Dilipak’ın saçmalıkları
Mazlum-Der Kayseri Şubesi tarafından düzenlenen 'Geçmişteki Darbeler' konulu konferansa katılan Vakit Gazetesi Yazarı Abdurrahman Dilipak, “Amerika'nın Türkiye'deki derin devletin yapısını değiştirecek bir projesinin olduğunu” ifade ederek, “28 Şubat sürecinden önce Refah Partisi hükümetinin Çatlı'yı desteklediğini” iddia etmişti. Ergenekon'un 28 Şubat sürecinden önce planlandığını söyleyen Dilipak, “derin devlet içerisindeki kontrol dışı unsurların Erbakan eliyle tasfiye edilmek istendiğini, ama buna fırsat verilmediğini” söylemişti.
Dilipak, “Siyaset ve bürokraside yer alan bu unsurların, “hesaba çekilemeyecek olanlarını” da Çatlı kendisi temizliyordu. Çatlı'nın yanındaki Sedat Bucak ise Çiller'in bir sponsoruydu. Çatlı, Muhsin Yazıcıoğlu ile dirsek temasına girdi. Muhsin Yazıcıoğlu'nun ortadan kaldırılmasının sebebinin; bu işler ve ilişkiler olabileceğini de, aklınızın bir kenarında tutun!”
(Erbakan’ın yapacağı) operasyonla, Alevi, sol ve Kemalist unsurların bir an önce temizlenmesi gerekiyordu. Bu çerçevede komünist unsurlar da temizlenecekti. Kontrol edilemeyen unsurlar, Çatlı'yı ortadan kaldırınca, Refah Partisi devrildi” demişti.
Erdoğan'ın Büyükanıt ile Dolmabahçe Sarayı'nda yaptığı görüşmeyi de esprili bir dille anlatan Dilipak, “Erdoğan, Büyükanıt ile masaya oturdu. Büyükanıt, Erdoğan'ın aile raporlarını sundu. Erdoğan da, 'inceleyim, sonra görüşürüz' dedi. Dolmabahçe'deki büyük toplantıda ise Erdoğan da Büyükanıt'a ait raporları masaya koydu ve 'Bak bunlar da var. Ama biz sana güveniyoruz' dedi. Büyükanıt da 'Biz de inanmıyoruz. Biz sadece gösterdik' dediğini belirtmişti.
Dilipak, “Ergenekonu mahkemenin çözüme kavuşturmaması halinde, bu yılın eylül ve ekim aylarında darbe yaşanabileceğini” [1] de ileri sürmekteydi.
Oysa doğru bilgiden mahrum yorumlar gevezelikti, sağlıklı ve akıllı yorumdan mahrum bilgiler ise, işlenip yararlı hale getirilmemiş malzeme gibiydi.
Şimdi biraz dikkat lütfen!
1. Erbakan Hoca’nın Abdullah Çatlı gibi, belki derin merkezlerin de ara sıra uzaktan kumandalı biçimde 3. sınıf ajan olarak kullandığı bir mafya babasıyla iş yaptığını ve “Süpermen” Çatlı kazaya kurban gidince, artık Refah-Yol’un ayakta kalamadığını” söyleyecek kadar, ahmakça…
2. “Derin ve kontrol dışı güçler” diye, Siyonist Yahudi Lobilerin güdümündeki sabataist cuntayı ve azıtmış bazı azınlık elebaşlarını saklayıp, “Alevi, sol ve Kemalist unsurlar” diye hedef saptırtacak ve “Erbakan bunları temizleyecekti” demeye getirip fesat çıkaracak ve iftira atacak kadar, alçakça…
3. Sanki “Abdullah Çatlı’nın eski arkadaşı ve yoldaşı Muhsin Yazıcıoğlu’nun; “Erbakan çizgisinde ve Milli şuur istikametinde hizmet verdiği için, kirli derin devlet tarafından bir suikaste kurban edildiğini” ima edecek kadar, safsata ve saptırmaca..
(Oysa Muhsin Yazıcıoğlu’nun ailesi ve takipçileri, bizzat genel merkezlerine ve evlerine kadar gidip ziyaret ettiği ve başsağlığı dilediği halde, Zaman Gazetesinde tam sayfa yayınlanan ve onlarca kişiyi içine alan Taziye Teşekkür ilanında, Erbakan Hoca’nın adını bile anmamışlardı!?)
4. Abdurrahman Çelebi’nin iddia ettiği ve Recep T. Erdoğan’ı kahraman gösterdiği gibi şayet;
“Dolmabahçe’deki Büyükanıt Başbakan görüşmesinde, karşılıklı köşeye sıkıştırıp dosyalar ortaya konuldu ve iki tarafta mecburen uzlaşma ve susma yolunu tuttu” ise, bu ikisini de suçlu ve sorumlu hale getirmez miydi?
Başbakanınızın cesaret ve ciddiyeti, milli mesuliyet ve dirayeti varsa, ima ve işaret ettiğiniz kirli ve tehlikeli dosyaların üzerine gitmesi gerekmez miydi?
Sorularının yanıtını veremeyecek kadar, kaypakça…
Uydurmalar, insana belki bir sürü kalabalığın alkışını kazandırırdı.. Ama sonunda, bu yalanlar ve vartalar, insanı yalama yapar ve kara yüzünü bile kızartırdı. İşin daha da düşündürücü ve üzücü tarafı, maalesef hala bunları dinleyen ve inananlar vardı!
Büyük birlikçilerin kahramanlığı ve geri adımları!
Bilindiği gibi, “Büyük Virtiöz” diye tanıtılan aslı ve amacı malum İdil Biret’e, bir şarap fabrikasının sponsorluğunda, Kutsal Emanetlerin mekânı Topkapı Sarayı bahçesinde, “Vatandaş şarap bedava bizden, İskemle getirip oturmak sizden” sloganıyla bir konser verdirilmiş ve bu kasıtlı saygısızlığa İstanbul Büyük Birlik Gençliği Alperenler, haklı bir tepki göstermişti. AKP’li Kültür Bakanı Ertuğrul Günay, hiç utanmadan bu gençlerimizi “ilkel yaratıklar” diye nitelemişti. Daha da düşündürücü ve üzücü olanı; Alperenler Genel Başkanlığının, ta Ankaralardan kalkıp gelerek Müslüman Türk halkını kışkırtanlara taşeronluk yapan İdil Biret’ten, çiçekli çelenkli özür dilemeleriydi.
Kendi gençlerinin bu onurlu ve şuurlu gayretlerini boşa çıkarıp, onları mahcup bırakıp, sabataist kökenlilere ve Siyonist merkezlere yaranma girişimi, oldukça dikkat çekiciydi ve anlayanlar için çok önemli mesajlar içermekteydi…
Zannedildiği gibi böylesi kibir ve gurur; güçlü olmanın ve kendine güven duymanın değil; tam aksine, bastırılmaya çalışılan korkaklığın ve aşağılık duygusunun bir göstergesidir. İyi niyetli, sağlam iradeli ve güçlü karakterli fertlerin veya devletlerin: gururlu değil, ama onurlu… saldırgan değil, ama sağlam ve sağduyulu… panik atak ve kuşkulu değil, ama duyarlı ve duygulu davrandıkları; binlerce yıllık deneyimlerle kesinleşmiş bilimsel bir gerçekti.
İşte ABD ve İsrail’in ve onların işbirlikçi kölelerinin giderek artan şımarıklık ve saldırganlıklarının altında da, bu korkaklık psikolojisinin ve suçluluğun verdiği endişenin aranması gerekirdi.
Çünkü hadisi şerifte belirtildiği gibi: “Hainler ve zalimler, sürekli korku ve kuşku içerisindeydi.” Ve hayali kahramanlık senaryolarıyla, bu pintilik ve ürkeklik duyguları bastırılmak istenmekteydi.
Bakınız artık en küçük bir haber bile, tüm New York'u yeni bir 11 Eylül korkusu ile sarsmaktaydı.
NEW York ve çevresindeki metrolara yönelik “El Kaide’nin bir saldırı hazırlığında olduğu” iddiaları üzerine, kentte defalarca olağanüstü güvenlik önlemleri alınmıştı.
Hatırlanacağı gibi ABD'de en çok seyahat edilen günlerden biri olan Şükran Günü’nde terör örgütü El Kaide'nin toplu taşıma araçlarına yönelik saldırı yapacağı iddiaları endişe ve paniğe yol açmıştı. Saldırı iddiaları henüz doğrulanmamasına rağmen, New York polisi, özellikle Grand Central, Times ve Union Square istasyonlarında güvenlik önlemlerini artırmıştı. Grand Central’da, New York Polis Departmanı’ndan memurların yanı sıra, bomba uzmanları ve bomba köpekleriyle önlem alınması dikkatlerden kaçmamıştı.
New York metrosunun birçok değişik noktaya bağlantı yapılabilen ana istasyonlarından biri olan Grand Central Terminali’nin çevresinde polis arabalarının da artırıldığı gözlenirken, istasyonlarda ve trenlerde yolculara yönelik sık sık ‘şüpheli paket ve kişileri polise haber vermeleri’ yönünde anonslar yapılmıştı.
Kısaca tüm Amerika ve Avrupa, derin bir korku ve kuşku içinde yaşamaktaydı.
Megalomani; büyüklük hezeyanı: Gurur ve kibir
Gurur, kibrit gibidir; şeytan misali sonunda sahibini de yakıp bitirmektedir.
Megalomani, ya da “büyüklük hezeyanı”, kişinin kendisinde; gerçekle uyuşmayan üstün nitelikler vehmetmesidir. Bu durum derin bir ruhsal sorunun belirtisidir. Megalomani, kendi başına bedeni bir hastalık değilse de oldukça şaşırtıcı bir psikolojik marazdır, gurur ve kibirdir. Büyüklük hezeyanları; kişinin, yetenekleri, nitelikleri ve yaşantısı hakkındaki mantıksız inançlara ve kuruntulara kapıldığının alametidir. Megalomani, kendini önemseme duygusunun, insanı şeytani havalara sokması halidir. Yoksa gerçekliğe dayanıp abartılı bir biçim alan, aşırı bir özgüven değildir.
Megalomani, üç ayrı biçimde ortaya çıkan davranış tipine verilen bir ruhi hastalık ismidir.
-Birincisi, genellikle huzursuzluk, gevezelik, sinirlilik belirtilerinin eşlik ettiği, büyüklük inancı, gurur ve kibir takıntısı olarak belirir.
-İkinci tipte şizofreni belirtileri sezilir: Hezeyanlar o ölçüde manik yapıda değildir. Kişi; olağandışı niteliklere, güç ve zenginliğe sahip olması doğalmış ve kendi hakkıymış gibi davranır. Bu tip megalomanide çoğu zaman “başkalarının kötülükleriyle ve çekememezlikle karşı karşıya kalındığı” konusunda da hezeyanlar görülmektedir.
-Üçüncü tipte megalomani ise: ilerlemiş frengi enfeksiyonu cinsinden hastalıklar sonucu oluşan beyin hasarından kaynaklanabilir. Ne yazık ki, frenginin ilk belirtileri kimi zaman gözden kaçabilir ve başlangıç belirtilerinin hızla yok olmasına karşılık mikroorganizma etkinliğini sürdürebilir. Beyne yayılan iltihaplar yargılama ve dikkati yoğunlaştırma yeteneklerini bozarak; depresyona, megalomaniye ve başka türde hezeyanlara yol açabilir.
Özetle:
“Kahramanlık”la “Şımarıklık”,“Onur”la “gurur”, “aşk”la “şehvet”, “cömertlik”le “savurganlık”, “tevazu” ile “teslimiyetçilik ve korkaklık” çok farklı şeyler olmasına rağmen, genellikle bunların karıştırıldığı doğrudur.
Örneğin, aşk: Yüce Yaratıcıya karşı ruhsal bir saygı ve inanç bağlantısı olan kutsal bir duygudur. Ama insanların birbirlerine karşı ise, aşk; doğal ve hormonal bir tutkudur. Aşk, Allah’a karşı hakiki ve daimi sevgiyi, kadın-erkek arasında ise, mecazi ve geçici muhabbeti çağrıştıran bir olgudur.
Peygamber Efendimizin:
“Sen Yüce Rabbini, Beni, Fatma’yı, Hasan ve Hüseyin’i aynı kalple nasıl seviyorsun?” sorusu karşısında, Hz. Ali’nin susması üzerine, Fatma validemizin, muhterem babası Resulullah’a (SAV) dönerek:
“Beni fıtri şehvetle, Hasan Hüseyin’i insani şefkatle, sizi imani muhabbetle, Yüce Rabbimizi ise akıl ve hidayetle seviyor” yanıtı, nübüvvet verasetinin ve hikmetin doruğudur.
Zalimlerin, hainlerin ve kötülük ehlinin; sonunda hak ettikleri acı ve alçaltıcı akibetlere uğraması ise, ilahi adalete ve “sünnetullah” denen Rabbani adete uygundur.