Anasayfa » OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’DAN İNTİKAM ALIŞI MIYDI?

OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’DAN İNTİKAM ALIŞI MIYDI?

Yazar: yonetici
0 Yorum 231 Görüntüleyen

OĞUZHAN ASİLTÜRK’ÜN ERBAKAN’DAN

İNTİKAM ALIŞI MIYDI?

        

Bismillahirrahmanirrahîm.

“Böylece helak olacak kişi apaçık bir delilden (sonra ‘bilmedim, ikaz edilmedim’ gibi bir mazerete sığınma imkânı kalmadan hak ettiği) belaya ve cezaya uğrasındı; (manevi olarak ve karakter bakımından) diri kalacak (dünyada izzete, ahirette saadete ulaşacak) kişi de, yine apaçık bir delil ve bilgiyle hayatta kalıp (huzura ulaşsındı). Şüphesiz Allah, gerçekten İşitendir, Bilendir.” (Enfal: 42)

Yüce yaratıcının, insanı nefsi arzularsız ve şeytansız; Hak davaları ise istismarcı münafıksız ve şarlatansız bırakmaması, imtihanın icabı ve bir parçasıdır. İyi niyetli, ferasetli ve dini gayretli mü’minlerin içlerine sızan bu münafıkları, şarlatanları ve şeytani elemanları sezip tanımaları için, Kur’an’ın ayetleri ve Resulüllah’ın öğretileri bizlere ayna tutmaktadır. Zaten, “İşte böyle; Biz, her peygambere suçlu-günahkârlardan (cinni ve insani şeytanlardan) bir düşman kılıp (ona musallat ettik, bu imtihanın gereğidir). Yol gösterici ve yardımcı olarak Rabbin yeterlidir.” (Furkan: 31) “Böylece bütün nebilere (ve Hakk dava elçilerine), insan ve cinn şeytanlarından düşmanlar kıldık. Onlar birbirlerini aldatmak için yaldızlı sözler fısıldaşırlar. (Hakka davetçilerle onların yakın çevrelerine yerleşmiş bazı şeytani ekipler, sanki birbirlerine güveniyormuş tavrıyla sahte iltifatlar yağdırırlar.) Rabbin dileseydi (izin vermeseydi, elbette) bunu yapamazlardı. Öyleyse onları (Hakk dine ve hizbe sızmış insan suretli şeytanları) yalan olarak uydurmakta oldukları iftiralarıyla baş başa bırak. (Seyret ki sonları nasıl olacaktır!) (En’am: 112) [Not: Kur’an-ı Kerim’de birçok ayette belirtildiği gibi, insanlar; 1- Ya Hizbullah=Allah’ın Tarafgirleri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak Maide: 56), 2- Ya da; Hizbüşşeytan=Şeytanın Tâbileri, Destekçileri, Partisi ve Ekibi olmaktadır. (Bak Mücadele: 19)]” ayetleri de bu gerçeği ve hikmetini haber buyurmaktadır.

Öyle ise, insanlık tarihinin en zalim ve organizeli şeytan sistemi olan Siyonizm’i, fikren ve fiilen yıkmak ve yerine, farklı din ve düşünceden, ayrı köken ve kültürden bütün insanların barış, bereket ve hürriyet içinde yaşayacakları ADİL bir DÜZEN’i kurmak için yola çıkan Erbakan’ı ve Milli Görüş davasını kendi halinde bırakacaklarını ve içerisine mücahit kılıklı münafık ajanlarını sokmayacaklarını sanmak, bilgi ve strateji noksanlığından kaynaklı bir saflıktır.

İlim erbabına ve dava adamlarına gereken ise, her türlü tepkiyi ve muhtemel tecavüzleri göze alarak, Hakkın rızası ve İslam’ın hatırı için bu gerçekleri yazmak, konuşmak, insanlarımızı uyarmak ve böylece hainlerin tahribatına engel olmak, hiç değilse azaltmaktır. İşte Milli Çözüm Dergisi de bunu yapmaktadır.

Çok güvendiğimiz, Milli Görüş gayretini ve samimiyetini takdir ettiğimiz bir kardeşimiz; tamamen dava hassasiyeti ve vicdani mesuliyet hissiyle bizlere şunları yazmış ve manevi sorumluluktan kurtulmak için nasıl davranılması gerektiğini sormuşlardı.

Saadet Partisi İstanbul İl Başkanlığı’nda yaşananlar:

“İl Başkanımız Abdullah Sevim Bey daha önce Milli Gençlik Vakfı İstanbul İl Başkanlığı ve Refah Partisi İstanbul İl Teşkilatlanma Başkanlığı görevini yürütüyordu. İstanbul onu tanıyor, biliyor ve seviyordu, o da İstanbul’u… Önceki İl Başkanımız Birol Aydın Bey İstanbul İl Başkanlığından ayrılmadan önce İstanbul il binasının tadilat hazırlıklarını yapıyor, söküm ve yıkım işlerini tamamlıyor, fakat tamirata başlanacağı sırada İstanbul’dan ayrılıyordu. İl binasının tadilat ve yenilenmesi işi de Abdullah Bey’in İl Başkanlığındaki yeni yönetime kalıyordu. Hem eski borçların kapatılması (vergi, SGK vb.) hem yeni masrafların karşılanması, hem de yeni il binasının masrafları… Bunların yanında Genel Merkezde eğitim binası alımı ve yeni Genel Merkez binası alımı konusunda İstanbul’a düşen yükümlülüklerin artırılması da İl Teşkilatını zora sokuyordu. Bu arada Birol Aydın Bey’den itibaren Genel Merkez tarafından İstanbul’a İl Sorumlusu tayin edilmiyor ve İl Müfettişi olarak görev yapan Mustafa Çelik Hoca da rahatsızlığı ve yaşlanması sebebiyle pek yararlı olamıyordu. Yapılan seçimlerde il teşkilatıyla istişare yapılmadan dava mensuplarının kabullenemeyeceği isimler aday gösteriliyor ve teşkilatımızın çalışma şevki kırılıyordu. Bu arada il teşkilatı çalışmalarına Genel Merkezdeki bazıları tarafından tepeden müdahale edilince performans eksikliği yaşanıyor, haliyle moral ve motivasyon düşürülüyordu.

Bu arada seçimler sürecinde İstanbul’a gelen Genel Merkez elemanlarından ve Genel Başkan Yardımcılarından bazıları, “Artık kitle partisi olunması gerektiği, çalışmalarda ve toplantılarda hanımlarla yalnız ortamlarda birlikte bulunulabileceği, yeni söylemler geliştirip Erbakan’ın söylem ve projelerinden uzaklaşma zamanının geldiği” gibi şeyler söylüyor ve öyle davranıyordu. Hitaplarında ve konuşmalarında Siyonizm, Erbakan, Adil Düzen, Milli Görüş temaları hiç yer almıyordu. Temel Bey’in ikinci Genel Merkez Kongresinde İstanbul teşkilatınca tavsiye edilen ve halen samimiyetle görevlerini yürüten ve teşkilatça sevilen birçok kişi GİK’ten ve Genel Merkezden uzaklaştırılıyordu. Genel Merkezden gelen elemanlar ve hatta Genel Başkan Sayın Temel Karamollaoğlu da sık sık; İl Divanında ve benzeri genişletilmiş toplantılarda: “İstanbul Teşkilatının yeterli performans sağlayamadığı, Genel Merkeze istenilen miktarda para ödemesini yapmadığı, kendi sorumluluklarını öncelemeyip Genel Merkezle ilgili konularla vakit harcadığı” gibi hiç de doğru olmayan ithamlara maruz bırakılıyordu. Ama asıl sorun, İstanbul İl Başkanı ve şuurlu elamanların Genel Merkezin bazı duyarsız ve tutarsız tavırlarını eleştirmelerinden kaynaklanıyordu.

İşte gelinen bu noktada Teşkilatlanmadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hasan Bitmez Bey İstanbul İl Teşkilatlanma Başkanına: “Kongre süreci başlatıyoruz” diye ani bir bilgilendirme yaparak İstanbul’da İl Kongresi startını veriyordu. İl icrası ve İl Başkanı da: “Bu ani girişimin uygun olmadığı, gerekli istişarelerin yapılıp görüşler alındıktan sonra kongre yapılmasının daha yararlı olacağı, zaten Abdullah Sevim Bey’in alt yapıyı yeni tamamladığı, dört ayrı seçim sürecinin yaşanması gibi zorluklarla geçen birinci dönemin aksaklıklarını telafi etmek ve teşkilatı harekete geçirmek için bir dönem daha zaman tanınması gerektiği” söylenmesine rağmen Genel Başkan Temel Bey ve Genel Merkez temsilcileri, ısrarla Abdullah Sevim Bey’in değişmesinin uygun görüldüğünü belirtiyordu. Oysa İstanbul teşkilatında yapılan temayüllerde, ağırlıklı olarak Abdullah Bey’in devam etmesinin uygun olduğu görüşü ortaya çıkıyorduTam bu süreçte Oğuzhan Asiltürk Bey devreye giriyor ve: “Davanın amacına bağlı ve esasına sadık kişilerin görevi bırakmaması, sonuna kadar direnip gerekirse ikinci liste bile çıkarmaları” yolunda haber gönderiyordu. Bunun üzerine, İstanbul teşkilatı da aynı kadroyla kongreye gitme kararında ısrar ediyordu. Ama bütün bunların sonunda Oğuzhan Asiltürk Bey ani bir kararla İstanbul’a geliyor, teşkilatların görüşlerini alıyor ve: “3 gün öncesine kadar Genel Merkez kurmayları ve kadroları beni dinlemiyorlardı. Teşkilatı dava çizgisinden çıkaracak söylem ve davranışlarda bulunuyorlardı. Ben de mecburen müdahale etmek zorunda kaldım. Bu itaatsiz ekip bana geldiler, hatalarını kabul ettiler, ‘Bundan sonra ne ve nasıl istersen öyle davranacağız’ dediler. Bağlılıklarını belirttiler, ben de kendilerinin bu beyanlarını samimi bulup inandım ve bağışladım. Ayrıca bana ‘Lütfen İstanbul’a gidip orayı takdir ettiğiniz şekilde çözün’ dediler. Ben de İstanbul’a geldim. Şimdi sizinle istişare ediyoruz, sizin önerilerinizle İl Başkanlığını yürütecek şahsı siz belirleyeceksiniz, Genel Merkez de bunu değerlendirip ilan edecek. Ben de bu çalışmalara refakat edeceğim” şeklinde sözler söyleyerek önceki tavrını değiştiriyordu.

Ardından İstanbul İstişare Heyeti, İcra Kurulu, Yönetim Kurulu ve İlçe Başkanlarını toplayıp, yazılı olarak hepsinden 3’er kişilik isim önerisi istiyor, sonra da bu listeleri alıp Ankara’ya dönüyordu. Biz teşkilat olarak %80-90 oranında bir çoğunlukla Abdullah Sevim’in devam etmesi yönünde oy kullandığı kanaatini taşıyoruz ve bu doğrultuda karar verileceğini umuyoruz. Aksi halde Genel Merkeze duyulan itimat ve itibarın hepten kaybolacağından kuşku duyuyoruz.”

Bu kardeşimiz bize telefonda da şunları aktarmışlardı:

“Hocam; malumunuz bizler, sadık Milli Görüşçülerin bir adresi olsun, Hakkı duyuracak ve halkı uyaracak bir tebliğ imkânımız bulunsun diye İstanbul SP teşkilatında çalışmaktayız. Şu anki İl Başkanımız Abdullah Sevim Bey’in samimi ve seviyeli gayretleri sayesinde olumlu ve umutlu bir aşamaya da gelmiş durumdayız. Ama koca İstanbul’a hâlâ bir müfettiş bile atanmamışken, Genel Merkezden gönderildiği söylenen bazı şahısların gelip yeni bir İl Başkanı arayışlarını ve kongreye kendi belirledikleri adayın liste hazırlayacağını öğrenince, huzurumuz kaçtı. Oysa mevcut İl Başkanımızla ve idare heyetindeki arkadaşlarımızla istişare edilse idi, elbette kendilerine yardımcı olunacaktı.

Bu konudaki huzursuzluk Oğuzhan Asiltürk’e iletilince: “Mehmet Karaman, Hasan Bitmez, Birol Aydın, Mesut Doğan, Ömer Faruk” ekibinin partiyi Erbakan çizgisinden koparmak için, Temel Bey’le birlikte kendi güdümlerinde olacak ekiplerle kongreye hazırlandıklarını, bunlara meydan bırakmamak için Abdullah Sevim Bey’in adaylığında ısrarlı davranmasını” istediği bilgileri bize aktarılmıştı.

Ama ne olduysa birkaç gün sonra İl Başkanını tekrar arayıp: “Biz o ekibi çağırıp uyardık. Artık dikkatli ve bizimle irtibatlı davranacaklar. Bu nedenle sizler de tavsiye ve talimatlardan ayrılmayınız!” anlamındaki sözleri kafalarımızı karıştırdı.

“Çünkü en zor durumda ve çok sorunlu bir ortamda, sadece dava duyarlılığı ve sorumluluk şuuruyla İl Başkanlığını alan, yararlı ve başarılı gelişmeler sağlayan bir arkadaşımız, İstanbul gibi çok geniş bir çevreyi, bir Mega Kenti, İl ve İlçe ekiplerini, henüz tanımaya ve hizmet planlarını oturtmaya yeni başlamışken, tutup başka bir ekibi devreye sokmanın teşkilatçılık mantığı ve dava tutarlılığıyla bir alâkası olmadığı kanaatini taşımaktayız” anlamındaki sözlerle dert yanmışlar ve tavsiyelerimizi sormuşlardı.

Şimdi bu aktarılanlardan bir özet çıkaralım:

Önceden alınan, SP’ye ait Balgat semtindeki, özel eğitim binası, güya yeni Genel Merkez’in masrafları için, ama Oğuzhan Asiltürk’e danışılmadan ve Temel Karamollaoğlu’nun bilgisi altında satılmıştı…

• Oğuzhan Bey buna çok kızınca, Onun gönlünü almak için adına kurban kesilip dağıtılmış ve Yeni Genel Merkez binasında kendisine özel ve görkemli bir makam odası ayrılınca yatışıp bunları bağışlamış ve barışmıştı…

• Oğuzhan Asiltürk’ün “Beşli Çete” ismini taktığı: “Mehmet Karaman, Hasan Bitmez, Birol Aydın, Mesut Doğan ve Ömer Faruk” partiyi Erbakan çizgisinden koparmaya ve Genel Merkeze darbe yapmaya uğraşmaktalarmış… Bu maksatla bütün illere ve tabi İstanbul’a, yapılacak kongrede kendi ekiplerini yerleştirmeye çalışmaktalarmış…

• Bu amaç doğrultusunda İstanbul’un mevcut İl Başkanı Abdullah Sevim Bey’i de devre dışı bırakma hesapları yapılmaktaymış… Bu nedenle Oğuzhan Asiltürk Abdullah Sevim Bey’i arayıp önce; “Sen Başkanlığı bırakma, yeniden listeni hazırlayıp aday ol… Bu fesatçılara fırsat tanıma!..” anlamında telkinler yapmış ve arka çıkmıştı…

• Ama daha sonra onunla tekrar görüşmelerinde, bu sefer: “Ben bunlarla parti teşkilatlarını karıştıranlarla konuştum, pişman olmuşlar… Söz verdiler artık ortalığı karıştırmayacaklar, sen de ikilik çıkarma!..” şeklinde uyarmıştı…

• Mehmet Karaman ve Hasan Bitmez ekibi, çevrelerine“Oğuzhan Bey’in yaşlılığa bağlı olarak bunadığını, olayları ve şahısları karıştırdığını, bu nedenle dikkate ve ciddiye alınmamasını” söylemeye başlamışlarmış…

• İstanbul teşkilatından sorumlu ve şuurlu bir grup 5-6 ay önce bu “Beşli Çete” denilen ekibin tahribatlarına son verilmesi için Ankara’ya gitmişler, maalesef Genel Merkezde bu soruna kulak veren muhatap bulamayınca Recai Kutan Bey’le görüşüp durumu anlatmışlardı. O da gidip Oğuzhan Bey’e bunları aktarmıştı; ama yine hiçbir sonuç alınmamıştı.

Artık Sormak Lazımdı:

• İddia ettikleri gibi, Oğuzhan Asiltürk çok ilerlemiş yaşı dolayısıyla gerçekten “bunamış” ise, hâlâ SP YİK Başkanlığında nasıl ve ne maksatla tutulmaktaydı? Yoksa bu durum; SP Genel Merkezindeki birtakım kanunsuzluk ve yolsuzlukların suçunu bir bunağa yüklemek amacı mı taşımaktaydı?

• Gerçekten Oğuzhan Asiltürk’de bunama belirtileri başlamış ise, bu durumun en azından, İl ve İlçe Başkanlarına ve yan kuruluşlara haber verilip yanlış ve haksız talimatlarıyla tahribat yapmasına ve fesat çıkarmasına engel olunması gerekirken, bu uyarı neden yapılmamıştı?

• Acaba, YİK Başkanı Oğuzhan Asiltürk’le, SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu arasında gerçekten bir zıtlaşma ve uyuşmazlık mı vardı, yoksa talan ve tahribatlarını daha kolay yürütmek için mi böyle bir görüntü oluşturmuşlardı? Bu “Tavşana kaç, tazıya tut!..” taktiği, acaba “usandırıp bıktırma” kasıtlı mıydı, yoksa “uslandırma” hesaplı mıydı?

• Oğuzhan Asiltürk’ün “Partiyi Erbakan çizgisinden uzaklaştırmak ve Genel Merkeze darbe yapmakla” suçladığı ve “Beşli Çete” ismini taktığı “Mehmet Karaman, Hasan Bitmez, Mesut Doğan, Birol Aydın, Ömer Faruk ekibi, hepsi birden Temel Karamollaoğlu’na mı bağlıydı? Öyleyse, Temel Bey de, partinin Milli Görüş’ten koparılmasının suç ortağı mıydı? Ya da bu arkadaşlar önce vitrine çıkarılıp, sonra kendilerine iftira mı atılmaktaydı?

• Malum ve mel’un 28 Şubat ortamında, yani korkunç yıpratma ve beyinleri bunaltma operasyonları altında bile SP oylarını %5’lere yakın tutan Erbakan Hoca’dan sonra, lehimize gelişen ve AKP dışında yeni arayışlara girişilen şu müsait ortama rağmen, oy oranımızın maalesef en az beş kat aşağı düşmesine sebep olan bu duyarsız, tutarsız, hatta kasıtlı tavırlardan ve baş sorumlularından, hâlâ hesap sormaktan bile korkan yalakalar ve kiralık kafalarla nasıl düze çıkılacaktı?

• Hiç gereği yokken “Yeni ve görkemli Genel Merkez Binası alınması, milyonlarca lira harcanması, üstelik Hocamızın bıraktığı Eğitim Merkezi gibi binaların satılması” ve bütün bu süreçlerde büyük paraların buharlaştığı iddiaları; yoksa Genel Merkezine çöreklenen yapının SP’yi “Davayı, daha ileriye taşıma” yerine “Bedavadan imkân, imtiyaz ve fırsat sağlama!?” kapısı görmelerinden mi kaynaklanmaktaydı?

• 60-70 milyon TL. değer biçildiği konuşulan SP yeni Genel Merkez binası, kimlerin üzerine tapulanmıştı ve kimlere miras kalacağı planlanmıştı?

• Ve tabi asıl soru şuydu: Bunların ahiret endişesi ve dava düşüncesi taşımadıkları artık anlaşıldığına göre Oğuzhan ekibiyle “Beşli Çete” dedikleri, neyin karşılığı anlaşıp uzlaşmışlardı?!

Bundan birkaç ay önce (Ağustos 2020 tarihinde) aynı senaryo Elazığ’da tertiplenmişti. Genel Merkezden görevli ve yetkili olduklarını söyleyen bazı kişiler, “yeni bir İl Başkanı ve yönetim elemanları oluşturmak” üzere Elazığ’a gitmişlerdi. Yıllardır en zor ve sıkıntılı şartlarda ve herkesin bu yükün altına girmekten kaçındığı bir ortamda, dava sorumluluğunun gerektirdiği bir gayret ve özveriyle ve bir avuç sadık ve sağlam ekibiyle İl Başkanlığını yürüten Sn. İbrahim Hacıbekiroğlu’na maalesef haber bile vermeden bu araştırmalarını yürütmüşlerdi. Ne vefa ve vicdan duygusuna, ne dava ve teşkilat şuuruna asla uygun bulunmayan bu talihsiz girişimlerden haberdar olan İbrahim Hacıbekiroğlu, haliyle üzülmüş ve gücenmişlerdi. Oysa kendisine iletilmiş olsaydı bu tür değişim çabalarına gönüllü destek verecek birisiydi. Bu nahoş gelişmeler üzerine, bize telefonda: SP İl Başkanlığı görevini hemen bırakacağını söylemesi üzerine, kendilerine “manevi mes’uliyet ve dava hassasiyeti bakımından, resmen görevden alınmadıkça, İl Başkanlığını yürütmesi, sonrasında da yeni Başkana her türlü desteği vermesi” gerektiğini hatırlatmıştık, kendileri de olgunluk gösterip bunu kabul etmişlerdi.

Elazığ SP İl Başkanlığına atanan Abdullah Akın Bey ise; hem çok iyi bir eğitim almış, üstelik elektrik mühendisliği ve orijinal ampul üretimi alanında yeni icatlara imza atmış ve TÜBİTAK ödülleri kazanmış, MGV-AGD saflarında Milli Görüş davasına hizmetlerini hiç aksatmamış, hem yüksek kabiliyetli hem örnek karakterli bir kardeşimizdi. Bizleri arayıp istişare ettiklerinde ise kendisine, hem önceki ağabeylerinin bilgi ve birikimlerinden yararlanmasını ve onlara saygılı davranmasını, hem de elimizden gelen her türlü desteği sağlayacağımızı iletmiştik.

Ancak İbrahim Bey’in Yüksek Yetkili birileriyle yaptığı telefon görüşmesi sonrasında: “SP Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun atadığı Abdullah Akın Bey’in İl Başkanlığının geçersiz sayıldığını ve önceki Başkan Sn. İbrahim Hacıbekiroğlu’nun Kongreye hazırlanıp yeniden aday olmasını onayladığını…” bildirdiği haberlerini işitince herkes şaşırıvermişti!..

• Yahu, SP Genel Merkezi iki başlı ve birbirinden alâkasız bir teşkilat mıydı?

• Oğuzhan Asiltürk’le Temel Karamollaoğlu böylesine önemli kararlarda bile hiç istişare yapmazlar mıydı?

• Parti içinde gerçekten bir iktidar kavgası ve kutuplaşması mı yaşanmaktaydı; Yoksa bu numara altında, Erbakan Hocasına ve Hak davasına sadık insanlar birbirleriyle kapıştırılıp saf dışı bırakılmaya mı çalışılmaktaydı?

Onun için tekrar söylüyoruz ki: Temel Bey’in ve elbette Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin bu kasıtlı ve hesaplı tahribatlarını hâlâ anlamayanlar ve karşı çıkmayanlar; ya “pek saf” insanlardı, ya da “bi-insaf”lardı!.. Yani bile bile vicdanlarına aykırı davranmaktalardı…

Bu talihsiz girişim ve gelişmeler üzerine herhalde hırs ve heyecana kapılan Sn. İbrahim Hacıbekiroğlu, sosyal medya üzerinden: “Elazığ İl Kongresinde söz Hasan Bitmez’in Sinan Akılot’un değil, delegenin olacaktır. Allah’ın izniyle.” sözlerini sarf etmişti. Ardından yine Sn. İbrahim Hacıbekiroğlu: “Saadet Partisi temel esasında hiç kimse kendisi için çalışmaz. Herkes kardeşi için çalışır. Menfaati öldürmenin yolu budur. Ama bu kardeşliği kendi çıkar hesapları için bozan bazı mahfiller aramıza sızmış. Bunlara dikkat edelim selam ve dua ile.” şeklinde üzüntülerini belirtmişti. Şimdi bu twitler açıkça: “Biz de ikinci bir liste çıkarıp kongreye katılacağız ve kozlarımızı orada delegeler üzerinden paylaşacağız!..” anlamı taşımaz mıydı? Aksi halde, zaten Genel Merkezin atadığı tek adayın kongreye katılacağı bir seçim için “delege kozunun hatırlatılması” anlamsız olacaktı. Biz de zaten kardeşlik uyarılarımızı bu ihtimalin yanlışlığı üzerinden yapmıştık.

Yine bu konuyla ilgili “zubeydekamalak” imzasıyla: “Ozi (herhalde Oğuzhan ve Hasan Bitmez) takımı partiyi AKP’leştirmek için Temel Bey’i değiştirip düşük profilli bir öğretmen eskisini Gnl Bşkn yapacakmış… Haydi vebale, haydi günaha, haydi cehenneme! Parti’nin her yerine metastas yapanlar, şimdi de Gnl Bşknlığını saf dışı ederek çarka girecek… Ama Allah, züntigamdır…” diyerek bu talihsiz gelişmelere tepki göstermişti. Ve tabi alâkasız ve yakışıksız laflar da etmişti. Maalesef bu zavallılar Oğuzhan’la Temel Bey’in danışıklı dövüş yaptıklarını hâlâ fark etmemişlerdi.

Evet, Temel Bey ve tabi Oğuzhan Asiltürk ve Ekibi mevcut zor şartlar ve kısıtlı imkânlarla, bölgede en verimli hizmetleri yürütme gayretindeki SP Elazığ İl Teşkilatı’nı birbirine düşürmekten ve bu kardeşlerimizin enaniyetlerine kapılıp Kongreye iki ayrı listeyle giderek hizmet muhabbetini, rekabet nefretine dönüştürme ihtimalinden bile çekinmemişlerdi.

Ve maalesef, Temel Karamollaoğlu’nun ve Oğuzhan Asiltürk’ün gerçek niyetlerini, gizli-kirli mahiyetlerini ve Erbakan’dan intikam girişimlerini hâlâ sezemeyen veya görmek istemeyen kardeşlerimize şu samimi tavsiyelerimizi iletmek, dava kaygumuzun ve hesap kuşkumuzun bir gereği idi ve bundan sonraki tüm sorumluluk kendilerine aitti.

Artık, yıllarca büyük bir feragat ve fedakârlıkla SP Elazığ İl Başkanlığını yürüten İbrahim Hacıbekiroğlu Kardeşimize düşen: “Elazığ gibi, Aziz Erbakan Hocamızın “Hünkar Mahfilimiz” buyurdukları bir yerde, elde kalan bir avuç sadık ve sağlam SP’li kardeşlerimizin, İl Kongresine iki ayrı listeyle ve nefsani rekabet hissiyle gitmesine ve birbirlerini üzmesine vicdanımız asla razı değildir. Bu nedenle Abdullah Akın Bey kardeşimize her türlü desteği vererek daha yararlı ve başarılı noktalara ulaşmak ortak hedefimizdir!..” diyecek olgunluğu göstermesidir.

Yeni göreve atanan Abdullah Akın kardeşimizin ise: “Böylesine kritik bir süreçte Oğuzhan Asiltürk ve Temel Karamollaoğlu çekişmesine alet edilerek; Elazığ SP İl Kongresine iki ayrı liste ile gidilmesi hem inancımıza ve vicdanımıza hem de dava duyarlılığımıza terstir. Bu nedenle yıllar boyu davamızı sırtlamış ve bugünlere taşımış olan Değerli Büyüğümüz İbrahim Hacıbekiroğlu ve ekibinin listesinde ve birlikte görev almak şerefimizdir.” diyerek ve kendi aralarında istişareyle uzlaşıp tüm sadakat ehlini sevindirerek tek liste halinde kongreye gitmektir. Böylece Oğuzhan Asiltürk ve ekibinin Elazığ’ı karıştırma ve kışkırtma hesaplarını bozuvermektir. Neyse ki, bu yazımız üzerine İbrahim Bey’in bizi arayıp, kesinlikle ayrı liste çıkarmayacağını söylemesi, olumlu ve onurlu hareketti.

Bu konu sosyal medyaya yansımamış ve maalesef dışarı taşmamış olsaydı, biz de bu şekilde gündeme taşımayıp özel görüşmelerle kanaatlerimizi belirtmeyi tercih ederdik. Ama durum böyle davranmayı gerektirmiştir. Artık herkes dava onuruna ve vicdani sorumluluğuna göre bir tavır göstermelidir.

Çünkü:

Temel Karamollaoğlu’na bağlı Hasan Bitmez takımının; Elazığ gibi Milli Görüş için stratejik bir ilde ve çok kritik bir süreçte: bilgili, becerikli ve gayretli genç bir kardeşimiz olsa da, önceki yönetimden habersiz ve istişaresiz atamalarının ve yine Temel Bey’in samimi ve özverili önceki İl Başkanını arayıp güya gönlünü almaya çalışmalarının… Ve şayet bunlar nefislerine uyarsa, kongreye iki liste halinde gitmelerini bir nevi tahrik ve teşvik etmiş olmalarının, asıl gayesi ve gizli nedeni: Rahmetli Erbakan’ın siyasi varisi SP’nin ve davasına bağlı sadık kimselerin birbirine düşürülmek suretiyle bir cephenin daha çökertilmesi ve böylece Erbakan’dan intikam alınması meselesidir.

Zaten Oğuzhan Asiltürk ve ekibi, işte bu maksatla Milli Görüş’e yerleştirilmişlerdir. ABD’deki Siyonist Yahudi mahfillerin, Milli Nizam Partisi döneminde, Erbakan’a gönderdikleri ve: “Bizim tespit edeceğimiz, görünürde Müslüman ama gerçekte bizim adamlarımız olan şu kişileri teşkilatınız bünyesine ve en yetkili görevlere getirmezseniz, partinizi kapatacağız!” tekliflerini Hocamız reddedince, ardından hemen MNP’ye mahkeme açılıp kapatılması üzerine; Erbakan Hoca siyasi ve stratejik faaliyetlerini yürütebilmek, ülkesine, milletine, İslam ve insanlık âlemine yönelik hizmetlerine devam edebilmek için, bu kişilerin MSP’ye ve yakın çevresine yerleştirmesini kabul etmiştir. Çoğu pakraduni bilinen (Yahudilikten Ermeniliğe dönen, sonra da güya Müslümanlığı seçen, ama Siyonist inançlarından hiç vazgeçmeyen) bu kişiler artık müstakim ve mücahit Müslüman rolüne bürünerek, Rahmetli Hocamız da bunlara inanmış görünerek durumu idare yoluna gitmişlerdi. Neticede bu işten Hocamız %80 kârlı çıkmış ama bunların %20’lik tahribatlarına da katlanabilmiştir. Üstelik bu kişilerle ilgili kanaatlerimi Erbakan Hocamız açıkça ve defalarca hem garip ifade tarzıyla hem de tavırlarıyla bizi te’yit etmiş ve bunların şerrinden uzak tutmak için de teşkilatlarda resmi görev almamıza izin vermemişlerdi. Unutmayınız ki; Hz. Peygamber Efendimiz de çevresindeki münafıkların isimlerini sahabeden sadece bir iki kişiye bildirmişler, öyle herkese deşifre etmemişlerdi.

Bir dönem Gebze İlçe yönetim kurulunda görev yapan, sonra Kocaeli RP İl Genel Meclis üyesi olan Nurettin Kaya, arkadaşlarımıza şöyle bir anısını nakletmişti. İzmit bölgesindeki Belediye Başkan adayları tespitindeki huzursuzlukları güya yatıştırmak üzere Kocaeli’ne gelen Şevket Kazan ortalığı daha da karıştıracak tavırlar sergilemiş ve bunun nedeni sorulduğunda ise tam bir fesatlık damarıyla şunları söylemişlerdi: “Benim görevim teşkilatları gazoz şişesi gibi çalkalayıp içindeki asiti kabartmaktır. Ben ise gazoz kapağı gibi, o anda taşkınlıkları yatıştırmış olsam da, ayrıldıktan sonra iyice karışan ve taşan tansiyon zamanla durulacaktır. Böylece bazıları da haliyle dökülecektir!”

İstikamet ve samimiyetini takdir ettiğimiz değerli BURHAN BOZGEYİK Milli Gazete’deki “45 Senede İki İstek” başlıklı yazısında Şevket Kazan’la ilgili şunları nakletmişti:

İşte Şevket Kazan’ın Hamiyet ve Hassasiyeti!

“Bundan yaklaşık 33 yıl önceydi. Yakın tarihle ilgili yazılar yazmış ve bunları Yakın Tarih Ansiklopedisi’nde neşretmiştik. Bu 12 ciltlik ansiklopedinin bir cildindeki birkaç yazıdan dolayı hakkımızda dava açıldı. Neticede ben ve arkadaşlarım Mustafa Kaplan ve Bünyamin Ateş “5816 sayılı kanuna muhalefetten” ceza aldık. Kararı temyiz ettik. İşte o arada Refah-Yol Hükümeti kuruldu. Merhum Şevket Kazan da Adalet Bakanı oldu. O sırada CHP bir kanun teklifi verdi. “Yazı İşleri Müdürlerinin cezalarının affedilmesi” ile ilgiliydi… Bir gün gazeteye gittiğimde o sırada Genel Yayın Müdürü olan Ekrem Kızıltaş’ın Ankara’ya gideceğini öğrenince, kendisine bu konuyu hatırlattım ve “CHP’nin verdiği teklife ‘…ve yazarlar’ ilavesi yapılırsa, bizler ve bizim gibi olanlar da postu kurtarmış oluruz.” dedim.

Derken, malum kanun TBMM’de görüşülmeye başlandı. Ben de merakla takip ediyorum. Yahu derken merhum Şevket Kazan kürsüye çıktı, CHP’nin verdiği o kanun teklifi aleyhine öyle bir konuşma yaptı ki ağzım açık kaldı. “Hapı yuttuk!” dedim. Ekrem Bey’e, Şevket Bey’in niçin öyle konuştuğunu sordum. Ekrem Bey de, benim teklifimi Şevket Bey’e ilettiğini, ancak Şevket Bey’in, “birçok yazar ismi sayarak onların kendilerine hakaret ettiğini ve böylece onların affedileceğini, kendisinin ise buna karşı olduğunu” söylediğini nakletti. Neyse, “Canı sağ olsun!” dedim. Daha sonra “Rahşan affı” diye meşhur olan af çıkacak ve bizler de postu deldirmekten kurtulacaktık.”

Velhasıl; asırlardır kurdukları zulüm ve sömürü çarklarını ortaya koyduğu…. Müslümanları ve insanlığı bunlardan kurtaracak program ve teşkilatları hazırlayıp savunduğu… Ve şeytani saltanatlarına kafa tuttuğu için; hem Siyonist ve emperyalist merkezler, hem işbirlikçi mahfiller hem de ajan tipli hainler, Aziz Erbakan Hocamızdan hâlâ intikam alma peşindedirler. Milli Çözüm Ekibi olarak bizlerin görevi de bütün bunlara dikkat çekmek ve hak ettikleri yanıtları vermektir. Gayret bizden, muvaffakiyet Rabbimizdendir.

Bu nedenle yıllar önce Siyonist yetkililer: “Erbakan’ı öldürmek yetmez, üzerine beton dökmemiz; yani takipçilerini kutlu plan ve projelerinden vazgeçirmemiz gerekir!” demişlerdi. İşte Hocamızdan sonra parti teşkilatlarında, yan kuruluşlarında ve yayın organlarında “Adil Düzen projelerinin, İslam Birliği Teşkilatları ve İslam Ortak Pazarı hedeflerinin ve yine Hocamızın ısrarla anlattığı Milli Savunma konusundaki harika teknolojilerinin” unutturulması ve yok sayılması girişimlerinin hepsi, Erbakan’dan intikam alma niyeti ve gayretinin neticeleridir.

Gayrı ne diyelim; “Anlayana sivrisinek saz gelir. Ahmaklara davul zurna az gelir!..”

Bu üzücü ve düşündürücü gelişmelerden sonra bizi tekrar arayan Sn. İbrahim Hacıbekiroğlu:

“Temel Karamollaoğlu’na telefon açıp, onuruna dokunan ve huzurunu kaçıran bu talihsiz ve kendisinden habersiz atamayı niçin yaptığını sorduğunda: “Bir yanlışlık yapıldığını, pişmanlık duyduklarını, ama kendisinin (İbrahim Bey’in) bu hatayı hoş görüp olgunlukla davranacağını umduklarını…” söylediğini aktarmış ve istişare için gönderdiği Hasan Bitmez’i suçlamıştı.

Yine Sn. İbrahim Hacıbekiroğlu; hatırını sormak ve duasını almak(!?) için telefon açtıkları Oğuzhan Asiltürk’ün kendisine; “Partiyi Erbakan’ın çizgisinden uzaklaştırmak ve Genel Merkeze gizli darbe yapmak isteyen çok sinsi ve tehlikeli bir ekibin, bu tür haksızlık ve huzursuzluklara sebep olduklarını ve bunları kasıtlı ve hesaplı yaptıklarını…” söyleyip dert yandığını aktarmıştı. Ama ona dönüp de: “Yahu, iyi de, Parti’yi böyle Erbakan çizgisinden koparmak isteyen bir şebeke var ise, niye bunlara engel olmuyorsunuz? Siz YİK Başkanı olarak bostan korkuluğu musunuz? Daha beteri, özellikle tercih ve tensip buyurup Genel Başkanlık makamına oturttuğunuz Temel Karamollaoğlu’yla hiç mi irtibat kurmuyor, konuşmuyor ve istişare etmiyorsunuz? Yoksa iyi polis-kötü polis rolüyle danışıklı dövüş mü yapıyorsunuz?” diye de maalesef soramamıştı!?

İşte bu yazımızı, Dış güçlerin ve içerideki işbirlikçi hainlerin Erbakan’ın şahsında, İslam ve insanlık davasından niçin ve nasıl intikam aldıklarını ortaya koymak; iman, iz’an ve vicdan ehlini uyarmak için hazırlanmıştır. Artık hiç kimse “Ben fark etmedim, bilemedim, oyuna geldim” gibi mazeretlere sığınamayacaktır.

Yüce Rabbimize sonsuz şükürler olsun ki, SP Elazığ ve İstanbul teşkilatlarımızı ve bugüne kadar Allah’ın lütfu hidayetiyle Hak davada sadık ve sağlam kalmış şuurlu arkadaşlarımızı; birbirlerine karşı kışkırtma ve aralarına nifak tohumları atma hesaplarını Milli Çözüm bir kez daha bozmayı başarmış ve kongreye iki aday çıkmasına engel olmuş durumdaydı. İşin en acı yanı ise, her iki taraftan da bazı insanların hâlâ bütün bu fesatlıkları tezgâhlayan Oğuzhan Asiltürk’ü aklamaya çalışmaları ve nifak çıbanının farkına varamamış olmalarıydı…

Bu konuyu yine baştaki ayet-i kerime mealiyle bitirelim:

Bismillahirrahmanirrahîm.

“Böylece helak olacak kişi apaçık bir delilden sonra (‘bilmedim, ikaz edilmedim’ gibi bir mazerete sığınma imkânı kalmadan hak ettiği) belaya ve cezaya uğrasındı; (manevi olarak ve karakter bakımından) diri kalacak (dünya ve ahirette izzet ve saadete ulaşacak) kişi de, yine apaçık bir delil ve bilgiyle hayatta kalıp (huzura ulaşsındı). Şüphesiz Allah, gerçekten İşitendir, Bilendir.” (Enfal: 42)

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi