Anasayfa » İslamcı Münafıkların PKK Sendromu ve PKK’LI MECLİSİN MEŞRUİYET SORUNU!

İslamcı Münafıkların PKK Sendromu ve PKK’LI MECLİSİN MEŞRUİYET SORUNU!

Yazar: yonetici
0 Yorum 187 Görüntüleyen


İslamcı Münafıkların PKK Sendromu ve PKK’LI MECLİSİN MEŞRUİYET SORUNU!


Tam 8 yıl önce Milli
Çözüm dergimizde
 “Çatısı altında PKK’yı barındıran Meclis, gayri meşrudur!” başlıklı bir yazımız
yayınlanmıştı. O gün yaptığımız bütün uyarıların ve kuşkularımızın bugün aynen
çıkmış olması, saptama ve yorumlarımızın haklılık kazanması; Milli Çözümün
yüksek feraset, dirayet ve cesaretinin bir yansımasıydı.
Mehmet Metiner gibi İslamcı
Münafıkların ve diğer yandaş ve yalaka takımının,
“demokratikleşme ve
(sözde) Kürt sorununu çözme”
 kılıfıyla ve PKK ağzıyla ülkemizi
nasıl bir felakete sürükledikleri ortadaydı.  BDP denen, PKK’nın sivil
kanadının Türkiye Büyük Millet Meclisine sokulup meşrulaştırılmasını, eşkıya
başının 
“sürgündeki Devlet Başkanı” gibi muhatap alınmasını, PKK’ın askeri
kanadının ise Suriye PYD’si olarak canlandırılmasını 8 yıl öncesinden
hatırlatıp uyardığımız halde bunlara kulak tıkayanların, gaflet ve cehaletten
öte, kasıtlı bir dalalet ve hıyanet tuzağına kapıldıkları açıktı ve elbette
sonları da çok acı ve alçaltıcı olacaktı. Şimdi sekiz yıl önce yayınlanan o
yazımızın, lütfen dikkatle bir kez daha okunması ve üzerinde kafa yorulması
lazımdı:

Çatısı Altında PKK’yı
Barındıran Meclis, Gayri Meşrudur!?

Kuzey Irak'a yönelik
sınırlı (daha doğrusu Bush'la Erdoğan arasındaki sırlı) operasyon
oyalamalarıyla, halkımızın haklı taleplerini ve teskerenin hedeflerini
kısıtlamayı ve kısırlaştırmayı düşünen dış güçlerin ve işbirlikçilerin
hesapları, ordumuzun ABD'den, belki hükümetten bile habersiz hava akınlarıyla
boşa çıkarılmıştı. Amerika, kendi prestijini kurtarmak için TSK’nın bu cesur ve
onurlu saldırılarını sahiplenmek zorunda kalmıştı. Elbette ve öncelikle,
ordumuzun psikolojik ve teknolojik üstünlüklerini, taktik ve pratik
yeteneklerini kanıtlayan bu başarılarını kutlamak ve gurur duymak lazımdı. “Ama
tabiiki bununla yetinmiyoruz. Şimdilik; ülke ve bölge sırlarını ve sorunlarını
çok iyi bilen Genelkurmayımızın, stratejik bir sabır ve sebatla, en uygun
fırsatları ve en olumlu şartları kolladığına inanıp teselli buluyoruz”
 
sözlerimizi kuru bir teselli ve temenni sayanlar, bu gerçeği yeni yeni anlamaya
başlamıştı. 
The Economist'in de yazdığına göre: Recep T. Erdoğan ile
Bush’un yaptığı gizli anlaşmanın içeriğinde şunlar vardı:

1- TSK, sadece halkın
kızgınlığını yatıştıracak hava operasyonları yapacak, Kuzey Irak'a fiili ve
etkili müdahaleden sakınacaktı.

2- Barzani'nin
Kürdistan'ı ismen ve resmen olmasa da fikren ve fiilen tanınacaktı.

3- PKK yasallaşıp
siyasallaştırılacak, artık Meclis çatısı altında çalışacaktı.”

Bu görüşmenin hemen
arkasında GKB Büyükanıt'ın şu uyarıları tarihi önem taşımaktaydı.

a) PKK maalesef
yasallaşmıştır, şimdi Meclis çatısı altında bulunmaktadır.

b) “İnsan
hakları, demokrasi, özgürlük”
 gibi evrensel kuralları PKK’ya
kaptırdık, bunları aleyhimize kullanmaktadır.

c) Bölücü hıyanetin
emperyalizmle ve dış güçlerle bağlantısı gözden kaçırılmıştır.

d) Önce Güneydoğu’da
kendi halkımızı kazanmamız lazımdır.

Bu itirafların anlamı
ve mesajı açıktı:

PKK'nın uzantısının içinde bulunduğu bir Meclis, meşruiyetini yitirmiştir.
(DTP (şimdi BDP)  ve PKK Kürt sorununun siyasal çözümünü hedefleyen bir
partidir.)

. Devletin, halkıyla ve inancıyla artık
barışması gerekir, daha fazla gecikilmemelidir.

Fetullahçı Zaman
yazarı Ahmet Turan Alkan: (3 Aralık 2007 Aksiyon) “Kürt meselesinde
çözümü AKP eliyle yaşıyoruz. Bunun kadrini bilelim”
 diyordu. Yani
şimdi atıştıkları Erdoğan Hükümetinin PKK politikalarına sahip çıkıyordu. Aynı
sayısında Paralelci Aksiyon, Şemdin Sakık'ın: “Şimdilik devlet değil,
demokrasi istiyoruz”
 sözünü manşet yapıp alkışlıyordu. Bir DTP
milletvekili ise: “Laiklik hassasiyetimiz, TSK ile aynıdır. Biz
olmazsak yerimizi şeriatçılar dolduracaktır.” 
(Yani TSK ile inancımız
da, düşmanımız da aynıdır) demek küstahlığında bulunuyordu.

Kobani bahanesiyle Patnosta
belediye binası dâhil yüzlerce evi, işyerini, banka şubesini ve otomobili yakıp
yağmalayan ve çoğu suçüstü yakalanan 51 kişiyi, sırf AKP iktidarı zarar görsün
diye serbest bırakan Paralelci (Fetullah Gülenci) savcılar ve yargı mensupları
ise, bunlarda adalet, millet ve memleket duygularının nasıl körlendiğini ve
kendilerine yaramayan herkesi nasıl harcayıverdiklerini açıkça gösteriyordu. Ve
tabi, AKP zihniyeti eliyle yargısı bile bu hale getirilen ve çözüm süreci diye
ülkemizi çözülmeye ve ahlaki çürümeye sürükleyen bu tehlikeli gidişten biran
evvel kurtulmamız gerekiyordu.

Erasmus programı
çerçevesinde, Müslüman Türk gencini ismen ve resmen değil ama fikren ve fiilen
Hıristiyanlaştırıp yozlaştırma karşılığı AB’den yüz binlerce Euro para alan
Profların hazırladığı yeni anayasa taslağı; egemenliğimizi AB’ye devrinin
sağlanmasını ve Türkiye’nin özerk federasyonlara ayrıştırılmasını
kolaylaştıracaktı!

Oysa anayasanın 5.
Maddesinde:

1- “Egemenlik kayıtsız
şartsız milletindir

2- Egemenliğin
kullanılması, hiçbir surette, hiçbir kişiye ve zümreye bırakılamaz” deniyordu.

Ancak bunlar; “4-
Milletlerarası ve milletler üstü kuruluşlara üyelikten kaynaklanan sınırlamalar
saklıdır!?” Maddesine sığınılarak ülkemizin dağılmasına “Uluslararası hukuk
kılıfı” hazırlanıyordu.

Bu sırada sahte
Atatürkçüler “Türban yayılıyor, laiklik elden gidiyor”şeklinde
tepiniyordu. İstismarcı sahte dinciler ise “başörtüsüne özgürlük
geliyor!”
 diye seviniyor ama egemenliğimizin AB’ye devrine kimse ses
etmiyordu.

TÜBİTAK araştırmasına
göre Türk üniversitelerince yayınlanan bilimsel makalelerin yüzde biri bile,
dünya bilim adamları ve araştırmanlarınca dikkate değer görülmüyor ve kaynak
gösterilmiyordu. Çünkü bizim YÖK’çüler başörtüsü ve laiklik gösterileriyle
uğraşmaktan, bilim ve teknolojiye vakit ayıramıyordu.

AKP'nin Türban
Türbülansı

Dönemin AKP’li MEB
Hüseyin Çelik TÜBİTAK ödülünü başörtüsüyle alan liseli onur kaynağı kızımız
yüzünden, müsteşar ve müdür hakkında soruşturma başlatıyordu. AKP diyet
ödemekten korkup kanuni bir düzenleme yapamadığından; “YÖK başkanı
eliyle anayasa mahkemesine şahsen başvuru hakkı getirmek” 
suretiyle
ucuz kahramanlık peşinde koşuyordu. Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Deniz Ülke
Arıboğan: “Kanuni düzenleme yapılır, bu sorun aşılır”
diyordu. O sırada YÖK başkanı Yusuf Ziya Özcan “Üniversitelerde
bütün yasakları kaldıracağım”
 diye hızla dalıyor ama hemen geri
adım atıyordu. Kendileri Malezya ekolünden Ahmet Davutoğlu gibi
Moon-Diyalog-Layt İslam ekibinden oluyor, Fetullahçıları kullanan Siyonist
şebekenin güdümünde görünüyordu. O süreçte Fetullah Gülen, Ayetullah Humeyni
gibi, Ilımlı ve Layt halife olarak Türkiye'ye dönmeye hazırlanıyor ama ABD
kendisine güvence veremiyordu.

Fetullah Gülen'in;
istikrarsızlığının, karakter hamlılığının ve döneklik tavrının ispatı, bizzat
kendi kitaplarıydı!

Her türlü dönekliğinin
ve ödlekliğinin suçunu Ordu'ya yıkmaya ve TSK'yı yıpratmaya çalışanlar ve bu
zırvalara inananlar! Şimdi söyleyin bakalım:

İsrail'in eşkıyabaşını
Cumhurbaşkanı diye TBM Meclisinde İslam'a ve İran'a küfrettirmenizi ordu mu
zorlamıştı? Egemenliğimizi AB'ye devreden anayasa değişikliğini asker mi
yaptırmıştı? Zinayı suç olmaktan çıkarmanızı generaller mi dayatmıştı? PKK'nın
siyasallaşmasını ve yasallaşıp Meclise taşınmasını Genelkurmay mı onaylamıştı?
22 İslam ülkesini parçalamayı hedefleyen BOP projesine eş başkanlık yani
İsrail'e uşaklık yapmanızı ordu mu mecbur kılmıştı? Fabrikalarımızı, maden
yataklarımızı, stratejik kurumlarımızı ve vatan topraklarımızı gavurlara
satmanızı paşalar mı zorlamıştı? ABD-AB ve İsrail figüranlığınızı gizleyip,
ordumuza sataşmakla aklanacağını sananlar aldanmaktaydı!

CHP ise, Atatürk'ün
sadece maddi mirasına ve İş Bankasının paralarına sahip çıkıyor, Ata'nın manevi
mirasını ve İslam bağlantısını inkâra kalkışıyordu.

Atatürk, vefatından 65
gün önce 5 Eylül 1938'de vasiyetini hazırlamıştı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer, Köşkte bulunan Atatürk'ün şahsi eşyalarıyla ilgili bir envanter
çalışması yaptırmış ve tam 1708 eşyanın, miras bıraktığı CHP tarafından sahip
çıkılmadığı ve alınmadığı anlaşılmıştı. Bunlar içinde tam 37 adet namaz
seccadesi de vardı! Kaç Kur'an’ı Kerim, dini eser ve İslami eşya var, bunları
CHP açıklasındı!

Artık sağcılık ve
solculuk sahteliği bitmiştir. Milli çizgide misin, işbirlikçi misin? sorusunun
yanıtı, insanın karakter göstergesidir. Sultan Alparslan sağcı da, solcu da
değildi. Mustafa Kemal solcu da değildi, sağcı da değildi! Atatürk milli
düşünceli, ilim ve inanç rehberli bir devrimciydi. Peki neleri mi, devirmişti?
Barbar Batı hayranlığını ve AB uşaklığını devirmişti. ABD mandacılığını
devirmişti. Gizli aşağılık duygusunu ve gavur aşıklığını devirmişti.
Teslimiyetçilik, milletine ve öz değerlerine güvensizlik ve işbirlikçilik anlayışını
devirmişti. İşte bunun içindir ki masonik merkezlerce ve sinsice zehirlenip
hayatına kastedilmiştir. “Yüce Dinimiz fenne, ilme ve akla uygun olduğu
için son ve mükemmel din olmuştur”
 dediği Müslümanlığı değil, kökü
dışarıdaki hıyanet ocakları olan Masonluğu devirmişti. İslami esasları değil;
koflaşmış kurumları, yozlaşmış istismarcılığı, dogmatik saplantı ve safsataları
devirmiştir. Ama maalesef İsmet İnönü CHP'si ve Celal Bayar- Menderes AP'si ve
bunların varisleri, yani sözde solcu-sağcı işbirlikçiler eliyle, bu devrimler
dejenere edilmiş ve Atatürkçülük düşmanlığına çevrilmiştir. Özetle: Dış güçler
ve hain iç merkezler CHP ile Kemalizm'i, ırkçı kafalı bazı MHP’liler eliyle
milliyetçiliği, AKP ile de İslamiyetçiliği ılımlaştırıp emperyalizme uyumlu
hale getirmişlerdir.

CIA’nın Yalova Kampı
ve AKP iktidarının Yuları:

Gizli olan bu
kamplara, Yalova Valiliği ve Emniyeti bile müdahale edememiştir. Kamplar
hakkında bilgi edinen A. E. adındaki bir MİT mensubu ortadan kaldırılmış,
ölümüne intihar süsü verilmiştir. MİT görevlisinin şüpheli intiharı bir
derginin 13 Eylül 2004 günlü kapak haberiyle gündeme getirilmiştir. Bu CIA
kampına Çeçen, Uygur ve Arap maskesi geçirilmişti. Yalova kamplarında, ABD'nin
Rusya, Çin ve Türkiye'deki terör eylemleri için terörist eğitilmektedir. Bu
teröristler, ABD Özel Kuvvetleri (Delta Force) tarafından “Çeçen”,
“Uygur” ve “Arap” maskeli örgütlerde maskelenmiştir.

AKP ABD Özel
Kuvvetleri ile iç içeydi: 
ABD'nin NATO ülkelerini denetleme aracı
olarak örgütlenen Süper NATO, ABD Özel Kuvvetleri (Delta Force) ile iç içe
çalışmakta ve dünya ölçeğinde terör faaliyeti yürütmektedir.

El Kaide'yi Süper NATO
eğitmekteydi:
 El Kaide, ABD terörünü maskelemek için kullanılan, ABD güdümlü bir
örgüttür.

İstanbul'u kana
boyayan Süper NATO idi: 
2003 yılı Kasım ayında İstanbul'u kana
boyayan Sinagog, İngiliz Konsolosluğu ve HSBC Bank bombalamalarını Süper NATO
düzenlemiştir.

İkiz Kuleleri yıkanlar CIA-MOSSAD
güdümündeydi:
 El Sakka'nın ifadesine göre, İkiz Kuleleri yıkan eylemlerin
arkasındaki örgüt, Süper NATO idi. CIA-MOSSAD ajanları yönlendirmişti. ABD'nin
Haçlı Seferine zemin hazırlamak için bu büyük tertibi düzenlediği görüşü
gerçekti. Böylece adına “uluslararası terör” denen eylemlerin
arkasındaki asıl gücün ABD ve Yahudi lobileri olduğu kesinleşmişti. Amerika,
Ortadoğu ve Orta Asya'yı işgal için kullandığı “Uluslararası Terör”
bahanesini bizzat kendisi üretmişti. İkiz kuleleri vurmuş, İstanbul'u
bombalamış, terör örgütlerini kurmuş ve himaye etmişti!.

ABD'li Chomsky’nin: “PKK
sinecek PJAK ve PYD yükseltilecek”
 itirafı!

Sözde ABD'nin işgal ve
soykırım politikalarını şiddetle eleştiren Prof. Noam Chomsky, Bush yönetimini
dünya barışına en büyük tehdit olarak görüyordu. Filistin'in İsrail tarafından
işgaline de karşı çıkan Chomsky, Ortadoğu barışına en büyük tehdidin İsrail
olduğunu belirtiyordu. Irak'ın kuzeyindeki Kürt gruplar ile ABD arasındaki
ittifakı ve Türkiye`nin ABD ile ilişkileri hakkındaki düşüncelerini habervaktim.com'a
anlatan Chomsky, Washington'un, 1975'te Kürtleri sattığını belirterek, “Dönemin
Dışişleri Bakanı Kissinger, dış politika ile misyonerlik faaliyetlerinin
karıştırılmaması gerektiği sözünü o dönemde söyledi. Halepçe ve Anfal'daki
katliamlara rağmen Reagen yönetimi güçlü bir şekilde Saddam Hüseyin'i
destekledi. Hatta, buradaki katliamları İran'ın yaptığını söyledi. George Bush,
Kuveyt işgaline kadar da Saddam'ı destekledi. Clinton yönetimi de, 90'lı
yıllarda Türkiye'de birçok faili meçhul cinayete adı karışan kontra-gerilla
örgütlerine destek verdi. Şu anda ise Washington, Türkiye'deki Kürtlerden
ziyade Iraklı Kürtleri desteklemeyi daha avantajlı buluyor”
 şeklinde
konuşuyordu. Chomsky, menfaatlerin değişmesi durumunda, Washington'un
politikalarının da değişeceğine işaret ederek, “Kürtler, geçici
olarak bu ittifakın meyvelerini yiyebilecekler, ancak daha önceden olduğu gibi
eğer bu ittifaka inanırlarsa, ciddi hata işlemiş olacaklar, ki tarih de bunu
bize gösteriyor”
 tespitinde bulunuyordu.

PKK ve PJAK'ın Amerika
tarafından Türkiye ve İran'a karşı kullanıldığı iddialarını değerlendiren
Chomsky, “Fotoğraf gazetecisi Kevin McKiernan Kürtlerle ilgili
birçok bilgiye sahip, hatta bu konuda Batılı gazeteciler arasında öncü isim
sayılabilir. McKiernan'a göre, Kandil dağı iki bölüme ayrılıyor: Bir tarafı
Türkiye'ye ki burada teröristler bulunuyor. Diğer tarafı ise İran'a dönük ve
burada da teröristler yer alıyor. PKK ve PJAK pek de farklı örgütler değil.
ABD, PKK'nın bitmesini, PJAK'ın ise İran'ı istikrarsızlığa sürüklemesini ister.
ABD, PJAK ile birlikte diğer terörist grup olan Beluci örgütünü de İran'a karşı
kullanmak istiyor”
 itirafında bulunuyordu. “Amerika Birleşik
Devletleri İran'a bir saldırı düzenlerse, sizce Türkiye ne yapmalı?” sorusuna
ise Chomsky, Türkiye'nin, böyle bir durumda mümkün olduğunca ABD'den uzak
durarak, tüm hava ve kara üslerini kapatmasını istiyordu. Ve tabi
Siyonist Noam Chomsky, merhamete geldiği için değil, ABD ve İsrail'in sonunu
sezdiği için böyle konuşuyordu. Üç parçaya bölünen PKK, İran'a yönelik ABD'nin
çıkarına hizmet etmek üzere “PJAK” oluyor, Suriye’de ise PYD ismiyle
örgütleniyordu.

PKK, Kuzey Irak'taki
kampların çoğunu boşaltıyor; İran, Suriye ve kısmen Kuzey Irak'ı kullanacak
olan örgütün PJAK ve PYD çatısı altında toplanacağı belirtiliyor ve sıkışan
örgüt, yeni militanlar toplamak için çırpınıyordu. Terör örgütü PKK'ya yönelik
yürütülen ve en büyük hava operasyonu olarak değerlendirilen sınır ötesi
harekâttan sonra örgütün “hayatta kalabilmek” için yeni stratejiler geliştirdiği
belirtiliyordu. İddialara göre PKK, şimdiye kadar konuşlandığı üslerini tamamen
değiştiriyor, yeni taktiğe göre terör örgütü, yurt içinde ve yurt dışında küçük
parçalar halinde farklı alanlarda faaliyet yürütmeye başlıyordu. Bazı
kaynaklara ve istihbarat birimlerine göre PKK, Kuzey Irak'taki birçok kampını
kapatıp, küçültmeye gidiyor, kamplarını daha çok İran ve Suriye sınırına
taşıyordu. Ana unsurunu ise İran sınırındaki alanlarda konuşlandıracağı
söyleniyordu. Yani bugün ABD’nin resmen yardım yaptığı CHP’nin ise “özgürlük
savaşçıları” olarak tanıdığı, AKP’nin ise onlarla birlikte IŞİD savaşına
hazırlandığı PYD, aslında PKK’nın Suriye kolu oluyordu.

PKK'nın İran kolu
olarak bilinen PJAK (Kürdistan Özgür Yaşam Partisi) ise İran'da her geçen gün
güçleniyor, yeni devşirilen militanlar PJAK saflarına katılıyordu. Zaten PKK
son aylarda militan eğitimini PJAK alanlarında gerçekleştiriyor, bünyesinde
daha çok İran kökenli özellikle kadın teröristleri barındıran ve Suriye
PYD’sine eleman hazırlayan PJAK, İran-Irak sınırındaki Çoman bölgesini ana üs
olarak kullanıyordu. Aksiyon Dergisi'nin haberine göre, PJAK, PKK'nın arka
bahçesi olmaktan da çıkarılıyor, Amerika 2. Körfez Savaşı'ndan beri PJAK ile
direkt temasta bulunuyordu. Zaten ABD'nin PKK ile irtibatı ve silah aktarımını
PJAK üzerinden sağladığı iddiaları sıkça dile getirilen bir husustu. PJAK her
zaman ABD'nin işine yarayan bir örgüt konumunda tutuluyor. PKK'yı terör örgütü
ilan eden Washington, örgütün uzantısı olmasına rağmen PJAK'a farklı bakıyordu.

PKK yıprandı, PYD
parlatıldı!

PYD’nin giderek
palazlanması bir takım tezleri de gündeme getiriyordu. İddiaya göre PKK isminin
yıprandığı ve uluslararası boyutta terör örgütü olarak tanınmasından dolayı
tepki aldığı için PYD ismi örgüt için bir şemsiye olarak kullanılmaya
başlanıyordu. Terör örgütü PKK'nın, Kuzey Irak'ta Kandil Dağı'ndaki bazı
kamplarını kapattığı da ileri sürülüyordu. Örgütün buradaki kamplarının
sayısını azaltıp önemli bir kısmını kapattığı ve Suriye PYD’sine aktardığı
biliniyordu. PKK'nın Kandil ve civarında irili ufaklı 30 kampı bulunuyordu. PKK
teröristlerinin 
Hakurki, Zap, Avaşin ve kaçırılan
Türk askerlerin teslim edildiği 
Çomçe bölgelerindeki
kampları kapatıp İran ve Suriye'ye dağıldığı aktarılıyordu. Terör örgütünün
arttık yeni bir üs olarak Suriye'yi kullanacağı da dile getiriliyordu. Bu
alanda PJAK tarzı bir örgütlenmeye gideceğini aylar öncesinden duyuran PKK,
buradaki kampları sıkıştığında can simdi olarak kullanmak istiyordu.

Bir yanda “Kobani’nin
ABD için stratejik önemini ve orayı koruma gayretini anlamakta zorlanıyorum!” 
itiraf
ve itirazında bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, diğer tarafta Barzani
Peşmergelerinin ağır silahlarla Türkiye üzerinden Kobaniye taşınmasına izin
veriyor ve tam bir tutarsızlık sergiliyordu. Bu arada ABD, Erbil’e yerleşiyor
ve İncirlik’e alternatif yeni bir askeri üs kuruyordu. IŞİD bahanesiyle Irak’ı
kana bulayan ve eskisinden çok daha büyük bir kaosa sokan ABD’nin, Erbil’de
Saddam Hüseyin döneminden kalan Herir Askeri Havalimanı’nı üsse çevireceği
konuşuluyordu. Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD), Irak’ın Erbil kentinde
askeri üs kuracağı iddia ediliyor. Kürt Bölgesel Yönetimi’nden (IKBY) bir
kaynak, ABD’nin, Saddam Hüseyin döneminden kalan Erbil il sınırındaki Herir
Askeri Havalimanı’nı üsse çevireceğini belirtiyordu. Bu yetkili, ilgili kararın
kendilerine ulaşmasından sonra havalimanını boşaltma çalışmasına başladıklarını
söylüyor, yabancı ülke firmalarının da malzemelerini başka bölgelere taşıdığını
ifade ediyordu. Herir nahiyesi sakinlerinden Hasan Abdullah Surçi ise bölgede
bir süredir ABD’nin, havalimanını tekrar kullanacağı bilgilerinin dolaştığını
dile getirerek, “Biz bundan memnun oluruz. Amerika, Kürtleri koruyor,
Peşmerge ile birlikte IŞİD’e karşı savaşıyor. Bu ülkenin, Kürdistan’da askeri
üssünün olmasını isteriz. Baas rejiminden sonra ABD buradaydı. Çevredeki halka
hiçbir zararları olmadı. O nedenle bir kere daha gelmelerini olumlu görüyoruz”
 diye
konuşuyor, açıkça Amerikan uşaklığı yapıyordu. Baas rejiminin 2003’te
yıkılmasının ardından işgalci ABD, bir süre burayı askeri bölge olarak
kullanıyor. Uçak pistlerinin hazır olduğu havalimanı, İran’a 60 km uzaklıkta
bulunuyordu.[1] Ama bütün bunlara rağmen dindar kahraman Erdoğan hala
başımıza örülen tuzakları görmüyordu.

Celal Talabani'nin
Tayip Erdoğan Aşkı ve Mehmet Metiner’in Yavşaklığı!

Bugün Gazetesi yazarı,
eski radikal şeriatçı yeni Kürt aydını, Recep Tayip Erdoğan'ın Belediye
Başkanlığında danışmanı ve ardından AKP milletvekili ve Recep Tayyip yalakası
olarak tam bir 
İslamcı münafık tavırlı Mehmet Metiner'le röportaj
yapan Celal Talabani Türkiye'deki Kürt sorunuyla ilgili önemli bir stratejiyi
dile getiriyor ve “Türkiye Kürtleri, kendi geleceği için Erdoğan'a
destek vermeli…” 
 diyordu. O süreçte koyu AB hayranı ve DTP
(BDP) taraftarı ve sivil PKK’nın siyasi partisinin genel başkan yardımcısı
Mehmet Metiner'e göre: “Artık Talabani, savaş ve şiddet politikalarıyla
hiçbir sorunun çözülemeyeceğini, tersine şiddet ve savaşın kendisinin bir sorun
olduğuna inanıyordu. Sorunların çözüm dilinin kesinlikle siyaset dili olduğunu
söyleyen Talabani, diyalog ve müzakere merkezli yeni bir demokratik anlayışı
dillendiriyor ve sıkı bir Erdoğan ve Gül hayranı olduğunu belirtiyordu.
Özellikle Erdoğan'ı, yürüttüğü demokratikleşme projesi sebebiyle yere göğe
sığdıramıyor, kendi geleceğini düşünen Türkiye Kürtlerinin de Erdoğan'ın
yolundan yürümesi gerektiğini salık veriyordu!”

Metiner’in: “Size
Irak Cumhurbaşkanı sıfatınızla değil “Kürt lideri” sıfatınızla
soruyorum; Erdoğan'ı nasıl değerlendiriyorsunuz?”
 sorusuna Irak'ın
kukla Cumhurbaşkanı Talabani şöyle yanıtlamıştı: 
“İnanıyorum ki
Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan'ın birlikte yürüttükleri bu
demokratikleşme projesinin başarısı, hepimizin başarısı olacaktır. Benim fikrime
göre, Erdoğan'a ve hükümetine düşmanlık yapmak, Kürt ve Türk halkına ve
demokrasi açılımına düşmanlık yapmaktır. ABD Başkanına da söyledim, ABD
kongresinde yaptığım konuşmada da belirttim, İngiliz Başbakanına da, başka
Avrupa devletlerinin başkanlarına da ilettim, Bağdat'taki Avrupa Birliği (AB)
Büyükelçilerinin toplantısında da onlara söyledim ki
 “Türkiye,
mutlaka AB üyesi yapılmalıdır
. Türkiye'yi AB'nin dışında
tutmak, demokrasiye düşmanlıktır.”

Mehmet Metiner’in: Başbakan
Erdoğan'a karşı fazlasıyla destekleyici bir pozisyonda duruyorsunuz. İlginç ve
şaşırtıcı…!
 
Saptamasını Talabani şöyle karşılıyordu:

“ABD eski Başkanı Bill
Clinton da şaşırmıştı. Kendisine Başbakan Erdoğan'ı ve yürüttüğü
demokratikleşme çabalarını çok önemsediğimizi belirttiğimizde hayretler içinde
kalmıştı. Bir Kürt liderden Türk Başbakanına düşmanlık sözleri bekliyor
olmalıydı ki, benim tavrımla afallaşmıştı. Hatta Erdoğan'a bizzat kendisi: “İlginç,
bir Kürt lider seni senden daha fazla savunuyor” hatırlatmasını
yapmıştı. Çünkü Ben demokratik süreci çok önemsiyorum, siyasi çözümü
savunuyorum.” 
Yani PKK’nın ve diğer Kürtçü kalkışmaların Erdoğan
eliyle daha rahat hedefine ulaşacağına inanıyorum.

Son olarak ne söylemek
istersiniz? Sorusuna ise, Celal Talabani:

“Irak için Şii lider
Ayetullah Sistani nasıl büyük bir nimet ise Erdoğan da Türkiye için büyük bir
nimettir… Türk Kürt halkının Erdoğan'ın kıymetini bilmesini ve onun
sürdürdüğü demokratikleşme sürecine katkı sunmasını diliyorum. Türkiye'nin Kürtlerine
gelince, onlara diyeceğim şu ki, Erdoğan Hükümetini desteklesinler. Türkiye
Kürtleri kendi gelecekleri için Erdoğan'ı desteklemelidirler.” Yani Talabani,
Tayip Erdoğan ve ekibinin, ılımlı Şii lider Sistani'nin ABD işgaline taşeronluk
yaptığı gibi, ılımlı İslam rolüyle Amerika'ya kuklalığa ve Güneydoğu'da
Kürdistan oluşturmaya devam etmesini öğütlüyordu. Ne diyelim bunlar bize: 
“Kılavuzu karga
olanın, burnu bataklıktan, sırtı yataklıktan kalkmazmış”
 sözünü hatırlatıyordu.

Bize göre; AK Saray’a
taşınmakla kendisini Milli cesaretli ve dirayetli bir Devlet Başkanı sananların
BOP eşbaşkanlığı gibi karanlık ve karmaşık icraatlarının da;
“Davultozu” gibi sesi
duyulan ama kendisi ve yetkisi bulunmayan Davutoğlu iktidarının da, PKK Terör
Örgütünün Suriye kanadı olan PYD’yi “Özgürlük savaşçıları” sayan CHP kafasının
da, PKK’nın sivil ve siyasi temsilcisi BDP’yi bünyesinde barındıran bir Meclis
yapısının da artık temelden sorgulanması hukuken ve ahlaken Meşruiyetlerinin
tartışılması lazımdı ve daha fazla geç kalınmamalıydı!

Türkiye’nin “PKK’nın
Suriye’deki uzantısı” olarak kabul ettiği PYD’ye ABD’nin silah yardımı yapması
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın acizlik ve çaresizlik içeren şu açıklamayı yapmasına
neden olmuştu: “ABD, Türkiye’ye rağmen bu işi yapmıştır ve bizi hesaba
katmamıştır.”

Letonya ziyaretinde
iken Sn. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Letonya Cumhurbaşkanı Berzins ile
düzenledikleri ortak basın toplantısında çaresizlik ve tedirginlik içeren
açıklamalar yapmıştı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin Kobani’deki tavrını
eleştirerek, “Bizim için birinci tercih ÖSO, ikinci tercih Peşmergedir.
Obama’ya ‘PYD ile PKK bizim için aynı derecede terör örgütleridir’
 dememe
rağmen ABD, PYD’ye silah vermiştir”
 diyerek sızlanmaktaydı.

“Peşmergelerin
Kobani’ye geçişiyle ilgili teklifi ABD’ye kendisinin yaptığı hatırlatılarak, bu
teklifin PYD’ye silah yardımının bir alternatifi olup olmadığı ve geçişle
ilgili ayrıntıların netleşip netleşmediğine”
ilişkin soru üzerine: “PYD’nin
PKK ile aynı durumda olduğunu Sayın Obama’ya telefon görüşmemde ifade ettim. ‘O
da bir terör örgütüdür’ dedim. Dolayısıyla burada PYD’ye yapacağınız yardımlar
bir terör örgütüne gitmektedir. Şu anda PYD saflarındakiler PKK’nın lider
kadrosunda olup orada savaşan kişilerdir. PYD’ye ve IŞİD terör örgütüne geçen
silahlarla ilgili olarak Türkiye bu işi olumlu görmemiştir. Türkiye’ye rağmen
Amerika bu işe girişmiştir
” diyen birisine “Yahu siz Türkiye
Cumhurbaşkanı mı, ABD’nin çıkar ortağı mısınız?” diye sormak lazımdı!

Genel Kurmay
Başkanlığı, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın aksine: “Peşmergelerin, PYD’ye
destek için Türkiye üzerinden Kobani’ye geçiş koridoruyla ilgili bizim bilgimiz
yok”
açıklamasını yaparak, AKP yönetiminin stratejik kararlarını, ilgili devlet
kurumlarının ortak tensip ve tasvibiyle değil, ABD ve AB’nin tavsiyeleriyle
aldıkları kanaatini doğurmaktaydı ve Türkiye bu başıboşluktan mutlaka ve en
kısa zamanda kurtarılmalıydı.


[1] 23 Ekim 2014 ,
Milli Gazete

 


















BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi