Anasayfa » AHMET AKGÜL HOCAMIZIN KOCAELİ VE KONYA KONFERANS NOTLARI

AHMET AKGÜL HOCAMIZIN KOCAELİ VE KONYA KONFERANS NOTLARI

Yazar: yonetici
0 Yorum 147 Görüntüleyen

Dünyamız bugün, tarihin en büyük devrim ve değişim rehberi ve insanlığın son Peygamberi Hz. Muhammed (S.A.V.) öncesi, zulüm, cehalet ve ahlaki rezalet dönemine;

Türkiyemiz ise; Mustafa Kemal ve Milli Mücadele öncesi, işgal ve çözülme sürecine benzemektedir.

Ya yeni bir diriliş ve Milli bir direnişle Türkiye derlenip düze çıkacak veya çözülme ve çürüme kaçınılmaz olacaktır.

Türkiye’yi çözüp parçalamanın 5 ayağı vardır:

1- Ekonomisinin yabancı kontrolüne sokulması

2- Ailevi ve ahlaki yozlaşmanın hızlandırılması

3- Dinin bozulması, İslam’ın ılımlaştırıp emperyalizmle uyumlaştırılması

4- Ordumuzu zayıflatma ve etkisiz-yetkisiz bırakma çabaları

5- Ülkemizin Federasyonlara ayrılıp parçalanması

Unutmayalım: Bir ülkeyi Irak misali resmen değil fiilen parçalamak daha kolay ve daha kârlıdır. Davul Türkiye’nin, tokmak işbirlikçi hainlerin elinde olacaktır.

1’inci tahribat: Ekonomiyi yabancı kontrolüne sokmadır.

Türkiye’yi Köleleştirmenin, sömürgeleştirmenin postmodern sistemi uygulanmaktadır.

Bu gün AKP’liler: “Büyük ekonomi, diyorlar ama; yoksullukta üçüncüyüz. OECD Bölgesi’nde ortalama yoksul nüfus oranı yüzde 11,1 ve bu oran Türkiye’de yüzde 17’dir. Yolsuzluk endeksinde Türkiye yüzde 69 ile 11’nci sıraya yükselmiştir. En yüksek gelir eşitsizliği olan üç ülke ise: Şili, Meksika ve Türkiye’dir. Güçlü toplum edebiyatı yapılırken hayatından ümidini kesmişlerin oranı artmış, hastalıklar çoğalmış, Türkiye’de 70’e inen ortalama yaşam süresi ile tüm OECD Bölgesi’nde en alt sıraya kaymıştır. İşsizlik artmış, sefalet insanları canından bıktırmıştır.

Bu tablo 2023’de, ya da 2015’de ne kadar değişecek? Bu gidişle daha da kötüye gidecek! Asıl sorulması gereken budur. Ve görülüyor ki; ne dediklerini yaptılar, ne de yapabilecek bir adım attılar. Niye yapamazlar! Çünkü bunların mayası yoktur!

AKP’nin ekonomik sahtecilikleri ve satıverdikleri

BM raporlarına göre:

  • AKP iktidarı devraldığında; Türkiye’nin üçte biri fakirlik sınırının altındaydı, şimdi ülkemizin üçte ikisi bu sınırın altına düşmüş bulunuyor.
  • AKP iktidara taşındığında; işsizlik oranı % 10 idi, şimdi % 20’lere ulaşıyor.
  • AKP iktidar olduğunda; toplam iç ve dış borcumuz 180 milyar dolardı, şimdi 580 milyar doları aşıyor. Bu rakamı, 2011 Meclis bütçe görüşmelerinde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek de itiraf ediyor. Özel sektör, devlet kefaletiyle borç aldığı için, sonunda faizini ve ceremesini millet çekiyor, ama bu gerçek gizleniyor.
  • Tarım (Ziraat ve Hayvancılık) can çekişiyor; köylü faiz, icra ve iflas kıskacında kıvranıyor.

2’inci tahribat: Ailevi ve ahlaki yozlaşmayı hızlandırmadır.

AKP döneminde:

  • İçki ve uyuşturucu kullanma alt sınırı 9–10 yaşlarına kaymıştır.
  • Boşanmalar korkunç boyutta artmıştır.
  • Porno yayınlarında patlama yaşanmıştır.
  • Kız ve erkek çocuklara tecavüzler çoğalmıştır.
  • Ensest (aile içi) cinsi sapıklıklar yaygınlaşmıştır.
  • Evli iken paralı fuhuş yapan kadınların sayısı akıl almaz rakamlara ulaşmıştır.
  • Artık her gün onlarca aile faciasına ve katliamlara şahit olunmaktadır.

3’üncü tahribat: Dini bozma; ılımlaştırıp, emperyalizmle uyumlaştırmadır.

Dini yıkmak iki yolla yapılır

1- Kanunen yasaklayarak, dinin eğitim ve öğretimini yapmak ve inancını yaşamak isteyenleri cezalara çarptırarak

2- Dini aslından uzaklaştırıp yozlaştırarak

  • Batılı güçler: Bin Ladin veya Hizbullah Şeriatı diye Dini katılaştırarak
  • Ya da “herkesi hoş gör, her şeyi boş ver” felsefesiyle İslam’ı ılımlaştırıp Protestanlaştırarak İslam’ı bozmaya çalışmaktadır.

Hatırlatalım, Protestanlık: Faizi ve fuhşu yasaklayan Katolik Hıristiyanlığı yumuşatıp, kapitalist sömürü sistemini meşrulaştırmak üzere Siyonistlerce hazırlanmıştır.

Fetullahçıların tamirat ve tahribatı

Kur’an-ı Kerimde, her mü’minin uyması ve uygulaması gereken “hüküm”ler ayrı, bütün hadiselerin arkasındaki “hikmet”ler ayrı zikredilmiştir. Hükümler açık ve kesin, HİKMET’ler gizlidir. Bizlere; “hükümlerle amel etmek, ama hikmetle düşünmek” emredilmiştir. Hükümler muhkem, hikmetler müteşabihtir. Bütün Müslümanları bağlayan ve bu temeller üzerine İslam binası kurulan: helal-haram, emir-yasak, dost-düşman, günah-sevap ölçüleri açıktır ve HÜKÜM yerindedir. Zahiri hükümlerle amel etmeyi bırakıp, kendi haksızlık ve yanlışlıklarına mazeret ve meşruiyet üretmek üzere gizli hikmetlere yönelmek, dini dejenere etmenin en sinsi ve tehlikeli bir yöntemidir.

Zaman Gazetesinden Ali Ünal; “Hz. Musa – Hz. Hızır Kıssası” başlıklı yazısında:

  • Kur’an’ın açık hükümlerine aykırı bulunan
  • Akıl ve vicdan ölçülerine uymayan
  • Siyonist Yahudiler ve Haçlı emperyalistlerle dost olup hizmetlerine ve himmetlerine sığınmak
  • Muhaliflerine her türlü iftira ve tezgâhı mubah saymak
  • Rakiplerini sindirmek ve susturmak üzere mahkemelere rüşvet dağıtmak gibi,

Açık hükümlerle yasaklanan davranışlarına hikmet ve keramet kılıfı geçirmek üzere, Fetullah Gülen’i Hz. Hızır’ın makamına yerleştirme ve “ilahi kaderin eli ve mana âleminin temsilcisi” olarak gösterme sapkınlığına girişmişti.

Bu bağlamda Şeytan’a ruhsat ve fırsat verilmesinin, Firavunlara, Nemrutlara, Bel’amlara, Karunlara müsaade edilmesinin altında da pek çok hikmetler ve hedefler sayılabilir. Ancak bu hikmetleri bahane ederek, Şeytanlara, Firavunlara, zalim Amerika’ya ve sapık Avrupa’ya hürmet ve rağbet etmek şirktir ve Şeytana şakirtliktir. Çünkü Şeytan da Yüce Allah’ın “Adem’e secde et!” hükmüne karşı, kendi mantığı ile bir sürü hikmet ve mazeret üretmiş, isyan ve itirazını haklı göstermişti.

Fetullahçı cemaat arasında:

Hocaefendi Hz. Hızır gibi küllü iradenin dili ve ilahi kaderin elidir. Bu nedenle, hiç sorgulamadan ve Dine uygunluğu tartışılmadan her emri yerine getirilmelidir. O kendi düşüncesiyle değil, Rabbani ilham ve hikmetle hareket etmektedir.”

Telkini sürekli ve sistemli şekilde yapılmakta ki, Zaman Yazarı Ali Ünal bu safsataları artık açıkça yazabilmekte ve savunabilmektedir. Böylece beyinleri körletilen ve köleleştirilen gençler her türlü hizmete hazır robotlara dönüştürülmektedir.

“Onlar bilgiç insanlarını ve ruhbanlık yapanlarını, Allah’ın altında (ve Ondan başka) ilahlar edindiler.” (Tevbe: 31) ayeti bunların durumunu ne güzel haber vermektedir.

Ve tekrar sorup düşünelim: Richard Goldstone gibi Güney Afrikalı Siyonist Yahudi olduğunu açıklayan bir yargıç bile, “İsrail’in Gazze katliamında insaf ölçülerini ve savaş prensiplerini aştığını” söyleyince, İsrail hükümeti ve Siyonist mahfillerce hemen aforoz edilmiş ve Amerikalı Siyonist Dershowitz tarafından hain damgası yemişti. Peki, böyle bir siyonistin, küçük bir eleştirisine bile tahammül edemeyen Yahudi Lobilerinin bu Fetullah Gülen hamiliği nereden gelmekteydi?

Özetle:

A- Cemaatin şu gayret ve girişimlerinden; dinimiz, ülkemiz ve milletimiz adına elbette ve sadece sevinç duyarız:

1- İlk orta ve yüksek öğrenim çağındaki evlatlarımızın inançlı, ahlaklı ve eğitimde başarılı olmaları için yapılan her türlü hizmetlerden

2- Farklı ülkelerde vatanımızın, bayrağımızın ve İstiklal Marşımızın tanıtılmasından, Türkçemizin ve kültür zenginliklerimizin öğretilip sevdirilmesinden

3- Dindar ve dürüst insanların her türlü ekonomik, ticari ve sosyal faaliyetlere katılıp, aşağılık kompleksinden ve dışlanmışlık ürkekliğinden kurtulma gayretlerinden

4- Milli ve manevi dinamiklerine, ahlaki ve ailevi değerlerine bağlı, devletine ve dinine sadık insanlarımızın, çok farklı kademelerde etkili ve yetkili memuriyetlere yerleşip yükselmelerinden

5- Ülkemizin ve milletimizin köküne ve kimliğine bağlı kalarak; bilimsel, teknolojik ve demokratik atılım ve açılımlarına katkı verilmesinden, hiç kimsenin rahatsızlık duyması söz konusu değildir.

B- Ancak, aşağıdaki tahrip ve tehlikelerden dolayı, cemaatin mutlaka uyarılması ve gerekli önlemlerin alınması lüzumunu da hatırlatmak zorundayız:

  1. a)“Ilımlı İslam, Protestan Müslüman ve hoşgörülü insan” kılıfı altında, her türlü zulüm ve emperyalizme karşı, vicdani direncin ve dini-insani gayretin körletilmesinden
  2. b)Yahudi siyonizminin ve Haçlı zihniyetinin güdümünde, İslamiyet’in ve Müslüman kesimlerin bir suiistimal aracı olarak istismar edilmesinden

c- İslam’ın cihat ruhunun, adalet ve hakkaniyet duygusunun, devlet ve hürriyet huzurunun dejenere edilip, Müslümanların Barbar Batının demokrat köleleri haline getirilmesinden

  1. d)İnanç, ibadet, güzel ahlak konularının ALLAH’a; dünyayı dizayn etme, insanları ve toplumları şekillendirme, küresel kuralları koyup yürütme hususlarının ise AMERİKA’ya bırakılması şeklindeki, şirk sayılan bir kanaatin yerleştirilmesinden
  2. e)Bazı kişilere masumiyet etiketi ve mutlak şefaat yetkisi verilip, talebe ve tabilerinin körü körüne teslimiyetini sağlayarak; Kur’an-ı Kerimin, Hadisi Şeriflerin ve binlerce müçtehit ulemanın icma ettiği hakikatlerin tamamen aksine: “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinip himayesine sığınmak ve onların şeytani hedeflerine katkı sağlamak” yönündeki, gaflet ve hıyanetlere düşülmesinden
  3. f)Yahudi ve Hıristiyan devletler ve derneklerle, müşrik ve dinsiz kesimlerle, diyalog ve dayanışma yapmak üzere girişilen gayret ve hassasiyetin onda birinin; Müslüman hareket ve ülkelere gösterilmemesinden
  4. g)Emniyet, ordu ve yargı gibi stratejik kurumlarda; dış güçlerle, CIA ve MOSSAD gibi servislerle irtibatlı olarak kadrolaşma faaliyetlerine gidilmesinden, yeni ve gizli bir derin devlet teşkil edilmesinden
  5. h)Fetullah Gülen’in ilgisi ve bilgisi dışında, kendisine duyulan saygı ve itimadı kullanarak, Amerika’nın ve küresel odakların, Onun adına verdiği talimatlarla cemaatin sinsi ve Siyonist hedeflere yönlendirilmesinden dolayı da, izan ve iman ehli herhalde endişelidir ve bu konudaki tenkit ve şüpheleri yerindedir.

Çünkü A bölümünde sayılan ve sahip çıkılan hizmet ve gayretlerin tamamı, B bölümündeki tahribatların bir tanesinin bile kefareti olacak değildir.

Fetullah Müslümanlığı!

Emperyalistler Kaddafi bahanesiyle Libya’da masum insanlara bomba yağdırırken Müslüman geçinen gazeteler Haçlıların sözcülüğünü üstlenmişti.

BOP kapsamında ABD ve AB Libya’yı işgal planını devreye sokarken Türkiye’de Müslüman geçinen gazeteler de bu planı açıklıyordu. 2003’te ABD’nin kitle imha silahlarını bahane göstererek Irak’ı işgaline alkış tutan Fetullahcı yandaş basın bugün de benzer yayınları Libya’daki işgal üzerine yapıyordu. ABD’nin Irak’ın işgalinde bu gazeteler, Batı Kuklası Saddam Hüseyin’i “Diktatör” ilan diyor, masum insanların üzerine yağan bombaları görmezden gelerek emperyalist güçlerin planlarını haklı göstermeye çalışıyordu. Fetullahcılara hatırlatmak lazımdı: Mavi Marmara’daki yardım gönüllülerinin İsrail otoritesini hesaba katmaması GÜNAH, ama Haçlı NATO’nun Libya’daki otoriteyi yıkması MÜBAH mıydı?

4’üncü tahribat: Türkiye’nin Ordusunu zayıflatma, etkisiz ve yetkisiz konuma taşımadır.

Oysa; Ordusu aciz bırakılan bir toplum, aziz olamazdı!

TSK neden hedef tahtasındaydı?

Türkiye’de; sistemli, sürekli ve dış destekli bir ordu düşmanlığı ve TSK’yı karalama ve aciz bırakma kampanyası yürütülüyordu. AKP’nin iktidara taşınmasının ve hala iktidarda tutulmasının asıl nedenlerinden birisinin de, bu plana taşeronluk yapmak olduğu anlaşılıyordu.

Güneydoğu’daki her katliam ve kanlı olay sonrası PKK’yı koruyup-kollama çabası öne çıkıyordu. Bütün vahşet ve cinayetlerin ardından bu işi, “TSK’nın yaptığı” algısı yaratılmaya çalışılıyordu. Henüz olayın ne olduğu anlaşılmadan BDP yöneticilerinin verdiği mesajlar ve PKK’yı yardım sevenler derneği gibi göstermeye çalışanlar ağız birliği içinde, “PKK’yı aklamaya” uğraşıyor ve TSK’ya sataşıyordu.

Türkiye’de kasıtlı bir psikolojik harekât süreci sonunda, devletin ve özellikle de TSK’nın terör örgütü gibi algılanmasını kolaylaştıracak bir psikolojik ortam oluşturuluyordu. TSK’nın bu psikolojik harekât karşısında terör örgütü ve yandaşları kadar başarılı olamadığı görülüyor ve bu bizi kahrediyordu. Bu algının oluşmasında bazı TSK mensuplarının hataları kadar, hâkim olan siyasi havanın da etkisi oluyordu. BOP kapsamındaki açılım ve atılımlarla Türkiye’yi parçalamaya sürükleyen siyasi ortam, her terör eylemini, “TSK’ya mal etme” gayretlerini hem hızlandırıyor hem de kolaylaştırıyordu. TSK hedef tahtasına yerleştirilip yalnız bırakılıyordu. Artık ucuz kahramanlara; TSK’ya yüklenmek PKK’ya tepki göstermekten daha kolay geliyordu. Genelkurmay Başkanlığını Milli Savunma Bakanlığına bağlama hazırlıkları da, TSK’nın burnunu kırmak ve gururunu yıkmak için yapılıyordu.

Genelkurmay’ın Balyoz İsyanı haklıydı!

Balyoz davasında yargılanan 163 askeri personelin tutuksuz yargılanması için yapılan müracaatın reddedilmesi, Genelkurmayda rahatsızlık yaratıyordu.

Genelkurmay açıklamasında 163 TSK mensubunun tutukluluğuna yapılan itirazın reddedilmesi ile ilgili olarak “Tutukluluk halinin devamını anlamakta güçlük çekilmektedir” deniliyordu.

Pentagon istihbarat çevrelerine göre, milli orduyu bütünüyle NATO müdahale gücü konumuna, yani bir lejyoner ordusuna dönüştürme planı 2013 yılında tamamlansın isteniyordu.

5’inci tahribat: Türkiye’yi federasyonlara ayırıp parçalamaktır.

BOP çerçevesinde 22 İslam ülkesinin parçalanması sürecinde, Türkiye’de Irak misali resmen değil, ama fiilen federasyonlara ayrılacak. Davul Türkiye’nin boynunda, tokmak Özerk Kürdistan işbirlikçilerinin avucunda olacak!

Hatırlayınız, Sabataist Cem Boyner: özgürlük bölünmeden daha önemli! diyordu.

TÜSİAD’ın eski başkanlarından Cem Boyner: “İngilizce, Almanca, Fransızca, İtalyanca dillerinde eğitim veren okullar var, ama Kürtlere yok. Niye verilmiyor? Türkiye bölünürmüş!? ‘İnsanların onuru ülkenin bölünmesinden daha önemlidir” diye yırtınıyordu.

Evet, Sabataist ve kapitalist TÜSİAD’çılar Türkiye’nin bölünmesine çoktan hazırlanmış görünüyordu.

Fetullahcı Zaman Yazarı Bejan Matur, Cem Boyner’i şöyle destekliyordu:

Türkiye’nin seçimi

“TÜSİAD toplantısında Cem Boyner’in onur ve özgürlüğe yaptığı vurguyu bile doğru anlamaktan aciz olanların itirazına rağmen, yeni Türkiye’nin değişim isteyen sesi baskın geliyor. Kabul edin etmeyin, TÜSİAD’ın anayasa tartışmaları ile ilgili olarak koyduğu demokratik standart, hâlihazırda Türkiye’deki tüm siyasi partileri zorlayacak nitelikte.” Yani bu seçimler Türkiye’yi bölme seçimi olacak!.

Recep Bey’in Libya ve Suriye fır dönekliği ve muhalefetin dolaylı desteği mide bulandırıyordu

Libya müdahalesine Türk askeri ve gemilerinin katılmasına ilişkin tezkere; iktidar partisi AKP ile muhalefet partileri CHP ve MHP’yi yan yana getirip kucaklaştırmıştı.

AKP hükümeti tarafından TBMM’ye sunulan tezkere, AKP içinde az da olsa bir sıkıntı yaratmıştı. Ancak Tezkereye CHP’nin karşı çıkmayacağının öğrenilmesi üzerine AKP rahatlamıştı. Muhalefet etmesi beklenen milletvekillerinin kontrol altına alınmasına artık gerek duyulmamıştı. Hatta bazılarına “Ret vereceksiniz oylamaya katılmayın” uyarısı yapılmıştı.

Erdoğan iki günde niçin çark ediyordu?

Daha önce Libya’ya müdahaleye karşı olduğunu açıklayan Başbakan Erdoğan, birdenbire Libya’ya savaş gemileri ile denizaltı gönderecek noktaya geliyordu. Türkiye’nin bu kadar önemli bir konuda kısa sürede karar değiştirmesinin sebebi kamuoyu tarafından merak ediliyordu.

Önce “Libya’da NATO’nun ne işi var” diye horozlanıyordu!?

NATO’nun Libya’ya müdahale taleplerinin karşısında olduklarını bir ay önce açıklayan Erdoğan, Almanya’da şu ifadeleri kullanıyordu: “NATO’nu ne işi var Libya’da? NATO, mensubu olan ülkelerden birine herhangi bir müdahale yapılması halinde böyle bir şeyi gündeme getirebilir. Bunun dışında Libya’ya nasıl müdahale edebilir? Bakın Türkiye olarak biz dedik ki bunun karşısındayız.”

Libya’ya askeri saldırı yapılmadan önce Erdoğan’ın yapmış olduğu bu çıkışa rağmen, BM kararı doğrultusunda gerçekleşen müdahale sonrası yaptığı açıklama herkesi şaşırtıyordu.

Önce “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diye soran Başbakan Erdoğan’ın, kısa bir süre sonra TBMM’ye kendi imzası ile gönderdiği tezkere ile NATO’nun emrine savaş gemilerini vermek istemesi dikkat çekiyordu. Libya konusunda hükümet tezkeresi daha TBMM’de görüşülüp oylanmadan Deniz Kuvvetlerine bağlı savaş gemileri çoktan yola çıkarılıyordu. TBMM’den onay alınmadan hangi emir ve yetki ile bu kararın alındığı bilinmiyordu.

Tezkere, 3 saatte ve CHP ile MHP’nin katkısıyla geçiyordu!

TBBM Genel Kurulu’nda “Libya’da istikrar ve güvenliğin yeniden sağlanması için uluslar arası çabalara çok boyutlu katkıda bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesine ilişkin” başbakanlık tezkeresi kabul ediliyordu. Genel Kurulda tezkerenin kapalı oturumdaki görüşmeleri, yaklaşık 3 saat sürüyordu. Tezkerenin gerekçesinde; “Ülkemizin bölgeyle siyasi, ekonomik, tarihi ve kültürel ilişkileri çerçevesinde alınan BM Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanmasına askeri katkı da dâhil destek vermesi ve uluslar arası çabalara etkin şekilde katılması aynı zamanda ulusal çıkarlarımızın bir gereğidir” mazeretlerine yer veriliyordu.

Maalesef Hükümet ve Muhalefet hala horoz dövüşü yapıyor ve farazi bir iç savaş çığlıkları atılıyordu:

Önce Başbakan Tayyip Erdoğan konuşuyor: “İstesek biz de YGS’yi protesto edenlerin karşılarına 5–10 bin genci çıkarırız” diye tahrik ediyor ve AKP’lileri Eşrefi Mahlûkat, diğerlerini ise esfeli mahlûkat sayıyordu. Üstelik Sn. Deniz Baykal’la ilgili komplo kaset olayını sürekli hatırlatmaktan bile utanmıyordu.

Ardından MHP Lideri Devlet Bahçeli konuşuyordu: “10 bin milisinle Taksim’e gel, ben de bin bozkurtumla meydana geleceğim. İnanıyorum ki, Kasımpaşa’ya kadar arkana bakmadan kaçarsın” diyor ve hızını alamayıp: “Senin çakallarınla benim bozkurtlarımı karıştırma” diye çıkışıyordu.

Kemal Kılıçdaroğlu ise: “beni yolsuzlukla ananın an… (anlını karışlarım) mı? (anasını ağlatırım) mı? (anasını bacısını) mı? diye küfretmesini, bazı zavallılar kükremek sanıyordu.

Ulusalcı Aydınlık ise:

Hala; İzmir’deki bir kitap fuarındaki çocuk kitaplarında kızların başörtülü resmedilmesine ateş püskürüyor ve Ankara-Mamak’taki bir ilköğretim okulunun İmam Hatip Okulu ziyaretine şiddetle karşı çıkıyor ve bu din düşmanlığı tavrıyla, maalesef dindar halkımızı AKP’nin kucağına atıyordu. (22 Nisan 2011 Aydınlık sh: 2)

Oysa bir ilköğretim okulunun bir Askeri Liseyi veya sanat mektebini ziyareti ne ise İmam Hatip ziyareti de aynı anlama geliyordu. AKP’nin en büyük şansı, işte böylesine tutarsız, duyarsız ve toplumu kucaklayacak umut olmaktan uzak bir muhalefete sahip bulunmasıydı.

Oysa Recep T. Erdoğan AKP’si, Başbakanlık Avrupa Birliği Sekreterliği’nin broşüründe: Kudüs ve Vatikan’dan sonra Hıristiyanlığın 3’üncü kutsal şehri İznik’tir ve Anadolu Hıristiyan Batı Medeniyetinin Merkezidir” deniyor ve 23 Nisan özel töreninde Meclise başörtüsüyle gelen Sayıştay Üyesi Necla Eroğlu’nu polis zoruyla dışarı attırıyordu.

Bunların çılgın proje dedikleri İstanbul’a yeni kanal girişimi de Türkiye’yi federasyonlara ayırmanın ve en az 100 yıllık bir tezgâhı oluyordu.

Karadeniz Silivri’den Çatalca arası 50 km.lik yeni kanal, Yahudi tekelinde bulunan petrol şirketlerinin işini kolaylaştıracak ve Türkiye’nin yıllık 1,5 milyar dolarlık gelirine engel olacaktı.

1- Bu proje geçeceği bölgenin doğal dengesini mahvedecekti

2- Boğazdaki su akıntısını keseceğinden İzmit Körfezini ölü denize çevirip kirletecekti.

3- Amerika’daki Menhatten misali, Yahudi Sermayesine yeni bir özerk bölge meydana getirilecekti.

4- Atatürk’ün ciddi ve cesaretli girişimleriyle: Lozan’da kısıtlanan hâkimiyetimizin önemli ölçüde geri alınmasını sağlayan 1936 Montrö Anlaşması hala geçerliydi ve Yeni Kanal’ın statüsü de buna bağlı kalmak mecburiyetindeydi.

5- Bu çılgın projelerden asıl hedef:

Kürdistan’dan sonra, özel bir statü ve yaldızlı bir kılıf altında Marmara Bölgesi AB’ye girecekti.

Bunun ardından sıra Karadeniz Pontus Özerk Bölgesine gelecekti!

Bu projenin Ecevit döneminde gündeme geldiği, o günkü gazetelerden takip edilebilirdi.

AKP ile CHP’nin 40 “aynı”sı

Her iki parti kurmaylarının ve yandaş kurnazlarının da, görünüş ve şekil dışında, yani CHP’nin güya çağdaş ve devrimci, AKP’nin de muhafazakâr ve dinci geçinmeleri ve haliyle farklı yaşam tarzı ve tavrı sergilemeleri dışında, temel zihniyet ve sistem olarak bu partilerin sadece “10” farkını bulup söylemesini bekliyoruz…

CHP-AKP aynı saatin yelkovan ve akrebi gibidir!

1- Her ikisi de AB’cidir. Bunlar egemenliğimizin AB’ye devrine rıza göstermektedir… Her ikisi de bağımsızlık haklarımızın AB’ye devrini istemekte, bunu gaye edindiklerini söylemektedir.

Bu noktada, örneğin “Subaylar Sivil Mahkemede mi, Askeri Mahkemede mi Yargılansın” tartışmaları ve taraf gibi davranmaları, rol gereğidir. Çünkü AB’ye alındıktan sonra zaten askerimizi de polisimizi de, sivilimizi ve siyasetimizi de haliyle AB kurumları yargılayıp yönetecektir…

2- Her ikisi de ABD’cidir.

3- Her ikisi de İsrailcidir. Bunlar İsrail’in bölgemiz ve ülkemizdeki yüksek çıkarlarını gözetmektedir ve zaten İsmet İnönü hükümeti 1948’de İsrail’i ilk tanıma şerefine ermiştir.

4- Her ikisi de Yahudi Lobicidir. Onların himmet ve himayesine taliptir.

5- Her ikisinin de önemli yönetici ve milletvekillerinin bir kısmı Mason Locası üyesidir.

6- Mason Locasının tahribatlarına ve gizli diktatoryasına her iki parti de tepkisizdir. AKP Dinimizi, CHP devrimi istismar edicidir…

7- Her iki partide de Sabataist ve Karaim Yahudileri üst görevlerdedir. Yan kuruluşları ve yandaş sivil oluşumları da Soros’un beslemeleridir.

8- Her ikisi de Batı taklitçisidir.

9- Her ikisi de NATO taraftarı ve sadık müttefikidir.

10- Her ikisinin de fikir babaları ve danışmanları Rotary ve Lions müdavimleridir.

11- Her İkisi de İttihat ve Terakki’nin, Siyonist Yahudi Lobilerinin takipçisidir.

12- Milli ve yerli bağımsız proje üretemezler, bunlar taşeron tatbikçilerdir.

13- Her ikisi de faizcidir.

14- Her ikisi de IMF’cidir.

15- Zenginleri farklı ama ikisi de rantiyecidir.

16- Her ikisi de manevi-ahlaki tahripçidir.

17- İkisi de Bilderberg’cidir ve Millici değil küreselcidir.

18- İkisi de Davos müdavimidir.

19- İkisi de KKTC’yi AB önünde bir engel görmektedir ve taviz için takiyye yürütmektedir.

20- İkisinin de politikası; Türk tarımının öldürülmesi ve insanımızın gâvura muhtaç hale getirilmesi yönündedir.

Özetle: AKP’nin “Muhafazakâr ve Reformist”, CHP’nin “Çağdaş ve Kemalist” geçinmeleri; hanımlarının farklı giysiler içinde görünmeleri ve her ikisinin değişik geçmişten gelmeleri, sadece rollerinin gizlenmesine ve kontrollerinin daha kolay yürütülmesine yöneliktir. Elbiselerinin rengi, modası ve astarı farklı da olsa, kumaşları ve asılları aynı maddedendir.

Demek ki;

Ya Adil Düzene geçilecek, veya bugünkü adi ve Siyonist sömürü sistemleri insanlığı ezecektir!… Bu nedenle Milli ve haysiyetli bir seçim ittifakı mutlaka gereklidir.

Erbakan Hocamızın vefatı öncesinde özellikle vurgulayıp uyardığı gibi:

“Artık, toprak altımızdan kaymaktadır! Vatanımız elden çıkma tehlikesiyle karşı karşıyadır!

Öyle ise, gündelik hesaplardan, sen-ben kavgasından, basit parti, mezhep ve görüş ayrılığından uzak; Milli ve insani bir duyarlılıkla, vicdani ve manevi bir sorumlulukla ülkemizin birlik ve dirliğine, Devletimizin bağımsızlık ve bekasına ortaklaşa sahip çıkma zamanıdır.

Geçirdiğimiz bu sancılı ve sarsıcı sürecin, belki de en büyük kazanımı:

  • Milli Görüşçülerin ve İslami hassasiyeti yoğun kimselerin
  • Milliyetçi ve ülkücü çevrelerin
  • Solcu ve ulusalcı kesimlerin

ortak paydalarımızın ve mutlak milli çıkarlarımızın farkına vararak, artık didişmek yerine, güç birliğine girişmek gerektiğini kavramamız ve buna uygun davranmamız olacaktır.

Belki de önümüzdeki seçimler son fırsattır.

Ya saadetini seçeceksin veya sefaletini!

Ya ülkenin selametini gözeteceksin, veya felaketini!

Ya Adil bir Düzen isteyeceksin, veya ABD ve AB hizmetçiliğini!

Ya Hürriyet ve asaletini benimseyeceksin, veya demokratik köleliğini!

Ya ailevi ve manevi tahribata dur diyeceksin, veya dini ve ahlaki yozlaşmaya onay vereceksin!

Unutma Saadet sefaletten, Fazilet rezaletten, selamet esaretten üstün ve kıymetlidir.

https://www.millicozum.com/mc/eylul2011/ahmet-akgul-hocamizin-kocaeli-ve-konya-konferans-notlari

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi