Süleyman Şahı Kaçıran AKPnin FAİZ BELASI VE BORÇ BATAĞI
12 yıllık AKP iktidarı boyunca, halkımız kasıtlı ve planlı bir Beyin yıkayıp faizli krediyle borçlandırma süreciyle %80i çoğu Yahudi olan yabancıların elindeki bankalara borçlandırılmış, Türkiye gizli sömürge ülkesine toplum ise, tüketim teşvikiyle Siyonist sermaye kölesine çevrilmiş durumdadır. Memurundan işçisine, esnafından köylüsüne, tam 16 milyona yakın insanımız; ev, araba, mobilya sahibi olma ve tatil yapma hevesiyle bankalara borçlandırılmış, yani faizci vahşi kapitalizmin uzaktan kumandalı kuklaları konumuna taşınmıştır. Böylece faizli krediye bulaştırılan her vatandaşın en az gelecek 10 (on) yılının bütün kazancı ve aylığı peşinen ipotek altına alınmıştır.
Bugün devlet dairelerinde, belediyelerde ve özel sektörde çalışan kesim, artık aybaşında bankamatik sıraları oluşturmamaktadır; çünkü maaşlarının tamamı zaten faizli kredi borçlarına mahsuben kesilmiş bulunmaktadır. Artık en zaruri ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanan işçi ve memur kesimi, mecburen hanımlarına ne olursa olsun- iş bulma telaşına kapılmakta, bu da aile yapısının sarsılmasına, yuvaların dağılmasına, psikolojik bunalımların artmasına ve kıskançlık katliamlarına yol açmaktadır; çünkü namus düşmanlarına ve fırsat istismarcılarına gün doğmaktadır.
Türkiye’yi yabancı kaynaklı ve ekonomikman teslim alma maksatlı karşılıksız sıcak para ile aldatıcı ve günü kurtarıcı bir sahte rahatlık ortamıyla avutup oyalayan AKP iktidar kurmayları, hatta fiili Başbakan gibi davranan sn. Cumhurbaşkanı ile, maalesef büyük payı yabancı ortaklı Merkez Bankasıyla giriştiği laf atışmaları veya planlı danışıklı dövüş hesapları- ve hızla artan dolar yükselişi sonucu, sadece bir ayda borç toplamı tam 100 milyar dolar artmış bulunmaktadır.
Faizli kredi borcuna mahkûm edilen vatandaşlarda AKPye oy vermeye mecburuz algısı oluşmaktaydı!
Ekonomik göstergelerdeki bozulmaya en açık örnek, artan borçluluk oranlarıdır. 2002de 6,5 milyar lira olan tüketici kredisi ve kredi kartı borç tutarı, 11 yılda 52 kat artarak 2013te 330 milyar TLye çıkmış bugün ise 450 milyar TLye yaklaşmıştır. Türkiyenin 2007-2013 büyümesi ise yüzde 3,5 olurken aynı dönemde gelişmekte olan diğer ülkeler ortalama yüzde 5,9a ulaşmıştır. 2002-2014 yılları arasında ekonomi ve sosyal hayata ilişkin birçok alandaki verileri içeren, Gerçek Türkiyenin Grafikleri adlı raporda, 2002 yılından sonra krizden çıkışla birlikte ekonomide olumlu bir gidişin sağlandığı, ancak özellikle 2007 yılından sonra ekonomi ve sosyal hayatın birçok alanında olumsuz ve kuşkulu bir gidişat yaşandığı saptanmıştır. Bu dönemde kredi kartı borçları 4,3 milyar liradan 74,2 milyar liraya, şu anda ise 85 milyar TLye, tüketici kredisi borçları 2,3 milyar liradan 271 milyar liraya taşınmıştır.
Evet, maalesef 2002 yılından itibaren hızla borçlanan ailelerin, en büyük alacaklısı şu anda bankalardır. Ailelerin borcunun harcanabilir gelirlere oranı yüzde 55e kadar çıkmıştır. Bankalara tüketici kredisi borcu bulunan vatandaşların sayısında da AKP döneminde patlama yaşanmıştır. 2002 yılında bankalara 1 milyon 655 bin kişinin kredi borcu bulunmakta iken 2014 sonu itibarıyla bankalara tüketici kredisi borcu bulunanların sayısı bugün 15 milyon kişiden fazladır. Tüketicilerin zamanında ödeyemedikleri için bankalar tarafından takibe alınan borçlarının tutarı 2002 yılında sadece 278 milyon lira düzeyinde iken, bu rakam 2014 sonu itibarıyla 12,5 milyar liraya kadar yükselerek rekor kırmıştır. Karşılıksız çek oranı da 2011 yılında 580 bin adetken, 2014 yılında 800 bini aşmış şimdi bir milyona yaklaşmıştır. 2002 yılında krizden çıkan Türkiyede icra müdürlüklerine hepsi 10 milyon icra dosyası gelirken, 2015 yılında bu oran 22 milyonu bulmaktadır. 2014 yılı için hükümet yüzde 4lük bir büyüme hedeflemişken maalesef orta vadeli program kapsamında büyüme tahmini yüzde 3,3 düzeyine çekilmiş durumdadır. Türkiyede 2007-2013 dönemindeki yıllık ortalama büyümenin, yüzde 3,5 olarak gerçekleştiği belirtilirken aynı dönemde Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki büyümenin yüzde 5,9 olarak gerçekleştiği toplumdan özenle saklanmaktadır. Raporda azalan tasarruf oranlarına ilişkin olarak da: en son 2011 yılında yatırımların oranı yüzde 23,6ya çıkarken, tasarrufların oranı yüzde 13,9a kadar azalmış ve Türkiye tarihinde ilk kez milli gelirin yüzde 10una yakın cari işlemler açığı vermeye başlamıştır. 2013 yılında tasarruf oranının yüzde 12,6yla dip noktaya indiği de unutulmamalıdır. Türkiye 2014te milli gelirinin yüzde 14ü kadar tasarruf yapabilmiş yurtiçi tasarrufların düşük düzeyde seyretmesi, Türkiyenin cari işlemler açığı sorununun kronikleşmesine yol açmıştır.
Nüfusumuzun Yüzde 59u Yoksul Durumdadır!
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, ülkemizde yoksulluk riski altında bulunan, maddî yönden yoksun ve iş yoğunluğu düşük olan hanelerde yaşayan kişilerin nüfus içerisindeki payı yüzde 60a yaklaşmıştır. Buna göre, Türkiye nüfusunun 43 milyonunun ekonomik sıkıntılar, dayanıklı tüketim malları, barınma ve konutun çevre sorunlarıyla ilgili çeşitli göstergelere bakılarak belirlenen şiddetli maddî yoksunluk içerisinde kıvranmaktadır. Vatandaşların yüzde 78i evden uzakta bir haftalık tatil giderlerini bile karşılamaktan uzaktır. Nüfusumuzun yüzde 75i yıpranmış ve kırılmış mobilyalarını yenileme olanağına sahip bulunmamaktadır. Halkımızın yüzde 29u evinin ısınma ihtiyacını tam olarak karşılayamaz konumdadır. Toplumun yüzde 49ubeklenmedik harcamaları karşılayamaz durumdadır. Vatandaşların yüzde 46sı ise haftada bir sefer et, tavuk ya da balık içeren gıdalar alamamaktadır. 2015te ise bu dengesiz durumlar ve toplum kesimleri arasındaki uçurumlar daha da artmış ve sosyal tufanlar gelip kapımıza dayanmıştır! Bu arada aynı faizci sömürü düzenini AKP yerine solcu CHP zihniyeti veya sağcı MHP zihniyeti uygulasa bu kötü gidişin düzeleceğini sananlar da aldanmaktadır.
Faizli krediyle Siyonist sömürü sermayeli bankalara borçlandırılan 16 milyon vatandaşın 13,4 milyonunun AKPye, 1 milyon MHPye, 2 milyon kadarının CHPye oy verdiği hesaplanmıştır. Faizli kredi ile esir alınan vatandaşlarda: istikrar bozulacak ve AKP iktidardan uzaklaşacak olursa, faiz puanlarının, dolayısıyla borç oranlarının kat kat artacağı, bunları ödeyemeyeceklerinden, EV ve ARABAlara el konulacağı, bu nedenle AKPye mutlaka oy verilip istikrarın korunması gerektiği algısı oluşturulmaktadır!
Sermaye kaçmaya başlayınca sahte cilalar dökülmeye başlamıştı!
Cilalarla defoları gizlenen Türkiye ekonomisi, yumuşak karnı olan cari açıktaki yükselişle sarsılmıştı. 2012 Mayıs ayında 5.8 milyar dolar olan cari açık, 2013 Mayısta 7.5 milyar dolara çıkmış, 2013ün ilk 5 aylık açık rakamı ise 32 milyar doları aşmıştı. Cari açığın artmasında, kâr transferlerini içeren doğrudan yatırım/gider kaleminde gerçekleşen 1 milyar 553 milyon dolarlık çıkışın etkili olduğu konuşulmaktaydı. Türk ekonomisinin en önemli yapısal sorunlarından olan cari açıkta, geçen sene uygulanan fren tedbirleriyle geçici bir düşüş yaşanmıştı. Ekonomide biraz gaza basılınca yeniden artışa geçen cari açık, son aylarda durgunluğun kıyısında gezinen ekonomik aktiviteye rağmen artmaya başlamıştı. Cilalarla defoları gizlenen Türkiye ekonomisinin, en ufak bir sarsıntıda kırmızı alarm vermesi AKP kurmaylarını telaşlandırmıştı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından açıklanan Mayıs dönemi cari işlemler açığı, 7 milyar 524 milyon dolar ile piyasa beklentilerinin çok üzerine çıkmıştı. Piyasada ağırlıklı öngörü cari açığın 6,7 milyar dolar olacağıydı. Cari açık Ocak-Mayıs döneminde 31,9 milyar dolar olurken, Mayıs ayı itibariyle 12 aylık cari açık 53,6 milyar doları aşmıştı. Özetle hem ekonomi durgunlaşmış, hem cari açık artmaya başlamıştı. Yani ekonomide kırmızı alarm zilleri çalmaktaydı..
Özel sektör yurt dışına 167 milyar $ borçlu durumdaydı.
Özel sektörün yurt dışından sağladığı uzun vadeli kredi borcu 2014 Aralık ayında bir önceki yıl sonuna göre 11.5 milyar dolar artarak 167.5 milyar doları aşmıştı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 2014 yılı Aralık ayına ait özel sektörün yurt dışından sağladığı kredi borcuna ilişkin gelişmeleri yayımlamıştı. Geçen yıl Aralık sonu itibarıyla, özel sektörün yurt dışından sağladığı uzun vadeli kredi borcu, 2013 yılsonuna göre 11,5 milyar dolar artarak 167,5 milyar doları bulmaktaydı. Döviz kompozisyonuna bakıldığında, özel sektörün yurt dışından sağladığı 167,52 milyar dolar tutarındaki uzun vadeli kredi borcunun yüzde 60,9u dolar, yüzde 31,5ini avro, yüzde 5,9unu Türk Lirası ve yüzde 1,7si ise diğer döviz cinslerinden oluşmaktaydı. Özel sektörün yurt dışından sağladığı uzun vadeli kredi borcunun, Aralık sonu itibarıyla sektör dağılımı incelendiğinde, toplam borcun yüzde 50,3ünü oluşturan finansal olmayan kuruluşların yurt dışından sağladığı 84,2 milyar dolar tutarındaki borcun, yüzde 57si hizmetler sektörü, yüzde 42,5i sınai sektörleri ve yüzde 0,5i de tarım sektörü tarafından kullanılmıştı.
Şu gerçek halkımızdan özenle saklanmaktaydı. Resmiyette 167 milyar dolar, gerçekte yaklaşık 300 milyar dolarlık bu özel sektörün dış borcu sonunda halkımızın sırtına yıkılmakta ve devlet kasasından çıkmaktaydı çünkü özel sektörün dıştaki Yahudi bankalardan aldığı borçları faiziyle birlikte ödemek üzere T.C. devleti bunlara kefil olmaktaydı. Ve tabi faizci ve rantiyeci baronlar ve patronlar, çoğunlukla bu borçları ödemediğinden bu milyarlarca dolar bizlerin ve devletin kesesinden karşılanmaktaydı.
Krizdeki Yunanistan bile Türkiyeyi 6ya katlamıştı.
Türkler Avrupada bankalardaki varlıkları açısından sondan 2. sıradaydı. Türkiye Bankalar Birliğinin (TBB) yayımladığı ve 1960 ile 2014 arasında sektörün durumunu ele alan çalışmaya göre Türklerin bankalardaki kişi başı mevduatı 4 bin Euro düzeyinde kalmaktaydı. Estonya, Macaristan, Hırvatistan gibi yeni AB üyesi olan ülkelerin kişi başı mevduatları Türkiyeyi ikiye katlarken adı krizle anılan Yunanistanda kişi başı mevduat bile Türkiyenin tam 6 katıydı. Türkiyede daha önce 51 olan mevduat bankası sayısı 2000 krizindeki el koymaların ardından 32ye düşmüş durumdaydı. 55 yıl önce 5 banka yabancıyken bu sayı 19a çıkmış, yabancıların bankalardaki hisse oranı ise %76ya ulaşmıştı. 2005te 3.2 milyon müşterisi olan bu bankalarının müşteri sayısı 14.3 milyona çıkarken kredi kartı sayısı 57 milyonu aşmıştı.
– Artan döviz kuru enflasyona baskı yapmakta, yani Türk lirasında her yüzde 10 değer kaybı, enflasyonu yüzde 1,5 arttırmaktaydı.
– Şirketlerin durumu sıkıntılıydı. 179 milyar dolar açık pozisyonu vardı. Dövizde her artış şirket varlıklarının azalmasıydı.
– Reel sektörün borç yükü çok fazlaydı.
– Türkiye tıkanmıştı, bu nedenle döviz kuruna baskı vardı.
2014 sonunda net uluslararası yatırım pozisyonu açığı (Türkiyenin yurt dışına döviz borçları-yurt dışından döviz alacakları) 431,2 milyar dolardı. 2002 yılında bu açık 85,5 milyar dolardı. 12 yıldaki artış korkunç boyutlardaydı. 2014 sonunda dolar bazında dış yükümlülüğümüz 661,3 milyar, döviz varlığımız da 230 milyar dolardı.
Peki, bunlar hangi tehlikeleri yansıtmaktaydı?
– İç tasarruflarımız yetersiz kalmaktaydı.
– Ara malı ithalatımız gereksiz bir şekilde yüksek tutulmaktaydı. Oysa ülkemizde ara malı ve hammadde üretimini artırmak imkânı vardı.
– İthalata dayalı çılgın tüketime fren koymak lazımdı. Yerli ve milli yatırım ve üretim kaçınılmazdı. Erbakanın tarihi projelerini uygulamak şarttı…
Merkez Bankası Başkanı Başçı’nın faiz inadı ve Cumhurbaşkanının kuru laf dalaşı Faiz lobisinin ekmeğine yağ sürüp azdırmaktaydı. Son yaptığı ‘Yüzde 5 olmazsa indirmem’ açıklaması da tuz biber ekmiş durumdaydı. 1 yılda faizciler vatandaşın 1.644 katı kazanmıştı.
Son dönemde atacağı her adımı önceden haber veren Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı‘nın bu tavrı ve onunla ağız dalaşına girip olumsuz beklentileri alevlendiren Cumhurbaşkanının bu yaklaşımı sadece faiz lobisine yaramaktaydı. “Enflasyon 1 puan düşürse faiz iner” diyen Erdem Başçı, 0.07‘lik bir sapma yüzünden toplantıyı askıya almıştı. Herkes 24 Şubat‘taki toplantıda faizin inmesini beklerken, Başçı yine konuştu ve bu kez “Enflasyon yüzde 5’e yakın olursa, faiz düşer” çıkışını yapmıştı. Başçı‘nın bu açıklamaları sadece faizcilerin işine yaramaktaydı. Faiz lobisi, Başçı’nın sözlerinin ardından Ocak ayının sonunda dolara hücum ederek 2.30’lardan döviz toplamıştı. Bugün gelinen noktada sadece dolardan bile 10 günde 3 milyar liraya yakın kazanç sağlanmış lobi asıl vurgunu faizden yapmıştı. Resmi verilere göre, Türkiye’de toplam mevduat 1 trilyon 52 milyar lirayı bulmaktaydı. Bu mevduatın 494,5 milyar lirası, 1 milyon lira ve üzerinde parası bankada bulunan 50 bin kişiye ait bulunmaktaydı. Bunların büyük çoğunluğu faizden para kazanıyor. Son 1 yılda mevduata ödenen faiz 60 milyar lirayı aşmıştı. Bunun 40 milyar kadarı, 50 bin kişinin cebine akmıştı. Kalan20 milyar lirası ise 59 milyon adet mevduat sahibine, yani lobi dışındaki vatandaşa ödenmiş durumdaydı. Böylece Başçının yüksek faiz inadı ve Cumhurbaşkanının kuru gürültü çıkarması sadece faizci lobiye kazandırırken, halkın parasını eritip üretimi, istihdamı ve büyümeyi sekteye uğratmaktaydı.
Prens Bilal Erdoğanın gemicik filosu sürekli katlanarak kazanmaktaydı!
Erdoğanın oğlu Bilal Erdoğan, kardeşi Mustafa Erdoğan ve eniştesi Ziya İlgenin ortak olduğu ve isimlerinin baş harflerinden oluşan BMZ Denizcilik, SHOVKET ALEKPEROVA isimli nehir tankerini 18 milyon dolara satın almıştı. Palmali Denizcilik Şirketinin, 2014 yılında Beşiktaş Tersanesinde inşa ettirdiği, 140 metre boyunda, 16 metre genişliğinde ve 7 bin 100 DWT kapasiteli petrol ürünü ve kimyasal ürün taşıyabilen, SHOVKET ALEKPEROVA isimli nehir tankeri, 18 milyon dolara BMZ Group Denizcilik Şirketine satılmış. BMZ Denizcilik geçtiğimiz yıl, yine Palmali Denizcilikten aynı özelliklere sahip BEGIM ASLANOVA ve MECİD ASLANOVA adındaki tankerleri her biri 18 milyon dolara almış, faiz ve rantiye tuzağı Palmali Denizcilike kiralamıştı. Alınan bu yeni geminin de yine Palmali Denizcilike kiralanacağı saptanmıştı. Merkezi, Beylerbeyi Yalıboyu caddesinde olan BMZ şirketi, tankerleri Malta merkezli Palmali Denizcilikten aldığından dolayı, Malta bayrağı taşıyan gemiler vergiden de muaftı.
Her üç tankerin de Azeri kökenli Türk vatandaşı Mubariz Gurbanoğlunun Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptığı Palmali Denizcilik Şirketinden alınması ve yine aynı şirkete 10 yıllığına kiralanması, denizcilik sektöründe ballı işbirliği olarak algılanmıştı. Bu arada BMZ Denizcilik Şirketi, Türkter Tersanesine inşa ettirdiği TURKTER 80, TURKTER 81 ve TURKTER 82 nehir tankerlerinin, 2015 yılı sonuna kadar denize indirilmesi planlanmıştı.
Bazı kulislere, Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklarken, sn. Emine Erdoğanın Recep T. Beye: Sen köşke çıkıp kendini dokunulmaz kılacaksın ama, peki çocuklarımızın durumu ne olacak? diye çıkıştığı sızmıştı. Hatta MİT Başkanı Hakan Fidanın, Sn. Erdoğanın başına geleceklerinin farkına vardığı ve artık kendisine sahip çıkamayacağı için istifa ettiği konuşulmaktaydı. Abdullah Gül de AKPyi açıkça uyarmaya başlamış, parti içindeki potansiyel parçalanmayı hızlandırmıştı.
Artık AKP ile Saray karşı karşıyaydı ve liste savaşı iyice kızışmıştı!
AKPli bir milletvekili: Erdoğana karşı çıkan ekip, organize oldu. Yüksek Seçim Kuruluna Erdoğanın aday listesi değil de partide hazırlanan liste verilirse sürpriz olmaz!açıklamasını yapmıştı. Böylece Erdoğansız AKP planı işlemeye başlamıştı. Tayyip Erdoğan, adayları AK Sarayda belirlerken bir çalışma da AKP Genel Merkezinde yürütmeye başlamıştı. Gelişmeleri değerlendiren parti kurucularından bir vekil, Adaylar YSKya giderken fırtına kopacak açıklamasını yapmıştı. Güvenlik Paketi ve Açılım konusundaki tartışmaların da bu süreçle bağlantılı olduğu vurgulanmıştı. Eski bir AKP Milletvekili de şunları aktarmıştı: Davutoğlu, Beşir Atalay, Ali Babacan ve Arınç birlikte hareket ediyor. Hiç ummadığınız isimler de saf değiştirdi. Mitinglerde dikkat çeken bir başka AKPli yönetici Erdoğanın kontrolü ele almaya çalıştığını hatırlatmıştı. Gülün devreye girmek için fırsat kolladığı da bilgi arasındaydı.
Faiz hacizi, haciz çaresizliği, çaresizlik ise yeniden faiz lobilerine köleliği ve toplumsal acizliği doğurmaktadır!
Unutmayalım ki; FAİZİN haramlığına asıl sebep, zorluk ve darlık zamanında ödeyemediğinde kişinin borcunu arttırmasıdır. Borcunu ödeyemediği zaman icra koymak ve borçlunun malını ucuza satmak, onu zarara sokmaktır. FAİZİN asıl kaynağı ve musibeti burada aranmalıdır. Bu sebepledir ki Kurana göre cebri icra yanlış ve yasaktır. Borçlu zorda ise, mühlet tanınacak ve kolaylık sağlanacaktır. Borçlunun üstüne gitmek; boğazını sıkmaktır ve çaresiz bırakmaktır. Borçluya bir darbe de icra sistemiyle vurulmaktadır.. Borçlunun zorda ve sıkıntıda olduğu ise kendi beyanı ile belli olacaktır.
Demek ki hiçbir faiz tahakkuk ettirmeseniz bile, eğer borcunu ödemediği gün hemen mallarına haciz uygularsanız, bu yapılan işlem zaten FAİZ kapsamındadır. Bu sebepledir ki İmam-ı Azama göre izale-i şuyu davaları açılamadığı gibi artırmalı satış da haksızlıktır, sadece borçlu hapsedilir ve malı kendisi satması sağlanır. Bu sorunu KURANA GÖRE şöyle çözmek lazımdır: Borcunu ödeyemeyen kimsenin mallarına el konulmaz, parası alınmaz, iş yapmasına mâni olunmaz, sadece borçlanma ehliyeti alınır. O artık yeni borç alamayacaktır. Ancak birileri hala ona borç verecek olursa mahkemeye müracaat edip borcun tahsilini talep hakkı bulunmayacaktır.
Biz bunu kendi kafamızdan uydurmadık, Kuranın borçlular için ayırdığı payın, kölelerle beraber zikretmesinden çıkardık. (Bak: Tövbe: 60ıncı ayet): Sadakalar (zekat; devlet vergisi harcamaları), -Allah’tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (amme hizmeti) işinde görevli kimseler, kalpleri ısındırılmak istenenler (örtülü ödenek) köleler (hapisten kurtulmak isteyenler), borcunu ödeyemeyenler, Allah yolunda (cihad edenler, savunma giderleri) ve yolculukta(muhtaç düşmüşler) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. FAİZLİ sömürü sisteminin, zalim dünya düzeninin insanlığı ne hâle getirdiği apaçık ortadadır. Bu arada katılım bankalarını da günümüzde yaptıkları uygulamalarla maalesef İslamın öngördüğü faizsiz bankalar kısmında saymak yanlıştır ve istismar amaçlıdır. Bundan dolayı olsa gerek, isimlerinde olan faizsiz finans kurumu ibaresini de kaldırıp klasik banka adını kullanmaya başlamışlardır. Dolayısıyla bu yapılanlar, sömürü sermayesinin faizi başka adla Müslümanlara yutturma tezgâhıdır. Maalesef bugün parayla para kazanma sistemi yani FAİZLİ SİSTEM çalışmaktadır ve herkes kolay ve risksiz para kazanayım diye uğraşmaktadır. Bankalar FAİZ olarak piyasadan parayı toplamakta, Merkez Bankası ise FAİZ alarak parayı piyasadan çekip depolamaktadır. Rockefeller ve Koç gibi faizci sömürü zenginleri kârlarını para olarak piyasadan hortumlayıp bundan dolayı piyasada para darlığı oluşturmaktadır. Bu darlığı gidermek için Merkez Bankası karşılıksız parayı yeniden kredi olarak piyasaya pompalamaktadır. Bankalar asla karşılığı olan gerçek para dağıtmamaktadır. Çünkü piyasada, yeni işletmeleri faaliyete geçiren emek ve yatırım olmamakta, tam istihdam sağlanmamaktadır. Böylece ENFLASYON azmakta, fiyat dengesizliği ve ücretler anarşisi doğmaktadır. Bunlar yetmemiş gibi kurduğunuz işletmelerin defterleri on sene sonra denetime alınmakta, aleyhinize dava açılmakta ve ondan sonra da artık torunlarınız bile mahkemelerde uğraşmaktadır. Bu zulmün ve sömürü düzenini, yani faiz sistemini kaldırmak yerine merkez bankasıyla faiz puanı kapışması yapan Sn. Erdoğan Kurana göre Allahla savaşmakta ve halkı avutmaya çalışmaktadır.
AKPnin Dış Borçlanma Bataklığı
Türkiyenin yabancılara olan dış borcu, AKP döneminde 180 milyar dolardan, 750 milyar dolar gibi artık ödenemeyecek bir seviyeye dayanmıştır. AKP, kendisinden önceki 57 hükümetin, 82 yılda oluşturduğu Türkiyenin dış borcunu, sadece 12 yılda 4 katına çıkarmıştır. AKPnin dış borçlanma düşkünlüğü sebebiyle, son 12 senede yabancılara 260 milyar dolar faiz aktarılmıştır. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde yabancılara olan borç ve faiz ödemeleri, AKP döneminde olduğu kadar yüksek olmamıştır. Batının ve Siyonizmin amacı da, Türkiyeyi borçlandırarak, Yunanistan gibi teslim almaktır. AKPnin, Türkiyeyi borçlandırma politikasından, sürekli Türkiye kaybederken, Siyonist sömürü sermayesi ve Batı Emperyalizmi 5 defa kazanmaktadır: 1-Batı, kendi firmalarının ürünlerini ithal edebilmesi için Türkiyeye borç vererek, aslında kendi ekonomilerine destek sağlamaktadır. 2-Türkiyeye en yüksek faiz oranını uygulamaları sebebiyle, çok yüksek faiz gelirleri kazanmaktadır. 3-Türkiyeyi, daha borçlu hale getirerek, günden güne kendilerine daha fazla bağımlı duruma sokmaktadır. 4-Böylece Batı (AB) bataklığına mahkûm edip Türkiyeyi İslam Dünyasından koparmaktadır. 5- Faiz ve fuhuş belasıyla manevi ve ahlaki-ailevi tahribatı hızlandırmaktadır.
Velhasıl, AKPnin dış borçlanma, faiz ve ithalata yönelik ekonomik politikaları, Türkiyenin değil Batının çıkarlarına yaramaktadır. Osmanlı da borç ve faizle yıkılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ilk borcunu 1854te almış, 27 yıl sonra ise borçlarını ödeyemez duruma dayanmış, Düyun-u Umumiye ile teslim alınmış ve Düyun-u Umumiye kurulduktan 39 yıl sonra ise imparatorluk yıkılmıştır. Yine aynı tuzak ve aynı senaryo oynanmaktadır. AKP döneminde; Dış borçlanma ve faiz ödemelerinde rekor üstüne rekorların kırıldığı, sadece devletin ve şirketlerin değil, vatandaşların dahi; boğazlarına kadar borca ve faize batırıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Bankalar; yurtdışından aldıkları borçları, tüketici kredileri olarak dağıtarak, vatandaşı da dış borçlanma bataklığına çekip boğmaktadır. Türkiyede artık her 4 aileden 3ünün bankalara kredi borcu vardır. Artık hem devlet, hem özel şirketler, hem de sıradan vatandaşlar borçlarını sıfırlayabilme şansını yitirmiş durumdadır. Herkes borç ve faizle yaşamaya, borcunu yeni borçlar alarak ayakta kalmaya mecbur konuma taşınmıştır. Tüm ülkenin geleceği, borçlanmaya ve faiz sisteminin devamına bağımlı hale getirilmiş durumdadır. Daha üzücü olan ise; bu kadar yüksek borçlanma ve faize rağmen, alınan borçlar ile; sanayi ve teknoloji yatırımlarının değil; ithalat, AVM ve rezidansların finanse edilmiş olmasıdır. Böylesine bir dış borçlanma, ekonomik açıdan işgal edilmek anlamını taşır. Zaten ithal ederek tüketen, tüm iç pazarı yabancı şirketler tarafından ele geçirilen Türkiye ekonomisi, artık batının tuzağına kapılmıştır! Geri ödenmesi artık mümkün olmayan, böylesi bir DIŞ BORÇ yüküyle, Türkiye, artık ne ölçüde bağımsız kalacaktır? Bağımsızlığına önem veren bir zihniyet, ülkesini ve gelecek nesilleri böylesine bir borç batağına nasıl bulaştırır? Bu nasıl bir milli irade, bu nasıl bir vatanperverlik edebiyatıdır?[1]
Rahmetli Erbakan Hoca tam 10 yıl önce AKP kurmaylarını uyararak Bu gaflet ve cehalet cesaretiyle yola devam edilirse 10 yıl sonra dış borcumuz 600 milyar dolara ulaşacaktır.! tahminleri aynen çıkmış, 12. yılda ise 750 milyara dayanmıştır.
The Economist Dergisinin Demokrasi Endeksine göre, demokratik gelişmişlik sıralamasında 167 ülke arasında Türkiye 93üncü sıradadır! Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütünün 2014 Basın Özgürlüğü sıralamasında ise 180 ülke arasında 154üncü durumdadır! Yoksulluk sıralamasında, 33 üyeli Ekonomik İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri arasında Türkiye en yoksul üçüncü ülke konumdadır. Yolsuzluk sıralamasında da durum aynıdır: Uluslararası Şeffaflık Örgütünün araştırmasına göre Türkiye, 2014te 175 ülke arasında en büyük düşüşü yaşayarak 64üncü sırada yer almaktadır. Gelelim hukuk sıralamasına… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin 2013 yılında incelediği ve ihlal kararı verdiği 797 dosyadan 118i Türkiyeye ait bulunmaktadır. Yani, bizden sadece bir dosya önde olan Rusyanın ardından, hak ve hukuk ihlallerinde Türkiye Avrupa ikincisi olmaktadır. İsviçrebankalarındaki gizli hesapların bilgisi internete sızmış ve 100 bin civarında gizli banka hesabının bilgisi yayınlanmıştır. Bunlardan 3 bin 105i Türkiyedeki kişilere ait olduğu anlaşılmıştır. Bu 3 bin 105 kişinin hesaplarında yaklaşık 3,48 milyar dolar bulunmaktadır.
Bizi yaklaşık 13 yıldır yöneten ve Üç Yyi (yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar) bitireceğizsloganıyla iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi:
1- Yasaklarda.., 2- Yolsuzlukta.., 3- Yoksullukta… Bizi dünya devleri arasına sokmaya başarmıştır saptamaları uyarıcıdır. Ve tabi bu nedenle acı akıbeti de yaklaşmış durumdadır.
Sonuç: Ya Adil Düzen kurulacak, böylece ülkemiz ve insanlık âlemi kurtulacak; veya bu adi-faizci Siyonist sömürü sistemiyle, yeryüzünde refah ve huzurun kökleri kurutulacaktır.
PKKdan: Silahı Türk devleti bıraksın! küstahlığı!
PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, PKK silah bırakmaz, niye bıraksın? Kürt silah bırakmaz. Türk devleti silahsızlansın diyerek, AKPnin Türkiye toplumunu, PKKnın silahsızlanması konusunda yanılttığını vurgulamıştı. Evet Türkiye uçurumun kenarındaydı ve tarihi bir yol ayrımındaydı! Yıllarca Postmodern darbe ile Erbakan Hoca ve arkadaşları mağdur edilmiştir! edebiyatı yaptığı halde 28 Şubat davasının 18 Şubat 2015 duruşmasında eski Adalet Bakanı Şevket Kazan, Hayatımın en zor kararıdır bu dosya için şikâyetçi olmak. Ben şikâyetçi değilim. Gelinen noktada her insanda vicdan var. Ben de insanım, şikâyetçi değilim sözleri safdirikleri şaşırtmış, yıllardır bunların ayarını belirten feraset ehlini doğrulamıştı. Biz, Refahyol Hükümeti olarak İstifa edelim, en hayırlısı budur kararı aldıkdeyince. Mahkeme Başkanı Fevzi Şıngarın Size yönelik tehdit oldu mu? sorusuna Kazan, Hayır, maruzatım bundan ibaret yanıtını vermiş ve Çevik Bire teşekkürlerini sunmuşlardı.
Çözüm süreci ABD planıydı ve BOPun son aşamasıydı!
Gazetelerde Güneydoğuyla ilgili şu haberler çıkmaktaydı: Öcalanın Türkiyeye getirilişinin yıldönümünde Cizre ve Silopiyi ateşe veren teröristler, Silopi Adliye Sarayına molotof ve taşla saldırdı. Diyarbakırda kimliği belirlenemeyen yüzleri kapalı iki kişi, Özel Harekât Şubesinde görevli bir polis memurunu takip edip, dövdükten sonra beylik silahını alıp, kaçtı. Belli ki artık kedi fare oyunu oynuyorlardı… PKK yöneticisi Duran Kalkan: PKK silah bırakmaz, niye bıraksın? Kürt silah bırakmaz. Türk Devleti silahsızlansın diyecek kadar küstahlaşmıştı.
Başbakan Davutoğlu ise Pakistan dönüşü:
PKK 20 Mart 2013 Nevruzdan sonra Mayıs ve Haziranda unsurlar çekilmeye başlayacak dedi, peki nerede o unsurlar şimdi. İki yıl geçti şimdi yine silah bırakmayı şarta bağlamaya çalışıyorlar… diyerek aldatıldıklarını vurgulamıştı. Demek ki Çözüm Süreci diye masaya oturdukları verdikleri sözleri tutmuyorlardı… O zaman süreç halka yönelik bir aldatmacadan ibaret bir sahtekârlıktı. Bu süreç sadece ABDnin planlarına ve Türkiye’nin parçalanmasına hizmet ediyor olmasındı?
İmralı heyeti bu kez Kandilden kovulmuşlardı.
Terör örgütünün Kandildeki elebaşları, daha önce Erbilden geri çevirdiği İmralı heyetini,Kime sordunuz da açıklama yapacağımızı söylediniz diyerek azarlamıştı. İmralı heyetinin, Kandilden ikinci kez kovulduğu ortaya çıkmıştı. 18 Ocakta İmralı heyetini Niye geldiniz. Hiçbir isteğimizi kabul ettirememişsiniz beceriksizler diyerek Erbil Havalimanından geri gönderen Kandil, bu kez aynı şeyi dağda yapmıştı. Edinilen bilgilere göre; 11-12 Şubat tarihleri arasında Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile görüşen İmralı heyetindeki İdris Baluken, Pervin Buldan ve Ceylan Bağrıyanık, ayın 14ünde İstanbuldan havayolu ile Erbile oradan da kara yolu ile Kandile ulaşmıştı. Heyetin, hükümetle yaptığı pazarlıkta anlaştığı Eylem yapmama çağrısı Kandilden sert tepki almış, heyet üyelerini Kime sordunuz da, açıklama yapacağımızı söylediniz sözleriyle azarlarken, İç Güvenlik Paketinin çekilmesini pazarlıkların sürmesinin ön koşulu olarak masaya konulmasını şart koşmuşlardı. Kandil bu noktada görüşmeyi keserekŞimdi gidin Ankarada İç Güvenlik Paketini engelleyin talimatı verip heyeti geri yollamıştı. HDP kulislerinden sızan bilgilere göre Kandil, heyete Türkiyeye karşı silah kullanmamaaçıklamasının tek taraflı olmayacağını hatırlatmıştı. Türk devletinin de eş zamanlı olarak PKKya karşı silah kullanmayacağı açıklaması yapması gerektiği vurgulanmıştı.
AKP İsraille barışmak için 65 milyon dolar rüşvet aktarmıştı!
AKP ve Sn. Erdoğanın Davos krizi ve Mavi Marmarada 9 Türkün öldürülmesinin ardından Amerikadaki Yahudi cemaatini, İsrailin politikalarını desteklediğine inandırmaya çalıştığı ve bunun için lobi şirketlerine milyonlarca dolar ayırdığı ortaya çıkmıştı. CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu partisinin İstanbul İl Başkanlığında yaptığı basın açıklaması ile AKPnin Amerikalı lobi şirketleri ile yaptığı anlaşmaların belgelerini kamuoyu ile paylaşmıştı. Aykut Erdoğdu, AKP, Anadolu insanının Filistin halkı için beslediği duyguları istismar ederken arka planda İsrail yanlısı olduğunun Amerikadaki Yahudi cemaatine anlatılması için yaklaşık 18 lobi şirketine 2008-2013 yılları arasında 65,4 milyon dolar ödendiğini açıklamıştı.
CHPnin stratejisini de Yahudi şirketi ayarlayacaktı!
Ancak bu ara CHP, genel seçim stratejisini belirlemek için ABDde Obamaya seçimi kazandıran ve Colorado Müttefik Yahudi Federasyonu (AFJC) ile de çalıştığı belirtilen BSG şirketiyle anlaşmıştı. Amerikan Benenson Strategy Group (BSG) adlı şirket 7 Haziranda yapılacak genel seçimlerde CHPnin seçim çalışmalarında yol gösterici olacaktı. Anlaşmayla ilgili Al Monitora konuşan CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, BSG şirketiyle anlaştıklarını doğrulamıştı. Yani Türkiyede iktidar da, muhalefet de ABD Yahudi Lobilerinin kıskacındaydı! Artık Milli ve haysiyetli bir değişim kaçınılmazdı ve oldukça yakındı!
Ölme IŞİDim ölme! Planı!
Eskiden gerçekleşmesi zor bir işle karşılaştığımız zaman, Ölme eşeğim ölme tekerlemesi hatırlanırdı. Şimdi bu tabiri biraz değiştirerek Ölme IŞİDim ölme demenin tam zamanıydı. Güya ABD IŞİDi bitirmek için harekete geçmiş ve üç aşamalı bir imha planı hazırlamışmış ve üçlü kıskacı devreye sokma kararı almışmış! Önce Irak askerlerini ve Kürtleri eğitip donatacakmış.. Ardından Rakka ve Musul geri alınacakmış.. IŞİDe karşı savaşacak beş bin muhalif, gönderilecek 400 asker ile üç yıl içinde eğitilerek ve Kürtlerle işbirliği yapılarak Rakka kurtarılacakmış! Sonra askerleriyle birlikte Musul karadan kuşatılacakmış.. Amerikalı yetkililer Musul savaşının kolay olmayacağını, çok şiddetli çatışmaların yaşanacağını söylüyorlarmış! Bütün bu haberlerden sonra niye Ölme IŞİDim ölme dediğimiz anlaşılmış olmalıdır. Demek ki daha yıllarca IŞİDin katliam ve tahribatlarına göz yumulacak ve bölgede Müslüman kanı akıtılacaktı![2]
Süleyman Şah operasyonu için PKKnın Suriye kolu PYDden izin alınmıştı?
Harekât için PKKnın Suriye kolu PYD tarafından koridor açma izni alınmasına rağmen Başbakan Ahmet Davutoğlunun, geri çekilmeye ilişkin, Hiçbir merciden ne izin ne yardım talep edilmiştir iddiaları gerçek dışıdır. Aynı saatlerde HDP Milletvekili Hasip Kaplan ve farklı kaynaklardan PYDden izin alındığı bilgileri aktarılmıştır. Davutoğlunun:Eğer önümüze bu operasyon esnasında kim çıkmış olursa olsun, bu talimat verildikten sonra şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü engeli aşar, her türlü çatışma riskini de göze alır, yeni Süleyman Şah Karakoluna kadar iner ve o emanetleri salimen ülkemize getirir. Milletimize hayırlı olsun diyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri ile Türkiye Cumhuriyeti her zaman milletimizin aziz hukukunu koruma yönünde ne zaman, ne gerekirse gerekli adımı atmaya hazır sözleri elbette doğruyu yansıtmaktadır ve TSKnın bu operasyonu dostlara güven duygusu, düşmanlara korku salmıştır.
Acaba; Türbe tepesine PKK Gölgesi yakışır mıydı?
Ancak Türkiyenin terörist olarak nitelediği PYD/YPG güçlerinin hâkimiyetinde olan tepede başlayan çalışmalar YPG bayraklarına sadece 100 metre uzaklıktaydı. Türbenin yapıldığı yerin hemen yakınındaki Abdullah Öcalan resimleri ve nöbet tutan silahlı YPGliler mide bulandırıcıydı ve haysiyet kırıcıydı.
Oysa:
1- Bu talihsiz girişim vatan topraklarını savunamayıp terk edilmesi anlamını taşımaktaydı.
2- AKP İktidarının: PKK ve PYD ile işbirliği yaptık açıklamalarında teröristleri meşrulaştırma amacı ve aklama ahmaklığı sırıtmaktaydı.
3- Bu girişim; ABD ve İsrailin ısrarla istediği Suriyenin Kuzeyinde yeni bir Kürdistan oluşturacak PYD özerk güvenli bölgesine AKPnin taşeronluk yapmasıydı.
4- Bu zihniyet ve hükümetle yarın Kıbrısı, öbür gün Trakyayı Anadoluya taşıma girişimleri başlatılırsa, kimse şaşırmamalıydı. Artık tarihi bir kırılma ve Nizam-ı Âlemiyeniden kurgulama kaçınılmazdı!
[1] Milli Gazete / Ali Emre Kafkas
[2] Milli Gazete-Zeki Ceyhan
http://www.millicozum.com/mc/nisan-2015/suleyman-sahi-kaciran-ak