Anasayfa » Süleyman Şah’ı Kaçıran AKP’nin FAİZ BELASI VE BORÇ BATAĞI

Süleyman Şah’ı Kaçıran AKP’nin FAİZ BELASI VE BORÇ BATAĞI

Yazar: yonetici
0 Yorum 118 Görüntüleyen

 

Süleyman Şah’ı Kaçıran AKP’nin FAİZ BELASI VE BORÇ BATAĞI

 

12 yıllık AKP iktidarı boyunca, halkımız kasıtlı ve planlı bir “Beyin yıkayıp faizli krediyle borçlandırma” süreciyle %80’i çoğu Yahudi olan yabancıların elindeki bankalara borçlandırılmış, Türkiye “gizli sömürge ülkesine” toplum ise, tüketim teşvikiyle “Siyonist sermaye kölesine” çevrilmiş durumdadır. Memurundan işçisine, esnafından köylüsüne, tam 16 milyona yakın insanımız; ev, araba, mobilya sahibi olma ve tatil yapma hevesiyle bankalara borçlandırılmış, yani faizci vahşi kapitalizmin uzaktan kumandalı kuklaları konumuna taşınmıştır. Böylece faizli krediye bulaştırılan her vatandaşın en az gelecek 10 (on) yılının bütün kazancı ve aylığı peşinen ipotek altına alınmıştır.

Bugün devlet dairelerinde, belediyelerde ve özel sektörde çalışan kesim, artık aybaşında bankamatik sıraları oluşturmamaktadır; çünkü maaşlarının tamamı zaten faizli kredi borçlarına mahsuben kesilmiş bulunmaktadır. Artık en zaruri ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanan işçi ve memur kesimi, mecburen hanımlarına –ne olursa olsun- iş bulma telaşına kapılmakta, bu da aile yapısının sarsılmasına, yuvaların dağılmasına, psikolojik bunalımların artmasına ve kıskançlık katliamlarına yol açmaktadır; çünkü namus düşmanlarına ve fırsat istismarcılarına gün doğmaktadır.

Türkiye’yi yabancı kaynaklı ve ekonomikman teslim alma maksatlı “karşılıksız sıcak para” ile aldatıcı ve günü kurtarıcı bir sahte rahatlık ortamıyla avutup oyalayan AKP iktidar kurmayları, hatta fiili Başbakan gibi davranan sn. Cumhurbaşkanı ile, maalesef büyük payı yabancı ortaklı Merkez Bankasıyla giriştiği laf atışmaları –veya planlı danışıklı dövüş hesapları- ve hızla artan dolar yükselişi sonucu, sadece bir ayda borç toplamı tam 100 milyar dolar artmış bulunmaktadır.

Faizli kredi borcuna mahkûm edilen vatandaşlarda “AKP’ye oy vermeye mecburuz” algısı oluşmaktaydı!

Ekonomik göstergelerdeki bozulmaya en açık örnek, artan borçluluk oranlarıdır. 2002’de 6,5 milyar lira olan tüketici kredisi ve kredi kartı borç tutarı, 11 yılda 52 kat artarak 2013’te 330 milyar TL’ye çıkmış bugün ise 450 milyar TL’ye yaklaşmıştır. Türkiye’nin 2007-2013 büyümesi ise yüzde 3,5 olurken aynı dönemde gelişmekte olan diğer ülkeler ortalama yüzde 5,9’a ulaşmıştır. 2002-2014 yılları arasında ekonomi ve sosyal hayata ilişkin birçok alandaki verileri içeren, ‘Gerçek Türkiye’nin Grafikleri’ adlı raporda, 2002 yılından sonra krizden çıkışla birlikte ekonomide olumlu bir gidişin sağlandığı, ancak özellikle 2007 yılından sonra ekonomi ve sosyal hayatın birçok alanında olumsuz ve kuşkulu bir gidişat yaşandığı saptanmıştır. Bu dönemde kredi kartı borçları 4,3 milyar liradan 74,2 milyar liraya, şu anda ise 85 milyar TL’ye, tüketici kredisi borçları 2,3 milyar liradan 271 milyar liraya taşınmıştır.

Evet, maalesef “2002 yılından itibaren hızla borçlanan ailelerin, en büyük alacaklısı şu anda bankalardır. Ailelerin borcunun harcanabilir gelirlere oranı yüzde 55’e kadar çıkmıştır. Bankalara tüketici kredisi borcu bulunan vatandaşların sayısında da AKP döneminde patlama yaşanmıştır. 2002 yılında bankalara 1 milyon 655 bin kişinin kredi borcu bulunmakta iken 2014 sonu itibarıyla bankalara tüketici kredisi borcu bulunanların sayısı bugün 15 milyon kişiden fazladır. Tüketicilerin zamanında ödeyemedikleri için bankalar tarafından takibe alınan borçlarının tutarı 2002 yılında sadece 278 milyon lira düzeyinde iken, bu rakam 2014 sonu itibarıyla 12,5 milyar liraya kadar yükselerek rekor kırmıştır. Karşılıksız çek oranı da 2011 yılında 580 bin adetken, 2014 yılında 800 bini aşmış şimdi bir milyona yaklaşmıştır. 2002 yılında krizden çıkan Türkiye’de icra müdürlüklerine hepsi 10 milyon icra dosyası gelirken, 2015 yılında bu oran 22 milyonu bulmaktadır.” 2014 yılı için hükümet yüzde 4’lük bir büyüme hedeflemişken maalesef orta vadeli program kapsamında büyüme tahmini yüzde 3,3 düzeyine çekilmiş durumdadır. Türkiye’de 2007-2013 dönemindeki yıllık ortalama büyümenin, yüzde 3,5 olarak gerçekleştiği belirtilirken aynı dönemde Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki büyümenin yüzde 5,9 olarak gerçekleştiği toplumdan özenle saklanmaktadır. Raporda azalan tasarruf oranlarına ilişkin olarak da: en son 2011 yılında yatırımların oranı yüzde 23,6’ya çıkarken, tasarrufların oranı yüzde 13,9’a kadar azalmış ve Türkiye tarihinde ilk kez milli gelirin yüzde 10’una yakın cari işlemler açığı vermeye başlamıştır. 2013 yılında tasarruf oranının yüzde 12,6’yla dip noktaya indiği de unutulmamalıdır. Türkiye 2014’te milli gelirinin yüzde 14’ü kadar tasarruf yapabilmiş yurtiçi tasarrufların düşük düzeyde seyretmesi, Türkiye’nin cari işlemler açığı sorununun kronikleşmesine yol açmıştır.

Nüfusumuzun Yüzde 59’u Yoksul Durumdadır!

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, ülkemizde yoksulluk riski altında bulunan, maddî yönden yoksun ve iş yoğunluğu düşük olan hanelerde yaşayan kişilerin nüfus içerisindeki payı yüzde 60’a yaklaşmıştır. Buna göre, Türkiye nüfusunun 43 milyonunun “ekonomik sıkıntılar, dayanıklı tüketim malları, barınma ve konutun çevre sorunlarıyla” ilgili çeşitli göstergelere bakılarak belirlenen ‘şiddetli maddî yoksunluk’ içerisinde kıvranmaktadır. Vatandaşların yüzde 78’i evden uzakta bir haftalık tatil giderlerini bile karşılamaktan uzaktır. Nüfusumuzun yüzde 75’i yıpranmış ve kırılmış mobilyalarını yenileme olanağına sahip bulunmamaktadır. Halkımızın yüzde 29’u evinin ısınma ihtiyacını tam olarak karşılayamaz konumdadır. Toplumun yüzde 49’u“beklenmedik harcamaları” karşılayamaz durumdadır. Vatandaşların yüzde 46’sı ise haftada bir sefer et, tavuk ya da balık içeren gıdalar alamamaktadır. 2015’te ise bu dengesiz durumlar ve toplum kesimleri arasındaki uçurumlar daha da artmış ve sosyal tufanlar gelip kapımıza dayanmıştır! Bu arada aynı faizci sömürü düzenini AKP yerine solcu CHP zihniyeti veya sağcı MHP zihniyeti uygulasa bu kötü gidişin düzeleceğini sananlar da aldanmaktadır.

Faizli krediyle Siyonist sömürü sermayeli bankalara borçlandırılan 16 milyon vatandaşın 13,4 milyonunun AKP’ye, 1 milyon MHP’ye, 2 milyon kadarının CHP’ye oy verdiği hesaplanmıştır. Faizli kredi ile esir alınan vatandaşlarda: “istikrar bozulacak ve AKP iktidardan uzaklaşacak olursa, faiz puanlarının, dolayısıyla borç oranlarının kat kat artacağı, bunları ödeyemeyeceklerinden, EV ve ARABA’lara el konulacağı, bu nedenle AKP’ye mutlaka oy verilip istikrarın korunması gerektiği” algısı oluşturulmaktadır!

Sermaye kaçmaya başlayınca sahte cilalar dökülmeye başlamıştı!

Cilalarla defoları gizlenen Türkiye ekonomisi, yumuşak karnı olan cari açıktaki yükselişle sarsılmıştı. 2012 Mayıs ayında 5.8 milyar dolar olan cari açık, 2013 Mayıs’ta 7.5 milyar dolara çıkmış, 2013’ün ilk 5 aylık açık rakamı ise 32 milyar doları aşmıştı. Cari açığın artmasında, kâr transferlerini içeren doğrudan yatırım/gider kaleminde gerçekleşen 1 milyar 553 milyon dolarlık çıkışın etkili olduğu konuşulmaktaydı. Türk ekonomisinin en önemli yapısal sorunlarından olan cari açıkta, geçen sene uygulanan “fren” tedbirleriyle geçici bir düşüş yaşanmıştı. Ekonomide biraz “gaz”a basılınca yeniden artışa geçen cari açık, son aylarda durgunluğun kıyısında gezinen ekonomik aktiviteye rağmen artmaya başlamıştı. Cilalarla defoları gizlenen Türkiye ekonomisinin, en ufak bir sarsıntıda kırmızı alarm vermesi AKP kurmaylarını telaşlandırmıştı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) tarafından açıklanan Mayıs dönemi cari işlemler açığı, 7 milyar 524 milyon dolar ile piyasa beklentilerinin çok üzerine çıkmıştı. Piyasada ağırlıklı öngörü cari açığın 6,7 milyar dolar olacağıydı. Cari açık Ocak-Mayıs döneminde 31,9 milyar dolar olurken, Mayıs ayı itibariyle 12 aylık cari açık 53,6 milyar doları aşmıştı. Özetle hem ekonomi durgunlaşmış, hem cari açık artmaya başlamıştı. Yani ekonomide kırmızı alarm zilleri çalmaktaydı..

Özel sektör yurt dışına 167 milyar $ borçlu durumdaydı.

Özel sektörün yurt dışından sağladığı uzun vadeli kredi borcu 2014 Aralık ayında bir önceki yıl sonuna göre 11.5 milyar dolar artarak 167.5 milyar doları aşmıştı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), 2014 yılı Aralık ayına ait özel sektörün yurt dışından sağladığı kredi borcuna ilişkin gelişmeleri yayımlamıştı. Geçen yıl Aralık sonu itibarıyla, özel sektörün yurt dışından sağladığı uzun vadeli kredi borcu, 2013 yılsonuna göre 11,5 milyar dolar artarak 167,5 milyar doları bulmaktaydı. Döviz kompozisyonuna bakıldığında, özel sektörün yurt dışından sağladığı 167,52 milyar dolar tutarındaki uzun vadeli kredi borcunun yüzde 60,9’u dolar, yüzde 31,5’ini avro, yüzde 5,9’unu Türk Lirası ve yüzde 1,7’si ise diğer döviz cinslerinden oluşmaktaydı. Özel sektörün yurt dışından sağladığı uzun vadeli kredi borcunun, Aralık sonu itibarıyla sektör dağılımı incelendiğinde, toplam borcun yüzde 50,3’ünü oluşturan finansal olmayan kuruluşların yurt dışından sağladığı 84,2 milyar dolar tutarındaki borcun, yüzde 57’si hizmetler sektörü, yüzde 42,5’i sınai sektörleri ve yüzde 0,5’i de tarım sektörü tarafından kullanılmıştı.

Şu gerçek halkımızdan özenle saklanmaktaydı. Resmiyette 167 milyar dolar, gerçekte yaklaşık 300 milyar dolarlık bu “özel sektörün dış borcu” sonunda halkımızın sırtına yıkılmakta ve devlet kasasından çıkmaktaydı çünkü özel sektörün dıştaki Yahudi bankalardan aldığı borçları faiziyle birlikte ödemek üzere T.C. devleti bunlara kefil olmaktaydı. Ve tabi faizci ve rantiyeci baronlar ve patronlar, çoğunlukla bu borçları ödemediğinden bu milyarlarca dolar bizlerin ve devletin kesesinden karşılanmaktaydı.

Krizdeki Yunanistan bile Türkiye’yi 6’ya katlamıştı.

Türkler Avrupa’da bankalardaki varlıkları açısından sondan 2. sıradaydı. Türkiye Bankalar Birliği’nin (TBB) yayımladığı ve 1960 ile 2014 arasında sektörün durumunu ele alan çalışmaya göre Türklerin bankalardaki kişi başı mevduatı 4 bin Euro düzeyinde kalmaktaydı. Estonya, Macaristan, Hırvatistan gibi yeni AB üyesi olan ülkelerin kişi başı mevduatları Türkiye’yi ikiye katlarken adı krizle anılan Yunanistan’da kişi başı mevduat bile Türkiye’nin tam 6 katıydı. Türkiye’de daha önce 51 olan mevduat bankası sayısı 2000 krizindeki el koymaların ardından 32’ye düşmüş durumdaydı. 55 yıl önce 5 banka yabancıyken bu sayı 19’a çıkmış, yabancıların bankalardaki hisse oranı ise %76’ya ulaşmıştı. 2005’te 3.2 milyon müşterisi olan bu bankalarının müşteri sayısı 14.3 milyona çıkarken kredi kartı sayısı 57 milyonu aşmıştı.

– Artan döviz kuru enflasyona baskı yapmakta, yani Türk lirasında her yüzde 10 değer kaybı, enflasyonu yüzde 1,5 arttırmaktaydı.

– Şirketlerin durumu sıkıntılıydı. 179 milyar dolar açık pozisyonu vardı. Dövizde her artış şirket varlıklarının azalmasıydı.

– Reel sektörün borç yükü çok fazlaydı.

– Türkiye tıkanmıştı, bu nedenle döviz kuruna baskı vardı.

2014 sonunda net uluslararası yatırım pozisyonu açığı (Türkiye’nin yurt dışına döviz borçları-yurt dışından döviz alacakları) 431,2 milyar dolardı. 2002 yılında bu açık 85,5 milyar dolardı. 12 yıldaki artış korkunç boyutlardaydı. 2014 sonunda dolar bazında dış yükümlülüğümüz 661,3 milyar, döviz varlığımız da 230 milyar dolardı.

Peki, bunlar hangi tehlikeleri yansıtmaktaydı?

– İç tasarruflarımız yetersiz kalmaktaydı.

– Ara malı ithalatımız gereksiz bir şekilde yüksek tutulmaktaydı. Oysa ülkemizde ara malı ve hammadde üretimini artırmak imkânı vardı.

– İthalata dayalı çılgın tüketime fren koymak lazımdı. Yerli ve milli yatırım ve üretim kaçınılmazdı. Erbakan’ın tarihi projelerini uygulamak şarttı…

Merkez Bankası Başkanı Başçı’nın faiz inadı ve Cumhurbaşkanının kuru laf dalaşı Faiz lobisinin ekmeğine yağ sürüp azdırmaktaydı. Son yaptığı ‘Yüzde 5 olmazsa indirmem’ açıklaması da tuz biber ekmiş durumdaydı. 1 yılda faizciler vatandaşın 1.644 katı kazanmıştı.

Son dönemde atacağı her adımı önceden haber veren Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı‘nın bu tavrı ve onunla ağız dalaşına girip olumsuz beklentileri alevlendiren Cumhurbaşkanının bu yaklaşımı sadece faiz lobisine yaramaktaydı. “Enflasyon 1 puan düşürse faiz iner” diyen Erdem Başçı, 0.07‘lik bir sapma yüzünden toplantıyı askıya almıştı. Herkes 24 Şubat‘taki toplantıda faizin inmesini beklerken, Başçı yine konuştu ve bu kez “Enflasyon yüzde 5’e yakın olursa, faiz düşer” çıkışını yapmıştı. Başçı‘nın bu açıklamaları sadece faizcilerin işine yaramaktaydı. Faiz lobisi, Başçı’nın sözlerinin ardından Ocak ayının sonunda dolara hücum ederek 2.30’lardan döviz toplamıştı. Bugün gelinen noktada sadece dolardan bile 10 günde 3 milyar liraya yakın kazanç sağlanmış lobi asıl vurgunu faizden yapmıştı. Resmi verilere göre, Türkiye’de toplam mevduat 1 trilyon 52 milyar lirayı bulmaktaydı. Bu mevduatın 494,5 milyar lirası, 1 milyon lira ve üzerinde parası bankada bulunan 50 bin kişiye ait bulunmaktaydı. Bunların büyük çoğunluğu faizden para kazanıyor. Son 1 yılda mevduata ödenen faiz 60 milyar lirayı aşmıştı. Bunun 40 milyar kadarı, 50 bin kişinin cebine akmıştı. Kalan20 milyar lirası ise 59 milyon adet mevduat sahibine, yani lobi dışındaki vatandaşa ödenmiş durumdaydı. Böylece Başçı’nın yüksek faiz inadı ve Cumhurbaşkanının kuru gürültü çıkarması sadece faizci lobiye kazandırırken, halkın parasını eritip üretimi, istihdamı ve büyümeyi sekteye uğratmaktaydı.

Prens Bilal Erdoğan’ın ‘gemicik’ filosu sürekli katlanarak kazanmaktaydı!

Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan, kardeşi Mustafa Erdoğan ve eniştesi Ziya İlgen’in ortak olduğu ve isimlerinin baş harflerinden oluşan BMZ Denizcilik, SHOVKET ALEKPEROVA isimli nehir tankerini 18 milyon dolara satın almıştı. Palmali Denizcilik Şirketi’nin, 2014 yılında Beşiktaş Tersanesi’nde inşa ettirdiği, 140 metre boyunda, 16 metre genişliğinde ve 7 bin 100 DWT kapasiteli petrol ürünü ve kimyasal ürün taşıyabilen, SHOVKET ALEKPEROVA isimli nehir tankeri, 18 milyon dolara BMZ Group Denizcilik Şirketi’ne satılmış. BMZ Denizcilik geçtiğimiz yıl, yine Palmali Denizcilik’ten aynı özelliklere sahip BEGIM ASLANOVA ve MECİD ASLANOVA adındaki tankerleri her biri 18 milyon dolara almış, faiz ve rantiye tuzağı Palmali Denizcilik’e kiralamıştı. Alınan bu yeni geminin de yine Palmali Denizcilik’e kiralanacağı saptanmıştı. Merkezi, Beylerbeyi Yalıboyu caddesinde olan BMZ şirketi, tankerleri Malta merkezli Palmali Denizcilik’ten aldığından dolayı, Malta bayrağı taşıyan gemiler vergiden de muaftı.

Her üç tankerin de Azeri kökenli Türk vatandaşı Mubariz Gurbanoğlu’nun Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yaptığı Palmali Denizcilik Şirketi’nden alınması ve yine aynı şirkete 10 yıllığına kiralanması, denizcilik sektöründe “ballı işbirliği” olarak algılanmıştı. Bu arada BMZ Denizcilik Şirketi, Türkter Tersanesi’ne inşa ettirdiği TURKTER 80, TURKTER 81 ve TURKTER 82 nehir tankerlerinin, 2015 yılı sonuna kadar denize indirilmesi planlanmıştı.

Bazı kulislere, Cumhurbaşkanlığı adaylığını açıklarken, sn. Emine Erdoğan’ın Recep T. Bey’e: “Sen köşke çıkıp kendini dokunulmaz kılacaksın ama, peki çocuklarımızın durumu ne olacak?” diye çıkıştığı sızmıştı. Hatta MİT Başkanı Hakan Fidan’ın, Sn. Erdoğan’ın başına geleceklerinin farkına vardığı ve artık kendisine sahip çıkamayacağı için istifa ettiği konuşulmaktaydı. Abdullah Gül de AKP’yi açıkça uyarmaya başlamış, parti içindeki potansiyel parçalanmayı hızlandırmıştı.

Artık AKP ile Saray karşı karşıyaydı ve liste savaşı iyice kızışmıştı!

AKP’li bir milletvekili: “Erdoğan’a karşı çıkan ekip, organize oldu. Yüksek Seçim Kurulu’na Erdoğan’ın aday listesi değil de partide hazırlanan liste verilirse sürpriz olmaz!”açıklamasını yapmıştı. Böylece “Erdoğan’sız AKP” planı işlemeye başlamıştı. Tayyip Erdoğan, adayları AK Saray’da belirlerken bir çalışma da AKP Genel Merkezi’nde yürütmeye başlamıştı. Gelişmeleri değerlendiren parti kurucularından bir vekil, “Adaylar YSK’ya giderken fırtına kopacak” açıklamasını yapmıştı. Güvenlik Paketi ve Açılım konusundaki tartışmaların da bu süreçle bağlantılı olduğu vurgulanmıştı. Eski bir AKP Milletvekili de şunları aktarmıştı: “Davutoğlu, Beşir Atalay, Ali Babacan ve Arınç birlikte hareket ediyor. Hiç ummadığınız isimler de saf değiştirdi.” Mitinglerde dikkat çeken bir başka AKP’li yönetici Erdoğan’ın kontrolü ele almaya çalıştığını hatırlatmıştı. Gül’ün devreye girmek için fırsat kolladığı da bilgi arasındaydı.

Faiz hacizi, haciz çaresizliği, çaresizlik ise yeniden faiz lobilerine köleliği ve toplumsal acizliği doğurmaktadır!

 Unutmayalım ki; FAİZİN haramlığına asıl sebep, zorluk ve darlık zamanında ödeyemediğinde kişinin borcunu arttırmasıdır. Borcunu ödeyemediği zaman icra koymak ve borçlunun malını ucuza satmak, onu zarara sokmaktır. FAİZİN asıl kaynağı ve musibeti burada aranmalıdır. Bu sebepledir ki Kur’an’a göre cebri icra yanlış ve yasaktır. Borçlu zorda ise, mühlet tanınacak ve kolaylık sağlanacaktır. Borçlunun üstüne gitmek; boğazını sıkmaktır ve çaresiz bırakmaktır. Borçluya bir darbe de icra sistemiyle vurulmaktadır.. Borçlunun zorda ve sıkıntıda olduğu ise kendi beyanı ile belli olacaktır.

 Demek ki hiçbir faiz tahakkuk ettirmeseniz bile, eğer borcunu ödemediği gün hemen mallarına haciz uygularsanız, bu yapılan işlem zaten FAİZ kapsamındadır. Bu sebepledir ki İmam-ı Azam’a göre izale-i şuyu davaları açılamadığı gibi artırmalı satış da haksızlıktır, sadece borçlu hapsedilir ve malı kendisi satması sağlanır. Bu sorunu KUR’AN’A GÖRE şöyle çözmek lazımdır: Borcunu ödeyemeyen kimsenin mallarına el konulmaz, parası alınmaz, iş yapmasına mâni olunmaz, sadece borçlanma ehliyeti alınır. O artık yeni borç alamayacaktır. Ancak birileri hala ona borç verecek olursa mahkemeye müracaat edip borcun tahsilini talep hakkı bulunmayacaktır.

 Biz bunu kendi kafamızdan uydurmadık, Kur’an’ın borçlular için ayırdığı payın, kölelerle beraber zikretmesinden çıkardık. (Bak: Tövbe: 60’ıncı ayet): “Sadakalar (zekat; devlet vergisi harcamaları), -Allah’tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (amme hizmeti) işinde görevli kimseler, kalpleri ısındırılmak istenenler (örtülü ödenek) köleler (hapisten kurtulmak isteyenler), borcunu ödeyemeyenler, Allah yolunda (cihad edenler, savunma giderleri) ve yolculukta(muhtaç düşmüşler) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” FAİZLİ sömürü sisteminin, zalim dünya düzeninin insanlığı ne hâle getirdiği apaçık ortadadır. Bu arada “katılım bankaları”nı da günümüzde yaptıkları uygulamalarla maalesef İslam’ın öngördüğü “faizsiz bankalar” kısmında saymak yanlıştır ve istismar amaçlıdır. Bundan dolayı olsa gerek, isimlerinde olan “faizsiz finans kurumu” ibaresini de kaldırıp klasik “banka” adını kullanmaya başlamışlardır. Dolayısıyla bu yapılanlar, sömürü sermayesinin faizi başka adla Müslümanlara yutturma tezgâhıdır. Maalesef bugün parayla para kazanma sistemi yani “FAİZLİ SİSTEM” çalışmaktadır ve herkes kolay ve risksiz para kazanayım diye uğraşmaktadır. Bankalar “FAİZ” olarak piyasadan parayı toplamakta, Merkez Bankası ise “FAİZ” alarak parayı piyasadan çekip depolamaktadır. Rockefeller ve Koç gibi faizci sömürü zenginleri kârlarını para olarak piyasadan hortumlayıp bundan dolayı piyasada “para darlığı” oluşturmaktadır. Bu darlığı gidermek için Merkez Bankası “karşılıksız parayı” yeniden kredi olarak piyasaya pompalamaktadır. Bankalar asla karşılığı olan gerçek para dağıtmamaktadır. Çünkü piyasada, yeni işletmeleri faaliyete geçiren emek ve yatırım olmamakta, “tam istihdam” sağlanmamaktadır. Böylece “ENFLASYON” azmakta, “fiyat dengesizliği ve ücretler anarşisi” doğmaktadır. Bunlar yetmemiş gibi kurduğunuz işletmelerin defterleri on sene sonra denetime alınmakta, aleyhinize dava açılmakta ve ondan sonra da artık torunlarınız bile mahkemelerde uğraşmaktadır. Bu zulmün ve sömürü düzenini, yani faiz sistemini kaldırmak yerine merkez bankasıyla faiz puanı kapışması yapan Sn. Erdoğan Kur’an’a göre Allah’la savaşmakta ve halkı avutmaya çalışmaktadır.

 AKP’nin Dış Borçlanma Bataklığı

 Türkiye’nin yabancılara olan dış borcu, AKP döneminde 180 milyar dolardan, 750 milyar dolar gibi artık ödenemeyecek bir seviyeye dayanmıştır. AKP, kendisinden önceki 57 hükümetin, 82 yılda oluşturduğu Türkiye’nin dış borcunu, sadece 12 yılda 4 katına çıkarmıştır. AKP’nin dış borçlanma düşkünlüğü sebebiyle, son 12 senede yabancılara 260 milyar dolar faiz aktarılmıştır. Cumhuriyet tarihinin hiçbir döneminde yabancılara olan borç ve faiz ödemeleri, AKP döneminde olduğu kadar yüksek olmamıştır. Batı’nın ve Siyonizm’in amacı da, Türkiye’yi borçlandırarak, Yunanistan gibi teslim almaktır. AKP’nin, Türkiye’yi borçlandırma politikasından, sürekli Türkiye kaybederken, Siyonist sömürü sermayesi ve Batı Emperyalizmi 5 defa kazanmaktadır: 1-Batı, kendi firmalarının ürünlerini ithal edebilmesi için Türkiye’ye borç vererek, aslında kendi ekonomilerine destek sağlamaktadır. 2-Türkiye’ye en yüksek faiz oranını uygulamaları sebebiyle, çok yüksek faiz gelirleri kazanmaktadır. 3-Türkiye’yi, daha borçlu hale getirerek, günden güne kendilerine daha fazla bağımlı duruma sokmaktadır. 4-Böylece Batı (AB) bataklığına mahkûm edip Türkiye’yi İslam Dünyasından koparmaktadır. 5- Faiz ve fuhuş belasıyla manevi ve ahlaki-ailevi tahribatı hızlandırmaktadır.

Velhasıl, AKP’nin dış borçlanma, faiz ve ithalata yönelik ekonomik politikaları, Türkiye’nin değil Batı’nın çıkarlarına yaramaktadır. Osmanlı da borç ve faizle yıkılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ilk borcunu 1854’te almış, 27 yıl sonra ise borçlarını ödeyemez duruma dayanmış, Düyun-u Umumiye ile teslim alınmış ve Düyun-u Umumiye kurulduktan 39 yıl sonra ise imparatorluk yıkılmıştır. Yine aynı tuzak ve aynı senaryo oynanmaktadır. AKP döneminde; Dış borçlanma ve faiz ödemelerinde rekor üstüne rekorların kırıldığı, sadece devletin ve şirketlerin değil, vatandaşların dahi; boğazlarına kadar borca ve faize batırıldığı bir süreç yaşanmaktadır. Bankalar; yurtdışından aldıkları borçları, tüketici kredileri olarak dağıtarak, vatandaşı da dış borçlanma bataklığına çekip boğmaktadır. Türkiye’de artık her 4 aileden 3’ünün bankalara kredi borcu vardır. Artık hem devlet, hem özel şirketler, hem de sıradan vatandaşlar borçlarını sıfırlayabilme şansını yitirmiş durumdadır. Herkes borç ve faizle yaşamaya, borcunu yeni borçlar alarak ayakta kalmaya mecbur konuma taşınmıştır. Tüm ülkenin geleceği, borçlanmaya ve faiz sisteminin devamına bağımlı hale getirilmiş durumdadır. Daha üzücü olan ise; bu kadar yüksek borçlanma ve faize rağmen, alınan borçlar ile; sanayi ve teknoloji yatırımlarının değil; ithalat, AVM ve rezidansların finanse edilmiş olmasıdır. Böylesine bir dış borçlanma, ekonomik açıdan işgal edilmek anlamını taşır. Zaten ithal ederek tüketen, tüm iç pazarı yabancı şirketler tarafından ele geçirilen Türkiye ekonomisi, artık batının tuzağına kapılmıştır! Geri ödenmesi artık mümkün olmayan, böylesi bir DIŞ BORÇ yüküyle, Türkiye, artık ne ölçüde bağımsız kalacaktır? Bağımsızlığına önem veren bir zihniyet, ülkesini ve gelecek nesilleri böylesine bir borç batağına nasıl bulaştırır? Bu nasıl bir milli irade, bu nasıl bir vatanperverlik edebiyatıdır?[1]

Rahmetli Erbakan Hoca tam 10 yıl önce AKP kurmaylarını uyararak “Bu gaflet ve cehalet cesaretiyle yola devam edilirse 10 yıl sonra dış borcumuz 600 milyar dolara ulaşacaktır.!” tahminleri aynen çıkmış, 12. yılda ise 750 milyara dayanmıştır.

 The Economist Dergisi’nin Demokrasi Endeksi’ne göre, demokratik gelişmişlik sıralamasında 167 ülke arasında Türkiye 93’üncü sıradadır! Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün 2014 Basın Özgürlüğü sıralamasında ise 180 ülke arasında 154’üncü durumdadır! Yoksulluk sıralamasında, 33 üyeli Ekonomik İşbirliği Örgütü (OECD) ülkeleri arasında Türkiye en yoksul üçüncü ülke konumdadır. Yolsuzluk sıralamasında da durum aynıdır: Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün araştırmasına göre Türkiye2014’te 175 ülke arasında en büyük düşüşü yaşayarak 64’üncü sırada yer almaktadır. Gelelim hukuk sıralamasına… Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2013 yılında incelediği ve ihlal kararı verdiği 797 dosyadan 118’i Türkiye’ye ait bulunmaktadır. Yani, bizden sadece bir dosya önde olan Rusya’nın ardından, hak ve hukuk ihlallerinde Türkiye Avrupa ikincisi olmaktadır. İsviçrebankalarındaki “gizli” hesapların bilgisi internete sızmış ve 100 bin civarında gizli banka hesabının bilgisi yayınlanmıştır. Bunlardan 3 bin 105’i Türkiye’deki kişilere ait olduğu anlaşılmıştır. Bu 3 bin 105 kişinin hesaplarında yaklaşık 3,48 milyar dolar bulunmaktadır.

 Bizi yaklaşık 13 yıldır yöneten ve “Üç Y’yi (yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar) bitireceğiz”sloganıyla iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi:

”1- Yasaklarda.., 2- Yolsuzlukta.., 3- Yoksullukta… Bizi dünya devleri arasına sokmaya başarmıştır” saptamaları uyarıcıdır. Ve tabi bu nedenle acı akıbeti de yaklaşmış durumdadır.

Sonuç: Ya Adil Düzen kurulacak, böylece ülkemiz ve insanlık âlemi kurtulacak; veya bu adi-faizci Siyonist sömürü sistemiyle, yeryüzünde refah ve huzurun kökleri kurutulacaktır.

 PKK’dan: “Silahı Türk devleti bıraksın!” küstahlığı!

 PKK Yürütme Komitesi Üyesi Duran Kalkan, “PKK silah bırakmaz, niye bıraksın? Kürt silah bırakmaz. Türk devleti silahsızlansın” diyerek, AKP’nin Türkiye toplumunu, PKK’nın silahsızlanması konusunda yanılttığını vurgulamıştı. Evet Türkiye uçurumun kenarındaydı ve tarihi bir yol ayrımındaydı! Yıllarca “Postmodern darbe ile Erbakan Hoca ve arkadaşları mağdur edilmiştir!” edebiyatı yaptığı halde 28 Şubat davasının 18 Şubat 2015 duruşmasında eski Adalet Bakanı Şevket Kazan“Hayatımın en zor kararıdır bu dosya için şikâyetçi olmak. Ben şikâyetçi değilim. Gelinen noktada her insanda vicdan var. Ben de insanım, şikâyetçi değilim” sözleri safdirikleri şaşırtmış, yıllardır bunların ayarını belirten feraset ehlini doğrulamıştı. “Biz, Refahyol Hükümeti olarak ‘İstifa edelim, en hayırlısı budur’ kararı aldık”deyince. Mahkeme Başkanı Fevzi Şıngar’ın “Size yönelik tehdit oldu mu?” sorusuna Kazan, “Hayır, maruzatım bundan ibaret” yanıtını vermiş ve Çevik Bir’e teşekkürlerini sunmuşlardı.

“Çözüm süreci” ABD planıydı ve BOP’un son aşamasıydı!

 Gazetelerde Güneydoğuyla ilgili şu haberler çıkmaktaydı: “Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin yıldönümünde Cizre ve Silopi’yi ateşe veren teröristler, Silopi Adliye Sarayı’na molotof ve taşla saldırdı.” “Diyarbakır’da kimliği belirlenemeyen yüzleri kapalı iki kişi, Özel Harekât Şubesi’nde görevli bir polis memurunu takip edip, dövdükten sonra beylik silahını alıp, kaçtı.” Belli ki artık kedi fare oyunu oynuyorlardı… PKK yöneticisi Duran Kalkan: “PKK silah bırakmaz, niye bıraksın? Kürt silah bırakmaz. Türk Devleti silahsızlansın” diyecek kadar küstahlaşmıştı.

 Başbakan Davutoğlu ise Pakistan dönüşü:

“PKK 20 Mart 2013 Nevruz’dan sonra Mayıs ve Haziran’da unsurlar çekilmeye başlayacak” dedi, peki nerede o unsurlar şimdi. İki yıl geçti şimdi yine silah bırakmayı şarta bağlamaya çalışıyorlar…” diyerek aldatıldıklarını vurgulamıştı. Demek ki Çözüm Süreci diye masaya oturdukları verdikleri sözleri tutmuyorlardı… O zaman süreç halka yönelik bir aldatmacadan ibaret bir sahtekârlıktı. Bu süreç sadece ABD’nin planlarına ve Türkiye’nin parçalanmasına hizmet ediyor olmasındı?

İmralı heyeti bu kez Kandil’den kovulmuşlardı.

 Terör örgütünün Kandil’deki elebaşları, daha önce Erbil’den geri çevirdiği İmralı heyetini,“Kime sordunuz da açıklama yapacağımızı söylediniz” diyerek azarlamıştı. İmralı heyetinin, Kandil’den ikinci kez kovulduğu ortaya çıkmıştı. 18 Ocak’ta İmralı heyetini “Niye geldiniz. Hiçbir isteğimizi kabul ettirememişsiniz beceriksizler” diyerek Erbil Havalimanı’ndan geri gönderen Kandil, bu kez aynı şeyi dağda yapmıştı. Edinilen bilgilere göre; 11-12 Şubat tarihleri arasında Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile görüşen İmralı heyetindeki İdris Baluken, Pervin Buldan ve Ceylan Bağrıyanık, ayın 14’ünde İstanbul’dan havayolu ile Erbil’e oradan da kara yolu ile Kandil’e ulaşmıştı. Heyetin, hükümetle yaptığı pazarlıkta anlaştığı “Eylem yapmama çağrısı” Kandil’den sert tepki almış, heyet üyelerini “Kime sordunuz da, açıklama yapacağımızı söylediniz” sözleriyle azarlarken, İç Güvenlik Paketi’nin çekilmesini pazarlıkların sürmesinin ön koşulu olarak masaya konulmasını şart koşmuşlardı. Kandil bu noktada görüşmeyi keserek“Şimdi gidin Ankara’da İç Güvenlik Paketi’ni engelleyin” talimatı verip heyeti geri yollamıştı. HDP kulislerinden sızan bilgilere göre Kandil, heyete “Türkiye’ye karşı silah kullanmama”açıklamasının tek taraflı olmayacağını hatırlatmıştı. Türk devletinin de eş zamanlı olarak PKK’ya karşı silah kullanmayacağı açıklaması yapması gerektiği vurgulanmıştı.

AKP İsrail’le barışmak için 65 milyon dolar rüşvet aktarmıştı!

 AKP ve Sn. Erdoğan’ın Davos krizi ve Mavi Marmara’da 9 Türk’ün öldürülmesinin ardından Amerika’daki Yahudi cemaatini, İsrail’in politikalarını desteklediğine inandırmaya çalıştığı ve bunun için lobi şirketlerine milyonlarca dolar ayırdığı ortaya çıkmıştı. CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu partisinin İstanbul İl Başkanlığı’nda yaptığı basın açıklaması ile AKP’nin Amerikalı lobi şirketleri ile yaptığı anlaşmaların belgelerini kamuoyu ile paylaşmıştı. Aykut Erdoğdu, “AKP, Anadolu insanının Filistin halkı için beslediği duyguları istismar ederken arka planda İsrail yanlısı olduğunun Amerika’daki Yahudi cemaatine anlatılması için yaklaşık 18 lobi şirketine 2008-2013 yılları arasında 65,4 milyon dolar ödendiğini” açıklamıştı.

CHP’nin stratejisini de Yahudi şirketi ayarlayacaktı!

 Ancak bu ara CHP, genel seçim stratejisini belirlemek için ABD’de Obama’ya seçimi kazandıran ve Colorado Müttefik Yahudi Federasyonu (AFJC) ile de çalıştığı belirtilen BSG şirketiyle anlaşmıştı. Amerikan Benenson Strategy Group (BSG) adlı şirket 7 Haziran’da yapılacak genel seçimlerde CHP’nin seçim çalışmalarında yol gösterici olacaktı. Anlaşmayla ilgili Al Monitor’a konuşan CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, BSG şirketiyle anlaştıklarını doğrulamıştı. Yani Türkiye’de iktidar da, muhalefet de ABD Yahudi Lobilerinin kıskacındaydı! Artık Milli ve haysiyetli bir değişim kaçınılmazdı ve oldukça yakındı!

“Ölme IŞİD’im ölme!” Planı!

 Eskiden gerçekleşmesi zor bir işle karşılaştığımız zaman, “Ölme eşeğim ölme” tekerlemesi hatırlanırdı. Şimdi bu tabiri biraz değiştirerek “Ölme IŞİD’im ölme” demenin tam zamanıydı. Güya ABD IŞİD’i bitirmek için harekete geçmiş ve üç aşamalı bir imha planı hazırlamışmış ve üçlü kıskacı devreye sokma kararı almışmış! Önce Irak askerlerini ve Kürtleri eğitip donatacakmış.. Ardından Rakka ve Musul geri alınacakmış.. IŞİD’e karşı savaşacak beş bin muhalif, gönderilecek 400 asker ile üç yıl içinde eğitilerek ve Kürtlerle işbirliği yapılarak Rakka kurtarılacakmış! Sonra askerleriyle birlikte Musul karadan kuşatılacakmış.. Amerikalı yetkililer Musul savaşının kolay olmayacağını, çok şiddetli çatışmaların yaşanacağını söylüyorlarmış! Bütün bu haberlerden sonra niye “Ölme IŞİD’im ölme” dediğimiz anlaşılmış olmalıdır. Demek ki daha yıllarca IŞİD’in katliam ve tahribatlarına göz yumulacak ve bölgede Müslüman kanı akıtılacaktı!”[2]

 Süleyman Şah operasyonu için PKK’nın Suriye kolu PYD’den izin alınmıştı?

 Harekât için PKK’nın Suriye kolu PYD tarafından koridor açma izni alınmasına rağmen Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, geri çekilmeye ilişkin, “Hiçbir merciden ne izin ne yardım talep edilmiştir” iddiaları gerçek dışıdır. Aynı saatlerde HDP Milletvekili Hasip Kaplan ve farklı kaynaklardan PYD’den izin alındığı bilgileri aktarılmıştır. Davutoğlu’nun:“Eğer önümüze bu operasyon esnasında kim çıkmış olursa olsun, bu talimat verildikten sonra şerefli Türk Silahlı Kuvvetleri her türlü engeli aşar, her türlü çatışma riskini de göze alır, yeni Süleyman Şah Karakolu’na kadar iner ve o emanetleri salimen ülkemize getirir. Milletimize hayırlı olsun diyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri ile Türkiye Cumhuriyeti her zaman milletimizin aziz hukukunu koruma yönünde ne zaman, ne gerekirse gerekli adımı atmaya hazır” sözleri elbette doğruyu yansıtmaktadır ve TSK’nın bu operasyonu dostlara güven duygusu, düşmanlara korku salmıştır.

 Acaba; Türbe tepesine PKK Gölgesi yakışır mıydı?

 Ancak Türkiye’nin terörist olarak nitelediği PYD/YPG güçlerinin hâkimiyetinde olan tepede başlayan çalışmalar YPG bayraklarına sadece 100 metre uzaklıktaydı. Türbenin yapıldığı yerin hemen yakınındaki Abdullah Öcalan resimleri ve nöbet tutan silahlı YPG’liler mide bulandırıcıydı ve haysiyet kırıcıydı.

Oysa:

1- Bu talihsiz girişim vatan topraklarını savunamayıp terk edilmesi anlamını taşımaktaydı.

2- AKP İktidarının: “PKK ve PYD ile işbirliği yaptık” açıklamalarında teröristleri meşrulaştırma amacı ve aklama ahmaklığı sırıtmaktaydı.

3- Bu girişim; ABD ve İsrail’in ısrarla istediği “Suriye’nin Kuzeyinde yeni bir Kürdistan oluşturacak PYD özerk güvenli bölgesine” AKP’nin taşeronluk yapmasıydı.

4- Bu zihniyet ve hükümetle yarın Kıbrıs’ı, öbür gün Trakya’yı Anadolu’ya taşıma girişimleri başlatılırsa, kimse şaşırmamalıydı. Artık tarihi bir kırılma ve Nizam-ı Âlemiyeniden kurgulama kaçınılmazdı!


[1] Milli Gazete / Ali Emre Kafkas

[2] Milli Gazete-Zeki Ceyhan

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAK:

http://www.millicozum.com/mc/nisan-2015/suleyman-sahi-kaciran-ak

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi