FETİH ÖNCESİ İSTANBUL KUŞATMALARI
İslam’ın adalet ve hürriyet esaslarını Avrupa’ya taşımak ve Haçlı Batıyı ilim ve ahlakla tanıştırmak isteyen Müslümanlar, bunun ilk kapısı olan İstanbul’u almak üzere pek çok teşebbüse geçmiştir.
Mümtaz Aydın’ın güzel tespitleriyle: İstanbul, pek çok özelliğinin yanında; çok kuşatılması ile de dünyanın sayılı şehirlerindendir. Stratejik konumu, önemli bir dinî merkez olması, zenginlik ve güzellik gibi özellikleri İstanbul’un defalarca kuşatılmasına sebebiyet vermiştir.. İstanbul sadece Müslümanlar tarafından değil, gayrimüslimler tarafından da defalarca kuşatılmış bir şehirdir. Son olarak Haçlı Seferleri sırasında Hıristiyanlarca da yağmalanması bunun en canlı örneklerinden biridir.
1453’te Fatih Sultan Mehmed tarafından fethedilinceye kadar, Müslümanlarca da defalarca kuşatılan İstanbul, İslâm âlemi için ayrı bir öneme sahiptir. Çünkü coğrafî konumu itibariyle Müslümanların Kur’an’ın adalet ve asalet medeniyetini yaymak için Batı’ya açılabileceği stratejik bir konuma haizdir.
Hz. Peygamber (S.A.V) döneminde en önemli iki imparatorluktan biri Sâsâni, diğeri ise Bizans İmparatorlu idi. Asr-ı Saadet’te Müslümanlar Mute ve Tebük’te Bizanslılarla karşılaşmışlardı. Fetihten yaklaşık sekiz asır önce Hz. Peygamber (S.A.V): “Kostantıniyye (İstanbul) muhakkak fethedilecektir. Onu fetheden kumandana ve askerlerine ne mutlu!..” mealindeki hadis-i şerifiyle bu şehri ümmetine hedef göstermişti. Bu müjdesinde ‘kumandan ve askerleri’ özellikle zikretmesi, buranın davet veya sulh gibi yollarla değil, ancak askerî bir mücadele ile fethedilebileceğine işaretti. Daha sonra hilâfet makamını temsil eden idareciler, bunu emir kabul etmiş ve fetih şerefine nail olmak için seferlere girişmişlerdir.
Daha Hz. Peygamber (S.A.V) zamanında başlayan Bizans gazaları, 634-641 yılları arasında Suriye, Filistin ve Mısır’ın fethinden sonra, İstanbul’a yönelmişti. Hz. Osman döneminde Suriye Valisi olan Muaviye’nin kurduğu ilk İslâm donanması, 655 yılında İstanbul’a ilk deniz seferini tertip etmişti. Bizans donanmasıyla karşılaştıklarında Müslümanların denizde kazandıkları büyük zafer sonrasında İmparator Konstans, ancak kıyafet değiştirerek kurtulabilmişti.
Böylece, İstanbul’un Müslümanlar tarafından karadan ilk muhasarası, Emeviler döneminde Halife Muaviye zamanında gerçekleşti. İmparator Konstans’a karşı isyan etmiş olan Ermenye Valisi Saborios’un yardım isteği, Müslümanların hedefinde bulunan Bizans’a sefer düzenlenmesini sağladı. Fetihle şereflenmek isteyen bu gönüllüler ordusunun başında, Fadala b. Ubeyd bulunuyordu. Başta Ebû Eyyûbe’l-Ensarî (ra) olmak üzere birçok sahabi de bu sefere katılmışlardı. Malatya-Kayseri-Eskişehir yolunu takip ederek Kadıköy’e varan ordu, uzun yolculuk ve soğuklar sebebiyle ağır kayıplar verdi. Buna rağmen çeşitli takviyelerle Boğaz geçilerek İstanbul kuşatıldı. Yaz boyunca süren muhasara, kışın yaklaşmasıyla kaldırıldı. İlerlemiş yaşına rağmen sefere katılan Ebû Eyyûb Hazretleri (ra), vasiyeti üzerine surlara yakın bir yere defnedildi (669). Onun şehit düştüğü yer, fetih esnasında Akşemseddin Hazretleri tarafından keşfedilerek, oraya bir türbe inşa edildi. Daha sonra yerleşim birimi hâline gelen bu semtte, şehit düşen pek çok sahabinin de kabirleri bulunmaktadır.
İstanbul ikinci defa yine Emevi halifesi Muaviye zamanında kuşatılmıştır. 673 yılında hareket eden İslâm donanması, Akdeniz ve Ege sahillerinde bazı önemli yerleri ele geçirerek, İstanbul’a gelmiş, İstanbul’u eylül sonlarına kadar hem denizden hem de karadan kuşatmıştır. Fakat İslâm donanması yine soğukların başlaması sebebiyle Kapıdağı Yarımadası’na çekildi. 675 yılı baharında tekrar harekete geçen ordu, Bizans donanmasına ağır zayiatlar verdirdi. Yedi yıl boyunca yazları kuşatıp kışın da yarımadaya çekilen İslâm ordusu; savaş, hastalık ve soğuklardan zayıf düştü. Ayrıca Bizanslıların attıkları ve ’Grejuva’ adını verdikleri (su içinde de yanan muhtemelen petrolden yapılmış olan), ateş silâhının kullanılması da, Müslümanlara çok kayıplar verdirmişti. Bu kuşatma da 680 yılında kaldırılmıştır.
Halife Velid, 714 yılında başladığı fetih hazırlıklarının neticesini göremeden vefat edince; yerine geçen kardeşi Süleyman, hazırlattığı kara ve deniz kuvvetlerini harekete geçirdi. Mesleme komutasındaki donanma, Çanakkale’yi geçerek muhasaraya başladı, Haliç önüne gerilmiş olan zincire kadar geldi. Ancak Mesleme, Rum ateşine maruz kalınca, zayiat veren donanmasını geri çekmek mecburiyetinde kaldı. Kara ordusunun başında ise, İslâm kahramanlarından Seyyid Battal Gazi bulunuyordu. Battal Gazi’nin, papaz kıyafetiyle İstanbul’a girip faaliyet gösterdiği rivayet edilir. Ancak tanınması üzerine İstanbul’dan ağır yaralı olarak kaçmış, Eskişehir taraflarında Bizanslılarca şehit edilmiştir. Mezarının bulunduğu yer, bugünkü Seyitgazi ilçesidir.
Sert geçen kış sebebiyle kara ordusunda da kayıp çoktu. Bu ağır şartlara rağmen muhasaraya devam eden Mesleme, Halife Süleyman’ın vefatından sonra yerine geçen Ömer bin Abdülaziz’in daha fazla zayiat olmaması için geri çağırması üzerine kuşatmayı kaldırdı. Böylece üçüncü kuşatmada da fetih müyesser olmadı.
Bu muhasara sırasında Mesleme, İstanbul’da cami inşa ettirmişti. Bugün Arap Camii ismiyle anılan bu yapı, Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey zamanında tamir edilerek kullanılmaya devam edilmiştir. Müteakip yıllarda Selahaddin Eyyûbi, şehir içinde olduğu anlaşılan bu cami için, İmparator Isaac ile cuma namazlarının kılınması hususunda anlaşma yapmıştır. Bu da zikredilen tarihlerde bu bölgede -az da olsa- Müslümanların yaşadığını göstermektedir.
Müslüman Araplar tarafından İstanbul’a son sefer, Halife el-Mehdi zamanında yapılmıştır. Harun kumandasında 781 yılında yola çıkan ordu, İzmit’te Bizanslıları yendikten sonra Üsküdar’a kadar ilerlemiştir. Ancak Bizanslılar yıllık vergi ödemek şartıyla anlaşma yapmayı kabul edince kuşatma kaldırılarak geri dönülmüştür.
Selçuklu ve Osmanlı dönemi
1071 Malazgirt Zaferi’yle Anadolu’nun kapılarının Türklere açılmasından sonra, Bizans bu defa, Anadolu Selçuklu Devleti’nin fetih hareketlerinin yeni hedefi hâline geldi. Nitekim 1075 yılında Kutalmışoğlu Süleyman Bey Üsküdar’a kadar ilerledi. Diğer taraftan İzmir’de kendi emirliğini kurmuş olan Çaka Bey de donanmayla, daha önce birkaç defa denizde mağlup ettiği Bizans’ı, bu defa Çanakkale ve Gelibolu taraflarından kuşattı. Hem Selçukluların hem de Çaka Bey’in kuşatmasında sıkışan İmparator Komnenos, Avrupa Hıristiyan dünyasından yardım isteyerek, bu kuşatmalardan zorlukla kurtulabildi.
Anadolu topraklarında yeni kurulmuş bulunan Osmanlı Devleti, kuruluş yıllarından itibaren İstanbul ile yakından ilgilenmiştir. Daha Orhan Bey ve 1. Murad zamanında Osmanlı güçlerine karşı, Bizans Kralı, 1340 senesinde diğer beyliklerden yardım istemek zorunda kalmıştır. Ancak bu askerî hareketler esaslı bir kuşatmadan ziyade, surları yoklama faaliyetidir.
Fetihten önce İstanbul’un alınması için en fazla gayret eden padişah, Yıldırım Bayezid’dir. Kosova Zaferi’nden sonra Balkanlardaki hâkimiyetini güçlendiren Yıldırım, ilk defa -Bizans’taki taht kavgalarını da fırsat bilip- 1390 yılında Edirne’den ordusuyla hareket ederek İstanbul önlerine geldi. Bizans’ın ağır vergiler ödemeyi kabul etmesi üzerine kuşatmayı kaldırdı.
Eski kralın yerine geçen 2. Manuel’in anlaşma şartlarına uymaması üzerine, Osmanlı ordusu, 1391 yılında Rumeli’ye geçip İstanbul’a kadar olan toprakları fethederek şehri de kuşattı. Muhasaranın yedinci ayında, Macarların Tuna’yı geçerek Sofya’ya doğru ilerlemesi üzerine, padişahın o tarafa sefer düzenlemesi, Bizanslıların bu kuşatmadan da kurtulmasına sebep oldu.
Fetih düşüncesinden vazgeçmeyen Yıldırım Bayezid, bu defa 1395 yılında yeniden büyük bir kuvvetle şehri kuşatarak sıkıştırmaya başladı. Donanmanın da kuşatmaya katılmasıyla iyice zor durumda kalan İmparator Manuel, yine Batı dünyasından yardım talep etti ve bunun üzerine Türklere karşı bir haçlı seferi düzenlendi. Bu büyük haçlı ordusunu Niğbolu’da mağlup eden Yıldırım Bayezid, tekrar harekete geçti. 1397 yılında Boğaziçi’ndeki Anadolu Hisarı’nı yaptırarak Boğaz’a giriş-çıkışları da kontrol altına almış oldu. Kuşatma olabildiğince şiddetlenmesine rağmen, şehirdeki savunma tedbirleri sebebiyle surları aşmak mümkün olmuyordu. Bizans İmparatoru’nun; şehirde bir Müslüman mahallesinin kurulmasını, cami ve mescitlerin yapılarak buralarda padişah adına hutbe okutulmasını ve diğer bazı şartları kabul etmesi üzerine bu kuşatma da kaldırıldı.
Yıldırım zamanında İstanbul son olarak 1400 yılının ilkbaharında kuşatıldı. Padişahın Anadolu’daki meselelerle meşgul olmasını fırsat bilen Manuel’in, Şile ve İzmit taraflarındaki bazı hisarları zapt etmesi üzerine, Yıldırım Bayezid, hazırlıklarını tamamlayıp İstanbul’a doğru yürüdü ve kuşatma tekrar başladı. Bu defa başarıyla süren muhasara ile neticeye ulaşılacak ve şehir zapt edilecek iken, doğudan gelip Sivas’ı zapt eden Timur, bu hareketin de yarım kalmasına sebep oldu. Timur’un bu hareketi İstanbul’un fethini önlemekle kalmamış, Osmanlı’nın ciddi bir duraklamaya girmesine de sebep olmuştur.
İstanbul fetihten önce, son defa Fatih Sultan Mehmed’in babası 2. Murad zamanında kuşatılmıştır. Yine Anadolu’daki bazı iç karışıklıklardan faydalanmak isteyen Bizans, padişaha karşı isyan eden Düzmece Mustafa adlı sahte veliahdı desteklemiş ve böylece Osmanlı’yı zayıf düşürmeyi hedeflemiştir. İsyanı bastırıp Edirne’ye dönen Sultan Murad, Bizans meselesini halletmek İçin İstanbul üzerine yürümüş ve iyi hazırlanmış bu orduyla surları tekrar kuşatmıştı. Ancak bu defa padişahın kardeşi Mustafa’nın Anadolu’da isyan etmesi, Bizans’ı bir kuşatmadan daha kurtarmaya yetmişti.
1453 yılına gelindiğinde artık Rumeli’de neredeyse İstanbul hariç bütün topraklar alınmış, kaleler fethedilmişti. İstanbul ise, coğrafî durumu itibariyle Osmanlıların Batı’ya doğru olan fetih hareketlerinin önünde büyük bir engel ve âdeta bir kördüğüm olarak duruyordu. Bu kördüğüm, kılıçla kesilerek açılabilirdi. Bu kördüğümü açmak, 15. yüzyıl ortalarında Fatih Sultan Mehmed’e nasip olmuş ve asırlar sonra, Hz. Peygamber’in (S.A.V) müjdelediği fetih de böylece gerçekleşmiştir.[1]
Osmanlıların Rumeli’ye ilk geçişleri:
Selçuklu Devleti’nin bir uç beyi olan Ertuğrul Gazi, Bizans’a bağlı Rum beyliklerinin topraklarını kendi topraklarına katarak meskûn bulundukları alanı genişletmesini bilmişti. Kayı’ya, Selçuklu Sultanı tarafından ‘Beylik’ unvanı verilirken, beyliğin başına da Osman Bey geçmişti. Osmanlı Beyliğinin kök salıp genişlemeye başladığı bu dönemde, Anadolu’da siyasî birlik parçalanmış, kendi başına hareket eden beylikler ortaya çıkmıştı. Selçuklu Devleti’nin güç kaybedip zayıfladığı, çeşitli beyliklerin ortaya çıktığı, Osmanlı Beyliğinin ise devlete dönüştüğü bu devir bir geçiş dönemidir. Osmanlı Devleti’nin böyle kritik bir zamanda Anadolu’daki otorite boşluğunu doldurduğunu, ülkede birlik ve düzeni tesis ettiğini görmekteyiz.
Bursa’nın fethinden sonra, eğitim ve öğretim müesseselerine önem ve öncelik veriliyor; maneviyat önderleri de devlet idaresinde vazife alanlarla yakın temas kurarak onları manevî yönden eğitiyor, gelecekteki muhteşem devletin temellerini tesis ediyordu. Bu alandaki çalışmalar kısa zaman içinde meyvelerini veriyor, Osmanlı, cihan devleti olma yolunda sağlam temeller üzerinde yükseliyordu. Anadolu’daki kargaşanın içine düşmeyen ve Doğu’daki Türk ve İslâm topluluklarıyla uğraşmayan Osmanlı için, Rumeli’ye doğru yeni fetih hareketlerine başlama zamanı gelmişti.
Orhan Gazi döneminde, Avrupa kıtasındaki hâkimiyetin ilk adımı olan ‘Rumeli’ye geçiş’ harekâtı başlar. 1354’te Süleyman Paşa’nın Gelibolu’yu fethi ile başlayan zaferler serisi, Edirne (1361), Sırpsındığı (1364) ve Çirmen (1374) ile devam etmiş; daha sonra sırasıyla Kosova (1389), Niğbolu (1396) ve Varna (1444) ile Haçlı orduları hezimete uğratılarak Osmanlı’nın Balkanlardaki hâkimiyeti kalıcı hâle getirilmiştir. Daha sonra İstanbul’un fethi ile Fatih Sultan Mehmed Han, Osmanlı’yı Dalmaçya kıyılarına kadar ulaştırmıştır.
Balkanları fetheden Osmanlı Devleti, buranın etnik, kültürel ve sosyal yapısına uygun bir sistem geliştirmiş ve bunu uygulamıştır. Bu sayede de bu coğrafyada ciddi muhalefetle karşılaşmadan uzun yıllar varlığını sürdürebilmiştir. Bu yeni sisteme göre Osmanlı idaresi halkı bezdiren feodal toprak sistemini kaldırmış; onun yerine mirî arazi sistemi uygulamıştır. Bizans’ın halkı ezen feodal toprak rejiminde köylü senenin yarısını toprak sahiplerinin yararına ücretsiz çalışıyordu. Osmanlı idaresinde köylünün ağır yükü ortadan kaldırılmıştır. Böylece yerli Hıristiyan halk yalnız vergi vermekle yükümlü tutulmuştur, bu âdil ve insanî uygulamalar sayesinde halk köle muamelesi görmekten kurtulmuştur. Bu dönemde Balkanlara Anadolu’dan getirilen Türkler de yerleştirildi. Osmanlı’nın uygulamaları neticesi Balkanlarda barış ve adalet hâkim oldu. Din, kültür ve milliyet farklılıklarına rağmen Balkan toplumlarını bir arada tutan unsur, ecdadımızın adaletli davranışı ve derin hoşgörüsüdür.
20. yüzyıl başlarında Osmanlı hâkimiyetinden ayrılan Balkanlarda, o eski huzur ve düzen bir daha tesis edilememiştir. Bugünlerde ilim adamları ve siyaset bilimciler Osmanlı’nın bölgeyi nasıl idare ettiğini araştırmakta ve problemlere çözüm aramaktadır.
https://www.millicozum.com/mc/2011/mart-2011/fetih-oncesi-istanbul-kusatmalari/