Anasayfa » İSRAİL’İN HİZAYA GETİRİLMESİ Mİ, YOKSA AKP’NİN TUZAĞA ÇEKİLMESİ Mİ?

İSRAİL’İN HİZAYA GETİRİLMESİ Mİ, YOKSA AKP’NİN TUZAĞA ÇEKİLMESİ Mİ?

Yazar: yonetici
0 Yorum 139 Görüntüleyen

İSRAİL’İN HİZAYA GETİRİLMESİ Mİ, YOKSA AKP’NİN TUZAĞA ÇEKİLMESİ Mİ?

 

Önce şu gerçeği ; Siyonist ve saldırgan İsrail’in hezimetine ve hizaya getirilmesine, hiç kimse bizim kadar sevinemez ve bu yoldaki gayretleri sahiplenemezdi. Çünkü bizim hayatımız şeytanın askerleri ve Deccal’ın avenesi olan Siyonizm’e ve zalim İsrail’e karşı fikri ve siyasi mücadele ile geçmişti. Ancak bu İsrail Siyonizmine ve ABD emperyalizmine en stratejik hizmeti, Yahudi Lobilerinden çifte madalyalı Recep T. Erdoğan ve AKP iktidarı vermekte, ama bu BOP eş başkanlığı görevlerini, yine Siyonist merkezlerin izniyle, ucuz kahramanlık ve kof kabadayılık rolüyle yerine getirmekteydi.

Obama’nın itiraf ve ifadesiyle “ABD’nin ebedi dostu ve hizmetinden şeref duyduğu” İsrail’in;

•      İran’a yönelik bir askeri güç gösterisi ve nükleer reaktörlere müdahalesi

•      Ve “Arap Barış Gücü” kılıflı ABD ve İsrail güdümlü askeri birliklerin Suriye’yi işgal edip bölünmeye hazır hale getirmesi öncesinde,

•      Türkiye’yi yanlarına çekme, pasifize etme ve zulümlerine ortak pozisyona itme niyetiyle, Netanyahu’nun telefon açıp güya üzüntülerini beyan etmesi, Mavi Marmara’da katlettiklerine tazminat ödeneceğini ve Gazze’ye insani yardımlara şartlı olarak izin verileceğini belirtmesi, “AKP’nin İsrail’i hizaya sokan tarihi başarısı ve İsrail’in de talihsiz baş ağrısı” gibi takdim ediliyordu.

Ve zaten İsrail ordu radyosuna konuşan Ulusal Güvenlik Danışmanı Yaakov Amidar, Gazze’ye ambargoyu kaldırmak anlamına gelecek sözlerin verilmediğini, her şeyin İsrail’in kontrolü ve güdümü altında yürütüleceğini açıklıyordu.[1]

Oysa İsrail arz-ı me’vud hedefine ulaşmak için atacağı son adımlarda kendilerine destek olmak, en azından köstek olmamak üzere AKP yönetimine sadece bir havuç uzatıyordu. Her şeyden önce; geçmişi azgın ve kanlı, bu günü küstah ve şımarık, geleceği Türkiye’nin de yarısını kapsayan Büyük İsrail maksatlı ve sapkın şu Siyonist İsrail’le her ne pahasına ve her ne bahane ardında olursa olsun, iyi ilişkiler ve ittifak süreci başlatmak, bir hükümet ve başındakiler için, vebal olarak, ayıp olarak yeterli bir olguydu! Kaldı ki, AKP yandaşı ve Yeni Şafak yazarı İbrahim Karagül’ün yazdıklarına göre Obama İsrail’den ayrılmadan önce Ona telefon açan bizim Başbakan oluyordu ve bu senaryonun daha evvelden hazırlandığı ve Erdoğan’ın ona göre davrandığı sırıtıyordu. (Bak: 23.03.2013, İsrail’e Özür Diletmek)

“Hollanda dönüşünde Başbakan Tayyip Erdoğan’a sorduğum sorulardan biri şuydu: ‘ABD Başkanı Barack Obama İsrail’de. Dikkat çekici bir karşılama izliyoruz. Obama’nın bu ziyareti, Türkiye-İsrail ilişkilerinde bir değişikliğe neden olabilir mi?’ Kastım, Obama’nın iki ülke arasında arabulucu olup olamayacağı idi. ‘Bizim şartlarımız belli, hiç değişmedi’ dedi ve ekledi. ‘Özür, tazminat ve ambargonun kaldırılması… Tazminatı kabul ettiler zaten. Özür ve ambargo konusunda bir gelişme olmadı.’ ‘Peki, Obama’nın bir baskısı ve sonrası bir değişiklik söz konusu olabilir mi’ sorusuna ise, ‘Olabilir. Ama ambargo konusunda bir karışıklık var. (Obama’yı kastederek) Yarın telefonla konuşacağım’ şeklinde cevap verdi. Ve dediği gibi de oldu. Başbakan’ın ‘yarın görüşeceğim’ dediği Obama ile görüşme, Benjamin Netanyahu ile de görüşmeye döndü.” diyen İbrahim Karagül baklayı ağzından şöyle çıkarıyordu: 

“’ABD, hem Türkiye hem de İsrail’le olan yakın ortaklığına büyük değer veriyor. Bölgesel barış ve güvenliğin güçlendirilmesi için Türkiye ile İsrail’in ilişkilerinin tekrar düzelmesine büyük önem veriyoruz’ ifadelerinin, yani ‘özür’ açıklamasının Türkiye ve İsrail’den değil Beyaz Saray’dan gelmesi dikkat çekici. Muhtemelen, iki ülke de Obama’nın elini güçlendirmeyi öncelediler. Daha sonra Ankara’dan açıklama geldi. Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin tekrar güçlendirilmesine yönelik vurgu öne çıkıyordu.” Yani bu girişim ve gelişmeler İsrail-Türkiye ilişkilerini güçlendirmek ve AKP hükümetini İsrail’in suç ortağı haline getirmek için tertipleniyordu. Gerisi ise sadece şovdu.

İbrahim Karagül’ün PKK uzlaşması için de:

“Bölgesel güç haritasını değiştirecek, Türkiye’nin adeta yeniden kuruluşu anlamına gelebilecek, içinde bulunduğumuz coğrafyada bir tür enerji patlamasına yol açabilecek, Türkiye toplumunun onay verdiği bir barış süreci bu. Öcalan’ın açıklamasındaki cümlelerin hepimizi şok ettiğini, ‘inadına birleşme’ vurgusunun PKK’nın da ötesinde bölgesel düzeyde Kürtlerle ortaklık geleceğine vurgu yaptığını söylemeliyim.” Sözleri ise “Irak ve Suriye Kürdistan’ı, Güneydoğumuzu da kapsayacak şekilde kurulacak, ama bütün Kürdistan Türkiye’nin himayesinde olacak” palavrasının ve Siyonist Yahudi propagandasının nasıl bir havuçla tavşan beyinlerin uyuşturulduğunu gösteriyordu.

Hatta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres 25 Mart 2013’te CNN Türk’te yayınlanan özel röportajında “Türkiye’nin Gazze’nin silahtan arındırılması konusunda garanti verdiğini” itiraf ediyor, böylece rahmetli Erbakan’ın “Bu AKP’liler İsrail’i durdurmak değil, Hizbullah’ın ve Filistin halkının silahlarını toplamak istiyor” şeklindeki tespit ve kerameti bir kere daha gerçekleşiyordu.

Bir vatandaşın fiyatı kaç liraydı?

İsrail Gazze’ye insani yardım taşıyan Mavi Marmara gemimizdeki insanlarımızı öyle kazayla veya hata ile öldürmemişti. Uluslararası sularda, Türkiye’ye savaş ilanı sayılacak kasıtlı bir küstahlıkla saldırıp vatandaşlarımızı katletmişti. Devletimizi hedef alan bu cinayetlerin bedeli öyle para ile ve “üzgünüz” laflarıyla geçiştirilemezdi. Milli haysiyetimiz ve devlet otoritemiz buna izin vermezdi. AKP iktidarının ve yandaş medyanın zafer edebiyatı, sadece bir züğürt tesellisiydi. Bu olay Elazığlı kabadayı fıkrasını hatıramıza getirmişti. Yolda giderken tanınmış iş adamlarından birisine istemeden omuz vuran kabadayı, hiç ummadığı ağır bir küfür ve yumrukla yere serilir. Hemen kalkıp silahına sarılınca, araya girilir ve karakola gidilir. İş adamını tanıyan komiser, baş göz işareti ile “git ve gelme, ben bunu biraz oyalayıp gönderirim” edasıyla: “Bu beye küfür ve yumruğun cezası 100 liradır, hemen bulup getir” diye seslenir. İşadamı gitmiş, ama yarım saat geçtiği halde dönmemiştir. Bunun üzerine yerinden kalkan kabadayı, uyuklamaya başlayan komiserin yüzüne okkalı bir küfür ve tokat indirir. “Delirdin mi be adam, ne yapıyorsun?” diyen komisere:

“Efendim benim acil bir işim var. Madem bir küfürle tokadın cezası 100 liradır, o adamın getireceği para artık sizin hakkınızdır!” deyip sıvışıverir. Şimdi Siyonist Lobilerin iki tane madalya verdikleri için tıynetini çok iyi bildikleri Sn. Başbakana karşı “al paranı kes sızlanmayı” şeklindeki küstah tavırları da buna benzemekteydi.

Eski komünist Aydınlıkçı, yeni liberalist AKP yanlısı Oral Çalışlar İsrail’in Özür tuzağının perde arkasını şöyle deşifre ediyordu:

“Bugün itibariyle Türkiye, Kürtlerle kalıcı bir barışa ve kardeşliğe adım atarken, İsrail’le de yeni ve olumlu bir sayfa açılıyor. Obama’nın İsrail’de olduğu bir zamanda gerçekleşen “özür telefonu” yeni stratejinin uluslararası bir ayağı olduğuna da işaret ediyor. “Şii yayı” üzerine birkaç defa bazı değerlendirmelerde bulundum. “Şii yayı”nın dışında kalan üç halk, şimdi yeni bir stratejinin kurucu oyuncuları olarak rol alıyorlar. Türkiye, Bağdat’taki Şii Maliki yönetimiyle geçen Irak seçimleri döneminde kapışmıştı. Suriye’deki Esed rejimiyle de ilişkilerin durumu belli. Bu ülkelerdeki Şii kimlikli yönetimlere destek veren İran, onlarla kader birliği ediyor. Lübnan’daki “Şii Hizbullah”ı da denkleme kattığımızda tablo tamamlanıyor. “Karşı oyuncular” kimler? İsrail, Kürtler ve Türkiye. Ankara, yakın bir tarihe kadar Kürtlerle, düne kadar da İsrail’le çatışma ve gerginlik içindeydi.”[2]

Oral Çalışlar bu sözleriyle İran’a ve Hizbullah’a karşı AKP’nin, Kürtlerin ve İsrail’in stratejik bir ortaklığa gittiğini açıkça itiraf ediyordu.

PKK İran ve Suriye’ye yerleşiyordu!

Ve zaten aynı süreçte PKK terör örgütü üyelerinin, sınır dışına çıkışta K. Irak’taki kamplarda yoğunluk olduğu için İran’daki Şehidan ve Suriye’deki Kobani, Kamışlı ve Afrin bölgelerindeki kamplara gidecekleri belirtiliyordu. Star’ın haberine göre: Abdullah Öcalan’ın çağırısı üzerine ülke dışına çıkacak olan silahlı PKK’lı grupların çekileceği ilk alanlar belirleniyordu. İstihbarat birimlerinin elde ettiği bilgilere göre, silahlı örgüt üyelerinin ilk çekileceği alanlar içinde İran topraklarındaki Şehidan kampı ile Suriye’nin Kobani, Kamışlı ve Afrin bölgeleri olacağı öğrenildi. Türkiye’den Kandil’e çekilmenin ise ‘yoğunluk’ nedeniyle mümkün olmayacağı belirtiliyordu.

PKK’lı öncüler Şehidan’a gidiyordu

Türkiye toprakları içerisinde bulunan örgüt elemanlarının günler öncesinden çekilmeye başladığı haber veriliyordu. İran’ın PKK’sı olarak PJAK kontrolünde bulunan Şehidan kampına ise ağırlıklı olarak üst düzey yöneticiler yerleştiriliyordu. Türkiye sınırına yakın olan Zap, Haftanin bölgelerinde bulunan kamplara Hakkâri ve Şırnak bölgesinde bulunan örgüt üyelerinin gideceği bildiriliyordu. Ancak kar kalınlığının yer yer 2 metreyi bulduğu bölgede halen çekilme olmadığı öğreniliyordu.

Yani başta ABD ve İsrail olmak üzere bütün dış güçler şimdi PKK’yı İran’ı karıştırmak ve Suriye Kürdistan’ı kurmak üzere sınır dışına çekiyor ve buna “tarihi barış” kılıfı geçirip AKP’yi parlatıyordu.

Bu arada ABD Dış Bakanı Yahudi John Kerry, İran’a yönelik bir saldırı öncesi, “hiçbir şekilde İran’a destek sağlamama ve hava sahasını kullandırmama” yönünde uyarmak üzere Irak’a gidiyordu. Bütün bu görüşmelerin Suriye’nin parçalanmasına bir hazırlık olduğunu sezen Suriye Muhalefet Lideri Muaz El Hatip sürpriz şekilde görevinden istifa ediyordu.

Muaz El Hatibin istifası nedenleri arasında, herhalde, muhaliflerce Şam’da bir camide patlatılan canlı bomba sonucu ölen 50 masum Müslüman arasında bulunan çağımızın en önemli âlimlerinden başta Fıkhussiyre, Kuran’da insan ve medeniyet gibi 60 eserin sahibi ve Kürt asıllı Ramazan El Buti’nin katledilmesi de bulunuyordu. Arap baharı safsatasıyla tezgâhlanan Siyonist oyunların farkında olan rahmetli El Buti, Suriye’deki kardeş katliamına taraf olmadığından Esad yanlısı olmakla suçlanıyordu.

İsrail Suriye’yi vurmaya başlıyordu!

İsrail ordusunun, Suriye sınırındaki Golan bölgesinde devriye gezen İsrail askeri araçlarına Esed güçlerince son 24 saatte iki kez ateş açılması bahanesiyle, Suriye topraklarındaki bir askeri mevziyi hedef aldığı bildiriliyordu. İsrail’in, Golan’daki gerilimin daha da artabileceği ihtimalini göz önünde bulundurarak, bölgeye takviye birlikler gönderdiği kaydediliyordu. İsrail Savunma Bakanı Moşe Yaalon, sınırdaki gerilimden Suriye rejimini sorumlu tutarak, İsrail’in Suriye’den kaynaklanacak sınır ihlallerine derhal karşılık vereceği uyarısında bulunuyordu. İsrailli askeri yetkililer, basına yaptıkları açıklamada, Suriye sınırından açılan ateşin “askerleri öldürmeyi hedeflediğinin anlaşılması” üzerine bu mevzinin vurulduğunu belirtiyordu. Yani İsrail’in Suriye’ye müdahalesi fiilen başlıyordu.

Nusayriler de Esed’i terk ediyordu!

Bu arada ilginç bir gelişme daha yaşanıyor, İsrail’in ve tabi tüm batılı güçlerin Suriye’deki doğal müttefiki sayılan ve yıllarca Suriye’deki Müslümanlara kan kusturan NUSAYRİ’ler de, rejimin yıkılacağını sezip, Esed’i terk ediyor ve Mısır’da toplanan Nusayri liderler, Suriye muhalefetine destek çağrısı yapıyordu.

Obama’nın İsrail’e yaptığı “Siyonist terörizmine destek” ziyaretinde üç konuda ittifak pekiştirilmişti:

1- İsrail’in güvenliği ABD için her şeyden önemliydi

2- İran’a karşı ortak tehditkâr tavır sürdürülecekti

3- Suriye’ye müdahale için kimyasal silah yalanı piyasaya sürülecekti!

Kudüs’te bir araya gelen ABD Başkanı Obama ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, görüşmelerinin ardından ortak basın toplantısı düzenlemişti. İsrail ile ABD arasındaki ilişkilerin önemine işaret eden Netanyahu, ‘’İsrail’in, Amerika’dan daha iyi bir dostu olmadığını’’ söylemişti. Bu görüşmenin Netanyahu’yla 10. buluşması olduğuna, kendisiyle şimdiye kadar temasta bulunduğu bütün liderlerden daha fazla vakit ayırdığına dikkati çeken Obama ise, ‘’Liderler olarak en önemli sorumluluğumuz ABD ve İsrail halklarının güvenliğidir. Bu, bir numaralı işimizdir” demişti. Asıl önceliklerinin İsrail’in güvenliğini sağlamak olduğunu dile getiren Obama, “ABD’nin İsrail devletinin güvenliğine olan bağlılığı önemli bir görevdi. İsrail’in güvenliği tartışılamaz bir meseledir. İki ülke arasında askeri ve istihbarat alanında yaşanan yoğun işbirliği devam edecektir. ABD tarafından desteklenen ‘’Demir Kubbe’’ füze savunma sistemlerinin de finanse edilmesi sürecektir. İsrail’in nitelikli askeri yapısını muhafaza etmesi için destek sağlamaya devam edilecek ve İsrail kendisini tehditlere karşı kendi kaynaklarıyla savunabilir konuma getirilecektir”

Suriye için de bahane kimyasal silah yalanıydı!

Obama, Irak’ta yapıldığı gibi Suriye’de de kimyasal silah kullanıldığı iddialarını bahane edeceklerini göstermiştir. Obama, “Gerçekleri tespit ettiğimizde, kimyasal silahlar oyunun gidişatını değiştirir” diyerek Suriye rejiminin kimyasal silahla saldırı düzenleme kapasitesine sahip olduğunun bilindiğini iddia etmiştir. “Potansiyel yıkım ve toplu ölümlere neden olan silahlar görmeye başladığınızda ve cin lambadan bir kere çıktığında, Suriye’de şimdiye kadar gördüğümüzden daha korkunç sahnelere tanık olabiliriz demektir. Bu bilgi ışığında uluslararası toplumun harekete geçmesi gerekir” değerlendirmesi herkesin hatırına Irak vahşetini getirmişti.

İsrail’in yeni hedef tahtası Suriye oluyordu

Terörist İsrail İstihbarat ve Stratejik İlişkiler Bakanı Yuval Steinitz, Suriye’de kimyasal silahların kullanıldığını ileri sürmekteydi. Ordu radyosuna konuşan Steinitz, Suriye’de son dönemde hükümet ya da muhalifler tarafından kimyasal silahlar kullanıldığının “görünüşe bakılırsa açık” olduğunu iddia ederken, bu sonuca nasıl varıldığına ilişkin bir bilgi vermemişti. Steinitz, bu konunun, ülkeyi ziyaret edecek ABD Başkanı Barack Obama ile yapılacak görüşmelerin ana gündem maddelerinden biri olacağını da kaydetmişti. Beyaz Saray sözcüsü Jay Carney dün Suriye’de her iki tarafın kimyasal silah kullandığına ilişkin iddiaları ‘dikkatle incelediklerini’ belirtirken, Esad rejiminin “Suriyeli muhaliflerin kimyasal silah kullandığı iddiasını destekleyecek kanıt olmadığını” söylemişti. Rusya Dışişleri Bakanlığı ise Suriyeli muhaliflerin, Halep’te tanımlanamayan bir kimyasal içeren cephaneyi havaya uçurduğu, saldırının, Suriye’de iki yıldır süregelen krizde “çok tehlikeli” bir gelişmeyi temsil ettiğini öne sürmüşlerdi.

Yine İran’a gözdağı verildi

Obama’nın, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile yaptığı görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında, nükleer programı nedeniyle İran’a sert mesajlar gönderilmişti. İran’a yönelik yaptırımların yetersiz olduğunu ve yaptırımların askeri tehdit ile desteklenmesi gerektiğini ifade eden Netanyahu, “Güvenliğimiz söz konusu olduğunda en iyi dostumuz istese bile kenara çekilemeyiz” diyerek niyetini belli etmiştir.

Obama ise: “İran’daki durumun en kalıcı çözümü, bu ülkenin sonunda nükleer silah edinmeye değmeyeceğini anlayacak noktaya ulaşması” tehditleriyle İsrail’in sadık bir uşağı olduğunu göstermişti.

Şimdi, izan ve insafla düşünüp karar verelim; Böyle bir Siyonist Netanyahu Yahudisinin ve İsrail’e hizmeti şeref sayan Obama kâfirinin, beraber oturup ta, Türkiye’nin yararına olacak kararlar alması beklenebilir miydi? Sn. Recep T. Erdoğan’ı ve yandaşlarını rahatlatacak bu “özür tazminat” jestinin arkasında çok daha sinsi ve tehlikeli hesaplar yattığını düşünmek gerekmez miydi? “Şeytanın şakirtlerinden şerden başka bir şey beklenmez”deyip uyarmamız, bazılarının niye bu denli zoruna gitmekteydi?

Medya ve medyumlar MOSSAD’ın emrinde çalışıyordu!

Reagan gibi gelecekten haber veren Yahudi Ovadia Yosef, Barak Hüseyin Obama’nın günlerinde, yani önümüzdeki dört yıl içinde beklenen Mesih’in zuhur edeceğini söylemişti. Birinci döneminde İsrail’e uğramayan Obama’nın ikinci dönemine İsrail’den başlaması Yahudileri coşturup mest etmişti. Ovadia Yosef, Maariv gazetesine yaptığı değerlendirmede günümüzde kral kalmadığını ama herkesin saygısını hak eden Obama’nın bir nevi kutsal kral gibi Kral Davut’a en yakın kimlik olduğunu ileri sürmekteydi. Ona göre, önemli olan İsrail’i desteklemektir. Gerisi teferruattır. Kim İsrail’i destekliyorsa o yeni Davut olmaya namzettir. Yosef istediği devlete savaş açmak gücüne sahip olduğundan dolayı Obama’nın Davut’un makamında olduğunu belirtmişti. Hep turfa (şer’i usullere uymayan) yemekten usanmış olan Obama’yı akşam yemeğinde kendi elleriyle besleyeceğini ve ona koşer (helal gıda) ikram edeceğini söylemiş ve bütün taraftarlarından da Kral Obama/Davut’a dua etmelerini istemişti.[3]

Medyadan ve halkımızdan gizlenen haberlere göre, Obama Yahudi ve Müslümanların kutsal mekânlarına uğramamış fakat İsrail Müzesi, Holokost Anıtı, Siyonizmin kurucusu Theodor Herzl’in ve suikast sonucu öldürülen eski İsrail Başbakanı İzak Rabin’in kabrini ziyaret etmişti. Siyasi Siyonizmin banisi ve Sultan Abdülhamit’i tahttan indiren Yahudi Theodor Herzl’in ziyareti birçok yönüyle başta Türkiye olmak üzere, İslam dünyasına yönelik önemli mesajlar içermektedir ve ABD’nin İsrail’in gönüllü ve daimi hizmetçisi olduğunu göstermektedir. Filistinlilere karşı başvurduğu yöntemler itibarıyla kendisine “kemik kıran” lakabı takılan ve “Demir Yumruk” politikalarıyla da ön plana çıkan Rabin’in kabrinin ziyareti, Obama’nın ayarını ve amacını yansıtan bir girişimdir.

ABD-İsrail-Yunanistan ortak tatbikat yapıyordu!

Bu arada ABD, İsrail ve Yunanistan ortak tatbikatı Akdeniz’de yapılmıştı. Tatbikatın arama kurtarma, tıbbi tahliye ve denizdeki acil durumlara hızla yanıt verme alanlarını kapsadığı açıklanmıştı. Tatbikat “Noble Diana” adıyla 2001 Nisan ayından beri uygulanmaktaydı. 2011’den önce 10 yıl boyunca Yunanistan yerine Türkiye’nin yer aldığı tatbikat, “Reliant Mermaid” (güvenli denizkızı) adıyla yeniden planlanmıştı. İsrail komandolarının Gazze’ye yardım amacıyla yola çıkan Mavi Marmara adlı gemide bulunan 9 Türk vatandaşını katletmesi üzerine Türkiye tatbikattan çekilmiş bunun üzerine ABD-İsrail ikilisine ertesi yıl Yunanistan katılmıştı. Yunanistan ayrıca 2012 yılında İsrail’le savunma işbirliği anlaşması imzalamıştı.

Patriot görevlisi Haçlılar, Türk Subaylarının yolunu kesiyordu. Siyasi irade sessiz, asker tepkili, halk endişeli bekliyordu! Mütareke basını, askerin Patriot tavrından neden rahatsız oluyordu?

Adana ve Gaziantep’in yanı sıra sadece 70 km. hava menziline sahip olduğu halde sınırdan 300 km. içerideki Kahramanmaraş’a konuşlanan patriot füze sistemlerinde görevli Alman askerleri ile Türk askerleri arasında yaşanan gerilimin yankıları sürüyordu.

Gaziantep 5’inci Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Kahraman Güneş’in, Alman askeri Çavuş R.’yi itip, görevi olmadığı halde yolu kapatıp barikat kuran Alman yarbayı dövmesine Alman Bild gazetesinden daha çok, bazı sözde Türk basınının üzülmesi mütareke dönemi basınını hatırlatmıştı. “Türk generale şok suçlama!” şeklinde verilen haberlerde, Türk askerinin patriot füze sistemlerinde görevli NATO askerlerine karşı gösterdiği tavırdan duyulan rahatsızlık açık bir şekilde ortaya çıkmıştı. Türkiye’deki gelişmelere Alman Bild gazetesininin ağzıyla yaklaşılan haberlere göre, Alman Savunma Bakanı Thomas de Maiziere’nin Patriot birliğini ziyaret ettiği 23 Şubat’ta gerginlik yaşanmıştı. Türk kaymakama tokat atan, PKK’ya açık destek verdikleri saptanan Çekiç Güç askerinden, çuval skandalına, İncirlik’te kirli ayaklarıyla camiye girmelerinden, Patriot askerlerinin tavrına kadar, NATO askerinin işgalci sicili oldukça kabarıktı. Ama yandaş medyanın Haçlıların hatırına TSK’ya sataşmaları daha da aşağılıktı.

Oysa yine Almanya’nın haftalık haber dergisi Der Spigel ise, çıkan kavgaya Kahramanmaraş’taki Alman askerlerinin hatalı tavrının neden olduğunu yazmıştı. Habere göre, Alman ordusunun Hareket Dairesi, Alman Savunma Bakanlığı’na yazdığı raporda, “Alman askerlerinin orada bir işi ve yolu kesmeye yetkisi yoktu. Türk tarafının tepkisi anlaşılabilir. Çünkü onlar haklı” yorumu yapılmıştı.

Türkiye’deki işgal askerlerinin sicili kabarık!

Bilindiği gibi Türkiye’deki NATO üsleri, İncirlik ve daha önce Çekiç Güç’ün Türkiye’deki “tepeden bakan, işgalci tavırlarına” karşı da Türk halkı ve özellikle asker içinden milli tepkiler gelmişti. Çoğunlukla siyasi iktidarlar ve basın ise hep alttan alan, olayı geçiştiren adeta kendi insanımızın onurlu tavrını suçlayan bir tutum takınmıştı. Özal döneminde, Çekiç Güç’te görevli bir askerin, Türk kaymakamına tokat atması milli gururumuzu incitmiş, ancak medya olayı geçiştirmişti. Kuzey Irak’taki Türk Birliği’nde görevli subayların başına, Irak’taki işgalci Amerikan askerlerince çuval geçirilmesi de emperyalist tavrın yansımasıydı. İncirlik’te yaşanan olayların ise haddi hesabı yok. En son skandal ise geçtiğimiz yılbaşında, necis ayaklarıyla camiye girip, Kur’an-ı Kerim’e el uzatma cüretinde bulunmaları da günlerce milletimizin tepkisine neden olmuştu. Şimdi bir Türk generalin, Türk topraklarına tartışmalı bir şekilde konuşlanan patriot NATO askerini dövmesi ise “Türk medyasının ağırına gitmiş” görünüyor. Türk halkının, yönetimden şahsiyetli bir dış politika, medyadan ise milli bir duruş özlemi ise hep öteleniyor…[4]

NATO pusuda bekliyordu!

NATO Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Komutanı Oramiral James Stavridis, NATO’nun Suriye’de olası bir askeri müdahale için ihtimal planlamaları yaptıklarını ve Libya’da olduğu gibi bir angajmana girmeleri yönünde talep gelmesi halinde buna hazır olduklarını söylemişti. NATO’dan Suriye’ye askeri müdahale konusunda 2 kritik açıklama gelmişti. Cumhuriyetçi Senatör John McCain’in, ”NATO, Suriye’de olası durumlara dair bir askeri planlama yapıyor mu?” sorusu üzerine Stavridis, ”Evet. Geniş yelpazede operasyonel seçenekleri değerlendiriyoruz ve Libya’da olduğu gibi talep gelmesi durumunda angajmana girmeye hazırız” demişti. Stavridis, Suriye’de yaşanan çıkmazı kırabilecek şekilde muhalefete yardım sağlama seçeneğinin NATO üyeleri tarafından aktif şekilde incelendiğini belirterek, NATO’nun Suriye’de askeri bir rol üstlenmesi için İttifak’ın 28 üyesi arasında mutabakat ve BM Güvenlik Konseyi kararına ihtiyaç olduğunu kaydetmişti.

“Patriotlar Suriye uçaklarını düşürebilir”

Senatör McCain’in bir sorusu üzerine Stavridis, Türkiye’ye yerleştirilen Patriotların Suriye uçaklarını düşürecek şekilde konumlandırılabileceğini ve bunun bölgede uçan pilotlar için güçlü bir caydırıcı olabileceğini söylemişti. Oysa Patriotların menzili buna müsait değildi ve bunlar Türkiye’ye karşı kullanılmak üzere yerleştirilmişti.

Bu ABD’nin Irak’a sadece kan ve gözyaşı getirdiği nasıl unutuluyordu?

Kimyasal silah olduğu yalanıyla Irak’ı 10 yıl önce işgal eden ABD bölgede sadece kan ve gözyaşı bırakmıştı. İşgalci ABD askerlerini başkent Bağdat’ta sevinç gösteriyle karşılayanlar, bugün Saddam Hüseyin rejimini bile mumla arar durumdaydı. Hakların ve halkların düşmanı ABD, petrol için girdiği Irak’tan ardından terör bırakarak çıkmıştı. İşgalin 10’uncu yılında Iraklıların ortak düşüncesi ABD’nin ülkeye girmekle hiçbir fayda sağlamadığı yolundaydı. Irak’ın işgal edildiği 20 Mart 2003’ten bu yana kan ve gözyaşının aktığını dile getiren Iraklılar, işgalci ABD ve müttefiklerinin ülkelerini sadece petrol için işgal ettiğini şimdi daha iyi idrak ettiklerini yeni anlamışlardı. Irak hükümetinin Kürt milletvekili Mahmut Osman, ABD’nin ülkesini işgal etmekle sadece Saddam’ın gitmesine vesile olduğunu, bunun dışında kendilerine hiçbir fayda sağlayamadıklarını, hatta işgalin bölgede sadece İran’ın işine yaradığını, çünkü Saddam’ın kurduğu rejim başka türlü yıkılamazdı. Şimdi Irak’ta İran’ın etkisi giderek artmaktaydı” ifadesini kullanmıştı. Saddam’ın düşmesinin Kürt bölgesi için olumlu neticeler doğurduğunu ifade eden Mahmut Osman, “ABD, Kürt bölgesine doğrudan müdahil olamadı. Çünkü Kürtler müdahaleye gerek duymadan bölgeyi yönetebiliyorlardı. Kürtler, o dönemde ABD’den yardım aldılar” açıklamasını yapmıştı. Öte yandan ABD ile Batılı müttefiklerinin Irak işgalinin 10. yıldönümü Japonya’da tartışmalara yol açmıştı. Tokyo’nun Washington’a verdiği destek tekrar sorgulanmaya başlamıştı. Japonya’nın önde gelen Asahi gazetesi, “Japonya, Irak savaşına verdiği desteği araştırmalı” çağrı yapmıştı. Asahi gazetesinin editöryal köşesinden hükümete: “Irak savaşı 10 yıl önce başladı. ABD, Irak’ın kitle imha silahlarına sahip olduğunu savunarak bu savaşı kışkırttı. Oysa bu silahlar hiçbir zaman bulunamadı” sorularının yanıtlanmasını istemesi anlamlıydı.

 


[1] internet haber-Flash-24.03.2013

[2] 24.03.2013, Taraf, İsrail, Kürtler ve Türkiye

[3] Milli Gazete, Mustafa Özcan

[4] Milli Gazete, Ahmet Yavuz

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/mayis-2013/israilin-hizaya-getirilm

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi