfı geçirmektir.
Bu arada Emevilerden Abbasilere, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde, kadılara, muhtarlara ve imamlara nikâh kıyma ve bunları tescilli kütüklerle kayıt altına alma şeklinde bir resmi izin ve görev verildiği de her nedense göz ardı edilmektedir.
Nikâhta İcab-Kabul devlet ve resmiyet himayesindedir:
Evlilikte karşılıklı rıza esastır ve gözetilmelidir; taraflardan birinin rızası olmadan bir evliliğin gerçekleştirilmesi mümkün değildir. Nikâh akdi gerçekleşmeden önce taraflar, ne istediklerini, nasıl bir evlilik arzu ettiklerini açık bir şekilde belirtmelidir. Bu istek ve beklentiler, her iki taraf açısından kabule şayan ise nikâh akdi resmiyet=aleniyet şartı ile gerçekleşir.' Nikâh akdi, öncelikle, evlenecek kişiler arasında gerçekleşeceği için rızanın da bunlar tarafından gösterilmesi gerekir. Anne-baba ve yakınların gerçekleştirilecek evlilikte ancak tasvip ve tavsiyeleri olabilir; bunun dışında nikâh akdini etkileyici bir tutum sergileme hakkına sahip değildirler. Yakınların, evlenecek olanlar üzerinde ve gereksiz taassup gayreti ve dünyevi gayelerle etkileyici, daha doğrusu engelleyici bir durum takınmaları, Kur'ana göre de uygun değildir.
“…Kendi aralarında (maruf ile yani bilinen ve geçerli meşruiyet ve resmiyet çerçevesinde) güzelce anlaştıkları takdirde, (kadınların) kocalarıyla evlenmelerine engel olmayın. Bu, içinizden Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseye verilen öğüt ve kuraldır. Bu, sizin için daha iyi ve dahâ temizdir, Allah bilir, siz bilmezsiniz?” (Bakara: 232)
Bu uyarı, boşanmış kadınların, eski kocalarına dönmeleri hususunda olduğu gibi, yeni evlenecek olanlar için de geçerlidir.
Evlilikte rıza, evliliğin başlangıcında olduğu gibi evliliğin sürdürülmesinde de önemli ve gereklidir. Kadın ve erkekten her biri evliliğin, çıkmaza girdiğini gördükleri ya da onarılmaz bir huzursuzluğun giderek ilerlediğini fark ettikleri anda, kendi rızalarıyla ve resmen mahkeme kararıyla nikâh akdini feshedip boşanabilirler.
“Ey peygamber, eşlerine söyle: 'Eğer siz, dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, gelin size mut'a (boşanma bedeli) vereyim ve sizi güzellikle salayım. Eğer siz, Allah'ı ve ahiret yurdunu istiyorsanız, (biliniz ki) Allah, sizden güzel hareket edenlere büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab: 28-29) ayetinde muta mehir karşılığı ve kocanın resmi-hukuki sorumlulukları olarak zikredilmiştir.
İslama göre evlilikte şahitlik ve resmiyet:
Kuranı Kerimde, insanlar arasında cereyan eden sosyal ilişkiler, antlaşmalar ve akitler tümüyle şahitlidir. Bu nedenle, evlilik akdinde de şahitlik temel bir prensiptir. Şahitlik ise ancak resmiyet ve devlet garantisi altında geçerlidir.
“Şayet (eşlerin) aralarının açılmasından endişe duyarsanız, erkeğin ailesinden bir hakem ve kadının ailesinden bir hakem gönderin. Bunlar uzlaşmak isterlerse, Allah da onların arasını bulur. Çünkü Allah bilen, haber alandır.” (Nisa: 35) ayetinde belirtilen iki ailenin tayin ettiği hakemler, vardıkları kararı üst hakem olan resmi mahkemeye veya onun yerine geçen örfi müesseseye bildirsinler demektir.
Burada, her iki taraftan oluşturulan hakem heyeti, ilk önce evli eşleri dinleyecektir; ancak yukarıda da ifade edildiği üzere, anlaşmazlık durumunda, eşler genellikle duygusaldırlar ve kendilerini haklı gösterme çabası içindedir. İşte bu durumda hakem kurulu, sağlıklı bir sonuca ulaşmak için, şahitlerin ifadesine müracaat edilir. Şahitlerin de mutlaka; evlenme aktinin yapıldığı şartları çok iyi bilmeleri gerekir ki, adil çözümler elde edilebilsin. Bütün bunlar da resmi mahkeme kararıyla kesinleşir.
Nikâh sırasında şahitlerin ve resmiyetin önemini gösteren başka bir delil de, boşanma sırasında şahidin emredilmesidir. “(Kadınlar iddet bekleme) Sürelerinin sonuna vardıklarında onları güzelce tutun yahut güzellikle onlardan ayrılın. İçinizden adalet sahibi iki kişiyi şahit tutun. Şahitliği Allah için yapın. (Talak: 2) ayeti de Allah için kavramı, hem manevi mesuliyeti, hem de devlet resmiyetini ifade içindir.
Sonuç: Sn. Nihat Hatipoğlunun bu konuşmasındaki yanlışını yine televizyonlarda ve toplum huzurunda düzeltmesini, ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığının bu konuda gerekli ve geçerli bir fetva ile halkımızı doğru bilgilendirmesini beklemekteyiz.