Anasayfa Gündem HAYAT, BİR İMTİHAN

HAYAT, BİR İMTİHAN

Yazar: yonetici
0 Yorum 550 Görüntüleyen

HAYAT, BİR İMTİHAN VE OLGUNLAŞMA SÜRECİDİR

 

Birlikte yaşamaya, aynı ortamları ve aynı olanakları paylaşmaya mecbur olduğumuz insanlarla, daha olumlu ve daha olgun ilişkiler kurabilmek için… Ve yine şirket, ticaret, dernek ve devlet gibi; iş birliği ve iş bölümü yapmak zorunda bulunduğumuz her kurum ve konuda daha verimli ve kaliteli sonuçlar alabilmek için, artık özel bir eğitim ve birikim gerekmektedir. Bu amaçla kitaplar yazılmakta, seminerler yapılmakta ve kurslar açılmaktadır.

Duyulan ihtiyaç üzerine, biz de hem kendi insanımıza ve inancımıza, hem de çağdaş sorunlara ve standartlara uygun düşecek şekilde, “iletişim ve iş birliği kuralları”nı ve “barış, bereket ve hoşgörü ahlâkı”nı bir yazı halinde okurlarımıza sunmayı amaçladık.

Mesajımız: Sevgi ve saygı… Metodumuz ise: Sağduyu ve sabırdır. Çünkü sevenler sevilecek, sayanlar sayılacaktır. Aklıselim ve sabırla davranabilenler başarıya ulaşacaktır. Bencil, beleşçi, bilinçsiz ve beceriksiz kimseler ise, devamlı huzursuz ve başarısız olacaktır.

Aile ve komşuluk ilişkilerimizden, ticaret ve memuriyet işlerimize… Siyasi girişimlerimizden, manevi ve ahlâki hizmetlerimize kadar, pek çok konudaki başarısızlığımızın altında; samimiyet ve gayret yetersizliğimizden ziyade, iletişim ve iş birliği kurma konusundaki bilgi ve beceri eksikliğimiz yatmaktadır.

Zalimler ve hainler hariç; farklı din ve düşünceden, ama herkesle barışık yaşamaya, hayatı paylaşmaya ve iş birliği yapmaya hazır ve razı olmalıdır. Ve zaten manevi değerlerimiz ve milli geleneklerimiz de buna uygun bulunmaktadır.

Bizzat Kur’an-ı Kerim, uygar ve uyumlu bir toplum ve teşkilat düzeninin kurulmasını istemektedir. Kur’an; ahireti kazanmak için Müslüman olmayı, ama dünyada bütün haklarına sahip ve saygın yaşamak için, sadece “insan” olmayı yeterli saymaktadır.

İnançlı insanların;

1- Hem, her şeyden önce, huzura ve hürriyete kavuşmaları ve güçlü ve güvenilir bir yönetim oluşturmaları için, yapmaları gereken görevleri yerine getirebilmek üzere teşkilat şuuruna varmaları şarttır. Yani;

a- Tebliğ ve davetle kazanılan elemanları, kendi bünyesinde barındıracak bir kurum ve adrese kavuşmak,

b- Bu elemanları eğitecek ve yetiştirecek ortamı ve imkânları hazırlamak,

c- Bunların ilgi alanlarını ve yetenek ayarlarını belirleyip tanımak,

d- Asıl önemlisi, bunların samimiyet ve sadakat durumlarını denemek ve çeşitli tecrübelerle tartmak,

e- Ve bu elemanları hedeflenen amaçlar doğrultusunda, zaman ve imkân israfına yol açmadan, organize ve koordine içerisinde hizmete koşturmak için, mutlaka teşkilat lazımdır.

2- Hem de, kurulacak dirlik ve düzenin korunmasını ve uzun ömürlü olmasını sağlayacak kadroların hazırlanması için, teşkilat önem kazanmaktadır.

“İçinizden (insanları Hakka ve) hayra davet edecek, (ve bunun sonunda elde edecekleri devlet ve hükümet imkânlarıyla ma’rufu) iyilikleri emredip yürütecek ve (münkeri) kötülükleri de nehyedip önleyecek bir ümmet bulunsun. (Bu hizmet ve hedefler için bir liderin çevresinde organizeli bir teşkilat kurulsun.) İşte asıl kurtuluşa erecek olan bunlardır.”[1] ayetinde geçen “ümmet” kavramı, “bir başkanın çevresinde, bağlılık şuuru ve sorumluluk duygusuyla toplanan cemaati” ifade etmektedir.

Bu ayet aynı zamanda İslami irşat ve ıslah (eğitim ve iyileştirme) teşkilatının kurulmasını da öngörmektedir.

“Doğrusu Allah, Kendi yolunda (tuğlaları ve bütün parçaları) sanki birbirine (kurşunla) kenetlenmiş bir bina gibi saf bağlayarak (irtibatlı, intizamlı ve itaatli bir teşkilat şuuruna ve ordu disiplini sorumluluğuna sahip olarak cihad edip) çarpışanları seven (ve destekleyen)dir. (Ferdi ve fevri hareket edenleri değil.)”[2] ayetinde de, hem milli savunma için, hem de yerli kalkınma ve ülkede huzuru sağlama konusunda, toplum düzeni ve disiplini altına girmeyen Müslümanların, aralarına bir kaynaştırıcı koymadan üst üste yığılan tuğlalardan farksız olacakları ifade edilmektedir.

Ve zaten; “Hem Allah’a, hem Peygambere hem de devlet ve cemaat liderine itaat”[3] birlikte emredilmekte, bunlardan birinin bulunmaması durumunda selamete çıkamayacağımıza dikkat çekilmektedir. Adil devlete ve yetkililerine itaat, hem birlik ve kuvvetin oluşması için gereklidir, hem de ayrıca bizim imtihan vesilemizdir.

“(Ey mücahit ve müstakim mü’minler!) O sizi yeryüzünün halifeleri kılıp (seçti) ve size verdikleriyle sizi denemek için kiminizi kiminize göre derecelerle yükseltti. (Kimilerinizi ötekilerinizden mal, mevki, marifet yönünden derece derece üstün kılarak, size verdiği nimet, fazilet ve fırsatlarla sizi imtihan etmektedir.)”[4] ayeti bu durumu bildirmektedir.

Evrensel hukuk düzenine ve adalet ölçülerine bağlı kaldıkları müddetçe şirket, teşkilat, devlet ve hükümet yetkililerimize verdiğimiz bağlılık ve saygınlık sözüne sadık kalmak, fitne ve fesat çıkarmamak bizim hem görevimizdir, hem dinimizin gereğidir.

“(Ey Resulüm!) Şüphesiz (Hakk ve adalet hâkim kılınsın, zulüm ve küfür düzenleri yıkılsın diye, imani ve insani bir mesuliyetle) Sana biat edenler, (bağlılık sözü verenler, aslında ve aynen) ancak Allah’a biat etmiş (gibi)dirler. (Sanki) Allah’ın eli (Seninle biat ve itaat sözleşmesi yapan) şahısların elleri üzerindedir. (Hakk ve hayır adına biat edip sadakat gösterenler Allah’ın özel inayeti ve hidayeti içindedirler.) Bu nedenle artık kim ahdini bozar (davadan ve sadakatten ayrılır)sa, o sadece kendi aleyhine ahdini bozmuş birisidir. Her kim de Allah’a verdiği ahdine vefa gösterir (sadakat, samimiyet ve gayretini devam ettirir)se, (Allah kesinlikle) ona da büyük bir ecir (şeref ve zafer) verecektir.”[5]

İşte “Mü’minler, ancak o kimselerdir ki; Allah’a ve O’nun Resulüne gerçekten (ve gönülden) iman etmişlerdir. Onlar Onunla (Resulüllah’la) beraber, toplumsal bir emir (sosyal ve siyasi bir konuyu) görüşmek üzere (toplandıkları ve çağrıldıkları) zaman, izin almadan asla bırakıp gitmeyenlerdir. İşte Allah’a ve Resulüne hakikaten inanmış olanlar (cihad ve hizmetten ancak özürle ayrılan ve yetkili makamlardan) izin alan kimselerdir. Bu nedenle (ey Nebim) bazı (geçerli mazeret ve mecburiyetlerden dolayı) izin istedikleri vakitte, onlardan dilediğin kimselere müsaade et (ve çok önemli olan cihad görevini mecburen terk ve ihmal ettikleri için de) onlar hakkında Allah’tan mağfiret dile…”

“(Ey iman edenler ve toplum düzenine girenler!) Sakın Elçinin (ve temsilcilerinin talimat ve) davetini, aranızda herhangi birinizin diğerini (hizmete) çağırması gibi değerlendirmeyin. Allah sizden, birbirinizin (ve uydurma mazeretlerin) arkasına gizlenerek sıvışıp kaçanları (ve görevden kaytaranları çok iyi) bilir. Elçinin (Kur’an’ın Adil Düzenine davet ve hizmet görevlilerinin) emrine aykırı davrananlar, kendilerine bir belanın çarpmasından, yahut kendilerine acı bir azabın dokunmasından korkup çekinmelidirler!..”[6] ayetleri de toplum ve teşkilat düzenindeki sorumluluklarımıza dikkatimizi çekmektedir.

Adil devlet ve teşkilat başkanlarına saygı duymayan, basit bahanelerle görevden kaytaran, teşkilat içinde izinsiz ve disiplinsiz davranan kimseler, bu İlahi uyarıları dikkate almalıdır. Bu ayetlerde, aynı zamanda, demokratik katılıma, farklı düşünce ve mazeretlere katlanmak lüzumuna da işaret vardır.

“(Hz. Musa şöyle yalvardı) Ya Rab! Lisanı (ve konuşma tarzı) benden daha düzgün olan kardeşim Harun’u, benimle birlikte beni tasdik ve takviye eden bir yardımcı olarak gönder…”[7] ayeti de, hem bütün birim ve bölük başkanlarının, hem de hizmet ve davet için yola çıkanların, yanlarında bir yardımcı bulundurmalarının gerekli olduğunu anlatmaktadır. Yalnız ve yardımcısız hizmetlerin verimli ve bereketli olamayacağı vurgulanmaktadır.

Aynı zamanda tebliğci ve davetçilerin tatlı ve etkili konuşma tarzına sahip olmaları gerektiği de unutulmamalıdır.

“(Hz. Süleyman Hüdhüd’e) Dedi ki: ‘Haydi görelim, doğru mu söylüyorsun, yoksa yalan (ve palavra) mı atıyorsun? (Dediklerini yapabilecek misin, yoksa sadece yalan söyleyen ve boşuna böbürlenenlerden misin, seni bir deneyelim. Bunu anlamamız için) Şu mektubumu götürüp onlara (Belkıs’ın Sarayı’na) at, sonra onlardan biraz öteye çekil ve seyret, hele bak ne yapıyorlar (nasıl bir tepki gösteriyorlar) ve nasıl bir sonuca-karara varacaklar (anlayalım?’ dedi.)”

“(Nihayet mektubu gören Belkıs danışmanlarına) Dedi ki: ‘Ey ileri gelenler! Bana çok önemli bir mektup bırakıldı’…”

“Bu mektup Süleyman’dandır ve Rahman, Rahim olan Allah’ın adıyla (başlamakta)dır.”

“‘Bana karşı büyüklük taslayıp başkaldırmayın ve bana teslim olarak gelin (Müslüman oluverin’ diye yazmaktadır).”

“(Belkıs çevresine dönerek;) ‘Beyler, ey ileri gelenler! Bu işimde bana bir fikir (fetva) verin (ve yardım edin. Biliniz ki) Sizin şahitliğiniz ve desteğiniz yanımda olmadan (ve size danışmadan) hiçbir işi kestirip atmam (ve sizler olmadan başarıya ulaşamam)’ dedi.”

“(Onlar) Dediler ki: ‘Biz güçlü ve cesur insanlarız ve zorlu savaşçılarız (istersen hiç çekinmeden onlara karşı çıkarız). Ama yine de emir senindir. Bak (düşün taşın, ne buyurursan öyle hareket ederiz.’)”

“(Belkıs ise:) ‘Muhakkak Melikler (güçlü ve galip işgalci devletler) bir ülkeye girdikleri zaman orasını ifsat edip bozguna uğratırlar. (Memleketi ve medeniyet eserlerini tarumar ederler, yakıp yıkarlar.) İzzet ve şeref sahibi ahalisini de rezil ve zelil bırakırlar. (Hürriyet ve haysiyetlerini, namus ve şereflerini beş paralık kılarlar.) Evet işte (düşman) olanların yapacağı budur’ demişti.”

“(Ayrıca Belkıs: ‘Savaşmaktan ve her iki tarafı zarara sokmaktansa, durun) Ben onlara (Hz. Süleyman’a) bir hediye göndereyim de bakalım, (gönderdiğim) resuller (elçiler) ne ile dönecekler’ diyerek (akıllıca bir teklif ve tedbir önermişti).”[8] ayetlerinde de;

 

MAKALENİN TAMAMI İÇİN TIKLAYINIZ..

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi