Anasayfa » Küfrün İttifakı-Gavur Zulmü!…

Küfrün İttifakı-Gavur Zulmü!…

Yazar: yonetici
0 Yorum 188 Görüntüleyen

 

 KÜFRÜN
İTTİFAKI-GAVUR                    ZULMÜ!…

 

Katliam! Katliam!

Doğu Türkistanda bir günde Çin
tarafından 3 bin Müslüman Uygur katledilirken, İsrail aynı günlerde yine
okulları ve çocukları hedef aldı SAVAŞ GAZZE DiREN KAŞGAR

 

Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehri Yarkent
ilçesine bağlı Alışkı ve Handi köylerine baskın düzenleyen komünist Çin
askerleri, 3 bine yakın Müslüman Uygur’u katletti. Önce havadan saldıran Çin
askerleri önceki gün de sabah tanklarla bu iki köye girdi. Ölü ve yaralı sayısı
her geçen saat artarken, dünya Filistin’deki katliamları seyrettiği gibi Doğu
Türkistan’da yaşanan soykırıma da kayıtsız.

İsrail’in
Gazze’de Yaptığını Çin Doğu Türkistan’a Yapıyor

Doğu Türkistanlıların önde gelen
isimlerinde Abdulkadir Yapcan: “Çin’in yaptığı zulümdür. İsrail’in Gazze’de
yaptığını örnek alan Çin aynı zulmü Doğu Türkistan’da uyguluyor. Doğu Türkistan
konusunda tek kelime söyleyecek, oradaki Müslümanlara destek verecek bir tek
devlet yok. Bizim arkamızda kimse yok diye Çin katliamlarını sürdürüyor” dedi.

Dünya
ile İletişimi Kestiler

Doğu Türkistanlı aktivist Bilal Uygur da
“Handi ve Alışkı köyüne bugün karadan tanklarla girdiler. Yerli ve yabancı
medya köylere sokulmadı. Dünya ile iletişim kesilmiş durumda. Kadın ve çocuklar
nereye gideceklerini bilmiyorlar. Cuma namazından sonra camiyi de vurdular. Şu
an bölgedeki yakınlarımızdan haber alamıyoruz. İnternet ve telefonlar kesik.”

Türkiye
Çin’e Nota Vermelii

Doğu Türkistan Maarif Dayanışma Derneği
Başkanı Hidayet Oğuzhan, “Doğu Türkistan’da ilan edilmemiş bir savaş var. Savaş
bölgelerinde dahi günde 200 kişi ölürken Doğu Türkistan’da 3 bin kişi
ölebiliyor. Tüm İslam ülkelerini Çin zulmüne karşı çıkmaya davet ediyoruz. Türkiye’nin
de Çin’e açık bir tepki göstermesini ve Çin’e nota vermesini talep ediyoruz”
diye konuştu.

İslam coğrafyasında zulmün biri bitmeden
diğeri başlıyor… İsrail, Filistin’de yaptığı katliamlara hız verirken, Çin de
boş durmuyor… Arakan, Darfur, Orta Afrika, Suriye derken dış dünya ile her
türlü iletişimin kesildiği Doğu Türkistan’da Çin’in katlettiği Uygurların
sayısı

5 bine
yaklaştı…

Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehri Yarkent
ilçesine bağlı Alışkı ve Handi köylerine baskın düzenleyen komünist Çin
askerleri, 3 bine yakın Müslüman Uygur’u katletti. Önce havadan saldıran Çin
askerleri önceki gün de sabah tanklarla bu iki köye girdi. Ölü ve yaralı sayısı
her geçen saat artarken, dünya Filistin’deki katliamları seyrettiği gibi Doğu
Türkistan’da yaşanan soykırıma da kayıtsız.

Timuçin Mercanoğlu

Doğu Türkistan’ın Kaşgar şehri Yarkent
ilçesine bağlı Alışkı ve Handi köylerine baskın düzenleyen komünist Çin
yönetimi, 3 bine yakın Müslüman Uygur’u katletti. Önce havadan saldıran Çin
askerleri dün sabah da tanklarla köylere girdi. Adeta soykırım yapan Çin
askerleri Alışkı ve Handi köylerinde 2 binden fazla Uygur’u öldürdü.
Bombardımandan sağ kurtulan bazı kadın ve çocukların ise Çin askerlerinden
kaçmaya çalıştıkları belirtiliyor. Çin yönetiminin baskılarını protesto eden
Müslüman Uygurlar, arefe gününden bu yana Çin askerleri tarafından katledilmeye
devam ediyor.

Arefe gününden bu yana yaklaşık 3 bin
Müslüman Uygur’un öldürüldüğü belirtiliyor. Ramazan ayında oruç tutma yasağı
getiren Çin yönetimi camileri kapatıp teravih namazı kılmayı da yasaklamıştı.

“Doğu
Türkistan’da ilan edilmemiş savaş var”

Doğu Türkistan Maarif Dayanışma Derneği
Başkanı Hidayet Oğuzhan, “Ortadoğu’da İsrail varsa Doğu Türkistan’da da Çin
zulmü var. Doğu Türkistan’da ilan edilmemiş bir savaş var. Savaş bölgelerinde
dahi günde 200 kişi ölürken Doğu Türkistan’da 3 bin kişi ölebiliyor.

Ellerinde sopa dahi olmayan bir halkın
karşısında, dünyanın süper gücü olduğunu iddia eden bir Çin var. Doğu Türkistan
olağanüstü savaş bölgesi ilan edilmeli. Tüm İslam ülkelerini Çin zulmüne karşı
çıkmaya davet ediyoruz. Türkiye’nin de Çin’e açık bir tepki göstermesini ve
Çin’e nota vermesini talep ediyoruz” diye konuştu.

Doğu
Türkistan Halkı Sahipsiz

Doğu Türkistanlıların önde gelen
isimlerinde Abdulkadir Yapcan da “Çin’in yaptığı zulümdür. İsrail’in Gazze’de
yaptığını örnek alan Çin aynı zulmü Doğu Türkistan’da uyguluyor. Doğu Türkistan
konusunda tek kelime söyleyecek, oradaki Müslümanlara destek verecek bir tek
devlet yok. Bizim arkamızda kimse yok diye Çin katliamlarını sürdürüyor.

Türkiye başta olmak üzere dünya ülkeleri
Çin’e karşı tavır koymalı. Bölge helikopterler ve savaş uçaklarıyla
bombalanıyor. Şu an bombardıman devam ediyor” dedi.

Telefon
ve İnterneti de Kestiler

Doğu Türkistanlı aktivist Bilal Uygur,
“Handi ve Alışkı köyüne bugün karadan tanklarla girdiler. Yerli ve yabancı
medya köylere sokulmadı. Dünya ile iletişim kesilmiş durumda. Kadın ve çocuklar
nereye gideceklerini bilmiyorlar. Dün Cuma namazından sonra camiyi de vurdular.

Şu an bölgedeki yakınlarımızdan haber
alamıyoruz. İnternet ve telefonlar kesik.”şeklinde konuştu.

Çin İlk
Camiyi Hedef Aldı

Alışkı köyündeki camide Cuma namazı
çıkışında cami cemaati dua etmek üzere caminin avlusunda toplandı. Duanın ardından
yıllardır devam eden Çin’in zulüm politikası protesto edildi. Ancak Çin
yönetimi bunu isyan sayıp helikopterle 300 kişilik grubun üzerine ateş açtı ve
hemen hemen tümü hayatını kaybetti. Çin yönetimi bununla da yetinmeyip caminin
bulunduğu Alışkı ve yanındaki Handi köylerini tamamen yok etti. Son bir haftada
3 bine yakın Müslüman Uygur katledildi. Hâlâ bombardıman devam ediyor. Bölge
havadan ve karadan silahlarla taranıyor.

 KAYNAK: http://www.milligazete.com.tr/haber/Katliam_Katliam/330164#.U-C3B1V_vps

        Erbakan – kufur tek millettir:

      *************************************

 21. Yüzyılın Savaş Strateleri ve ERBAKAN'ın Hazırladıkları 

 

EY ZALİMLER, SİZ BEKLEYİN BİZ DE
BEKLEMEKTEYİZ!

18 bin askerle Suriye provası Armageddon
savaşının başlangıcıydı!

İsrail’de ynet haber sitesi, Ürdün’de 18 ülkeden 15
bin askerin katılımıyla Eager Lion 2013 askeri tatbikatının
başlayacağını manşete taşımıştı. Haberde, 15 bin yabancı askerin tatbikat
sonrası Ürdün’de kalmaya devam edeceği ve olası Suriye işgali için hazırlıklar
yapacağı hatırlatılmıştı. Söz konusu haberi Batılı kaynaklara dayandıran “ynet”
haber sitesi, iki hafta sürecek büyük askeri tatbikat sonrası 18 ülkeden
askerlerin Ürdün’de konuşlanmaya devam edeceğini vurgulamıştı. İngiltere,
Bahreyn, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Lübnan, Pakistan, Polonya, Katar, Türkiye,
Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Yemen’in katılacağı ve kara
harekâtını, lojistik ve insani yardım alanlarını kapsayacağı belirtilen
Ürdün’deki askeri tatbikatta İsrail’in yer almayacağı, İsrail’in
“kırmızıçizgisi”nin Hizbullah’a silah gönderilmesini önlemek olduğu ve bu
konuda tetikte beklediği açıklanmıştı. Haberde ayrıca, Beyaz Saray’ın ABD
Savunma Bakanlığı Pentagon’a “Suriye’de uçuşa yasak bölge oluşturulması
planlarını sorduğu” 
ve Suriye’de olası bir uçuşa yasak
bölgenin ABD, İngiltere ve Fransa’nın öncülüğünde oluşturulacağı yazılmıştı.
Aynı haberde Ürdün Kralı Abdullah’ın “Suriye’deki iç savaşın ülkesine
sıçramasından ve istikrarı bozmasından korktuğu”
da yer almıştı. Bütün
bunlar hadislerde Hatay Amik Ovasında yaşanacağı bildirilen Melheme-i Kübra –
Armegeddon savaşının hazırlıklarıydı.[1] 
  

ABD Saddam için hazırladığı tuzağı şimdi Erdoğan
içinde mi kurguluyordu?

Hatırlayınız, Amerika Irak işgalini üç aşamada
tamamlıyordu:

Şimdi aynı oyun Recep T. Erdoğan üzerinden Türkiye
için tezgâhlanıyordu.

Hatırlayalım, Reyhanlı saldırısı ve amaçları:

“(Ey zalimler ve İşbirlikçi hainler!) “Siz
(Tedirginlikle) Gözleyip bekleyin, (Çünkü) Biz de kesinlikle (Acı ve alçaltıcı
akıbetinizi) bekleyip gözetlemekteyiz!” (En’am suresi: 157. Ayet sonu)

Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül’ün “fikri
(zihniyet) değişiminde ve siyasi sivriltilme sürecinde”
İngiltere’nin derin
merkezi ve masonik mahfili sayılan Chatham House’nun katkısı önemli sayılırdı.
Üstelik buradan çok özel ve resmi ödüller almıştı. Bu Chatham House (İngiliz
Kraliyet Uluslararası ilişkiler Enstitüsü)nün 09 Kasım 2010 tarihinde, yani
İngilizlerin Anadolu’yu işgal için 1918’de Çanakkale ve İskenderun’a çıkarma
yaptıkları günün yıldönümünde Sn. Abdullah Gül’e taktıkları “Özel Kraliyet
madalyası
” oldukça anlamlıydı. Bundan iki yıl önce de Sn. Gül’ü masonik bir
makam olan “ŞÖVALYE” ünvanına layık bulmuşlardı. Aynı merkezlerce Milli Görüş’e
sokulan, Genel Başkanlığa taşınan ve Erbakan’a savaş açıp ayrı parti kuran ve
sonunda AKP’ye katılan Numan Kurtulmuş’un, geçen aylarda İngiltere’ye gidip,
Chatham House’de kendi itirafıyla hazırlanıp eline tutuşturulan, “Türkiye
yeni Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’ya nasıl model olabilir?”
 konulu bir
Konferans verdiğini Tv.’lerden öğrenince; “Suriye’deki kavga
kızıştırılacak, Türkiye “bölgesel aktör
” rolüyle ve Batının taşeronu olarak
olayın içine daha fazla sokulacak ve İsrail’le horoz kavgası bitirilip uzlaşma
sağlanacak ki modellik görevini yerine getirebilsin!..” değerlendirmemizi
arkadaşlarımız hatırlayacaktır. Ve zaten şimdi haber kaynakları ve Tv.
kanalları: “11 Mayıs 2013’te, Hamas yöneticileriyle İsrail
yetkililerinin Türkiye’de bir araya gelip uzlaşma yolları arayacaklarını”
 belirtiyor
ve ne tesadüf, bundan bir gün sonra “Başbakan Erdoğan’ın 16 Mayıs 2013’te Beyaz
Saray’da Obama tarafından ağırlanacağını” duyuruyordu. Yani “sadece Suriye’nin
değil Hamas ve Hizbullah’ın da İsrail’in başını ağrıtan konumdan çıkarılması ve
uyumlu hale sokulması hizmetlerini başarması karşılığı, Recep T. Erdoğan’ın
Amerika’da resmen onurlandırılacağı açıklanıyordu. Bu arada Filistin halkının
gazını almak ve İsrail pazarlığını meşrulaştırmak üzere, gazeteci uzman Mustafa
Es-Savvaf“Hamas her ne kadar, siyasi politika ve programında İsrail’le
yakınlaşan ve uzlaşan bazı taktik değişikliklere gitse de, asla İsrail’i tanıyan
ve diplomatik ilişkiler kuran bir hareket olmayacağız!”
 açıklamasını
yapmak zorunda kalıyordu.

“Türkiye bölünmez!” palavralarıyla halkımızı
oyalayan AKP iktidarına ve yandaşlarına rağmen Meclis Başkanı Cemil Çicek’e
sunulan yeni anayasa taslağında BDP, fiilen federasyon öneriyor; Timaş
yayınları Simla Yerlikaya’nın “Yeni Komşumuz Kürdistan” kitabını basıyordu.
Oysa birkaç yıl öncesine kadar Sn. Recep T. Erdoğan “Biz Irak’ın
bütünlüğünden yanayız, Kürdistan diye parçalanmasına fırsat tanımayız”
 diye
hava atıyordu.

Prof. Dr. Ata Atun’un bu konudaki ilginç tespit ve
tahlillerine bir göz atmak lazımdı.

“Suriye’de evvelki sene başlayan “Arap Bahar”ı
olayları yeni bir aşamaya taşınmıştı. Bugüne değin Irak veya Libya’da olduğu
gibi direkt olarak askeri müdahalede bulunmayan batılı ülkeler Özgür Suriye
Ordusu (ÖSO)” ve muhaliflere Türkiye, Ürdün ve Lübnan üzerinden sadece insani,
mali ve lojistik yardım yollamakta, ÖSO mensuplarına gerekli olan askeri
eğitimlerini de Ürdün’de yaptırmaktaydı. AB ve ABD ağız birliği etmişçesine
daha önce “ÖSO’ya silah yardımı yapmama ve Suriye’ye de askeri
müdahalede bulunmama”
 prensip kararını almışlardı. Ama şimdi
artık, Hizbullah faktörü etkin olarak Suriye’de devreye sokulunca, taraflar ve
tavırlar farklılaştı. Suriye’de artık aktör olarak sahnede sadece bir tarafta
Beşar Esad diğer tarafta da “Özgür Suriye Ordusu (ÖSO)”  yoktu. “Diğer
taraf” olarak tanımlanan yerde ABD, AB, Arap ülkeleri ve en önemlisi İsrail de
vardı. Hizbullah Suriye’yi kendine üs olarak seçtikten sonra endirekt olarak
İsrail de işin içine karışmak zorunda kalmıştı(!) Yeni aktörler sahneye çıkınca
Beşar Esad’ın etrafındaki çember de daralmaya, boynundaki kıskaç her gün biraz
daha sıkılmaya başlanmıştı. Ne kaçarı kaldı Esad’ın ne de uçarı, sonu
yaklaşmıştı. Hizbullah’ın Suriye’ye taşınması ve kökleşmeye başlamasının
ardından, Amerika Birleşik Devletleri ve İsrail’in açıkçası alarma geçmesi
anlamlıydı. (yoksa kendilerine mazeret ve meşruiyet kazandırmak için mi
Hizbullah kullanılmaktaydı?)

ABD ilk adım olarak ünlü kuruluşu CIA’yi devreye
sokmuş, İnsansız Hava Araçları (İHA) ile öldürücü saldırılar yapma
hazırlığına başlamıştı.
 Virginia’nın Langley kentinde İHA’ları hedefe
yönlendirme subayları, Suriye’deki bazı bölgelerle ilgili büyük miktarda bilgi
toparlamıştı. ABD Parlamentosu’nda Suriyeli muhalifleri eğitip silahlandırmak
ve ekonomik destek sağlamak için Temsilciler Meclisi’nde gerekli yasayı çoktan
hazırlamıştı. Dışişleri Komitesi Üyesi olan Demokratların önde gelen
Temsilciler Meclisi Üyesi (Milletvekili) Eliot Engel de meslektaşlarına bu
konuda destekte bulunmaları için gerekli çağrı yazısını dağıtmıştı. Söz konusu
yasa illaki geçecek, ABD’nin İHA’ları da gerekli görülen her yeri
bombalayacaktı. Ayrıca 80 milyar dolar gibi bir meblağ da bu işe ayrılmıştı. Ne
hikmetse Demokrat ve insancıl (!) Avrupa’nın da Suriye’ye bakış açısı birden
değişmeye başlamıştı. Suriye’yi 1920 yılında işgal edip Osmanlıdan koparan,
Hatay, Lazkiye ve Suriye devletlerini kuran, Lübnan’ı Suriye’den 1926 yılında
ayırıp, kukla bir devlet haline sokan ve her ikisine de sonradan 1946 yılında
bağımsızlık bağışlayan Fransa ile Ortadoğu’da I. Dünya Savaşı’ndan sonra yeni
sınırları kendi elleri ile oluşturan İngiltere, Suriye’deki ÖSO’ya ve
muhaliflere uygulanmakta olan silah ambargosunu Mayıs ayı içinde kaldırmak
amacı ile AB Komisyonu’nu toplantıya çağırmışlardı. Gerekçeleri de Esad’ın
kullandığı ağır silahların karşısında, ambargodan dolayı ÖSO’nun aciz
kaldığıydı. Üstelik bu konuda AB Komisyonu’nu olumsuz bir karar alması
durumunda pek takmayacaklarını ve Suriye’de Esad karşıtlarını silahlandırma
kararlarını uygulayacaklarını resmi ağızdan açıklamışlardı.

Tüm bunlara ilaveten, İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres
de, Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı konuşmada Arap ülkelerini Suriye’ye askeri
müdahaleye çağırmıştı. Bu Arap ülkeleri hem İsrail’in baş düşmanları olacaktı,
hem de İsrail Cumhurbaşkanı baş düşmanlarını Suriye’ye müdahaleye çağıracaktı.
Gerçekten de çok ilginç bir tezat ve yaklaşımdı. Aslında Şimon Peres’in bu
çağrısı, dünyada uygulanmakta olan küresel politikaların hangi şeytani amaçlar
taşıdığını yansıtmaktaydı.[2]
 

Tam böyle bir süreçte, terörist İsrail Suriye'ye
yönelik üst üste hava saldırıları düzenliyor, Şam yakınlarındaki bilimsel
araştırma merkezini ve diğer askeri tesislerini vuruyordu. ABD Siyonist Yahudi
Lobilerinin kuklası Obama ise, bu saldırıları haklı buluyor, İsrail’i
destekliyordu. İsrail “Suriye’den Lübnan’a gönderilecek füzeleri” ve
“kimyasal silah tehdidini” bahane etse de aklı ve vicdanı olan hiç
kimse bu palavraları yutmuyordu. Artık resmen ve fiilen, Suriye’nin
parçalanması ve BOP hedefine yaklaşılması için; İSRAİL'in AKP'nin, EL
KAİDE'nin, Amerikancı ARAP Yönetimlerinin hep birlikte ve aynı cephede
Siyonizm’e hizmet ettiklerini ortaya koyuyordu. Ve tabi zalim ve hain Esed
güçleri de, en acımasız ve ahlaksız katliamlarıyla, bu Şeytani cepheye mazeret
ve meşruiyet kazandırıyordu. Bu şeytani planın Türkiye merkezi Hatay Yahudi
göçmeni Papa Jorge Mario Bergoglio ise, Arjantinli Yahudi Hahamı Abraham Skorka
ile yazdığı kitapta (Sobre El Cieolo y la Tierra – Cennette ve Yeryüzünde):
“Osmanlı Türklerinin Masum Ermenileri katlederek, Alman Nazilerinin ise,
mazlum Yahudilere karşı soykırıma girişerek, tarihin en vahşi ve şeytani
kavimleri olduklarını ispatladıklarını” yazma küstahlığında bulunuyor,
ellerindeki kanı, yüzlerindeki karayı bizim yüzümüze bulaştırmaya çalışıyor;
ama daha önce “Papalık misyonunun basit bir parçası olmaktan gurur
duyduğunu” söyleyen Fetullah Gülen'den hiç bir yanıt gelmiyordu. Evet,
artık tarihi bir dönüşümle, hem Siyonist-emperyalist güçlerden hem de
içimizdeki işbirlikçilerinden, artık birlikte kurtulmak gerekiyordu.

Ebu Bekir Sifil Hoca’nın (06.04.2013 tarihli Milli
Gazete’de ve Suriye meselesiyle ilgili):

• Batılı güçlerce sürekli İran’ın “İslam’ın gerçek
temsilcisi ve kahraman hamisi” pozisyonuyla Sünni İslam’a karşı öne çıkarılması

• Zalim ve Dinsiz Esed rejimine İran’ın İslami
duyarlılıkla değil, ideolojik ve politik yaklaşımlarla destek olması
 konularındaki
tenkit ve tedirginliği haklıydı. Maalesef İran, tarih boyunca pek çok defa Pers
(Fars) ırkçılığını ve Şiilik itikadını İslam kardeşliğinin üstünde tutan
tavırlar takınmıştı. Ancak, Ebubekir Sifil Hoca’nın, Suriye’deki karmaşanın ve
kardeş kavgasının arkasında, Arz-ı Mev’ud hedefiyle bölge ülkelerinin
bölünmesini ve yumuşak-küçük lokmalar haline getirilmesini isteyen Siyonist
İsrail’in parmağının ve emperyalist güçlerin planının varlığı konusundaki
kaygıları hesaba katmaması veya hafife alması ve hele bunları “BOP
kapsamındaki karanlık kurgular şeklinde algılamanın İran propagandaları
etkisindeki suni komplo kuşkuları”
 anlamında vasıflandırması
yanılgıydı.

Ortadoğu merkezli İslam dünyasındaki gelişmelere, “Mezhep
husumeti ve bölgesel güç olma rekabeti”
penceresinden değil, iman-küfür
muvazenesi ve Hak Batıl mücadelesi perspektifinden bakılması daha sağlıklı
içtihat (yorum)lara yol açacaktır. Erbakan Hocamızın “çağımızda Hak’kın
fikri ve siyasi temsilcisinin Milli Görüş; Batıl’ın fiili ve merkezi temsilcisinin
ise Siyonizm ve ABD Yahudi Lobileri olduğu” 
tespitlerini hatırlamakta
fayda vardır. Kaldı ki, BOP çerçevesindeki 27 İslam ülkesinin parçalanması
istikametinde nihayet Suriye’nin de işgal edilip bölünmesinin ve İran’ın hizaya
getirilmesinin ardından, ırkçı Siyonistlerin asıl Türkiye’ye hücum edeceklerini
Erbakan Hoca defalarca hatırlatmıştı. Bu arada, İslam Birliği’nin çekirdeği
sayılan tarihi D-8’leri kuran Erbakan Hoca’nın İran’ı mihver ülkeler arasına
almasındaki hedefi, hikmeti ve stratejiyi de çok iyi anlamak ve bu istikamette
davranmak gerektiği de asla unutulmamalıydı.

ABD, Suriye, İsrail ve Türkiye ekseninde yoğunlaşan
son gelişmeleri bir bütün olarak görmek ve değerlendirmek lazımdır. Eğer,
İsrail’in 3 yıl sonra Türkiye’den özür dilemesini sadece iki ülkeyi
ilgilendirdiğini düşünürseniz yanılırsınız. Bu arada, ABD Başkanı Obama’nın
İsrail ziyareti ve bu ziyaret sırasında özür dilemenin yaşanması, hemen
arkasından ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin bölgede turlamaya başlaması tesadüfen
gelişen olaylar sanılmamalıdır. Bir adım daha ileri giderek, Suriye
muhalefetinin 30 yıldır ABD’de yaşayan bir kişiyi geçici hükümetin başına
getirmesi de ABD ve İsrail’in Esad sonrası nasıl bir Suriye yönetimi
düşündüğünü ortaya koymaktadır. Tüm bu gelişmeleri takiben İsrail’in Suriye’yi
füze ile vurması, ABD Dışişleri Bakanı Kerry’nin Bağdat’a giderek Irak’ın hava
sahasını İran uçaklarına kapatması ricası(!) birlikte düşünüldüğünde Büyük
Ortadoğu Projesi’nin (BOP) Suriye ayağında artık sona doğru yaklaşıldığının
alameti sayılmalıdır. Bu arada Obama’nın, “Suriye direnişine daha
fazla müdahil olmalıyız”
 sözleri, özellikle de Suriye muhalefeti
arasında ‘terörist ve ılımlı’ ayrımı yapan yaklaşımının ardından Suriye Muhalif
ve Devrimci Güçler Koalisyonu (SMDK) Başkanı Muaz El Hatib’in bu görevinden
istifa ettiğini açıklaması, bölgemizde özellikle de Suriye’de işlerin giderek
karıştırıldığının ve karmaşık bir hal aldığının ispatıdır” diyen Abdülkadir
Özkan haklıydı.

Hürriyet yazarı, İsrail aşığı ve AKP yandaşı Fatih
Çekirge İsrail’in özür dilemesiyle ilgili şunları söylüyordu:

“Önce İsrail’in özür dileme sürecine bakalım. Daha dün
İsrail topraklarına iki füze düştüğünü bilirsek… İsrail’in devletlerarası
ilişkilere diplomasi öncelikli değil, güvenlik öncelikli baktığını anlarız.
Özrün temelinde yalnızca Obama yok. Daha önemli bir sebep var: Suriye…
Suriye’nin Filistin’e verdiği silah desteği zaten biliniyor. Bu durumda
Suriye’deki kaostan çıkacak (ve İsrail’in hedefi olacak) fanatik grupların
kontrolü çok zor, yeni Bekaa vadileri oluşturması mümkün. Bu nedenle elbette
Suriye’nin kaosa girmeden demokrasiye geçmesi (ve kontrol altına girmesi
gerekir ve bu) süreçteki kilit ülke Türkiye’dir. Bu durumda Türkiye, İsrail
için “mutlak işbirliği içinde olunması gereken” bir konumda görülmektedir.
Aslında İsrail’le sıcak diplomatik ilişki Türkiye açısından da çok önemlidir.
Türkiye’nin bölgedeki dengelerde söz sahibi olabilmesi için İsrail’le yeniden
ilişki kurması gereklidir. Bu adımı ticaret açısından da turizm boyutuyla da
önemlidir”[3]

Fatih Çekirge özetle: Suriye’nin işgali ve bölge
ülkelerinin bölünmesi dâhil, Siyonist İsrail’in şeytani hedeflerine kolay
ulaşması yolunda, AKP Türkiye’sinin kendisine destekçi olması ve işbirlikçilik
yapması için, bu özür havucunun uzatıldığını itiraf ediyordu!

ABD, Suriye’de silah dağıtıyordu!

‘ABD’nin Suriyeli muhaliflere eğitim verdiği’
iddiaları ilk kez resmi olarak dillendiriliyordu. Suriye’de silahsız kimsenin
kalmaması için, ‘ılımlı’ diye vasıflandırılan ve çatışmalardan uzak duran
muhalifleri de silahlandırarak Müslümanların birbirini öldürmesi için çabalayan
Dışişleri Bakanı John Kerry, Suriye’deki iç savaşı kızıştırmak için Esad’a
karşı ‘Suriyeli bütün sivilleri silahlandırdıklarını ve eğitip
kışkırttıklarını’ itiraf ediyordu. Yahudi dönmesi John Kerry, böylece Suriye’yi
karıştırdıklarını bizzat söylüyor ve ABD’nin resmi ağızdan yaptığı ilk açıklama
olma özelliğini taşıyordu. Kerry, Katar’ın başkenti Doha’da yaptığı açıklamada
“detaylara girmek istemediğini ancak Amerika’nın yanı sıra ‘birçok ülkenin’ bu
eğitime destek verdiğini” de
 söyleyip, Türkiye’ye işaret ediyordu.
Kerry, amaçlarının Suriye Devlet Başkanı Esad’ın ‘savaş makinelerini
kısıtlamaya yönelik olduğunu’ iddia ediyor ve New York Times da Amerika’nın
Suriyeli muhalifleri eğittiğini isim vermediği yetkililere dayanarak yazıyordu.

Suriye’de büyük hazırlık yapılıyordu!

Suriye’de Esad rejimi ile muhalifler arasındaki
çatışmalar tüm şiddetiyle devam ederken, savaşın baş kışkırtıcısı ABD,
İngiltere ve Fransa’nın da Ürdün’de iki kampta Özgür Suriye Ordusu mensuplarına
eğitim verdiği ortaya çıkıyordu. Alman Der Spiegel dergisi, Suriyeli
muhaliflerin silahlı kanadı Özgür Suriye Ordusu üyesi gerillaların Ürdün’de iki
ayrı kampta ABD tarafından eğitildiğini yazıyordu. Haberde, Ürdün’ün kuzeyinde
ve güneyinde yer alan askeri kamplarda, son 3 ayda 200 Suriyeli muhalife eğitim
verildiği belirtiliyordu. Der Spiegel, ABD’lilerin Suriyeli muhaliflere daha
çok tanksavar füzeleriyle eğitim verdiğini söylüyor. ABD, İngiltere ve
Fransa’nın Suriyeli muhaliflere eğitim vererek, Esad sonrasına hazırlık yaptığı
belirtildi. Ürdün’deki iki kampta 1200 Suriyeli muhalife askeri eğitim
verileceği de ileri sürülüyordu. Özgür Suriye ordusu üyelerine eğitim veren
ABD’liler askeri üniforma giyiyordu. İngiliz Guardian gazetesi ise yayınladığı
bir haberde, Ürdün’de ABD’nin yalnız olmadığını İngiliz ve Fransız askerlerin
de, Suriyeli muhaliflere eğitim verdiğini yazıyordu. Bazı Batı medyalarında yer
alan haberlerde ise, ABD, İngiltere ve Fransa’nın Ürdün’de laiklik yanlısı muhaliflere
eğitim verdiği iddia ediliyordu.

Belgeli Patriot gerçeği, ilgilileri şaşırtıyordu!

Patriotlar, yabancı bir ajansın, adı açıklanmayan bir
Türk yetkilisine dayandırdığı haberle ilk defa Türkiye gündemine giriyordu.
Önceleri Başbakan Erdoğan’ın haberi bile olmadığı anlaşılıyordu. Bir soru
üzerine, “Patriotlar gelse benim haberim olurdu. Hem parayla mı
alınacak, nasıl getirilecek?”
 diyordu. Başbakan’ın haberi dahi
yokken Dışişleri Bakanı Ahmet Davudoğlu ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ‘Evet,
gelebilir.” açıklaması yapıyor, ardından yalanlanan patriotların Türkiye’ye
yerleştirilmesi kabul ediliyordu. Sonra ‘tetik bizde” olacak diye telkinde
bulunan Hükümetin, bu konulardaki zafiyeti her geçen gün daha net belirirken,
patriotların İncirlik’teki Amerikan üssü ve Kürecik’i korumak için Türkiye’ye
yerleştirildiği ortaya çıkıyordu. Ve asıl hedef, Rahmetli Erbakan’ın dediği
gibi, “Güneydoğumuzun koparılmasına razı olmayacak Milli Güçlerimize
ve kendi üslerimize karşı kullanılmak üzere patriotlar ülkemize yerleştiriliyordu”
 Böylece
Suriye tehdidi nedeniyle Türkiye’nin kendi topraklarını korumak üzere NATO’dan
istediği ve Şubat ayı ortalarında Adana, Gaziantep ve Kahramanmaraş’a
yerleştirilen Patriot füze bataryalarının başka bir hikâyesi daha ortaya
çıkıyordu.

WikiLeaks tarafından sızdırılan ABD Dışişleri
Bakanlığı kriptolarına göre, 2009 yılının Kasım ayında, o zamanki ABD’nin
Ankara Büyükelçisi James Jeffrey’in, dönemin ABD Savunma Bakanlığı Füze Kalkanı
Özel Temsilcisi Ellen Tauscher’e, Patriotların İncirlik’teki Amerikan
üssü ve Kürecik’i koruması için Türkiye’yi ikna etmek üzere taktikler
geliştirdiği
 anlaşılıyordu.[4]

“Ön şartlarım yerine getirilmezse İsrail ile görüşmem”
resti çeken AKP hükümeti, tükürdüğünü yalamaya devam ediyordu!

AKP Hükümeti İsrail ile özür dilemesinden aylar
öncesinde kapalı kapılar arkasında görüşmeye devam ediyordu. Sır olmaktan
çıkarılan bu görüşmeler Türkiye’nin Kanada Büyükelçisi Tuncay Babalı tarafından
da doğrulanıyordu. Babalı kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapta “Geçmişte
yürütülen görüşmelerde çözüme çok yaklaşıldığı anlar oldu, ancak süreci
Lieberman baltaladı”
 diyordu.

Şener: AKP’nin Suriye politikası İslami değil, Erdoğan
İsrail’le gizli işbirliği mi yapıyordu?

Eski devlet bakanı ve Recep Beyin Milli Görüşe hıyanet
arkadaşı Abdüllatif Şener, Başbakan Erdoğan’ın izlemiş olduğu Suriye
politikasını eleştirip, “asıl hedefin İsrail karşıtı cephenin
çökertilmesi”
 olduğunu söylüyordu. Özür palavrası sonrası emir-komuta
zinciri çalışmaya başlıyordu. İki ay önce göreve başlamasına rağmen ülkemize
ikinci ziyaretini yapan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry bir ayda dört kere
Türkiye’ye geliyordu. Siyonistlerin sözde özür dilemesinin ardından ABD’nin
Ankara’ya Gazze ve Hamas baskılarını arttırması bekleniyordu. Kerry’nin
Türkiye’ye yaptığı ikinci Filistin çıkartması, “özür” palavrasının ardından
Ankara’ya yeni emirlerin geleceğini gösteriyordu. Kerry’nin “İsrail üzerine
düşeni yaptı, şimdi sıra sizde” düsturuyla Ankara üzerinde baskı yapmak için
geldiği anlaşılıyordu.

Bu arada Kuzey Kore, ABD’ye açıkça kafa tutuyordu!

Güney Kore ile askeri ittifakı güçlendirip, Kuzey
Kore’yi tahrik eden ABD, bölgede çevirdiği oyunları gerçekleştirmek hedefine
yaklaşıyordu. K. Kore ordusundan yapılan açıklamada ABD hedeflerine yönelik
operasyon için, “nükleer silahların kullanımı da dâhil olmak üzere” onay
alındığı bildiriyordu. Kuzey Kore ordusu, nükleer silahların kullanımı da dâhil
olmak üzere ABD’ye askeri operasyon başlatmak için nihai onay aldığını
açıklaması dünyayı karıştırıyordu. Kuzey Kore haber ajansı KCNA’nın yayımladığı
açıklamada, “Genelkurmay başkanının ABD’nin tehditlerine nükleer
saldırı yoluyla karşı koyulacağını Washington’a resmi olarak bildirdiği’’
 kaydediliyordu.
Son gelişmenin ardından konuşan ABD Savunma Bakanı Chuck Hagel ise, Kuzey
Kore’nin elinde silah ve füzeler olduğunu ancak bunlarla nereleri
vurabilecekleri konusunun net olmadığını söylüyordu. Hagel, “Ciddiye
almamız gereken bir tehdit var”
 derken, Kuzey Kore’nin ABD’yi
vuracak kapasitede silahlara sahip olmadığı vurgulanıyordu. Ancak, Güney Kore
ve Japonya’daki ABD üslerinin tehdit altında olduğu konuşuluyordu. Öte yandan,
Ortadoğu turu kapsamında Türkiye’ye de uğrayan ABD Dışişleri Bakanı John
Kerry’nin, destek için Güney Kore’ye gitmesi dikkat çekiyordu.

Erbakan Hoca’nın Aytunç Altındal’a anlattıklarına
göre:

“Refah Partisi’ni bekleyen büyük bir tehlikeler
vardır. Türkiye’nin ekonomisi çıkmazdadır. Türkiye, taklitçi zihniyetle
yönetiliyor. Bu adamlar (dış odaklı, çeşitli), kadrolar kuruyorlar, bunları
iktidara getiriyorlar, kurdukları kadroları yıpranıncaya kadar kullanıyorlar.
Sonra yıpranan kadroları ambara kaldırıyorlar. Ellerindeki yedek kadroyu
iktidar yapıyorlar. Ambara kaldırdıkları kadroyu da yeniden cilalayıp, gerek
görülürse iktidara getirmek için hazır bekletiyorlar. Böylece tahterevalli
gibi, biri iniyor diğeri çıkıyor. İşte bu nedenle Demirel yedi defa gidip,
sekiz defa geri gelebiliyor. Biz buna elbette karşıyız. Biz iktidara geliriz,
gelmesine de… Ama sonra iktidarda kalabilir miyiz? Yani iktidarda başarılı
olmamıza ve milli hedeflerimizi gerçekleştirme çabalarımıza müsaade ederler mi
işte, o şüphelidir.

Biz bir şey fark ettik. Bugün Türkiye’de bizim
iktidara gelmemizi daha önce engellemeye çalıştığı halde, şimdi bunu isteyen
güçler var. Eskiden bize ilgi göstermeyen çevreler, şimdi bize hoş görünmeye
uğraşıyorlar. Eskiden yolumuza engel koyanlar, şimdi engellerini çekmek ister
gibi davranıyorlar. Adeta bizim iktidara gelmemizi ister gibi çalışıyorlar. En
azından bize ilişmemeye özen gösteriyorlar… Bu adamlar bizim iktidara gelmemizi
hoşgörüyle karşılıyorlarsa, bunda bir bit yeniği vardır.

Anladığımız kadarıyla, bu adamlar bizim iktidara
gelmemize ses çıkartmamak kararı aldılar. Bizi iktidara geldiğimize pişman ve
perişan etmeyi düşünüyorlar… Böyle bir planları varmış gibi geliyor bana. Yani
iktidara gelmemize göz yumacaklar, ama bize iş yaptırmayacaklar. Önümüze akıl
almaz engeller çıkaracaklar. Atacağımız her adımda bizi batırmaya ve başarısız
kılmaya çalışacaklar. Hangi soruna el atsak, çözümü yokuşa sürüp, çok kısa
zamanda bizleri beceriksiz olmakla ve korkaklıkla suçlayacaklar. Böylece
bizleri umut olmaktan çıkaracaklar!

Elimizde Amerikalıların yayınladıkları stratejik
araştırma enstitülerinin raporları var. Bunlara göre, Türkiye’deki askeri
ihtilaller artık göze batıyor ve çözüm getirmiyor deniliyor. Bu nedenle daha
başka yöntemler düşünüyorlar. Yani biz iktidara gelirsek hükümetimizi
çalıştırmamak ve başarısız kılmak, oda olmazsa yeni yöntemlerle iktidardan
uzaklaştırmak hazırlıkları yapılıyor. Bu raporlardan bizim çıkardığımız sonuç
budur. Ama biz Allah’a güveniyoruz.”[5] 

Dikkat buyurun, Erbakan Hoca Başbakan olarak Refah-yol
iktidarını kuracağını, dış güçlerin “iktidarda başarısız kılmak ve
Milli Görüşü umut olmaktan çıkarmak üzere”
 buna göz yumacaklarını ve
hatta zemin hazırlayacaklarını tam 3 yıl öncesinden sezip söylüyor ve bu
tahmini aynen gerçekleşiyordu. Ancak onların beklentisi aksine, Refah-yol
iktidarında çok başarılı işler yapılıyor, tarihi atılımlar gerçekleşiyor ve
sonunda “post modern müdahalelerle” hükümetten düşürülüyordu. Ve zaten Hoca
iktidara sadece bir takım hayırlı icraatlar için değil, asıl Siyonist ve emperyalist
odakların zulüm saltanatını yıkacak bir hesaplaşmada kullanılacak teknolojik
harikaları (Türkiye’de ve bazı İslam ülkelerinde) hazırlamak, dünya ve bölge
şartları olgunlaşınca kullanılmak üzere kahraman ordumuzun ilgili birimlerine
bırakmak üzere Başbakanlığa geliyor ve o kısa süre içinde bu amacına
ulaşıyordu,

Çünkü; “bütün yeryüzünde sözü geçecek ve Adil
Düzeni yürütecek şartlar oluşturulmadan ve bugünkü ABD, AB ve İsrail engeli
savuşturulmadan; değil ülkemizde ve bölgemizde, hatta bir köyde bile hükmümüzün
geçmeyeceği gerçeğini”
 en iyi Erbakan biliyor ve buna göre dünyayı
değiştirecek köklü tedbirler geliştiriyordu. Ne dediğimizi anlamak için biraz
daha beklemek gerekiyordu. Erbakan’ın siyasi mirasını istismar etmek ve
Siyonizm’in hedeflerine hizmet ettirmek üzere iktidara taşınan AKP eliyle
hazırlanan tuzakların ise, kendi başlarına yıkılacağı unutuluyordu. Reşat Nuri
Erol’un, Üstat Süleyman Karagülle’den naklen yazdıklarını özetleyerek, bazı
bilgiler ve düzeltmeler de ekleyerek aktarmak istiyorum;

Kader Türkleri ve Türkiye’yi nasıl bir geleceğe
hazırlamaktadır?

Türkiye “III. Binyıl Uygarlığı”nın kurucusu
olacaktır. Kaderin Türkiye’ye böyle bir görevi yüklediği anlaşılmaktadır. Üç
asırdır Türkiye Batılılaşmakta ama İslâmiyet’i bırakmamakta, hatta giderek
İslâmiyet’e daha çok sarılmaktadır. Bugün Batılı olmayanlar ülkeler arasında
Batı’yı en çok bilen Türkiye sayılmaktadır. Japonlar yazılarını Latince
yapmamışlardır, dolayısıyla Japonya’nın sadece okumuşları Batılıdır, halk yine
Japon kalmıştır. Türkiye’de yaşayanlar ise Latin harfleri sayesinde Batı’yı
halk olarak kavramış, Avrupa’nın fıtri kanunlara ve ilmi-akli düsturlara uygun
yanlarını almış, haksız ve ahlaksız yanlarından uzak durmaya çalışmıştır.
İslâmiyet’i de dünyada en ileri şekilde anlamış durumdadır. Bugün “ADİL DÜZEN”i
ortaya koyan başka bir ulus olmadığı gibi İslam Âleminde Erbakan hareketi kadar
saygın, dünya genelinde ise Gülen Cemaati kadar yaygın bir hizmet oluşumu da
bulunmamaktadır. Bütün dünyada Batı okullarını Gülen Cemaati kurmaktadır ve
oralarda öğrenciler tercihen bu okullarda okumaktadır. Batılılar (ABD ve AB
ülkeleri) kendi kültür emperyalizmini, ekonomik ve diplomatik destek verdikleri
cemaat okullarıyla yaygın ve saygın hale getirmek isteseler, Ilımlı İslam
safsatasıyla dinimizi ve devletimizi dejenere etmeye yeltenseler de, dünya
dengelerinin değişmesi sonunda bu girişimlerin Türkiye’nin ve İslamiyet’in
yararına olacağı açıktır. Hem “ADİL (EKONOMİK) DÜZEN”in hem de Gülen Cemaati
hizmetlerinin, düşünce ve fikir olarak çıkışında İzmir Akevler’in payı
unutulmamalıdır.

O halde Türkiye’nin geleceği ne olacaktır?

Bir gün gelecek, samimi Risale-i Nur şakirtleri ile
sadık Millî Görüş Hareketi erleri ve diğer İslam hizmetçileri “ADİL DÜZEN”nin
hâkimiyeti ve Milli Görüş Medeniyeti etrafında toplanacak, inşallah Kur’an’ın
nurunu tamamlayacak, böylece Türkiye dünyadaki başrolünü oynayacaktır. Ancak
hadislerde haber verildiği, tarihi ve fiili gelişmelerin de gerektirdiği gibi,
Barbar Batılı güçlerle bir hesaplaşma yaşanıp Erbakan Hocanın bildirdiği
“teknoloji harikalarıyla” Şeytanın orduları hizaya sokulmadan ve İsrail çıbanı
kurutulmadan, saadet yolu açılmayacaktır.

İnsanları birbirine düşürmek ve ırkçılığı körüklemek
için önce bazı kelimelere karşı alerji oluşturmak emperyalistlerin bir taktiği
olmaktadır. Başlangıçta bu kelime “Kürt” idi; Kürt kimliğine ve Kürtçeye karşı
alerji yaygınlaştırılmıştır. Kürt kelimesini ağzına almak da, Kürtçe konuşmak
da yasaklanmıştır. Günümüzde ise tam tersine bu sefer karşıt bir alerji
dalgası başlatılmıştır. Bu sefer “Türk” kelimesi hedef alınmıştır. AKP de buna
katılmış ve anayasadan“Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes
Türk’tür”
 ibaresini kaldırmayı isteyerek, alerjiyi daha ileri bir
boyuta taşımıştır. Böylece Kürtler arasına atılan ırkçılık tohumları sulanıp
büyütülmeye çalışılmaktadır
. Yalnız burada bir çelişki vardır. “Türk
bayrağı” demeyelim, “Türkiye bayrağı” diyelim diyorlar. O zaman en başta
ülkenin adının değişmesi lazımdır. Türkiye ism-i mensub bir kelimedir. Aslı
Arapçadır ve “Türkiye” şeklindedir. Sondaki şeddeli ya ism-i mensub “ya”sıdır.
“Türklerin mensubu olduğu”, “içinde çoğunlukla Türklerin yaşadığı ülke”
demektir. Anayasanın tarifi gayet açıktır. Vatandaş olan herkese “Türk” denir.
Burada ırk veya din öne çıkarılmamıştır. Buna zorla ırk anlamı vermek ırkçılık
ve ayrılık tohumlarını canlandırmak amaçlıdır. Önce “Türk” kelimesi
çıkarılacak, sonra ülkenin adı ve bayrağı tartışılacak, ardından Türk
olmayanların ayrı bir ülke olarak ayrılması gündeme taşınacak şekilde Şeytani
projeler hazırlanmaktadır… Ne var ki bunların böyle planları varsa, elbette
Allah’ın da bir hesabı vardır.

Ve “Hayrül Makirin” olan, yani zalim
hilekârların şeytani planlarını ve tuzaklarını kendi başlarına yıkıp Mücahit
Müminlere zafer kapısını açan Yüce Allah; gaflet ve hıyanet ehlinin eştiği
kuyulara, kendilerini düşürüp boyunlarını kıracaktır.
 Birleşik
Kürdistan oluşumuna ve Türkiye’nin parçalanmasına “barış
kılıfı”
geçirmek üzere PKK’nın yurtdışına çekilmesi bile İsrail’le ve
NATO birlikleriyle yaşanacak bir kapışmada, Allah’ın izniyle TSK’nın işini
kolaylaştıracaktır.

“Deki (Ey zalimler ve işbirlikçi hainler) Siz
(tedirginlikle) gözleyip bekleyin; Çünkü Biz de kesinlikle (acı ve alçaltıcı
akıbetinizi) bekleyip gözetlemekteyiz!”(En’am-157. Ayet sonu)
 ayeti,
ümit ve teselli kaynağımızdır, dikkatle ve defaetle okuyup huzur bulmalıdır.

Çünkü ABD, AB ülkelerinin ve NATO birliklerinin
desteklediği İsrail ile Türkiye arasında tarihi bir hesaplaşma kaçınılmazdır ve
Batılıların Armageddon dediği, İslam kaynaklarının Hatay Amik Ovasında
yaşanacağını haber verdiği savaş oldukça yakındır. İslam’ı ılımlaştırmak,
Müslümanı protestanlaştırmak, böylece halkımızı Haçlı-Siyonist Emperyalizmiyle
uyumlu hale sokmak üzere tertiplenen “Dinlerarası Diyalog” merkezi
olarak Hatay'ımızın seçilmesi de oldukça anlamlıdır ve Armageddon'a hazırlıkla
alakalıdır. Ancak paniğe kapılmamalı, Allah'ın vaadine ve Hz. Resulüllah’ın
müjdesine iman ve itimat duyulmalı ve sadece düşmanı ve tezgâhını iyi
tanımalıdır. Unutmayınız; tarihi her zaman kötüler ve kâfirler değil, bu sefer
kahraman askeriyle beraber Türkiye'nin mü'minleri yazacaktır.



[1] Kaynak: 30 05 2013 Milli Gazete Sh. 8

[2] Milli Gazete / 06 04 2013

[3] Hürriyet  /05 04 2013 /
Türkiye-İsrail Barışındaki en kritik soru

[4] Milli Gazete / 04 04 2013

[5] Bak: 23-24 Aralık 1993 / Yeni Günaydın /Aytunç Altındal’la röportaj

 








BENZER İÇERİKLER

Size daha iyi hizmet sunabilmek için çerezleri kullanıyoruz. KABUL ET Detaylı Bilgi