İSLAMIN YÜKSELİŞİ VE MÜNAFIKLARIN TEDİRGİNLİĞİ
İnsanlık derin ve çetin bir bunalımdadır. Ya yeni ve adil bir düzen kurulacak, yeryüzünde İSLAM (barış ve bereket) hâkim olacak veya beşeriyet bu zulüm ve küfür bataklığında boğulacaktır. İnsan fıtratına aykırı olduğu için komünizm yozlaşıp yıkıldığı gibi, bugün yeryüzünü cehenneme çeviren kapitalizm de can çekişmektedir ve dağılacaktır.
Can Ataklının salyalı saldırısı
Vatan Gazetesinden CAN ATAKLI Milli Güvenlik derslerinin kaldırılmasının arka planında askere özenme ve orduyu sahiplenme duygusunu köreltme niyetinin yattığını belirtiyor ve doğru bir tespit yapıyordu. Ancak hemen ardındanküçük yaştaki öğrencilerin umre ziyaretlerine götürülmelerini LAİKLİĞE aykırı buluyor, çocukları hayattan kopardığını söylüyor ve hatta hızını alamayıp Bu durumu savunanlara, yani ülkemizin büyük çoğunluğunu oluşturan Müslümanlara da; Ağzı salyalı güruh diye saldırıyordu.
Önce şunu hatırlatalım, beyin hücreleri gizli İslam düşmanlığı ile çürüyüp kuduz illetine yakalanan tıynetsiz tipler, doğru görme yeteneklerini kaybedip şaşı baktıklarından, kendilerinden olmayan herkesi ağzı salyalı sanıyordu.
İkincisi; bu AKP, ülkeye hayırlı ve başarılı hizmetler yaptığından değil, her fırsatta halkımıza Ağzı salyalı diye havlayanların inadına oy alıyordu.
Şu AKP:
- Siyonist ve emperyalist odaklarla işbirliği yapıp, milli ve hayati çıkarlarımızı rüşvet vermek
- Ilımlı İslam safsatasıyla hakkaniyet ve hâkimiyet şuurunu köreltip, Dinimizi tahribe yönelmek
- Zalim ve kâfir güçlerin, halkımızı ve bütün mazlumları ezmek ve sömürmek girişimlerini desteklemek
- Ülkemizin bölünmesi gayretlerine geçit vermek, böylece bağımsızlık ve bekamızı tehlikeye düşürmek gibi çok BÜYÜK GÜNAHLARINI ve DİNİ TAHRİBATLARINI gizlemek üzere, böyle umre ziyareti gibi nafilelerle halkımızı avutup uyutmaya çalışıyor demek yerine, kalkıp bizzat Dinimize ve Onun gereği olan ibadetlere hücum etmek, AKPye ve arkasındaki güçlere dolaylı hizmet etmekten başka bir anlam taşımıyordu.
Bizdeki ritüellere göre Hacca ya da Umreye gidenler, dönüşlerinde pek çok dünya nimetinden elini ayağını çeker. Hacdan önce içki içen, eğlenmeyi seven, denize giren, başı açık gezen dönüşte bunlardan vazgeçer, daha mütedeyyin bir hayatı seçer
İlkokul çağındaki çocukları umreye götürmek onları daha küçük yaşlarından itibaren dünya nimetlerinden de mahrum etmeyi ve dini bir yaşam sürmeye itmeyi amaçlamaktadır. Bunu da görelim
Çocukların İslam Dini için en önemli merkez olan Mekkeye gitmelerinde, Kâbeyi ziyaret etmelerinde ne mahzur olabilirmiş? Çocukların Dinlerini öğrenmesi bazılarını neden rahatsız ediyormuş?
Günümüz ikliminde bu propaganda çok iş yapıyor. Bunlara karşı çıkınca da ağzı salyalı güruhun saldırısına uğruyorsunuz[1]
Bu karanlık kafalara göre; içki içmek, hayvanlar gibi çiftleşmek ve çıplak gezmek, dünya nimetlerinden yararlanmak; ibadet etmek, günah ve kötülüklerden çekinmek, İslamın emrettiği ve insan fıtratının gerektirdiği şekilde örtünmek ise, Hayattan kopmak ve Laikliğe aykırı davranmak şeklinde yorumlanıyordu.
Şahıslardaki ve toplumlardaki tahribatları aklen, ilmen, tarihen ve vicdanen saptanan İÇKİ, SERBEST CİNSİ İLİŞKİ, ŞEHVETİ TAHRİK EDİCİ AÇIK SAÇIK GİYSİ gibi zararlı ve ahlak dışı davranış bozukluklarını ilericilik sayanların, insanı hayvanlardan farklı ve faziletli kılan özellikleri kararmış ve dumura uğramıştır.
Yahudi Karl Marx’a (1818-1863) göre;
1- Evlilik müessesesi ve nikâh mecburiyeti boşunadır; nasıl hayvanlarda yoksa insanlarda da olmamalıdır. O halde “aile” ortadan kalkmalı, doğan çocuklar kreşlerde bakılmalıdır. Oysa bu düşüncenin sakatlığı ve sapkınlığı ortadadır ve Batı bu yüzden yıkılmaktadır.
2- Karl Marx, ikinci olarak; aile olmayınca “ulus” da yoktur, Dini ve milli kurallar da yoktur iddiasındadır. Herkes kendi istediği gibi yaşamalıdır. Hayvanlarda kural ve şeriat mı vardır? diye sormaktadır.
3- Ona göre “para” ve “mal”a da gerek yoktur, işçiler çalışmalı, üretilenler paylaşılmalı ve herkes istediği gibi yaşamalıdır.
4- Tabi ki bunlara gerek olmayınca dine ve devlete de gerek kalmamaktadır.
İşte dünyayı bu sapık fikir ve ideolojilerle bir asır kana boyamışlardır. Sömürgeci ve vahşi kapitalizm de, zalim ve dinsiz komünizm de, fikir babası uygulayıcısı olan Siyonist Yahudiler de bu nedenle Kuran lisanıyla lanete uğramışlardır.
Artık dünyanın ileri ülkelerinde, bilim ehli ve siyasiler içerisinde Adil Düzen Projelerinin çok ciddi bir gayretle incelendiği haberleri çoğalmaktadır. Örneğin Güney Koredeki bir Üniversitede ADİL EKONOMİK DÜZENle ilgili bir doktora tezi hazırlanmış ve İngilizce olarak dağıtılmıştır.[2]
“An Alternative Ecomomic System To Capıtalısm And Communısm: Just Economıc System / Cezmi Bellisoy / Korea Unıversıty / Feb. 2010 da böyle bir çalışmadır.
Ancak, önce Masonik organizasyonlarıyla ABD ve AByi, NATO ve BMyi kendi Siyonist hedefleri istikametinde kullanan ve Gizli Dünya Devletini kuran bu şeytani odakların ve tabi Amerika ve Avrupanın, -her halde Ortadoğuda patlayacak- bir savaşla hezimete uğratılması lazımdır ve kaçınılmazdır.
Milli Türkiye, Rahmetli Erbakan Hocanın öngörüleri ve tedbirleriyle, bölgemizdeki böyle bir hesaplaşmaya hazırdır. Hala ABD ve ABnin yanında görünmesi; ülke, bölge ve dünya şartlarının olgunlaşmasını beklemek için gösterilen stratejik bir sabırdır. İşbirlikçilerin ve hain çevrelerin, dış güçlerin tahrikiyle giriştikleri, Kahraman Ordumuzu yıpratma ve moralini bozma şarlatanlıkları da sonuçsuz kalacaktır.
Çin ABDyle kozlarını paylaşmaya hazırlanmaktaydı
ABD-AB ve arkalarındaki Siyonist sermaye lobileri dünyada büyük bir nefret kazanmıştır, başta ÇİN olmak üzere birçok ülke, karşılıksız para olan Dolar hâkimiyetinden ve Amerikan sömürüsünden kurtulmak üzere fırsat kollamaktadır.
ABD, gücünün doruğuna ulaşmadan ÇİNle hesaplaşmaya yeltenecek mi, bilinmez… Ancak Pekin yönetimi, bu ihtimali göz önünde bulundurarak, askeri yığınak yapmaktadır.
Pek çok haber kaynağı Çinin ABDyle savaşa hazırlandığını yazmakta ve Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Hu Jintaonun, 6 Aralık günü ülkenin en yüksek siyasi ve askeri liderleriyle çok kritik bir toplantı yaptığını ve orada Deniz kuvvetleri başta olmak üzere tüm askeri kuvvetleri savaşa hazır olmaya çağırdığını gündeme taşımaktadır.
Çin, 2011 yılında çok önemli askeri gelişmelere imza attı: İlk uçak gemisini tamamladı. Radara yakalanmayan ilk hayalet bombardıman uçağı J-20yi üretti ve başarıyla denemelerini yaptı. İlk insansız helikopteri V750yi üretti, başarıyla denedi, şimdi de seri üretime başladı.
ABDnin F-15 ve F-16 jetleriyle aynı klasmanda olan J-11B jetlerini üreten Çin, daha gelişmiş olan JF-17 jeti de envanterine kattı.
Çin, geçen aylarda hareketli hedefleri vurma kapasitesine sahip yeni kuşak uzun menzilli füzelerini başarıyla denedi. Başka hiçbir askeri gücün envanterinde bulunmayan bu füzelerin doğrudan Amerikan uçak gemilerine karşı geliştirildiği yorumları yapılmıştı.
Nitekim Pekin yönetimi, Çin Savunması isimli son Beyaz Kitapta, artık aktif savunma dönemine girildiğini açıklamıştı.
Siyonist Brzezinski: ABD liderliği kaybedebilir diye uyarmaktaydı
ABDde 1977-1981 yılları arasında Başkan Jimmy Carter döneminde ulusal güvenlik yardımcılığı yapan ve 28 Şubatın gizli mimarlarından sayılan Zbigniew Brzezinski, ABDnin dünya liderliğini Çin ve Hindistana kaptırabileceğini, böyle bir durumda Gürcistan, Tayvan, Güney Kore ve İsrailin de zor günler geçirebileceğini vurgulamıştı.
Gürcistan zayıflayabilirmiş
ABDli uzman yaptığı analizde, bu durumda özellikle Gürcistanın zayıflayacağını, Rusyanın siyasi ve askeri saldırılarına maruz kalacağını belirten Brzezinskiye göre, böylece Rusya, Avrupanın güney enerji koridorunu daha rahat kontrol altına alacaktı.
Çinin Tayvan ile ilgili sorununa da değinen Amerikalı Siyonist Yahudi uzman, ABDnin Tayvanın Çin tarafından kontrol edilebilmesini engellediğini, olası bir güç dengesi değişiminde Çinin Tayvana siyasi ve askeri baskı yapabileceğini açıklamıştı.
G. Kore yılana sarılabilir, Çine katabilirmiş
Brzezinski benzer durumda, Güney Korenin, Çinin bölgesel üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalacağını ya da Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Çinin etkisinden kurtulmak için tarihi düşmanı olarak bilinen Japonyaya yanaşmak zorunda kalabileceğini söyleyip, ABDnin gücü kaybetmesi İslami radikalizmi yükseltecek, Filistin sorunu İsraili yıpratacaktır, ayrıca Ukrayna, Afganistan, Belarus ve Pakistanın da ABDnin zayıflamasıyla Rusya ve Çinin etkisi altına girecektir şeklinde uyarılar yapmıştı.
ABDnin yenilgisi kaçınılmazdı!
ABD, yeni bir askeri strateji belirlemiş ve yıkılışının telaşına kapılmıştı.
Resmi adı: ABDnin Küresel Liderliğini Korumak için 21. Yüzyılın Savunma Öncelikleri. (www.defense.gov/news/Defense Strategiz Guidanca.pdf) olan bu strateji, ABDyi ayakta tutmayı amaçlamıştı.
Özetle, ABDnin 2000lerin ilk yıllarında belirlediği strateji tükenip tıkanmıştır. ABD Savaş Bakanlığı bu stratejik iflası yeni planla ortaya koymaktadır.
ABDnin stratejik geri çekilmeden yani yenilgiden başka çaresi kalmamıştır
Kuşkusuz en önemlisi, ABDnin ekonomik çöküşün eşiğinde olmasıdır. Bu, iyimserlikle damgalanacak bir saptama değil. Aşırı borçlanmanın sürdürülebilir bir çare olmadığını, herkes yakın zamanda anlayacaktır. Kapıya gelip dayanan iflas, ABDyi maceralara yöneltebilir. Ama her macera, aslında savunma taktiğine mahkûm konumda olanların hesapsızlığıdır. ABD yönetiminin aklı ve gelecek kaygısı varsa, bu ekonomisiyle ancak stratejik bir geri çekilme planlayabilir. Onu da ne kadar becerebilir, onların 21. yüzyıldaki baş sorunudur. (Rota, 6 Ağustos 2011)
Global Researchün dikkat çekici tahlili: ABD ile PKKnın stratejik bağları
Global Research sitesinde çıkan Mahdi Darius Nazemroaya imzalı Ortadoğuda Amerikan-İran Soğuk Savaşı ve Savaşın Genişlemesi Tehdidi başlıklı nitelikli tahlili ABDnin Türkiye düşmanlığının kanıtıydı. Kanada merkezli olan bu site, ABDnin dünya ölçeğindeki siyasetlerini izleyip yorumlamak ve perde arkasına ışık tutmakla tanınmıştı.
ABD Türkiyeyi kullandıktan sonra bölecekti
Tahlilin Türkiyeyi ilgilendiren bölümü özetle şöyle:
ABDnin, Türkiyeyi Suriyeye karşı kullanması planın kısa vadeli aşaması. Washington ve Telavivin çıkarları, Türkiyenin önemli bir güç olmasına izin vermiyor. ABD ve İsrailin, bölgede Suriyenin üzerine sürebileceği Türkiyeden başka bir güç yok. Ancak Türkiye bölgesel stratejilerinde onlara hizmet verdikten sonra zayıflatılacak ve bölünecektir. ABDnin Kürt ayrılıkçı hareketini Türkiyeye karşı desteklemesinin nedenlerinden biri de budur. Türkiye, iç kavgaya ve bölünmeye itilecektir.
Saddam Hüseyine yapıldığı gibi
Darius Nazemroaya, tahlilin devamında ABDnin Saddam Hüseyine kurduğu tertibi hatırlatıyor ve benzerinin Türkiyeye uygulanacağını belirtiyor. ABDnin önce Saddam Hüseyini İrana saldırtması ve arkasından Irakı bölmesi gibi, Ankara ile Şam arasındaki çatışma da, Türk millî birliğini bozup Türkiyeyi iç savaşa sürüklemek için kullanılacak. Dahası böyle bir savaşın Türkiyeyi Suriyenin müttefikleri olan İran ve Rusya ile çatışmaya götürebileceği olasılığına da dikkat çekiliyor.
Türkiyeye Ortadoğuda casus rolü verilmişti
Global Researchün Türkiyeye Ortadoğuda casus rolü verildiğini yazması, kuşkusuz 75 milyonluk halk için çok acıdır. Bu rol, Tayyip Erdoğanın 36 yerde göğsünü kabartarak açıkladığı ABDnin BOP Eşbaşkanı kimliğiyle örtüşüyor. Türkiyenin ne yapacağı ise hâlâ tartışmaya açıktır. Çünkü tahlilde de önemle belirtildiği üzere, ABD ve müttefikleri, Türkiyenin sözünden cayma olasılığını hesap ederek, Ankara üzerindeki baskılarını ağırlaştırmaktadırlar.[3]
Türkiyede hükümet ve muhalefet, aynı Siyonist odakların figüranı mıydı?
Kemal Kılıçdaroğlu CHPsi, Milli Görüş kaçkını ve Yahudi Lobilerinden madalyalı AKPye mazeret ve meşruiyet kazandırmak ve halkı ürkütüp ılımlı İslamcıların tuzağına atmakla görevli gibi davranmakta; diğer ulusalcı ve Kemalist Laiklik istismarcısı kesimler de CHPnin eksiklerini tamamlamaktaydı.
Bu arada, MİT tarafından Yüksek Yargı başkanlarına brifing verilmesine karşı çıkan CHP Grup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhana hatırlatmak lazımdı:
Malum ve melun 28 Şubat sürecinde, aynı yargı mensuplarını Generaller çağırıp brifing verirken hiç utanmadan alkış tutuyor ve arka çıkıyordunuz!
Yargı ve yandaş medya Komutanlarımıza Terörist muamelesi yaparken, sivil ve siyasi PKK-BDP Başı ise Onbaşı diye sataşmaktaydı..
Sivil PKK BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakırda yaptığı konuşmada Genelkurmay Başkanına onbaşı demesiyle ilgili yürüyen tartışmalara cevap veriyordu. Demirtaş, Bir Genelkurmay Başkanı bir Kürt halkının ana dilde eğitim yapıp yapmayacağına dair bir karar merci değildir. Başbakan bize yönelik, BDP’ye yönelik bu şekilde bağırıp çağıracağına kendi atadığı Genelkurmay Başkanına dönüp oradan anayasa yapım sürecinde “siyaseti bu şekilde doğrudan etkileme yetkin yoktur” demelidir. Savcılar, Genelkurmay başkanlarına, yüzlerce generale terörist başı diyor, kimsenin zoruna gitmiyor, ben onbaşı deyince mi zorunuza gidiyor? diye soruyordu.
ABDye uşaklık yapanlar birbirini suçlamaktaydı
Demirtaş, Uludere olayıyla ilgili ise şunları söyledi: Bize bilmem kimin uşağı diyenler, Amerika’ya, İsrail’e nasıl uşaklık yaptıklarını bu tür operasyonlarla gösteriyorlar. ( ) ABD şu anda Heron görüntüleri ile uydu görüntüleri ile nitelikli istihbarat veriyor. Dolayısıyla ABD’nin Uludere katliamında her halükarda sorumluluğu vardır. İster o nokta operasyonu ile ilgili istihbaratı vermiş olsun, ister vermemiş olsun. Ama bütün bu askeri operasyonlarla ilgili açık destek veren ABD ile İsrail elbette Uludere katliamından sorumludurlar ifadelerini kullanıyordu.
R. Tayyip Erdoğan, sonunda Faiz Lobisinden şikâyete başlamıştı
Başbakanlık Basın Bürosundaki gazeteciler günü kutlamasında Faiz Lobisine karşı sert ve ciddi önlemler alacaklarını açıklayıp, hava atıyor ve Erbakanın uyarıları maalesef 10 yıl sonra aklını başına getiriyordu.
Faiz lobisi ne kadar acımasız çalışırsa bu ülkede tüketici durumunda olan vatandaşımızın harcamadaki imkânları, satın alma gücü de o kadar azalacaktır. Yatırımlar noktasında da girişimci yatırımını azaltmak durumunda kalacaktır. Çünkü kredilerde görüldüğü gibi yüksek faizlerle krediler veriliyor. Şu anda politik faize bakıyorsunuz yüzde 5.8 gibi. Öbür tarafta piyasa faizlerine bakıyorsunuz yüzde 13-14te dolaşıyor. Yani makas çok açılmış vaziyette. Bunu kapatmamız lazım. Bunun için de tabii şunu ben kendi iddiam olarak söylüyorum. Piyasa faizi ne kadar yüksek olursa enflasyon o kadar yüksek olur. Diğerlerini ben çok kaale almıyorum. Ama piyasa faizini ne kadar düşürürsek enflasyon da o kadar düşük olur. Bu, doğru orantılıdır. Biz yüzde 30larda aldığımız enflasyonu yüzde 5lere kadar çekebildiysek faizi düşürmekle bunu başardık. diyen Sn. Başbakanın Maliye Bakanı kendisini yalanlıyor ve bütçenin büyük kısmının borç faizlerine gittiğini itiraf ediyordu.
Sıcak para nedir, faiz lobisi kimlerdir?
Uzun vadeli ve doğrudan yatırım amacıyla değil de, kısa vadeli olarak ve yüksek faiz kazancı sağlamak hedefiyle ülkeye gelen nakit dış sermayeye sıcak para denmektedir. Özünde spekülatif nitelikli olan sıcak para yerel faizin en yüksek olduğu sırada ülkeye gelmeyi tercih etmektedir. Başta Hazine Bonosu olmak üzere kısa vadeli borç senetlerine, hisse senetlerine ve bankalar ile diğer özel kesim aktörlerine kısa vadeli kredi olarak yatırım yapıp büyük kazançlar elde etmektedir.
Faiz lobisi bu sıcak para trafiğinden doğrudan ve dolaylı olarak nemalanan tüm kesimlere denir. Kârlılığı esas olarak faiz gelirlerine dayanan uluslararası spekülatif sermaye ve bankalar bu lobinin önde gelen oyuncularıdır ve Siyonist Yahudi sermayesinin tekelindedir.
Ulusalcıların ve Masonik ırkçıların 12 Eylül ve Kenan Evren düşmanlıklarının gerekçesi: Milli Birliği sağlamak için Kuran ayetlerine, Peygamber Hadislerine ve İslami prensip ve öğretilere başvurmalarıymış!?
İşte Aydınlıkın saptamaları ve saptırmaları
Bin 500 subay ordudan atılmıştı
12 Eylül sonrası devlet içinde büyük çaplı tasfiyelerle bürokrasi sindirildi. 3 bin 854 öğretmen, üniversite görevlisi, 120 öğretim üyesi, 47 hâkimin işine son verildi. TSKdan da bin 500 subay ihraç edildi. Bunlar Kemalist ve vatansever parlak genç kadroydu. Aslında en büyük darbeyi Ordu kendi içine vurdu. Tıpkı 12 Martta olduğu gibi… Sol kesimin ve gençliğin üzerinden ise silindir gibi geçildi. 230 bin kişinin yargılandığını, 14 bin kişinin vatandaşlıktan çıkarıldığını, 30 bin kişinin de yurt dışına çıkmak zorunda kaldığını hatırlatırsak sanırız tablo anlaşılır! İşte bu tabloda Türk-İslâm Sentezi topluma dayatıldı. O dönemde görevden alınanlar arasında muhtardan sınıf başkanlarına kadar geniş bir kesim vardı. Yerlerine getirilenler ise seçmeydi…
Fethullah Gülen övgüyle karşılamıştı
12 Eylülü Fethullah Gülen büyük sevinçle karşıladı. Sızıntı dergisinin ilk sayısında yayımladığı övgü sözleri çok şeyi ifade eder. Son karakol yazısında Gülen şu ifadeleri kullanır: Karakol sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Orada düzen, orada huzur ve onda gözlerin uyanık oluşu, umumi emniyet ve muvazenenin en büyük teminatıdır. Orada kargaşa ve bunalımlar ise arkasındaki topluluklar için en büyük felakettir. Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.
Kemalizm Kenanizm olmaktaymış
Kenan Evrenin uyguladığı politikalar Fethullah Gülen hareketini yarattı. Başta Polis olmak üzere birçok kuruma sızmasına ve resmi kabul görmesine neden oldu. Bu, durumdan yararlanma değil politikanın ta kendisiydi. Kenan Evrenin, devrimle kurulan Türkiye Cumhuriyetini her tarafa donattığı heykellerle, laiklik çağrısı yapan ayetlerle, Arabistana yapılan toplu Hacc ziyaretleriyle dönüştürmesi; Kemalizm adına Kenanizm yapması 12 Eylülün felsefesi gereğiydi.
Atatürkün Kurumunda Türk-İslamcılık yapılmaktaymış
12 Eylülcüler, Atatürkün mirasını yok ederek Atatürkçülük yaptı. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumunu yok etti. Oysa Atatürkün kurumları dernek statüsündeydi. Vasiyet gereği de İş Bankası gelirinden pay ayrılmıştı… Yerine ise 11 Ağustos 1983 günü çıkarılan kanunla Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu kuruldu. Orası da Türk-İslâm Sentezinin merkezi oldu. Hazırlanan raporda Türk milleti için topyekûn bir milli kültür planlaması hazırlanmıştı! Bunun Türkçesi de Türk-İslâm Senteziydi!
Asker kökenli Suat İlhanın gizli damgalı talimat ve raporlarının bilim çevresinde çektiği tepkilere de yer verdi. Sentezin önemli bir amacı da Güneydoğulu vatandaşlarımızı Türklük etrafında değil; İslâm siyaseti etrafında toplama politikasıydı. Bunu da Kenan Evren gittiği illerde ayetli örneklerle konuşmalar yaparak uyguluyordu. Kurum, yurt dışı temsilciliklerinden de, başka ülkelerin kültür politikalarını araştırmasını istiyordu. Anadoluyu adeta yeniden Türkleştirme ve İslâmlaştırma seferine çıkılıyordu. Bu politikalar, Atatürkçülüğün ruhuna fatiha okurken, Türkiyeyi bugünlere getirdi.
Kenan Evren Hacca gitmekle Atatürkün kemiklerini sızlatmış
Bugün de süren toplu Hacc ve Umre ziyaretlerinin resmileşmesini Kenan Evren en tepeden yaptı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk, İnönü, Bayar, Gürsel, Korutürk, Menderes, Demirel ve Ecevit Haccca gitmediler. Padişahların bile gitmediği Haccca gitmeyi ilk başlatan Cevdet Sunay ve Kenan Evren oldu. Bunu Başbakan Ulusu ve Özal sürdürdü. Bugün ise adeta resmi uygulama oldu. Neredeyse gitmeyen kalmadı. Halk arasında da Hacc rekoru kırıldı. Kampanya ve haberlerle teşvik edildi. Bir de gazetelerde Müslümanlığı seçen yabancılar haberleri bolca yer aldı. Kenan Evrenin 1984 yılında Suudi Arabistan gezisi sırasında yapılan ziyareti, 2000e Doğru dergisi 29 Mart 1987 tarihli sayısından 12 Eylülde Laikliğe elveda başlığıyla verdi. Bir de Evrenin ihramlı resmini bastı.
Devlet cihat bildirileri, ayet ve hadis mealleri dağıtmış
Doğu bölgesinde yükselen şiddet yanlısı ayrılıkçı gruplara karşı İslamiyete sarılma düşüncesi, Bunu laikliğe aykırı bir tarafı yoktur denilerek dillendirilse de, askeri çevrelerde sıcak karşılanmıyordu. Doğuyu kalkındırma adına başlatılan geriye dönüş, hakkında artık sağcı gazetelerde yayınlar yapılmaktaydı. Devletin çeşitli kurumlarına bölge ile ilgili raporlar hazırlayan akademisyenler ve araştırmacılar önce Doğuda Nurculuka (ve İslami eğitim ve şuuruna) son verme çabaları nedeni ile oluşan boşluğun, ayrılıkçı düşüncelere davetiye çıkardığı fikrinde birleşiyor ve şu satırları dile getiriliyordu: Devlet politikamız, Nurculuk adı verilen dini akımı değerlendirmede, Türk ülkesinin geleceğini sarsıcı inanılmaz hatalara düşmüştür.
Bölgede birliğin reçetesi ise şöyle ifade ediliyordu: Said-i Nursî, bugün azınlık milliyetçilik çıkmazına saptırmak istenen insanlarımızın arasından çıkmıştır. Tabiatıyla, ağırlık itibarı ile, en azından başlangıçta, daha ziyade Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde taraftar bulmuştur. Söz konusu zat hayatı boyunca, Kürt aslından geldiğini defaatle dile getirmiş ve fakat Türk milletinin İslamiyet yolundaki büyük hizmetlerine işaretle, ayrılıkçı güçlere şiddetle göğüs gererek, etnik ayrılıkçılığın bu zümreye büyük zarar getireceğini ve devletin bütünlüğünün asla bozulmaması gerektiğini vaaz etmiştir.
Gazetelerde ve akademik çevrelerde artık rahatça dillendirilmeye başlayan Nurculuğa sarılma düşüncesi, henüz devlet katında açıkça bir kabul görmüş olmasa da, Doğuda yaşanan bunalımın ancak İslamiyet düşüncesi ile aşılabileceği fikri Çankayada konuşuluyordu. Çankayanın din anlayışı ise dönemin Cumhurbaşkanlığı Basın Müşaviri Ali Baransel tarafından Bakış Dergisinde, Sayın Cumhurbaşkanımız dinimizi… önümüze çıkacak bunalımların atlatılmasına yetecek kadar birleştirici, bütünleştirici değerlere bezenmiş yüce bir din olarak tanımlamaktadır şeklinde açıklanıyordu.
İslamiyetin birleştirici ve bütünleştirici olduğu vurgusu Cumhurbaşkanlığı makamına yabancı değildi. Ülkede 1982 yılından beri, din birleştiricidir ve lazımdır tezi işlenmekteydi.
Yıllardır işlenen bu tez 1986 yılında Doğuda tırmanan ayrılıkçı şiddet olayları için bin yıldır elde hazır bulunan birleştirici ve bütünleştirici manevi tezin kullanılması için uygun ortamı hazırlıyordu.
Diyerek, 12 Eylül bahanesiyle; imana, İslama, Kurana, Namaza, Hacca, dindarlığa kin kusan Aydınlık (13-17 Ocak 2012-sh: 10 Gündem) ve Masonik Ulusalcı takımı, şimdi kendileri Eren Erdeme sayfalarını açıp Ayet ve Hadislerle toplumda taban bulmaya ve Müslüman halkımıza yaranmaya mı çalışıyordu? Böylece Kenan Paşayı kınadıkları, Laikliğe ve Atatürkçülüğe aykırı buldukları din istismarının dik alasını kendileri yapıyordu. Ve bunların asıl düşmanlığının Kenan Paşaya değil, İslama, Kurana, Allahın kurallarına ve bunlara bağlı olan dindar halkımıza olduğu açıkça sırıtıyordu. İşte bu nedenle toplumda yüz bulmuyor, bir türlü taban tutmuyordu. Hatta bu marazlı tavırları, halkımızın ürkütülüp, daha önceleri Demirel ve Özala şimdi de AKPye kaymasına ve bunlar eliyle yapılan tahribatlara dolaylı destek sağlanmasına yol açıyordu. Yani Masonik Kemalist Ulusalcılar da, Din istismarcısı ılımlı İslamcılar da aynı Siyonist senaryonun sözde karşıt görünümlü figüranları oluyordu. Bu acı gerçekleri, katıldığımız toplantılarında ve televizyon programlarında, en yetkili ve etkili ulusalcıların yüzlerine karşı söylediğimizi de herkes biliyordu. Merak edenlerin, Berlinde yapılan Ermeni soykırım yalanı toplantısındaki konuşmamızı, Milli Çözüm sitesindeki videodan dinlemeleri mümkündü. Ama maalesef, içlerindeki insani düşünceli, ülke dertlisi, Milli birlik ve dirliğimizin gayretlisi pek çok samimi ve seviyeli şahsiyetin emekleri de böylece heba ediliyordu.
Hayret, bugün Kenan Evreni yargılamakla övünenler, yani AKPliler, 12 Eylülün fikir yardakçılarından Aydınlar Ocağının (Nevzat Yalçıntaşın) ekipleri oluyordu!..
Kenan Evreni hesaba çekenler, 12 Eylülcülere övgüler dizen Fetullah Gülenin takipçileri oluyordu!..
Kenan Evrene atıp tutarak ucuz kahramanlık sergileyenler, 12 Eylülün eseri olan:
- Genel Başkanları padişahlaştıran Siyasi Partiler Yasasını
- Ve % 10 barajını neden hala değiştirmiyordu?
Yani 12 Eylülün ve 28 Şubatın asıl kaymağını yiyenler, bir de kalkıp darbe karşıtlığıyla hava atıyordu.
Sonuç:
Üç asırdır yeryüzünde korkunç bir zulüm ve sömürü saltanatı yürüten; savaş, anarşi, sefalet ve ahlaki rezaletle bütün insanlığı canından bezdiren Siyonist şeytanın ve kâhyası Amerikanın yıkılması yakındır. Hiçbir güç buna engel olamayacaktır. İslamın barış ve bereket güneşi yeniden doğacak, Adil Düzen Medeniyeti mutlaka ve pek yakında kurulacaktır.
İsrailde, hatta İncirlikte ABDnin yüzlerce nükleer başlıklı füzesi varken, Hindistan ve Çin cayır cayır atom bombası üretirken, kalkıp da, nükleer silah yapmaya çabalıyor bahanesiyle İrana yönelik ambargoların Hatta Füze Savunma Sistemleri yüzünden İranla Türkiyeyi kapıştırma senaryolarının ya Basra (Hürmüz) körfezinde veya Suriye ve Akdenizde, artık bir savaşa dönüşmesi ve ABDnin büyük bir hezimetle yenilip bölgeden ve dünya dengelerinden çekilmesi kaçınılmazdır.
[1] Vatan- 26.12.2012- Bunlardan Demokrat Olmaz
[2] Bak. 20 Ocak 2012 / Milli Gazete / Reşat Nuri Erol
[3] 12 Ocak 2012 / Aydınlık Rota
http://www.millicozum.com/mc/mayis-2013/islamin-yukselisi-ve-mun