Anasayfa Genel Ey Dilipak Gibi Kaypaklar…

Ey Dilipak Gibi Kaypaklar…

Yazar: yonetici
0 Yorum 311 Görüntüleyen

Abdurrahman Dilipak: Seçimden hemen sonra13 Haziran 2011 tarihli Yeniakit’te ruh röntgenini yansıtan bir yazı yazmıştı. Hararetle destekledikleri AKP’nin, dolayısıyla ABD ve AB’nin ve Yahudi Lobilerinin kazandığı seçim zaferi sarhoşluğu içinde, Milli Görüşçüleri işaret edip dalga geçerek:

 

“Kimi “Hakkı Hâkim kılmak için” çalışıyoruz” diyenleri, Allah’ın kaderine müdahale etmekle suçluyor ve hızını alamayıp bu sefer Rahmetli Erbakan Hocamızı kastederek:

 

“Allah’ın emrine itaat etmezsen haram, Resulün sünnetine uymazsan mekruh işlerdin ama, birilerinin sözünü dinleyip peşinden gitmezsen ve onların partisine oy vermezsen dinden çıkar, sırat köprüsünü geçemez ve Yahudi’ye asker olurdun…”

 

Diyerek, Onun tarihi hizmet, himmet ve himayesinde adam sınıfına katıldıkları ve dönüp Ona ve davasına hıyanet sayesinde Malum ve Mel’un odaklarca iktidara taşındıkları ve nice imkânlara sahip kılındıkları Zat’a ve sadıklarına sataşıp saçmalayarak akıldanelik satıyordu. Bunca yardım ve yalakalığına rağmen, kıdem ve gayreti çok düşük olanlar bile milletvekili, bakan yapıldığı halde, anlaşılan kendisine teklif getirilmemesine içerleyen bir psikolojiyle ve çaresiz üzerine yakıştırdığı “partiler üstü ağabeylik rolüyle” nasihat çekip tatmin olmaya çalışan bu zavallıya sormak lazımdı:

 

· Yahudi ve Hıristiyanların velayetine ve himayesine sığınmanın münafıklık sayıldığını[1]

 

· Aynı Yahudi ve Hıristiyanların rızasını ve madalyasını kazananların, onların milletlerine (ırkçı emperyalist ve Siyonist emellerine) kiralık hizmetçilik ve uşaklık yaptığını[2]

 

· Zina, faiz, domuz eti gibi haramları suç olmaktan ve ceza almaktan çıkaranların sapıttığını

 

· 22 İslam ülkesini parçalama planı olan BOP eşbaşkanlığını yani Büyük İsrail kâhyalığını yürütenlerin, önce Irak’ta şimdi Libya’da on binlerce masum Müslümanın katline destek ve ruhsat verenlerin sahte kahramanlığını ve gâvura hıyanet ortaklığını KUR’AN söylüyorsa, Resulüllah haber veriyorsa, iz’an ve vicdan ölçüleri bunu tasdik ediyorsa ve bunları Erbakan ve Milli Görüşçüler de imani ve insani bir görev olarak hatırlatıyorsa, BUNLAR SİZE NİYE BATIYORDU?

 

Kaldı ki “Ya Milli Görüş’e, Ülkenin bütünlük ve dirliğine, İslam Birliğine ve Adil Düzene destek vereceksin, ya da (bilerek veya bilmeyerek) Türkiye’yi parçalayacak, Güneydoğuya özerklik hıyaneti ve AB hevesiyle Yahudi’ye askerlik edeceksin” sözü akli ve nakli delillerle bir gerçeğin ifadesi oluyordu. Ama benim peşimden gelmezsen dinden çıkar, sıratı geçemezsin” sözlerini Dilipak, hiç utanmadan kendisi uyduruyordu. Böylesine bayağılıkları ve bayat palavraları akıllılık ve ustalık zannedenlerin; Hakta ve hayırda sebat etmeye çalışanları DELİ görmesi bizim için bir sefalet değil bir asalettir.

 

Bu, Abdurrahman Dilipak, bir zamanlar yazdığı “Yağmalanan ülke; Türkiye” kitabında: (Beyan yy. 1992. İST.)

 

“İnancımıza göre faiz bir sömürü aracıdır. 70 türü vardır. En hafifi bile en ağır bir cürümdür.” “Faiz, fuhuş ve kumar, eğer zorla ele geçirmek güç olacaksa, sömürgecilerin üç güçlü silahı olarak her zaman işe yaramıştır.” (sh: 17) “Millet, içeride devlet, dışarıda faizin çıldırtan baskısı altında. Millet ve devlet borç batağında, faiz yükü altında ezilmeye daha ne kadar devam edecek bakalım?” (sh: 23)

 

“4. Murad’ın dediği gibi, bir süre önce borç almaya alışanlar, bir süre sonra boyun eğmeye razı oluyorlar.. Ekonomik bağımlılığın doğuşunun ilk adımıdır borçlandırma.. Tek başına, şartlı dış yardımlar bağımlı ve zayıf bir ekonomik yapılanmaya kapı aralayacaktır.” (sh: 161) diyordu. Bugün bu faizci düzeni ve borçlanma sistemini en cesur biçimde Recep T. Erdoğan AKP’si uyguluyordu. Acaba bu faiz ve borç düzenini Menderes, Demirel ve Özal uygulayınca günah, ama Erdoğan uygulayınca mübah mı sayılıyordu?

 

Aynı Dilipak, Türkiye’nin parçalanma planlarıyla ilgili şu tespitleri yapıyordu:

 

“1860 tarihli Pitzipios'a[3] ait plan oldukça ilginç: İstanbul uluslararası bir merkez olmalıdır. Balkanlarda bir Eflak devleti ayrıca bir Slav devleti olacaktır. Trakya'dan Arnavutluk’a kadar olan bölge Rum devleti olacaktı, Ege adaları ayrı bir devlet olacak. Filistin'de bir Yahudi devleti, Anadolu’da bir Kürt, Ermenistan ve Laz devleti olacaktı. Paris ve Berlin konferansı, Sevr, Ayastefanos, Tahran, Yalta, Postdam, Lozan.. Ve bu günlere gelindi.. Amaç belli İngiliz komutan Gladstone'nin belirttiği gibi “Kur'an yeryüzünden kalkmalı Avrupa Müslümanlardan temizlenmeli” idi. Kiçon'un da dediği gibi “Kabe yıkılmalı ve Peygamberin mezarı Luvr’a taşınmalı” idi. Bunu başaramadılar, ama umutları tümden bitmiş değil.. Belki her istediklerine kavuşamayacaklar, ama Türkiye eğer bir gün Avrupa Topluluğuna tam üye olarak katılırsa, acaba Emaneti Mukaddes'i Luvr’a ya da, Brisith Museum’a taşımayı düşünürler mi acaba?” (sh: 27)

 

Bu özelleştirme kılıflı; “Türkiye’yi talan politikasını” başkaları yaparken, hıyanet ve rezalet oluyor da; ama AKP iktidarı onlardan bin beter tüm sanayi ve stratejik kurumlarımızı satıp savarken bunun adı cesaret ve keramet mi koyuluyordu?

 

Dilipak Libya’ya Müslüman öldürmeye giden bir İtalyan’ın şu şiirini naklediyordu:

 

“Anne dua et benim için ağlama ne olur

 

Aksine gülmeli ve düşünmelisin İtalya beni çağırıyor anneciğim

 

Trablus’a gidiyorum, mutluluk doluyor içim

 

O melun millet Türkleri ezmeye

 

Padişaha genç kızları peşkeş çeken İslamların dini ile savaşmaya gidiyorum.

 

Anne dua et benim için

 

Kur'an-ı mahvetmek için bütün gücümle savaşacağım.” (sh: 28)

 

Ey Dilipak;

 

O dönemde, Libya’ya Müslümanları ve kutsal kitabını çiğnemek için giden İtalyan gavuruyla bugün NATO’ya destek verip aynı Libya’yı ezen AKP iktidarının size göre ne farkı bulunuyordu?

 

“TC başbakanlık Devlet Planlama Teşkilatının 1983 yılında yayınlanan 5 Beş yıllık kalkınma planı Özel İhtisas Komisyonu Raporunda, AT olayı bütün çıplaklığı ile gözler önüne seriliyor. Söz konusu raporun 96. sayfasında şu görüşlere yer veriliyor: Böyle bir kabul diğer AET üyesi ülkelerin yaptıkları gibi bazı egemenlik yetkilerinin AET organlarına bırakılmasını, bazı yetkilerin ise katılma ile birlikte artık katılan devlet tarafından kullanılmamasını zorunlu kılmaktadır. Oysa anayasamızın 6. maddesinde egemenliğin kayıtsız ve şartsız millete ait olduğunu, kullanılmasının hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamayacağını, hiç bir kimse veya organın kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisini kullanamayacağını belirtmekte, yasama yetkisini düzenleyen 7. maddesinde de yasama yetkisinin Türk milleti adına TBMM’ye ait olduğunu ve bu yetkinin devredilemeyeceğini öngörmektedir. (sh: 30)

 

“Halbuki, 12 Eylülden bir hafta önce 5 Eylül 1980 de AP dışişleri bakanı Hayrettin Erkmen’in 231 oyla güvensizlik sonucu düşürülmesinin ardından, AP Genel başkanı ve Başbakan Süleyman Demirel, Hükümetin ortak pazara girme kararı ile, Türkiye’yi Avrupa’nın bir vilayeti yapmaya kalkıştığı yolundaki MSP eleştirilerine karşı TRT’de de yayınlanan demecinde hiddet içinde şöyle diyordu: “Allah şahittir, Millet şahittir, Dünya şahittir ki bu bir yalandır..

 

Avrupa Topluluğu enformasyon bürosu tarafından yayınlanan, Avrupa Topluluğunu tanıtan yayınlarda da, nihai hedefin “Tek bir devlet” olduğu açık bir şekilde vurgulanmaktadır.” (sh: 32)

 

“Avrupa topluluğuna gelecekte İsrail'in de tam üye olması ile, imparatorluğun yağmalanması ve yıkılmasından sorumlu İsrail’le de tek devlet olacağız ki, Kudüs’ün işgalcisi, Filistinli kardeşlerimizin katili Yahudilerle tek devlet olmak herhalde milli onurumuzu rencide edecek bir vakıa olacaktır.” (sh: 33)

 

Sanıyorum konuyu en güzel özetleyen bir gazete karikatürü idi. Ana domuzun etrafındaki domuz yavruları ve kendisine aynı ağılda yer arayan bir kuzu.. O bizdik.. Domuz ağılında bir kuzu..” (sh: 41)

 

Ey Dilipak, o gün karşı çıktığınız ve “domuz ağılı” saydığınız Avrupa Birliği’nin mi mahiyeti değişiyordu, yoksa sizin gibi “kuzu”ların mı genleri bozulup domuzla uzlaşıyordu?

 

Hala bozulmamış özünüz, hala kızaracak yüzünüz ve Kur’an aynasında ayarınızı görecek gözünüz kalmışsa söyleyin bakalım; şimdi Haçlı Avrupa mı ıslah edilip insafa ve imana geliyor ve kurtuluş kapısı oluyordu? Yoksa sizin gibiler mi akli ve ahlaki ishale yakalanıp densiz ve dengesiz tavırlar sergiliyordu?

 

“Lombardini motorlarının Türkiye'de (Erbakan’ın) Gümüş Motor projesini nasıl iflasa sürüklediğini bilmeyen yoktur. Türkiye'de ilk yerli motor üretimi gerçekleştirilmişti. O zamana kadar aynı tür motorları ithal eden bir Yahudi firması, daha önce yüksek fiyatla sattığı motorları, Gümüş motorun imal fiyatının altında satmaya başlayacaktı.” (sh: 70)

 

“Bugün Sümerbank'ın sahip olduğa arsaların toplamı 10 Trilyon lira hacmindedir. Bu değerden daha fazla ise makine ve binaya sahiptir.

 

Sümerbank, özelleştirilmek için Holdingleştirilmiştir. Yarın Holding sermayesinin % 51'ine sahip olan kişi ya da kuruluş veya grup, bütün bu birikimin tek başına yok pahasına sahibi olacaktır..

 

Farz edelim, 2 Trilyonluk bir holding kurulmuş olsa, 1 Trilyon 200 Milyar liralık hisseye sahip olan 20-30 Trilyonluk servete hükmedecektir. Bu konuda da Türkiye uzantıları bulunan bir takım sermaye çevreleri kollarını sıvamakta gecikmeyeceklerdir. Bu tam anlamı ile bir talan ve yağma olacaktır.

 

Yahudi bir Annenin oğlu (Ki Yahudi inancında nesep anneden geçer) ve Amerikalı bir hanımın kocası olan, bu çevrelerin mutemet finans kurumu Morgan Bank'ta genel müdür muavini olan Cengiz İsrafil bu özelleştirme işinin başına getirilmiş bulunmaktadır..Özal’ın talebi ile ve Morgan Bank'ın yüksek müsaadeleri ile Türkiye'deki Özelleştirme işinin başına getirilen bu kişi, aynı zamanda Ereğli Demir Çelik’in de başında bulunmaktadır. Aynı şekilde Ereğli Demir Çelik tesislerinin de özelleştirilmesi yönünde çaba gösterilmektedir. (sh: 170) diyen Dilipak, bugün AKP eli ile yürütülen talan ve tahribat politikalarına niçin karşı çıkmıyordu?

 

“Haksızlıklar karşısında susan dilsiz şeytandır.. Bu kitap, insanları dilsiz şeytan olmaktan kurtulma yolunda bir çağrı görevini yerine getirdi ise ne mutlu bana!” (sh: 182) diyen Dilipak’a, acaba Allah kendi akıbetini mi söyletiyordu?

 

Ey Dilipak gibi kaypaklar! Dünyaya tapınanların, makam ve menfaatlerini, dinini ve davasını satanların bize deli demesi, şerefimizdir. Allah’tan çok Amerika ve Avrupa’ya güvenenlerin, Yahudi Siyonistlerden ve Haçlı emperyalistlerden maşallah madalyası alınca övünenlerin, bizi deli görmeleri, sevincimizdir. Münafıklığı meslek edinenlerin, riyakârlığı gözü açıklık zannedenlerin bizim deli olduğumuzu söylemeleri, Rabbımdan bir müjde alametidir. Ahireti ve her halinden hesaba çekilmeyi, en fazla bir ihtimal olarak görüp, gerçekten inanmayan, gerektiği şekilde hazırlanmayan, İslam’ı en hayati ihtiyaç ve en kutsal amaç olarak büyük ve zorlu bir imtihan şeklinde değil, sosyal hayatın bir aksesuarı, gelenek ve görenek aracı diye değerlendiren ve en basit çıkarları için en kutsi prensiplerini feda eden fazilet fukaralarının bizi delilikle nitelemesi tabiidir. Çünkü onların akıllılık zannettiği şey; hayvanlar gibi daha çok ve daha kolay yiyip içmek çiftleşip eğlenmektir, şan şöhret ve servete erişmektir. Bazılarının “takva erbabı ve Allah’ın adamı” geçinmek için görünürde münzevi yaşayıp riyazetle uğraşmaları, ama gerçekte milyonlara hükmeden manevi liderlik ve nefsani riyaset peşinde koşmaları ve dahi batıl ve barbar siyaset uğruna, çağdaş zalimlerin ve kafirlerin himayesine sığınma alçaklığına, ayet ve hadislerden fetva uydurmaları, onları “Bel hüm edal – Hatta hayvandan da sapık ve bayağı” konumuna sürüklemektedir. Çünkü hayvanlar, hiç değilse fıtratlarının gereğini yerine getirmekte, yaratılış gayelerine göre hizmet ve hareket etmekte, din ve mukaddesat istismarı gibi bir aşağılığa düşmemektedir.

 

Büyük zatların, zamane Müslümanlarına: “Eğer siz Sahabe-i Kiramı görseydiniz, onlara deli derdiniz; ama şayet onlar sizi görselerdi herhalde Müslüman zannetmez, dinsiz derlerdi” tespitleri, aynı hikmet ve hakikatin çarpıcı bir ifadesidir.

 

Dünyaya tapınmayı, dini hakikatleri çarpıtıp – yozlaştırıp şirke sapmayı, nefsani ve hayvani zevkleri çılgınca yaşamayı, ve bu şeytani amaçlarla her türlü haksızlık ve ahlaksızlığı mubah saymayı AKILLILIK zannedenlerin nazarında; Allah’ın rızasını, insanların huzur ve hatırını ve ahiret hazırlığını esas alanlar DELİDİR!… İşte bu yüzden müşrikler Hz. Peygamber Efendimize (SAV):

 

“Ey kendisine zikir (Kur’an’ı Kerim) indirilen, Sen kesinlikle bir delisin!” demişler ve onu alay konusu edinmişlerdir.[4]

 

Ama Cenabı Hak Resulünü:

 

“Sana emrolunan (hüküm ve hakikatleri açıkça (kâfir ve zalimleri çatlatırcasına) anlat ve müşriklerden yüz çevirip (saldırılarına aldırma!) (Çünkü) O alay eden (ve sana karşı deli diyen şaşkın şımarıklara) karşı Biz sana yeteriz”[5] ayetleriyle teskin ve teselli etmiştir.

 

İbni Abbas’tan rivayet edildiğine göre, Mekke döneminde, Hz. Peygamberimizin belirli aylarda Kâbe’yi ziyarete ve ticarete gelen misafir kabileleri İslam’a davet için hazırlandığını sezen müşrikler, içlerinden saygın hatip ve şairleri seçip, Mekke’ye giriş yolları üzerine görevlendirmiş ve hepsi aynı ağızla dışarıdan gelenlere:

 

“Sakın Muhammed isimli mecnun (deli) kişinin söylediklerine aldırmayın. O dünyalık çıkarlar peşinde koşan, birlik ve dirliğimizi bozan bir sihirbaz ve sahtekârdır!” iftiralarını söyletmiş ve maalesef ikna etmişlerdir.[6]

 

Evet, insanlar öyle bir hale geldi ki; çağdaş Tağutlara ve Nemrutlara tapınan rezil ve zelil kimseler zeki, ama Rabbına sığınan ve Kur’an’a sarılan aziz ve azimli müminler deli olarak görülmektedir.

 

Oysa, Haktan ve hayırdan sapıtıp hidayeti kararan, mazlumu horlayıp zalimi kayıran, Kur’ani düsturları ve uyarıları okuyup kavramayan, en küçük sıkıntı veya menfaat karşılığı davasına ve dostlarına yan çizip kaytaran kahpe ve kalleş tipler; gafiller ve cahiller güruhunca zeki ve becerikli sanılıp imrenilirken, aynı kesimlerce DELİ görülmek ne büyük bir fazilettir!

 

Yahudi Siyonistlerle ve Haçlı emperyalistlerle işbirliğini, “iş bilirlik” diye sunan ve bu sahtekârlığa kanıp alkışlayan alıkların, her türlü alçaklığı gözü açıklık diye yaftalayan salakların bize deli demesi ne güzel bir benzetmedir!

 

Oysa gerçek beyinsiz ve bilinçsiz olanlar:

 

· Yaradılış gayesinden ve insanlık gayretinden uzaklaşanlardır.

 

· Şahsi çıkarları için, çağdaş firavunlara kâhyalık yapanlardır.

 

· Ahmaklar, başkalarının dünyası için kendi ahiretini ve imanını yıkanlardır.

 

· Karunların rızası ve kalabalıkların alkışı için, Allah’ın gazabını ve cehennem azabını kazananlardır.

 

· En akılsız ve ahlaksız kişiler; Bir vakit namazı geciktiren veya bir şişe bira içen insanlara suizan edip, hor görüp zebanilere teslim ettikleri halde; Irak’ta, Libya’da, Filistin’de ve Suriye’de yüz binlerce masum Müslümanı katleden ve canileri resmen destekleyen şerefsizlere hüsnü zan besleyip hoş görenler ve bu küresel fesatlıklara fetva uyduranlardır.

 

Hz. Peygamberimizin Asrı Saadetine yetiştiği ve ziyaret için Yemen’den kalkıp Medine’ye gittiği halde, kaderin cilvesi Resulüllahı göremeyen ve sahabe rütbesine eremeyen, ama Tabiin’in en büyüğü kabul edilen “VEYSEL KARANİ” Hz.lerine, Aleyhisselatü vesselam Efendimizin vasiyet ve emanetini vermek isteyen Halife Hz. Ömer’in Hac mevsimi Mina’da Yemen kafilesini bulup:

 

“Aranızda Karan halkından Üveys isimli birisi var mı?” diye sorması üzerine, içlerinden bir ihtiyar:

 

“Ey müminlerin emiri, sürekli çöllerde münzevi şekilde vakit geçiren ve dünya nimetlerinden yararlanmayı bilmeyen bir DELİ dışında aramızda Üveys isimli kimse bilmiyoruz”[7] itirafı da, gerçek hakikat ehlinin ve örnek müminlerin hep deli görüldüğünün bir kanıtıdır. Veysel Karani Hz.leri, uzun zaman gözlerden uzak yaşayıp, sonunda Hz. Ali’nin hilafetini duyunca:

 

“Ona bağlanmak ve bağiylere karşı vuruşmak bana vasiyet edilmiştir” diyerek, Hz. Ali’ye (RA) biat edip safına katılmış ve Sıffın savaşında şehitlik mertebesine ulaşmıştır.[8]

 

Üstelik insanların bize deli demeleri, ilahi bir ikaz manasındadır.

 

· Bu denli günahlarımıza, milletimiz ve devletimiz üzerindeki tahribatlara karşılık, böylesine rahatlık ve vurdumduymazlık, delilik değil de nedir?

 

· Gizli ayıplarımız ve manevi kayıplarımız yüzünden kalbimiz pas bağlamışken, devamlı yas tutmamız gerektiği halde, kurtuluş beratını almış gibi ferahlanıp şımarmamız, gaflet ve cehaletten de öte, elbette deliliktir.

 

· Allah’a ibadet ve İslam’a hizmetkârlık yerine, O’nu istismara ve nefsi isteklerimiz için ucuz harcamaya kalkışmamız, insanlar nazarında mübarek ve muhterem bilinmek için çırpınmamız deliliğin en derinidir.

 

· Karı pazarlayıcılarından beter bir pervasızlıkla, dünyalık kazancı ve şöhret ihtiyacı için çok ucuza ayet ve keramet satan, ilmini ve hizmetini geçim vasıtası yapan; hatta taraftar ve tabilerini batıl ve barbar zihniyetli partilere pazarlamaktan utanmayan kimselerin akıl ve vicdan neresindedir?

 

· Oysa kanaat ve takva sahibi herkes zengindir, hırs ve tamah ehli de fakir ve hakirdir!.

 

Şiir

 

Mecnunlukla suçlandı, Nebiler ve veliler

 

Döneklik zekilikse, şereflidir deliler

 

Hıyaneti lanetler, akli nakli deliller

 

İlahi maksudum Sen ve rızan hedefimdir

 

Gafil cahil gözünde, delilik şerefimdir!

 

Ülkesini satanlar, zevce pazarlayandan

 

Çok daha aşağıdır, bizi azarlayandan

 

Gâvura uşak olup, halka horozlanandan

 

Bunların tapındığı, teptiğim kenefimdir

 

Münafık nazarında, delilik şerefimdir!

 

İkbal iktidar için, haysiyet fukarası

 

Kutsalını satıyor, Siyonist maskarası

 

Yedi derya yıkasa, gitmez yüzün karası

 

Doğruluk dinim benim, ve mertlik sedefimdir

 

Hayvanat havlasınlar, delilik şerefimdir!

 

İsrail’i aklıyor, otorite fetvası

 

Libya’da katliamı, caiz görür haftası

 

“İlımlı İslam” olur, kahpeliğin yaftası

 

Allah’ım Adil Düzen; izzetim hevesimdir

 

Kur’an’dır dayanağım, delilik şerefimdir!

 

Evet; Erbakan Hocamızın “Cihat delisi ve dava dertlisi” olunması gerektiğini sıkça vurgulamasında da bu gerçekler gizlidir.

 

Kur’anı Kerim, peygamberler dışında, Nebilerin tebliğ için görevlendirdiği seçkin davetçilere de “Resul” demektedir.[9]

 

Allah aşkından ve Kur’ana bağlılığından dolayı çevresinde deli denilen bir zat, Kufe Mescidinde bir Cuma günü ayağa kalkıp:

 

“Ey insanlar (sözlerimi dinleyin ve Kur’an’a yönelin) Ben sizin hepinize gönderilmiş bir elçiyim”[10] ayetini okuyunca, bazıları sapıtmış diye hücuma yeltenmişlerdi. Ama camide bulunan diğer meşhur deli-velilerden Behlül Dana durumu şöyle düzeltip halkı sakinleştirmiş, aynı zamanda:

 

“Sana Onun vahyi tamamlanmazdan önce, Kur’an-ı okumakta acele etme ve “Rabbim ilmimi artır” de”[11] ayetini hatırlatıp o deli-velinin de dikkatini çekmişti.[12]

 

Belki de, bazı gerçekleri ve karanlık kişileri müsait bulunmayan ortamlarda, münasip olmayan bir zamanda ve iğneleyici bir tarzda deşifre etmemiz, böylece akıl ve anlayışları zorlayan şeyleri dile getirmemiz bize deli denmesinde ve insanların aleyhimize dönmesinde etkili olabilir; bu bizim aceleciliğimiz ve acemiliğimizdir. Ancak asıl suçumuz “Kral çıplaktır” dememiz ve Kur’an aynasında münafık ve marazlı tiplerin iç yüzünü herkese göstermemizdir.

 

Evet, Milli Çözüm zalimlerin ve işbirlikçi hainlerin, tiyniyet ve zihniyet röntgenini çekmektedir.

 


 


[1] Maide: 51-52

 

[2] Bakara: 120

 

[3] 1858’de yayımlanan Les Reformes de L’empire Byzantin (Bizans İmparatorluğu Reformları) adlı kitabın yazarı Pitzipios’a göre Osmanlı’nın, Şark Meselesinin çözüme bağlanmasının tek bir yolu vardır, o da, yasaları, yönetimi ve devlet başkanlarını Hıristiyanlaştırmaktır. Bu çözüm eldeki tek olanaktır.

 

[4] Hicr: 6-11

 

[5] Hicr: 94-95

 

[6] Beyhaki – Delailün Nübüvve c.2 sh.316 İbni Hişam: Essiretün Nebeviyye c.2 sh.191

 

[7] Medine’nin Yedi Meşhur Fakihinden Said b. El-Müseyyeb’in kitabından

 

[8] El-Hakim-Müstedrek c.3 sh.408

 

[9] Yasin: 13-27

 

[10] Araf:158

 

[11] Taha: 114

 

[12] Ebul Kasım Neysaburi Ukalakul Mecanin (Akıllı Deliler Bölümü)

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi