KIBRIS
MESELEMİZ VE MİLLİ MESULİYETİMİZ
Sn. Rauf Denktaşın vefatıyla ilgili duygusal ve hamasi nutuklar atıladursun, İsrail Kıbrıs Rum Kesimine füzelerini yerleştirmeye başladı. Aynı askeri anlaşmaları bütün Balkanlarda; Yunanistan, Bulgaristan, Romanya, Sırbistan ve Makedonya ile yapan İsrailin Türkiyeyi bir düşman ittifakı ve füze rampalarıyla kuşattığı açıktı. İsmet İnönünün Yunanistana peşkeş çektiği burnumuzun dibindeki adalardan ve Girit dağlarından sonra, şimdi de Kıbrısa askeri yığınak yapan İsrailin bütün bunları İran ve Suriyeye yönelik konuşlandırdığına inanmak, saflıktan da öte şapşallıktır.
Evet, Kıbrıs Rum Kesimiyle İsrail arasında savunma işbirliği anlaşması imzalandı. Bunun Türkiyeye karşı yapıldığı tartışılamazdı. Bu aynı zamanda Akdenizde yapılacak bir hesaplaşmanın da yaklaştığı anlamını taşımaktaydı. Rusyanın Suriyeye bir uçak gemisi göndermesi de hatırlanırsa, bölgemizde sular ısınmakta ve kara bulutlar dolaşmaktaydı.
KKTCde yapılan seçimler sonucu tavizci ve teslimiyetçi Mehmet Ali Talatın yerine, Milli sorun ve sorumluluklar konusunda daha duyarlı ve tutarlı bir tavır sergileyen Derviş Eroğlunun Cumhurbaşkanı olması olumlu ve umutlu bir olaydı.
Derviş Eroğlu, seçim sonucunu kutlayan binlerce taraftarına, ''Müzakere masasında onurumuzla mücadele edeceğiz'' diye seslenirken Kıbrıs Rum yönetimi lideri Dimitris Hristofyas'la Kıbrıs sorununu çözeceğine inandığını söylemesi seçim öncesinde kendisine yöneltilen Eroğlu uzlaşmazdır, Eroğlu gelirse görüşmeler kopar şeklindeki iddiaları çürütme amaçlı değilse maalesef bir yanılgıydı.
Çünkü Kıbrıs Rum kesimi, KKTC'de Cumhurbaşkanlığını kazanan Derviş Eloğlunun seçim zaferinin “olumsuz” bir gelişme olduğunu açıklamıştı. Rum kesimi hükümet sözcüsü Stefanos Stefanu, Eroğlu'nun sözleri ve görüşlerini göz önüne aldığında, seçilmesinin endişe yarattığını vurgulamıştı.
Talatın: Yeni bir dönemin başlangıcı saptaması!?
Seçimi kaybeden KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Derviş Eloğlunun ilk turda kazandığı Cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarının, ''yeni bir dönemin başlangıcını işaret ettiğini'' söylerken ''Benim çözüm hayalim devam etmektedir. Kıbrıs sorununun çözümünün son derece hayati olduğunu düşünüyorum. Çözüm süreci için bundan sonraki yaşamımda elimden gelen çabayı ortaya koyacağım'' ifadeleri ise kafa karıştırıcıydı.
Tapu Müslümanların, kullanma hakkı gâvurların mı?
Aklımız neredeydi! diye soran Melih Âşık haklıydı.
Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığının 2006 Yılı Raporunda şu ifadeler yer alıyordu: Kıbrıs Rum tarafının Doğu Akdenizde petrol aramaya başlamasıyla TPAO, MTA ya da 9 Eylül Üniversitesinin denizlerde petrol aramacılığında kullanılabilecek bir gemi satın alması Türkiyede tartışılmaya başlanmıştır. Hangi kuruluş gemi satın alırsa alsın, mutlaka TPAOnun gemiye ortak olması… yararlı olacaktır.
Bu haber Cumhuriyette Murat Kışlalı imzasıyla çıkmıştı.
Kıbrıs Rum tarafının petrol aramaya başladığı ve Türkiyenin de bir gemi satın alması gerektiği 5 yıl önce gündeme taşınmıştı.
Ne var ki, hükümet geleceği göremiyor, sadece zaman zaman kof tehditler savuruyordu!
Rumlar bu zaman zarfında arkalarına İsrail, Yunanistan ve ABDyi alıyor. Sondajlara başlıyordu..
Türkiye aramaları önleyemezse emsal olacak, diğer parsellerde aramalar başlayacaktı. Muhtemelen onlara da seyirci kalınacaktı. Anlaşmaya çalıştığımız Norveç firması sismik araştırmalara başlar mı? Bir diplomat dostumuz anlatmıştı:
Türkiyeden Kıbrısa su borusu döşenmesi için birkaç yıl önce deniz dibi araştırmaları yapılacaktı. Bir İtalyan firmasıyla anlaştık. Ancak Rumlar öyle baskı yaptı ki, İtalyan firması bıraktı gitti… Norveç firması aynı sebeple u dönüşü yapabilir. diye hatırlatmıştı.
Sorum çok basit, İsrail, Kıbrıs Rum Kesimiyle Doğu Akdenizde Petrol sondajlarına başladı. Şimdi coğrafyayla baş başa kalın ve hafızanızda Kıbrısın ortada durduğu Doğu Akdeniz haritasını gözlerinizin önüne getirip hatırlayın:
Tunus Müslüman, Mısır Müslüman, Gazze Şeridi Müslüman, Lübnanın yarıdan çoğu Müslüman, Suriye Müslüman, Kıbrıs Türk Kesimi Müslüman, Türkiye Müslümandı. Ve bu Müslüman haritanın içinde sadece İsrail ve Kıbrıs Rum kesimi ve Lübnanda Marunîler Yahudi ve Hristiyandı.
Ancak Müslümanların çevirdiği bu Müslüman haritada petrolü Batılılar, yani Müslüman olmayanlar çıkarmaktaydı.
Tekrar edelim: fiziki gerçeklik şu, Mısır, Gazze şeridi, Suriye, Lübnanın bir yarısı, Türkiye, Tunus, Kıbrısın bir yarısıyla hâkim olduğun coğrafyada petrol gayri Müslimlerin kontrolündeydi.
Fiziki gerçeklikten hemen siyasi gerçekliğe geçelim: sınırlarıyla nüfuslarıyla İsrail ve Rum Kesiminin yüz kat belki daha fazla büyüklüğü olan bu Müslüman ülkeler petrolü çıkartamıyor, bu fiziki gerçeklikten yüz kat küçük İsrail ve Rum kesimi bunu başarıyordu. Görünen gerçek bu iken maalesef kayıtsız şartsız bütün medyanın yüzde doksan dokuzu Tayyip Erdoğandan DÜNYA LİDERİ diye söz ediyordu. Burada hipnoza tutulmuş yüzlerce yazarla siyasi bir münakaşa yapmak istemiyorum, şunu söylüyorum, AKP ve Erdoğanla ilgili KURULAN HAYAL başka, gerçek bambaşkaydı!
KKTCnin geleceği şu soruların yanıtlarıyla yakından alakalıydı:
Kıbrısta, Siyonist Yahudi güdümlü emperyalist Haçlı kilise-kapitalist ılımlı cami ittifakının iflası şeklinde olması gerekirdi. Zaten bu AKPnin ve işbirlikçi dincilerin dinler arası diyalog zırvasını da yansıtan bir gerçekti. Ama sadece cami-kilise ittifakı hem asla söz konusu değildi, hem de mertçe açığa vurulmayan bir din düşmanlığının ve dinsiz-komünist mantığının bir göstergesiydi.
Kıbrısa İmam Hatibe Mason Locaları engel çıkarmıştı!
Kıbrıs Barış Harekâtının mimarı Milli Görüş Lideri Necmettin Erbakan, “Kıbrıs'a bir an önce İHL açın” çağrısının önemine dikkat çekip şunları söylemişti:
“Son derece hayati bir meseleye işaret ediyorsunuz. Allah rızası için çok hayırlı bir hizmette bulunuyorsunuz. Biz, 1975 yılında hükümet ortağı iken, 'Her köyden bir çocuk alalım, bir İmam Hatip kuralım' diye harekete geçmiştik. Ancak başta Turhan Feyzioğlu olmak üzere ortaklarımız ve o zamanki Kıbrıs yönetimi, bu işe karşı çıkmışlardı. Feyzioğlu, kendisiyle koalisyon ortağı olarak aynı çatı altında bulunduğumuz dönemlerde, Kıbrıs'a İmam Hatip açıldığı takdirde koalisyondan çekileceğini bile söylemiştir. Öte yandan, Kıbrıs'taki yönetim de, bu işe şiddetle karşı çıkıyordu. Öne sürdükleri sebep ise 'gericilik' idi. İmam Hatip açmak, Kur'an Kursu açmak, gericilik imiş. İşte bu hastalıklı kafadır, bu cahilliktir. Bir ülkenin gerçek gücü ne parasıdır, ne tankıdır. Bir ülkenin gerçek gücü milli, manevi değerlere bağlı evlatlarıdır. Şehit kanlarıyla elde edilmiş Kıbrıs'ımıza bir İmam Hatip açılmamış olması, büyük bir eksikliktir. Bugünkü hükümeti, en kısa sürede bir İmam Hatip açmaya davet ediyorum. Bu çok hayırlı bir hizmet olacaktır. Kıbrıs, manevi boşluk içindedir. Gençlik hızla dejenere olmaktadır. Bu durum böyle devam ederse, bundan papaz zihniyeti istifade eder. Siyonistler istifade eder. Kıbrıs'ımızın-Allah muhafaza-yıkılışı manevi boşluktan ve bunun yol açtığı dejenerasyondan olur. Aman, bu iş ihmal edilmesin!..”
'İHL yaptırmak istedik, yer yerinden oynadı!..”
Milli Görüş Lideri Erbakan'ın işaret ettiği 1. MC hükümetinde Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yapan Hasan Aksay da şunları belirtmişti:
“Feyzioğlu, Demirel ve Denktaş Kıbrıs'a imam hatip yapılmasına ısrarla karşı çıkmışlardır. Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı olarak görev yaptığım dönemde, Hoca'nın Kıbrıs'a yönelik 'manevi kalkınma' projelerini hayata geçirmek için elimizden geleni yaptık. Lakin müthiş bir direnç oluştu. Mason Locaları bu işe imkan vermedi!.. Evrensel gizli örgütler, Kıbrıs Türkü'ndeki Milli heyecanın; İmam Hatiplerin, Kur'an Kurslarının katkısıyla yükselmesini engellemek için, organize hareket etti. O dönemde, ben Kıbrıs'ta din hizmetleri vermek, insanımızı irşat etmek üzere, 18 kadro çıkarttım. Fakat, o kadroları maalesef başka işlerde kullanıldı.”
Hükümete çağrı yapılmıştı
O dönemde engellemeler yüzünden Kıbrıs'a İmam Hatip açmanın mümkün olmadığını ifade eden eski Devlet Bakanı Hasan Aksay; “…İnsanlığın boşluk içinde olduğu bir zamandayız. İslam gibi fertleri ve toplumları bütün kötülüklerden arındıran, insanları vatan-millet sevgisi ile dolduran bir manevi kuvvet kaynağından mahrum bırakmak felaketlere yol açmaktır. İmam Hatip okulunun burada açılmaması, çok büyük kayıptır. Bugüne kadar açılmamasının vebali vardır. Zararın neresinden dönülürse kardır. Kıbrıs'a bir an önce İmam Hatip açmak zarureti vardır. Bugünkü Hükümet yetkililerine çağrıda bulunuyorum; Kıbrıs'a Allah rızası için İmam Hatip açın.”
“Kıbrıs eriyip gidiyor!..”
“Zamanında, Rahmetli Adnan Menderes, Kıbrıs'tan Adana İmam Hatip'te okutmak üzere 7 kişi getirmişti. Bunlar Adana İmam Hatip'ten mezun olup gitmişti. Ancak, o zaman yetiştirilen bu 7 kişiden hiç birinden din adamı olarak Kıbrıs'ta istifade edilmedi. Bunlardan bir kısmı mecburen lokantacılık vesaire gibi işlere girişmişti. Biz Kıbrıs'ta manevi eğitim için uğraştık, engellendik. Şimdi, parlamento aritmetiği ve diğer şartlar açısından AKPye uygun bir ortam ve imkân verilmiştir. Kıbrıs'a bir İmam Hatip okulunun açılması elzemdir. Kıbrıs eriyip gidiyor. Evrensel gizli örgütler niçin İmam Hatip okuluna düşmanlık ediyor? Niçin Kıbrıs'ta İmam Hatip okulu açılması istenmiyor?.. Milleti eritmek için. Esrar, içki, kumarla milleti eritip yok etmek, insanları daha rahat kullanılır hale getirmek için… Allah'ın önünde eğilmeyen, menfaatinin kulu oluyor. Localar, insanımızı daha rahat kullanabilmek için, Kıbrıs'ta İmam Hatip okuluna karşı çıkıyor. Hükümetin, bu işe el atması gerekiyor. Bu konu, hem Kıbrıs'ın, hem de Türkiye'nin güvenliği için hayati önem taşıyor. Kıbrıs'a Allah rızası için İmam Hatip açın çağrısına şu AKP niçin kulak tıkıyor?[1]
Kağan Günerin tespitleriyle:
Irak işgaliyle iktidara gelen AKP, Kıbrıs yüzünden gideceğe benziyordu. Kıbrıs Türkü Erdoğana rağmen ABye, ABDye ve AKPye Hayır diyordu. Annan Planında Yes be anam diyerek ABye girmek isteyen Kıbrıs Türkü ve Kıbrıstaki Türkiyeli göçmen nüfus uzun bir süredir kötü bir şekilde kandırıldığının farkında ve bugün bu kırılganlığından Eroğlu ile onurlu ve egemen bir halk olarak çıkmak istiyordu.
KKTC cumhurbaşkanlığı seçimleri üç temel slogan ve iki aday üzerinde şekilleniyordu.
Derviş Eroğlunun seçim sloganı: Fark var, arkasında halk var.
M. Ali Talatın sloganı: Ya dün, ya dünya.
Tahsin Ertuğruloğlunun sloganı ise: Hanedandan korkmadan oy ver.
Bu üç slogan aslında partilerin perde arkasını da ele veriyordu.
Talata AKP, ABD ve AB desteği ne amaçlıydı?
M. Ali Talatın Ya dün, ya dünya, Kıbrıs Türkünü dünya ile birleştirecek lider Talat diye sunulan reklâm kampanyası bunlar küreselleşme hevesiyle, Siyonist sömürü sermayesine köleleşme hedefleri güdülüyordu.
AKP bu imajı, Tahsin Ertuğruloğlunun sloganı ile destekliyor. Hanedandan korkmadan oy ver. Hanedan ile Rauf Denktaşa gönderme yapan Ertuğruloğlu ise seçimler öncesinde Ankaraya çağrılıyor ve UBPnin içinden Eroğluna karşı Cumhurbaşkanı adayı olarak devreye sokuluyor ve böylece Derviş Eroğlunun oyları parçalanıyordu!.
AKPnin K. Kıbrıs uzantısı Özgürlük ve Reform Partisi ise sağdan Talat adaylığına destek veren tek siyasi parti olarak seçime giriyor. Bu ittifak arkasına AB ve ABDyi de alıyor. Hilary Clinton Talatı arıyor. Jack Straw Talatın elini sıkıyor. BM Genel Sekreteri Kuzey Kıbrısta Talat ile buluşuyor. STAR Gazetesi Kuzey Kıbrısa Talat propagandası için çıkartma yapıyor, ama hiçbirisi tutmuyordu.
Bu bloğun karşısında; UBP adayı Eroğlu; doğrudan halkı ve Kıbrıs Türkünün iradesini referans vererek seçime giriyor. Ve bu seçimin sonucu; AKP iktidarının ve AB politikalarının iflasının, Kuzey Kıbrıstan gelen ilk habercisi sayılıyordu.
Özetle:
a) Ne, Kripto Yahudilerin ve onların maşası olan Rotary ve Lions kulüplerinin KKTCden İsrailin arka bahçesi ve güvenlik bölgesi olarak gizli bir siyon devleti yaratma; ama Türkiye cumhuriyetine ve askerine de bedava bekçilik yaptırma hevesleri
b) Ne, Rumlarla birleşmeyi ve Avrupa ile bütünleşmeyi, Türk askerinin himayesinde hayat sürmeye tercih eden bazı soysuzlaşmış kesimlerin keyifleri.
c) Ne de, KKTCyi kolay para aklama merkezi, kumarhane ve fuhuş bölgesi, ucuz tatil cenneti gören veya bağımsızlığımızı haçlı emperyalizmine devretmek anlamına gelen ABye giriş niyetiyle bir pazarlık aleti ve taviz rüşveti olarak değerlendiren Türkiyeli gafil ve hainlerin beklentileri için değil; Kıbrıs, Türkiye Cumhuriyetinin ve aziz milletimizin, Akdenizdeki son kalesi, yani güvenlik garantisi ve Hz. Peygamberimizin süt halasından başlayarak bugüne kadar uğrunda verilmiş on binlerce şehidin bize emaneti ve hediyesi olduğu için sahip çıkılacak ve hiç kimseye bırakılmayacaktı.
Kıbrıs Bizimdi, Bizim Kalacaktı!
Tanzimatçı ve İttihatçı Masonların meymenetsizliği yüzünden Ada'nın İngilizlere devri… İngiliz yönetiminde adadaki tüm dengelerin altüst edilişi. Türkiye, Yunanistan ve İngiltere'nin garantörlüğünde Kıbrıs Cumhuriyeti'nin tesisi. ENOSİS planlarının yavaş yavaş devreye girmesi. Kundaktaki bebeklerin bile katledildiği Rum baskınları ve katliamlarının gerçekleşmesi. Nihayetinde Erbakan Hocanın yüksek dirayet ve cesaretiyle ve Kahraman Ordumuzun gerçekleştirdiği 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı ile birlikte Ada'da barış ve huzurun temini sağlanmıştı.
İsmail Cem İpekci'nin Dışişleri Bakanlığı döneminde önemli tavizler verilmesi. Ekonomide Kemal Derviş politikalarına devam eden AKP'nin Kıbrıs'ta da İsmail Cem İpekci politikalarına aynen devam ettirmesi… AB sürecinin hızlanmasıyla birlikte Kıbrıs'ın pazarlık masasında AKP tarafından koz olarak kullanılır hale gelmesi Kıbrıs Rum Yönetimi'nin AB'ye girmesi, Türkiye'nin bu gelişmeyi sadece seyretmesi, hatta zımnen desteklemesi. Annan planının referandumda bizatihi AKP tarafından desteklenmesi, ve yine Ankara'nın desteğiyle Talat'ın Denktaş'ın koltuğuna yerleştirilmesi sürecinde, nasıl hiçbir Siyonist tezgah amacına ulaşamadıysa, Milli Türkiye bundan sonraki oyunları da bozacaktı
Çeşitli vesilelerle yaptığımız Kıbrıs Gezilerinde, beynelmilel Yahudi Siyonizminin ve ırkçı emperyalizmin karakolları olan ve Atatürk tarafından kapatılan Mason Localarının alt kuruluşları sayılan Rotary ve Lionsların görkemli binalarını bizzat gözlemlemiştik.
Şayet Derviş Eroğlu ve yandaşları da bu masonların ve Lionsların güdümünde ise, zaten emperyalizmin hizmetinde demektir. Gerisi boş laf ve emektir. Çünkü AKPde aynı masonik merkezlerin emrindedir.
Recep T. Erdoğan, Yahudi ve Siyonistlerle irtibatlarını ve masonlar eliyle paşaları hizaya sokacaklarını şöyle itiraf etmiştir:
18 Ekim 2005 tarihli Star Gazetesi'nde Faruk Mangırcı “Bu kadar demokrasi fazla” başlıklı yazısında, Sesar adlı internet sitesinde yer alan ve Başbakan Erdoğan'a sorular başlığı ile yayınlanan konulara dikkat çekiyordu. Bu haberler gazete sayfalarına yansımasına rağmen cevap verilemeyişi de olayı ilginç kılan gelişmeler arasına katıyordu. Erdoğan ve mason ilişkisinin açıklandığı ve Erdoğan'ın AKP Genel İdare Kurulu'nda söylediği iddia edilen yazıda özetle şöyle deniyordu: “Tüm dünyadaki Yahudi Lobilerinin ve Masonların desteğini aldık. Türkiye'de her istediğimizi yapabiliriz. Ordu da masonların kontrolündedir. Tüm paşalar ya masondur ya da masonların kontrolündeki kimselerdir. İsraille stratejik işbirliği yapıldığı için paşaları İsrail bağlantılarımız ile bağladık. Masonlar, Mason Localarının kapatılmasının hesabını soracaktır. Atatürkçülüğü ve Atatürk'ü Türkiye'den silerek intikamlarını Atatürk'ten alacaktır. (Meşhur Mason ve Yahudi asıllı işadamı) İshak Alaton bana bu konuda teminat verdi, arkamız sağlamdır.”
Serdar Denktaş,Acaba Hangi Dinden ve Hangi Kavimden Olmaktaydı?!
1-4 Kasım 2007 tarihlerinde, “Türkiye'nin savunması, Kıbrıstan Başlar” sloganıyla yola çıkan 300 kadar duyarlı ve milli gayret erbabı aydınlarımızla, Yavru Vatan'a gidilmişti. Çok verimli ve önemli konferans, seminer ve ziyaretler gerçekleştirilmiş ve adadaki halkımıza ve haklı davamıza bir destek mitingi tertip edilmişti. ABD ve ABye, Emperyalist ve Siyonist merkezlere tarihi ve cesaretli mesajlar verilmişti.
Yürüyüş bitip Miting meydanında toplandığımız sırada, Sn. Rauf Denktaş'ın oğlu ve KKTC Dışişleri Bakanı Serdar Denktaş gözümüze ilişti. Miting alanına, sanki gizli bir servisin sivil görevlisi gibi gelmiş, uzaktan seyredip gitmiş ve bizlere bir “Hoş geldiniz” demeye bile tenezzül etmemişti.
Yani Serdar Denktaş, Türkiye'den kendilerine destek için yollara düşmüş misafirlerine, bir selamlama konuşması yapmaya, bir hatır sorup şükranlarını sunmaya bile gerek görmemişti… Ve bu talihsiz ve terbiyesiz tavrı, Rum gâvurundan daha çok bizleri incitmiş ve hançer gibi içimize işlemişti.
Ey Serdar Denktaş!..
Bizlere bir “hoş geldiniz”, deseydiniz, yoksa İsrailli ve ABDli dostlarınız sizi mi azarlardı?
Yunanlı ve Rum yoldaşlarınız mı kızardı?
Avrupalı Haçlı gâvurlarınız, gönül mü koyardı?
Veya Cumhurbaşkanınız Talat mı, sizi haşlardı?
Size hiç, Türk geni bulaşmamış mıydı?
Kaymağını yediğiniz Kıbrıs Davasına nasıl bu denli ilgisiz kalınırdı?
Oysa eli kanlı İsrail'den, bir hahamlar heyeti Kıbrıs'a yönelselerdi, herhalde çiçeklerle resmigeçitlerle karşılardınız…
Avrupa'dan bir hain Haçlı misyoner ekibi gelseydi, hürmetle kucaklardınız…
Yunanistan'dan lezbiyenler ve eşcinseller ekibi, turistik bir geziye niyetlenselerdi; zil takar oynardınız…
Türkiye'den şantözler, dansözler, dönmeler ve dönekler, göbek atmaya ve kumar oynamaya gelselerdi, devlet töreniyle ağırlardınız…
Kökü dışarıda hıyanet odakları ve emperyalist-Siyonist merkezlerin karakolları oldukları için. Atatürk tarafından kapatılan Masonlar, Rotaryanlar ve Lionslar Kıbrıs'a teşrif(!) etselerdi, kesinlikle ayaklarına halılar serip, saygılar sunardınız…
Hâlbuki bir selam vermeye ve hoş geldiniz demeğe değer görmediğiniz Türkiyeden kalkıp Kıbrısa gelenler içinde, çok değerli ve duyarlı profesörler, öğretim üyeleri ve Hocalarımız vardı…
Bizzat Kıbrıs Gazisi ve eli öpülesi emekli subaylarımız ve paşalarımız vardı.. Önemli Parti Liderleri, kanaat önderleri ve devlet adamlarımız vardı…
Seksen beş yaşında ve yırtık ayakkabısıyla, kıt kanaat geçindiği mütevazı maaşından kısarak sakladığı paralarla ve bir milli dava duygusuyla, bu organizeye katılan emekli öğretmenlerimiz, şehit babaları dedelerimiz, ninelerimiz ve çok değerli sanatçılarımız vardı.
Haydi, bu heyetin kadri kıymetini idrak edecek izan ve insaftan yoksunsunuz, peki Muratağa, Sandallar ve Taşkent şehitlerinin, gazilerinin ve ailelerinin hakkı ve hatırı da mı hesaba katılmamıştı?
Umarız bundan sonra, aziz şehitlerimizin hatırasına saygılı, Milli ve manevi değerlerimize bağlı davranılır ve rahmetli babanızın kemikleri sızlatılmazdı.
Sn. Serdar Denktaş, herhalde sizin de tanımış olmanız gereken ve şanlı Kıbrıs çıkarması öncesi, sevgili hanımını ve beş evladını kurban veren Kamil Simtaş'ı dinlemişsinizdir. Şehitler anıtında şunları atlatmıştı:
1974 Mutlu Barış Harekâtı esnasında, Türk askeri önünden kaçan Rum çapulcular ve EOK'cı Yunanlılar, oğulları ve eşleri esir alınmış sivil Türk halkını soykırımdan geçirmişlerdi. Ağustos sabahı gözleri dönmüş Rum barbar sürüleri Murat ağa köyüne girmiş ve burada korku ile beklemekte olan kadın, çoluk çocuk ve yaşlı tüm köylüleri, evlerinden toparlayıp, köyün doğusundaki çöplük diye bilinen yerde katlederek üzerlerine çöpleri örtmüşlerdi. Kayıp olan köylülerin akıbetleri tespit edildikten sonra toplu mezarlar açılmış ve şimdi bulunan yerde üst üste, tek bir vücut gibi gömülmüşlerdi.
Şehit köyleri denince, akla Murat ağa, Sandallar ve Atlılar gelmektedir. Murat ağa köyünün doğusunda Sandallar köyü vardır. Aynı tarihte, yani 14 Ağustos'ta Rum sürüleri, Sandallar köyüne de gitmişler, korku ve panik içerisindeki köylüleri toplayıp Murat ağa köylüleri ile birlikte topluca katletmişlerdi.
Bir diğer köyse Atlılar köyüdür.
Diğer iki köy gibi Rum katiller 14 Ağustos sabahı buraya da gelmiş ve davar güder gibi, suçsuz ve savunmasız bütün köylüyü dere yatağı olan kamışlık bir yere getirmişlerdi. Burada vurulan köylüler kazılmış olan çukura adeta canlı canlı gömülmüş, üzerlerine buldozerle kazılan toprak örtülmüş ve bulunmasınlar diye silindirle düzeltilmişti. Bu toplu mezar tespit edildikten sonra şehitler şimdiki şehitliğe nakledilmişti. (Atlılar köyündeki soykırım katliamında, Kamil Simtaşın eşi ve tüm çocukları da hunharca öldürülmüş, ailesinin kucağında bulunan bir buçuk yaşındaki Kaanın körpe vücudunda, hem de BM temsilcileri huzurunda, tam kırk kurşun izi belirlenmiştir.)
Güney'de kalan Taşkent'te ise, köyde yaşayan Rumlarla Yunanlılar Türklerin silahlarını BM Barış Gücü'ne teslim etmeleri halinde bir şey yapmayacaklarını bildirmiş, Barış Gücü ise köyün güvenliğini sağlayacağı sözünü vermişti. Ne var ki, silahları alan Barış Gücü kahpelik yaparak ve sözünü tutmayarak köyden ayrılmış, Türk bölgesine giren Rumlar ise, tüm erkekleri toplayarak Limasol yakınlarına götürmüş ve orada tam 90 Türk erkeğini kurşuna dizerek hemen açtıkları toplu mezara gömmüşlerdi. Bu katliamdan sadece Suat Hüseyin adlı bir Türk ağır yaralı olarak kurtulmuş ve soykırımın ortaya çıkmasına şahitlik etmişti.
Velhasıl, bu şehitlerin ruhları, eninde sonunda nankörleri çarpardı!