Anasayfa » KIBRIS’TA NELER OLUYOR?!

KIBRIS’TA NELER OLUYOR?!

Yazar: yonetici
0 Yorum 280 Görüntüleyen

      KIBRIS'TA
NELER OLUYOR?

Kıbrıs Adası'nın iki ülke için hayati önem taşıyan stratejik bir özelliği olduğu bilinmektedir. Bu ülkelerden birisi Türkiye diğeri İsrail'dir. Kıbrıs, Türkiye'nin Akdeniz'de, nefes alacak ve ayak basacak tek kalesidir.

İsrail'in ise, hem Amerika ve Avrupa'da gelecek yardımlarının kendisine ulaşması hem de Akdeniz'deki güvenliğini sağlaması açısından bir nevi arka bahçesidir. Yunanistan ise sadece İsrail'in piyonu görünümdedir.

İsrail'in güdümündeki Birleşmiş Milletlerin ve özellikle ABD ve İngiltere'nin Türkiye'yi Kıbrıs'tan çıkarmak ve bütünüyle Yunanlıların kontrolüne bırakmak hevesleri ve hesapları da işte bu yüzdendir.

 

Ve şimdi Kıbrıs Rum Kesimi bu ülkelerin tahrik ve teşvikleriyle yalnız Ege'yi ve Akdeniz'i değil, bütün dünyayı karıştıracak hazırlıklar ve huzursuzluklar içerisine girmiştir.

Öyle görünüyor ki, dünyada beklenen tarihi değişim ve dönüşümün  merkezi Kıbrıs olacaktır. Biz elbette ve devamlı barıştan yanayız. Savaş ve saldırıdan hoşlanmayız. Ama her türlü savunma ve haklarımızı koruma hazırlıklarını da yapmak ve uyanık bulunmak zorundayız. Çünkü savaşı “teknolojik, psikolojik ve stratejik” üstünlüğe sahip olan tarafın kazanması, sünnetullahtır.

Unutulmasın ki Yunanistan, Osmanlı'dan ayrılıp bağımsızlığını kazandıktan bu yana Bizans İmparatorluğunu yeniden diriltme ve devamlı genişleme politikasında asla vazgeçmemiş ve kurulduğu tarihten bugüne kadar topraklarını tam sekiz kat arttırmıştır. 1864 yılında İyon Adaları'nı, 1881'de Tasalya'yı, 1913'te Makedonya, Güney Epir, Rodos ve Ege Adaları'nı, 1919'da Batı Trakya'yı ve 1947 yılında İtalya'dan On iki Adaları almış ve nihayet Kıbrıs'ı topraklarına katmanın planlarına başlamıştır.

1947 Temmuzunda Kıbrıs Cumhurbaşkanı olan Makarios, Yunan Cumhurbaşkanı General Gizikis'e, sonradan bütün kamuoyuna açıklanan bir mektup gönderdi. Makarios, Kıbrıs Milli Muhafız Alayı'nda bulunan 650 Yunan subayının kendisini düşürmek için EOKA-B teröristleri ile birlikte çalıştığını söylüyor ve bunların derhal geri çağrılmasını istiyordu.

Buna rağmen 15 Temmuz 1974'te EOKA'cıların darbesiyle Makarios devrilmiş ve Türk düşmanlığı ve eşkıyalığı ile meşhur Nikos Sampson idareyi ele almıştı. Yunan cuntası, ileride Kıbrıs'ı Yunanistan'a bağlamak üzere söz veren Sampson'u destekliyordu. Oysa Kıbrıs Cumhuriyeti'nin varlığını garanti eden 1959 antlaşmasına göre İngiltere, Türkiye ve Yunanistan, adanın bağımsızlığını korumak üzere garantör devlet olarak müdahale hakkına ve sorumluluğuna sahip bulunuyordu.

Türkiye'nin o günkü Başbakanı B. Ecevit İngiltere'ye bu sorumluluğu hatırlattı ve ortak müdahale teklifinde bulundu. Bu isteği reddedilince adadaki İngiliz bölgesindeki üslerden yararlanarak Türk birliklerinin çıkarma yapmasını önerdi. Çünkü Ecevit İngiltere ve Amerika'nın müsaadesi olmadan, Türkiye'nin bir girişimde bulunmayacağına inanıyordu. Bu istekleri de geri çevirilince, daha önceki Kıbrıs katliamları karşısında, oradaki insanlarımızı sahipsiz bırakan Türk hükümetleri gibi, boş beyanatlar veya kuru kahramanlık nutuklarıyla olayı geçiştirmeye çalışıyordu. Çok şükür ki Milli Görüş koalisyon ortağıydı ve Erbakan Başbakan Yardımcısı bulunuyordu. Başta Amerika ve İngiltere olmak üzere, bütün batının tehditlerine ve maalesef hükümet ortağı olan CHP'nin bile karşı çıkıp diretmesine rağmen, 20 Temmuz 1974 günü kahraman ordumuzun, Kıbrıs Barış Hareketi'yle Girne'ye çıkmasını sağlıyordu.

Türk  ordusu, batılılarca “imkânsız” görüleni başarıyor, hem asırlarca bu ocakta İslam'a ve insanlığa hizmet etmiş şehitlerin himmeti, hem de yakın gelecekte yeniden yeryüzünde hak ve adaletin bekçileri olmaya aday bulunmasının peşin bereketiyle Kıbrıs kurtarılıyor ve her iki topluma barış ve güven sağlıyordu. Milli Görüş'ün gayret ve cesaretiyle gerçekleştirilen Kıbrıs Hareketiyle sadece Türklere değil, adadaki Rumlara bile huzur ve hürriyet getiriliyordu. Çünkü EOKA'cılarla yerli Rumlar arasında da kanlı boğuşmalar ve bir iç savaş başlamış bulunuyordu. Hatta Kıbrıs Hareketi Yunanistan'ın da, askeri cuntadan kurtulup, demokrasiye kavuşmasına sebep oluyordu.

1975 yılının yaz aylarında, Atina'da yayınlanan “Katamirini” Gazetesinin “Türk Milletinin yeryüzünden silinmesiyle dünya hiçbir şey kaybetmez” şeklindeki manşetinden de anlaşılacağı gibi, milletimiz aleyhinde derin bir nefret, kin ve korku hisleriyle dolan olan Yunanlıları, dış güçler ve Siyonist merkezler devamlı kışkırtmakta ve Türkiye aleyhine kullanmaktadır.

Lozan ve Montrö Antlaşmalarına göre Oniki Ada dahil, diğer Ege Adaları'nın silahlardan ve askeri yığınaklardan arındırılması öngörüldüğü halde, bu adalar ağzına kadar silah depoları ve askeri tesislerle donatılmış ve hatta çoğu kez güya “boğazlardan gelecek Rus donanmasına karşılık NATO'nun caydırıcılığını arttırır” bahanesi ile, bizim bazı asker ve politikacılarımız tarafından bile, açıkça ülkemizi hedef alan bu Yunan hazırlıkları, haklı gösterilmeye çalışılmıştır.

Bu dış güçler, şimdi yeniden Kıbrıs'ı karıştırmak ve adayı tamamen Rumlaştırmak için Rauf Denktaş'ı ülkesine hıyanete zorlamaktadırlar… Türkiye'de ki masonlar da “zaten pek işimize yaramıyor. Kıbrıs'ı verip kurtulalım. Hakkımızdaki uzlaşmaz ve barışa yanaşmaz imajını silip atalım” yolunda beyanatlar vererek Denktaş'ı arkasından vurmaktadırlar.

Önce Bosna'da, Kosova'da, Çeçenistan'da, şimdi Irak'ta ve Afganistan'da yıllarca süren ve buradaki Müslümanların kökünü getiren vahşet ve cinayetleri durdurmak için 9 ayda bir araya gelemeyen Birleşmiş Milletler'in veto yetkisi olan 5 daimi üyesi, Kıbrıs'ı satmaya mecbur bırakmak için 9 dakikada toplanıp, Siyonizme teslim olması için Denktaş'ın üzerine çullanıyordu.

“Denktaşı devre dışı bırakıp Rumlarla anlaşırsanız, sizi Avrupa Birliğine sokacağız… Hepiniz özgür ve zengin olacaksınız! Türkiye'ye bağımlılıktan kurtulacaksınız!” gibi vaatlerle… Avrupa ve Amerika'dan aktarılan paralar ve verilen desteklerle Kıbrıs'ta açıkça bir gaflet ve hıyanet cephesi oluşturuldu.

Avrupa adına konuşan Verheugen, “KKTC'de iktidar kazanırsa seçimleri gayrı meşru sayarız. Muhalefet kazanırsa işbirliği yaparız.” Diyerek, gerçek niyetlerini ortaya koymuştu.

Hatta daha da ileri giderek, “Muhalefete iktidar verilmezse, Gürcistan örneği bir halk ayaklanmasıyla yönetime el konulacağı” tehdidinde bulunuyordu.

Anlaşılan, hedef tahtasına Türkiye konulmuştu ve ülkemiz dört bir yandan kuşatılmak isteniyordu. ABD Savunma Bakanı Siyonist Donald Rumsfeld, kısa bir süre önce bölgemiz ülkelerine ani bir ziyaret gerçekleştirip, “oluşturmaya başladıkları güvenlik kuşağının tamamlanacağını” duyurmuştu…

Afganistan, Irak, Gürcistan, Azerbeycan, Kıbrıs… Ardından Suriye, İran ve Türkiye… Evet, ülkemiz kıskaca alınıyordu…

CIA destekli Gürcistan isyanını Yahudi spekülatör Soros'un desteklediği yazılıp konuşuldu..

Aynı Soros, şimdi Kıbrıs muhalefetini finansa ediyordu…

Bu Siyonist spekülatör Soros, “Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü, askerdir.” Diyen adamdı ve Tayip Erdoğan'ın madara olduğu Davos zirvesinin baş konuğuydu. Ve Tayip Erdoğan bu Soros'u haklı çıkarırcasına, oluşturulan Avrupa ordusuna, Türk askerinin çağrılmasından şeref duyuyordu!..

Kıbrıs seçimleri, Amerikan'ın, Avrupa'nın, Rumların ve Yunanistan'ın, bizdeki marazlı medyanın ve mason TÜSİAD'cıların ve AKP iktidarının, muhalefete verdikleri gizli açık bütün desteklere rağmen ortada sonuçlandı.

Bu aynı zamanda Milli Güçlerin tüm dünyaya bedel olduğunu ve maçın şimdilik berabere kaldığını da gösteriyordu…

Böylece, hainler hırçınlaşsa ve Kıbrıs karıştırılsa da, “Denktaş'ı devre dışı bırakmaya ve Türk askerini Kıbrıs'tan çıkarmaya” hiç kimsenin gücünün yetmeyeceği mesajı veriliyordu… Tayyip Erdoğan'ın, Kıbrıs seçimleri sonrası: “müzakereler yeni hükümetle devam edecektir.” Şeklinde yaptığı açıklamalar, Yunanistan'ı ümitlendirse de, milletimiz buna razı olmayacaktır.

Artık düşünmek ve olayları doğru değerlendirmek zamanıdır.

AB'ye alınmamız için “önce Kıbrıs sorununu halledin” Yani Rumlara devredin diye dayatan Avrupa ve Amerika, şimdi “Kürt sorununu çözüverin” yani Güneydoğunuzdan vazgeçin, demeye başlamışlardır.

Bu “İnsan Hakları, dünya barışı” gibi sloganların arkasına saklanarak kendi sömürü saltanatlarını sürdürmek isteyen Avrupa ve Amerika, acaba niye hiç İngiltere'ye “şu İrlanda sorununu çöz” demiyordu?

Niye Fransa'ya “Korsika problemini hallet” demiyordu?

Niye bunlar, İsrail'e “şu Filistin vahşetini son ver” demiyordu?

Ve yine Türkiye'deki şu AKP iktidarı ve AB meraklıları: “Yahu, Türkiye'yi almak için bin bir bahane uyduruyor ve bir sürü şartlar dayatıyorsunuz da, nasıl oluyor da, Fener Rum Patrikhanesini, Vatikan gibi ayrı bir devlet statüsüyle, AB'de diplomatik temsilci bulundurmasına razı oluyorsunuz? Diye niye hiç sormuyordu?

Evet, AB, kamuoyuna yıllarca “sadece bir ekonomik ve ticari işbirliği” şeklinde anlatıldı ve milletimiz aldatıldı. O zamanlar Erbakan hoca “Hayır Ortak Pazar, bir yutturmacadır. Bu üye ülkelerin adım adım, hükümranlık haklarını da devredecekleri siyasi ve Siyonist bir yapılanmanın ilk adımıdır.” Dediği için, gerçeği çarpıtmakla suçlanmıştı…

Bugün bu gerçek bütünüyle ortaya çıktı…

Evet AB, yeni ve tek bir devlet olmaya doğru gidiyor. Bunun için yeni ve özel bir anayasa hazırlanıyor. Ama, nasıl bir devlet olacağı konusu şimdilik tartışılıyor. Ve zaten bu devletleşme sürecini tamamlayamazsa, mutlaka çözülüp dağılacağı da ciddi ciddi konuşuluyor ve bundan kuşku duyuluyor…

Özetle: George Bush'un resmen başlattığı Haç'lı savaşı bütün hızıyla devam ediyor.

Ve Kıbrıs Siyonist emperyalistler için çok, ama çok önemli bir kale olarak değerlendiriliyor… Hatta Afrika ve Asya'nın giriş kapısı ve İsrail'in Akdeniz sigortası olarak görülüyor…

Soros'un Türkiye temsilcileri 17 Aralık 2003 Milli Gazete “Ankara Kulisi” nde çok önemli ve stratejik bilgiler veriliyordu:

Soros, Türkiye'dekiler ve Kıbrıs…  Kıbrıs Rumlarının, Yunanistan, İngiltere ve AB ülkeleri ile ABD'nin günlerdir 'nasıl bir sonuç çıkacak' diye beklediği KKTC seçimler bitti. Malum, seçimlerden 'Annancılar' ile 'Anavatancılar' 25-25 berabere çıktı. Yani dengeler Türkiye'nin aleyhine büyük bir değişime uğrarken, Kıbrıs yönünü değiştirerek rotasını AB'ye çevirdi.

Peki, Kıbrıs'ta ne oldu da böyle oldu!?

Bu soru bizi ilginç ve bir o kadar da karanlık bir isme götürüyor. George Soros... Bir Macar Yahudisi Soros. Ünlü Rothchild ailesi ile de sıkı fıkı. Geçtiğimiz günlerde Gürcistan'daki iç karışıklıkta yüzünü gösteren Soros, şimdi de Kıbrıs'ta karşımıza çıkıyor.

Soros'un izini sürdükçe Türkiye'de ilginç isimlere ve ilişkiler zincirine varıyoruz. Soros'un kontrolünde uluslararası iki önemli kuruluş var. Bunlar Open Society Instutete (OSI) ve Central European University (CEU). Bu enstitü ve üniversite birbirlerinin çalışmalarını tamamlayan ve uluslararası alanda paralel bir yapılanmaya giden iki kuruluş. Morton I. Abromowitz de OSI'nin en önemli isimlerinden birisi.

Önce Soros'un Open Society Institute (OSI) ile Central European University (CEU)'nun Türkiye yönetimine bakalım. Dikkat çekici isimler çıkıyor karşımıza:

Hakan Altınay, Can Paker (Başkan,TÜSİAD-TESEV), Üstün Ergüder ( TÜSİAD-TESEV, Koç Vakfı), Osman Kavala (TESEV-Güneydoğu Avrupa Barış ve Demokrasi Merkezi), Oğuz Özerden (TESEV, TÜSİAD ve İstanbul Bilgi Üniversitesi), Özlem Dakıran (Uluslararası Af Örgütü), Ömer Madra (İstanbul Bilgi Üniversitesi-Açık Radyo), Nebahat Akkoç (Ka-DER), Murat Belge (İstanbul Bilgi Üniversitesi-Helsinki Yurttaşlar Derneği Kurucusu), Nadire Mater( Bianet-Sınır Tanımayan Gazeteciler), Şahin Alpay (Zaman), Salim Uslu (Hak-İş).

Soros'un Türkiye'de güçlü diyalog kurduğu kuruluşların başında TESEV geliyor. TESEV'in yönetiminden tam dört isim aynı zamanda Soros'un enstitüsü OSI'nın Türkiye yönetim kadrosunda yer alıyor. Bunlar, Can Paker (Başkan), Üstün Ergüder, Osman Kavala ve Oğuz Özerden. TESEV'in başkanı Can Paker, Soros Vakfı'nın da başkanı. Malum, TESEV Kıbrıs'ta Annan planına destek veren bir kuruluş. Dahası, Annan planıyla igili olarak Finlandiya'da hazırlanan bir kitapçığı noktasına, virgülüne dokunmaksızın Türkçe'ye çevirmiş ve bu kitapçığı seçimler öncesinde Kıbrıs'ta kullanmıştı.

Biraz daha derinliklere inelim Kıbrıs konusunda. Adayı Türkiye'den kopartacak olan plana adını veren Kofi Annan'ın özel temsilcisi Matthew Nimetz, Soros'un kurduğu üniversitenin (CEU) İnternational Counceil'ünde başkanlık yapıyor. Bu isim yani Matthew Nimetz yönetiminde kurulan Güneydoğu Avrupa Barış ve Demokrasi Merkezi'nde TESEV'i Osman Kavala temsil ediyor. Anlayacağınız, Kıbrıs'ta Annan Planının TESEV tarafından desteklenmesinin arka planında işte bu ilişkiler ve Soros'un gücü yatıyor.

Yunanlı bir Bilderbergci olan Costas Carras'ın büyük ağırlığı bulunan Greek-Turkish Forum'da da TESEV Üstün Ergüder temsil ediyor. Üstün Ergüder adı, Soros'un enstitüsü OSI'nın Türkiye yapılanmasında da karşımıza çıkmıştı. Costas Carras'a Southeast European Co-operative İnitistive (SECI)'de de rastlıyoruz. Bilderbergci Carras, Rahmi Koç ile birlikte SECI'nin Başkanlığı'nı yapıyor.

Soros'un İstanbul Bilgi Üniversitesi ile olan ilişkilerini de göz ardı etmemek gerek. Soros geçtiğimiz aylarda İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin konuğu olarak Türkiye'ye gelmiş ve bir konferans vermişti. Zaten, Soros'un Open Society Institute (OSI)'sünün Türkiye'deki yapılanmasında yer alan Ömer Madra, Murat Belge, Oğuz Özerden de bu üniversitenin bünyesinde. Bilgi Üniversitesi aynı zamanda TESEV'de de güçlü bir şekilde temsil ediliyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi'nin hocalarının Annan Planına sıcak bakması ve kamuoyunu bu yönde etkilemeye çalışması da boşuna değil yani.

Ortaya çok karmaşık bir ilişkiler zinciri çıkıyor. Soros merkezli bu ilişkiler zincirini OSI, CEU, TESEV, Güneydoğu Avrupa Barış ve Demokrasi Merkezi, Greek-Turkish Forum, Southeast European Co-operative İnitistive (SECI) ve İstanbul Bilgi Üniversitesi halkaları oluşturuyor. Kıbrıs konusunda Kıbrıs Rum Kesimi ile Yunanistan kamuoyunun tek ses olurken, Türkiye ve KKTC'de insanların ikiye bölünmüşlüğünü işte bu lobi ile izah etmek mümkün. Zaten, Kıbrıs'taki seçimlerde Rumlar, Yunanistan, İngiltere ve AB tam taraf olurken, Türkiye'nin bi-taraf kalması tuhaf değil miydi… Baksanıza malum çevreler ile AKP iktidarı, Rum kesiminden gelenlerin araçlarıyla muhalefet konvoylarına katıldığı, muhalefete büyük paralar akıtıldığı seçimlerin sonuçlarını ne kadar da doğal karşılıyor…

Ama bu durum daha fazla devam edemez!. Artık uzatmalar oynanıyor… “Ya herro, ya merro” denilecek günler yaklaşıyor. Tabi bilesiniz ki asıl hedef; sadece Kıbrıs değildir. Milli Güçler'in kesin iktidara yaklaştığı bir Türkiye hedeftir. Bölgesinin tabii, İslam aleminin ise tarihi ve fiili lideri olmaya aday bir Türkiye boğulmak istenmektedir.

Evet, evet Siyonizm'in ve tüm dış güçlerin asıl hedefi ve hesabı Türkiye üzerindedir.

Türkiye ise artık kendi sorunlarına ve sorumluluklarına elbette sahip çıkmak mecburiyetindedir. Başımıza bela edilen  uğursuz ve şuursuz hükümetler ise, iyileşen yaranın kabuğu gibi yakında düşecek ve defolup gidecektir.

 

Şakir ŞAHİN





















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi