Anasayfa » AKP’NİN YANLIŞ EKONOMİ POLİTİKASI VE KORONA SALGINI SONRASI ÜRKÜTÜYORDU

AKP’NİN YANLIŞ EKONOMİ POLİTİKASI VE KORONA SALGINI SONRASI ÜRKÜTÜYORDU

Yazar: yonetici
0 Yorum 166 Görüntüleyen

AKP’NİN YANLIŞ EKONOMİ POLİTİKASI

VE

KORONA SALGINI SONRASI ÜRKÜTÜYORDU

        

18 yıldır işbaşında bulunan AKP ve Erdoğan iktidarı; sanayileşme hamlesini tamamlamak, yerli ve milli projelerle üretime dayalı kalkınma programları uygulamak yerine; bütün fabrikalarımızı kapatmak, stratejik kurumlarımızı satıp savmak ve faizli dış borçlanma ve yabancı sermayeye alan açmak yoluyla geçici bir rahatlama sağlamış görünse de, geleceğimizi ve güvenliğimizi karartan bir ekonomi politikasıyla sonunda duvara toslamış ve tıkanmıştı. 2020 Korona salgını ise bu çaresizlik ve tükenmişliği açıkça ortaya çıkarmıştı. Öyle ki, Sn. Erdoğan halktan bağış toplama kampanyalarına mecbur kalmıştı.

Dünya Bankası’ndan AKP Türkiye’si için: “Büyüme yüzde 0,5’e düşecek, bütçe açığı patlayacak” uyarısı!

Dünya Bankası raporunda, Covid-19 salgını sonrasında Türkiye’nin 2020 yılı büyümesi yüzde 3’ten yüzde 0,5’e alçaltılırken, bütçe açığının da GSYH’ye oranında yüzde 4,5’e yükseleceği tahmininde bulunmuşlardı! Dünya Bankası, Avrupa ve Orta Asya bölgesi için hazırlanan ilkbahar 2020 Ekonomik Güncelleme Raporu’nun sonuçlarını açıklamıştı. Rapora göre, Dünya Bankası, yeni tip Korona virüs (Covid-19) salgını sonrasında Türkiye ekonomisi için 2020 yılı büyüme ve enflasyon öngörülerini değiştirmiş durumdaydı. Salgın öncesinde Türk ekonomisinin 2020 yılında yüzde 3 civarında büyüyeceğini tahmin eden Dünya Bankası, beklentisini aşağı yönlü revize ederek yüzde 0,5’e indirdiğini vurgulamıştı. Dünya Bankası’nın raporuna göre, Türkiye’de bütçe açığında da büyük bir artış yaşanacaktı. Bankanın tahminine göre bütçe açığının GSYH’ye oranı bu yıl yüzde 4,5’e çıkacaktı.

Hazineden rekor açık ürkütücü boyutlardaydı!

Bugüne kadarki en büyük açığını Aralık 2019’da 36,8 milyar lira ile veren Hazine nakit dengesi, Mart’ta tarihinin “en büyük açığı” rekoruna ulaşmıştı. Hazine nakit açığı Mart’ta 40,4 milyar liraya fırlamış, Mart’ta faiz ödemeleri ise 11,9 milyar lira olarak saptanmıştı.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, mart ayına ilişkin nakit gerçekleşmelerine göre; Korona virüs salgını etkisinin tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ağır bir şekilde hissedildiği Mart’ta, Hazine nakit dengesi 40 milyar 445 milyon lira açık vermiş durumdaydı. Şubat’ta açık 8 milyar 974 milyon lira kadardı. Hazine’nin nakit dengesi en yüksek açığı Aralık 2019’da 36 milyar 794 milyon liraydı. Böylelikle Hazine, 40,4 milyar lira ile tarihinin en büyük açığını vermiş olmaktaydı.

Tarım durursa hayat duracaktı!

Adana Çiftçiler Birliği Başkanı Mutlu Doğru, içinde bulunduğumuz zor dönemde halkın beslenme ihtiyacını karşılayan tarım sektörü için alınması gereken acil önlem önerisinde bulunarak, “Çiftçi durursa tarım durur, tarım durursa hayat durur” diye uyarmıştı.

Mutlu Doğru, bu dönemde tarımsal üretimin devamlılığının önemine vurgu yapmıştı. Korona virüs salgınının, ekonomik olarak birçok sektörü olumsuz etkileyeceğinin aşikâr olduğunu ifade eden Doğru, “Bu salgının, halkımızın sağlıklı beslenme ihtiyacını karşılayan tarım sektörüne olacak etkilerini en aza indirmek ve üretime devam etmek için alınması gereken acil önlemler bulunmaktadır” diye uyarmıştı.

AKP’nin Ekonomi Balonu Patlamaya Hazırdı!

Korona virüs krizinin tahribatı, 2008-2009 krizinden daha fazla olacaktır. Çünkü tüm dünyada ekonomi eş zamanlı olarak durmuş durumda, çoğu insan evine kapanmış durumda ve fabrikalar durmuş durumdadır. Ekonomik aktivitenin tamamen durduğu bir duruma dünya tarihinde az rastlanmaktadır.  

Tabi AKP Türkiye’si bu krize biraz zayıf yakalanmıştır. Yani ekonomik bünyemizin zayıf olduğu bir noktada, bu kriz ile karşı karşıya kalınmıştır. Merkez Bankamızın rezervleri, bir aralar, biliyorsunuz 136 milyar dolara ulaşmıştı. Şimdi güya 90 milyar dolar civarındadır, ama net rezervler 36 milyar dolardır. Üstelik Swap Anlaşmalarını ve Merkez Bankası’nda tutulan hazine mevduatını düştükten sonra neredeyse eksiye düşen bir rakam söz konusu olmaktadır. Türkiye’nin bütçe açığı, Korona virüs salgını krizi öncesinde zaten yükselmiş durumdaydı. Bankalarımızın bilançoları zaten zayıflamıştı. Biliyorsunuz, Merkez Bankası’nın yedek akçeleri dahi, bu kriz öncesinde tüketilip harcanmıştı.

Bizim 82 milyonluk nüfusumuza bakıldığında bunun yaklaşık 27 milyonu emekli ve devlette çalışanlardan oluşmaktaydı. Yani devletten doğrudan maaş alan ve o maaş alanlara bağlı yaşayan, onların aileleri ve etrafı 27 milyon kadardı. Ama geri kalan 55 milyon vatandaşımızın devletten tek bir kuruş geliri bulunmamaktaydı. 55 milyon insanımız tamamen, kendi bileğinin gücüyle, alnının teri ile geçimini sağlamaktaydı. Hani insanlara “Evinde kal” deniyor, ama evinden çıkıp da günlük ekmek parasını kazanamazsa, ailesini geçindirecek imkânı yoksa, insanlar nasıl yaşayacaklardı? Dolayısıyla, en acil tedbir alınması gereken kesim, devletten herhangi bir geliri olmayan bu kesim olmaktaydı. Yaklaşık 9 milyon insanımız da güya çalışıyor, “işim var” diyordu, fakat kayıt dışıydı. Kayıt dışı çalışanlarla ilgili de, bugüne kadar açıklanan ne kısa çalışma ödeneği, ne işsizlik sigortası; bunların hiçbirisi kayıt dışı çalışanlara uygulanmamaktaydı. 9 milyon insan ki bu rakam; TÜİK’in 2019 Aralık’ta açıkladığı rakamdır. Bu 9 milyon insanın hiçbir yerde kaydı yok, ama çalışıyorlar. Türkiye’nin şu anda en büyük sorununu işsizlik, gelirsizlik ve sosyal korumanın olmadığı kesimler oluşturmaktaydı. Ayrıca küçük işletmeler vardı ki, bunların hayatiyetini kaybetmesi çok hızlı ve çok kolay olmaktaydı. Bu nedenle küçük işletmelerle ilgili tedbirlerin çok acil olması lazımdı. Bürokrasiye boğulmadan bunlara yardımların, desteklerin derhal ulaştırılması lazımdı. Yani şu anda, elde ne var ne yoksa, bütün imkânlar hepsi ve acilen kullanılmalıydı. Bir gün dahi gecikmenin zararı, ileride çok büyük tahribatlara yol açacaktı. Yani gerek doğrudan vatandaşa para vermek gerek devletin alacaklarını ertelemek gibi bütün seçenekler kullanılmalıydı. Aksi halde bu kriz çok tahribat yapacak ve tekrar toparlaması da zor olacaktı. Şu anda diğer ülkelere baktığımız zaman, bu ülkelerin açıkladıkları tedbir paketleri, milli gelirlerine oranla çok yüksek durumdaydı. Yani burada yüzde 10-15-20 gibi rakamlar konuşulmaktaydı. Ama Türkiye’de yapılanlar ve alınan tedbirler, milli gelirin sadece yüzde 2’si, 3’ü civarındaydı. Yani, bunların hızla artırılması lazımdı ama tabi ki, kaynak sıkıntısı olan, dünyada itibar sorunu yaşayan, güven sorunu yaşayan bir iktidarın, bu rakamları nereden, nasıl elde edeceği başka bir soru olarak karşımıza çıkmaktaydı.

Şimdi, bir ülkenin kendi iç kaynakları vardır, bir de dış kaynakları vardır. Şu anda dünyada bunun her ikisi de devreye sokulmaktadır. Yani, ülkeler hem iç kaynaklarını sonuna kadar kullanmaya çalışmaktadır, hem de dış kaynak olarak her çareye başvurulmaktadır, bunlarla sorunlar çözülmeye çalışılmaktadır. Çünkü Türkiye’nin şu anda hem Türk lirasına ihtiyacı vardır hem de döviz ihtiyacı vardır. Bu ikisinin de karşılanması lazımdır. Sadece Merkez Bankası’nın ürettiği Türk lirasıyla, şu anki sorunların çözümü imkânsızdır. Eğer sadece Merkez Bankası’nın ürettiği Türk lirasıyla sorunları kapatmaya çalışırsanız, bunun kısa vadede size yüksek kur olarak dönmesi kaçınılmazdır. Ama onun arkasından da yüksek enflasyon olarak hemen karşınıza çıkacaktır. Özellikle maliyet taraflı enflasyon sizi vuracaktır. Çünkü kur arttıkça maliyetler artacaktır. Ama daha sonra kriz toparlanmaya başladığı dönemde de talep taraflı enflasyon olarak vuracaktır. Dolayısıyla Merkez Bankası kaynaklarının çok dikkatli kullanılması şarttır. Merkez Bankası kaynakları bir morfin gibidir. Yani, hastalık anında, hasta çok acı çekmesin diye verilir. Ama eğer bu alışkanlık haline getirilirse uyuşturucu etkisi yapar ve ekonomiye uzun vadede çok büyük zararlar verir. Dolayısıyla son dönemlerde, Merkez Bankası’nın atmış olduğu adımlar doğrultusunda miktarlar artırılabilir, ama bu uygulamalardan ne zaman, nasıl vazgeçilebileceği, ne zaman normale dönülebileceği de çok açık bir orta vadeli program ile ortaya konması gerekir.

“Türkiye’nin CDS denen bir göstergesi bilinmektedir. Yani, ülkelerin ne kadar güvenilir olup olmadıkları ile ilgili bir göstergedir. Şu anda, gelişmekte olan ülkeler içerisinde en yüksek oranlardan bir tanesi Türkiye’dir. Yani Türkiye’nin şu andaki riskliliği, dünya tarafından algılanan risk göstergesi, bütün gelişmekte olan ülkeler arasında en yüksek seviyelerdedir. Şimdi bu zaten rakamlarla da ortaya koyulmuş bir gerçektir. Hiç kimsenin bunu saklayacak bir durumu söz konusu değildir. Bu krizle ancak küresel dayanışmayla mücadele edilebilir.

Türkiye’nin bir döviz ihtiyacı vardır ve bu döviz ihtiyacı eğer karşılanmazsa, kurdaki artış hızlanabilir. Ve bu gelir, daha sonra enflasyonu vurur, Türkiye fakirleşir. Dolayısıyla, kendi iç kaynaklarımızı harekete geçirirken, bir yandan da Türkiye’nin mutlaka yeteri kadar dış kaynak bulması gerekir. Bu, piyasadan olabilir. Bu, rezerv üreten merkez bankalarından olabilir. Rezerv para birimi üreten merkez bankalarından olabilir. Veya (IMF) gibi uluslararası kuruluşlardan olabilir. Şu anda önemli olan, Türkiye’nin en uygun maliyetle, bu döviz ihtiyacını gidermesidir. Eğer bu, kısa bir zaman içerisinde karşılanmazsa, bu kriz daha da derinleşecektir. Hem iç kaynak, hem dış kaynak… Bunları, beraberce koordine ederek sağlamak icap etmektedir!”[1] diyen Ali Babacan bile, üretime dayalı, Milli ve yerli kalkınma yerine Siyonist sermayenin güdümüne girmeyi önermekteydi.

Hükümetler borca yüklenmek zorunda bırakılmıştı!

Uluslararası Finans Enstitüsü’nün Mart 2020 Küresel Borç Monitörü raporuna göre, küresel borçlar 255 trilyon dolara ulaşarak rekor kırarken; brüt hükümet borçlanmaları da Mart ayında rekor seviyeye ulaşıp 2,1 trilyon dolar artmıştı.

Uluslararası Finans Enstitüsünün (IIF) yayınladığı “Küresel Borç Monitörü” raporuna göre, 2019 yılı küresel borç tutarı 10 trilyon dolar artarak 255 trilyon dolarla rekor kırmıştı. Rapora göre, 2019’un sonunda toplam borç dünyadaki gayri safi yurt içi hasılanın (GSYH) üç katını (yüzde 322) aşarak, 2008 finansal krizdeki seviyenin 40 puan üzerine (87 trilyon dolar daha fazla) ulaşmıştı. 2018’de küresel borçlar 3,3 trilyon dolar artış göstermişti. IIF, hükümetlerin yeni tip Korona virüs (Covid-19) salgınının ekonomik etkisini hafifletmek için teşvikler açıklamasıyla brüt hükümet borçlanmalarının Mart’ta, aylık rekor seviye olarak 2,1 trilyon dolara ulaştığını hatırlatmıştı. Yani Siyonist sömürü düzeni, Korona yüzünden borç faiz kârını 5 misli artırmıştı.

Siyonist odaklara ve uşaklarına göre: Korona virüs yeni bir dünyanın kapısını aralayacaktı. Bunu en iyi bilenlerden biri de Henry Kissinger olmaktaydı. 97 yaşındaki Kissinger Wall Street Journal’a bir makale yazmıştı. Rothschild ailesine yakın olan Kissinger, “Korona virüs, dünya düzenini sonsuza kadar değiştirecek. Ekonomi ve siyasal olarak artık dünya yeni frekansına geçecek. Bu yeni düzen yüzyıllar sürecek.” kehanetinde bulunmuşlardı. Ancak Kissinger, Rothschildlere değil Amerika Birleşik Devletleri’ne çağrı yapmıştı. Kissinger, “Washington sorumluluk almalı ve bağımsız dünya düzeni için adım atmalı” buyurmuşlardı. Kissinger ABD’nin kontrolünde yeni bir dünya düzeni arzulamaktaydı. “Putin’le de Cinping’le de yakın dostluğu olan Kissinger’in görüşlerini yabana atamayız…” diyen iktidar ve Erdoğan yandaşları, Siyonizm’in yeni sömürü sistemine razı ve hazırdı.

Henry Kissinger 3 Nisan’da, dünya düzeni ve virüs üzerine bir makale yazmıştı. (‘The Coronavirus Pandemic Will Forever Alter The World Order’, 03/04, WSJ.) Son kitabının isminin “Dünya Düzeni” olduğunu anımsadığımızda daha ilgi çekici olmaktaydı. Özetle şunları vurgulamıştı: “Bir, salgınla mücadelede liderliği ele almalıyız. Aşıyı biz bulmalıyız. İki, ekonomiyi de Amerika olarak biz canlandırmalıyız…”

Kissinger’in, ABD’nin ekonomik liderliği yeniden ele almasını istediği üçüncü maddede, küreselleşmeye, liberalizme ve aydınlanma döneminden kalan Din dışı sisteme sahip çıkarak yola devam edilmesini öneriyordu. Geçmişten fark, bunun “tedricen” yapılmasıydı. Oysa asıl şunları sormak lazımdı: Şu an küresel kuruluşlar felaketleri öngörebiliyorlar mı? Etkilerini durdurabiliyorlar mı? İstikrarı koruyabiliyorlar mı? Dayanıklılıkları ve duyarlılıkları ne kadardı? Toplumlar ve insanlar bu düzenin verdiği cevaplara, çözümlere, sözlere inanıyorlar mı? Bu soruların yanıtları aklını ve vicdanını kullananlar için açıktı: Salgın, gemisini kurtaranın kaptan sayıldığı, virüsün sınır tanımadığı ama ülkelerin sınırlarından çıkmadığı bir ortamın ne olduğunu kanıtlamıştı. Siyasal mesafeler sosyal mesafelerden daha ıraktı. Bu Korona salgını, Siyonist sömürü sistemini dağıtacak ve Adil Düzen kurulacaktı.

Kiralık kuklalar, Korona belâsı dolayısıyla Siyonizm’in dolaylı reklamını yapmakta ve toplumun beynini yıkamaktaydı!

Sözde, seçilmiş Yahudileri yeryüzünün efendisi, diğer bütün kavimleri ve ülkeleri ise kendilerinin kölesi gören… İnsanlığın daha rahat yönetilip sömürülmesi ve dünyanın daha kolay yönetilmesi için; nüfusun azaltılması, zayıfların ve işe yaramazların(!) ayıklanması gerektiğini düşünen ve bu maksatla salgın hastalıklar yapacak ve toplu ölümlere yol açacak virüsler üretme projeleri yürüten Siyonist merkezlerin bu mel’anetleri öteden beri zaten bilinmekte ve gündeme getirilmektedir.

Ancak televizyon kanallarında ve gazete sütunlarında; bu malum ve mel’un 13 Siyonist-Yahudi ailesinin ve onların Evangelist Hristiyan hizmetçilerinin; sanki -hâşâ- Allah’tan bağımsız ve yeryüzünün mutlak hükümranlarıymış gibi:

“Bu Korona virüsüyle, dünyanın nüfus ve güç dengelerini değiştirip, kendi şeytani hedefleri doğrultusunda yeniden ayarlayacaklarını… Mevcut ülke sınırlarını kaldırıp-ufaltıp tekrar kendilerine göre uyarlayacaklarını ve bunların başına da kendi uşaklarını atayacaklarını… Erdoğan’ın başındaki Türkiye’nin de Ortadoğu ve Balkan ülkelerinin merkezi yapılacağını, hatta İsrail’in bile Türkiye’nin himayesine sokulacağını… Bu BİRLEŞİK DÜNYA’nın tek yasası, tek parası ve tek inancı olacağını… Böylece insanlığın huzura ve refaha kavuşacağını…” savunan yazar ve yorumcular, Siyonist odakların kiralık borazanlığını ve Şeytanın avukatlığını yapmaktadır. Çünkü bu vahşi hayal ve hedefler, Siyonistlerin 5680 yıllık Kabbalist amaçlarıdır. Ama asla başaramayacaklardır, sonları yaklaşmıştır ve bu Korona vebasıyla, Allah Haçlı-Siyonist orduların kolunu kanadını kırıp, İsrail’in hizaya sokulmasıyla sonuçlanacak Melheme-i Kübra’yı zafere ulaştıracaktır.

“Temel Gelir” (Basic Income) kavramı da bir Siyonist Dünya Devleti hazırlığıydı!

Temel gelir veya vatandaşlık geliri; bir devletin tüm vatandaşlarına, düzenli diğer gelirlerinden ya da servetlerinden bağımsız olarak, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle düzenli bir gelir sağlamasını öneren sosyal güvenlik kuramıdır. Daha doğrusu, komünizmin yumuşatılıp yaygınlaştırılması ve böylece bütün insanlığı tek Yahudi devleti vatandaşlığına alıştırma hazırlığıdır. Temel gelirin bir politika aracı olarak kullanılması önerisi, 1986’da kurulan Avrupa Temel Gelir Ağı (Basic Income European Network) projesi ile başlamıştır. Tartışmalar tüm dünyada ilgi çekince, Avrupa ile sınırlı kalınmamış ve Küresel Temel Gelir Ağı (Basic Income Earth Network) projesine dönüştürülmüş durumdadır. 1986-2004 yılları arasında Avrupa kentlerinde iki yılda bir düzenlenen kongreler, 2006’da Güney Afrika’da, 2010’da ise Brezilya’nın Sao Paulo kentinde tekrarlanmıştır. Bu doğrultuda Finlandiya’da aylık 800 euro olarak uygulamaya geçirilmesi tartışılmaktadır. Kavramın kökeni Thomas More’un Ütopya’sına (1516) kadar dayanır. Ancak bu fikrin asıl fikir babası olarak Yahudi asıllı Juan Luis Vives (1492-1540) sayılmaktadır. Vives, 1526’da bilimsel bir andaçyada yazdığı ‘Yoksullara Yardım’ yazısında belediye sınırları içinde yaşayan herkese belli bir asgari yaşam güvencesi sağlama önerisinde bulunmuşlardır. Vives’e göre yoksul insanlara, eğer çalışmaya isteklilerse yardım yapılmalıdır. Yoksulların bir uğraşının olması onları kötü düşüncelerden ve eylemlerden uzaklaştırır. Yoksullar açlıktan ölmemeli, ancak tembellik etmemeleri için bazı işlerle uğraştırılmalıdırlar. Zenginler ise doğanın onlara bahşettiği hediyeleri, ihtiyaç içinde bulunanlara vermedikleri sürece sadece birer hırsızdır, sadece kendileri için yaratılmamış olan nimetleri gasp etmiş konumdadır. Vives’in düşünceleri 1587–98 arasında İngiltere’de uygulanan “Yoksulluk Yasası”nın ilham kaynağı yapılmıştır ve şimdi Siyonist odaklar bu kavramı kullanarak Dünya krallıklarına zemin hazırlama çabasındadır.

Bu Korona salgınıyla mücadele süresince ve özellikle işsiz ve çaresiz kimselere ve halkın mağdur olan her kesimine, temel ihtiyaçlarını karşılayıcı ve insanca yaşama şartlarını hazırlayıcı destek yardımlarının yapılması elbette lazımdı ve Sosyal Devlet olmanın icabıydı. Ancak vatandaşlarımızı, Siyonist odakların uzaktan kumandalı robot kuklaları ve Tek Merkezli Dünya Planı’nın gönüllü şakşakçıları yapacak, sürekli ve sistemli bir “Temel Gelir” uygulaması, bağımsızlık ve bekamızın tehlikeye atılmasıydı. Üstelik bütün bunlar birer narkozlama ve tuzaklama sürecinin, yemleme aşamasıydı. ABD’de Siyonist sermaye merkezlerince halka dayatılan ve üstelik bu uygulamaya gönüllü geçecek olanlara binlerce dolar karşılıksız rüşvet dağıtılan “Dijital Para ve Banka Cüzdanı” hesapları da bu şeytanlığın ilk adımlarıydı.

Zalim Çin yönetiminin Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yönelik baskı ve zulmüne Korona virüs de engel olamamıştı! Çinliler karantinada ama Müslüman Uygur Türkleri fabrikalardaydı!

Uzun yıllardır Doğu Türkistan’daki Müslümanlara akıl almaz işkencelerde bulunan Çin hükümetine Korona virüs de engel olamamıştı. Çin, salgın hastalık sebebiyle kapatıldığını duyurduğu fabrikalarda zorunlu çalıştırmak için toplama kamplarından 80 bin Müslüman’ı buralara taşımıştı. Müslümanlar, Çin fabrikalarında Korona virüs riskine rağmen ağır şartlarda çalıştırılmaktaydı.

Korona virüs tüm dünyada hayatı durma noktasına taşımış ama Çin zulmünü durduramamıştı. Doğu Türkistanlı Müslümanlara ağır işkencelerde bulunan Çin hükümeti, Korona virüs sebebiyle kapattığını duyurduğu fabrikalarda Müslümanları zorla çalıştırmaya başlamıştı. Doğu Türkistan’dan 80 bin Müslüman, Çin’in çeşitli bölgelerindeki fabrikalara zorla görevlendirilmiş durumdaydı. Müslümanlar, karantina sebebiyle kapatıldığı duyurulan ve arasında Avrupa menşeli markaların da bulunduğu 27 fabrikada zorla çalıştırılmaktaydı.

“Evrensel Temel Gelir”in tam zamanıymış!?

“Dünyaya yayılan Korona virüs nedeniyle ekonomiler derin bir krize yuvarlanmıştır. Piyasalar çakılmış, ekonomik hayat durma noktasına varmıştır ve yıkıcı etkisinin boyutları tahmin edilemez seviyeye ulaşmıştır. İnsanların nasıl yiyecek alabilecekleri, kira ödeyecekleri, hayatlarını idame ettirecekleri endişesi zirve yapmıştır. Bazı insanların, kendilerinin ya da çocuklarının hasta olup olmadıklarına bakmaksızın işe gitmekten başka seçeneği bulunmamaktadır. Kayıt dışı işçiler, taşeron işçiler, serbest meslek sahipleri, bekârlar, ebeveynler, çocuklar ve evsizlerin her zamankinden daha fazla gelire ihtiyaçları vardır… Bu ihtiyacı karşılamak için “Evrensel Temel Gelir (UBI)” olarak uzun süre siyasetçiler, akademisyenler ve sivil toplum tarafından tartışılan bir düşünce tekrar gündeme taşınmıştır. Bizde de salgın sürecinde en az 4 aylık bir sürede “temel gelir ya da vatandaşlık geliri” adı altında bütün yetişkinlere koşulsuz ödenecek bir gelir planlanmalı (asgari temel ihtiyaçları karşılamaya yetecek bir meblağ) olmalıdır. Burada çocuklara da (yetişkinlerden daha düşük olsa da) ödeme yapılmalıdır. Evrensel Temel Gelir veya vatandaşlık geliri; bir devletin tüm vatandaşlarına diğer gelirlerinden ya da servetlerinden bağımsız olarak, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle, düzenli bir gelir sağlanmasını öneren sosyal güvenlik kuramıdır.

Yaşanan salgın krizi dolayısıyla insanlar ekonomik açıdan çok zor durumdadır. Temel gelir bu endişeyi ortadan kaldıracak ve ülke vatandaşlarının çalışmasalar da devletten gelir elde etmelerini sağlayacaktır. Şu sıralar ABD’de bazı kongre üyeleri Evrensel Temel Gelir (UBI) önergesi vermiş bulunmaktadır. Amaç; Korona virüs dolayısıyla evde kalmaları gereken veya bu süreçte işinin devamlılığını sürdüremeyen yetişkinler için 4 aylık süre zarfında ayda 1.000 dolar ve çocuklar için ayda 500 dolar destek sağlanmasıdır. Çünkü Korona virüsün yayılmaması, toplum sağlığı için insanların evde kalmaları en güvenilir yol olarak tavsiye olunmaktadır. İnsanlar evde kaldıkça kendilerini izole edip, virüsün hızlı bir şekilde yayılması durdurulacaktır. Böylece vatandaşlar; salgın hastalıkla hem fiziksel hem de psikolojik bir mücadele içindeyken, yiyecek, içecek, giyinme, barınma gibi temel ihtiyaçların derdine düşmeyerek süreci en az hasarla atlatacaklardır. Evrensel temel gelir sistemi sayesinde herkes eşit miktarda gelir elde ederek geçim sıkıntısı yaşamayacak, bu da toplumun refah ve huzur seviyesini arttıracaktır. Bu sayede insanların üzerinden stresin kalkması, daha düşük kaygı taşımaları genel sağlık sonuçlarının daha iyi olmasını sağlayacaktır.”[2] diyen yandaş Yeni Şafak yazarı da aynı Siyonist ağzıyla konuşmakta ve Tek Dünya Devleti fikrine katkı sunmaktaydı. Oysa Sn. Erdoğan, bırakın mağdurlara maaş bağlamayı, üstelik Bağış toplama kampanyası başlatmıştı.

İktidar, büyük bir mağduriyeti gidermeye çalışırken daha büyük bir mağduriyet oluşturmuşlardı: Emekliye 1.500 lira dağıtılacaktı, ama artık bunlar yıllarca zam alamayacaklardı!?

Korona virüs salgınının ekonomi üzerinde oluşturacağı olumsuz etkilerin azaltılması için açıklanan pakette, en düşük emekli maaşı 1.500 liraya çıkarılmıştı. Bu değişiklikle örneğin maaşı 850 lira olan bir emekliye 650 lira Hazine desteği sağlanarak maaşı 1.500 liraya tamamlanacaktı. 6 ayda bir yapılan emekli maaşlarındaki artışlar, Hazine yardımından düşüleceği için bu ve benzeri emekliler yıllar boyu zamlardan yararlanamayacaktı.

10 yıl zam alamayacak emekliler vardı!

Son yapılan düzenleme ile “emekli aylıkları” değil, emeklilerin “aylık geliri” 1.500 liraya çıkartıldığı için 100 binin üzerindeki emeklinin tamamına yakını uzun süre zamlardan yararlanamayacaktı. Öyle ki yeni bir düzenleme yapılmazsa birçok emekli 10 yıla yakın bir zamanda zam alamayacak ve 1.500 lira almaya mahkûm olacaklardı. Son yapılan düzenleme ile de 6 ayda bir yapılan emekli maaşlarındaki artış da Hazine’nin sağlayacağı katkıdan düşmeye başlanacaktı. Benzer sıkıntılar en düşük emekli gelirinin bin liraya çıkartılmasında da yaşanmıştı.

Bize göre sorunun en acı ve feci tarafı; “Temel gelir” gibi bedavadan hazır bir maaş uygulamasına geçilmiş olsa, maalesef toplumun önemli bir kesimi: “Siyonizm’in hegemonyasına girip küresel kölelere çevrilmişiz!.. Hürriyet ve ahiretimizi yitirmişiz!.. Devlet ve millet bilincini kaybetmişiz!..” gibi endişeler taşımadan ve vicdani bir rahatsızlık duymadan böyle bir şeytan düzenine ve dönemine razı olacak ve alkış tutacaklardır!.. Umarız ve inanırız ki; Gayretullah intikamını alacak, yeryüzünde Adil bir Düzen kurulup, insanlık bu Deccalizmin kıskacından kurtulacaktır…

 

 

 

 


[1] Bak: Çalar Saat Programı, Fox TV, 09.04.2020

[2] https://www.yenisafak.com/yazarlar/ahmetulusoy/evrensel-temel-gelir-zamani-2054663

https://www.millicozum.com/mc/duyurular/akpnin-yanlis-ekonomi-politikasi-ve-korona-salgini-sonrasi-urkutuyordu

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi