Anasayfa » İSLAM’IN YÜKSELİŞİ VE MÜNAFIKLARIN TEDİRGİNLİĞİ

İSLAM’IN YÜKSELİŞİ VE MÜNAFIKLARIN TEDİRGİNLİĞİ

Yazar: yonetici
0 Yorum 161 Görüntüleyen

         İSLAM’IN YÜKSELİŞİ VE MÜNAFIKLARIN TEDİRGİNLİĞİ

 

İnsanlık derin ve çetin bir bunalımdadır. Ya yeni ve adil bir düzen kurulacak, yeryüzünde İSLAM (barış ve bereket) hâkim olacak veya beşeriyet bu zulüm ve küfür bataklığında boğulacaktır. İnsan fıtratına aykırı olduğu için komünizm yozlaşıp yıkıldığı gibi, bugün yeryüzünü cehenneme çeviren kapitalizm de can çekişmektedir ve dağılacaktır.

Can Ataklı’nın salyalı saldırısı

Vatan Gazetesinden CAN ATAKLI Milli Güvenlik derslerinin kaldırılmasının arka planında “askere özenme ve orduyu sahiplenme duygusunu köreltme” niyetinin yattığını belirtiyor ve doğru bir tespit yapıyordu. Ancak hemen ardından“küçük yaştaki öğrencilerin umre ziyaretlerine götürülmelerini LAİKLİĞE aykırı buluyor, çocukları hayattan kopardığını söylüyor” ve hatta hızını alamayıp “Bu durumu savunanlara, yani ülkemizin büyük çoğunluğunu oluşturan Müslümanlara da; “Ağzı salyalı güruh” diye saldırıyordu.

Önce şunu hatırlatalım, beyin hücreleri gizli İslam düşmanlığı ile çürüyüp kuduz illetine yakalanan tıynetsiz tipler, doğru görme yeteneklerini kaybedip şaşı baktıklarından, kendilerinden olmayan herkesi “ağzı salyalı” sanıyordu.

İkincisi; bu AKP, ülkeye hayırlı ve başarılı hizmetler yaptığından değil, her fırsatta halkımıza “Ağzı salyalı” diye havlayanların inadına oy alıyordu.

Şu AKP:

  • Siyonist ve emperyalist odaklarla işbirliği yapıp, milli ve hayati çıkarlarımızı rüşvet vermek
  • Ilımlı İslam safsatasıyla hakkaniyet ve hâkimiyet şuurunu köreltip, Dinimizi tahribe yönelmek
  • Zalim ve kâfir güçlerin, halkımızı ve bütün mazlumları ezmek ve sömürmek girişimlerini desteklemek
  • Ülkemizin bölünmesi gayretlerine geçit vermek, böylece bağımsızlık ve bekamızı tehlikeye düşürmek gibi çok BÜYÜK GÜNAHLARINI ve DİNİ TAHRİBATLARINI gizlemek üzere, böyle umre ziyareti gibi nafilelerle halkımızı avutup uyutmaya çalışıyor” demek yerine, kalkıp bizzat Dinimize ve O’nun gereği olan ibadetlere hücum etmek, AKP’ye ve arkasındaki güçlere dolaylı hizmet etmekten başka bir anlam taşımıyordu.

“Bizdeki ritüellere göre Hacca ya da Umreye gidenler, dönüşlerinde pek çok dünya nimetinden elini ayağını çeker. Hacdan önce içki içen, eğlenmeyi seven, denize giren, başı açık gezen dönüşte bunlardan vazgeçer, daha mütedeyyin bir hayatı seçer”

İlkokul çağındaki çocukları umreye götürmek onları daha küçük yaşlarından itibaren dünya nimetlerinden de mahrum etmeyi ve dini bir yaşam sürmeye itmeyi amaçlamaktadır. Bunu da görelim”

“Çocukların İslam Dini için en önemli merkez olan Mekke’ye gitmelerinde, Kâbe’yi ziyaret etmelerinde ne mahzur olabilirmiş? Çocukların Dinlerini öğrenmesi bazılarını neden rahatsız ediyormuş?

Günümüz ikliminde bu propaganda çok iş yapıyor. Bunlara karşı çıkınca da ağzı salyalı güruhun saldırısına uğruyorsunuz”[1] 

Bu karanlık kafalara göre; içki içmek, hayvanlar gibi çiftleşmek ve çıplak gezmek, “dünya nimetlerinden yararlanmak”; ibadet etmek, günah ve kötülüklerden çekinmek, İslam’ın emrettiği ve insan fıtratının gerektirdiği şekilde örtünmek ise, “Hayattan kopmak ve Laikliğe aykırı davranmak” şeklinde yorumlanıyordu.

Şahıslardaki ve toplumlardaki tahribatları aklen, ilmen, tarihen ve vicdanen saptanan İÇKİ, SERBEST CİNSİ İLİŞKİ, ŞEHVETİ TAHRİK EDİCİ AÇIK SAÇIK GİYSİ gibi zararlı ve ahlak dışı davranış bozukluklarını ilericilik sayanların, insanı hayvanlardan farklı ve faziletli kılan özellikleri kararmış ve dumura uğramıştır.

Yahudi Karl Marx’a (1818-1863) göre;

1- Evlilik müessesesi ve nikâh mecburiyeti boşunadır; nasıl hayvanlarda yoksa insanlarda da olmamalıdır. O halde “aile” ortadan kalkmalı, doğan çocuklar kreşlerde bakılmalıdır. Oysa bu düşüncenin sakatlığı ve sapkınlığı ortadadır ve Batı bu yüzden yıkılmaktadır.

2- Karl Marx, ikinci olarak; aile olmayınca “ulus” da yoktur, “Dini ve milli kurallar” da yoktur iddiasındadır. Herkes kendi istediği gibi yaşamalıdır. Hayvanlarda kural ve şeriat mı vardır? diye sormaktadır.

3- Ona göre “para” ve “mal”a da gerek yoktur, işçiler çalışmalı, üretilenler paylaşılmalı ve herkes istediği gibi yaşamalıdır.

4- Tabi ki bunlara gerek olmayınca “dine” ve “devlete” de gerek kalmamaktadır.

İşte dünyayı bu sapık fikir ve ideolojilerle bir asır kana boyamışlardır. Sömürgeci ve vahşi kapitalizm de, zalim ve dinsiz komünizm de, fikir babası uygulayıcısı olan Siyonist Yahudiler de bu nedenle Kur’an lisanıyla lanete uğramışlardır.

Artık dünyanın ileri ülkelerinde, bilim ehli ve siyasiler içerisinde “Adil Düzen Projelerinin” çok ciddi bir gayretle incelendiği haberleri çoğalmaktadır. Örneğin Güney Kore’deki bir Üniversitede “ADİL EKONOMİK DÜZEN”le ilgili bir doktora tezi hazırlanmış ve İngilizce olarak dağıtılmıştır.[2] 

“An Alternative Ecomomic System To Capıtalısm And Communısm: Just Economıc System / Cezmi Bellisoy / Korea Unıversıty / Feb. 2010” da böyle bir çalışmadır.

Ancak, önce Masonik organizasyonlarıyla ABD ve AB’yi, NATO ve BM’yi kendi Siyonist hedefleri istikametinde kullanan ve Gizli Dünya Devletini kuran bu şeytani odakların ve tabi Amerika ve Avrupa’nın, -her halde Ortadoğu’da patlayacak- bir savaşla hezimete uğratılması lazımdır ve kaçınılmazdır.

Milli Türkiye, Rahmetli Erbakan Hoca’nın öngörüleri ve tedbirleriyle, bölgemizdeki böyle bir hesaplaşmaya hazırdır. Hala ABD ve AB’nin yanında görünmesi; ülke, bölge ve dünya şartlarının olgunlaşmasını beklemek için gösterilen stratejik bir sabırdır. İşbirlikçilerin ve hain çevrelerin, dış güçlerin tahrikiyle giriştikleri, Kahraman Ordumuzu yıpratma ve moralini bozma şarlatanlıkları da sonuçsuz kalacaktır.

Çin ABD’yle kozlarını paylaşmaya hazırlanmaktaydı

ABD-AB ve arkalarındaki Siyonist sermaye lobileri dünyada büyük bir nefret kazanmıştır, başta ÇİN olmak üzere birçok ülke, karşılıksız para olan Dolar hâkimiyetinden ve Amerikan sömürüsünden kurtulmak üzere fırsat kollamaktadır.

ABD, gücünün doruğuna ulaşmadan ÇİN’le hesaplaşmaya yeltenecek mi, bilinmez… Ancak Pekin yönetimi, bu ihtimali göz önünde bulundurarak, askeri yığınak yapmaktadır.

Pek çok haber kaynağı “Çin’in ABD’yle savaşa hazırlandığını” yazmakta ve Çin Halk Cumhuriyeti Devlet Başkanı Hu Jintao’nun, 6 Aralık günü ülkenin en yüksek siyasi ve askeri liderleriyle çok kritik bir toplantı yaptığını ve orada “Deniz kuvvetleri başta olmak üzere tüm askeri kuvvetleri savaşa hazır olmaya” çağırdığını gündeme taşımaktadır.

Çin, 2011 yılında çok önemli askeri gelişmelere imza attı: İlk uçak gemisini tamamladı. Radara yakalanmayan ilk hayalet bombardıman uçağı J-20’yi üretti ve başarıyla denemelerini yaptı. İlk insansız helikopteri V750’yi üretti, başarıyla denedi, şimdi de seri üretime başladı.

ABD’nin F-15 ve F-16 jetleriyle aynı klasmanda olan J-11B jetlerini üreten Çin, daha gelişmiş olan JF-17 jeti de envanterine kattı.

Çin, geçen aylarda “hareketli hedefleri” vurma kapasitesine sahip yeni kuşak uzun menzilli füzelerini başarıyla denedi. Başka hiçbir askeri gücün envanterinde bulunmayan bu füzelerin doğrudan Amerikan uçak gemilerine karşı geliştirildiği yorumları yapılmıştı.

Nitekim Pekin yönetimi, “Çin Savunması” isimli son Beyaz Kitap’ta, artık aktif savunma dönemine girildiğini açıklamıştı.

Siyonist Brzezinski: “ABD liderliği kaybedebilir” diye uyarmaktaydı

ABD’de 1977-1981 yılları arasında Başkan Jimmy Carter döneminde ulusal güvenlik yardımcılığı yapan ve 28 Şubat’ın gizli mimarlarından sayılan Zbigniew Brzezinski, ABD’nin dünya liderliğini Çin ve Hindistan’a kaptırabileceğini, böyle bir durumda Gürcistan, Tayvan, Güney Kore ve İsrail’in de zor günler geçirebileceğini vurgulamıştı.

Gürcistan zayıflayabilirmiş…

ABD’li uzman yaptığı analizde, bu durumda özellikle Gürcistan’ın zayıflayacağını, Rusya’nın siyasi ve askeri saldırılarına maruz kalacağını belirten Brzezinski’ye göre, böylece Rusya, Avrupa’nın güney enerji koridorunu daha rahat kontrol altına alacaktı. 

Çin’in Tayvan ile ilgili sorununa da değinen Amerikalı Siyonist Yahudi uzman, ABD’nin Tayvan’ın Çin tarafından kontrol edilebilmesini engellediğini, olası bir güç dengesi değişiminde Çin’in Tayvan’a siyasi ve askeri baskı yapabileceğini açıklamıştı.

G. Kore ‘yılana’ sarılabilir, Çin’e katabilirmiş…

Brzezinski benzer durumda, Güney Kore’nin, Çin’in bölgesel üstünlüğünü kabul etmek zorunda kalacağını ya da Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti ve Çin’in etkisinden kurtulmak için tarihi düşmanı olarak bilinen Japonya’ya yanaşmak zorunda kalabileceğini söyleyip, ABD’nin gücü kaybetmesi İslami radikalizmi yükseltecek, Filistin sorunu İsrail’i yıpratacaktır, ayrıca Ukrayna, Afganistan, Belarus ve Pakistan’ın da ABD’nin zayıflamasıyla Rusya ve Çin’in etkisi altına girecektir” şeklinde uyarılar yapmıştı.

ABD’nin yenilgisi kaçınılmazdı!

ABD, yeni bir askeri strateji belirlemiş ve yıkılışının telaşına kapılmıştı.

Resmi adı: “ABD’nin Küresel Liderliğini Korumak için 21. Yüzyılın Savunma Öncelikleri”. (www.defense.gov/news/Defense Strategiz Guidanca.pdf) olan bu strateji, ABD’yi ayakta tutmayı amaçlamıştı.

Özetle, ABD’nin 2000’lerin ilk yıllarında belirlediği strateji tükenip tıkanmıştır. ABD Savaş Bakanlığı bu stratejik iflası yeni planla ortaya koymaktadır.

ABD’nin stratejik geri çekilmeden yani yenilgiden başka çaresi kalmamıştır

“Kuşkusuz en önemlisi, ABD’nin ekonomik çöküşün eşiğinde olmasıdır. Bu, iyimserlikle damgalanacak bir saptama değil. Aşırı borçlanmanın sürdürülebilir bir çare olmadığını, herkes yakın zamanda anlayacaktır. Kapıya gelip dayanan iflas, ABD’yi maceralara yöneltebilir. Ama her macera, aslında savunma taktiğine mahkûm konumda olanların hesapsızlığıdır. ABD yönetiminin aklı ve gelecek kaygısı varsa, bu ekonomisiyle ancak stratejik bir geri çekilme planlayabilir. Onu da ne kadar becerebilir, onların 21. yüzyıldaki baş sorunudur.” (Rota, 6 Ağustos 2011)

Global Research’ün dikkat çekici tahlili: ABD ile PKK’nın stratejik bağları

Global Research sitesinde çıkan Mahdi Darius Nazemroaya imzalı “Ortadoğu’da Amerikan-İran Soğuk Savaşı ve Savaşın Genişlemesi Tehdidi” başlıklı nitelikli tahlili ABD’nin Türkiye düşmanlığının kanıtıydı. Kanada merkezli olan bu site, ABD’nin dünya ölçeğindeki siyasetlerini izleyip yorumlamak ve perde arkasına ışık tutmakla tanınmıştı.

“ABD Türkiye’yi kullandıktan sonra bölecekti”

Tahlilin Türkiye’yi ilgilendiren bölümü özetle şöyle:

ABD’nin, Türkiye’yi Suriye’ye karşı kullanması planın kısa vadeli aşaması. Washington ve Telaviv’in çıkarları, Türkiye’nin önemli bir güç olmasına izin vermiyor. ABD ve İsrail’in, bölgede Suriye’nin üzerine sürebileceği Türkiye’den başka bir güç yok. Ancak Türkiye bölgesel stratejilerinde onlara hizmet verdikten sonra zayıflatılacak ve bölünecektir. ABD’nin Kürt ayrılıkçı hareketini Türkiye’ye karşı desteklemesinin nedenlerinden biri de budur. Türkiye, iç kavgaya ve bölünmeye itilecektir.

“Saddam Hüseyin’e yapıldığı gibi”

Darius Nazemroaya, tahlilin devamında ABD’nin Saddam Hüseyin’e kurduğu tertibi hatırlatıyor ve benzerinin Türkiye’ye uygulanacağını belirtiyor. ABD’nin önce Saddam Hüseyin’i İran’a saldırtması ve arkasından Irak’ı bölmesi gibi, Ankara ile Şam arasındaki çatışma da, Türk millî birliğini bozup Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek için kullanılacak. Dahası böyle bir savaşın Türkiye’yi Suriye’nin müttefikleri olan İran ve Rusya ile çatışmaya götürebileceği olasılığına da dikkat çekiliyor.

Türkiye’ye Ortadoğu’da “casus” rolü verilmişti

Global Research’ün Türkiye’ye Ortadoğu’da “casus” rolü verildiğini yazması, kuşkusuz 75 milyonluk halk için çok acıdır. Bu rol, Tayyip Erdoğan’ın 36 yerde göğsünü kabartarak açıkladığı “ABD’nin BOP Eşbaşkanı” kimliğiyle örtüşüyor. Türkiye’nin ne yapacağı ise hâlâ tartışmaya açıktır. Çünkü tahlilde de önemle belirtildiği üzere, ABD ve müttefikleri, Türkiye’nin sözünden cayma olasılığını hesap ederek, Ankara üzerindeki baskılarını ağırlaştırmaktadırlar.”[3]

Türkiye’de hükümet ve muhalefet, aynı Siyonist odakların figüranı mıydı?

Kemal Kılıçdaroğlu CHP’si, Milli Görüş kaçkını ve Yahudi Lobilerinden madalyalı AKP’ye mazeret ve meşruiyet kazandırmak ve halkı ürkütüp ılımlı İslamcıların tuzağına atmakla görevli gibi davranmakta; diğer ulusalcı ve Kemalist Laiklik istismarcısı kesimler de CHP’nin eksiklerini tamamlamaktaydı.

Bu arada, MİT tarafından Yüksek Yargı başkanlarına brifing verilmesine karşı çıkan CHP Grup Başkan Vekili Emine Ülker Tarhan’a hatırlatmak lazımdı:

Malum ve mel’un 28 Şubat sürecinde, aynı yargı mensuplarını Generaller çağırıp brifing verirken hiç utanmadan alkış tutuyor ve arka çıkıyordunuz!

Yargı ve yandaş medya Komutanlarımıza “Terörist” muamelesi yaparken, sivil ve siyasi PKK-BDP Başı ise “Onbaşı” diye sataşmaktaydı..

Sivil PKK BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Diyarbakır’da yaptığı konuşmada Genelkurmay Başkanı’na ‘onbaşı’ demesiyle ilgili yürüyen tartışmalara cevap veriyordu. Demirtaş, “Bir Genelkurmay Başkanı bir Kürt halkının ana dilde eğitim yapıp yapmayacağına dair bir karar merci değildir. Başbakan bize yönelik, BDP’ye yönelik bu şekilde bağırıp çağıracağına kendi atadığı Genelkurmay Başkanı’na dönüp oradan anayasa yapım sürecinde “siyaseti bu şekilde doğrudan etkileme yetkin yoktur” demelidir. Savcılar, Genelkurmay başkanlarına, yüzlerce generale ‘terörist başı’ diyor, kimsenin zoruna gitmiyor, ben onbaşı deyince mi zorunuza gidiyor?” diye soruyordu.

ABD’ye uşaklık yapanlar birbirini suçlamaktaydı

Demirtaş, Uludere olayıyla ilgili ise şunları söyledi: “Bize bilmem kimin uşağı diyenler, Amerika’ya, İsrail’e nasıl uşaklık yaptıklarını bu tür operasyonlarla gösteriyorlar. (…) ABD şu anda Heron görüntüleri ile uydu görüntüleri ile nitelikli istihbarat veriyor. Dolayısıyla ABD’nin Uludere katliamında her halükarda sorumluluğu vardır. İster o nokta operasyonu ile ilgili istihbaratı vermiş olsun, ister vermemiş olsun. Ama bütün bu askeri operasyonlarla ilgili açık destek veren ABD ile İsrail elbette Uludere katliamından sorumludurlar” ifadelerini kullanıyordu.

R. Tayyip Erdoğan, sonunda “Faiz Lobisinden” şikâyete başlamıştı

Başbakanlık Basın Bürosundaki gazeteciler günü kutlamasında “Faiz Lobisine karşı sert ve ciddi önlemler alacaklarını” açıklayıp, hava atıyor ve Erbakan’ın uyarıları maalesef 10 yıl sonra aklını başına getiriyordu.

“Faiz lobisi ne kadar acımasız çalışırsa bu ülkede tüketici durumunda olan vatandaşımızın harcamadaki imkânları, satın alma gücü de o kadar azalacaktır. Yatırımlar noktasında da girişimci yatırımını azaltmak durumunda kalacaktır. Çünkü kredilerde görüldüğü gibi yüksek faizlerle krediler veriliyor. Şu anda politik faize bakıyorsunuz yüzde 5.8 gibi. Öbür tarafta piyasa faizlerine bakıyorsunuz yüzde 13-14’te dolaşıyor. Yani makas çok açılmış vaziyette. Bunu kapatmamız lazım. Bunun için de tabii şunu ben kendi iddiam olarak söylüyorum. Piyasa faizi ne kadar yüksek olursa enflasyon o kadar yüksek olur. Diğerlerini ben çok kaale almıyorum. Ama piyasa faizini ne kadar düşürürsek enflasyon da o kadar düşük olur. Bu, doğru orantılıdır. Biz yüzde 30’larda aldığımız enflasyonu yüzde 5’lere kadar çekebildiysek faizi düşürmekle bunu başardık.” diyen Sn. Başbakanın Maliye Bakanı kendisini yalanlıyor ve bütçenin büyük kısmının borç faizlerine gittiğini itiraf ediyordu. 

“Sıcak para” nedir, “faiz lobisi” kimlerdir?

Uzun vadeli ve doğrudan yatırım amacıyla değil de, kısa vadeli olarak ve yüksek faiz kazancı sağlamak hedefiyle ülkeye gelen nakit dış sermayeye “sıcak para” denmektedir. Özünde “spekülatif” nitelikli olan “sıcak para” yerel faizin en yüksek olduğu sırada ülkeye gelmeyi tercih etmektedir. Başta Hazine Bonosu olmak üzere kısa vadeli borç senetlerine, hisse senetlerine ve bankalar ile diğer özel kesim aktörlerine kısa vadeli kredi olarak yatırım yapıp büyük kazançlar elde etmektedir.

“Faiz lobisi” bu sıcak para trafiğinden doğrudan ve dolaylı olarak nemalanan tüm kesimlere denir. Kârlılığı esas olarak faiz gelirlerine dayanan uluslararası spekülatif sermaye ve bankalar bu lobinin önde gelen oyuncularıdır ve Siyonist Yahudi sermayesinin tekelindedir.

Ulusalcıların ve Masonik ırkçıların 12 Eylül ve Kenan Evren düşmanlıklarının gerekçesi: “Milli Birliği sağlamak için Kur’an ayetlerine, Peygamber Hadislerine ve İslami prensip ve öğretilere başvurmaları”ymış!?

İşte Aydınlık’ın saptamaları ve saptırmaları

“Bin 500 subay ordudan atılmıştı

12 Eylül sonrası devlet içinde büyük çaplı tasfiyelerle bürokrasi sindirildi. 3 bin 854 öğretmen, üniversite görevlisi, 120 öğretim üyesi, 47 hâkimin işine son verildi. TSK’dan da bin 500 subay ihraç edildi. Bunlar Kemalist ve vatansever parlak genç kadroydu. Aslında en büyük darbeyi Ordu kendi içine vurdu. Tıpkı 12 Mart’ta olduğu gibi… Sol kesimin ve gençliğin üzerinden ise silindir gibi geçildi. 230 bin kişinin yargılandığını, 14 bin kişinin vatandaşlıktan çıkarıldığını, 30 bin kişinin de yurt dışına çıkmak zorunda kaldığını hatırlatırsak sanırız tablo anlaşılır! İşte bu tabloda ‘Türk-İslâm Sentezi’ topluma dayatıldı. O dönemde görevden alınanlar arasında muhtardan sınıf başkanlarına kadar geniş bir kesim vardı. Yerlerine getirilenler ise ‘seçme’ydi… 

Fethullah Gülen övgüyle karşılamıştı

12 Eylül’ü Fethullah Gülen büyük sevinçle karşıladı. Sızıntı dergisinin ilk sayısında yayımladığı övgü sözleri çok şeyi ifade eder. ‘Son karakol’ yazısında Gülen şu ifadeleri kullanır: “Karakol sükûnetin, huzurun ve emniyetin remzidir. Orada düzen, orada huzur ve onda gözlerin uyanık oluşu, umumi emniyet ve muvazenenin en büyük teminatıdır. Orada kargaşa ve bunalımlar ise arkasındaki topluluklar için en büyük felakettir. Ve işte şimdi, bin bir ümit ve sevinç içinde asırlık bekleyişin tuluû saydığımız, bu son dirilişi, son karakolun varlık ve bekasına alamet sayıyor; ümidimizin tükendiği yerde, Hızır gibi imdadımıza yetişen Mehmetçiğe bir kere daha selam duruyoruz.”

Kemalizm Kenanizm olmaktaymış…

Kenan Evren’in uyguladığı politikalar Fethullah Gülen hareketini yarattı. Başta Polis olmak üzere birçok kuruma sızmasına ve ‘resmi kabul’ görmesine neden oldu. Bu, durumdan ‘yararlanma’ değil politikanın ta kendisiydi. Kenan Evren’in, devrimle kurulan Türkiye Cumhuriyeti’ni her tarafa donattığı heykellerle, ‘laiklik’ çağrısı yapan ayetlerle, Arabistan’a yapılan toplu Hacc ziyaretleriyle dönüştürmesi; Kemalizm adına Kenanizm yapması 12 Eylül’ün felsefesi gereğiydi.

Atatürk’ün Kurumu’nda Türk-İslamcılık yapılmaktaymış…

12 Eylülcüler, Atatürk’ün mirasını yok ederek ‘Atatürkçülük’ yaptı. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu’nu yok etti. Oysa Atatürk’ün kurumları ‘dernek’ statüsündeydi. Vasiyet gereği de İş Bankası gelirinden pay ayrılmıştı… Yerine ise 11 Ağustos 1983 günü çıkarılan kanunla Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu kuruldu. Orası da ‘Türk-İslâm Sentezi’nin merkezi oldu. Hazırlanan raporda ‘Türk milleti için topyekûn bir milli kültür planlaması’ hazırlanmıştı! Bunun Türkçesi de “Türk-İslâm Sentezi”ydi!

Asker kökenli Suat İlhan’ın ‘gizli’ damgalı talimat ve raporlarının bilim çevresinde çektiği tepkilere de yer verdi. Sentezin önemli bir amacı da Güneydoğulu vatandaşlarımızı ‘Türklük’ etrafında değil; ‘İslâm’ siyaseti etrafında toplama politikasıydı. Bunu da Kenan Evren gittiği illerde ayetli örneklerle konuşmalar yaparak uyguluyordu. Kurum, yurt dışı temsilciliklerinden de, başka ülkelerin kültür politikalarını araştırmasını istiyordu. Anadolu’yu adeta yeniden ‘Türkleştirme’ ve ‘İslâmlaştırma’ seferine çıkılıyordu. Bu politikalar, Atatürkçülüğün ruhuna ‘fatiha’ okurken, Türkiye’yi bugünlere getirdi.

Kenan Evren Hacc’a gitmekle Atatürk’ün kemiklerini sızlatmış…

Bugün de süren toplu Hacc ve Umre ziyaretlerinin ‘resmileşmesini’ Kenan Evren en tepeden yaptı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde Atatürk, İnönü, Bayar, Gürsel, Korutürk, Menderes, Demirel ve Ecevit Hacc’ca gitmediler. Padişahların bile gitmediği Hacc‘ca gitmeyi ilk başlatan Cevdet Sunay ve Kenan Evren oldu. Bunu Başbakan Ulusu ve Özal sürdürdü. Bugün ise adeta ‘resmi’ uygulama oldu. Neredeyse gitmeyen kalmadı. Halk arasında da Hacc rekoru kırıldı. Kampanya ve haberlerle teşvik edildi. Bir de gazetelerde ‘Müslümanlığı seçen yabancılar’ haberleri bolca yer aldı. Kenan Evren’in 1984 yılında Suudi Arabistan gezisi sırasında yapılan ziyareti, 2000’e Doğru dergisi 29 Mart 1987 tarihli sayısından ‘12 Eylül’de Laikliğe elveda’ başlığıyla verdi. Bir de Evren’in ihramlı resmini bastı.

Devlet cihat bildirileri, ayet ve hadis mealleri dağıtmış…

Doğu bölgesinde yükselen şiddet yanlısı ayrılıkçı gruplara karşı İslamiyet’e sarılma düşüncesi, “Bunu laikliğe aykırı bir tarafı yoktur” denilerek dillendirilse de, askeri çevrelerde sıcak karşılanmıyordu. Doğu’yu kalkındırma adına başlatılan geriye dönüş, hakkında artık sağcı gazetelerde yayınlar yapılmaktaydı. Devletin çeşitli kurumlarına bölge ile ilgili raporlar hazırlayan akademisyenler ve araştırmacılar önce Doğu’da Nurculuk’a (ve İslami eğitim ve şuuruna) son verme çabaları nedeni ile oluşan boşluğun, ayrılıkçı düşüncelere davetiye çıkardığı fikrinde birleşiyor ve şu satırları dile getiriliyordu: “Devlet politikamız, Nurculuk adı verilen dini akımı değerlendirmede, Türk ülkesinin geleceğini sarsıcı inanılmaz hatalara düşmüştür.”

Bölgede birliğin reçetesi ise şöyle ifade ediliyordu: “Said-i Nursî, bugün azınlık milliyetçilik çıkmazına saptırmak istenen insanlarımızın arasından çıkmıştır. Tabiatıyla, ağırlık itibarı ile, en azından başlangıçta, daha ziyade Doğu ve Güneydoğu bölgelerimizde taraftar bulmuştur. Söz konusu zat hayatı boyunca, ‘Kürt aslından geldiğini’ defaatle dile getirmiş ve fakat ‘Türk milletinin İslamiyet yolundaki büyük hizmetlerine’ işaretle, ayrılıkçı güçlere şiddetle göğüs gererek, etnik ayrılıkçılığın bu zümreye büyük zarar getireceğini ve devletin bütünlüğünün asla bozulmaması gerektiğini vaaz etmiştir.”

Gazetelerde ve akademik çevrelerde artık rahatça dillendirilmeye başlayan Nurculuğa sarılma düşüncesi, henüz devlet katında açıkça bir kabul görmüş olmasa da, Doğu’da yaşanan bunalımın ancak İslamiyet düşüncesi ile aşılabileceği fikri Çankaya’da konuşuluyordu. Çankaya’nın din anlayışı ise dönemin Cumhurbaşkanlığı Basın Müşaviri Ali Baransel tarafından Bakış Dergisi’nde, “Sayın Cumhurbaşkanımız dinimizi… önümüze çıkacak bunalımların atlatılmasına yetecek kadar birleştirici, bütünleştirici değerlere bezenmiş yüce bir din olarak tanımlamaktadır” şeklinde açıklanıyordu.

İslamiyet’in “birleştirici” ve “bütünleştirici” olduğu vurgusu Cumhurbaşkanlığı makamına yabancı değildi. Ülkede 1982 yılından beri, “din birleştiricidir ve lazımdır” tezi işlenmekteydi.

Yıllardır işlenen bu tez 1986 yılında Doğu’da tırmanan ayrılıkçı şiddet olayları için bin yıldır elde hazır bulunan “birleştirici ve bütünleştirici” manevi tezin kullanılması için uygun ortamı hazırlıyordu.” 

Diyerek, 12 Eylül bahanesiyle; imana, İslam’a, Kur’an’a, Namaza, Hacca, dindarlığa kin kusan Aydınlık (13-17 Ocak 2012-sh: 10 Gündem) ve Masonik Ulusalcı takımı, şimdi kendileri Eren Erdem’e sayfalarını açıp Ayet ve Hadislerle toplumda taban bulmaya ve Müslüman halkımıza yaranmaya mı çalışıyordu? Böylece Kenan Paşa’yı kınadıkları, Laikliğe ve Atatürkçülüğe aykırı buldukları “din istismarının” dik alasını kendileri yapıyordu. Ve bunların asıl düşmanlığının Kenan Paşa’ya değil, İslam’a, Kur’an’a, Allah’ın kurallarına ve bunlara bağlı olan dindar halkımıza olduğu açıkça sırıtıyordu. İşte bu nedenle toplumda yüz bulmuyor, bir türlü taban tutmuyordu. Hatta bu marazlı tavırları, halkımızın ürkütülüp, daha önceleri Demirel ve Özal’a şimdi de AKP’ye kaymasına ve bunlar eliyle yapılan tahribatlara dolaylı destek sağlanmasına yol açıyordu. Yani Masonik Kemalist Ulusalcılar da, Din istismarcısı ılımlı İslamcılar da aynı Siyonist senaryonun sözde karşıt görünümlü figüranları oluyordu. Bu acı gerçekleri, katıldığımız toplantılarında ve televizyon programlarında, en yetkili ve etkili ulusalcıların yüzlerine karşı söylediğimizi de herkes biliyordu. Merak edenlerin, Berlin’de yapılan Ermeni soykırım yalanı toplantısındaki konuşmamızı, Milli Çözüm sitesindeki videodan dinlemeleri mümkündü. Ama maalesef, içlerindeki insani düşünceli, ülke dertlisi, Milli birlik ve dirliğimizin gayretlisi pek çok samimi ve seviyeli şahsiyetin emekleri de böylece heba ediliyordu.

Hayret, bugün Kenan Evren’i yargılamakla övünenler, yani AKP’liler, 12 Eylül’ün fikir yardakçılarından Aydınlar Ocağı’nın (Nevzat Yalçıntaş’ın) ekipleri oluyordu!..

Kenan Evren’i hesaba çekenler, 12 Eylülcülere övgüler dizen Fetullah Gülen’in takipçileri oluyordu!..

Kenan Evren’e atıp tutarak ucuz kahramanlık sergileyenler, 12 Eylül’ün eseri olan:

  • Genel Başkanları padişahlaştıran Siyasi Partiler Yasasını
  • Ve % 10 barajını neden hala değiştirmiyordu? 

Yani 12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın asıl kaymağını yiyenler, bir de kalkıp darbe karşıtlığıyla hava atıyordu.

Sonuç:

Üç asırdır yeryüzünde korkunç bir zulüm ve sömürü saltanatı yürüten; savaş, anarşi, sefalet ve ahlaki rezaletle bütün insanlığı canından bezdiren Siyonist şeytanın ve kâhyası Amerika’nın yıkılması yakındır. Hiçbir güç buna engel olamayacaktır. İslam’ın barış ve bereket güneşi yeniden doğacak, Adil Düzen Medeniyeti mutlaka ve pek yakında kurulacaktır.

İsrail’de, hatta İncirlik’te ABD’nin yüzlerce nükleer başlıklı füzesi varken, Hindistan ve Çin cayır cayır atom bombası üretirken, kalkıp da, “nükleer silah yapmaya çabalıyor” bahanesiyle İran’a yönelik ambargoların… Hatta “Füze Savunma Sistemleri” yüzünden İran’la Türkiye’yi kapıştırma senaryolarının ya Basra (Hürmüz) körfezinde veya Suriye ve Akdeniz’de, artık bir savaşa dönüşmesi ve ABD’nin büyük bir hezimetle yenilip bölgeden ve dünya dengelerinden çekilmesi kaçınılmazdır.

 


[1] Vatan- 26.12.2012- Bunlardan Demokrat Olmaz

[2] Bak. 20 Ocak 2012 / Milli Gazete / Reşat Nuri Erol

[3] 12 Ocak 2012 / Aydınlık Rota

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/mayis-2013/islamin-yukselisi-ve-mun

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi