Anasayfa » TEK KİŞİLİK ORDU VE ERBAKAN’IN SON BUYRUĞU!

TEK KİŞİLİK ORDU VE ERBAKAN’IN SON BUYRUĞU!

Yazar: yonetici
0 Yorum 162 Görüntüleyen

TEK KİŞİLİK ORDU VE ERBAKAN’IN SON BUYRUĞU!

 

Aleyhissalatü Vesselam Efendimiz’in: “Elmüslimune kerrecülil vahid-Müslümanlar tek bir kişi (yek vücud) gibidir”. Mealindeki hadis-i şerifine dayanarak, tüm inananları temsilen siyaset meydanında mücadele veren Erbakan Hoca’ya ve dünya çapındaki organizasyonuna “Tek kişilik ordu” tanımı uygun düşüyordu.

Erbakan, mağdur ve mazlum milyonların mümessili olarak hareket ettiği gibi, şuurlu ve onurlu insanların her birisi de Hocalarını örnek alıyor, Milli Görüş davasına omuz veriyordu. Ve nihayet Onun mübarek tabutunu omuzlarken bile aynı inanç ve heyecanla hareket ediyordu.

Haktan kaynaklanan, ahlaki değerler çizgisinde ve değişmeyen doğrular çerçevesinde halkalanan bu tek kişilik ordunun her bir ferdi, aynı olaya aynı gözle bakıyor, aynı sorunu aynı formülle çözüyor ve aynı mutlu sonuca aynı kutlu projeyle yaklaşıyordu!.. Böylece vahdet, kuvvet ve şevket oluşuyor. Velhasıl “fenavil ihvan ve “fenavil komutan” gerçeği tezahür etmiş bulunuyordu.

Fenavil İhvan: Kendi nefsini din ve dava kardeşlerinin hatırına feda etme, onların başarı ve mutluluğuyla sevinme ve şereflenme fedakârlığı ve olgunluğuydu.

Fenafil komutan ise; Ehliyet, İstikamet ve iyi niyet sahibi Liderine tam teslimiyet ve sadakat gösterme, “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resule itaat edin ve sizden olan emir- komuta sahiplerine de (itaat edin)” (Nisa 59) hükmüne riayet etme şuuru ve sorumluluğuydu. Bir şairimizin ifadesiyle “Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” yaşama ve yarışma duygusuydu.

Özellikle defalarca partilerinin kapatılmasından ve döneklerin davalarını ve Hocalarını yalnız bırakıp kaytarmalarından sonra bile bu “tek kişilik ordu”, kendi varlığını ve ağırlığını daha bir ortaya koymuştu. Partilerinin kapatılması ve zayıf karakterlilerin ayartılması ile bu camianın sadıklarının Hak bildiği yoldan dönmeyeceği kesinlik kazanmıştı.

Bazı ortak hevesler ve kutsal hedefler peşinde kalabalıkları geçici bir süre coşturmak ve koşturmak belki kolaydı. Bunu bazen orta çaplı liderler bile başarmaktaydı. Ama milletin hür iradesiyle birinci yapılmış ve iktidara taşınmış bir parti kapatılırken, yani açıkça, şımarıkça ve üstelik ülkedeki dönmeler tarafından büyük bir hakaret ve haksızlığa uğratılmışken, yani her türlü tahribi ve taşkınlığı yapabilecek bir ortama itilmişken ve nice profesyonel provakatörler böyle bir ortamı değerlendirmek için çırpınırken, milyonlarca mensubu bulunan koca bir camiayı böylesine bir sükunet ve metanet içinde tutabilmek… Çok yüksek bir tasarrufun ve örnek bir ruhi terbiye olgunluğunun sayesinde mümkün olmaktaydı.

Ve işte bunun için bu “tek kişilik ordu” dan, masonu, medyası, münafığı ve mafyasıyla tüm şeytan şebekelerinin ödleri kopmaktaydı.

Hala korkmayanlar ise olayı kavrayamadıklarından, kısaca ahmaklıklarındandı. Herhalde bunlar “cahil cesur olur” takımındandı.

Milli Görüş partilerinin, haksız ve dayanaksız gerekçelerle kapatılmasını fırsat bilen, dışımızdaki bazı fesatçılar ve aramızdaki bazı marazlılar, kendi hesaplarınca Erbakan’ı devre dışı bırakma, yeni oluşumun dışında tutma ve güya Hoca’yı partiler üstü etkisiz ve yetkisiz konuma çıkarma hesapları yapmışlardı… Türkçesi Hoca’yı “tenzilen terfi” ettirerek veya “maaşına zam” işine son vererek “onursal başkan yapma” hevesine kapılmışlardı.

Bu zavallılar bilmiyorlar ve düşünmüyorlardı ki, Hoca liderlik konumuna, Allah’ın lütfuyla ve kendi sa’yu gayretinin sonucuyla ulaşmıştı. Öyle birilerinin himmet ve himayesiyle Bu makama gelmemişti ki, yine birilerinin hile ve hıyanetleriyle oradan indirilebilsindi… Erbakan zahirde hangi makam ve mesuliyeti yükleneceğini kendisi bilir, kendisi karar verirdi. Ama bilinmesi ve kabul edilmesi gereken bir gerçek var: O her zaman tabii ve fiili liderdi ve rakipsizdi!..

12 Eylülden sonra da, teşkilat kurmaylarından birisi Hoca’ya şu talihsiz teklifi götürmekten çekinmemişti: “Hocam pek çok arkadaşımızın samimi bir arzusuna tercüman olarak sizin artık “manevi” başkanımız olmanızı temenni ediyoruz. Zira çok yoruldunuz ve yıprandınız. Bizi perde arkasından yönetmeniz ve manevi başkanlığımızı üstlenmeniz daha iyi olur diye düşünüyoruz!?”

Milli Görüş’ün bir tarikat değil, bir siyasi teşkilat olduğunu unutan böylesi insanların, ne değer ölçülerimize ne de ülke gerçeklerimize asla uygun olmayan bu tekliflerine Hoca, bu iddiaların sahiplerinin gerçek niyetini ve kalplerinin röntgenini de gösteren şu hikmetli cevabı vermişti:

“Onlar beni manevi başkan değil, uhrevi başkan yapmak istiyor!” Yani diri diri mezara sokmak ve milyonların hakkı bulunan, siyasi mirasımızdan bedava pay kapmak istiyorlar, demek istemişti.

Elbette Hoca makam sevdasıyla değil mes’uliyet duygusuyla bunu söylüyordu, yoksa o isteseydi ve eğer inanç ve ideallerinden taviz verseydi, bugünü beklemeden 40 sene öncesinden başbakan ve cumhurbaşkanı olacağını herkes biliyordu!..

Evet, hak etmediği ve hakkından gelemeyeceği bir makama talip olmak haram olduğu gibi, ehliyetsiz ve emniyetsiz ellere geçtiğinde davanın perişan edileceğini bile bile bu makamı başkasına terk etmenin büyük bir vebal olduğunu, bizzat Kur’anı kerim ve Hz. Peygamberimiz haber veriyordu.

Allah aşkına, bütün ilim ve içtihat erbabının ittifakıyla, bir liderde bulunması gerekli olan:

1- Ülkenin Ekonomik, ahlaki ve siyasi sorunlarını çözmeye yetecek İLİM ve DİRAYET,

2- İç ve dış düşmanları tanıyacak ve tedbir alacak, lehimize ve aleyhimize olan durumları değerlendirecek EHLİYET ve FERASET,

3- Toplumu ve teşkilatı adaletle yönetecek ve istikamete yönlendirecek SİYASİ KABİLİYET,

4- Bu hizmetleri görmeye mani olacak sakatlık ve hastalıktan uzak bir SAĞLIK ve GAYRET

gibi şartların hepsini hakkıyla taşımak hususunda Erbakan’a alternatif olabilecek bir kişi yoktu, ama buna rağmen nice nasipsizler Onun karşısına dikiliyordu.

Bu haklı soru karşısında marazlıların ortak cevabı şu oluyordu: ya Hoca ölürse, ya ondan sonra ?..”

Bre insafsızlar, bre vefasızlar! Hoca hala hayatta ve hizmetinin başında bulunuyordu… Tüm karanlık güçlerin korkulu rüyası olmaya devam ediyordu. Ondan sonrası için de gerekli ve yeterli tedbirler elbette ve herhalde düşünülüyordu. Böyle müstesna bir lider henüz hayatta ve görevinin başında iken ve üstelik çok çok başarılıyken ve kesin hedefe doğru yürürken; “ille de bunu değiştirelim, yerine yenilerini getirelim” düşüncesi elbette karanlık odaklardan kaynaklanıyordu.

Elbette insanların yaşam süresi belirlidir ve kişiler gelip geçicidir. Kalıcı olan değerli fikirler ve doğru prensiplerdir. Dinimiz, davamız ve devletimiz inşallah kıyamete kadar bakidir. Ve yine unutulmasın ki önemli görevlere kimlerin tayin ve tavsiye edileceği konusunda en başta hak sahibi olan, yine o davayı temelden başlatıp başarıya taşıyan Liderlerdir.

Evet muazzam Milli Görüş camiası ve muhterem hocası “tek kişilik ordu gibiydi” Ve Erbakan bir katrilyonun başında bulunan “1” yerindeydi. Elbette bir katrilyondaki her rakam ayrı bir değerde ve ayrı bir önemdeydi. Ancak başlarındaki “1”i kaldırdığımızda düşünün, gerisi ne haline gelecekti?

Bu konuyu İmam-ı Azam Hazretleriyle ilgili ibretli ve hikmetli bir olayla bitirelim:

İkisi de uzun boylu olan İmam-ı Yusuf’la İmam-ı Muhammed (R.A), Hocaları Ebu Hanife ortalarında bulunduğu halde medreseye giderken, latifeyi seven İmam-ı Muhammed, İmam-ı Azam’ın kısa boylu olduğunu ima ederek “Üstadım siz aramızda “LENA”nın “NUN”u gibisiniz” diye takılıyordu.

İmam-ı Azam ise şöyle cevap veriyordu: “Ama o “NUN”u çıkarırsanız, geride “LA” kalır”

Bilindiği gibi Arapçada “LENA” yazısında “LEM” uzun ortada “nun” bir nokta ve nunu çeken “elif” yine uzundu. Ama ortadaki “nun” çıkarılırsa geri kalan “LA” okunuyor ve hiç hükmünde ve yok manasına geliyordu.

İmam-ı Azam, Hocaları olmadan talebelerinin kendi başına bir işe yaramayacaklarını Latife yollu böyle anlatıyordu.

Erbakan’sız yeni oluşum heveslilerine ve “Erbakan tükenip tıkandı, artık parti bize kaldı” diye sevinen hamiyetsizlere bunları hatırlatmamız, sadık ve samimi insanlarımızı uyarma amacı taşıyordu.

Sadece masonik çevreleri ve dış güçleri sevindirecek olan parçalanmaların ve Mescid-i Dırar cinsinden yapılanmaların, mutlaka pişmanlık ve perişanlıkla sonuçlanacağı hatırlatılıyordu.

Ve işte bugün Aziz ve Asil Hocamızın, Hakka hicret buyurduğu…

Ve hastanede iken kendisini en son ziyaret edenlerden DP Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek üzerinden: “Millet ve Memleket büyük bir tehdit ve tehlike altındadır. Bu badireyi atlatmak ve ülkeyi selamete çıkarmak üzere, vicdan sahibi her vatan evladı sorumluluk altındadır” anlamındaki vasiyet nitelikli mesajlarını bizlere duyurduğu böyle bir ortamda, Hocamıza ve davamıza sadakat daha bir önem kazanıyordu…..

 

MİLLİ ÇÖZÜM DERGİSİ

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi

acilis-duyuru-son