ERBAKAN VE ŞEYTANIN “DOKUZ”LU ÇETESİ
“Kur’an’daki her ayetin, değişen ve gelişen bütün asırlara ve farklı toplumlara bakan, ayrı ayrı işaret ve hikmetleri vardır.”
İşte mealini vereceğimiz şu Ayet-i Kerime de, bugün yeryüzünde ve ülkemizde sürdürülmek istenen zulüm ve rezalet düzeninin “DOKUZ’LU BİR ÇETE” tarafından yürütüldüğünü açıkça haber vermektedir.
“O Medine’de (Medeniyette ve Memlekette) DOKUZ’LU BİR ÇETE vardı. Bunlar yeryüzünde (ve ülkelerinde) devamlı bozgunculuk yapıyor, dirlik ve düzen bırakmıyorlardı. (Kendi aralarından) Allah adına yemin ederek dediler ki “Gece mutlaka ona ve ailesine baskın düzenleyelim (ve hepsinin işini bitirelim). Sonra da sahiplerine “(salih ve) ailesinin yok edilişinden hiç haberimiz yok. (olup bitenleri asla görmedik). Bizler, gerçekten doğruyu söyleyenlerdeniz” (diye onları aldatalım ve atlatalım).”[1]
Bu ayeti kerimede dokuz (9) gerçeğe dikkatimiz çekilmektedir:
1- Her zulüm ve sömürü düzeni, DOKUZ’lu bir çeteye ve organizeli bir örgüte dayanmaktadır.
2- Bunlar yeryüzünde ve ülkelerinde fitne ve fesat çıkarmaktadır.
3- Bunlar aslında barışa ve temel insan haklarına düşmandır.
4- Ama zahirde, demokrasi ve dindarlık istismarı yapılmaktadır.
5- Adalet ve hakkaniyet isteyen rakiplerini mertlikle değil, hainlik ve gizlilikle imhaya kalkışılmaktadır.
6- Üstelik bütün bu cinayet ve rezaletlerini inkar etmekte ve yalancı şahitlikle sorumluluktan sıyrılmaya çalışılmaktadır.
7- Bunlar kendilerinin, doğru ve demokrat olarak tanıtmaktadır.
8- Bütün işleri (Ticaretleri, siyasetleri) hile, haksızlık ve tuzaktır.
9- Ne var ki, sonunda, bütün bu tuzakları boşa çıkacak ve zulüm düzenleri yıkılacaktır.
İşte bu DOKUZ’lu çeteyi günümüzde aşağıdaki şeytan ve şarlatan şebekesi temsil etmektedir:
(1- Mafya 2- Medya 3- Mason) + (4- Münkir 5- Müşrik 6- Münafık) + (7- Müdür, (Bürokrasi) 8- Milletvekili (hain siyasetci) 9- Mal (haram ve haksız servet) sahibi)
Şimdi “DOKUZ “M” Formülü” diyebileceğimiz bu organizeli çetenin elemanlarını tek tek tanımaya çalışalım:
1- MAFYA: Halkın devletten ve adaletten ümidini kestiği, güvensiz ve dengesiz düzenlerde ortaya çıkan ve her türlü kanunsuzluğu ve kaçakçılığı mübah sayan yer altı örgütleri ve karanlık güçlerdir.
2- MEDYA: Her türlü haksızlığı ve ahlaksızlığı reklam ve teşvik eden basın-yayın kuruluşları ve kişileridir. Milli çıkarları ve genel ahlaki kuralları yıkmaya yönelmişlerdir.
3-MASON: Yeryüzünde Yahudi hükümranlığını gerçekleştirme projesi olan siyonizm’in her ülkedeki yerli temsilcileri ve hizmetçileridir. Kökleri dışarıda gizli şer şebekeleridir.
4- MÜNKİR: Her türlü maneviyatı ve mukaddesatı açıkça inkar eden, demokrasiyi despotizme, laikliği dinsizliğe çeviren inançsız kesimidir. Genellikle solculuk ve çağdaşlık kisvesine sığınan ve mukaddesata saldıran kimselerdir.
5- MÜŞRİK: Çoğu zaman Müslüman görünen ve dindar geçinen, Allah’a ve yüce yaratıcıya inandığını söyleyen[2] ama İslam’ın ahlak ve hayat prensiplerini kabul etmeyen ve genellikle din diye atadan babadan gördüğü yozlaştırılmış gelenekleri taklit eden (Bakara: 170) ve Hakk’ın değil kalabalığın peşinde sürüklenen tiplerdir.
6- MÜNAFIK: Münafıklar, İslami cemaatler içinden çıkarlar. Ya “hikmet ve hizmet” erbabı olarak kendini tanıtıp toplumu cihat ruhundan, siyaset ve devlet şuurundan uzak tutmaya çalışırlar. Diğer sekiz sınıfla işbirliği yapıp gerçek müslümanlara cephe alırlar.
Veya, makam ve menfaat hatırına bizzat hizmet teşkilatına sızıp kendilerini gizlemeyi başarırlar. Ama devamlı fesat çıkarır ve ortalığı karıştırırlar. Fırsat bulunca da haklı ve hayırlı bir teşkilattan ayrılırlar. Masonlarla gizli ilişkiler kurarak, Mescid-i Dırar misali yeni oluşumlara katılırlar.
7- MÜDÜR (BÜROKRAT): Çeşitli banka ve fabrikalarda, veya sivil ve askeri kurumlarda, ya da emniyet teşkilatında genel müdür, müsteşar, müfettiş gibi resmi makamlara getirilip bu yetki ve etiketlerini hıyanet ve hırsızlık yolunda istismara kalkışan, mafya ve masonlara rüşvet karşılığı kolaylık sağlayan bürokrat kesimidir.
8- MİLLETVEKİLİ: Çeşitli partilerden aday olup Meclise giren ama bu siyasi forsunu ve dokunulmazlık zırhını kullanarak, karanlık güçlere yardım ve yataklık yapan parti başkanı, milletvekili gibi haysiyetsiz ve hain siyasilerdir.
9- MAL(Haram ve haksız servet) SAHİPLERİ: Bunlar faiz, karaborsa, ihtikar, rantiyecilik, devlet ihalesi gibi hileli ve haram yollarla milletin emeğini ve alın terini sömüren ve Karunlar gibi semiren, zalim zengin tipi ve sözde iş adamları kesimidir.
Bu dokuzlu çete devamlı biri birini kollayıp ve irtibatlı hareket etmektedir. Medya bu tipleri reklam etmekte, bunlar medyayı beslemektedir.
İşte ülkemizde de, yıllardır çöreklenen ve toplumun başına bir kâbus gibi çöken bu şer cephesi ve şeytan şebekesi, köklerini kurutacağı için Erbakan hükümetine dokuz cepheden savaş açmış, iktidardan uzaklaştırmış ve partilerini kapatmışlardır… Ama çaresi yok, yakında Hakkın uyarısı ve halkın uyanışı karşısında bitecekler ve batacaklardır… Ve zaten Erbakan bu dokuzlu çeteyle tam elli yıl savaşarak ve bütün tuzaklarını adım adım aşarak, mutlu sona ve Rabbına ulaşmıştır.
Konuya “Dokuzlu çete”yi haber veren ayetlerin devamıyla bakalım:
“Onlar (dokuzlu çete) böylece tuzak kurdular. Biz de kendileri farkında olmadan, onların planlarını alt üst ettik.
Bak, işte hile ve hıyanetlerinin (ve zulüm düzenlerinin) sonu ne oldu? Onları da kendilerine uyan taraftarlarını da toptan helak ettik.
İşte haksızlıkları (ve ahlaksızlıkları) yüzünden çökmüş ve harabeye dönmüş köşkleri ve sarayları!..
Bunları düşünüp anlayanlar için, bir ibret ve hikmet levhası olarak bıraktık. İman edenleri ve kötülükten sakınan kimseleri ise kurtardık.” [3]
Ve Erbakan ömrünü bu dokuzlu şeytan şebekesine son darbeyi vurmanın ve insanlığı kurtarmanın bütün plan ve hazırlıklarını yaparak harcamıştı. Onun için lüzumsuz konuşmaya ve edebiyat parçalamaya vakit bulamamıştı.
Bu güne kadar edebiyat yapmaktan, icraat yapmaya fırsat bulamayan başbakanlara karşılık, Erbakan’ın Refah-Yol döneminde olumlu ve onurlu işler peşinde koşup gereksiz laf konuşmaya tenezzül buyurmaması, hem bazı kiralık medya mensuplarını, hem mason siyaset münafıklarını, hem de entel geçinen bazı marazlıları kuşkulandırmıştı.
Daha önce Erbakan yıllarca konuştu. Çünkü o zaman “tebligat” (gerçekleri anlatma ve halkı uyandırma) konumundaydı. Ama Refah-Yol da artık Başbakandı. İcraat makamındaydı. Yani tasarılarını tatbikata koyma durumundaydı.
Bu marazlı çevreler bilmiyor ki “tebligat makamında iken susmak ne kadar yanlışsa, icraat makamında iken lüzumsuz konuşmak da o kadar yararsızdı.”
Hem bazen susmak ve tavır koymak en güzel cevaptı.
Hatırlayın… Bir zamanlar T.C. Başbakanı olarak rahmetli Özal ABD’ye gidiyor, kendisini New York belediye başkan yardımcısı karşılıyordu.
İşte bunun intikamı, Clinton’un Irak’a karşı İncirliği kullanma talebi ve temennisi için açtığı telefona, Başbakan iken, Erbakan’ın cevap vermeye tenezzül buyurmamasıydı!..
Bir zamanlar T.C. Cumhurbaşkanı Özal Rusya’ya gidiyor, ama dönemin Devlet Başkanı, tatilini kesip kendisini karşılamaya bile gelmiyordu.
Ve yine T.C. Cumhurbaşkanı Sn. Demirel Amerika’ya gidiyor, ama Beyaz Saray’da bir resmi ziyafet bile kendisine reva görülmüyordu.
Yani ABD’li arsızlar, devlet onurumuza saygı göstermiyor ve bizi hesaba katmıyordu!..
İşte bütün bu hakaret ve hıyanetlerin anlamlı ve onurlu cevabı ise Erbakan’ın, Başbakanlığı döneminde, Pentagon’un patronu ve ABD Savunma Bakanı William Perry’nin keyfine kapılmaması ve tatil programını kesip Perry’nin ayağına ve Ankara’ya koşmamasıydı. Erbakan bu tavrıyla şu mesajı vermeye çalışmıştı.
“Ey Karanlık güçlerin Perri’si! Şayet sizin İncirlik’teki üsleri kullanmak, Irak’taki hezimetten sıyrılmak ve olmayan şerefinizi kurtarmak için, Türkiye’ye yalvarma ihtiyacınız varsa, Türk yetkililerin vereceği uygun zamana göre kendinizi ayarlamanız ve ona göre program yapmanız gerekir!”
Ama bugüne kadar başkalarını köle gibi kullanmaya alışmış ve güçlü olmanın verdiği şartlarla şımarmış olan A.B.D Savunma Bakanı, Türkiye’ye haber gönderiyor ve “Bir-iki saatlik vaktim var. Cumhurbaşkanından başbakanına, Dışişleri Bakanından Savunma Bakanına, Genel Kurmaydan dışişleri uzmanlarına hepiniz hazır olun… Görüşüp gideceğim!” diyordu. Her türlü protokol kurallarını çiğnemeye kalkıyordu…
Ama Erbakan, millet onurumuza ve devlet gururumuza yakışır bir tavırla: “Bizimle görüşmeniz ve bazı taleplerinizi iletmeniz gerekiyorsa bekleyin, öğleden sonrası için size bir zaman ayırabilirim!..” diyordu. Adam bu teklifi içine sindiremiyor, bir iki saat beklemeden defolup gidiyordu!.. Hoca da “Geçti Ankara’nın pazarı, sür uçağını Avrupa’ya” der gibi, bu haddini bilmeyen Amerikalıyı adam yerine koymuyordu!..
Şimdi Erbakan’ın, yıllardır hasretini çektiğimiz bu ciddiyetli ve cesaretli davranışlarını “Amerika Refah’ı hesaba katmıyor”, “Erbakan Perry’den kaçıyor” diye tersine yorumlayan ve halkımızın gözünü boyayan bazı medya madrabazları, Firavun’un sihirbazlarından daha aşağılık bir tavır sergiliyordu.
Evet, “Susulacak yerde konuşmak ahmaklık, konuşulacak yerde susmak ise korkaklıktır.” Nerede konuşulup nerede susulacağını bilmeyecek kadar diline hakim bulunmasaydı, Erbakan bugün bu makamda olmayacak o tarihi atılımları yapamayacaktı. Hem bazı olaylar karşısında susmak, konuşmaktan daha anlamlı bir mesajdı.
Erbakan Kuzey Irak’ta, ülkemiz ve bölgemiz açısından gayet olumlu sayılacak gelişmeleri yönlendirmek ve değerlendirmekle uğraşırken, sözde Amerika’ya atıp tutan ve ucuz kahramanlık peşinde koşanların, henüz birkaç gün önce Amerika’dan talimat alıp döndüklerini bilmeyen kalmamıştı.
Hem Erbakan lüzumsuz yere niye konuşsundu? ABD hükümetlerini yönlendiren siyonist locaları ortaya çıkıp konuşmuyorlar ki, bölgemizdeki bazı aktörlerin akıl hocaları da meydana atılsınlardı?
Üstelik Erbakan, siyonistlerin güdümündeki Amerika’nın dişlerini çoktan saymış bulunuyordu. “Bu tek dişi kalmış canavar”ın uzaktan bir iki füze fırlatmak ve bir iki uçak kaldırmak dışında, Körfez’de yeni bir savaşı göze alacak mecali bulunmadığını, çok çaresiz ve mecbur kaldığında ise intihar savaşına kalkışmış olacağını da çok iyi biliyordu.
Birinci Körfez Savaşı’nda ABD, Almanya’nın, Japonya’nın, Fransa’nın parasıyla, Türkiye, Mısır ve Suudi Arabistan’ın katkısıyla, velhasıl tüm dünyanın ekonomik, siyasi ve askeri yardımıyla ancak Irak’la savaşabilmiş ve buna rağmen böyle 3. sınıf bir ülkeyle zor başa çıkabilmişti.
Ama artık bu imkânların hiçbirine sahip bulunmuyor, bölgede yalnızlığını ve çaresizliğini örtmek için çırpınıyordu!..
Erbakan ise, her türlü tedbirini almış güçlü ve güvenilir bir devlet adamı ciddiyetiyle, en küçük bir telaş ve tedirginlik göstermeden proje ve programlarını adım adım yürütmeye devam ediyordu…
Suskunluğu ve vakurluğu ise siyonist mahfilleri oldukça ürkütüyordu!..
Ülkemizdeki bir kısım kiralık köşe yazarları ve satılık televizyon yorumcuları, Erbakan tanrı gibi taptıkları Amerikalı ağabeylerine, yüz vermemiş diye, hırsından tepinip duruyordu!..
O sırada Amerika, Kuzey Irak’taki Ermeni ve Yahudi asıllı peşmerge ajanlarını Ruham adalarına taşımıştı… Acaba diyorum, bizdeki bazı medya ajanlarını ne zaman ve nereye kaçırılacaktı?
Ama hayır, Erbakan niye susuyor? diye yırtınanlar, Hoca’nın hayati önem taşıyan 2. Ekonomik Paketi açıkladığı basın toplantısını naklen yayınlamaları gerekirken, aynı günkü haber saatlerinde bile vermeyen, ama bir eski belediye müdürü hırsızın, hapishane aşkını haber diye ekrana getiren soysuzlara Amerika bile sahip çıkmayacaktı… Çünkü nüfus kâğıtlarında “Müslüman” yazıyordu!.. Halbuki Amerika’ya bedava amigoluk da yapsanız, Yahudi ve Hıristiyan olmadıkça, bunları adam yerine koymayacaklardı!..
https://www.millicozum.com/mc/2011/mart-ozel-2011/erbakan-ve-seytanin-dokuzlu-cetesi/